SÖZ SANATLARI
Özellikle Divan şiirinde olmak üzere Türk şiirinde söz sanatlarına büyük önem verilmiştir.
Yeni şiirimizde redif, kafiye, ölçü gibi şekil unsurları yerine anlama veya şiirin hissedilmesine önem verilirken eski şiirimizde bu şekil özelliklerinin yanında iç özelliklere de önem veriliyordu. Anonim halk şiirinde, Âşık şiirinde, Dinî-Tasavvufî şiirde, ama özellikle Divan şiirinde anlamı yoğunlaştırmak, az kelimeyle çok şey ifade etmek; kalıplaşmış mecazlarla, mazmunlarla, kelime oyunlarıyla, kısa bir şiiri sayfalarca açıklama, yorumlama, irdeleme ihtiyacı hissettirecek kadar yoğun ve derin anlamlı bir hâle getirmek büyük bir maharet sayılmış ve gerçekten mükemmel söyleyişler, hayaller, anlamlar yakalanmıştır.
A. MECAZLAR
1. Mecaz
Bir sözcüğün gerçek anlamından bütünüyle uzaklaşarak kazandığı yeni anlamlarla yapılan edebi sanattır. Başka bir deyişle bir kelimenin, gerçek anlamı dışında, başka bir kelimenin yerine kullanılmasına denir. Mecazda benzetme amacı güdülür, kullanımda anlatımı renklendirmek ve kuvvetlendirmek esastır.
Kız senin sebebine / Yanar yüreğim yanar”
Konuşulanlara kulak verirsen kazançlı çıkarsın” (dikkatli dinlersen)
Burnundan yanına varılmıyor” (kibir, büyüklenme)
Bugün yine ağırdan alıyor.”
2. Mecaz-ı Mürsel
Benzetme amacı güdülmeden bir sözün, aralarındaki ilgi dolayısıyla bir başka söz yerine kullanılmasıdır. Bu sanatta benzetme amacı olmaz. İç-dış, parça-bütün, neden-sonuç, sanatçı-yapıt, yer-insan, yer-olay, netice-olay gibi ilgiler vardır. yani bunlardan biri söylenerek diğeri kastedilir.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl (bayrak)
Bereket yağıyor; çiftçinin yüzü gülecek. (yağmur; çünkü yağmur bereket getirir)
Ayağını çıkarmadan girebilirsin. (ayakkabı)
Bu olaylara Ankara sessiz kalıyor. (Ankara’daki siyasiler)
Orhan Veli’yi okur musun? (eserlerini)
Sobayı yakmak. (içindeki odunu)
Feneri yakmak. (içindeki fitili)
Sınıf ayağa kalktı. (öğrenciler)
Anadolu hepinize hınç, şüphe ve emniyetsizlikle bakıyor. (Anadolu halkı)
O günlerde Konya’nın nasıl yaşadığını ve ne düşündüğünü bilemiyoruz. (Konya halkı)
3. Teşbih (Benzetme)
Aralarında türlü yönlerden benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden zayıf olanı nitelikçe daha üstün olana benzetme sanatıdır.
Benzetmede dört öğe bulunur:
Benzeyen (zayıf olan)
benzetilen (üstün olan)
benzetme yönü
benzetme edatı
Bunlardan ilk ikisi temel öğe; son ikisi yardımcı öğedir.
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü sürmeli
Garibanlar yolunuyor kaz gibi
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem
Gül yüzünde güller açar
Geceleri gölgem yollarda donar
Kar gibi kürürüm kendi gölgemi
Gözlerimiz kurşun elimiz bıçak
Severken öldürdük güzellikleri
Şiir bir cennet bahçesi
Girmeyene anlatılmaz
Şiir toprak kokusudur
Şiir damla damla sudur
Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Benzetme öğelerinin kullanılışına göre benzetme, çeşitlere ayrılır:
a. Tam Benzetme (ayrıntılı benzetme)
Benzetme unsurlarının tümü kullanılarak yapılan benzetmedir.
Ali aslan gibi cesurdur
Cennet kadar güzel vatanımız var.
b. Teşbih-i Beliğ (UZ BENZETME)
Benzetme unsurlarından ikisi, temel öğeler, kullanılarak yapılan benzetmedir.
Dudaklarının arasından inci dişleri kendini gösteriyordu.
Kad kıyâmet gamze âfet zülf fitne hat belâ
Çihre gül sîne semen çeşm-i mukahhal nergis
Ceylan gözlüm.
Sırma saçlım
Gül yüzünde güller açar.
O adam tilkinin biridir.
Ölüdeniz Muğla’dadır.
c. Kısaltılmış Benzetme
Benzetme yönü söylenmemiş benzetmelerdir.
Sen de baban gibisin.
Nokta kadar ağzı vardı.
d. pekiştirilmiş benzetme
Benzetme edatı bulunmayan benzetmelerdir.
Aşk pırıl pırıl, ilâhî bir mumdur.
Yumuşak bir el olmuştu saçlarımda rüzgâr
Akşam, yol gibi gezer.
Sükûn su gibi dolar.
e. YAYGIN BENZETME
Benzeyenle benzetilen arasındaki birden fazla özellikleri sıralayarak ve en sonunda her iki öğe de söylenir.
Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misal olmuş
...
Giriyor göz yumunca rüyama
Benziyor aynı kendi hülyama
Bu tasavvur dokundu sevdama
Ah böyle gezer mi hiç canan
Gül değil arkasında kanlı kefen
Sen misin, sen misin garip vatan
Yukarıdaki dizelerde vatan sevilen bir kadına benzetiliyor. Kadın ile vatan arasındaki ortak özellikler sayıldıktan sonra asıl öğe, yani vatan açıklanıyor.
4. İstiare
Bir sözü benzerlik ilgisiyle kendi anlamı dışında kullanmaktır. Yani bir kelimeyi kendisine benzeyen başka bir varlığın yerine kullanmaktır.
Benzetmenin asıl öğelerinden (benzeyen-benzetilen) biriyle yapılan benzetmedir.
İkiye ayrılır:
a. Açık İstiare
Kendisine benzetilen öğe ile yapılır. Benzeyen öğe kullanılmaz.
Gökyüzünün kandilleri (yıldız) yanmıştı
Bir med zamanı gökyüzü kurşunla (bulut) örtülü
Havada bir dost eli (rüzgâr) okşuyor tenimizi
Doya doya sevemedim kuzumu (çocuk)
Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın
Ey gonca (sevgili) bu cemiyeti her dem mi sanırsın
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece”
Aslanlarımız bu maçta da iyi mücadele etti.
b. Kapalı İstiare
Benzeyen öğe ile yapılır, kendisine benzetilen söylenmez. Ama benzerlik yönü ya söylenir ya da anlaşılır.
Her kapalı istiarede aynı zamanda bir teşhis sanatı görülür.
Boynu bükük adalar tanıyor sanki bizi. (insan; boynu bükük, tanıyor)
Yüce dağların başında
Salkım salkım olan bulut (üzüm; salkım salkım)
Ahmet, kükreyerek rakibinin üzerine saldırdı. (aslan; kükreyerek)
Bükün boynunuzu bayraklar bükün. (insan; bükün boynunuzu)
Çamlar hüzünlü, yollara düşmüş söğüt çınar (insan; hüzünlü, yollara düşmüş)
Yedi yıl süren hikâyemizi dinlemiş ihtiyar çınardan. (insan; ihtiyar)
c. Yaygın İstiare
Benzeyenle kendisine benzetilen arasındaki birden çok benzerlik ilgisi sırasıyla anlatılarak benzetme yapılırsa buna yaygın istiare (temsili istiare) denir. Ama iki unsurda biri söylenir. Bu yönüyle yaygın benzetmeden ayırt edilir.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Burada insan (ruh) bir "sessiz gemi"ye benzetilmiş, dünya da bir "liman" olarak değerlendirilmiştir.
5. Teşhis ve İntak (Kişileştirme ve Konuşturma)
İnsan dışındaki varlıkların insana özgü davranışlarla anlatılması sanatına teşhis; onları konuşturma sanatına da intak denir. Her intakta bir teşhis sanatı mutlaka vardır; ama her teşhiste bir intak sanatı da olmak zorunda değildir.
Düşünür ağaçlar aylarca gelecek baharı
Çevre yanın lâle sümbül bürümüş
Gelin olup süslendin mi yaylalar
Öldüğü gün gök ağlamıştı.
Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarım aşikar etme
Lâl olsun dillerin söyleme yada
Garip bülbül gibi âh ü zâr etme
Sordum sarı çiçeğe
Annen baban var mıdır
Çiçek eydür: -Derviş baba,
Annem babam topraktır
Gördü bir bal arısın sivrisinek
Dedi böyle ona fahreyleyerek:
Var mı bir bencileyin nefs-i nefis
Adam elini uzattı; tam onu koparacağı sırada mor menekşe: “Bana dokunma”diye bağırdı.
6. Kinaye
Bir sözün, hem gerçek hem de mecaz anlamlarını düşündürecek bir biçimde kullanılması sanatına kinaye denir. Kinayede sözün mecaz anlamı daha ön plandadır. Deyimlerin çoğunda kinaye vardır.
Tuttuğunu koparan ihtiyarlardan biriydi.
(hem gerçekten tuttuğunu koparacak kadar kuvvetli, hem de başladığı işi bitiren biri.)
Onun kapısı her zaman açıktır.
(hem gerçekten kapısı açık, hem de herkesi her zaman kabul edebilir.)
Cep delik cepken delik,
Kol delik, mintan delik,
Yen delik, kaftan delik
Kevgir misin be kardeşlik.
Burada “cep delik” sözü kinayeli olarak kullanılmıştır. Gerçek anlamının yanında “cebinde para olmaması” anlamına gelir. Önemli olan da bu anlamdır.
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın
“Taş bağırlı” söz grubu, dağların özellikle taşlardan oluşması yönüyle gerçek anlamda kullanıldığı gibi, “acımasız ve merhametsiz” anlamlarını da yüklenir; bu da mecaz anlamdır. Burada asıl kastedilen mecaz anlamdır.
Dursun, gözü açık bir çocuktur.
İçinizde en yürekli olan gelsin.
Senin yüzün hiç kızarmaz mı?
7. Tariz
Söylenen sözün gerçek veya mecazi anlam dışında büsbütün tersini kastetmektir. Alaylı, iğneleyici, küçük düşürücü bir dille yapılır.
Aman ne kadar erken geldiniz.
(Çok geciken birine dendiğinde tariz olur.)
Ne kadar cömertsiniz.
(Cimri birine)
Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden
Eski eş'arda (şiirlerde) dürbin ile mana görünür. Yeni şiirde mana gibi külfet yoktur.
Burada mana külfetinin yeni şiirde olmayışı olumlu bir şey gibi söyleniyor, ama yeni şiirin anlamdan yoksun olduğu kastediliyor.
On kadın dövse yorulmaz İhsan Bey.
Burada da adam övülür gibi gösteriliyor, ama asıl amaç onun acımasız olduğunu söylemektir.