Hüsn ü Aşk’a Dair
Hüsn ü Aşk”ta biz, iki asli unsur görmekteyiz:
1. Tasavvuf ve tasavvuftaki “seyr ü sülûk”;2. O zamana dek yazılan mesnevi tarzındaki hikayelere üstünlük cehdi.
Tasavvufta, bilhassa Melamet yoluna gidenlerce aşk, insanı, sevilen kişiden, bütün sevilenlerde cemalini, güzelliğini gösteren, bütün sevilenlerde görünen tek sevgiliye, kesretten vahdete, ferdden topluma ve nihayet şehvetten istiğraka, kendinden geçişe götüren en kudretli bir vasıtadır; bu bakımdan mecazi, yani tatmin sonucu geçen ve bir sevgiliye duyulan aşk da, gerçek aşka bir köprüdür. Gerçe aşksa, önce zuhura, yani güzellere, sıfat ve eserlere, mazharlara taalluk ederken yavaş-yavaş, güzelliğe, zata taallukeder ve aşık, kendisini, maşukta yok eder; aşıkın, maşukun bir tecellisi olduğu tahakkuk edince de aşk yok olur ve vahdet belirir.
Bu, ikiliğin birlik, kesretin vahdet olduğunu, oluş halinde meydana çıkarır. Manevi yolculukta, gayret, yani mücahede, insanın eşi-dostudur; varlık aleminden yokluğa, varlıkların, Gerçek Varlık’a, Hakk’a nispetle izafi olduğunu bilmeye, bu bilgiyi buluş ve oluş haline getirmeye vasıta, manevi mücahededir. Salikin uğrayacağı vehimden doğan bütün sıkıntılarda, ayak sürçmelerinde ona, mürşidin sohbeti yardımcı olur. Galib, bu manevi yolculuğu ve nihayet varılacak makamı, bu eserinde, cidden çok güzel ve tam bir şiir havası içinde anlatmış ve duyurmuştur.
Edebiyatımızda teşhis esasına dayanılarak yazılan ilk mesnevi, Yunus Emre’nin “Risalet’ün Nushiyye”sidir; ondan sonra Nev’i, “Hasb-i Hal”ini bu tarzda yazmıştır; Nev’i’den Galib’e kadar bu esasa dayanılarak yazılmış bir mesnevi yoktur diyebiliriz. Hamse şairlerinin yazdıkları mesnevi tarzındaki hikayeler, umumiyetle ya klasikleşmiş hikayelerdi; yahut Atai’de olduğu gibi gördükleri, duydukları şeylere dairdir; Taşlıcalı Yahya, biraz bu yola düşmüş sayılırsa da “Hüsn ü Aşk” gibi bir esere rastlanamaz; bu bakımdan, kendisinin de dediği gibi o genci (hazineyi), Galib açmış ve tüketmiştir.
Eseri, zamanına kadar yazılmış manzum ve mesnevi tarzındaki hikayelerle, üstünlük, orijinalite bakımından karşılaştırırsak gene sonuç, Galib’in lehinedir. Sevgi oğulları kabilesi anlatılırken,
Hargehleri dûd-ı âh-ı hırmân
Sohbetleri ney gibi hep efgan
Her birisi bir nigâra urgun
Şemşir gibi dehanı pür hun
Ektikleri dâne-i şerâre
Biçtikleri kalb-i pâre pâre
Sattıkları hep metâ’-ı candır
Aldıkları sûziş-î nihandır
gibi beyitleri, Aşk’ın Hüsn’e meylini,
Bedr ise muradı ben şeb olsam
Gerdûnı severse kevkeb olsam
beytiyle anlatışı, baharı, geceyi, kışı, atı, kılıcı tavsifi ve bütün bunlarda, eski mazmunları yepyeni bir tarza döküşü,
Envâr ile lainat doldu
İşte o gece sabah oldu
*
Tek Hüsn için Aşk âh kılsın
Dünya yıkılırsa hâ yıkılsın
*
Yoksa bunu sen kolay mı sandın
Gam leşkerini alay mı sandın
gibi pek kolay söylenmiş olan,
Afveyleyelim ki belki bilmez
Bir sürçen atın başı kesilmez
*
Firkat gibi mevt ömre sürmez
Allah ne verir de kul götürmez
gibi atasözlerinden mülhem bulunan beyitleri,
Kımransa hevâya kalbolurdu
Mırlansa sadâya kalbolurdu
*
Irlardı cünun terânesinden
Leylî Mecnun hikayesinden
gibi halk konuşmasından örülmüş sözleri, hatta Boğaziçi’nde mehtabı, Sütlüce’den görünen “gümüş cedvel”i, Modaburnu ovasını şiire almak suretiyle İstanbul’u aksettirmesi, gerçekten de Galib’in bu eserine eşsiz bir güzellik, bir orijinallik vermiştir.
Abdülbaki Gölpınarlı