7 Ekim 2009 Çarşamba

halk edebiyatında düzyazı 2

Efsane, batı dillerine aynı Latince kökten "legendus" sözcüğünden gelmiştir. Efsane,
Farsça bir sözcük olup "efsane" diye kullanılmaktadır. Türkçede efsane karşılığı olarak
"söylence" önerilmiştir.
Tanım: Kişi, yer ve olayları konu alan, inandırıcılık özelliğine sahip, çoğu zaman
olağanüstünlüklere yer veren, belirli bir üsluba ve şekle bağlı olmayan, kaynaklarını
genellikle geçmişin derinliklerinden alan kısa, yalın, ağızdan ağıza aktarılan ortak
(anonim) halk anlatılarıdır.
Bu tanımdan hareketle efsane konusunda, şu saptamaları yapabiliriz:
• Efsaneler dilden dile anlatılagelmiş, çok eski anlatılar olup ortak (anonim)
halk edebiyatı ürünleridir.
• Efsanelerin konuları bir kişiye, bir olaya veya bir yere dayandırılır.
• Efsanelerde anlatılanların, bir ölçüde de olsa, inandırıcılık özelliği vardır.
(Özellikle efsane derleme çalışmaları sırasında, anlatıcının gerçekliğine inandığı
ve dinleyenin de inanmasını istediği, tarafımdan gözlenmiştir).
• Efsanelerde çoğu zaman, olağanüstünlük ağır basar. Bu nedenle de dinleyeni,
bilinmeyen giz dolu bir dünyaya götürerek saygı ve ilgi uyandırır.
• Efsaneler, bir bakıma, mitlerin modernleşmiş şekilleri olarak ifade edildikleri
için, kutsal ögeler de taşırlar.
• Efsaneler, belirli bir şekilleri olmayan ve konuşma diliyle anlatılan, kısa halk
anlatılarıdır.
1.1. Efsanenin Diğer Halk Anlatılarıyla Olan İlişkileri
Efsaneler, diğer halk anlatılarından en çok mit, masal ve destanla yakınlık gösterirler.
1.1.1. Mit-Efsane İlişkileri
• Bir tanıma göre, efsaneler mitlerin modernleşmiş şekli olarak kabul edilirler.
Öyleyse, efsanedeki olayların geçtiği zaman, mittekilerin zamanına göre, daha
yakın bir geçmişe aittir.
• Mit ve efsaneler, her ikisi de anlatıcılar ve dinleyicilerce, gerçek olarak kabul
edilirler.
• Mitlerdeki olayların geçtiği dünya çok eski, bilinmeyen, mitolojik bir dünyadır.
Oysa efsaneninki bilinen bizim dünyamızdır.
• Mitler her zaman bir kutsallık taşırlar. Oysa bu özellik efsanelerin tümünü
kapsamaz (Bu, daha çok, dini konulu efsaneler için geçerlidir).
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 91
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Mitlerde tanrılar ve yarı-tanrılar olduğu halde, efsanelerde tarihi ve yarı-tarihi
kahramanlar vardır. Görüldüğü gibi, mitlerdeki tanrıların yerini (her ne kadar
o tanrılar pekçok insansal özellikler taşıyor olsalar da) efsanelede insanlar
almışlardır.
Zaman zaman mitleri ve efsaneleri bazı uluslar, kendi din ve devlet politikalarına
göre yorumlayıp değiştirmişler ve efsane çemberlerini, yeni efsanelerle genişletmişlerdir.
Erhat (1972) bu konuda şöyle der: "Binbir kent devletine ayrılmış olan Yunanistan'ın
her bölgesi, yerli mythos'unu yaratmak ve yaşatmak hevesindedir. Koruyucu
olarak seçtiği bir tanrı üstüne, kendi bölgesiyle ilgili efsaneler uydurmakta ya da olan efsaneleri,
kendi din ve devlet politikasına göre yorumlayıp değiştirmektedir. Efsane çemberleri
böylece, genişledikçe genişler."
1.1.2. Efsane-Masal İlişkileri
• Efsane, anlatıcılar ve dinleyiciler tarafından çoğunlukla, gerçek olarak kabul
edildiği halde, masal, başından beri, hayal ürünü olarak kabul edilir. Bu nedenle
de, masalların belirli bir yere, tarihe, kişiye dayandığı görülmez. Yine bu nedenle,
masaldaki olaylar, hep hayali bir yerde ve belirsiz bir zamanda geçer, çoğunlukla
da olağanüstü kişiler üzerine kurulur.
• Kutsal-dini efsaneler olduğu halde, masalların hiçbirinde böyle bir kutsallıktan
söz edilemez.
• Zaman zaman, benzer konuları işleyen masal ve efsanelere de rastlanır.
1.1.3. Efsane-Destan İlişkileri
• Efsane ve destandaki olaylar gerçek olarak kabul edilir. Destandaki olaylar
tarihte yer aldığı halde, bu zaman belirlemesi efsaneler için her zaman söz konusu
değildir.
• Her ikisinde de yer alan olaylar, günümüz dünyasında geçer.
• Efsaneler aynı gelenekleri ve görenekleri paylaşan toplulukların ürünü olmakla
beraber, özellikle bazı masal kaynaklı "gezgin efsaneler", daha çok, uluslararası
ortak bir kültürün, değişik uluslardaki varyantları olarak görülebilir;
oysa destanlar, çoğunlukla ulusaldır.
Efsanenin, diğer sözlü halk anlatım türlerinden fıkra ve halk hikayesi türleriyle, fazla
bir yakınlığı yoktur.
1.2. Efsane Konusunda Diğer Ülkelerde Yapılan Bazı Çalışmalar
Efsaneler üzerine yapılan çalışmalar, 19. y.y'nin başlarından itibaren, Avrupa'da
başlamıştır. Böylece efsaneler, çeşitli derleme ve incelemelere konu olmuştur. Gide-
92 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
rek bu alandaki çalışmalar yoğunlaşmış ve yalnızca efsane konusunu kapsayan,
uluslararası halkbilimcilerin biraraya geldiği, kongreler düzenlenmeye başlanmıştır.
Efsane konusunda, 1800'den evvel yapılan çalışmalar bir düzineyi bile geçmezken,
1908'de K. Wehrhan'ın verdiği bibliyografyada bu sayı bini geçmektedir.
Yine o yıllarda, Alman efsane araştırıcılarından Otta Böckel ve Friedrich Ranke bu
alanda, yeni yeni eserler ortaya koymuşlardır.
Efsane araştırmaları Almanya'da hızla gelişirken, Fransa'da da tanınmış halkbilimci
Arnold Van Gennep, efsanelerle ilgili yeni görüşler ileri sürmüştür.
1.3. Efsane Konusunda Ülkemizde Yapılan Başlıca Çalışmalar
Bibliyografyalara bakıldığı zaman, efsane metinlerine yer veren pekçok dergi ve kitaba
rastlamakla birlikte, Türk efsanelerini inceleme konusunda, ortada fazla sistematik
bir çalışmanın olmadığı görülür.
Bu alanda, tanınmış Türk Halkbilimcisi Pertev Naili Boratav, yaptığı çeşitli araştırma
ve incelemelerle, Türk Efsaneleri konusuna ışık tutmuştur. Ph. T. Fundamenta C. Il
de "La Legende" konusunu yazan Boratav, burada çeşitli yerli ve yabancı efsaneleri,
temalarına göre işlemiştir.
Burada yine üstünde önemle durulması gereken bir konu da şudur; Boratav, hocalık
yaptığı Ecole Pratique des Hautes Etudes'de, 1963-1964 ders yılında, Türk Efsaneleri'ni
okuturken, efsanelerin tasnifi ile ilgili görüşlerini de ortaya koymuş ve International
Society for F.-N. Research'ın, Budapeşte'de kabul ettiği geçici sınıflandırmanın,
Türk efsanelerine uygun olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle, Türk efsanelerinin
tasnifi için, daha uygun olacağını öne sürerek, bu sınıflamada bazı alt grupları
birleştirme, bölme, kaldırma gibi çeşitli değişiklikler yapmıştır.
Boratav böylece, uluslararası kataloğun, ulusal katologlara uydurulması gerektiği
görüşünü de belirtmiş olmaktadır.
Boratav'ın bu değişikliklerinden sonra, Türk efsanlerinin sınıflandırılması şöyle olmuştur.
I. Dünyanın yaratılışı ve sonu ile ilgili efsaneler
II. Tarihi efsaneler
• Sınırlandırılmış tabii yerlerin menşeleri (dağlar, göller ... vs.)
• Meskun yerlerin menşeleri (şehirler, köyler ... vs.)
• Büyük binaların menşeleri (kiliseler, camiler, köprüler ... vs.)
• Hazineler
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 93
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Milletlerin, hükümdar sülalelerinin ve sosyal sınıfların menşeleri
• Felaketler
• Tarihi olarak bilinen kahramanlıkların yendikleri, tabiatüstü güce sahip
canavarlar
• Savaşlar, fetihler, istilalar
• Kurulu düzene başkaldırmalar
• Diğer hadiseler ve üstün kişiler, medeniyet getiren kahramanlar, bilginler,
şairler
• Aşk ve aile hayatı
• Küçük bir topluluğun, tarihinin bir parçasını meydana getirdikleri ölçüde
bilinen, ortak veya kişisel karakterde, çeşitli diğer kişilerle ilgili anlatmalar.
III. Tabiatüstü şahıslar ve varlıklar üzerine efsaneler
• Alın yazısı
• Ölüm ve ötesi
• Tekin olmayan yerler
• Tabiatın bir parçası olan yerler (orman, göl ... vs.) ile hayvanların sahipleri
koruyucuları
• Cinler, periler, ejderhalar v.b. tabiatüstü güçte yaratıklar
• Şeytan
• Hastalık ve sakatlık getiren varlıklar (albastı gibi)
• Tabiatüstü güçleri olan kişiler (büyücü, üfürükçü, efsuncu gibi)
• Mit niteliğinde hayvan ve bitkiler (adam otu gibi) üzerine anlatmalar
IV. Dini efsaneler
1.4. Efsane Gruplarının Genel Olarak İnceleme ve
Değerlendirilmeleri
Bu bölümde her efsane grubu, ayrı ayrı ele alınarak, ortak özellikleri, hangi temel
motifler üzerine kuruldukları ve toplum hayatındaki işlevleri yönünden genel olarak
değerlendirilmiş, efsaneler "kutsallık", "gerçeklik", "olağanüstülük" leri bakımından
incelenmiş ve varılan sonuçlar belirtilmiştir.
1.4.1. Dini Efsaneler
Bu efsanelerin hemen hepsinin, dini motifler üzerine kurulmaları en belirgin ortak
özelliklerini oluşturur. Yine bu efsaneler genellikle, kutsal ve olağanüstü olayları
konu edinir.
Toplum hayatında, önemli rol oynamış kimselerin hayatları ve ölümleri, öldükten
sonra da mezarları, türbeleri üzerine bir dizi efsane yaratılmıştır. Bu önemli kimseler,
yönetici veya herhangi bir önemli olayın kahramanı bile olsalar, çoğu zaman onlara
da dini bir misyon yüklenmiş ve ermiş-veliler grubuna alınmışlardır.
94 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Dini efsanelere konu olan bu kimseler, aynı zamanda, halkımızın değerlerinin de birer
temsilcisi durumundadırlar. Örneğin, insanların darda kalanlara yardım etmeleri,
cimri olmamaları; hırsızlığın, yolsuzluğun mutlaka ortaya çıkacağı ve cezalandırılacağı;
kutsal yerlere saygı; sır saklamanın erdemleri, diline sahip olamayışın
doğuracağı zararlar, birisini gammazlamanın ve iftira atmanın olumsuz sonuçları;
dürüstlüğün ve sabrın sonunda mutlaka ödüllendirileceği; bir insanın komşusu açken,
kendisinin tok yatmaması gerektiği mesajları verilmiştir.
Görüldüğü gibi, dini efsanelerden pekçoğu, dolaylı da olsa, kıssadan hisse çıkarma
özelliği taşımakta ve toplum hayatını düzenleyici rol oynamaktadır.
Ayrıca, içinde yaşadıkları koşulları güçlüğü, ekonomik durumlarının bozukluğu
nedeniyle çaresiz kalan insanlar, inandıkları bazı manevi kişilerin gücüne sığınmakta,
onların kendilerine yardım edeceği inancından kaynaklanan teselli ile hayatlarını
kolaylaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu inandıkları manevi güçlerle, aralarında,
kendileri açısından, çok samimi ve içten bir iletişim vardır. Onlara, dileklerini
mümkün olan her yolla ulaştırmaya çalışırlar ve bunun için de bildikleri her yöntemi
kullanırlar. Örneğin, dileklerini resim çizerek anlatırlar veya yazılı dilekçeler halinde
sunarlar. Kimi zaman da isteyeceklerini şekillerle isterler. Çocuk isteyen bir
kadının, çöpten bir beşik yapıp bunu ziyaretin başındaki ağaçlara asması "sembolik"
bir rica, bir yakarıştan başka bir şey değildir. Çoğu zaman dileklerini sözle (dua
ederek) dile getirirler.
Sonraki günlerde hayatlarında gerçekleşen güzel bir olayı, dileklerinin yerine gelmesi
olarak kabul ettikleri için bu bağışı, bu lütfu, asla karşılıksız bırakmamakta ve
hemen, gücüne göre bir kurban keserek borcunu ödemektedir. Bu adaklarla, kutsal
kişilerin şahsında, yoksul halk ödüllendirilmiş olur. Çünkü, kesilen adağın eti yoksullara
dağıtılır.
Bu dini kimselerin yaşarken veya öldükten sonra veya her iki durumda da, olağanüstü,
manevi güçlere sahip olduklarına ve keramet gösterdiklerine inanılır.
Bu grupta yer alan efsanelerin kahramanları, halk arasında, gerçek ve kutsal kişiler
olarak kabul edilir. Efsanede kahramanı oldukları olayların da çoğunlukla, yerleri
ve zamanları bellidir. Bunlar halk arasında, bir dogma gibi kabul edilir ve üstlerinde
tartışılmaz. Anlatıcılar ve dinleyiciler son derece saygılı bir dil ve tavır içinde konuyu
dile getirirler. Mezarları da çevrenin manevi koruyucusu olarak kabul edilir ve
oraya son derece saygılı davranılır. Ağaçlarına, taşlarına asla zarar verilmez. Verenlerin
uğradıkları belalar da ayrıca, efsanelere konu olmuştur.
Manevi gücüne inanılan dini şahsiyetlerden "hızır"ın, müslüman halklar arasında
çok önemli bir yeri vardır. Hızır'ın asıl adı "Elyasa" veya "İlyas"tır. Halk arasında,
Hızır'ın dar zamanlarda yardıma geleceği inancı oldukça yaygındır. "Kul sıkışmayınca,
hızır yetişmez" atasözü de, bu inançtan kaynaklanır. Halk arasında, Hızır'ın
genellikle evlere, yaşlı ve yoksul bir ihtiyar görünümünde konuk olduğu, iyi kabul
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 95
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
gördüğü evlere de, dualarıyla bolluk ve bereket dileyip kaybolduğu imajı çok yaygındır.
Bu imaj, evlere gelip yardım isteyen yoksul ihtiyarların da Hızır olabilecekleri
ihtimaliyle, iyi kabul ve yardım görmelerini sağlamaktadır. Böylece efsanelerin,
toplumun güzel değerlerini koruma işlevini üstlendiği bir kere daha görülmektedir.
Halk geleneğinde yer alan, 6 Mayıs "hıldırellez" törenleri, Hızır ile İlyas'ın buluştukları
gün olarak kabul edilir. Ayrıca, Kur'an-ı Kerim'in Kehf, En'am ve Saffet surelerinde
de, Hızır ve İlyas'tan söz edilir. Hızır karaların, İlyas ise denizlerin sahibidir.
1.4.2. Olağanüstü Kuvvetler ve Varlıklar Üzerine Efsaneler
Kimi yörelerimizde "kepoz", "bizden iyiler", "pirelik", "pirabok", "karakura" (Şamanizm'de
"karakura" lohusaları korkutan, ciğerlerini alan bir kötü ruhun adıdır) "şubat
karısı" adlarıyla bilinen, "al karısı"nın Türk dünyasında, çok eski bir yeri vardır ve
"Al karısı", "Albastı", "Almıs", "Albıs" adlarıyla bilinir.
Albastı, "Kara Albastı", "Sarı Albastı", "Kırmızı Albastı" olarak üç cins olup çoğunlukla
insanlar tarafından bir aldatmaca ile ele geçirilebilir. Kara Albastı ağırbaşlı bir
ruh olarak tanınırken, Sarı Albastı hoppa ve şarlatan bir varlık olarak bilinir. Kırmızı
Albastı ise, Kitanlar'da, ölüm veren, fakat insanlığın anası olan bir ruh olarak kabul
edilir. Al Ruhu, eski Türkler'de, koruyucu bir ruh olup ateş tanrısı olarak kabul edilirken,
günümüzde kötülük yapan, hastalık ve ölüm getiren, zararlı bir ruh olarak
kabul edilmiştir.
Bizim çoğu efsanelerimizde genellikle, lohusalara musallat olan al karısı ile insanlara
kötülük yapan cinler yer alır. Bunlar geceleri atlara binip onları yoran ve yelelerini
ören, çeşitli kılıklarda insanların karşısına çıkıp onları korkudan hasta eden, öldüren
veya başlarına türlü belalar getiren lohusaların ciğerlerini söküp bebekleri öldüren
hain varlıklardır.
Bu cinler bazen kocakarı kılığına girer, bazen de genç ve güzel bir kadın olurlar. Bazen
de kocaman memelerini omuzlarına atmış, uzun ve dağınık saçlı, bir masal devi
görünümündedir. Zaman zaman ayak parmakları arkada, topukları önde, boyu
göklere değen; zaman zaman da çok kısa boylu, cüce, acaip yaratıklar olarak görünürler.
Oğlak, kuzu, kedi, kuş kılığına girerek insanların karşılarına çıktıkları da
olur. Çoğu zaman da bir dostun, bir yakının veya sıradan bir insanın şekline bürünürler.
İnsanları özellikle yalnız ve savunmasız bulunca kötülük yaparlar.
Kur'an'dan, demirden, iğneden, çuvaldızdan, duadan, besmeleden ve sudan korkan
bu yaratıklar çoğunlukla mağaralarda, pınarlarda, mezarlıklarda, hamamlarda
ve eski evlerde yaşarlar.
Hastalık ve ölüm getiren varlıklardan olan bu "al ruhu" ve "al karısı" inancı, Orta Asya'da
ve Şamanist Türkler arasında da yaygındır. Çünkü, kötü ruhlara karşı lohusanın
yanına konan şeylerin hepsinin, özellikle de iğne ve demir gibi metallerin, vak-
96 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
tiyle Türkler'in kabul etmiş oldukları ve kutsal saydıkları bir din olan Şamanizm'in
kalıntıları olduğu görülür. Altay Şamanları, giriş merasimleri sırasında, Erlik
Han'ın yeraltı dünyasına indiği zaman metal sesleri duyarlar. Bu sesler, Erlik'in yakaladığı
kötü ruhların, başına geçirdiği zincirlerin sesleridir. Tungun ve Orokhon
geleneğinde de şamanların başında demir süsler vardır.
Ayrıca demirci de insanlara kötülük yapan "albastı ruhu" nun en büyük düşmanıdır.
Kazaklar, lohusa kadınları kötü ruhlardan korumak için ellerine bir demir parçası
veya bir çekiç alarak "Demirci geldi, demirci geldi" diye bağırırlarmış. Albastı da
demirciden korktuğu için lohusanın yanına yaklaşamazmış.
Halk inanışına göre, cinler erkek ve dişidirler. Dişilerine genellikle peri adı verilir.
Yine efsanelerde yer alan bu cinler-periler, insanlarla ilişki ve dostluk kurarlar; aşık
olurlar, evlenirler, çocukları olur; insanlara armağanlar verirler veya cezalandırırlar,
kıskanırlar, öç alırlar. Görüldüğü gibi bu güçler, çoğu zaman, insan özellikleri
gösteren varlıklar olarak karşımıza çıkarlar. Bu durum, insana ister istemez, Yunan
Mitolojisi'ndeki, insan özellikleri gösteren tanrı ve yarı tanrıları çağrıştırıyor. Yine
bu konuda, bizdeki "Ahmed-i Pirabok" efsanesi ile Homeros'un Odysseus'unun
başından geçen olaylar arasında, ilgiye değer, önemli benzerlikler vardır.
Şöyle ki: Ahmed-i Pirabok efsanesinde Ahmet'i kaçıran genç ve güzel cin kadın, ona çok
iyi davranır. Yıllarca beraber cinin mağarasında yaşarlar, çocukları olur; fakat Ahmet çok
mutsuzdur. Köyünü, karısını ve çocuklarını özler. Bir gün, mağaranın kapısının açık unutulmasından
yararlanarak, kaçıp evine döner. Aradan uzun yıllar geçmiştir. Ahmet'in saçısakalı
birbirine karışıp dış görünüşü çok değişmiştir. Onu kimse tanıyamaz. Sonunda karısı
onu ayağındaki eski bir yara izinden tanır.
Şimdi de Homeros'a bakalım:
"... Günlerden sonra dalgalar, Odysseus'u bir adaya sürükledi. Burada bir tür tanrıça, bir
nympha yaşamaktaydı. Kalypso'ydu bu nymphanın adı. Kalypso, Odysseus'u kumsalda yarı
ölü buldu. Mağarasına sürükledi: Çok iyi davrandı ona. Burada yedi uzun yıl yaşadı Odysseus.
İthaka'yı, karısı Penelopia'yı çok özlemişti.
Nympha çok iyiydi, çok güzeldi; ama Odysseus sıla derdi çekiyordu. Bu nedenle de
Kalypso'yle mutlu olamıyordu. En sonunda nasılsa tanrılar, Odysseus'a acıdılar.
Truva savaşından yıllar sonra evine, bir dilenci kılığında dönen Odysseus'u karısı
Penelopia tanıyamaz; fakat yaşlı dadısı onun ayağını yıkarken, eski yara izini görür
ve onu tanır.
"... Penelopia, yaşlı dadı Eurykleia'ya dilencinin ayaklarını sıcak suyla yıkamasını söyledi.
Yaşlı kadın, bu adamın, efendisine çok benzediğinin ayırdımına vardı. Bacaklarını yıkarken,
Odysseus'us evlenmeden çok önce avda aldığı bir yaranın izini de görünce, dadının hiç kuşkusu
kalmadı."
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 97
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bu efsanelerdeki ilgimizi çeken ortak motiflerin nedenlerini, insanların hayatı anlayış
ve yorumlayışlarında ki ortaklıklarda aramak gerektiği kanısındayız.
Bu bölümde yer alan ejderhalar da olağanüstü varlıklar olup ağızlarından ateşler
saçan, çatallı dilli, çoğu zaman insanları ve insanlara yararlı hayvanları öldüren,
böylece toplumun başına bela kesilen mitolojik yılanlardır. Bu ejderhalar, yine çoğu
kez olağanüstü bir kahraman tarafından öldürülür veya olağanüstü bir güç tarafından
yok edilerek insanlar ondan kurtarılır.
1.4.3. Hayvanlar Üzerine Efsaneler
Hayvanlarla ilgili efsanelerimizin dayandığı ana motif, "insan özelliği gösteren
hayvanlar" motifidir. Bu efsanelerin konularını oynayan, şarkı söyleyen, aşık olan,
müzik dinleyen, öfkeden çatlayan, armağanlar getiren hayvanlar oluşturur.
Efsanelerimiz, hayvanlar bölümünde de yine, insanlara ders verme özelliklerini
sürdürürler. Her gün bir altın getiren yılanın yuvasını bütün altınları bir anda almak
için bozan aç gözlü, cahil gençle, altın yumurta yumurtlayan tavuğunu bütün
altınlara bir anda kavuşmak için öldüren aç gözlü, ahmak adamın yaptığı benzer
davranışlar, benzer sonu hazırlıyor. Her ikisi de açgözlü olduğu için zararlı çıkıyorlar.
Hergün bir altın getiren yılan, yuvasını yıkıp kuyruğunu koparan genci sokarak
öldürür. Altın yumurta yumurtlayan tavuğu öldüren adam da kendi bindiği dalı
kesmiştir. Böylece, aç gözlülük ve iyilik bilmemek cezasını bulur ve bu yolla da halka
gerekli ders verilmiş olur.
Aynı zamanda bu efsaneler "Hayvanlar da insanlar gibi bazı özelliklere sahiptirler. Onlara
iyi davranmak ve dostluklarını kazanmak gerekir" iletisini de verir.
1.4.4. Tarihi Efsaneler
Bu gruptaki efsanelerde, kişisel kahramanlıklar ağır basmış ve bu kahramanlar dini
konulu efsanelerde olduğu gibi manevi güçlerden yardım görmüşlerdir.
Bunlar, bir resimle konuşmak, rüyada peygamberi görüp ondan öğüt almak, hayvanlardan
yardım görmek gibi olağanüstünlükleri olan kahramanlardır.
Beylerin aldıkları adlar ve unvanlar da onların başlarından geçen ve bazen çok sıradanmış
gibi görünen olaylara dayanır. Bazı beyler, tedbirli ve akıllı oluşlarını kanıtlayan
davranışları nedeniyle unvan alırlar. Unvanlarını yiğitlik ve kahramanlıklarıyla
kazanan beyler de vardır. Bazı beyler de bu olumlu özelliklerin tam tersine, ahmaklık
ve aptallıklarını yansıtan unvanlar almışlardır.
Beylerin adları ve unvanları ile ilgili efsaneler çoğu zaman, onların davranış özelliklerinden
kaynaklanmıştır.
98 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Kaleler, surlar, burçlar ve köprülerle ilgili efsanelere ise, hükümdarlar, kalfalarla
ustalar, hazineler, umutsuz aşklar konu olmuştur.
Bu yapıları yapan ustalarla kalfalar arasında sürekli bir yarış söz konusudur. Bu yarışı
da, hemen her zaman kalfalar kazanır. Böylece efsaneler aracılığıyla halka, yeni
yetişenlerin eskilerden, çocukların babalardan daha önde olmaları gerektiği, insanlık
tarihinin iyiye ve güzele ancak böyle yol alabileceği iletisi verilmiş oluyor.
Yine bu efsanelerde ustalar, kendilerinden daha başarılı kalfalarını kıskandıkları
için mutlaka bir tepki gösterirler. Bu da, efsanelerin içgüdüsel insan davranışlarına
dayanan gerçeklik yönlerini yansıtıyor.
1.4.5. Tabiatla İlgili Efsaneler
İyiler için bir kurtuluş, kötüler içinse bir cezalandırma mahiyetinde olan "taş kesilme
motifi" üzerine kurulmuş bu efsanelerde, yine kıssadan hisse çıkarma amacı ağır
basmaktadır. Şöyle ki: sevenin, sevdiğine verilmesi, değerlere, nimetlere saygılı
davranılması, gereksiz yere acele edilmemesi, insanların birbirlerine yardım etmeleri
gibi yararlı, güzel mesajlar verilmiştir.
Mağaraları konu olan efsanelerden en tanınmışı olan "Eshab-ı Kehf Efsanesi"nden,
Kuran'ın Kehf Suresi'nde şöyle söz edilir:
"... Hani o gençler mağaraya sığınarak rabbimiz demişlerdi, bize lütfundan bir rahmet ihsan
et ve işlerimizin doğruluğa erişmesi için imkânlar ver. Bunun üzerine biz onları, birçok yıllar
mağarada uykuya daldırdık."
Gölleri, çeşmeleri ve pınarları konu alan efsaneler de çoğunlukla tarihi bir olaydan
kaynaklanırlar ve gerçeklik ögeleri güçlüdür.
1.4.6. Aşk Üzerine Efsaneler
Aşk konulu olan efsanelerde çoğunlukla gerçeklik özelliği ağır basar. Bu gerçekliğin
yanı sıra dini motiflerle, kutsal değerlere saygısızlığın cezalandırılması motifleri
de yer alır. Bazı aşk efsanelerinde ise sosyal ve ekonomik yönden denk olmayan gönül
ilişkilerinin ailelerce kabul görmeyeceği ve çoğu zaman da trajik sonla biteceği
iletisi verilmekte, bir bakıma da bu konuda gençler uyarılmaktadır.
Sonuç
Halk edebiyatının en değerli ürünlerinden olan efsanelerin, gelenek ve görenekleri
korumak, pek çoğunda insanlara ders vermek, geçtikleri yerlere anlam ve kutsallık
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 99
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
kazandırmak, insanların yaşama umudunu ve sevincini arttırmak gibi toplum yaşamında
yararlı ve önemli işlevleri vardır.
Efsaneleri derlemek, diğer halk edebiyatı ürünlerini derlemekten daha zordur.
Özellikle kutsallık ögesi taşıyan dini efsanelerin kahramanlarına ait kerametleri,
olağanüstünlükleri anlatmayı onların sırlarını açıklamak olarak alan insanımız, bu
konuda çoğunlukla susmayı yeğlemektedir. Bu açıklamanın onlara saygısızlık olacağı,
kutsallıklarını azaltacağı, kendilerinin de bu açıklamalarından dolayı manevi
güçlerce cezalandırılacakları inancı halk arasında, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Ayrıca, efsaneler inanışları konu edindiği için halkın umarsızlıklarını, umutlarını,
özlemlerini ve dünya görüşlerini diğer halk edebiyatı türlerinden, daha iyi yansıtırlar.
Efsaneleri, olağanüstü özellikleri ve inanışları konu edinmesi nedeniyle saçmadır,
akıl dışıdır diye küçümsemek son derece yanlış bir değerlendirme olur. Bir başka
deyişle de işin kolayına kaçmak olur. Böylesine yüzeysel ve kolay bir değerlendirme
yerine, onları halk arasında inanç konusu haline getiren ve insanların çoğu
zaman umarsızlıktan başvurabildikleri tek kaynak olmalarını hazırlayan sosyoekonomik
nedenler araştırılmalıdır. Ancak, bu nedenler ortadan kaldırıldığı zaman,
özellikle dini efsanelerimizin geçtiği yerler bir dilek-adak makamı, bir başvuru
yeri olmaktan çıkıp estetik, didaktik ve tarihi değerler olarak toplum yaşamımızda
yerlerini alacaklardır.
Efsaneler bu özellikleriyle günümüzdeki şiir, müzik, resim, heykel, bale, opera, sinema,
tiyatro gibi çağdaş sanatlar için zengin bir kaynak oluşturabilirler. Efsanelerimizin
aracılığıyla günümüzün pek çok sorunu, çağdaş bir anlatım biçimiyle dile getirilebilir.
Günümüz sanatçılarının dikkatlerini, bu zengin kaynağa çekmek istiyorum.
Açıkça görüldüğü gibi, efsanelerin, toplumların hayatlarında insanları iyiye güzele
yönlendiren, zaman zaman kıssadan hisse çıkarmak yoluyla halka yararlı mesajlar
veren, geleneksel değerleri koruyan yapıcı, yönlendirici işlevleri vardır.
Örnek 1. Dini Efsaneler- Dini ve Tarihi Kişiler Üzerine Söylenmiş Efsaneler
MİR MUHAMMET
Şeyh Muhammet çok zalim bir beymiş. Köylülerine hiç acımadan zulmedermiş. Onları zorla
çalıştırarak taşlık ve beşbin metrekarelik çok yüksek bir tepeye, büyük bir köşk yaptırmış.
Taşları oydurarak yirmi kuyu açtırmış. Bu kuyularda yağmur sularını biriktirip köşkün su
ihtiyacını karşılarmış.
Hazro'dan köylülerin sırtında dikenler getirtip bahçesine çit ördürmüş. Ayrıca köylüleri bu
dikenlerin üstünde günlerce çıplak ayak yürütüp hayvanlar için kışlık saman elde edermiş.
100 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Kendisine karşı çıkan köylüleri, üstlerinde ince bir gömlekle, çok yüksek bir tepeden bu dikenlerin
üstüne attırarak öldürtürmüş.
Birgün yarı çıplak köylüler, sırtlarında dikenlerle Taşköprü'den geçerlerken o köyün ağası
Deyab Ağa ve karısına sığınmışlar, kendilerini Şeyh Muhammet'in zulmünden korumasını
istemişler.
Ağanın karısı ağaya, eğer bu adamları korumaz, geri verirsen, seni bırakır giderim, demiş.
Ağa da bunları yanında alıkoymuş.
Mir Muhammet olayı duyup adamlarıyla gelip Taşköprü Köyü'nü sarmış. Deyab Ağanın
adamlarıyla savaşmış ve yenilmiş. Deyab Ağa, Mir Muhammet'i orada öldürmüş.
Mirin bir oğlu varmış. Onun da adı Muhammet'miş. Babası ölünce çok yoksullaşmışlar. Bir
gün dağlarda mazı toplarken ayakkabısı yırtılmış. Ayağını dikenler parçalamış, oturduğu
Kafurun Köyü'nde çok yaşlı bir ayakkabı tamircisi varmış. Gidip ondan ayakkabısını tamir
etmesini istemiş, Ayakkabıcı "Senin baban zalim bir beydi, köylüleri çıplak ayak diken üstünde
çok yürüttü, biraz da sen çıplak ayak gez" demiş ve ayakkabısını tamir etmemiş.
Oğlan ağlayarak anasına varıp durumu anlatmış. Anası da ona ellerinde kalan son iki altını
verip İstanbul'a padişahın yanına göndermiş. Oğlan gidip padişaha yalvararak yine eski köyünün
beyliğini almış.
Bey olarak geri dönünce de ilk işi, o ayakkabıcıyı öldürmek olmuş.
Örnek 2. Hayvanlar Üzerine Efsaneler
MÜZİKSEVER YILAN
Eski Diyarbakır evlerinden birinin sahibi, çok güzel ut çalarmış. Bir yılan da gelir, onu dinler
ve giderken de bir altın bırakırmış.
Bir gün adamın kısa bir yolculuğa çıkması gerekmiş. Oğlunu çağırıp her gün kendi yerine
oturup ut çalmasını, bir yılanın gelip onu dinleyeceğini ve bir altın bırakıp gideceğini ve kesinlikle
sakın ona dokunmamasını söylemiş. Adam gitmiş, oğlu da her gün ut çalıp bir altın
almayı sürdürmüş. Fakat yılanın bu altınları nereden getirdiğini merak eden çocuk, onun girip
çıktığı deliğin bulunduğu duvarı kazmayla yıkmak istemiş. Kazmayı vurunca, yılanın
kuyruğuna denk gelmiş ve kuyruk kopmuş. Yılan da can acısıyla, çocuğu sokup öldürmüş.
Adam dönünce olanları görmüş ve günlerce oğlunun yasını tuttuktan sonra, üzüntü içinde
yeniden ut çalmaya başlamış. Bunu duyan kuyruğu kopuk yılan, yine gelip dinlemek istemiş.
Fakat adam ona "Sende bu kuyruk acısı, bende de bu ciğer yarası varken, biz artık dost olamayız,
haydi var git" demiş. Yılan da o günden sonra, bir daha görünmemiş.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 101
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Örnek 3. Tabiatla İlgili Efsaneler
BAHO GÖLÜ
(Bana bu efsaneyi anlatan Gurbet Nine, bir sır verir gibi kulağıma eğilip bu efsaneyi başkalarına
anlatmamamı, eğer anlatırsam sevdiklerimden, çoluk-çocuğumdan ayrı düşüp özlem
çekeceğimi; kendisinin, artık bu dünyada ayrılmaktan korktuğu kimsesi kalmadığı için, bunu
bana anlatmakta bir sakınca görmediğini söyledi. Fakat, efsane o kadar güzeldi ki, Gurbet
Nine'nin uyarısına karşın, bu güzelliği sizinle paylaşmadan edemedim. M.H.Y.)
Baho adında bir çoban varmış. Gece gündüz hiç ayrılmadığı koyunlarını hep bu gölün kenarında
otlatırmış.
Baho mutsuz, hüzünlü bir çobanmış. İnsan içine karışmaz, geceleri de gölün kıyısında sırtüstü
yatarak hep yıldızları seyredermiş. Gökteki yıldızlardan birisi çobana aşık olmuş ve bir
gece gökyüzünden kayarak Baho'nun yanına gelmiş. Çok güzel, uzun, yaldızlı, parlak saçları
olan bir peri kızı olmuş ve başını çobanın omuzuna koymuş. Fakat, bu yıldız kızın ayakları ve
bacakları yokmuş. Bacaklarının yerinde, tıpkı deniz kızlarında olduğu gibi, parlak yaldızlı
bir kuyruk varmış.
O geceden sonra, yıldız-kız her gece gökten kayar gelir, başını Baho'nun omuzuna koyar, sabaha
kadar öylece otururlarmış. Bazen de, yan yana sırt üstü, gölün kenarındaki çiçeklerin,
çayırların üstüne uzanıp hiç konuşmadan gökyüzünü seyrederlermiş. Sabah yaklaşırken yıldız-
kız yine gökyüzüne dönermiş.
Çobanın çok kıskanç ve çok kurnaz bir karısı varmış. Bir gün, Baho'nun üstünde bir parça
yıldız tozu görmüş. Çok merak edip hemen cinlere koşmuş ve bunun ne olduğunu sormuş.
Cinler, kendileri gibi olan gerçekdışı yaratıkların, hiçbir ölümlü insanla beraber olmasını istemez,
olanları da çok kıskanırlarmış. Bu nedenle kadına, çobanla yıldız-kızın beraberliğini
söylemişler ve eğer kocan bu yıldızın varlığından ölümlü bir insana söz ederse, yıldız kaybolur,
bir daha görünmez, demişler.
Kurnaz kadın günlerce uğraşıp kocasının yıldız-kızdan söz etmesini sağlamış. Tılsımı bilmediği
için çoban, karısının ısrarlarına dayanamayıp yıldız-kızla beraberliklerini ve ona
duyduğu sevgiyi anlatmış.
O günden sonra Baho, yıldız-kızı boşuna beklemiş. Bir daha hiç görememiş. Bir süre sonra
çoban da ortadan kaybolmuş. Bazılarına göre çok uzaklara gitmiş. Bazılarına göre de kendisini
o çok sevdiği göle atmış.
Şimdi ne zaman gökten bir yıldız kaysa, Baho Gölü'nün suları ürperirmiş. Bu hala, yıldız-kızın
dönmesini bekleyen Çoban Baho'nun ruhunun ürpermesiymiş.
Özellikle bahar aylarında, sevdikleri uzaklarda olanlar, bu gölü ziyaret edip gölün
sularına çiçekler atarlar. Atılan çiçekler kıyıya doğru yaklaşırsa, sevgililere kavuş-
102 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
ma zamanı yakın demektir. Kıyıdan giderek gölün ortasına doğru uzaklaşırsa, kavuşmak
uzak bir zamana kalmıştır.
Örnek 4. Aşk Üzerine Efsaneler
CEMBELİ İLE BENEFŞE NARİN
Hakkari'nin zengin göçerlerinden bir beyin oğlu olan Cembeli, çok yakışıklı bir delikanlıymış.
Bir bahar, aşireti Mardin Eşiği'ni aşıp Diyarbakır yakınlarına konmuş. Burada koyunlarını
otlatan Cembeli, bir gün, o yakına konmuş bir başka aşiret beyinin güzel kızı Benefşe-
Narin'i görmüş. Gençler biribirlerine aşık olmuşlar ve sık sık buluşmaya başlamışlar.
Kış bastırıp da Cembeli'nin aşireti kışlaklarına çekilirken, iki sevgili bir dahaki bahara buluşmak
üzere sözleşip ayrılmışlar. Ayrılırlarken kız, oğlana bir hançerle bir tütün tabakası armağan
etmiş.
Bir dahaki bahara kalmadan Benefşe Narin'in babası, kızını çok zengin bir başka aşiret beyine
vermiş, kendileri de o yıl bir başka yere konmuşlar. Kız her ne kadar, bu evliliğe direnmişse de
onu dinleyen olmamış. Çaresiz kalan kız giderken, Cembeli ile her zamanki buluştukları yere
bir sepet bırakmış. Bu sepetin içinde bir kılıç, iki aşık, bir de güvercin varmış.
Cembeli gelip de kızın obasını göremeyince hemen buluştukları yere koşmuş ve kızın bıraktığı
sepeti bulmuş.
İçindekileri görünce kızın kendisine bıraktığı mesajı anlamış. Benefşe Narin, sevgilisi Cembeli'ye
şöyle demekteymiş:
"Ben şu anda, kanadı kırık bir güvercin gibiyim. Zorla başkasına verildim. Uçup sana gelemiyorum.
Eğer beni gerçekten seven, yiğit bir erkeksen bu kılıcı al ve ardıma düş. Beni bul, kaçır,
yeniden kavuşalım. Eğer, yürekli bir erkek değil de korkak bir çocuksan ve ardıma düşmeyeceksen,
al bu aşıklarla oyna."
Bu mesajı çözen delikanlı hemen bir ata binerek kızın gelin gittiği obayı aramaya başlamış.
Uzun ve zahmetli bir arayıştan sonra bulmuş. Oba beyinin çobanına at, kılıç ve bir torba altın
vererek orayı terk etmesini istemiş. Altınları alan çoban, sevinçle oradan kaçıp gidince delikanlı
çobanın giysilerini giyip onun yerine geçmiş ve koyunları gütmeye başlamış.
Ertesi gün beriye (koyun sağmaya) gelen obanın kızları, bu yakışıklı çobanı görünce hayran
kalmışlar ve hemen koşup beylerinin karısı Benefşe Narin'e çobanın güzelliğinden söz etmişler.
Benefşe o sırada, hiç sevmediği kocasından olan ve adını sevgilisinin adı olan "Cembeli"
koyduğu oğlunu uyutmaktaymış. Kızların getirdiği bu haber üzerine, ertesi gün beriye o da
gitmiş. Çobanı sevgilisine benzetmiş ama, emin olamamış. Cembeli ise Benefşe'yi hemen tanımış
ve kendisini de ona tanıtmak için, sigara sarmak amacıyla kızın kendisine armağan ettiği
tütün tabakasını çıkarıp cepkeninin önünü de açarak belindeki hançeri göstermiş. Bunla-
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 103
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
rı gören Benefşe, çobanın sevgilisi Cembeli olduğunu ve kendisini aramak için ardından
geldiğini anlamış ve yüreği sevinçle dolmuş.
Ertesi günü Benefşe, bey olan kocasıyla ilk defa konuşarak o gün koyun sağımına yalnız başına
gideceğini ve yanında hiç kimsenin gelmesini istemediğini söylemiş. Bey o zamana kadar
kendisine hiç yüz vermeyen ve konuşmayan karısının bu dileğini sevinçle karşılayarak yerine
getirmiş. Tek başına beriye giden Benefşe'yle sevgilisi buluşup anlaşarak o gece yarısı kaçmaya
karar vermişler.
Benefşe iki cins at hazırlamış. Çocuğunu bırakmakla, sevgilisiyle kaçmak arasında bir süre
kararsız kalmışsa da sonunda, oğlu Cembeli'yi uyutup sevgilisi Cembeli ile kaçmaya karar
vermiş ve uyuması için çocuğuna şu ninniyi söylemiş (Bu ninni bölgede, günümüzde de
çok sevilerek, pekçok anne tarafından söylenmektedir).
CEMBELİ NİNNİSİ
Ninni, ninni, ninni ninni
Cembeli'me de ninni
Cembeli'min beşiği nar ağacından
Dokundukça inler gönül dalından
Yarın kavga kopacak hep ardımızdan
Ninni, ninni, ninni ninni
Cembeli'me de ninni
Ben kuzumu yatırıp uyutacağım
Küçük Cembeli'yi büyüğüne adayacağım
Ninni, ninni, ninni ninni
Anan sana kurban ninni
Uyu Cembeli uyu
Uyu ki hemen büyü
Seni Seklavi altına binici yapsınlar
Güzel yüzünü gören kadınlar
Kocalarını bırakıp sana kaçsınlar
Ninni, ninni, ninni ninni
Anan yüzündeki bene kurban ninni
Uyu Cembeli uyu
Uyu ki hemen büyü
Adın meclislerin çiçeği olsun
Cirit meydanları dayının atıyla dolsun
Ninni, ninni, ninni ninni
Anan sana kurban ninni
104 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Atının üzengisi gemi bakırdan
Emirlere paşalara damat ol yakından
Uyu Cembeli uyu
Uyu ki hemen büyü
Tavus kuşunun tüyleri görünsün cebinde
Hizmetçiler koştursunlar emrinde
Ninni ninni, ninni ninni
Uyu Cembeli uyu
Uyu ki hemen büyü...
Özet
Genelde ortak (anonim) halk edebiyatının, özelde ise Türk halk edebiyatının en önemli ürünlerinden
olan "efsaneler", dünya halk kültürlerindeki çeşitli ortak motifler üstüne kurulmuşlardır.
Taşıdıkları sosyolojik, psikolojik, etik, ekonomik iletilerle aynı zamanda bir "halk eğitim
aracı" oldukları da görülür. Efsanelerin konularını belirli bir olay, yer veya kişi oluşturur.
Bu nedenle de efsanelerin "inandırıcılık" özellikleri vardır. Konularına göre sınıflandırılırlar
ve evrensel bir halk kültürü oluştururlar. Halk kültürünün değerli kalıtlarından olan
efsanelerin ayrıca, gelenek ve görenekleri korumak, insanlara ders vermek, konu aldıkları
olaylara, kişilere ve yerlere saygınlık kazandırmak, insanların iyiye, güzele yönelmelerini
sağlamak, yaşama umudunu ve sevincini artırmak gibi toplum yaşamında önemli işlevleri
vardır.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Aşağıdaki şıklardan hangisi yanlıştır?
A. Efsaneler bir olayı konu alabilirler.
B. Efsaneler bir kişiyi konu alabilirler.
C. Efsaneler bir yeri konu alabilirler.
D. Efsaneler tamamen gerçeği yansıtırlar.
2. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
A. Efsaneler uluslararası halk kültürlerindeki ortak motifler üstüne kurulmuştur.
B. Efsanelerin inandırıcılık özelliği yoktur.
C. Efsaneler uzun anlatılardır.
D. Efsanelerin belirli bir şekli vardır.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I 105
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3. Aşağıdaki şıklardan hangisi efsanelerimizde çok yer alan "Al Karısı"nın adı
değildir?
A. Albastı
B. Kalmuk
C. Karakura
D. Albıs
4. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
A. Efsane Latince bir sözcüktür.
B. Efsane Arapça bir sözcüktür.
C. Efsane Farsça bir sözcüktür.
D. Efsane Türkçe bir sözcüktür.
5. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
A. Avrupa'da efsane ile ilgili çalışmalar 16. yüzyılda başlamıştır.
B. Avrupa'da efsane ile ilgili çalışmalar 19. yüzyılda başlamıştır.
C. Avrupa'da efsane ile ilgili çalışmalar 17. yüzyılda başlamıştır.