25 Aralık 2012 Salı

türk mitoloji sözlüğü - deniz karakurt


GİRİŞ
“Dünya bir deniz idi; ne gök vardı, ne bir yer,
Uçsuz bucaksız sonsuz sular içindeydi heryer.”
(Altay Yaradılış Destanı – Giriş Cümlesi.)
Türk söylencelerindeki temel unsurlar ve bileşenlerin tespit edilip bir sözlük halinde dizgeli bir
biçimde ortaya konulması amaçlanan bu çalışma bu anlamda belki de bir ilk olacak kadar geniş
kapsamlıdır. Bu amaçla var olan tüm çalışmalar tek tek taranmış ve gözden geçirilmiştir. Buna rağmen
gözden kaçmış, eksik ve ayrıca derlemelere girmeyen başlıkların olması da kaçınılmazdır. Ayrıca
belirtilmesi gereken diğer bir husus da bu sözlük oluşturulurken sadece derlemlerden veya
başkalarına ait yapıtlardan yararlanılmadığı, ilave olarak Anadolu’nun değişik yerlerinde kırsal hayatın
içinde bulunarak pek çok motifin, figürün bizzat işitilmiş olduğudur. Örneğin Radloff’un Asya’da
derlediği bir cümle, Anadolu’nun küçük bir köyünde benzer bir üslupla hatta birebir aynı yapıyla
işitilebilmektedir. Bu duruma defalarca, sayısız kereler tanık olunmuştur. Çünkü halk kültüründe, köy
odalarında anlatılanlar ister Asya’da ister Anadolu’da olsun aynı kökenden kaynaklanmaktadır. Tüm
Türk Dünyasının ortak olarak kabul edeceği bir biçimde listedeki kişi ve tanrı adları ayrıntılı olarak
derlenip genişletilmeli ve her birinin nitelikleri açıklanmalıdır. Yapılan çalışmada Türk ve Moğol
ayrımına çok fazla gidilmemiş, iki kültürün de ortak ve iç içe geçmiş unsurlara sahip olduğu gerçeğiyle
hareket edilmiştir. Hatta ortak geçmişe sahip olduğumuz Macar söylenceleri de yer yer ele alınmıştır.
Tam olarak ifade etmek gerekirse, izlenen yöntem şudur. Türk kültürüne dışarıdan giren etkiler
mümkün mertebe dışarıda bırakılmaya çalışılarak, binlerce yıllık öze inilmeye çalışılmış, dışarıdan
gelen unsurlara sınırlı olarak ve gerek görüldüğü için yer verilmiştir. Moğol kültüründe ise ister dil,
isterse kültürel olarak tamamen Moğol olan ve Türklere bütünüyle yabancı olup, anlaşılması bile
mümkün olmayan etkenlere de yer verilmemiş ancak bu iki kültürün kesişim bölgesi ve tamamen
ortak paydası olan kavramlar ise hiç düşünmeden ele alınmıştır. Hatta biraz zorlama yapılarak, ama
çok da aşırıya kaçmadan Moğolca tabirlere de yer verilmiştir. Bunun dışında Macar, Nart, Çeçen, Ugor
kültürlerine ise katkı yaptığımız unsurlar oranında yer verilmiş, onlardan gelenlere yer vermemeye
gayret edilmiştir. Sümerlere ise henüz ispatlanmamış olmakla birlikte Ön-Türk bir kavim oldukları
çerçevesinde yaklaşılmış ve gerekli bağlantılar kurulmaya çalışılmıştır. Her ne kadar bu durum
ispatlanmamış olsa da, tersine bir iddianın geçersizliği kesinleşmiştir. Yani Sümerlere kesin olarak
Türk kökenli bir kavim olarak bakamasak da, en azından dilleri açısından Hint-Ari (ve İran-Avrupa) ve
Hami-Sami (ve Arap-İbrani) kökenli olmadıkları yüzde yüz kanıtlanmıştır. Günümüzde kültürel
etkileşim kapıları sonuna kadar açıktır ve Dünya toplumlarının düşünsel ve toplumsal birikimlerine
dair bilgi edinmek ve yararlanmak son derece kolaydır. Fakat buradaki en sakıncalı durum, egemen
kültürlerin küçükleri yok etmesi, tekdüzeliğin belirmesidir. Aynı durum doğrudan söylenceler için de
geçerlidir. Yunan-Roma eksenli söylence anlayışı baskın ve başat olarak filmlerden, dizilerden,
kitaplardan ve en tehlikelisi bilimsel terminoloji üzerinden tüm Dünyaya empoze edilmektedir.
Astoronomi, kimya, psikoloj vs. hep bu kültürlerden oluşturduğu terimlerle genişletilmektedir.
Etkileşim kaçınılmazdır ancak dengeli ve karşılıklı olduğu müddetçe olumlu sonuçlar doğurabilir. Türk
kültürü tarih boyunca etkileşime açık olmuş, ve pek çok şey aldı kadar, pek çok kültürel katkıyı da
komşu kültürlere aktararak gerçekleştirmiştir. Macar, Fin, Kafkas (Çeçen, Adıge, Kabartay) haklarıyla
iç içe geçmiş, Fars ve Arap kültüründen etkilenmiştir. Asya’da ise Çin ve Hint medeniyetlerinin
kaçınılmaz sonuçları olmuştur. Dinler açısından da Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık ve İslam çok
büyük rol oynamıştır. İslamiyete girişle birlikte Tek Tanrılı bir din anlayışı yavaş yavaş yerleşmiş ve
S a y f a | 4
D e n i z K A R A K U R T
TÜRK SÖYLENCE SÖZLÜĞÜ
nihayetinde mutlak geçerlik kazanmıştır. Bunun sonucunda da yine yavaş yavaş eski Tanrı ve Ruhlar
geniş coğrafyalarda etkilerini yitirerek unutulmaya başlanmışlardır. Yeri gelmişken belirtmek gerekir
ki, İslam öncesi döneme ait çok Tanrılı sistemi inceleyip sınıflandırmak her şeyden önce bilimsel bir
çalışmadır ve bu durumun dinsel olarak çekinilecek bir yönü yoktur. Örneğin Kuran-ı Kerim kimi
ayetlerinde tarihten sildiği bazı Tanrıların adlarını saymaktadır (Necm Suresi 19, 20. ve Nuh Suresi 23.
Ayetler). Kuran-ı Kerim’in dünya durdukça yokolmayacağı anlayışı da göz önüne alındığında; İslam
dininin yasakladığı hususlarda dahi insan ve toplum hafızasını yok etmeye değil, korumaya açık bir
yaklaşıma sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Orta Asya’da Şamanist geleneği İslam ve Hrıstiyanlıkla
bir biçimde bağdaştırarak sürdüren topluluklar olduğu gibi, bir inanç sistemi olarak Kamlık (Türk
Moğol Şamanizmi) dışında başka bir din kabul etmeyen topluluklar da az da olsa günümüzde dahi
mevcuttur. Bunun dışında geçmiş dönem inançlarına ait pek çok uygulama ve anlayışın örtülü bir
biçimde günümüzde varlığını sürdürdüğü de görülmektedir. Belirli düzeydeki belirli istisnalar (mesela
Gagavuzlarda ve Ruslara yakın bazı Türk boylarında Hrıstiyanlık, Karaylarda Musevilik, Moğollarda
Budizm, kimi Sibirya boylarında Kamlık gibi) dışında İslam tüm Türk Dünyasının ortak değerlerinden
ve en önemlilerinden birisidir.
Türk – Moğol kültüründeki söylencesel unsurlar genel olarak dört sınıfta toplanabilir. Türk kültüründe
bu unsurların arasında kesin çizgilerle belirlenmiş net farklar ve ayrımlar yoktur. Hemen hepsi de bir
ruh ve koruyucu niteliğindedir. Burada ruh kavramından anlaşılması gereken şey de yine soyut bir
varlıktır. Bilinen anlamda insan ruhunu düşünmek bu kavramları çok fazla daraltmaya ve yanlış
algılamaya sebebiyet verecektir. Türk kültüründe bitkilerin, hayvanların hatta cansız varlıkların da
ruhları vardır. Fakat bu ruhlar insandaki gibi onunla kaynaşmış olmayıp, ona bağlı ve onu koruyan bir
olgu olarak ele alınmalıdır. Ancak yine de mümkün olabilecek temel farklılıklarla yapılabilecek bir
sınıflandırma şu şekildedir.
A. TİNSEL (RUHANİ) VARLIKLAR:
1. TANRILAR: Yaratıcı ve yönetici güçlerdir. Kişiliğe büründürülmüşlerdir. Eril Tanrılar Han,
dişil Tanrılar Hanım sıfatıyla tanımlanırlar. Veya hepsine birden Toyun sıfatı eklenebilir.
İnsan biçimine bürünmüş olsalar bile, bu şekli bir durumdur ve asıl Tanrı vasıfları hep ön
plandadır. Tanrı adları özel ad oldukları için geldikleri şive veya lehçede olduğu korunmuş
gibi fakat okunuş kolaylığı olması bakımından Anadolu ve Türkiye Türkçesi’ne uygun
telaffuzlarla yazılmışlardır. Örneğin: Pura Han çeşitli kaynaklarda Puura Han diye yer
almaktadır. Oysaki aslında tam karşılık olarak Buğra Han’dır. Burada ne Puura Han ne de
Buğra Han tercih edilmemiştir. Çünkü ilki telaffuza dayalı ikincisi ise anlama dayalı bir
yazımdır. Tanrı adları içerisinde önemli olanlar, bir sözlüğün elverdiği ölçüde ayrıntılı bir
biçimde incelenmiş fakat ikinci ve üçüncü derecedeki tanrılara dair yeterince ayrıntı zaten
halk kültüründe mevcut olmadığı ve buna ihtiyaç duyulmadığı için sadece kısa
tanımlamalara yetinilmek zorunda kalınmıştır. Ayrıca fazla önemi bulunmayan bazı
adların da kaynaklarda yer almadığı göz önüne alınırsa, listenin daha titiz derleme
çalışmalarıyla çok daha fazla genişleyebileceği kesindir. Fakat şu an için mevcut liste
yeterli görünmektedir. Tanrı adlarıyla bağlantılı olarak ele alınması gereken çok önemli
bir hususa değinmek zorunludur. Türk inanç sisteminde Batı Çoktanrıcılığında olduğu gibi
bir Tanrılar topluluğu mevcut değildir ve Tanrı olarak vasıflandırılan (biri hariç) tüm
varlıklar aslında koruyucu ruhlardır ve bunların diğerlerine göre daha üst seviyelere
çıkmış olmaları temel belirleyici özelliktir. Bunun aslında Tek istisnası Kayra Han olup
S a y f a | 5
D e n i z K A R A K U R T
TÜRK SÖYLENCE SÖZLÜĞÜ
soyut ve mutlak bir yaratıcı olarak düşünülür. Eski Türk kültüründe Melek kavramı yoktur
ancak bu kavram yer almış olsaydı, Kayra Han haricindeki tüm Tanrıları/Ruhları melek
olarak adlandırmak hiç de yanlış olmazdı. Çünkü Türk söylencelerindeki Tanrı kavramını
Yunan veya Roma mitolojilerindeki biçimiyle anlamak çok yanlış sonuçlar doğuracaktır.
Daha ötede ise aslında Kayra Han da Tanrı (Kuday, Oğan) olarak adlandırılan kapsayıcı ve
yaratıcı varlığın yansımasıdır. Bu bağlamda İslam öncesi Türk inanç sisteminin en üstteki
tek Yaratıcıya doğru ilerleyen fakat tanrılaşmış koruyucu ruhları da kapsayan karmaşık bir
yapıda olduğunu söylemek doğru olacaktır. Budizm (Lamaizm mezhebi), Maniheizm,
Hristiyanlık ve İslamiyetin etkileri, yöresel algı farklılıkları ve hatta Batılı bilim adamlarının
bazen doğru bazen de yanlış yaklaşımları sonucu bu konu içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
2. ATA-ANA’LAR: Genellikle soyundan gelindiğine inanılan bir varlığı veya yine soya dayalı
yaratıcı doğa unsurlarını niteler. Bunlar da belirli bir kişiliğe sahiptirler veya bir canlının
biçimindedirler. Tanrısal özelliklere sahip oldukları için Tanrı sınıflandırılması içerisinde de
değerlendirilebilirler. Burada değinilmesi gereken en önemli husus, benzer isimlerdeki eş
sözcüklerin tanımlayıcı veya niteleyici olup olmadığıdır. Bu ayrıma dikkat edilmediği için
çoğu zaman çeşitli karışıklıklar ortaya çıkmaktadır. Örneğin Ak Ana, Ak Ata ve Ak Han
farklı kişilerdir. Ancak Ak Ata isminde Ata yerine Han kullanıldığında kişiler ve özellikleri
birbirine karışmakta ve aynı kişiye dönüşmekte ya da öyle sanılmaktadır. Bir başka örnek
verilecek olursa Ay Ata bir tanrıdır. Ay Han ise Oğuz Han’ın oğlu olan bir kişidir. Diğer
önemli bir husus da bu kitapta Tanrı sınıflandırmasında ele aldığımız isimlerin sonunda
Han veya Hanım ünvanı yer almakla birlikte Ana veya Ata tanımlamasının aslında onlar
içinde geçerli olduğudur. Mesela Umay Hanım için Umay Ana ifadesi çoğunlukla kullanılır.
3. İYELER: Koruyucu ruhlardır. Çoğu zaman kişilik özellikleri net olarak ortaya koyulmaz,
çünkü sayıları çok fazladır. Pek çok doğa unsurunun koruyucu ruhu vardır.
4. DİĞER SOYUT VARLIKLAR: Bunların pek çoğu da aslında İye veya Ruh olarak
değerlendirilebilir. Fakat çok daha fazla özelleşmiş anlamları ve nitelikleri olan varlıklardır.
Örneğin Çor (Cin), Abası (Şeytan) gibi.
B. İNSANİ VARLIKLAR:
1. KİŞİLER: Söylencesel olmakla birlikte soyut nitelikte olmayıp, insan olarak tanımlanan
bireylerdir. Çoğu zaman bir topluluğun önderi veya kahramanlık yapmış kişiler olarak
görülürler. Erkekler Han, kadınlar Hanım olarak tanımlanır. Sıradışı güçleri ve insanüstü
özellikleri olsa da, insani niteliklerini yitirmemişlerdir.
2. HAYVANLAR / BİTKİLER: Kutlu hayvanlardır. Özel bir öneme sahiptirler. Soyundan geline
bir hayvanın kendisidir. Bozkurt, Alageyik gibi…
C. DÜŞSEL VARLIKLAR:
Çoğu zaman masal yaratıklarını ve hayali özellikleri olan canlıları içerir. Albıs (Cadı), Yelbeğen
(Dev), Tepegöz gibi…
D. CANSIZ / NESNE VARLIKLAR:
Özel bir öneme sahip olan veya kutsallık içerdiği düşünülen somut nesnelerdir. Kopuz, Ok, Otağ,
Ak Dağ, Kan Irmağı gibi.
E. KAVRAMLAR:
Soyut kavramlardır. Örneğin kut, yom, arpağ gibi…
S a y f a | 6
D e