17 Ekim 2015 Cumartesi
ilyada destanı - 5
HEFAESTOS, AHİLLEUS'UN SİLÂHLARINI
HAZIRLIYOR
Böyle dedi, ve Thetis'ten ayrılarak körüklerine doğru yürüdü.
Yirmi körük, yirmisi birden ocaklara sıcak soluklar öfürüyor, sanatçının
istediği tempo ile çalışmasını sağlıyor. Ateşlere ayrı ayrı katı
tunç, kalay, çok değerli altın, gümüş attı. Büyük bir örsü dayanağına
oturttu, bir eline ağır çekici, öbürüne ateş maşasını aldı.
Hefaestos bir kalkan hazırlamakla işe başladı: Beş tabaka
üzerine, büyük ve sağlam bir kalkan; on üç katlı, ışık parlaklığında bir
çemberle çevirdi; bodriesini gümüşten yaptı. Kalkanı süslemekte sanatının
bütün bilgilerini kullandı. Orada yer, gökle deniz, yorulmaz
güneş, tam tolun halinde ay, ve göğün tacı bütün yıldızlar
nakşedilmişti.
416/555
Orada iki insan sitesi de nakşedilmişti: Birinde düğünler,
cümbüşler, yeni evlenmiş kızlar odalarından alınıp şehrin meydanında,
meşalelerle gezdiriliyor; izlerinden visal türküleri yükseliyor;
genç delikanlılar döne döne raksediyorlar; kitaraların, flavtaların
nağmeleri işitiliyor; kadınlar, kapıların önünde, ayakta hayran hayran
dinliyorlar.
Orada bir agora (dernek meydanı) nakşedilmişti: İnsanlar toplanmış,
iki kişi arasında başka bir adamın kan diyeti tartışılıyor, biri
diyetin hepsini ödediğini öbürü ise hiçbir şey almadığını söylüyor.
İkisi hâkime başvurup karar almak istiyorlar. İhtiyarlar cilâlı taşlar
üzerinde oturup daire olmuşlar. Yerde, iki talent altın duruyor; en
doğru kararı kim verirse altını alacak.
İkinci siteyi düşman ordusu kuşatmış; alıp talan etmek veya
yalnız hazinelerini ele geçirmek arasında kararsızlar. Şehir ahalisi dinlemiyor;
savunmak için silâhlanıyorlar. Kadınlar, kavgaya karışmıyan
ihtiyarlar, çocuklar hisarların üstünde toplanmışlar. Düşmana gizli bir
baskın hazırlıyorlar.
Ün salmış topal oraya nadas edilmiş, çok bitek bir tarla levhası
koymuş: Birçok çiftçi hayvanlarını bir aşağı, bir yukarı sürüyorlar; uca
gelip geriye tam dönecekleri sırada bir adam yaklaşıp bir kupa ile tatlı
şarap veriyor. Sürülmüş toprak altından olduğu halde, bereketli toprakların
siyah renginde: Hayranlık uyandıran bir sanat eseri.
417/555
Oraya Hanlara mahsus bir arazi levhası da konmuş: Irgatları,
ellerinde tırpan, ekini biçiyorlar; ekin biçildikçe çizgi üzerine düşüyor;
demetçiler bağlayıp tınaz tınaz yığıyorlar. Ortalarında, Han, elinde
asa, sevinç içinde görünüyor. Çavuşlar, ötede, meşe ağacının altında,
kurban kestikleri koca öküzün etlerini hazırlıyorlar. Kadınlar, işçilerin
yemeği için, beyaz un döküyorlar.
Oraya bir de, iri üzüm salkımlarıyla, bir bağ levhası da konmuş;
altından siyah taneli üzümler! Baştan başa gümüş sırıklarla
desteklenmiş; çepeçevre mavi smalttan hendekle çevrilmiş masum
düşünceli genç kızlar ve oğlanlar sepetlerle tatlı yemişleri taşıyorlar;
ortada bir çocuk güzel ut çalıyor, ince sesiyle hoş türkü söylüyor;
öbürleri ayaklarını yere vurarak ona refaket ediyorlar, sıçrayıp
raksediyorlar.
Ün salmış topal oraya, vaktiyle geniş Knosos'ta, Dedal'in sanatla
güzel örgülü Ariana için yapmış olduğu dans yerine benzer bir
levha koymuş; orada genç delikanlılar ve çok aranan genç kızlar,
birbirinin elini bileğin üstünden tutarak hora tepiyorlar. Efsunlayıcı
koronun etrafını güzelliğe hayran seyirciler sarmış, iki cambaz da,
bayramı açmak için ortada dolaşıyor.
Geniş ve güçlü kalkan yapıldıktan sonra, ün salmış Topal sanatçı,
Ahilleus için, ateşin ışığından daha parlak bir zırhlı cebe yaptı;
sonra, şakaklarına iyi oturacak, iyi işlenmiş, altından tepelik takılmış,
bir tulga, ve kalaydan esnek dolaklar da yaptı. Bütün bunları alıp
Ahilleus'un annesine götürdü, ayaklarının önüne koydu. Thetis bir
418/555
çaylak gibi, karlı Olynıpos'un yukarısından uçarak oğluna
Hefaestos'un yaptığı parlak silahları götürdü.
419/555
ŞAN : XIX
AHİLLEUS, HEKAESTOS'UN SİLAHLARINI ALIYOR
Vuali safran renginde Şafak, tanrılara ve insanlara ışığı
götürmek üzere Okeanos'tan doğarken, Thetis gemilere yetişip tanrının
silâhlarını getiriyordu. Oğlunu yere yatmış, hıçkıra hıçkıra ağlı-
yarak, Patroklos'u kucaklamış buldu. Yarenlerinden birçoğu etrafında
inliyerek ağlıyorlardı. Tanrıçaların en tanrısalı, bunların arasında
durdu. Ahilleus'un elini tutarak ve bütün isimleriyle anarak şöyle dedi:
—Çocuğum, çok kederlenmiş bulunuyoruz ama, onu yere
yatırmalı. Biliyoruz ki, tanrıların dileğiyle hayattan ayrılmıştır. Sen
şimdi, Hefaestos'un şu hediyelerini, ün salmış, çok güzel silâhları al:
Bunların benzerlerini hiç bir kimse omuzlarında taşımış değildir.
Böyle diyerek tanrıça silâhları Ahilleus'un önüne koydu, ve bu
işlenmiş sanat eserlerinden büyük bir takırdı çıktı. Bunları gören
Mrymidonlar ürperdiler: Bakıp da tir tir titremiyen kimse yoktu. Ahilleus
ise onları görünce öfkesi yüreğinde daha derinleşti: Gözlerinde,
gözkapaklarının altında aleve benzer bir ışık parladı; tanrının bu çok
güzel hediyelerine büyülenmiş gibi sevindi. Fakat bu sanat eserlerini
hoşlanarak seyrederken, birden, annesine şu kanatlı sözleri söyledi:
— Anam, bir tanrı bana ölümsüzlere yakışır bir sanatla işlenmiş,
bir insanın elinden çıkması imkânsız silâhlar gönderdi. Öyle ise,
ben şimdi silâhlanmalıyım. Fakat bu sırada, sinekler, yiğit Menoetios
oğlunun vücuduna tunç silâhlarla açılmış yaralardan girerler diye çok
korkuyorum: Ölümle hayatı sona ermiş olan cenazeyi kurtlandırırlar,
etlerini çürütürler.
Ona, gümüş ayaklı tanrıça Thetis cevap verdi:
— Sen bunları aklınla düşünüp kaygılanma, çocuğum. Ben
kendim, kavgada öldürülenleri yiyen şu vahşi cins sinekleri ondan uzaklaştırmak
için ne lazımsa yapacağını: Öyle ki, bir sene, ve daha fazla,
yatıp kalsa, eti hiç bozulup değişmiyecektir. Sen şimdi, bütün Ahaylı
kahramanları derneğe çağır, budunlar çobanı Agamemnon'a karşı beslediğin
hınçtan vazgeçtiğini söyle, sonra, çabuk, silâhlansın,
savaşçılığını takınarak kavgaya hazırlanırsın.
Böyle diyerek, ona her cesarete hazır, ateşli bir coşkunluk
verdi. Patroklas'un da, eti bozulup değişmemek için, burun deliklerine
ambrosia ve kırmızı nektar damlattı.
AHİLLEUS İLE AGAMEMNON'UN BARIŞMASI
421/555
Bunun üzerine tanrısal Ahilleus, deniz kıyısı boyunca korkunç
naralar atarak Ahaylı kahramanları kaldırdı. Gemilerde ötedenberi
kalanlar, dümeni tutan kılavuzlar, ekmeği dağıtan vekilharçlar, hepsi
Derneğin yolunu tuttular: Çünkü, bu kadar uzun zamandan beri acılar
kaynağı kavgadan ayrılmış olan Ahilleus, çıkagelmişti! Ares'in
tapuğçularından ikisi, savaş düşkünü Tydeoğlu ile çok hünerli Odysseus,
en önce geldiler. Kargılarına dayana dayana Derneğin ilk safına
oturdular. Can yakan yaraları henüz iyileşmemişti. İkisinden sonra,
yine yaralı olarak, budunlar çobanı Agamemnon geldi: Cana kıyan
boğuşmada Antenoroğlu Koon, onu mızrağı ile yaralamıştı. Ahaylıların
Hanları Derneğe gelip toplanınca, ayağına çabuk Ahilleus kalktı, onlara
şöyle dedi:
— Atreoğlu, o yürekler acısı atışma yüzünden, bir kız için
ikimizde o hınç alevlendiği zaman, ikimiz, senle ben, gerçekten en iyi
yoldan yürümüş müydük? Keşke, Lyrnes'i yıkıp talan ettiğim gün,
Artemis, bir okla, o kızı gemimde öldürseydi! Ben hıncımdan, Troyalılardan
uzak, seyirci dururken, düşmanların vuruşları altında düşüp
toprağı ısıran Ahaylılar o kadar çok olmıyacaktı. Fakat ne kadar
hırslanmış olursak olalım, şimdi geçmişi bırakalım, madem ki şimdi
gereklik vardır, göğsümüzün içinde yüreğimizi zaptetmesini bilelim.
Bugün öfkeme son veriyorum. İnatçılıkla hınç içinde direnmeyi
kendime yakıştırmıyorum. Sen çabuk git, başları saçlı Ahaylıları
kavgaya cesaretlendir, ben de gemiden Troyalıların karşısına çıkıp onları
bir sınayayım. Gemilerimizin yanında rahat rahat uyumak niyetindeler
mi acaba? Ben ise öyle sanırım ki, yalnız benim mızrağımdan
kaçabilecek olanlar dizlerinin işlemesinden sevinç duyacaklar.
422/555
Böyle dedi, ve Ahaylılar, ulu gönüllü Peleoğlu hıncından
vazgeçtiği için sevinç içinde idiler. O zaman, savaşçılar Hanı Agamemnon
da, oturduğu yerden, Derneğe dönerek şöyle konuştu:
— Danaoslu kahramanlar, Ares tapuğcuları, dostlarım!
Peleoğlu'na düşündüğümü söylemek istiyorum, sizler de iyi dinleyin,
sözümü iyi anlamağa çalışın. Çok defa Ahaylılar beni suçlu tutmuşlar,
bana çıkışmışlardır. Oysa ki, suçlu ben değilim: Zeus, kader, koyu sis
içinde yürüyen Eryni'lerdir ki, Dernekte, o gün birdenbire yüreğime
çılgın bir hatâ soktular. Ahilleus'un şeref payını elinden aldılar. Ne
yapabilirdim? Herşey tanrıların aklından ve elinden geçer. Hattâ,
Zeus'un en büyük kızıdır. Ayakları toprağa basmaz, yalnız insanların
kafalarına konar, onları lanet azabına uğratır. Hattâ, bir gün, tanrıların
ve insanların üstünde olduğu söylenen Zeus'u bile ağlarına
düşürmüştür. Büyük Zeus'a, bir dişi tanrıça iken Here haince oyun oynamıştır:
Hisarları güzel Thebes şehrinde, Alkmene, güçlü kuvvetli
Herakles'i doğuracağı gün, Zeus büyük şanını bütün tanrılara ve tanrıçalara
şöyle ilân etmişti: «Hepiniz, dinleyiniz beni, tanrılar ve tanrıçalar,
size şimdi göğsümde yüreğimin emrettiğini söyliyeceğim.
Bugün, doğum ağrılarının tanrıçası İlithia'nın bakımı ile dünyaya bir
çocuk gelecek; bu çocuk, benim kanımdan gelen ölümlüler
derneğinden olacak ve bütün komşuları üzerine hüküm sürecektir.» O
zaman hain niyetli olan Here Sultan, şöyle dedi: «Senin bu söylediğin
doğru çıkmıyacak, sözün işine uymıyacaktır. Haydi, Olympos'lu tanrı,
hemen şimdi, kuvvetli bir yemin ile and iç, bugün bir kadından doğacak
çocuk, senin kanından gelen ölümlülerin neslinden ise, bütün
komşuları üzerine hüküm sürecek.» Böyle dedi, Zeus, hainliğinin
farkına varmadığı için, istediği büyük yemin ile and içerek en büyük
hatâya düşmüş oldu. O zaman, Here, çabucak, bir sıçrayışla,
Olympos'un tepesinden uçarak Ahay ilinde Argos'a gitti; orada
Perseoğlu Sthenelos'un şanlı karısı yedi aylık oğlana gebe idi; Here
423/555
eksik aylara bakmıyarak bu oğlanı doğurttu. İlithia'yı bu doğumla
uğraştırarak Alkmene'nin doğumunu geri bıraktı. Ondan sonra kendi
gelerek Kronosoğlu Zeus'a şöyle dedi; «Zeus Ata, beyaz yıldırım sahibi
tanrı, senin yüreğine söyliyecek bir sözüm var: Bütün Argoslular üzerine
hüküm sürecek şanlı bir erkek çocuk doğdu, bu da Perseoğlu
Sthenelos'un oğlu Eurysthe'dir. Senin kanındandır, Argoslular üzerine
Han olması yakışıksız düşmez.»
Böyle dedi, ve Zeus yürekten acı acı kaygılandı. Büyük bir öfke
ile kalkarak Hata'yı alevli saç örgülerinden yakaladı ve bir daha ne
Olympos'a, ne yıldızlı göğe bu herkesi yanıltan Hata'nın dönmiyeceğine
büyük yemin ile andiçti. Ondan sonra, onu eliyle sallıyarak
yıldızlı göğün yukarısından fırlattı: ve sonraları oğlunu Eurysthe'nin
verdiği işler içinde, şerefsiz emeklere katlanır gördükçe, Hata
yüzünden olduğunu düşünerek üzülüyordu. Bunun gibi, ben de, tulgası
kıvılcım saçan Hektor, gemilerimizin pupaları yakınında, Argosluları
kırıp geçirdikçe, beni yanıltan Hatayı hiç unutmuyordum. Fakat
Zeus. aklımı başımdan alarak hataya kapıldımsa, bugün tamiri için
büyük hediyeler vermek isterim. Haydi, kavgaya yürü, yarenlerini de
beraber yürüt. Ben işte burada, bundan önce tanrısal Odysseus'un
barakanda vâ'dettiği bütün hediyeleri vermeğe hazırım. Ares'e
kavuşmağa sabırsızlığın görülüyor ama, tercih edersen, hemen şimdi,
adamlarım gidip hediyeleri gemimden getirsinler; yüreğini hoşnut
edecek şeyler sunmak istediğimi görürsün. Ayağına çabuk Ahilleus
cevap verdi:
— En şanlı Atreoğlu, savaşçılar Hanı Agamemnon, hediyelerini
nasıl yakışık alırsa öyle ver, veya yanında tut! Şimdilik, tezlikle,
savaşçılık iç ateşimizi uyandıralım. Boş sözler söyliyerek vakit
424/555
geçirecek zaman değildir. Önümüzde görülecek büyük bir iş duruyor.
Herkes Ahilleus'un, ilk safta, mızrağı altında Troyalıların birliklerini
nasıl bozduğunu, kırıp geçirdiğini görecektir: bunun gibi siz de, herbiriniz
bir düşmanla dövüşmesini düşünsün!
Buna karşı çok hünerli Odysseus şöyle dedi:
— Tanrı eşi Ahilleus, çok cesur isen de, Ahaylıları, aç karnına,
İlion'a atılmağa ve Troyalılarla savaşmağa iletme. Birlikler birbirlerine
yaklaştıktan ve tanrılar her iki tarafın yüreklerine savaşçılık ateşini
üfürdükten sonra başlıyacak kavga çok sürecektir. Daha iyisi,
Ahaylılara emret, tezlikle, gemilerin yanında ekmeklerini ve şaraplarını
alsınlar: Yiğitlik ve savaşçılık arzusu onlarda gelir. Ekmeğini
yemiyen, şarabını içmiyen hiçbir savaşçı bütün bir gün, güneş batıncaya
kadar dayanamaz. Yüreği istediği kadar dövüşmek ateşiyle
yansın, gizlice, sebebini bilmeden, üyeleri ağırlaşır, açlık ve susuzluk
içine siner, yürürken dizlerinin bağı çözülür. Bunun tersine, etle, şarapla
karnını doyurmuş olursa bütün gün düşmanla savaşabilir,
göğsünde yüreği coşkun kalır. Kavganın kesilmesine karar verilen
saate kadar vücudunda argınlık, bitkinlik duymaz Git, yarenlerinin saflarını
dağıt, övünlerini hazırlayıp yesinler. Bu ara, savaşçılar Hanı
Agamemnon da, hediyelerini buraya getirtsin, herkes görsün, senin de
gönlün açılsın. Sonra Argoslular önünde, yemin etsin ki, Briseis'le
erkekle kadın arasında âdet olduğunu bildiğin münasebetle
birleşmemiştir; bununla da gönlün daha ferahlı olur. Ondan sonra
sana, barakasında, hakkın olduğu üzere, bol ve besleyici bir ziyafet
çeksin. Sen de, bundan sonra, adaletten ayrılmamağa, Ahilleus'tan
başka birisine karşı da olsa haksızlık etmemeğe dikkat et. Öfkelendiği
425/555
adama haksız davranmıyan bir Hanı herkes över. Savaşçılar Hanı
Agamemnon cevap verdi:
— Laertoğlu, söylediklerin hoşuma gitti. Herşeyi gereğince
söyledin, hakkıyla açıkladın. Yemini etmeğe beni kendi gönlüm de
çağırıyor; bir tanrıyı anarak andiçeceğim ve hanis olmaktan hiç
korkmam. Ahilleus, kavgaya sabırsızlansa da, burada dursun, siz de
hepiniz toplanmış olarak durun; az sonra hediyeler, bütün vâ'dettiğim
gibi, gelecek, kadınları da getireceklerdir. Talthybios çavuş da çabuk
gitsin, bir erkek domuz yavrusu bulup getirsin. Zeus'a ve güneşe kurban
keselim.
Ayağına çabuk Ahilleus cevap vererek şöyle dedi:
— En şanlı Atreoğlu, savaşçılar Hanı Agamemnon? Bu
söylediklerin başka bir saate bırakmalı, kavgaya hiç aralık verilmemeli
idi savaş geciktirilirse göğsümdeki düşman üzerine yürümek arzusu o
kadar ateşli olmıyabilir. Şu saatte, Priamoğlu Hektor'un, Zeus yardımcılığı
ile, öldürdüğü savaşçılar, vücutları delik deşik, yerde yatıyorlar.
Siz bizi yemeğe çağırıyorsunuz! Ben ise, şimdi hemen, Ahaylılann
oğullarına, aç karnına, övünlerini almadan, savaşa yürümek emrini
vermek isterdim; güneş batısında, yüzümüzden utanç karası
silindikten sonra, akşam övününü hazırlarlardı. O zamana kadar benim
boğazımdan ne gıda, ne içki geçebilir: Benim arkadaşım, tunçla
vücudu delik deşik, yerde ölü yatıyor, bizim yarenler etrafında ağlıyorlar.
Senin söylediklerin aklıma sığamaz; yürekten yalnız kıyılan canları,
akıtılan kanları, hıçkıra hıçkıra dökülen yaşları düşünebiliyorum.
426/555
Çok hünerli Odysseus karşılık olarak şöyle dedi:
— Ahilleus, Peleoğlu, Ahaylıların en cesur savaşçısı, benden
çok daha güçlüsün, mızrak atmada beden çok üstünsün, fakat yaşça
senin ağabeyinim, senden daha çok şeyler bilirim. Bunun için, isterdim
ki, söylediklerime aklın yatsın, insan dövüşmeden, savaşmadan
çabuk yorulur. Ahaylılar karınlarını doyurmayacak, açlık çekerek bir
ölünün yasını tutamazlar. Her gün arka arkaya ve çarçabuk ölüp
düşenler pek çoktur. Öleni, bir gün matemini tutup ağladıktan sonra,
merhametsiz bir yürekle gömmelidir. Fakat canlara kıyan savaşlardan
artakalıp yaşıyanlar, düşmanla, aralıksız, inatçılıkla, zırhlar içinde
boğuşabilmek için yemeği içmeği düşünmelidirler.
Böyle dedi, ve yanına Nestor'un şanlı oğullarını, Fyle oğlu
Meges'i, Thoas ile Merion'u, Kreiontes oğlu Lykomedes'i ve Meianip'i
alarak, hepsi birlikte, Atreoğlu Agamemnon'un barakasından hediyelerini
getirmeğe gittiler. Hediyeler, atlar, kadınlar ve kız Briseis
geldikten sonra, Atreoğlu Agamemnon ayağa kalktı. Bir tanrı kadar
sesi olan Talthybios, kucağında bir erkek domuz yavrusu olduğu halde,
savaşçılar Hanının yanında duruyordu. Atreoğlu, kılıcının kını boyunca
asılı duran büyük bıçağı çekti ve kurbana başlangıç olarak,
domuz yavrusunun birkaç kılını kesti; sonra, elleri Zeus'a uzanmış,
dua etti; duadan sonra, gözlerini geniş göğe çevirerek şöyle dedi.
— En önce, Zeus, tanrıların en büyüğü ve en yükseği şahidim
olsun! Yer, Güneş ve yerin altında yeminlerinden dönenlere ceza veren
Eriny'ler şahidim olsunlar! Hiçbir zaman genç Briseis'e, ne yatağına
427/555
girmek arzusuyla, ne başka bir sebeple elimi sürmüş değilim. Kız
daima barakamda dokunulmamış kalmıştır. Yeminime en küçük bir
saygısızlık işlemiş isem, tanrılar, yeminlerini bozanlara verdikleri
bütün cezalarla çarpsınlar.
Böyle dedi, ve merhametsiz tunç bıçakla domuz yavrusunun
boğazını kesti. Sonra Talthybios, onu sallıyarak beyaz denizin geniş
uçurumuna fırlattı, orada balıkları besliyecektir. Ondan sonra, savaş
düşkünü Ahilleus kalkarak şöyle dedi:
— Zeus Ata, ölümlüleri büyük hatalara kaptıran sensin! Böyle
olmasaydı, Atreoğlu hiçbir zaman göğsümde yüreğimi o derece
öfkelendiremez, hiç söz dinlemeden, kızı elimden almakta direnmezdi.
Fakat Zeus o zaman nice nice Ahaylıların ölümünü tasarlıyordu. Şimdi,
hepiniz övününüzü almağa gidin, ondan sonra hemen kavgaya
girişelim.
BRİSEİS İLE AHİLLEUS, PATROKLOS'UN BAŞINDA
AĞLIYORLAR
Böyle diyerek Derneğe son verdi; herkes çarçabuk dağılarak
gemisine gitti. Yalnız ulu gönüllü Myrmidonlar bu sırada, tezlikle
hediyeleri Ahilleus'un gemisine ve barakasına taşımağa başladılar.
Kadınları barakaya yerleştirirken seyisler de atları sürüye
götürüyorlardı.
428/555
O ara, altın Afrodite'ye benziyen Briseis, delik deşik yatan
Patroklos'u gördü. Hemen üstüne kapanarak kucakladı, tiz hıçkırıklarla
ağladı, ve aynı zamanda elleriyle dövündü, göğsünü, zarif
boynunu, güzel yüzünü mor bereler içinde bıraktı. Ve tanrıçalara benziyen
halayık şöyle dedi:
— Ben bahtı karanın gönülden sevgilisi, Patroklos! Bu
barakadan ayrıldığım gün, seni sağ esen bırakmıştım; döndüğüm gün
ise ölmüş buluyorum! Hayatta başıma hep felâket üstüne felâket
gelmiştir. Babamın, hanım annemin bana koca olarak verdikleri
erkeği, şehrimin önünde, tunç temrenle delik deşik gördüm; annemin
bana verdiği üç sevgili kardeşim de o vakit felâket gününe erişmişlerdi,
işte, sen, ayağına çabuk Ahilleus'un kocamı öldürdüğü ve Mynes'in
tanrısal şehrini (Lyrnes'i) yıkıp talan ettiği gün bile beni ağlatmak
istemiyordun, beni tanrısal Ahilleus'un nikâhlı karısı yapacağına
güven veriyordun, gemileriyle Fthia'ya götürüp Myrmidonları ortasında
düğünümüzün yapılacağını söylüyordun. Bana daima bu kadar
müşfik olan senin, şimdi, cansız cesedine gözyaşları döküyorum.
Ağlıyarak böyle söylüyordu, kadınlar da görünüşte Patroklos
için, gerçekte herbiri kendi kaygıları için hıçkırıyorlardı. Ahilleus'un
da yanına Ahaylıların ihtiyarları gelerek kabul etmiyordu:
— Bana inanmak istiyen dostlarıma yalvarırım: Ekmekten,
şaraptan söz açmasınlar, yüreğimi yakan keder bunlarla doyurulamaz.
Güneş batımına kadar dayanabilirim.
429/555
Böyle diyerek Ahay Hanlarını birliklerine gönderdi; yanında
yalnız iki Atreoğlu, tanrısal Odysseus, Nestor, İdomene, ve ihtiyar araba
sürücüsü Feniks kaldılar; gönlüne biraz neşe vermeğe çalışıyorlardı;
fakat o, hatıralarına dalarak ve derinden içini çekerek şöyle
diyordu:
— Sen de bahtı kara, sen de yarenlerimin en sevgilisi,
barakamda bana bir gün çabuk ve çok lezzetli bi övün hazırlamışsın: O
günlerde Ahaylılar atkısrak terbiyecileri Troyalılara karşı gözyaşları
döktüren Ares'i uyandırıyorlardı. Bugün ise, işte vücudun delik deşik,
yerde yatıyorsun. Yasınla yanan yüreğim yiyecek içecek aramıyor. Bu
saatte, Helene yüzünden, yabancı ve uzak illerde dövüşmekte olan
oğlu için
Fthia'da, ılık gözyaşları dokunduran babamın; veya Skiaros'ta
bir tanrı gibi büyütülmekte olan oğlu Neoptolem'in ölümü haberini
dahi alsam benim için bundan daha acı bir matem olmazdı. Düne
kadar, göğsümde yüreğim, yalnız benim, burada, Troya ilinde,
Argos'tan uzak öleceğimi düşünüyordu; sen Fthia'ya dönecek, oğlumu,
Skiros'tan siyah teknenle alacak, konağına götürecektin; ona topraklarımı,
kullukçularımı gösterecek, herşeyi öğretecektin!
Gözyaşları dökerek böyle söylüyordu, Ahaylıların ihtiyarları
da, herkes kendi yurdunda bırakmış olduklarını düşünerek, onu
hıçkırıklarla karşılıyorlardı.
430/555
AHİLLEUS YENİ ZIRHLARINI TAKINIYOR
Böyle diyerek, ateşli Athene'nin coşkunluğunu alevlendirdi.
Kanatlarını açmış bir çaylak gibi, yukarıki gökten ve Ether arasından
tanrıça atılırken Ahaylılar, gecikmeden, orduca silâhlanıyorlardı.
Athene, Ahilleus'un göğsüne nektar ve nefis ambrosia damlattı: Açlıktan
dizlerinin dermansız kalmamasını istiyordu. Ondan sonra, en
güçlü tanrı, babasının sağlam sarayına geldi, Ahaylıların gemilerden
dışarı saçıldığı ânda ortadan kayboldu. Ether'den çıkan Borea'nın
kuvvetli esişi altında lapa lapa yağan Zeus'un karları nasıl sık sık
uçarsa, onun gibi, gemilerden, neşeli bir ışıltı ile pırıl pırıl tulgalar,
göbekli kalkanlar, sağlar plâstronlu cebeler, gönderi kayından kargılar
çıkıyordu. Onların ortasında Ahilleus, Hefaestos'un işlemiş olduğu
silâhları takındı; en önce baldırlarına gümüş topukluğu olan güzel
dolakları giydi; göğsünü zırh ile örttü, omuzlarına gümüş kakmalı tunç
kılıcını astı; ondan sonra, ay ışığına benzer bir ışıltı saçan büyük, güçlü
kalkanını aldı. Kimi vakit denizde, gemicilerin gözlerine, dağlarda
yanan alevli bir ateşin parıltısı nasıl görünürse, onun gibi, Ahilleus'un
sanatla işlenmiş kalkanından, Ether'e kadar ışıltılar yükseliyordu.
Ondan sonra, bir yıldız gibi parıldayan, Hefaestos'un, tepeliğine
yığınla düşürdüğü altın sorgucu sallanan tulgayı alıp başına koydu.
Şanlı Ahilleus yeni silâhlarını bir sınamadan geçirdi: Vücuduna iyi
oturuyorlar mı? Üyeleri kolaylıkla oynuyor mu? diye baktı. Savaşçılar
Hanını büyük bir hafiflikle uçuran yeni bitmiş kanatlar gibiydiler. En
son, babadan kalma, ağır, uzun kendisinden başka kimsenin kaldıramadığı,
kullanamadığı mızrağı kılıfından çıkardı. Automedon ile Aikimos
atları arabaya koştular; kayışlarını taktılar; ağızlarına gemilerini
koydular. Automedon dizginleri arabanın sandığı içine çekti; Ahilleus,
tulgası başında, arabacının arkasında durdu; zırhları içinde,
yukarıdaki güneş gibi parıldıyordu. Korkunç bir sesle babasının atlarına
seslenerek şöyle dedi:
431/555
— Ksanthe, Balios! Podarge'nin ün salmış çocukları, gözünüzü
açın, yettiği kadar savaştığımızdan sonra, sürücünüzü, geri, Danaoslulara
getirin, Patroklos gibi orada ölü bırakmayın.
AHİLLEUS'UN ATI, ONA, ÖNCEDEN ÖLÜMÜNÜ
HABER VERİYOR
Boyunduruk altından, bacakları ürpertiler içinde, Ksanthe ona
cevap verdi: O anda, kolları beyaz tanrıça Here gelip onu insan sesiyle
konuşturdu:
—Şanlı ve güçlü Ahilleus, seni bu sefer de sağ esen geri getireceğiz.
Fakat felâket günü sana yaklaşmıştır. Sebep biz değiliz, ulu tanrı
ve değişmez kader sebeptir. Troyalıların Patroklos'un omuzlarından
silâhlarını koparması da bizim ağır yürüyüşümüzden ve kayıtsızlığımızdan
değildir. Tanrıların birincisi, güzel saçlı Leto'nun
doğurduğu tanrı, onu saflar dışı savaşçılar arasında öldürdü, zafer
şanını Hektor'a verdi. Biz rüzgârların en tez eseni Zefyr kadar gidebilirdik,
ama senin de kaderin bir tanrı ile bir ölümlü insanın vuruşu
altında yok olmaktır.
Böyle dedi, ve Eriny'ler sesini durdurdular. Ayağına çabuk
Ahilleus ona şöyle dedi:
432/555
—Ksanthe, bana ölümü niçin önceden haber veriyorsun? Senin
rolün bu değildir. Sen söylemesen de ben biliyorum: Kaderim
burada, babamdan ve anamdan uzak ölmektir; fakat ben aldırmıyorum.
Troyalıları ezinceye kadar kavgadan ayrılmayacağım.
Böyle dedi, ve yarenlerinin başında, nâra atarak atlarını sürdü.
433/555
ŞAN : XX
TANRILARA, KARIŞMAK HÜRRİYETİ GERİ
VERİLİYOR
Böylece, karınlı gemilerin yanında, Peleoğlu, Ahaylılar senin
etrafında silâhlanıyorlardı. Öbür yandan, Troyalılar da ovanın
göbeğinde silahlanmağa bakıyorlardı. O zaman Zeus, Olympos'un üst
tepesinden, Themis'e bütün tanrılar Derneğe çağırmak emrini verdi. O
da her yana giderek Zeus'un sarayına gelmek emrini ayrı ayrı herbirine
ulaştırdı. Okeanos'tan başka bütün ırmak tanrılar, nymfe'ler büyüleyici
korularda, ırmakların dalgalarında veya otlak çayırlarda oturan
nymfe'lerin hepsi öbür tanrılarla birlikte toplanmışlardı. Hepsi bulut
devşiren Zeus'un sarayına gelmişler, düşünceleri bilgili Hefaestos'un
Zeus Ata için yapmış olduğu cilâlı divanhanelerin kubbeleri altında
oturmuşlardı.
Yeri sarsan Poseidon'un da kulakları sağır değildi, tanrıça
Themb'in çağrısını işiterek o da toplantıya gelmişti. Hepsinin ortasına
oturarak Zeus'tan Dernek toplantısının sebebini soruşturmak
istemişti:
— Beyaz yıldırımlı tanrı, tanrıları yine Derneğe niçin çağırıyorsun?
Troyalılar ve Ahaylılar için tasarladığın yeni birşey mi var? Şu
saatle, onların bulunduğu yerlerden kavga, savaş alevleri yükseliyor.
Bulut devşiren Zeus karşılık olarak şöyle dedi:
— Yeri sarsan, göğsümün içindeki niyeti iyi sezinmişsin: Sizi
onlardan söz açmak için topladım: Yok olmak üzere olduklarını
görerek kaygılanıyorum. Fakat Olympos'un bir kıvrımında oturup
seyirlerine bakmak da yüreğimi büyüler. Sizler, öbür tanrılar, gidin,
Troyalıların ve Ahaylıların arasına katışın; yüreğiniz nasıl isterse,
herbiriniz istediği partiye, yardımcı olursunuz. Ahilleus eğer Troyalılara
karşı kavgaya başlarsa, kendi başına dahi kalsa, bir ân bile ayağına
çabuk Peleoğlu'nun karşısında duramıyacaklardır. Eskiden,
daha onu görür görmez, korkuya tutulurlar, kaçacak yer ararlardı.
Şimdi ise, dostunun ölümü için, yüreğinde korkunç bir hınç
beslemektedir: Kaderden önce bile hisarı ele geçirebileceğinden çok
korkarım.
Kronosoğlu böyle dedi, ve yüreklerde bükülmez bir kavga arzusu
uyandırdı. Tanrılar, hepsi, yürekleri bölünmüş olarak savaşın
yolunu tuttular. Here, gemilere doğru yürüdü; Pallas Athene de, Yeri
sarsan Poseidon da, ince düşünceli, iyiliksever Hermes de o tarafa
yürüdüler Hefaestos da, gücüne kıvanç duyarak, ince bacaklarıyla aksaya
aksaya onlarla beraber gitti. Troyalılara doğru ise, tulgası kıvılcımlı
Ares, ve onunla beraber uzun saçlı Foebos, Okçu Artemis, Leto,
Ksanthe ve gülümsemeyi seven Afrodite gittiler.
435/555
Tanrılar uzakta kaldığı müddetçe, Ahaylıların yüksekten
üstünlüğü besbellidir: Bunca zamandan beri acılar kaynağı kavgadan
ayrılmış olan Ahilleus, yeniden aralarındadır! Bunun tersine, yürek
yakan bir korku Troyalıların bütün üyelerine sinmiştir; ayağına çabuk
Peleoğlu, zırhları içinde alev alev insanlar musibeti Ares'in bir eşi Ahilleus
görününce ürküntü içinde kaldılar. Fakat Olympos'lu tanrılar,
kavganın yığınları arasında görünür görünmez savaşçılar kılavuzu
canlara kıyan Savaş kalktı; Athene, kimi vakit ayakta, açık hendeğin
yanında ve hisarın dışında, kimi vakit çınlayışlı burunlar üzerine uzun
uzun uğultulu naralar atıyorduk Öbür yanda da Kara burağana benziyen
Ares gerek kalenin üstünden, gerek Simois ırmağının aktığı güzel
tepeden naralar atıyor, tiz sesleriyle Troyalıların savaşçılığını
alevlendiriyordu.
Bu sırada, tanrıların ve insanların babası havaların üstünden
gürlüyordu. Aşağıda, Poseidon, sonsuz Yeri ve dağların yüksek tepelerini
sarsıyordu. Çok pınarlı İda'nın etekleri ve tepeleri, Troyalıların
sitesi ve Ahaylıların gemileri, hepsi sarsılıyordu. Yerin altında da
ölülerin Hanı Aidoneus korkuya tutuldu, tahtından atlıyarak bağırıyordu;
Yeri sarsan Poseidon, acaba tanrıların ve insanların oturduğu
küflenmiş, çürümüş yeri parçalayıp havalar içinde darmadağın eder
mi? Tanrılar da bundan ürkerler. Savaşta karşılaşan tanrılardan öyle
korkunç bir takırdı yükseliyordu. Poseidon Hanın karşısında kanatlı
oklarıyla Foebos Apollon, Enyal (Ares'in) karşısında çakır gözlü
Athene duruyordu. Here'nin önünde ise çok gürültülü Okçu Artemis,
Okçu Apollon'un kızkardeşi yer almıştı: Leto'nun önünde iyilikçi Hermes,
Hefaestos'un karşısında ise, tanrıların Ksanthe, insanların
Skamandros adiyle andıkları, derin burgaçlı ırmak bulunuyordu.
436/555
AHİLLEUS İLE ENE ARASINDA SAVAŞ
Ahilleus, her şeyden önce yığınlara dalıp Primaoğlu Hektor ile
karşı karşıya gelmeyi arzu ediyordu. Yüreği onu, her şeyden önce
Hektor'un kanıyla, dayanıklı savaşçı Ares'i doyurmağa dürtüyordu.
Fakat savaşçılar kılavuzu Apollon, Ene'yi yüreğine büyük bir coşkunluk
vererek doğru Peleoğlu'nun önüne sürdü. Zeus'un oğlu Apollon,
Priamoğlu Lykiaon'un çehresine girdi, onun sesiyle Ene'ye Şöyle dedi:
— Ene, Troyalıların cesur saylavı, senin eski tehditlerine ne
oldu? Hanların ziyafetinde şarap sağrağını boşaltırken Peleoğlu Ahilleus
ile karşı karşıya savaşacağına verdiğin sözler hani?
Ene de cevap olarak şöyle konuştu:
— Priamoğlu, beni, istemediğim halde, coşkun Peleoğlu ile
savaşmağa niçin teşvik ediyorsun? Ahilleus ile savaşmağı birinci defa
sınamıyorum; bundan önce de beni mızrağı ile kaçmak zorunda bırakmıştır:
İda üzerinde, öküzlerimize saldırdığı, sonra Lyrnes'i ve Pedas'ı
yıkıp talan ettiği gündü. O zaman beni Zeus çabuk ayaklar ve cesaret
vererek kurtarmıştı. Bu tanrı yardımı olmasaydı Ahilleus'un vuruşları
altında yok olacaktım, önünde Athene gidiyor, onu Troyalıları ve
Lelegesleri tunç mızrağı ile mahvetmeğe dürtüyordu. Bunun için,
kimse Ahilleus'un karşısına çıkıp savaşamaz: Daima yanında, ondan
felâketi uzaklaştıran bir tanrı bulunur! Eğer ulu tanrı, eş şartlar
437/555
altında savaşı tutmuş olsa, Peleoğlu beni, övündüğü gibi baştan ayağa
tunç kesilse, öyle kolaylıkla yenemezdi.
Zeus oğlu Apollon Han ona şöyle cevap verdi:
— Öyle ise kahramanım, haydi sen de daima var olan tanrıları
anarak onlardan yardım iste. Senin Zeus kızı Afrodite'den doğmuş
olduğun söylenmiyor mu? O ise ancak deniz ihtiyarının kızından
doğmuştur, senin annen onun annesinden üstün bir tanrıçadır. Haydi,
yürü, boş sözlerle ve tehditlerle vakit geçirmeden, bükülmez tunç
silâhını, doğru ileri sür.
Böyle dedi, ve savaşçılar kılavuzuna büyük bir savaşçılık arzusu
verdi. Ene, saflar dışındaki savaşçılar arasından, başında parlak
tulgasıyla yürüdü. Fakat ak kollu Here, Ankis oğlunun savaşçılar
arasından Ahilleus'u aramakta olduğunu gördü, hemen tanrıları
yanına çağırarak onlara şöyle dedi:
— Poseidon, Athene, her ikiniz, işlerin gidişini yüreğinizle iyi
kavramağa çalışın. Bakın, Ene, başında parlak tulgasıyla, Peleoğlu'nun
karşısına gidiyor: Onu dürten Foebos Apollon'dur. Haydin, hemen,
onu geri çevirtelim. Veya içimizden biri Ahilleus'un yanına giderek
büyük bir zafer kazanmasına yardım etsin. Yüreğine gevşeklik girmemelidir:
Bilmelidir ki, onu sevenler ölümsüzlerin en birincileridir;
çok zamandan beri Troyalıları savaşta, boğuşta koruyanlar ise şimdi
438/555
kararsızlık içindedir. Hepimiz, Olympos'tan, Ahilleus'a, Troyalılar
arasında hiç olmazsa bugün bir fenalık gelmesin diye inmiş bulunuyoruz,
ileride, kader tanrıçası, annesinden doğduğu gün onun için
nasıl bir ömür atkısı örmüş ise, ona uğrayacaktır. Eğer cesaretlendirici
bir tanrı sesi yüreğine erişmezse, canlara kıyan savaş içinde karşısına
düşman bir tanrı çıkınca Peleoğlu korkuya tutulacaktır: Işık içinde,
gözle görünen tanrılar yüreklere korku verirler.
Yeri sarsan Poseidon ona cevap verdi: — Here, aklın almadığı
bir titizlik gösterme: Bu, sana yakışmıyor da. Bizden ayrılan tanrıların
bulunduğunu görmeği ben de istemezdim, çünkü biz onlardan çok
daha kuvvetliyiz; kavga insanlar arasında geçecek bir iş kalmalıdır.
Eğer Ares ile Foebos savaşmağa başlarlarsa veya Ahilleus'u durdururlar,
savaşmasına engel olurlarsa, o zaman hemen, bizim için de
kavgaya karışmak gerekli olacaktır. Ve öyle sanıyorum ki, çabuk kavga
dışında kalacaklar, kollarımızla yenilmiş olarak Olympos'a gidecekler,
tanrılar derneğine katılacaklardır.
Bunları söyledikten sonra, kılları lâcivert tanrı, onları yüksek
toprak hisara, vaktiyle Herakles için Pallas Athene'nin yapmış olduğu
hisarın, üstüne götürdü. Herakles, kendisini deniz kenarından ovaya
kadar kovalıyan deniz canavarından kaçınmak isteseydi, o hisara
sığınacaktı. Poseidon, arkasından gelen tanrılarla beraber buraya
oturdu. Omuzları içine ışık geçmez bir bulutla örtülmüştü. Öbür
yandan öteki tanrılar Güzel tepenin başlarında, tiz sesler tanrısı
Foebos ile şehirler yıkıcısı Ares'in yanına oturdular. Tanrılar, böyle iki
grup olarak, ayrı yerlere oturup ne yapacaklarını tasarlıyorlardı.
Zeus'un kendisi onları kavgaya karışmağa çağırmışken, her iki taraf
kararsız duruyor, yürek yakan savaşa başlamak işaretini veremiyordu.
439/555
Bütün ova insanlar ve atlarla dolmuş, tunç zırhların
parıltısından alev alev olmuştu. Birbirlerine atılan yığınların ayakları
altında yer çınlıyordu, iki kişi, Ankisoğlu Ene ile tanrısal Ahilleus, saflar
arasında buluşarak, savaşmak arzusu ile yanıyorlardı. İlk önce
Ene, güçlü tulgasını eğerek ileriye atıldı; göğsünün önünde kalkanını
tutuyor, tunç mızrağını sallıyordu. Peleoğlu da sıçrayıp ona karşı
atıldı, işlemiş olduğu bir kötülük için bir arslana karşı insanlar bütün
bir boy toplanıp onu öldürmek arzusunu gösterirler; o ilk önce, aldırış
etmeden, yürür; fakat savaş düşkünü bir delikanlı kargısıyla bir yerine
dokununca, nasıl ağzı açık, dişleri köpüklü toparlanırsa, göğsünde
savaşçı yüreği inliyerek ileri atılır; kuyruğu ile sağdan, soldan
böğürlerini, butlarını döver; gözleri kıvılcımlar saçarak o adamlardan
birini öldürmek ümidi veya kendi de yok olmak azmi ile, nasıl doğru
ileri saldırırsa, onun gibi Ahilleus'u da yüksek savaşçılığı ve cesur
yüreği ulu gönüllü Ene'nin üstüne atılmağa dürtmekte idi. Karşılıklı
yürüyerek birbirine yaklaştılar; o zaman ayakları yorulmaz tanrısal
Ahilleus şöyle dedi:
— Ene, saflardan bu kadar önce gelmekten maksadın nedir?
Yüreğin, acaba, bir gün Priam'ın makamına geçip bütün atkısrak terbiyecileri
Troyalılar üzerine hüküm sürmek ümidilemi benimle
savaşmağa dürtüyor? Fakat beni öldürsen bile, bunun için Priam herhangi
bir zaameti ayırıp eline vermez. Bu dileğine kolay erişebileceğini
de sanmıyorum! Başka bir defa, başka bir yerde mızrağımın seni
kaçışa sürmüş olduğunu söyliyebilirim. Yoksa seni öküzlerinden uzaklara
koşturmuş olduğumu unuttun mu? O gün, dere tepe demeyip,
çevik ayaklarla boyuna kaçıyordun. İda dağlarından Lyanes şehrine
böyle kaçabilmiştin. Ben, yanımda Athene, bu şehri yakıp talan ettiğim
zaman, seni Zeus ve öbür tanrılar kurtarmışlardı. Fakat bugün, kafana
koyduğun gibi, seni koruyacaklarını hiç sanmam. Sana buradan ayrıl,
440/555
yığına karış, diyorum, eğer başına felâket getirmek istemiyorsan. En
ahmak insan bile görgüden ders alır.
Bunun üzerine Ene şöyle cevap verdi:
— Peleoğlu, beni sözle, toy bir çocuk gibi ürkütebileceğini
umma. Senin kadar ben de alay edebilir, saygısız olabilirim. Birbirimizin
suyunu, bizi kimlerin dünyaya getirdiğini biliriz. Şimdiye kadar
sen benim anamı babamı görmediğin gibi, ben de seninkileri gözlerimle
görmüş değilim; fakat bunları öğrenmek için bilen insanların ger-
çek sözlerini dinlemek yetişir. Senin kusursuz Pele'nin oğlu olduğunu
söylüyorlar. Saç örgüleri güzel, denizli Thetis de annendir. Ben de ulu
gönüllü Ankis'in oğlu olmakla övünebilirim; annem ise Afrodite'dir.
Bu iki çiftten biri, bugünden, oğlu için yas tutup ağhyacaktır.
Aramızda savaşın çocukça sözlerle neticelenmiyeceğini söyleyebilirim.
Sen, neslim ve doğuşum üzerine daha çok öğrenmek istiyorsan,
söyliyeyim, dinle: Bulut devşiren Zeus'tan en önce Dardanos
doğmuş, Dardan ilini kurmuştur. O zaman İlion henüz bir insan sitesi
olarak ovanın içinde yükselmemişti. Dardan ilinin insanları çok pınarlı
İda'nın yamaçlarında otururlardı. Dardanos'tan Eriktisonios Han
doğmuştu. Bütün insanların en zengini idi, üç bin at kısrağı vardı,
güzel taylarıyla birlikte çayırlarda otluyorlardı. Eriktisonios'un oğlu
Tros'tan kusursuz üç oğul doğmuştur: İlios, Assarhos, Ganymedes;
tanrılar benzeri ve insanların en güzeli Ganymedes, Olympos'a
kaçırılmış, Zeus'a ve bütün tanrılara şakilik etmiştir. İlios'un da oğlu
Laomedon'dur; ve kusursuz Laomedon'dan. Tithon, Priam, Lampios,
441/555
Klytios Ve Ares dölü Hiketaon doğmuştur. Assarhos'un oğlu Kapys,
Kapys'in oğlu Ankis'tir; Ankis'ten ben doğdum, Priam'dan da Hektor
dünyaya gelmiştir. İşte ben bu nesilden ve bu kandan çıkmış olmakla
övünüyorum. Cesarete, yiğitliğe gelince, onu da en güçlü kudretli tanrı
Zeus verir. Haydi, böyle durup çocukça sözlerle vakit geçirmiyelim. İnsanlarda
dil çok esnektir, onda her türlü sözler vardır. Hangi kelimeyi
kullansan cevap olarak ona benzer başka bir kelime işitirsin. Fakat
karşı karşıya geçip bitmez tükenmez tartışmalara ihtiyacımız var
mıdır? Haydi, çabuk, birbirimizi tunç kargılarımızla sınayalım.
Böyle dedi, ve kargısını korkunç, ürkütücü kalkana batırdı;
büyük kalkanın küremsî yüzü kargının temreni altında inledi; Peleoğlu,
güçlü eliyle, kalkanı vücudundan uzaklaştırdı: Ene'nin, tunç kargı
ile, kalkanını deşip geçirebileceğinden korktu. Çocukça bir korku:
Bir tanrının hediyeleri olan silâhları hiç bir ölümlünün yenemiyeceğini
gereğince anlıyamamış! Yiğit Ene'nin de kargısı Hefaestos'un hediyesi
olan kalkanı deşemedi.
Ondan sonra, Ahilleus uzun mızrağını fırlattı. Ene'nin yusyuvarlak
kalkanını deşti geçti: Kalkan vuruş altında inlemişti. Ene,
korkuya tutulmuş, kalkanını mümkün olduğu kadar kaldırdı. Mızrak,
kalkanın insanı koruyan çift çemberini deşerek Ene'nin arkasından,
yere saplandı. Mızraktan kaçsnabilen Ene, gözlerine geniş bir kaygı
yayılmış, kendisine o kadar yaklaşan korkunç silâhın verdiği ürküntü
içinde duruyordu. Ahilleus, azgınlık içinde, sivri kılıcını çekti, korkunç
naralar atarak üstüne atıldı. O ânda Ene, eline bir taş aldı: Bugünkü
insanlardan iki kişinin kaldıramıyacağı bir taştı. Bunu kendi başına,
zahmetsizce, kaldırıp salladı; atmağa meydan bulmadan, yaklaşan
442/555
Peleoğlu, kılıçla canını almak üzereydi ki, Yeri sarsan Poseidon,
keskin gözleriyle görerek engel oldu. Hemen ölümsüz tanrılara
şöyle dedi:
— Eyvah! Ulu gönüllü Ene'ye çok acıyorum. Okçu Apollon'un
sözlerine inandığı için, Peleoğlu'nun kolu altında ölerek Hades'e inmek
üzereydi. Toy çocuk! Şimdi, acı ölümden kurtarmak için
Apollon'un hiçbir yardımı dokunamaz. Haydin, onu biz kurtaralım.
Kronosoğlu bile, Peleoğlu'nu öldürdüğünü görse, esef edecektir. Kader
kurtulmasını istiyor, çünkü oğul bırakmadan ölürse, Kronosoğlu'nun,
bir ölümlü kadından çocukları arasında en çok sevmiş olduğu
Dardanos'un nesli sönecek. Şimdiden
Kronosoğlu, Priam'ın nesline bir kin göstermeğe başlamıştır;
bundan sonra Troyalılar üzerine güçlü. Ene ve ondan doğacak oğlu ve
onun oğulları hüküm sürecektir. Ona karşı büyük gözlü Here Sultan
cevap verdi
— Yeri sarsan, sen kendi aklında düşün: Ene'yi kurtaracak
mısın, yoksa Peleoğlu Ahilleus'un kolu altında öldürecek misin? Nasıl
istersen öyle yap. Biz, Pallas Athene ile ben, çok defa ölümsüzler
önünde de and içmişiz ki, hiçbir zaman Troyalılardan felâket gününü
uzaklaştırmıyacağız; bütün Troya kızgın ateşlerle baştanbaşa yanacağı
zaman da öyle davranacağız, eğer onu yakanlar Ahaylıların savaşçı
oğulları olursa.
443/555
Yeri sarsan Poseidon bu sözleri işitir işitmez, kavganın içinden
ve mızrakların takırdılarından yürüdü. Ene'nin ve ün salmış
Ahilleus'un yanına geldi. Çabuk, Peleoğlu'nun gözlerine bir sis yaydı,
sonra tunç mızrağı kopararak Ahilleus'un ayaklarına koydu. Ene'yi
yukarı, toprağın çok üstüne kaldırdı. Ene de, tanrının eline dayanarak,
sıçradı, saf saf savaşçıları ve arabaları aştı, kavganın en ucuna vardı.
Orada Kaukonlar kavga nizamına geçmek üzere idiler. O zaman Yeri
sarsan Poseidon ona yaklaşarak şöyle dedi:
— Ene, bir çılgın gibi gidip Peleoğlu ile yüzyüze dövüşmeyi
aklına sokan tanrı kimdir? Ahilleus senden çok daha kuvvetli olduğu
gibi, ölümsüzlerin de senden daha çok sevgilisidir. Dinle beni, saatinden
önce Hades'e inmek istemiyorsan, ona rastladığın zaman geri
kaç. Buna bir karşılık olarak, Ahilleus, eceli gelip ölüme ulaştığı zaman,
korkusuz, ön safta savaş, seni başka hiçbir Ahaylı
öldüremiyecektir.
Böyle deyip ona herşeyi açıkladıktan sonra, yanından ayrıldı.
Sonra, hemen, Ahilleus'un gözlerini örten sisi dağıttı. Peleoğlu gözlerini
büyük büyük açarak baktı; titizlenerek ulu gönülle şöyle konuştu:
— Eyvah! Gözlerimle ne şaşılacak büyük şeyler görüyorum!
Mızrağım yere saplanmış, duruyor; öldürmek ateşiyle onu üstüne fırlatmış
olduğum savaşçı ise ortada yok. Ene şüphesiz daima tanrıların
sevgilisi idi, ben ise onu abuk sabuk konuşur bir adam yerine koyuyordum.
Gitsin, istediği yerde yok olsun! Benimle ikinci defa sınaşmağa
yüreği cesaret etmiyecektir; bu saatte, ölümden sıyrılabildiği için, ona
444/555
ne mutlu! Haydi, Danaosluları cesaretlendirelim, kendim de sınayacak
başka Troyalı savaşçıların karşısına çıkayım.
AHİLLEUS'UN KAHRAMANLIKLARI
Böyle deyip cepheye sıçradı, safları dolaşarak savaşçıları ayrı
ayrı cesaretlendirdi:
— Tanrısal Ahaylılar. Troyalılardan artık o kadar uzak durmayın.
Haydin, her savaşçı bir savaşçıyı karşısına alsın, ateşli bir
savaşçılıkla dövüşsün! Gücüme ne kadar güvensem, bu derece çok
savaşçı ile karşılaşmak ve hepsi ile dövüşmek benim için de güçtür.
Pallas Athene, hattâ Ares'in kendisi, bir tanrı iken, savaşçıları bu kadar
çok bir cephe ile başa çıkamazdı. Fakat kollarımın ve ayaklarımın
kuvveti ve bütün gücüm yettiği kadar savaşmaktan geri kalmıyacağım,
gevşeklik göstermiyerek doğru, düşman safları arasına dalacağım, ve
mızrağımın karşısına gelecek hiçbir Troyalının sevinecek yeri olmıyacağını
sanırım.
Böyle deyip cesaretlendiriyordu. Öbür yandan Hektor da
haykırarak Troyalılara darılıyor, onları Ahilleus'un karşısına çıkmağa
davet ediyordu:
445/555
— Coşkun Troyalılar, Peleoğlu'ndan korkmayın. Ben de, sözle
olduktan sonra, tanrılarla bile savaşabilirdim; mızrakla çok daha güç
olurdu, çünkü onlar kat kat daha güçlüdürler. Ahilleus da, başka her
insan gibi, söylediklerini işlerle gerçekleştiremez. Bir söylediğini
başarsa, öbürlerini başaramaz. Elleri ateş gibi de olsa, coşkunluğu
alevli demire benzese, ben, kendim, gidip karşısına çıkacağım.
Böyle deyip cesaretlendiriyordu. Troyalılar da o zaman kargılarını
düşmanlara doğru dikiyorlardı. Coşkunlukları kaynaşıyor,
aralarından uğultulu bir haydalama yükseliyordu. Bu ânda Foebos
Apollon, Hektor'a yaklaşarak şöyle dedi:
— Hektor, şimdi, Ahilleus'la görüşmek için safların önüne
gitmemelisin; yığınlara, kargaşa içinde, saldırışını bekle. Mızrağı ile
yaralamasından, veya yaklaşıp kılıcıyla vurmasından kork.
Böyle dedi, ve Hektor, kendisine söyliyen tanrının sesini
işitince ürkerek yeniden saflar arasına karıştı. Bu sırada Ahilleus,
coşkunluk içinde, korkunç naralar atarak, Troyalıların üzerine atıldı.
Önce Otrynte'nin yiğit oğlu İfition'u yakaladı; birçok savaşçının
kılavuzu olarak karlı Tmolos'un eteklerinden ve toprağı yağlı Hyde
ilinden gelmiş olan Otrynte'nin bu oğlu, bir su perisinden doğmuştu,
İfition, doğru ona atılırken, tannsal Ahilleus mızrağı ile başından
vurdu. Baş ikiye ayrıldı; adam takırdı ile yuvarlanırken Ahilleus şöyle
övünüyordu:
446/555
— Hey Otrynte'nin bu korkunç adamın oğlu, işte yerde yatıyorsun!
Bir su memleketinde, balığı çok Hylle ve burgaçlı akan Harme
suları arasında doğmuştun. Atalarının Gyge gölü kenarlarındaki topraklarından
uzak burada, ölmek sana nasip imiş!
Zaferini bildiren bu sözleri söylerken İfition'un gözlerini ölüm
gölgesi örtüyordu; üstünden geçen Ahaylı arabaların tekerlekleri
altında cesedi delik deşik olmuştu. Ondan sonra Ahilleus, Antenoroğlu
Demoleon'u, yarenlerinin kavgada yiğit koruyucusunu aldı,
şakağından sançtı, yan kudurukları tunçtan tulgasını deşti, geçirdi.
Temren yürüyerek kemiği kırdı; içinde beyin parçalandı; bu ateşli vuruşla
adamın işi bitmişti, ondan sonra, arabasından atlayıp kaçmağa
çalışan Hippodamas'ı mızrağı ile arkasından vurdu. Adam bir boğa
böğürmesine benzer seslerle son nefesini verdi. Ondan sonra, Ahilleus
mızrak avuçta, tanrılar benzeri, Polydor Priamoğlu'nun üstüne
yürüdü.
Babasının en küçük ve en çok sevdiği oğlu idi, dövüşmeğe babası
izin vermiyordu. Koşuda hepsinden üstündü. O gün, bir çocukluk
hevesiyle, saflar dışına atılmış ve birden hayatını kaybetmişti.
Ayakları yorulmaz tanrısal Ahilleus, mızrağıyla, iç kemerin
üstünden vurdu, sivri temren, doğru yürüyerek göbeğini deşti, inliyerek
dizleri üstüne çöktü. Hemen siyah bir bulutla gözleri kaplandı,
yıkılırken elleriyle barsaklarını bastırıyordu.
447/555
Hektor, kardeşi Polydor'un, barsaklarını elleriyle bastırarak
yuvarlandığını gördü. Yürekten ilgilenerek uzakta duramadı; bir alev
gibi sıçrayıp Ahilleus'un önüne geldi, sivri temrenli kargısını sallıyordu.
Ahilleus onu görünce atıldı ve öğünerek şöyle dedi:
— Beni yüreğimin en derin yerinden yakan, en sevgili
arkadaşımı öldüren adam, işte, benim yanımda, fakat uzun zaman şu
kavga meydanının üstünde yanyana vakti geciktiremeyiz.
Ve tanrısal Hektor'a yan bakarak şöyle dedi:
— Peleoğlu, beni, bir çocuk gibi, sözlerle ürkütebileceğini
umma. Ben de, senin gibi alaycı ve saygısız olabilirim. Ne kadar yiğit
olduğunu ve kendimin senden aşağı kuvvette olduğumu biliyorum.
Fakat bu işler tanrının dizlerine dayanmaktadır. Değerce seninle bir
olmasam dar kargımla vurarak canını alamaz mıyım? Benim de
silâhım çok defa delici olabilmiştir.
Böyle dedi, ve kargısını sallıyarak fırlattı. Fakat Athene, hafif
bir üfürüşle kargıyı şanlı Ahilleus'tan uzaklaştırdı. Sivri silâh geri
dönerek tanrısal Hektor'un ayaklarına düştü. Ahilleus, coşkunluk
içinde, Hektor'u öldürmek ateşiyle yanarak ve korkunç naralar atarak,
ileri atıldı. Fakat Apollon, basit bir tanrı oyunu ile Hektor'u kaçırdı ve
koyu bir buğu arkasına sakladı. Ayakları yorulmaz tanrısal Ahilleus, üç
448/555
defa, tunç mızrak avuçta atıldı: Üç defa da ancak koyu ve derin buğuyu
vurdu.
Dördüncü defa, bir tanrı gibi, atılırken kızgın bir sesle kanatlı
sözler söyledi:
— Köpek, bir defa daha ölümden sıvışabildin. Fakat bil ki
felâket sana yaklaşmıştır. Bu sefer de seni Foebos Apollon korudu!
Kavgaya, mızrakların takırdıları arasında her gidişinde bu tanrıya dua
etmelisin. Senin hesabın kolay görülecek, elverir ki ben de kendime
yardımcı bir tanrı bulayım! Şimdi, safları dolaşarak üstlerine atılacak
başka Troyalılar aramağa gidiyorum.
Böyle dedi, ve mızrağı ile Dryops'u tam boynundan vurdu.
Adam ayaklarına yıkıldı. Onu orada bırakarak Filetor oğlu Demuhos'a
gitti; bu şanlı ve büyük savaşçıyı. mızrağı ile dizlerinden vurarak
olduğu yere mıhladı. Ondan sonra, büyük kılıcıyla vurarak işini bitirdi.
Ondan sonra, Laogon'un ve Biasoğlu Dardanos'un üstlerine atıldı,
ikisini de arabalarından aşağı yuvarladı, birini mızrağı ile, öbürünü
yakından kılıcıyla vurarak. Sonra, Adestoroğlu Tros gibi dizlerine
kapandı; diri esir tutar, kendi yaşında bir kardeş gibi acıyarak canını
bağışlar ümidine düşmüştü. Saf adam! Dinlenmeyeceğinden haberi
yoktu. Yumuşak, müşfik sandığı kimsenin nasıl coşkun ve azgın
olduğunu bilmiyordu. Tros, elleriyle dizlerine dokunarak yalvarırken,
öbürü kılıçla bağrından vurdu; kara ciğeri karnından dışarı çıktı, akan
siyah kan üstüne bulaştı, gözlerini gölge bürüdü, son nefesiyle hayatı
tükendi. Sonra, Ahilleus, Mulios'a giderek mızrağı ile kulağından
449/555
vurdu; temren deşerek sivri ucu öbür kulaktan dışarı çıktı. Ondan
sonra, Agenor oğlu Ekekles'i, güzel kabzalı kılıcıyla başından vurdu.
Kılıç, kandan, sımsıcak ısındı; adamın gözlerine, hâkim olarak, kader
ve ölüm girdi. Ondan sonra, Deukalion'un dirseğini mızrağının tunç
temreniyle deşti geçirdi: Adam, kolu ağır, ölüm gözleri önünde, bekliyordu;
Ahilleus kılıçla boynunu vurdu, başını ve onunla birlikte, tulgayı
uzağa attı; boyun fıkralarında ilik saçılıyordu. Ceset, toprak üzerinde
serilmiş kaldı. Ondan sonra, toprağı bereketli Thrakia'dan gelen
Pireos'un kusursuz oğlu Rhigne'yi kovalayıp mızrağını vücudunun ortasına
fırlattı; karnına mızrak saplanan adam arabasından yuvarlandı.
Seyisi, Arethioos arabayı yarım devir çevirdi; fakat Ahilleus onu da
mızrakla arkasından vurarak arabadan dışarı attı, atları çılgına dönmüşlerdi.
Şaşılacak bir yangın dağın derin derelerindeki kurumuş ormanın
içinden çıkar, ağaçlar boyuna yanar, rüzgâr nasıl alevleri evire
çevire ateşi her yana dağıtırsa, onun gibi tanrı benzeri Ahilleus, tunç
mızrak avuçta, her yana saldırarak kurbanlarını yerlere sermekteydi.
Kara toprak kanla bol bol sulanmakta. İyi yapılmış harmanın içinde,
beyaz arpayı çiğnemek için geniş alınlı öküzler koşarlar; böğüren bu
öküzlerin ayaklan altında beyaz arpa taneleri nasıl ayırtlanırsa, onun
gibi, ulu gönüllü Ahilleus'un altından, duynakları kalın atlar, bir arada,
ölüleri ve kalkanları çiğniyorlardı. Arabanın sandığı altında dingili,
çepeçevre rampayı, tekerleklerin çemberlerinden ve atların duynaklarından
fışkıran kanlı çamurla kirleniyordu. Peleoğlu, zafer şanını
kazanmak arzusu ile yanıyordu, kanlı bir toz, güçlü ellerine
bulaşıyordu.
450/555
ŞAN : XXI
AHİLLEUS, SKAMANDROS ÇAYI KENARINDA
Güzel, akışı burgaçlı ırmağın, babası ölümsüz Zeus olan Ksanthoos
(Skamandros) çayının geçit verdiği yere yetiştikleri zaman,
Ahilleus onları ikiye böldü, yarısını ovada, şehre doğru sürdü. Burada,
bir gün önce, Ahaylılar ün salmış Hektor'un azgınlığı önünde, çılgına
dönmüş, kaçışıyorlardı; bugün ise, Troyalılar, korkuya tutulmuş,
yerlerinden sarsılıp şehre doğru sürülüyorlardı. Here de kaçışlarına
engel olmak için önlerine koyu bir buğu yaymıştı! Öbür yarıları derinden,
gümüş burgaçlarıyla akan çaya sıkıştırılmıştı. Büyük
takırdılarla suyun içine atılıyorlardı; derin sulardan çınlayışlar işitiliyordu;
çepeçevre sarp yerler korkunç sesler veriyordu. Gürültüler ortasında,
o yana, bu yana, suyun burgaçlarıyla döne döne yüzüyorlardı.
Yerleri kaplayan çekirgelerle savaşmak için büyük ateşler yakarlar;
yangın sıkıştırınca nasıl hepsi yukarı kalkıp içine atılacak çaya doğru
kaçarlar, uzanan alevlerden kurtuluşu nasıl suda ararlarsa, onun gibi,
Ahilleus'un baskısı altında derin burgaçh Ksanthos çayı içine atılan insanların
ve arabaların takırdıları ve gürültüleri ile dolmuştu. O zaman,
tanrı dölü kahraman, mızrağını sahildeki yarların bir ağacına dayayıp
bıraktıktan sonra, bir tanrı gibi suya atıldı. Elinde yalnız kılıç, aklıyla
onları kırıp geçirmeği düşünüyordu. Dört bir yana kılıcını çalıyor ve
kılıcın çarptığı vücutlardan kulakları tırmalıyan figanlar yükseliyordu.
Suyun dalgaları kıpkırmızı olmuştu. Çok defa, bir Yunus balığının
önünde kaçan küçük balıkların bir koyun diplerine sıkıştıkları görülür;
büyük korku içindediler: Yakalanan yutulur! Bunun gibi, Troyalılar,
çayın derin suları boyunca, kenarların sarplıklarında bir kurtuluş yeri
arıyorlardı. Kahraman, kolları öldürmekten yorulduğu zaman, suyun
içinde, on iki delikanlı topladı, ölen Menoetios oğlu Patroklos'un kan
diyetini bunlara ödetecekti. Çaydan dışarı çıkarttı; ellerini, kendi entarilerinin
kayışlarıyla arkalarından bağladı, ve koca karınlı gemilere
götürmek üzere yarenlerine verdi. Sonra, bir tanrı gibi, yeniden kırıp
geçirmek ateşiyle ileri sıçradı.
AHİLLEUS İLE LYKAON
O ara Dardanoğlu Priam'ın çaydan sıvışmak isteyen bir oğlu,
Lykaon, eline geçti. Bunu, vaktiyle de, bir gece baskınında, babasının
bağında esir tutmuştu. Lykaon bir yabanî incir ağacından bir arabanın
rampasını yapmak için dallar kesmekte iken, tanrısal Ahilleus hatıra
gelmiyen belâ gibi üstüne çullanmıştı. Sonra gemileriyle, güzel
Lemnos'a götürmüş, İeson oğluna satmıştı. Bir yabancı (konuk), İmbroslu
Eetion, yüksek bir fiat ödeyerek onu oradan tanrısal Arisbe'ye
yollamıştı; oradan da sıvışarak babasının sarayına dönebilmişti. On
bir günden beri aile içinde yaşamak lezzetini tadıyordu; on ikinci gün
bir kere daha, onu artık Hades'e gönderecek olan Ahilleus'u; ellerine
düşmüştü. Ayağına yorulmaz tanrısal, onu silâhsız, tulgasız, hattâ kargısız
gördü: Herşeyi yere atmıştı. Su ile savaşarak döktüğü terler iflahını
kesmiş, yorgunluktan, dizlerinin bağı çözülmüştü. O zaman,
Ahilleus titizlenerek ulu gönlüne şöyle dedi:
— Vah, vah! Kendi gözlerimle şaşılacak bir şey görüyorum!
Ulu gönüllü Troyalılardan öldürdüklerim, öldüreceklerim pusarık
Hades'ten dirilip geri döneceklerdir İşte bir tanesi, merhametsiz
ecelden kurtulup tanrısal Lemnos'ta satılmışken, bir defa daha
karşıma çıkıyor. Beyaz denizin genişliği, bunca başkalarını alıkorken,
452/555
bunu alıkoyamamış. Bu sefer artık mızrağımı sınayacaktır, ulu gönlüm
oralardan, aşağı dünyadan da dönüp dönemiyeceğini bilmek istiyor.
Böyle, bekliyerek düşünüyordu, öbürü, ürkmüş, bitmiş, yaklaştı;
ne yapıp yapıp dizlerine kapanmak istiyor; ölümden ve kara
ecelden kurtulacağını umuyordu. Tanrısal Ahilleus uzun mızrağını,
vurmak azmiyle kaldırdı. Öbürü ise kaçındı, ve dizlerini tutmak için
başını eğerek insan etiyle doymak hıncı içinde atılan mızrak, sırtının
üstünden geçti, gidip yere saplandı. Lykaon şimdi bir eliyle dizleri,
öbürü ile mızrağı tutuyor, söze başlayıp yalvarıyordu:
— Dizlerine düştüm, Ahilleus, bana acı ve saygı göster. Zeus
oğlu, sana yalvarıcı bir konuk geliyorum, saygına hakkım var beni
güzel bağımızda esir tutup babamdan, ailemden uzak, tanrısal
Lemnos'a götürdüğün ve sattığın gün idi: Sana yüz öküz pahası
sağlamıştım.
Bunun üç kat fazlasını ödeyerek esirlikten kurtuldum. Bunca
belâlar çektikten sonra, on iki günden beri İlion'a dönmüş bulunuyorum.
Uğursuz kaderim beni bir kere daha senin ellerine attı! Beni yeniden
sana teslim ettiğine bakılırsa, Zeus benden nefret etse gerek. Beni
annem, ihtiyar Altes'in kızı Laothoe kısa bir ömür için doğurmuş olacak.
Altes kavga düşkünü Lelege'lerin Hanıdır. Santinois ırmağı kenarlarında,
yukarı Pedas üzerine hüküm sürer. Priam, daha birçok karıları
arasında, onun da kızını almıştı; ondan iki oğlan, tanrısal Polydor ile
ben, doğduk. Kardeşimi yayaların ilk safında, mızrağınla
öldürmüştün; şimdi de sıra benim; her ikimizi boğazlamış olacaksın!
453/555
Kolundan kurtulabileceğimi hiç ummuyorum, çünkü kolunun zincirini
koparan tanrıdır. Fakat sana söyliyecek bir şeyim daha var, onu iyice
kafana koy: Senin sevgili ve güçlü arkadaşını öldüren Hektor'u doğuran,
emziren kadın benim annemden başkadır: Beni öldürme!
İşte böyle, yalvarıcı sözlerle, ün salmış Priamoğlu Ahilleus'la
konuşuyordu. Fakat cevap veren hiçbir suretle yatışmaz bir sesle şunları
söyledi:
— Ahmak adam! Bana kurtulmalık teklif etme, kurtulmalığın
sözünü bile dinlemek istemem. Vaktiyle, Patroklos'a felâketli gün
erişmeden Troyalılardan hayatını esirgemek hoşuma giderdi: Onlardan
birçok esir tutmuş, satmıştım. Fakat şimdi, İlion önünde, ellerime
düşecek olanlardan hiçbiri, hele hiçbir Priamoğlu ölümden kaçı-
namıyacaktır. Haydi, dostum (konuğum), ölüm sırası sana geldi. Böyle
inleyip durmanın mânası ne? Ben de, görüyorsun, güzelim, büyüğüm,
şanlı bir babadan çıkıyorum, annem de bir tanrıçadır; bunlarla beraber,
ölüm ve değişmez kader benim de başımda dolaşıyor. Bir gün
benim de biri, kavgada, mızrağı ile veya yayından çıkacak bir okla can-
ımı alacaktır.
Böyle dedi, ve Lykaon hemen dizleri üstüne çöktü, yüreği
parçalandı. Tutmakta olduğu mızrağı koyverdi, ve iki kolu öne uzanmış,
yere kapandı. Ahilleus sivri kılıcını çekmişti bile; boynundan, kö-
prücük kemiği yanından vurdu; iki ağızlı kılıç deşti, geçti. Adam, alnı
önde toprağa serildi. Siyah kanı akarak yeri ıslatı. Ahilleus, su
454/555
götürsün diye, ayağından tutup çaya attı. Sonra, övünerek kanatlı sözler
söyledi:
— Yat orada! Çaydan doğmuş olan için de, güçlü kudretli
Kronosoğlu'nun oğullarıyla savaşmak tehlikelidir. Babanın geniş akışlı
bir ırmakta olduğunu söylüyordun; ben de büyük Zeus dölü olmakla
kıvanç duyarım. Beni hayata getiren: Sayısız Myrmidonlar üzerine
hüküm süren Eakoğlu Pele'dir. Zeus, denize akan çaylardan, ırmaklardan
ne kadar üstünse, onun dölleri bir ırmağın döllerinden o kadar
üstündür Senin yanıbaşında büyük bir ırmak vardır, bak, görelim,
sana bir yardımı dokunabiliyor mu? Kronosoğlu Zeus ile ırmak Ahilleus
Han da kıyaslanamaz: Hattâ bütün ırmakların, bütün denizin,
bütün derin pınarların, kuyuların anası olan Okeanos, büyük Zeus'un
yıldırımından ve yüksek göklerde gürleyen şimşeğinden korkar.
SKAMANDROS'UN ÖFKELENMESİ
Böyle dedi, ve sarp yardan, oraya, saplanmış duran tunç
mızrağını çekti, çıkardı. Asterope'yi canını aldıktan sonra, siyah su ile
ıslanmış kum üzerinde yatmış bıraktı. Yılan balıkları ve başka balıklar
onu delik deşik ediyorlar ve böbreklerini örten iç yağını kemiriyorlardı.
O ara, Ahilleus, arabaları güzel Peoniahları avlamağa çıkıyordu:
Onlar, aralarından en cesur savaşçının, Peleoğlu'nun kolu ve kılıcı
altında yıkılmış gördükleri ândan beri burgaçlı çayın kenarlarına
kaçmağa çalışıyorlardı. Peleoğlu, birkaçını, sıra ile eline geçirip
öldürdü: Thersilohos, Mydon, Asypyl, —Mneses, Thrasios, Anenios,
Ofelestes—... mızraktan geçirildi; başkalarını da avlamak üzere iken,
455/555
öfkelenen derin, burgaçlı ırmak, bir insan çehresine girerek akışının
derinliklerinden şöyle söyledi:
— Ahilleus, kuvvetinle bütün insanların üstündesin, ama acıklı
kötülüklerden yana da herkesten üstünsün. Eğer Kronosoğlu bütün
Troyalıları öldürmeği sana vermişse, hiç olmazsa onları ovaya kov,
ondan sonra canlarına kıymağa giriş. Güzel dalgalarım şimdiden
ölülerin cesetleriyle öyle dolmuş ki, akışını tanrısal denize
ulaştıramıyorum; sen ise durmadan öldürüyor, kılıçtan geçiriyorsun!
Artık son ver! Senden tüylerim ürperiyor, hey savaşçılar Hanı!
Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi:
— Dediğin gibi olsun, tanrısal Skamandros. Fakat, yüksekten
bakan Troyalıları. şehirlerine sürünceye ve Hektor'la yüzyüze gelinceye
kadar, kılıçtan geçirmede devam edeceğim: Hektor mu beni yenecek,
ben mi onu? Bunu bilmeliyim.
Böyle dedi, ve bir tanrı gibi atılarak Troyalılara hücum etti. O
zaman, derin burgaçlı ırmak, Apollon'a seslenerek şöyle dedi:
— Vah, vah! Gümüş yaylı, Kronosoğlu tanrı, Zeus'un emirlerini
unutuyor musun? Sana Troyalıları korumanı, ve akşam batıp
456/555
bereketli topraklara karanlık basıncaya kadar yardımlarında bulunmanı
ısrar ile emretmişti.
Böyle dedi. Bu sırada, Ahilleus, ün salmış savaşçı, sarp kıyıdan
sıçrayıp ırmağın içine atıldı. Irmak, hemen, azgınlıkla kabararak
saldırdı: Bulanık kesilen dalgaları çok yükseldi; yatağını dolduran
sayısız ölüleri fırlattı, boğa gibi böğürerek dışarıya, toprak üzerine
saçtı. Güzel suları içinde sağ kalmış olarak bulduklarını, derin ve geniş
burgaçlarında saklıyarak kurtardı. Ahilleus'un her yanını korkunç, bulanık
dalgalar sardı, akıntısıyla alıp götürmeğe girişti. Kahraman ayakları
üstünde duramaz hale geldi. Elleriyle, kökünden sökülerek yıkılan,
kıyıyı suyun içine deviren güzel ve büyük bir gürgen ağacına yapıştı;
bir köprü gibi bu ağaçtan faydalanarak çayın burgaçlarından karaya
atladı; korkuya tutulmuş, yorulmaz ayaklarıyla ovanın içine atıldı.
Fakat güçlü ırmak tanrı, karada da, siyah bir dalgasıyla üstüne
saldırdı. Niyeti, tanrısal Ahilleus'un işine son vererek felâketi Troyalılardan
uzaklaştırmaktı. Peleoğlu bir sıçrayışla bir mızrak erimi
öteye gitti: Kuşların en güçlüsü ve en çabuk uçanı kara kartalın, avcı
kartalın atılışıyla sıçramıştı. Uzaklaşıp kaçmakta iken göğsünün tunç
zırhlarından korkunç çınlayışlar çıkıyordu. Fakat büyük dalgalı Ksanthos
çayı arkasından, müthiş bir kargaşa içinde, kovalıyordu. Her ân
çayın dalgaları, son derece çevik olan kahramana ulaşıyordu: Tanrılar,
insanların en kahramanlarından daha güçlüdür! Her defasında ayağına
yorulmaz tanrısal Ahilleus dönüp karşı gelmeyi düşünüyordu;
göklerin sahipleri bütün tanrılar mı arkasına düşüp kovalıyorlardı?
Bunu anlamak istiyordu. Güçlü ırmak her saldırışıyla Ahilleus'un
omuzlarına çarpıyor, o da yüreği büyük kaygı içinde, ayaklarıyla daha
yüksek sıçrıyordu. Fakat ırmak tanrı aşağıdan da saldırarak ayaklarının
altından tozlu toprağı silip süpürüyor, dizlerinin bağı çözülüyordu.
O zaman, Peleoğlu geniş göklere gözlerini çevirerek dua etti:
457/555
— Zeus Ata, acınacak haldeyim, beni çaydan kurtarmasını
isteyecek hiçbir tanrı yok mudur? Boynum bükük, her şeye razıyım.
Gök tanrılarından hiçbiri sorumlu değildir, beni yalanlarla oyalamış
olan adam, yalnız o suçludur. Bana, savaş düşkünü Troyalıların duvarı
altında Apollon'un tez giden okları ile öleceğimi söylüyordu. Keşke
burada büyümüş insanların en iyisi olan Hektor beni öldürseydi: O zaman,
hiç olmazsa şanlı bir adamı öldürüp silâhlarını soymuş olurdu.
Şimdi ise, görüyorum, kaderim —bir burağan günü sellerle
sürüklenip ölen genç bir domuz çobanı gibi— burada, azgın bir
ırmağın saldırışı altında, en yürek yakıcı bir ölümle can vermektir.
Böyle dedi, ve hemen Poseidon ile Athene, çabuk, ölümlü insan
çehresiyle yanına geldiler. Elleriyle elini tuttular; sözleriyle
yüreğine kuvvet verdiler. Yeri sarsan, en ilki, ona şöyle dedi:
— Peleoğlu, fazla ürkme, titreyip durma öyle! Sana yardımcı
olarak gelen tanrıları, Athene ile beni düşün; bu yardımı Zeus da
onaylıyor. Senin kaderin bir ırmakta ölmek değildir; çok geçmeden,
kendin de göreceksin, bunun azgınlığı yatışacaktır. Fakat bizi dinlemek
istersen, sana verecek bir öğüdümüz var. Kimseyi esirgemiyen
kavgada, Troyalıların kalan ordusunu İlion'un ün salmış duvarlarına
çekilmek zoruna getirmeden vuruşlarını durdurma. Sonra, sen gemilere
dönmeden, Hektor'un hayatına son vereceksin. Zafer şanını sana
vereceğiz.
458/555
Böyle dediler, ve her ikisi ölümsüzlere doğru ayrıldılar, tanrıdan
aldığı öğütle, cesareti pek çok artarak, ovaya yürüdü. Ova çayın
taşan suları altındaydı; öldürülmüş genç savaşçıların cesetleri ve pek
çok silâhları her tarafa saçılmıştı. Ahilleus, çayın kabarmasıyla savaş-
mak için dizlerini yüksek kaldırarak, sıçraya sıçraya yürüyordu.
Athene'nin ona üfürdüğü büyük kuvvet üzerine, ırmak onu artık
durdurmuyordu. Fakat Skamandros'un da öfkesi çok artmıştı, azgın
saldırıştan geri kalmıyordu. Dalgaları daha çok yükseliyordu.
Haykırarak Stimois suyuna seslendi:
— Sevgili kardeşim, yakında Priam Hanın büyük şehrini alıp
talan etmek üzere olan şu adama karşı gücümüzü birleştirelim, Troyalılar
tutunamaz bir hale gelmişlerdir. Çabuk imdada yetiş! Yatağını
pınar sularıyla doldur; bütün selleri akıt; büyük bir fırtına kopar;
büyük ağaç ve taş takırdıları yarat. Ancak böylelikle, şimdi üstünlüğü
elinde tutan, bir tanrı azgınlığı gösteren şu vahşi savaşçıyı durdurabileceğiz.
Ben öyle diyorum ki, ne gücü. Ne güzel görünüşü, ne de
güzel silâhları hiçbir işine yaramıyacaktır: Bu silâhlar az sonra bir
bataklığın dibinde mil ça muru ile örtülüp kalacaktır. Kendisini de ben
kalın bir kum içine yuvarlayıp üstünü on binlerce cilalanmış çakılla
öyle örteceğim ki, Ahaylılar onun gömecek kemiklerini bulamıyacaklardır.
Cenaze töreninde üstüne toprak örtemiyecek, ona bir mezar
veremiyeceklerdir.
ATEŞLE SUYUN SAVAŞMASI
459/555
Böyle dedi, ve Ahilleus'un üstüne, köpük, kan, ölü cesetler
saçan bir azgınlıkla, kabarmış, bulanık dalgalarla sıçradı. Gökten inen
ırmak, kaynıya kaynıya kabaran, yükselen dalgalarıyla Peleoğlu'nu
ezip geçirmeğe bir yol arıyordu. Derin burgaçlı, güçlü kudretli ırmak
Ahilleus'u alıp götürür diye korkuya tutulan Here, yüksek bir nâra attı;
hemen oğlu Hefaestos'a seslendi:
— Kalk! İğri bacaklı oğlum, burgaçlı akan Ksanthos çayına ben
daima senin için bir düşman gözüyle baktım. Çabuk, imdada yetiş!
Geniş alevlerini yay. Ben de deniz tarafından gidip Zefyr ile beyaz Notos
rüzgârlarının sert bir burağanını estireceğim; Troyalılar arasında
uğursuz yangın yayılacak, silâhlanın ve kendilerini yakacak. Sen,
Ksanthos'un kıyıları boyunca ağaçları yak, kendisini de ateşe ver; sana
yalvaracak veya korkutucu sözler söyliyecek; sen hiç kulak asma. Ben
sesimi yükseltip sana haber vermeden saldırışını kesme, yalnız o zaman
alevleri durdurursun.
Böyle dedi, Hefaestos da şaşılacak bir yangın hazırladı. Önce
ovada, Ahilleus'un öldürmüş olduğu insanların sayısız cesetlerini
yakan bir ateş tutuşturdu. Bütün ova kavrulup kurudu, parlak su
akamaz oldu. Yaz sonu, Boreas'ın esip az önce ıslanmış olan bir yemiş
bahçesini hemen yakıp kavurduğu görülür: Onun gibi, ölülerin cesetlerini
yakan ateşle ova yanıp kavruldu. Ondan sonra, alevlerle
yanan ateş, ırmağa doğru yayıldı. Gürgenler, söğütler, tamariler cayır
cayır yanmağa başladı. Çayın, en güzel suları boyunca bol bol yetişmiş
olan nilüferler, mazılar, kamışlar da yanıyordu. Yılan balıkları ile
bütün öbür balıklar çok hünerli Hefaestos'un sıcak nefesinden dayanılmaz
bir sıkıntı içinde kalarak her yana atılıyorlardı. Irmağın siniri
460/555
yanıyordu! O zaman Hefaestos'a bütün isimleriyle seslenerek şöyle
dedi:
— Hefaestos, seninle boy ölçüşecek tanrı yoktur. Senin şu alev
alev yanan ateşinle ben savaşamam. Haydi, sen de kavgayı kes. Tanrısal
Ahilleus, varsın bugün, Troyalıların şehrini alsın; ben ne diye onlara
yardımda bulunmak için böyle boğuşayım?
Ateşle yanarak böyle dedi. Güzel sularından kabarcıklar
fışkırıyordu. Altında alev alev kuru odun yanan bir tencerenin içinde,
iyi semirtilmiş bir domuzun iç yağı nasıl kaynarsa, onun gibi,
Hefaestos'un yangını altında Ksanthos ırmağının güzel suları alevler
içinde yanıyorlardı. Dalgaları kaynıyordu; artık akamıyordu: Durmuştu;
Hefaestos'un nefesi o derece canını yakıyordu. O zaman,
Here'ye çok yalvararak kanatlı sözler söyledi:
— Here, oğlun niçin, benim akışıma —başkalarından ayrı
tutarak— kıyasıya saldırıyor? Ben, Troya'nın yardımcıları arasında, en
az kabahatli sayılırım. Sen söylersen ben savaşı keserim; fakat o zaman
oğlun da kessin! Sana bir de and içmek isterim. Hiçbir zaman
Troyalılardan felâket gününü uzaklaştırmıyacağım, Troya şehri
baştanbaşa yansa, alevler içinde kalsa, onu yakanlar Ahaylılar dahi
olsa, onlara artık yardım etmiyeceğim.
Ak kollu tanrıça Here bu sesleri işitir işitmez oğluna seslendi:
461/555
— Ün salmış çocuğum, Hefaestos, savaşı kes! Ölümlülerin
hatırı için bir ölümsüz tanrıya eziyet etmek yakışık almaz.
Böyle dedi, Hefaestos o şaşılacak yangını söndürdü; ve ırmak
geri çekilerek güzel sularının yatağına indi.
TANRILARDA KAVGA
Ksanthos'un azgınlığı yenildi, ikisi arasında savaş durdu.
Here, kendi coşkunluk içinde iken her ikisini tutmuştu. Fakat o zaman,
öbür tanrılar arasında çok ağır bir kavga patlak verdi, içlerinde
yürekleri karşılıklı iki yöne dönmüştü. Korkunç bir takırdı ile birbirlerinin
üstüne saldırıyorlardı. Geniş yerin üzerinden çınlayışlar yükseliyor,
yüksek gök aralarında kavga borazanı çalıyordu. Olympos'ta oturan
Zeus sesler işitince, tanrıların birbirlerine girdiklerine sevinerek
güldü. Uzun zaman birbirlerinden uzak durmadılar. En önce,
kalkandeşen Ares, tunç mızrak elinde, Athene'ye atılarak kınayıcı sözler
söyledi:
— Niçin, a itsineği, hâlâ çılgın bir güvenle ulu gönlüne uyarak,
tanrıları birbirlerine katıyorsun? Tydeoğlu Diomedes'i beni yaralamağa
teşvik ettiğin, kendin de, eline, herkesin gördüğü bir kargı
alarak, doğru, bana attığın ve güzel derimi yırttığın günü unutuyor
musun? O zaman bana ettiğinin cezasını, şimdi de sen çekeceksin,
sanırım.
462/555
Böyle dedi, ve Zeus'un yıldırımı ile bile yenilemiyen saçaklı
Egid kalkanına silâhını fırlattı. Cana kıyan Ares uzun mızrağı ile
Athene'yi orasından vurdu. Athene geriledi, güçlü eliyle yerden, çok
büyük, pürtüklü bir taş alarak Ares'e attı, onu boynundan vurarak
üyelerinin iflahını kesti. Yıkıldı, yerin üstünde yedi arpent (dönüm)
yer kapladı.
Saçları tozla kirlendi; silâhları üstünde titreşti. Pallas Athene
kahkaha ile güldü ve övünerek kanatlı sözler söyledi:
— Hay düşüncesiz! Hâlâ, benim, senden ne kadar daha
kuvvetli olmakla övündüğümü anlamamışsın, karşıma geçip ateşli
savaşçılıkta benimle ölçüşmeğe kalkıyorsun! Senin annen (Here) de
sana kızıyor, felâketler düşünüyor; Ahaylıları bırakıp şu üstten bakan
(küstah) Troyalılara yardımcılık ettiğin için, Eriny'lere borcunu
ödeyeceksin.
Böyle diyerek alevli gözlerini çevirdi. O zaman Zeus kızı Afrodite
gelip Ares'i elinden tuttu, kaldırıp götürmek istedi; fakat o durmadan
inliyor, bir türlü gücünü toparlayamıyordu. Ak kollu tanrıça
Here'nin gözünden Afrodite kaçamadı. Hemen Athene'ye şu kanatlı
sözleri söyledi:
463/555
— Dikkat! Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, yorulmaz tanrıça!
İşte şu itsineği de, insanlar musibeti Ares'i, boğuşma arasında, can
yakan kavganın dışına götürmek istiyor. Koş, arkasından!
Böyle dedi, Athene, hemen yüreği sevinç dolu, arkaya atıldı.
Üstüne yürüyerek, güçlü eliyle göğsüne vurdu. Afrodite ileri gidemedi:
Yüreğine indi, dizlerinin bağı çözüldü. İkisi de bereketli toprağın üzerine
serildiler. Athene, övünerek onlara kanatlı sözler söyledi:
— Argosluların savaşçılarıyla dövüşen bütün Troya koruyucularının
sonu, işte benim coşkun savaşçılığıma karşı Ares'e yardımcı
çıkan şu sıkılmaz Afrodite'ninki gibi olur! Bunlar olmasaydı çoktan
kavgayı bitirmiş, güzel İlion şehrini almış olurduk.
Böyle dedi, ve ak kollu tanrıça Here gülümsedi. Bu sırada Yeri
sarsan güçlü tanrı, Apollon'a seslendi:
— Foebos, niçin, biz ikimiz birbirimizden uzak duruyoruz!
Arkadaşlar başlamış bulunuyorlar, uzak durmak artık bize yakışmaz.
Savaşa karışmadan Olympos'a, Zeus'un tunç eşiğine, dönmek ayıp
olur. Haydi, sen başla: Çünkü sen benden gençsin. Zavallıcık! Senin
yüreğinde duygu kalmamış! Tanrılar arasında, biz ikimizin, İlion
etrafında, neler çekmiş olduğumuzu bile unutmuşsun. Zeus'un emriyle,
şanlı Laomedon'un yanına gelmiş, yıllıkla hizmetine girmiştik.
Laomedon bizim beyimizdi, bize emirler verirdi Ben, o zaman,
464/555
Troyalılar için, şehirlerin etrafını geniş, yüksek bir hisarla çevirmiş,
İlion'u hücumla alınmaz bir kale haline getirmiştim. Sen de boynuzlu,
paytak yürüyüşlü sığır sürülerini çok kıvrımlı İda'nın ormanlaşmış
derelerinde güderdin. Fakat yıllığı ödemek mevsimi gelince, müthiş
Laomedon bütün ayak terimizi alıkoydu, ve tehditler savurarak bize
yol verdi: Ayaklarımızı, sonra kollarımızı bağlıyacak, uzak adalara
götürüp satacakmış! Hattâ, tunç bıçakla ikimizin kulaklarımızı keseceğini
haykırarak söylüyordu. Şimdi ise bu adamın halkına
(budununa) iyilik etmek istiyorsun, bizimle birleşip şu yüksekten
bakan Troyalıların, çocuklarının ve hanım karılarının esir tutulmasını,
merhametsizce yok edilmesini düşünmüyorsun! Buna, Uzağa atan
Apollon Han cevap verdi:
— Yeri sarsan, kimi vakit toprağın yemişini yiyerek taptaze
yaşıyan, kimi vakit ise tükenip yok olan zavallı insanlar için, sana karşı
olduğumu söylersem, aklımın sağlam olmadığını söylersin. Şu kavgayı,
en çabuk durduralım, onları da kendi kendilerine bırakalım, işlerine
istedikleri gibi düzen versinler.
Böyle diyerek başını çevirdi; babasının kardeşiyle
(Poseidon'la) savaşmaktan hiç hoşlanmıyordu; fakat kızkardeşi canavarlar
Sultanı, avcı Artemis, hemen, ona çıkışarak kınayıcı sözler
söyledi:
— Kaçıyorsun, bütün üstünlüğünü Poseidon'a bırakıyorsun,
ha! Fakat ona hoş bir san veriyorsun! Bir işe yaramadıktan sonra niye
elinde bir yay olsun? Eskiden ölümsüz tanrıların önünde, babamızın
465/555
sarayında, Poseidon'la savaşabileceğini söyleyerek övünürdün, artık
böyle sözler ağzından çıkmasın!
Böyle dedi, ve Uzağa atan Apollon hiçbir cevap vermedi. Fakat
Zeus'un şanlı karısı titizlenerek, Okçu tanrıçaya kınayıcı sözlerle
çıkıştı:
— Ne! Utanmaz köpek, bugün bana kafa tutmak mı istiyorsun!
Zeus seni kadınlar için bir dişi arslan olarak yarattı ve istediklerini
öldürmene izin verdi! Senden çok daha güçlü olanlarla savaşmağa
kalkacağına, dağlara gidip hayvanları ve vahşi dişi geyikleri öldürmeğe
baksan daha iyi olmaz mıydı? Bununla beraber, savaşa alışmak, talim
görmek istiyorsan, değerimin seninkinden ne kadar üstün olduğunu
çabuk anlarsın, azgınlığını savaşçılığımla karşılaştırmağa bir daha
kalkışmayasın.
Böyle dedi, ve sol eliyle, bilekten iki elini tuttu, sağ eliyle
omuzundan yayını aldı; sonra, bu yay ile, gülümseyerek yüzüne, kulaklarına
vurdu; öbür tanrıça her vuruşta gözlerini çeviriyordu. Başını
eğerek gözyaşları içinde kaçtı. Bir dişi güvercin, çaylağın hücumu
altında, —tutulmasını istemiyen kaderi sayesinde— nasıl oyuk bir kayanın
içine, yuvasının bulunduğu deliğe kaçarsa, onun gibi, Artemis,
yayını orada bıraktı, ağlayarak uzaklaştı.
ahilleus troya önünde
466/555
Aralarında böyle söyleşiyorlardı. Bu sırada Foebos Apollon,
kutsal İlion'a girdi. Danaoslular kaderden önce davranırlar da, o günü,
hisarı yıkarlar diye içi rahat etmiyordu! Daima var olan öbür tanrılar,
kimileri kaygılı, kimileri kutlu, Olympos'a döndüler, gidip kara bulutlu
babalarının yanına oturdular. Bu arada Ahilleus, Troyalıları kılıçtan
geçiriyordu: Adamları da, duynakları kalın atları da. Ateşe verilmiş bir
şehirden geniş göklere yükselen dumanlı alev nasıl herkese kaygı ve
birçoğuna yas getirirse onun gibi, Ahilleus da Troyalılara kaygı ve yas
getiriyordu.
O sırada ihtiyar Priam, tanrısal hisarın üstünde oturuyordu.
Devsel Ahilleus'u gördü: Troyalıları tartaklıya kakıştıra kovalıyordu,
onlar da, korkuya tutulmuş, kaçışıyorlardı, hiç bir taraftan da bir
yardım görünmüyordu. Priam içini çekerek hisardan indi, ün salmış
kapı bekçilerini cesaretlendirdi:
— Kollarınızla kapıları açık tutun, korkuya tutulup kaçışan
adamlarımız şehre yetişip sığınabilsinler. Şu saatte bir felâkete doğru
gittiğimizi sanıyorum. Bizimkiler hisara sığınıp biraz nefes aldıkları
zaman, iyi bağdaştırılmış kapı kanatlarını kaparsınız: Meymenetsiz
adam bir sıçrayışta hisarımızın içine girer diye korkuyorum.
Böyle dedi, onlar da kol demirlerini çıkararak kapıları açtılar.
Açılan kapılar kurtuluş ışığı oldu. Apollon, Troyalıları felâketten korumak
istediği için, önlerine atıldı. Boğazları susuzluktan kurumuş, üstleri
başları ovanın tozlarıyla örtülmüş, doğru şehre ve yüksek hisara
doğru kaçıyorlardı. Ahilleus da, durmadan, mızrağı avucunda, onları
467/555
kovalıyordu. Canlara kıyan bir azgınlık yüreğini dolduruyor, şanı
kazanmak iç ateşiyle yanıyordu.
O ânda, Ahaylıların oğulları kapıları yüksek Troya'yı ele
geçirmek üzere iken, Foebos Apollon, Antenoroğlu, kusursuz güçlü
kahraman Agenor'u ileri sürdü; yüreğine cesaret verdi, ve cana kıyan
ölümden korunmak için yanında durdu: Koyu bir buğu ile kaplanmış,
bir meşe ağacına dayanıyordu. Fakat Agenor, şehirler talancısı
Ahilleus'u görünce, yüreği türlü düşünceler içinde, durdu, bekledi.
Sonra, titizlenerek, ulu gönlü ile şöyle konuştu:
— Eyvah, bana: Güçlü kudretli Ahilleus'un önünde, bozguna
uğrayıp kaçanlar gibi, ben de kaçacak olursam, bana da yetişerek —
kendimi savunmağa vakit bulamadan— boynumu vurur. Ya, Peleoğlu
Ahilleus'un tartaklayıp kovaladıklarından ayrılsam, tabana kuvvet,
hisarın dışına, İlion ovasına kaçsam! İda'nın ormanlı yamaçlarına
ulaşıp beklesem! Akşam olunca, çayın sularında yıkanır, terlerden
serinlerdim; sonra yine İlion'a dönerdim! Fakat, yüreğimin bu gibi
tartışmalara ne ihtiyacı var? Benim şehirden ovaya kaçışımın farkına
varmasından da korkulamaz mı? Arkama düşer, çabuk koşan ayaklarıyla
yetişir. O zaman ölümden, ecelden kurtuluş kalmaz. O, bütün
insanlardan çok daha kuvvetlidir. Ya, şehrin dışına gidip onun yüzüne
karşı dursan, dayansan! Onun da, öbür insanlar gibi, tunç temrenle
yırtılır bir derisi, bizimkine benzer bir hayatı vardır; herkes onun da
ölümlü olduğunu söylüyor. Ona sanı veren Kronosoğlu Zeus'tur.
468/555
Böyle dedi, ve kendini toplayıp Ahilleus'u bekledi, yiğit
yüreğiyle savaştan, kavgadan başka bir şey düşünmüyordu. Derin ve
sık bir omandan çıkıp bir avcı ile karşılaşan bir panter, köpeklerin
havladıklarını duyar da yine yüreğine korku girmez, kaçmak aklına
gelmez; avcı vursa, hattâ mızrağıyla deşip geçirse yine ateşliliğini unutmaz
: Ya önce saldıracak, ya yok olacak. Bunun gibi, Antenor'un şanlı
oğlu Agenor, Ahilleus'la sınaşmadan kaçmağı artık düşünmüyordu.
Yusyuvarlak kalkanını önüne getirdi, kargısıyla Ahilleus'a nişan alıp
haykırdı:
— Yüreğinle düşünüp, ün salmış Ahilleus hemen bugün, şanlı
Troyalıların şehrini alabileceğini çok ummuşsundur. Saf adam! Bu şehir
için daha bir çok cefalara katlanman gerekecektir! Bu duvarlar
arasında bizden daha bir çok yiğitler vardır; onları yakınlarımızın,
kanlarımızın, oğullarımızın yanına vererek İlion'u savunabileceğiz.
Sen, ne kadar kuvvetli bir kahraman savaşçı da olsan, kaderini burada
bekliyeceksin.
Böyle dedi, ve ağır eliyle uzun tunç mızrağı fırlatarak, dizin
altından, bacağına değdirdi. Baldırı saran yeni kalay dolaktan korkunç
bir çınlayış çıktı, fakat temrenin tuncu dolağı delemiyerek geri fırladı;
tanrı hediyeleri tunç temreni uzaklaştırmışlardı. O zaman, hemen,
Peleoğlu tanrısal Agenor'un üstüne atıldı. Fakat Apollon bu şanı ona
vermedi; adamı çekip koyu bir buğu arkasına sakladı; sonra kavganın
bir sığınağına götürdü. Sonra, Peleoğlunu, Troyalılardan uzaklaştırmak
için bir tuzağa düşürdü: Uzağa atan, kendi, Agenor'un bütün
kılığına girerek Ahilleus'un önüne dikildi. Hemen üstüne atılmasıyla,
Apollon kaçtı; Ahilleus kovaladı. Uzun zaman bereketli ova içinde
kovaladı, sonra ona derin burgaçlı Skamandros'un kıyılarını dolaştırdı.
469/555
Apollon küçük bir aralıkla kaçıyordu. Ahilleus da çabuk ayaklarıyla
yetişmek ümidini bırakmıyordu. Böyle, haince bir hile ile, Peleoğlunu
oyaladı; öbür Troyalılar, bozguna uğramış şehre yığınlarla ulaştılar, bu
umulmıyan kurtuluştan sevinç içinde kaldılar. Birbirlerini şehrin ve
hisarın dışında beklemeğe bile cesaretleri, kimin yeneceğini kimin öleceğini
görmeğe merakları kalmamıştı. Tabanlarının ve baldırlarının
kuvvetiyle kaçabilenlerin hepsi Troyanın içine aktı.
470/555
ŞAN : XXII
AHİLLEUS TROYA ÖNÜNDE
Ürkmüş geyik yavruları gibi şehre sığındılar, terlerini havada
kurutuyorlar, susuzluklarını bir şey içerek gideriyorlar; sonra hisarın
güzel mazgallarına dayanıyorlardı. O sırada Ahaylılar, kalkan omuzda,
surlara yanaşıyorlardı. Hektor yalnız, meymenetsiz bir kaderle bağlı,
orada, İlion ile Skees kapıları önünde duruyordu. O ara, Foebos Apollon
Peleoğluna seslenerek şöyle dedi:
— Peleoğlu, niçin beni çabuk ayaklarında kovalıyorsun? Sen
ancak ölümlü bir insansın, ben ise ölümsüz tanrıyım. Benim bir tanrı
olduğumu bile henüz anlıyamamışsın ki azgınlığında direniyorsun. Şu
bozguna uğrattığın Troyalılarla artık savaşmak niyetinde değil misin
yoksa? Onlar rahat rahat şehirlerine ulaştılar, sen ise buralarda yolunu
şaşırıp duruyorsun. Anla artık, sen beni öldüremezsin: Kaderin, senin
eline teslim ettiklerinden değilim.
O zaman ayağına çabuk Ahilleus çok titizlenerek şöyle dedi:
— Bana oyun oynadın. Uzağa atan, tanrıların en sevimsizi.
—Hile ile beni surlardan uzaklaştırarak, buralara getirdin' Bu olmasaydı
daha bir çok savaşçılar, İlion'a ulaşmadan önce tozu toprağı
ısırmış olacaktı. Troyalıları kurtarıp büyük bir şanı elimden aldın—
senin için hiç bir tehlike yoktu: bir cezaya çarpmaktan korkmuyordun!
Ben senin cezanı verirdim ama, ne çare, elimde gereken vasıtalar vok.
PRlAM İLE HEKUBE HEKTOR'A YALVARIYORLAR
Böyle dedi, ve aklıyla büyük şeyler düşünerek şehre doğru
yürüdü. Yarışta ödül kazanmış bir at nasıl dört nala koşar, arkasından
da arabayı zahmetsizce sürüklerse, onun gibi, Ahilleus, tabana kuvvet,
çabuk gidiyordu.
İhtiyar Priam, en önce, ovada sıçraya sıçraya gittiğini gözleriyle
görmüştü: yaz sonu, gökte, alev saçar gibi görünen ve Orion'un
köpeği ismi verilen çok parlak yıldıza benziyordu. Fakat bu yıldız
uğursuz bir alâmettir: zavallı insanlara çok zararlı sıtma getirir!
Koşarak gelen Ahilleus'un üstünde başında tunç böyle bir ışıltı ile parlıyordu.
İhtiyar içini çekti, ellerini kaldırarak başını dövdü; sonra, derin
bir hıçkırıkla, oğluna yalvardı: Hektor. Kale kapılarının önünde,
Ahilleus'la dövüşmek arzusu üzerinde direnerek duruyordu. İhtiyar,
acıklı bir sesle, iki kolu uzanmış, şöyle dedi:
— Hektor, çocuğum, dinle beni! yarenlerinden uzak, yalnız
başına, bu adamı bekleme; çok çabuk Peleoğluna yenilir, kaderine
erişirsin: çünkü senden çok daha kuvvetlidir. Hey tanrılar! siz onu
(Peleoğlu) benim gibi sevseydiniz! Köpekler ve akbabalar, çabuk,
472/555
yerlere serilmiş, yerlerdi; benim de yüreğim yakıcı kaygısından kurtulurdu.
Nice yiğit, oğlumu benden almış, öldürmüş veya uzak adalara
götürüp satmıştır! Bugün de, şehre ulaşan Troyalılar arasında iki
oğlumu Lykaon ile Polydor'u göremedim. Bunları bana şanlı kadın
Laothoe vermişti. Eğer ordu içinde yaşıyorlarsa tunçla altınla onları
kurtarırız; bunlar bizde eksik değildir. Fakat eğer yok olmuşlar,
Hades'in konaklarına inmişlerse yüreğimizde, onları hayata getiren
benle annelerinin yüreğinde, ne acı bir yas olur! Hiç olmazsa sen,
Ahilleus'un kolu ile düşüp yok olmasan, bütün başka kaygılarımız kısa
sürerdi. Haydi, çocuğum, hisarımızın içine gir; böyle yaparsak Troyalı
erkek ve kadınları korursun, Peleoğluna büyük şanı vermezsin, sen de
tatlı canından olmazsın. Sonra sen, bana da acı, daha başımda, biraz
duygusu kalan ben zavallı ihtiyara acı. Zeus Ata bana neler çektirmedi:
gözlerimin önünde oğullarım can çekişti, kızlarım halayıklığa
sürüklendi, konağım harap edildi, torunlarım cana kıyan dövüşlerde
yerlere serpildi, gelinlerimi uğursuz Ahaylılar kucakladı: şimdi de,
ihtiyarlığın eşiğinde, beni zalim bir kader bekliyor: bir kargının veya
bir kılıcın sivri tuncu ile vücudumdan hayatım koparıldıktan sonra
kapımdaki kan içen köpekler paralıyacak! kapılarımda bekçilik etsinler
diye soframda beslediğim köpekler azgın bir yürekle kanımı
sömürdükten sonra gelip divanhanemde dolaşacaklar! Sivri tunç ile
vücudu delik deşik edilmiş genç bir savaşçı için ne ise! ölü düşüp yatması
bile güzel. Fakat köpeklerin beyaz bir alna, apak bir başa, kılıçtan
geçirilmiş bir ihtiyarın erkekliğine hakaret etmeleri, işte zavallı insanlar
için bundan daha acıklı felâket olmaz!
İhtiyar böyle dedi, ve avuç avuç beyaz saçlarını yoldu; fakat
yine de Hektor'un yüreğini kandıramadı. Öbür yandan annesi de göz
yaşları dökerek figan ediyordu; bir eliyle koynunu açtı, öbürü ile de
memesini tuttu; ağlıyarak kanatlı sözler söyledi:
473/555
— Hektor, çocuğum, bu göğüse saygı göster. Bana da acı!
hatırla, çocuğum, seni şu bağrıma basardım: orada bütün kaygılar unutulur!
Bu düşman savaşçıyı hisarımızın içinde yenmeğe bak;
karşısına çıkıp onunla yakından dövüşme. Düşün, seni öldürürse, ne
seni doğuran ben, ne bunca hediyeler vererek aldığın karın bir cenaze
yatağı üzerinde senin için ağlıyamıyacağız. Bizden uzak, gemilerin
yanında, Argosluların köpekleri yiyecekler.
HEKTOR'UN KARARSIZLIKLARI
Sevgili oğullarına, ağlıyarak böyle yalvarıyorlardı, fakat
Hektor'un yüreği bir türlü kanmıyordu. Hep orada duruyor, devsel
Ahilleus'un yaklaşmasını bekliyordu. Dağ başında, zehirlerle beslenmiş
bir ejder, cana kıyan bir kızgınlık içinde, deliliğin önünde
çöreklenmiş, ürkütücü gözlerle insanı nasıl beklerse, bunun gibi, Hektor,
hiç bir şeyle söndürülemez bir iç ateşiyle, orada, gerilemeksizin,
parlak kalkanı surun bir çıkıntısına dayanmış, duruyordu. Bu ara, titizlenerek
ulu gönlüne şöyle dedi:
— Vah, bana! Kapılardan ve hisarlardan öteye geçersem, en
önce Polydamas beni ayıplıyacaktır: Ahilleus'un harekete geçtiği o
meymenetsiz gece, bana, Troyalıları şehre çekmeği öğütlemişti. Ben
dinlememiştim. Dinleseydim ne kadar iyi olacakmış! Şimdi halkımı
mahvettikten sonra, Troyalı erkeklerden ve uzun entarili Troyalı
kadınlardan utanıyorum. Bir gün bir değersizin «Hektor gücüne aşırı
güven gösterdiği için halkını mahvetti» demesini istemiyorum. Ama
böyle diyeceklerdir! Benim için Ahilleus'un karşısına çıkmak. —ve onu
474/555
öldürmeden veya şehrimin önünde, onun kolu altında düşüp şanla
şerefle ölmeden— dönmemek çok daha kazançlı olur. Bir de, göbekli
kalkanımı ve güçlü tulgamı bir yana koysam, mızrağımı duvara dayasam;
doğru, kusursuz Ahilleus'un yanına gitsem, ona Helene'yi ve
vaktiyle Aleksandros'un koca karınlı gemileriyle Troyaya getirmiş
olduğu bütün hazineleri teklif etsem... Evet, aramızdaki kavgaya sebep,
olan bu malları Atreoğullarına vermeğe hazırım; bundan başka,
güzel şehrimizde bulunan bütün zenginlikleri Ahaylılarla paylaşırım,
hattâ ihtiyarlar Meclisine hiç bir malın kaçırılmayacağına and da içiririm.
Fakat yüreğimin böyle tartışmağa ne ihtiyacı var? Silâhsız bir
kadın gibi yanına gidersem, hiç bir saygı göstermeden, beni öldürebileceğinden
korkmam gerekmez mi? Hayır, meşeye çıkmak, kayaya
tırmanmak zamanı değildir, veya delikanlı ile genç kızın oturup
konuştukları gibi bizim uzun uzadıya oturup konuşmağa vaktimiz yoktur.
En iyisi, en büyük tezlikle karşılaşıp kavganın çözümüne erişmektir:
bakalım, Olympos'lu, ikimizden hangisine şanı vermek
niyetindedir!
KOVALAMACA
Böyle düşünüp bekliyordu. Fakat işte, Ahilleus, sıçrayıcı
tulgalı savaşçı Enyal (Ares) gibi yaklaştı. Pelion kayın ağcından,
ürkütücü mızrağı sağ omuzunda titreşiyordu; vücudunun her
yanından alevli ateşe veya doğan güneşe benziyen parıltılar çıkıyordu.
Onu görür görmez Hektor'u korkudan titreme aldı. Artık durduğu
yerde kalmağa yüreği yoktu. Kale kapılarını arkasında bırakarak
oradan kaçtı. Peleoğlu ise, ayaklarından emin, arkasından atıldı.
Dağlarda bütün kuşların en çabuk uçanı milan, kolay bir saldırışla
ürkek kumru kuşu üstüne atılır. Kumru sıvışarak kaçar; milan, tiz
475/555
seslerle, sıkışık sıçramalarla yaklaşır: yürekten onu yakalamak isteğindedir.
Bunun gibi, ateşli Ahilleus, doğru, Hektor'un üstüne uçarcasına
atılır; Hektor ise korkudan titreyerek Troya hisarının altına, dizlerinin
var gücü ile kaçar. Gözetleme yerini ve rüzgârların dövdüğü incir
ağacını geçtiler, hep surlardan uzaklaşarak büyük yola atıldılar; güzel
sularla akan iki çeşmenin başına ulaştılar. Akışı burgaçlı
Skamandros'un iki pınarı burada fışkırmaktadır. Birinden ılık su akmakta,
üstüne ateşin alevine benzer bir duman yükselmekte.
Öbüründen, yaz ortası, —buz gibi, kar gibi— donmuş bir su akar. Bunların
bir yanında geniş geniş yunaklar vardır: barışık zamanında,
Ahaylılar gelmeden, buradan Troyalıların kadınları ve genç kızları
çamaşırlarını yıkarlardı.— İkisi, bu pınarları, koşarak geçtiler; biri
önden kaçıyor, öbürü arkadan kovalıyordu. Bu, bir yarış değildi, bir
kurbanlık, bir boğa derisi veya başka bir ödül kazanmak için koşmuyorlardı.
Bu kovalamacanın hedefi atkısrak terbiyecisi Hektor'un hayatı
idi. Üç defa, Priam'ın şehrini, çabuk koşan ayaklarıyla, dolaşmışlardı.
Bütün tanrılar seyirlerine bakıyordu. Tanrıların ve insanların babası,
ilkin, söz alarak şöyle dedi:
— Eyvah! Troya hisarının etrafında sevgili birinin
kovalandığını gözlerimle görüyorum. Yüreğim Hektor için kaygılanıyor:
bana nice öküz butları yakmıştı, kimi vakit çok kıvrımlı İda'nın
yüksek tepelerinde, kimi vakit kendi akropolunda! şimdi ise tanrısal
Ahilleus onu, çabuk ayaklarıyla, Priam'ın sitesi etrafında kovalıyor.
Haydin, tanrılar, danışarak bir karar verin: Ölümden kurtaracak
mıyız? Yoksa, şu saatte, çok cesur bir yiğit ise de, Peleoğlu Ahilleus'un
kolu altında öldürecek miyiz? Çakır gözlü Athene, ona şöyle cevap
verdi:
476/555
— Beyaz yıldırım sahibi, Karabulutlu Babamız, bu söylediklerin
nasıl sözlerdir? Çoktan beri kaderi belirmiş ölümlü bir insanı sen
şimdi canlara kıyan ölümden kurtarmak mı istiyorsun? Nasıl istersen?
Fakat biz öbür tanrılar seni onaylamada birleşemiyoruz.
Bulut devşiren Zeus da böyle cevap verdi:
— Korkma, kızım, Tritogenia, iyice kararlaşmış bir yürekle
konuşmuyorsun, sana karşı da yumuşak davranmak isterim. Haydi,
düşündüğün gibi yap, hem de gecikme.
Böyle dedi, ve Athene'nin ateşli isteğini bir kat daha
alevlendirdi. Tanrıça bir sıçrayışla Olympos'un tepelerinden havalanıp
indi.
ATHENE'NİN ARAYA GİRMESİ
O sırada ayakları çabuk Ahilleus, inatçı bir direnme ile,
Hektor'u kovalayıp kakıştırıyordu. Bir geyiğin yavrusunu yuvasından
kaldıran bir köpek, dere tepe, arkasından kovalar; geyik yavrusu, bir
ara, görülmeden bir ağaçlığın içine sığınır; köpek peşini bırakmaz, hiç
durmadan, onu buluncaya kadar araştırır. Bunun gibi, Hektor da ayağına
çabuk Peleoğlunun gözünden bir türlü kaçamıyordu. Ne zaman
477/555
Dardan kapılarına asılıp hisarın içine sığınmayı düşünse her defasında
Ahilleus ondan önce davranarak ve kendi şehir tarafına koşarak
yolunu kesiyor ovaya doğru sürüyordu. Böylece o gün, ne Ahilleus
Hektor'u yakalıyabiliyor, ne de Hektor Ahilleus'tan kaçınabiliyordu.
Bir defa daha, son bir defa, Apollon Hektor'un yanına gelerek
yiğitliğinin ve baldırlarının kuvvetini arttırdı, kara ecel tanrıçalarının
eline düşmesine bir kere daha engel oldu. Bu sırada tanrısal Ahilleus
yarenlerine işaret ederek Hektor üzerine silâh atmamalarını emretti.
Başka birinin silâhıyla vurulmasını, böylelikle şanı almada kendisinin
ikinci kalmasını istemiyordu. İşte, dördüncü defa olarak, pınarlara,
çeşmelere geliyorlardı. O zaman tanrıların
Babası altın terazisini açtı, iki kefesine ikisinin acı ecel tanrıçalarını
koydu; sonra teraziyi ortasından kaldırdı: Hektor'un ecel
tanrıçası ağırlığıyla baskın gelerek kafesi Hades'in içine ağdı. O zaman
Foebos Apollon onu kaderine bıraktı. Öbür yandan çakır gözlü Athene
Peleoğluna yaklaşarak kanatlı sözler söyledi:
— Bu sefer umarım ki ikimiz, Ahaylıların gemilerin de,
yiğitliğine ne kadar yüksek olursa olsun, Hektor'u yenerek büyük bir
şan kazanacağız. Artık bu saatte elimizden kaçamıyacaktır; Uzağa atan
Apollon Egid kalkanını tutan Zeus Babanın ayaklarına kapanıp yalvarsa
da bir şey elde edemiyecekti. Sen artık dur ve nefes al, ben ötekine
gidiyorum; seninle, yüz yüze, dövüşmeğe kandıracağım.
Athene böyle dedi, öbürü de dinledi ve yüreği sevinçle doldu.
Durdu ve mızrağının sivri tunç temrenine dayandı; tanrıça ayrılarak
478/555
tanrısal Hektor'u bulmağa gitti. Deifobos'un boyuna bosuna girerek
yaklaştı, hiç gevşemiyen sesiyle şu kanatlı sözleri söyledi:
— Ağabeyciğim, ayağına çabuk Ahilleus, seni Priam'ın şehri
etrafında kovalamakla hayli yordu: Haydi, duralım, karşı koyarak onu
uzaklaştıralım.
Buna karşı tulgası kıvılcım saçan büyük Hektor cevap verdi:
— Sen çoktan beri benim için, Priam'dan ve Hekübe'den
doğmuş kardeşlerimin hepsinden daha sevgili idin. Fakat bugün sana
çok daha yüksek bir değer veriyorum: sen beni görünce yüreğine
uyarak hisardan çıktın, yanıma geldin, öbürleri ise hisarın içinde
kaldılar. Çakır gözlü tanrıça Athene ona cevap verdi:
— Ağabeyciğim, babam da hanım annem de, ayrı ayrı dizlerime
kapanarak, yarenlerin de etrafımı alarak, yalvardılar; olduğum
yerde kalmamı söylediler: hepsi korkudan titriyorlar. Fakat göğsümde
yüreğim acı bir yas içindeydi. Haydi, şimdi, ikimiz, doğru, öne yürüyelim;
coşkunlukla, mızraklarımızı esirgemeden, dövüşelim. Böylece anlayacağız:
Ahilleus bizi öldürüp kanlı soykalarımızı koca karınlı gemilere
götürebilecek mi, yoksa senin mızrağınla yenilip düşecek mi?
479/555
DÖVÜŞ
Haince böyle konuşan Athene yürüyüp yolu gösterdi. İkisi
karşılıklı yürüyerek birbirine yaklaştılar. O zaman, tulgası kıvılcım
saçan büyük Hektor en ilkin söz alarak şöyle dedi:
— Senden artık kaçmak istemiyorum, Peleoğlu: üç defa,
Priam'ın şehri etrafında, saldırışını beklemeğe cesaret etmeden,
kaçarak dolaştım, fakat artık yüreğim durup sana karşı kafa tutmamı
söylüyor. Elime mi geçersin, ben mi senin eline geçerim! Haydi,
burada tanrıları tanık tutalım, aramızda bir anlaşmaya varmak için
onlardan iyi şahitlerimiz olmaz. Eğer Zeus bana üstünlüğü verir de
canını alabilirsem sana yakışmıyacak büyük hakaretlerde bulunmağı
düşünmüyorum. Tersine, silâhlarını aldıktan sonra, cesedini
Ahaylılara vermek niyetindeyim, Ahilleus! Sen de böyle yapacağına söz
ver.
Ayakları hafif Ahilleus ona kızgın bir gözle bakarak şöyle dedi:
— Kötülüğü unutulmaz Hektor, bana anlaşmalardan söz açma.
Arslanla insan arasında yeminli anlaşma olmaz, kurtla kuzunun
yürekleri de birbiriyle anlaşacak gibi yapılmış değildir. Benimle senin
de anlaşıp sevişmemize hiçbir yol yoktur. İkimizden biri düşüp kanıyla
Ares'i doyurmadıkça herhangi bir anlaşma düşünülemez. Bunun için,
bütün yiğitliğini yüreğinde topla: cesur bir savaşçı olmağa her
480/555
zamandan çok şimdi senin ihtiyacın vardır. Senin için sığınacak tanrı
da kalmamıştır, az sonra Pallas Athene seni kolumun altına verecek;
bir vuruşumla, yarenlerimden, azgın mızrağınla öldürmüş oldukların
için yüreğimin çektiği bütün kaygıları ödeyeceksin.
Böyle dedi, ve mızrağını sallıyarak, doğru, öne fırlattı. Fakat
ün salmış Hektor, silâhın gelişini görerek çömeldi, ondan kaçınabildi;
tunç mızrak uçarak, Hektor'un üstünden geçti, gidip toprağa çakıldı.
Pallas Athene, hemen, budunlar çobanı Hektor'a görünmeden, mızrağı
alıp Ahilleus'a verdi. Bunun üzerine kusursuz Hektor, Peleoğluna
seslenerek şöyle dedi:
— Hedefe ulaştıramadın! Demek, tanrılar benzeri Ahilleus,
öleceğim saati Zeus'tan haber almış değildin. Oysa, bildiğini söylüyordun!
Sen güzel söz söyler, palavra savurur birisin, ama, bunlarla
yiğitliğimi, iç ateşimi unutturamazsın: kaçan birinin sırtına silâhını
saplamana fırsat vermiyeceğim. Doğru, üstüne yürüyorum; silâhını
göğsüme çal: tanrılar izin veriyorsa. Şimdilik, sen, tunç kargımdan
kendini sakın. Ah, şunu bir tenine yerleştirebilsem! Ölen Troyalılar
için kavganın ağırlığı azalırdı; onlar için en büyük musibet sensin.
Böyle dedi, ve uzun mızrağını sallıyarak, öne fırlattı; ve Peleoğlunun
tam kalkanına değdirdi; fakat silâh kalkandan çok uzağa geri
tepti. Hektor, elinden silâhının boşa atıldığını görünce titizlendi.
481/555
Olduğu yerde, burnu kırılmış, kaldı: gönderi kayın ağacından
mızrağı da elinden gitmişti. Yüksek sesle beyaz kalkanlı Deifobus'u,
silâhını getirmek için, çağırdı, fakat Deifobos artık yanında yoktu!
Hektor, yüreğiyle işi anlıyarak şöyle dedi:
— Eyvah! şüphe kalmadı: tanrılar beni ölüme çağırıyorlar. Ben
yanımda kahraman Deifobos'un bulunduğunu sanıyordum, meğer
Athene bana oyun oynamış! Artık, acı ölüm, şu saatte benden pek uzak
değildir; ondan kaçınmağa hiçbir çare kalmadı. Demek, eskiden, beni
bütün gönlü ile koruyan Zeus'un ve oğlu Apollon'un asıl istediği bu imiş!
Şimdi artık kaderin elindeyim, fakat savaşsız, şansız ölmiyeceğim:
gelecek insanların işiteceği işler görmeden ölmek istemiyorum.
HEKTOR'UN ÖLÜMÜ
Böyle dedi, ve böğrüne asılmış büyük ve güçlü kılıcı çekti;
sonra kendini toparlayarak öne atıldı; yüksekten uçan ve karanlık bulutlar
arasından ovaya doğru giden kartal, yumuşak yürekli bir kuzuyu
veya deliğinde saklanan tavşanı kapmak için nasıl atılırsa, onun gibi,
Hektor da sivri kılıcını sallayarak öne atıldı. Ahilleus da ileri sıçradı:
yüreği vahşi bir ateşle doluydu; göğsünü sanatla işlenmiş kalkanıyla
örttü; alnında dört tepelikli tulgası vardı: onda Hefaestos'un taktığı
güzel, ağır altın sorguç sallanıyordu. Gecenin en karanlık zamanında,
başka başka yıldızlar arasında ilerleyen yıldız, gökte en güzel yeri olan
Çulpan yıldızı nasıl parlarsa, onun gibi, Ahilleus'un sağ elinde salladığı
bilenmiş mızrak alev alev parlıyordu; tanrısal Hektor'un ölümünü
düşünerek, gözleriyle, etinin (zırhlı vücudunun) en korunmamış yerini
482/555
arıyordu. Vücudunun her tarafı tunç silâhlarla, öldürdükten sonra
güçlü Patroklos'tan, soymuş olduğu güzel silâhlarla örtülmüştü; yalnız
bir nokta, köprücük kemiğinin omzu boyundan, boğazdan ayırdığı
nokta görülebiliyordu. Can, en kolay buradan alınabilirdi; tanrısal
Ahilleus, ateşli bir saldırışla, işte buraya mızrağını Hektor'a sapladı.
Temren, doğru, nazik boynun içinde işledi. Bununla beraber ağır silâh
gırtlağa değmemişti: bir kaç kelime söyleyip cevap verebilirdi.
(Hektor) tozların içine yuvarlanırken tanrısal Ahilleus zaferini
söylüyordu:
Hektor, Patroklos'u soyarken, belki ucuz kurtulacağını sanıyordun:
beni hiç hesaba katmıyordun, çünkü çok uzaktaydım! Akılsız
adam! Senden daha cesur bir koruyucusu olarak ben, arkasındaydım!
Şimdi dizlerini çöktürdüm: köpeklerle kuşlar seni parçalayıp yiyecekler,
ona ise Ahaylılar cenaze şereflerini vereceklerdir.
Sönmek üzere olan bir sesle tanrısal Hektor şunları söyledi:
— Sana yalvarıyorum, dizlerine kapanıyorum: annen için,
baban için, tatlı canın için... beni Ahay gemilerinin yanında köpeklere
parçalatma! İstediğin kadar tunç, altın kabul et, babamın, sevgili annemin
sunacakları hediyeleri al, cesedimi onlara ver, Troyalı erkekler
ve kadınlar bana da cenaze ateşi şerefinden bir pay ayırsınlar.
483/555
Ayağına çabuk Ahilleus ona kızgın bir gözle bakarak şöyle
dedi:
— Köpek, dizlerime kapanma, anam babam adına yalvarma!
Yüreğimin öfkesi öyle büyük ki, seni çiy çiy, kıtır kıtır yemek isterdim.
Bana ettiklerinden sonra, hiçbir şey köpekleri başından uzaklaştıramaz:
bana on kat, yirmi kat diyetini getirseler, teraziye vursalar
fazlasını da va'detseler, Dardanoğlu Priam senin ağırlığınca altın getirip
teraziye koysa, hayır, seni hanım annen bir cenaze yatağına
yatırmıyacak, doğurduğu oğlu için ağlıyamıyacak, seni köpekler,
kuşlar paralayıp yiyecektir.
Tulgası kıvılcımlar saçan Hektor, ölürken şunları söyliyebildi:
— Seni daha görür görmez bilmiştim: sen kanmazsın: sende
demirden bir yürek var. Yalnız dikkat et, tanrıların öfkesini üstüne
çekmiyesin! bütün yiğitliğinle beraber, bir gün, Paris ile Foebos Apollon
sana da Skees kapılarının önünde ölümü vereceklerdir.
Bu sözleri bitirirken, her şeye son veren ölüm onuda kaplamıştı.
Ruhu üyelerinden ayrılarak gençliği ve yiğitliği bırakmış, kaderine
ağlıyarak Hades'e uçmuştu. Tanrısal Ahilleus şunları söylerken
o ölmüştü:
484/555
— Sen ölgil! ölüme Zeus ve öbür tanrılar ne zaman isterlerse
ulaşacaktır.
Böyle dedi, ve ölüden tunç mızrağını çekerek bir yana koydu;
sonra, omuzlarından kanlı silâhları çıkardı. Ahaylıların oğulları her
yandan koşup geldiler, hayran hayran ölünün boyuna bosuna, güzelliğine
seyirci oldular, her gelen de bir vuruş indiriyordu; aralarında
şöyle diyorlardı:
— Şurada uzanıp yatan Hektor ne kadar yumuşak; gemilerimizi
alevli ateşe veren Hektor ne kadar başkaydı!
Hepsi böyle söylüyor, sonra yaklaşıp ölüye vuruyorlardı. Ayağına
çabuk tanrısal Ahilleus silâhlarını soyduktan sonra Argosluların
ortasında dikilip kanatlı sözler söyledi:
— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları, tanrıların izniyle
şu adamı yere vurduk; kendi başına bize, bütün öbür düşmanların
birlikte ettikleri fenalığın fazlasını yapmıştı. Şimdi, haydin, silâhlı
olarak çepeçevre şehrin etrafını dolaşalım, Troyalıların ne yapmak niyetinde
olduklarını sınayalım: Hektor düştükten sonra, bugün, yüksek
şehirlerini bırakıyorlar mı; yoksa onsuz da, ne olursa olsun, tutunmak
mı istiyorlar? Fakat böyle tartışmağa yüreğimin ne ihtiyacı var?
Patroklos, gemilerimizin yanında yatıyor, henüz gömülmemiş ağlanmamıştır.
Onu unutamam: ben yaşıyanlar arasında bulundukça ve
485/555
baldırlarım hareket edebildikçe unutamayacağım; Hades'de bile,
başkaları kendi ölülerini unutsa da ben arkadaşımı hatırlıyacağım.
Şimdi, Ahay oğulları, bu adamı gemilere götürelim ve götürürken Pean
duasını okuyalım: Büyük bir şan kazandık, tanrısal Hektor'u öldürdük;
Troyalılar, şehirlerinde, ona bir tanrı imiş gibi dua ederlerdi.
Böyle dedi, ve tanrısal Hektor'a aşağılayıcı işler tasarlıyordu,
iki ayağının topukla ökçe arasındaki veterleri delerek kayışlar geçirdi,
başı yerde sürüklenmek üzere, cesedi arabasına bağladı. Sonra, şanlı
silâhları yanına alarak arabaya bindi, atlarını kamçılayıp kaldırdı: atlar
ateşli bir coşkunlukla uçuyordu. Böyle sürüklenen cesedin etrafında
bir toz bulutu yükseldi. Koyu renkli saçları dağılmıştı, tozlar içinde
yatıyordu. Eskiden çok güzel olan o başı, Zeus şimdi, düşmanlarına
teslim etmişti; onlar da, kendi vatanının toprakları içinde, diledikleri
hakaretleri reva görüyorlardı.
TROYADA MATEM
Bu baş toz içinde sürüklenirken, anası saçlarını yoluyordu;
çocuğunu o halde görünce parlak vualini attı, uzun uzun hıçkırıyordu,
babası da acıklı figanlarla ağlıyordu; ikisinin etrafında ve baştan başa
bütün şehir içinde, insanlar hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Bütün yaşlı
İlion şehri, dipten tepeye, ateşe verilmiş, yanıyor gibi idi. Ruhu
heyecan içinde kalan ihtiyarı, halk, çok güç tutabiliyordu: ne olursa
olsun Dardan kapılarından dışarı çıkmak istiyordu. Kendini çamura,
gübreye atıyor, herkesi ismiyle anarak yalvarıyordu.
486/555
— Çekilin, a dostlar! Ne olur bırakın. Şehirden yalnız çıkayım,
Ahay gemilerine gideyim. Bu azmış, yoldan sapmış adama yalvarmak
istiyorum; bakayım, yaşıma bir saygı gösterir mi? İhtiyarlığıma biraz
acımaz mı, göreyim. Onun da bir babası var: hayata getiren ve
Troyalılara belâlar getirmek için büyüten babası Pele; bana
çektirdiği acıları kimseler vermemiş! Benim bu kadar genç ve güzel
oğullarımı öldürdü! Hepsi için yas tuttum, ağladım, fakat yalnız birinin,
Hektor'un matemi öyle yürek yakıcı ki beni Hades'e indirecek. Ah,
bari kucağımızda öleydi! Doya doya ağlar, yasını tutardık, doğuran
bahtı kara anası ile ben!...
Böyle diyordu, vatandaşları hıçkırıkları ile karşılıyorlardı.
Öbür yandan, Hekübe de Troya kadınları önünde uzun bir ağıta
başlıyordu:
— Çocuğum! Bahtı kara ananı gör! Bu dayanılmaz kadere ben
nasıl dayanayım, seni kaybettikten sonra ben nasıl yaşıyayım? Gönlümün,
şehir içinde, gece gündüz kıvandığı sendin! Siten içinde, bütün
Troyalı erkeklerin ve kadınların dayandığı kuvvettin. Seni bir tanrı gibi
selâmlarlardı, yaşadıkça onların büyük şanı idin! Şimdi ölümün, kaderin
elindesin...
Ağlayarak bunları söylüyordu. Fakat Hektor'un karısı daha hiç
bir şey bilmiyor. Hiç bir haberci kendisine gelip kocasının kale
487/555
kapılarının dışarısında kaldığını söylememiştir. Yüksek sarayın bir
odasında, o, tezgâhında bir ergovan kumaş dokuyor, türlü desenlerle
süslüyordu. Hektor içip, kavgadan dönüşünde, sıcak banyosu hazırlanmış
olmak üzere, güzel saçlı halayıklara büyük bir üçayaklı ocağa koymak
emrini vermişti. Zavallı saf kadın! çakır gözlü Athene'nin, banyodan
çok uzak, onu, Ahilleus'un kolu altında ezdirmiş olduğunu bilmiyor!
Birden, hisar tarafından gelen hıçkırıklı matem sesleri kulağına
geldi! Eli ayağı uyuştu, mekik elinden yere düştü. Hemen örgüleri
güzel kadınlara şöyle dedi:
— Olanı biteni anlamak için oraya gitmek istiyorum, ikiniz
benimle beraber gelsin. Sayın kaynanamın sesini işittim; göğsümün
içinde yüreğimin dudaklarıma geldiğini duyuyorum; dizlerim kaskatı
kesildi: Priam oğullarının başında bir felâket dolaşıyor. Aklıma gelen
sözler kulaklarımdan uzak kalsın! Fakat çok korkuyorum: Ahilleus yalnız
Hektor'u şehirden ayırmış, ovaya çekmiş, yiğitliğine son vermiş olmasın!
O, hiçbir zaman yiğitler arasında durmaz, başka taraflara
koşardı, herkesten üstün bir iç ateşi var.
Böyle dedi ve bir çılgın gibi, yürek çarpıntıları için de, saraydan
çıktı; iki halayık arkasından yürüdü. Hisarın üstünde toplanmış
halkın yanına gelir gelmez, telâşlı gözleri onun (Hektor'un) şehrin
önünde yerlerde sürüklenmekte olduğunu farketti: dört nala koşan atlar
saygısızca, merhametsizce Ahaylıların koca karınlı gemilerine
doğru sürüklüyorlardı. Karanlık bir gece gözlerini bürüdü; canı çıkarcasına
nefesi tükenerek arkaya yıkıldı. Başından parlak bağlarını, alnından
örülmüş efserini, nihayet gelin olduğu gün altın Afrodite'nin
hediye ettiği yaşmağı dağıttı; o gün tulgası kıvılcım saçan Hektor sayılmaz
hediyeler vererek Eetion'un evinden alıp götürmüştü. Yanına
488/555
koşan görümceleri ve eltileri onu ölecek gibi kendinden geçmiş bir
halde tutuyorlardı. Kendini toparlayıp bir nefes aldıktan sonra, derinden
figan ederek Troyalı kadınlara şöyle dedi:
— Hektor, hey bahtı kara! İkimiz kader birliğiyle doğmuşuz,
sen Troyada Priam'ın sarayında, ben ormanlı Plakoş dağının eteğinde,
Eetion'un konağında: talihsiz babanın büyüttüğü kara talihli çocuğu!
Keşke dünyaya getirmeseydi! Şimdi sen derin yerlerin altında Hades'e
doğru yola çıkmışsın, beni sarayında dul bırakıyorsun. Biz iki talihsizin
dünyaya getirdiğimiz masum henüz küçük! Sen artık, Hektor, onu
koruyamazsın, o da senin için bir dayanak olamayacaktır! Ahaylıların
bize açtığı kavgadan kurtulsa da onun haklarını başkaları kapacak,
hayatı acılar, kaygılar içinde geçecektir. Yetim kalan çocuğun çocuk
arkadaşları bile olmaz: her yerde başı eğik, boynu bükük, yanakları
yaşlı, ıslak olur! İhtiyaçtan babasının dostlarına baş vuracak, eteklerini
çekecek, fakat yüz bulmıyacak: babasının bulunmıyacağı ziyafette
dudaklarından şarap geçmiyecek! Babası varken ilikten ve koyun
yağından başka bir şey yemiyen bu tek oğul, bu Astyanaks göz
yaşlarıyla dul anasının koynunu ıslatacak! Sen var iken Troyalılar ona
Astyanaks (Kalebeyi) derlerdi, çünkü sen, yalnız sen, onların yüksek
hisarının, kale yapılarını savunurdun! Şimdi ise, çukur gemilerin
yanında, köpeklere yem olduktan sonra, çırılçıplak nazik vücuduna
cıvıl cıvıl kurtlar, solucanlar üşüşecek! Vah, vah! Yalnız senin için
kadınların elleriyle işlenmiş, sandıklarda saklanmış yumuşak giysiler,
senin çıplak tenini örtmedikten sonra, hepsi ateşlere, alevlere verilsin!
Ağlıyarak böyle diyordu, kadınlar hıçkırıklarla karşılıyorlardı.
489/555
490/555
ŞAN : XXIII
AHİLLEUS'UN MATEMİ
Troya şehrinde böyle hıçkırırlarken Ahaylılar gemilerin ve
Hellespont'a gelmişler, atları arabalardan çözmüşler, ayrı ayrı gemilere
dağılmışlardır. Fakat Ahilleus Myrmidonların atları çözüp dağılmalarına
izin vermedi; savaş düşkünü yarenlerine şöyle dedi:
— Atları çabuk koşar Myrmidonlar, benim yakın ve sevgili
arkadaşlarım, kalın duynaklı atlarımızı arabalarımızdan hemen çözmiyelim,
atlarla ve arabalarla yaklaşıp Patroklos'un üstünde ağlayalım:
ölülere saygı böyle olur. Doya doya hıçkırıp ağladıktan sonra çözeriz,
burada hepimiz akşam yemeğimizi yeriz.
Böyle dedi, ve hepsi, bir sesle, figana başladılar: başlangıç
işareti Ahilleus'tan gelmişti. Hıçkıra ağlıya, üç defa, yeleleri güzel atlarını
sürerek Patroklos'un etrafını dolaştılar: Thetis onlarda figan arzusunu
yaratıyordu. Sahilin kumu, üstlerindeki savaşçı zırhları göz
yaşlarıyla ıslanmıştı: düşmanı bozguna uğratan öyle bir kahraman için
ağlıyorlardı! Ve Peleoğlu canlara kıyan ellerini arkadaşının koynuna
koyarak uzun bir ağıta başladı:
— Selâm sana Patroklos, Hades'in konağına kadar selâm! Sana
bundan önce neler va'dettimse, şimdi hepsini yerine getireceğim:
Hektor'u buraya sürükleyip çiy etlerini köpeklere yedireceğim; sonra,
cenaze ateşinin önünde. Troyanın parlak ailelerinden on iki gencin
boğazını keseceğim; sana kıyıldığı için yüreğimi yakan acı öfke yine de
yatışmaz.
Böyle diyor ve tanrısal Hektor için fena işler tasarlıyordu.
Menoetios oğlunun yatağı yanına Hektor'u, yüzü Koyun, tozlar içine
serdi. Öbürleri parlak tunç silâhlarından soyundular. Kişniyen atlarını
koşumdan çözdüler, sonra ayağına çabuk Eakoğlunun gemileri
yanında oturdular, binlerce vardılar. Ahilleus, cenaze töreni için, onlara
nefis bir ziyafet veriyordu. Birçok beyaz boğalar boğazları kesilirken
böğürüyor, birçok beyaz koyun ve keçi de kesiliyordu; beyaz
dişli, yağları taşmış birçok domuz Hefaestos'un ateşi üzerinde kızartılıyordu.
Kupalarla toplanan kanları cenazenin dört tarafına
akıyordu.
Bu sırada Ahay Hanları ayağına çabuk Ahilleus'u tanrısal
Agamemnon'a götürüyorlardı, arkadaşının ölümüne yüreği öyle yanıyordu
ki bu ziyarete güçlükle razı olmuştu. Agamemnon'un barakasına
gelir gelmez, ateşe büyük bir üçayaklı kazan koymak için sesleri çınlayışlı
çavuşlara emir verildi: Peleoğlunu üstüne başına bulaşmış olan
kanı yıkamağa razı etmek istiyorlardı. Fakat Ahilleus kuvvetle reddetti,
bir de and içti:
492/555
— Tanrıların en yükseği ve en şanlısı Zeus hakkı için, hayır!
Patroklos'u cenaze ateşi üzerine komadan ve üstüne toprak örterek
ona bir mezar vermeden ve ben saçlarımı kesmeden önce suyun alnıma
değmesine asla izin vermiyeceğim, çünkü bu kadar büyük bir acı
bir daha, ben yaşıyanlar arasında kaldıkça, yüreğimi yakamıyacaktır.
Fakat, haydin, şimdilik, yemek belâsını savalım! Ondan sonra,
savaşçılar Hanı Agamemnon, şafakla beraber, odun getirt ve ölüye,
pusarık gölgeye girmek için, yanında neler bulunmak lazımsa, hepsini
hazır ettir. Böylece alev daha çabuk işini görerek ölüyü gözümüzün
önünden alır; adamlarımız işlerine dönerler.
Böyle dedi, ve hepsi güzel güzel dinledi ve kabul etti. Canlı
canlı işlere girişilerek, birlikler yemeklerini hazırladılar, sofraya
oturdular; herkesin payını alabildiği bir yemekten şikâyet eden olmaz.
Yalnız Peleoğlu, çağlayışlı deniz kenarında, uzanmış, hıçkırıp ağlıyordu:
dalgalar da kıyıya çarpıyordu. O ara, uyku, yüreğinin kaygılarını
bastırarak, yorgun vücuduna tatlılığını yaydı: Hektor'u rüzgârların
dövdüğü İlion etrafında sürüklemekten yorulmuştu! İşte talihsiz
Patroklos'un ruhu yanına geldi; her şeyde kahramana benziyordu:
boyu, güzel gözleri, sesi aynı idi, aynı elbiselerle de giyinmişti. Alın
ucunda ayakta, durarak Ahilleus'a şöyle dedi:
— Uyuyorsun, ve beni unutuyorsun, Ahilleus! Yaşarken beni
ihmal etmezdin, fakat öldükten sonra ediyorsun. Ne kadar mümkünse
çabuk göm, Hades'in kapılarından geçeyim. Ruhlar, ölülerin gölgeleri,
beni uzaklaştırıyorlar; suyu geçip yanlarına varmama yer vermiyorlar,
boşuna, Hades'in yüksek kapıları önünde dolaşıyorum. Ver elini bana,
bak, ağlıyarak söylüyorum! Cenaze ateşimden sonra, Hades'ten artık
hiç çıkmıyacağım; artık, yaşarken olduğu gibi, yanyana ve başbaşa
493/555
oturup konuşamıyacağız. Fakat, tanrılar benzeri Ahilleus, senin de kaderin
Troyalıların duvarları önünde ölmek değil midir? Sana bir şey
daha söyliyeceğim, bilmem, beni dinliyecek misin? Küllerimi seninkilerden
uzak komayasın, Ahilleus! İkimiz, evimizde, beraber
büyümüştük; Menoetios beni Oponte'den size kaçırmıştı: çok gençtim,
elimden bir kaza çıkmıştı: istemeden, aşık oynarken, Amfidamas'ın
oğlunu öldürmüştüm. İyi araba sürücüsü Pele beni iyi kabul etmiş,
baktırıp büyütmüş, sana seyis vermişti. Bunun gibi, mümkün olsa da
ikimizin külleri aynı yerde, şanlı annenin sana verdiği altın gizlek
(urne) içinde saklanabilse...
Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi:
— Sevgili baş, niçin bana gelip bu kadar şeyler söylüyorsun?
Emin ol, seni dinliyeceğim, herşeyi istediğin gibi yapacağım. Biraz
yaklaş bana, küçük bir ân için olsun, birbirimizin kucağında doya doya
ağlıyalım!
Böyle diyerek ellerini uzattı, fakat hiçbir şey tutamadı: ruh,
küçük bir sesle, duman gibi, yerin altına gitti. Ahilleus, hayret içinde,
bir sıçrayışla kalktı. Ellerini çırparak acıklı sözler söyledi:
— Hey, hey! Hades'e giden ruh, yaşıyan bir şey, bir gölgedir,
yalnız onda akıl kalmaz! Bütün gece talihsiz arkadaşımın ruhu
494/555
yanımdaydı, ağlayıp figan ediyor, dilekler sıralıyordu. Kendisine
şaşılacak derecede benziyordu.
PATROKLOS'UN CENAZE TÖRENİ
Böyle dedi, ve herkesi ağlattı. Gülparmaklı Şafak görününceye
değin ölünün dört yanında hıçkırıp ağladılar. O zaman Agamemnon
Han, bütün barakalardan adamlar ve katırlar odun aramağa gitsin, diye
emretti. Bir savaşçı, sevimli İdomene'nin seyisi Merion bu işler
üzerine memur edildi. Ellerinde oduncu baltaları ve iyi örülmüş ipler,
yola çıktılar. Katırlar önden yürüyorlardı. Çok pınarlı İda'nın
yamaçlarına gelince, çabuk çabuk, yüksek ve çok yapraklı meşe
ağaçlarını devirmeğe başladılar: ağaçlar büyük takırdı ile düşüyordu.
Odunlar büyük yığınlarla, Ahilleus'un gösterdiği yerlere serildi.
Sonra, Peleoğlu'nun emriyle, savaş düşkünü Myrmidonlar kalktılar,
silâhlarını takınıp arabalarına, arabacıları da beraber, bindiler.
Önden arabalar gidiyor, arkadan yayalar yürüyorlardı. Ortada
Patroklos'u, yarenleri elleri üstünde götürüyorlardı. Başını tanrısal
Ahilleus tutuyordu: sevgili arkadaşını Hades'e iletiyordu.
Cenazeyi Peleoğlu'nun gösterdiği yere koydular. Patroklos'un
üstü; kesilen ve üzerine atılan saçlarla örtülmüştü. En önce Ahilleus,
Sperkios ırmağı için beslenmiş olduğu kumral saçlarını kesmişti;
kestikten sonra öfke ile şöyle dedi:
495/555
— Skerpios, babam Pele sana boşuna söz vermiş, bir gün
oraya, vatanıma dönersem, saçlarımı senin için kesecek, sana yüzlük
kurban sunacaktım: sularının içinde, tapınağının, ıtırlı hariminin bulunduğu
yerde elli teke kurban kesecektim. İhtiyarın dileği ve verdiği
söz böyle idi; fakat sen onun dileğini başarmadın: ben artık vatanımın
sahillerini göremiyeceğiın, bunun için saçlarımı burada, kahraman
Patroklos'a sunuyorum.
Böyle diyerek saçlarını arkadaşının elleri içine koydu, ve
herkesi hüngür hüngür ağlattı. Hepsi böyle, güneşin ateşleri sönünceye
kadar hıçkıra duracaklardı, eğer Ahilleus gidip Agamemnon'a
şöyle demeseydi:
— Atreoğlu, Argosluların ordusu, herkesten önce senin sesine
itaat eder. Şüphesiz burada, doya doya yasla ve ağıtla vakit geçirilebilir;
fakat bu saatte sen, adamlara bu cenaze ateşi hazırlıklarından
dağılıp yemeklerini hazırlamak emrini ver. Kalan işlere bakmak
cenazenin daha yakınlarına düşer. Yalnız başına bizimle kalsın.
Böyle dedi, Agamemnon Han adamları dağıtıp gemilere
gönderdi. Cenaze yakınları her kenarı yüz ayak uzunluğunda bir
cenaze ateşi yaratmak üzere odunları yığdılar. Yürekleri yanarak ölüyü
yerleştirdiler. İri iri ve bir çok koyunlar, birçok ta paytak yürüyüşlü
öküzler kestiler, yüzdüler, dizi dizi ateşe verdiler. Ulugönüllü Ahilleus
bunların yağlarından alıp cenazenin vücuduna, baştan ayağa, sürdü.
Cenazenin yanına bal ve zeytinyağı dolu testiler dayadı. Sonra, uzun
uzun hıçkırarak, ateşe güzel dört at attı. Patroklos Hanın, kendine
496/555
alışık, dokuz köpeği vardı, bunlardan da ikisinin boğazını keserek
ateşe verdi. Yüreği canlara kıymaktan başka bir şey istemiyordu
ulugönüllü Troyalı gençlerden on ikisini de boğazlıyarak ateşe attı.
Sonra, bütün bunları yutsun diye ateş canavarının zincirlerini kopardı,
ve hıçkırarak arkadaşına ağıt söyledi:
— Selâm sana, Patroklos, Hades'e kadar selâm!. Sana neler
va'dettimse şimdi yerine getirmekteyim: ateş, seninle beraber,
ulugönüllü Troyalıların on iki yiğit oğlunu da yakacaktır. Priam oğlu
Hektor'u ise alevlere değil, köpeklere yedireceğim.
Böyle dedi, fakat Hektor'un cesedi etrafında köpekler
görülmüyordu. Zeus kızı Afrodite gece gündüz onlara uzaklaştırıyor,
gül kokulu tanrısal bir yağ ile de cesedi ovuyor, Ahilleus sürüklerken
derisinin sıyrılmamasım sağlıyordu. Foebos Apollon da gökten bir bulut
indirerek cesedin bulunduğu yeri örtmüştü, sıcak güneşten derisinin
ve veterlerinin fazla çabuk kurumasını istemiyordu.
Bütün gece, Zefyr ve Boraes rüzgârları Thrakia yününden esiyor,
ateşi durmadan kesilmeden alevlendiriyordu. Bütün gece ayağına
çabuk Ahilleus, iki kulplu, bir kâse ile şarap taşıyor, Patroklos'un
ruhunu anarak yere saçıyordu. Fakat sabah yıldızı doğup Yere ışığı
müjdelediği ve arkasından safran elbiseli Şafak denize yayıldığı zaman
cenaze ateşi yatıştı, alev düştü, rüzgârlar Thrakia yönüne doğru uzaklaştı.
Peleoğlu da cenaze ateşinden uzaklaşıp yorgun, bitkin uzandı,
tatlı uyku bastı. Fakat Atreoğlu ve yarenleri yığınla toplandılar, gelenlerden
çıkan gürültü ile uyanan Peleoğlu doğruldu ve şöyle konuştu:
497/555
— Atreoğlu ve siz bütün Ahay ordusunun kahramanları,
cenaze ateşini, alevlerin yayıldığı her yeri, ateş rengi şarapla
söndürmeğe başlayın. Ondan sonra Menoetios oğlu Patroklos'un
kemiklerini devşirelim. Onları ayırdetmek güç değildir: tam ortadadırlar;
ötekiler ise, adamlar ve atlar uzakta, kenarlarda yandılar. Kemiklerini
bir altın gizler içine koyalım ve iki tabaka iç yağı ile kapayalım:
ben Hades'e ineceğim zamana kadar öyle kalsınlar. Mezar çok büyük
olmasın, münasip büyüklükte bir mezar olsun. Daha sonra Ahaylılar
—ben öldükten sonra gemilerde kalacak olan sizler— ona daha geniş
ve daha yüksek bir mezar vereceklerdir.
Böyle dedi, ve hepsi ayağına çabuk Peleoğluna itaat ettiler.
Ateş rengi şarapla ateşi, alevlerin yayıldığı her yeri, söndürmeğe
başladılar. Hıçkıra ağlıya yarenlerinin kemiklerini altın bir gizlek içine
koydular, üstünü iki tabaka iç yağı ile kapadılar. Barakanın, üstlerini
bir yumuşak kumaşla örttüler. Sonra, cenaze ateşinin yanında, mezarın
dairesini çizdiler; çabuk toprak saçtılar ve saçılan topraklar mezar
şeklini aldıktan sonra oradan ayrıldılar.
YARIŞLAR
Ahilleus yarenlerini geniş bir dernek olarak toplu tuttu.
Gemilerinden, tertiplemek istediği yarışlar için, mükâfatlar: tunç tencereler,
üçayaklılar, atlar, katırlar, başları şanlı öküzler, kemerleri
güzel halayıklar, boz renkli demir getirtti. En önce, araba koşusunda
ilk gelecek için çok güzel ödüller sundu: alıp götürmek üzere bir
halayık, yirmi ölçeklik kulplu bir üçayaklı. İkinci gelecek için altı
498/555
yaşında, koşulmamış, katıra gebe bir kısrak, üçüncü için henüz ateşin
üstüne konmamış, yeni, pırıl pırıl, dört ölçeklik bir tencere, dördüncü
için: iki talant altın; beşinci için: ateşe konmamış iki kulplu bir tencere.
Sonra, ayağa kalkarak Argoslulara şöyle dedi:
— Atreoğlu, ve siz güzel dolaklı Ahaylılar, işte bir araba
yarışında kazanacakları bekliyen ödüller. Ahaylılar başka biri için bir
araba yarışı tertipleseydiler ilk armağanı ben kazanır, alıp barakama
götürürdüm. Fakat bu sefer ben de, şanlı arabacılarımı kaybeden kalın
duynaklı atlarım da olduğumuz yerden ayrılmıyacağız. Bu yarış, sizler
için, bütün ordu içinde atlarına ve arabalarına güvenen kahramanlar
içindir.
Peleoğlu böyle dedi, ve çabuk araba sürücüleri toplandılar,
ilkin Admet'in sevgili oğlu, atları sürmek sanatında usta Eumeles Han
kalktı. Ondan sonra, Tydeoğlu güçlü Diomedes kalktı: Tros'un atlarını
arabasına koşmuştu. Ondan sonra kalkan, Atreoğlu, tanrısal kahraman
Sarı Menelas'tır. Arabasına koştuğu atlar: Agamemnon'un kısrağı
Ethe ile kendi atı Podargos'tur. Neleoğlu Nestor'un coşkun oğlu
Antilohos dördüncü olarak, Pylos'ta doğmuş tezayaklı atlarını arabasına
koştu. Güzel yeleli atlarını beşinci olarak arabasına koşan
kahraman Merion'dur.
Hepsi arabalarına bindiler. Kur'alarını Ahilleus salladı, ilkin
Nestoroğlu'nun kur'ası fırladı. İkinci olarak Eumeles Hanın kur'ası,
ondan sonra ünsalmış Atreoğlu Menelas'ınki çıktı, Ondan sonra fırlayan
kur'a Merion'un sırasını belirtiyordu. En son, atları sürmede
499/555
hepsinden üstün Tydeoğlu Diomedes'in kur'ası çıkmıştı. Sıraya girdiler,
ve Ahilleus onlara düz ova içindeki uzak hedefi gösterdi; hedefin
yanında da, gözlemci olarak, tanrılar eşi Feniks'i, babasının arkadaşını
koydu: koşucuları gözetliyerek ve en doğru raporu verecekti.
Hepsi kamçıyı atlarının üstüne kaldırdılar, dizginlerinin
kayışıyla vurdular, ve coşkunluk sesleriyle onları sürdüler. Çabuk
koşan atlar, hemen gemilerden atıldılar, ovanın içinde uçmağa
başladılar.
Göğüslerinin altından kalkan toz bulut gibi, burağan gibi yükseliyordu.
Yeleleri yel esimiyle dalgalanıyordu. Arabalar şimdi
bereketli toprak üzerine kapanıyorlar, az sonra havaya sıçrıyorlardı.
Sürücüleri ayakta, yürekleri kazanmak hırsıyla çarpıyordu Hepsi,
ovanın tozunu kaldırarak uçan atlarını daha coşturucu seslerle
sürüyorlardı.
Fakat, işte, çabuk koşan atlar koşunun son kesimine gelip
beyaz denize doğru geri dönmek üzereydiler: yürüyüşün tezliği
hepsinde arttı; her biri kendi değerini belirtti. Feresoğlu'nun
(Admet'in) tez koşan kısrakları doğru hedefe ilerliyorlar, Diomedes'in
de altındaki Tros'un atları, doğru, hedefe yaklaşıyorlardı. Her ân arabalar
birbirinin üstüne binecek sanılırdı. O ânda, Tydeoğlu öne
geçmek veya hiç olmazsa yengiyi şüpheye düşürmek üzere iken, Feobos
Apollon ona karşı bir titizlenme gösterdi: ellerinden parlak
kamçısını düşürttü. Yüreği çok sıkılan Diomedes'in gözleri yaşardı;
kısrakların hemen yürüyüşü artarak hedefe yaklaştıklarını gördü,
500/555
kendi küheylanları ise, dürtüsüz, geri kalmışlardı. Fakat Athene
Diomedes'in. Foebos Apollon yüzünden, sıkıntıya uğradığını gördü;
hemen savaşçılar çobanına koştu, yeni bir kamçı verdi ve atlarının
ateşliliğini arttırdı. Ondan sonra, öfkeli tanrıça Admet oğluna giderek
atlarının boyunduruğunu kırdı. Kısraklar birbirinden ayrılarak
koşarken o da yere düşmüştü: Eumeles arabasından aşağı, bir tekerleğin
üstüne yuvarlanarak, ağzı, burnu ve dirseği sıyrıldı; kaşlarının
üstünde alnı yere çarptı; gözleri yaşardı, kuvvetli sesi kısıldı. Tydeoğlu
yandan giderek duynakları kalın atlarıyla ilerledi; bir sıçrayışla,
hepsini geçmişti. Athene atlarının ateşini arttırmış, kendisine şanı
vermişti.
Ondan sonra, Atreoğlu Sarı Menelas geliyordu; o ara, Antilohos,
babasının atlarına coşkunluk verecek sözler söylüyordu:
— İleri! Haydin, siz de adımlarınızı uzun atın. Tydeoğlunun
küheylanlarıyla yarışın, demiyorum: Athene tezliklerini arttırmış,
sürücüsüne şanı vermişti. Fakat Atreoğlunun atlarından geri kalmayın.
Çabuk sizi Ethe bir dişi utandırmasın! Bakın, yiğit atlarım, size
söyliyeyim: duynaklarıyla değersiz bir ödül alırsak savaşçılar çobanı
Nestor'dan artık hiç iyi bakım beklemeyin: sizi, o saatte, sivri tunç
temrenle öldürür. Haydin! daha çabuk koşun, kovalayın! üst tarafını
bana bırakın; yol daralırsa ben fırsattan faydalanarak Atreoğlu'nun
önüne kaymasını başarırım.
Böyle diyordu, ve sahiplerinin azarlayıcı sesinden korkuya
tutulan atlar yürüyüşü tezleştirdiler. O ara, Antilohos Alp zaten çukur
501/555
olan yolun daralmakta olduğunu gördü. Toprağın bir çatlağına yağmur
suları birikerek yolu kesmiş, etrafı dereleştirmişti. Menelas bir
çarpışmayı önlemek için oraya doğru sürüyordu; Antilohos da atlarını
biraz yana çevirerek arkasından geliyordu. Atreoğlu korkuya tutularak
Antilohos'a bağırdı:
— Antilohos, bir çılgın gibi sürüyorsun! Yol çok dar, atlarını
tut; az sonra yol genişliyecek, o zaman sürer, beni geçersin. Dikkat et
arabama çarparsan ikimiz için de fena olur.
Böyle dedi, fakat Antilohos, ileriye, daha çok sürdü, işitmemiş
gibi atlarını üvendire ile sıkıştırdı. Atreoğlu'nun hayvanları geri
kaldılar; kendi de, Sarı Menelas, arabaların çarpışmasına, adamların
yerlere saçılmasına meydan vermemek için, atlarını tuttu, ve
Antilohos'a çıkışarak şöyle dedi:
— Antilohos, dünyada senden meymenetsiz ölümlü insan yoktur;
tanrılar belânı versin! Ahaylıların seni akıllı bir insan saymaları ne
kadar yanlışmış!
Bu ara Argoslular dernek olarak toplanmışlar, ovanın tozunu
kaldırarak uçmakta olan arabaları seyrediyorlardı. Derneğin ötesinde,
çok yüksek bir yerde oturmuş olan İdomene, Giritlilerin kılavuzu, uzakta
bir araba seçerek ve azarlayıcı sesler işiterek Argoslulara şöyle
dedi:
502/555
— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları, şu arabayı yalnız
ben mi görüyorum, yoksa siz de görüyor musunuz? Başa başka atlar
geçmiş, sanıyorum; başka bir arabacı görünüyor. Kısraklar hep başta
giderken bir şeye uğramış olacaklar. Sınır taşını dönerken onları
görmüştüm. Şimdi ise kaybettim, gözlerimle ovanın her tarafında
arıyorum, göremiyorum. Sürücülerinin elinden dizginler mi düşmüş
de virajını yapamamış? Arabası parçalanıp atlar, başları boş, yüreklerinin
ateşiyle ovanın içine mi atılmışlar. Fakat, kalkın, kendiniz de
bakın, iyi seçemiyorum ama, Argoslular arasında bir Han olan Etolialı
Tydeoğlu, güçlü atkısrak terbiyecisi Diomedes'in başa geçtiğini
sanıyorum.
Ona Olieoğlu ayağına çabuk Ayas yakışıksız sözlerle cevap
verdi:
— İdomene, ortada bir şey yokken niye böyle gevezelik ediyorsun.
Baldırları esnek atlar bizden çok uzakta, geniş ovanın içinde
koşuyorlar. Argoslular arasında çok genç sayılmazsın, başının
üstünden de gözlerin hepsinden keskin değildir. Fakat sen daima, her
şeyde aşırılığa kaçarsın! Bu gevezelik sana hiç yakışmıyor. Burada
senden başkaları var. Başı hep aynı atlar, Eumeles'in kısrakları tutmakta,
kendi de hep arabasında, dizginler ellerinde, ayakta
durmaktadır.
O zaman Giritli Han öfke ile şöyle dedi.
503/555
— Ayas, tartışma ustası: kötü düşünceli! her yerde olduğu gibi
şimdi, burada da Argosluların en değersizisin. Haydi, bahse girin,
bakalım: bir üç ayaklısına, bir kazanına... var mısın? Hakem Atreoğlu
Agamemnon olsun. Ödiyeceğin zaman, arabalardan hangisi başta,
anlarsın.
Böyle dedi, ve ayağına çabuk Ayas hemen kalktı; kaba sözlerle
cevap vermeğe hazırlanırken Ahilleus araya girerek şöyle dedi:
— Kaba, sert sözlerle konuşmayın, Ayas İdomene, size
yakışmaz. Başkaları böyle yapsa siz onlara darılırdınız. Haydin,
dernekte oturup arabalara bakın. Yakında buraya dönerler, o zaman
Argos arabalarından hangisinin birinci hangisinin ikinci olduğunu
hepimiz öğreniriz.
Böyle dedi, ve bunları söylerken, Tydeoğlu arabasını sürerek
yetişti. Diomedes derneğin önünde durdu. Atlarının boynundan, göğüs
ve karınlarından, sızan terler yere akıyordu. Kendi parıltılı arabadan
yere atladı, kamçısını boyunduruğa dayadı. Şanlı Sthenelos da vakit
geçirmeden indi; mükâfatı aldı, kadını ve üç ayaklıyı barakaya
götürmek üzere coşkun yarenlerine verdi. Kendi de atları arabadan
çözdü.
Onun arkasından Neleoğlu Antilohos arabasını sürerek geldi.
Menelas'ı çabuklukla değil, kurnazlıkla geçmişti. Arabaya koşulmuş
504/555
atın kuyruğu ile tekerler arasında ne kadar aralık varsa, Menelas o
kadar yakından gelmişti. Önce Antilohos onu bir disk atımı kadar
geçmişti, fakat ova içinde koştukça, Agamemnon'un kısrağı Ethe'nin
coşkunluğu artmış aralığı almıştı, ve yarış daha devam etseydi
Menelas şüphesiz öne geçer, kazanırdı. İdomene'nin şanlı seyisi
Merion ise, Menelas'tan bir mızrak atımı geri kalmıştı. Admetoğlu
hepsinden sonra geldi. Arabasını sürüklüyor, atları sürüyordu. Onu
görünce ayağına çabuk Ahilleus haline acıdı, ve ayağa kalkarak Argoslulara
kanatlı sözler söyledi:
— Hepsinden en iyisi hepsinden sonra, atlarını yederek geldi.
Haydin ona ikinci mükâfatı verelim, birincisini Tydeoğlu alır; yakışan
budur.
Böyle dedi ve hepsi teklifi onayladılar. Bütün Ahaylıların onaylamasıyla
ona kısrağı vermek üzere iken Nestoroğlu Antilohos
kalkarak Peleoğluna karşı hakkını şöyle savundu:
— Ahilleus dediğini yaparsan sana çok gücenirim Atları ve arabası
tökezlediği için geri kaldığını düşünerek ona acıyorsun. Fakat
barakalarında çok altın, tunç, koyunlar vardır; duynakları kalın atların,
halayıkların da çoktur; oradan, hemen istediğin gibi büyük bir
mükâfat ayır, ona ver! Ahaylılar seni onaylıyacaktır. Fakat bunu (kısrağı)
geri vermiyeceğim. İsteyen, bu kısrak için, gelsin, kollarımla
savaşmayı sınasın.
505/555
Böyle dedi ve tanrısal Ahilleus gülümsedi; yüreğinin sevgilisine
kanatlı sözlerle cevap verdi:
— Antilohos, Eumeles için kendi mallarımdan başka bir mükâ-
fat ayırıp vermemi söylüyorsun; pekiyi, öyle yapacağım. Asterope'den
soyup aldığım zırhı ona vereceğim. Tunçtandır ve her yanı parlak
kalayla çevrilmiştir. Onun için büyük bir mükâfat olacaktır.
Böyle dedi ve sevgili Automedon'a gidip barakadan getirmesini
emretti. Ahilleus'un elinden aldığı zaman Eumeles büyük bir sevinç
içinde kaldı.
O zaman, hepsinin ortasında, Menelas, yüreği kaygılı, ve
Antilohos'a karşı ölçüsüz bir öfke ile dolu, kalktı. Çavuş eline asayı
verdi ve Ahaylılara susulmasını emretti. Tanrılar eşi ölümlü şöyle
konuştu:
— Şimdiye kadar akıllı tedbirli sayılan Antilohos, bu gün
yaptıkların nedir? Atlarını, çok daha değersiz iken, benimkilerin
üstüne sürmekle, hem benim erdemime hem atlarıma karşı haksızlıkta
bulundun. Haydin, Ahaylıların başları ve kılavuzları, aramızda hakem
olun, iki taraftan hiç birini tutmıyarak açıkça hükmünüzü verin. Bir
gün, tunç cebeli Ahaylılardan biri çıkıp: «Menelas yalan dolanla
Antilohos'a zulmetti: Makamına ve iktidarına dayanarak, yarışta
kazandığı kısrağı elinden alıp götürdü» diyebilmesini istemiyorum.
506/555
Bak Zeus dölü Antilohos, gel, töresince, arabana ve atlarına karşı
ayakta dur, demin arabayı sürerken kullandığın ince kamçıyı bir eline
al, öbür elinle atlarına dokun; sonra, Yerin sahibi Yeri sarsan
Poseidon'u anarak yemin et ki, haince, istiyerek ve kurarak arabamın
yürüyüşünü zorlamadın.
Antilohos akıllı tedbirli bir gözle ona şöyle dedi:
— Şimdi sabırlı ol, Menelas Han; senden çok daha gencim. Sen
yaşça ve erdemce büyüğümsün. Gençlerin aşırılıklarını bilirsin: Onlarda
yürek kuvvetli, tedbir zayıf olur. Gönlün diyeceğimi kabul etsin!
Kazandığım kısrağı ben sana vereceğim. Benden daha büyük bir hediye
istemiş olsan onu da hemen kendi malımdan ayırıp veririm: Elverir
ki, Zeus dölü senin gözünden düşmiyeyim ve tanrılar önünde suçlu
olmıyayım.
Şanlı Nestor'un oğlu böyle dedi ve kısrağı götürüp Menelas'ın
ellerine verdi. Ekinler büyüyüp mahsul kemale erdiği günlerde çiy
taneleri başakların üstünde nasıl erirse, Menelas, senin de göğsünde
yüreğin öyle eridi. Sözü alıp şu kanatlı sözleri söyledi:
— Antilohos, bu sefer gücenik yüreğimi ben bastıracağım. Sen
hiç bir zaman düşüncesizlik veya hoppalık etmiş değilsin; bugün
gençliğin aklından üstün geldi. Bir daha kendinden değerli olanlara
oyun oynamaktan çekin. Senden başka bir Ahaylı beni güç
507/555
yumuşatabilirdi. Fakat sen, şanlı baban ve kardeşin de benim uğurumda
çok çektin, çok yoruldun. Bunun için dileğini kabul ederek
hakikatte benim olan kısrağı sana veriyorum. Böylece burada herkes
bilsin ki, yüreğim taşkın ve zalim değildir.
Böyle dedi ve Antilohos'un arkadaşı Noemon'a, alıp götürsün
diye kısrağı verdi. Kendine pırıltılı kazanı aldı Merion da iki talant
altını götürdü. Kalan beşinci ödülü iki kulplu kupayı Ahilleus, ihtiyarlar
derneği içinde Nestor'a sundu ve önünde durarak şöyle dedi:
— Şimdi, sen de ihtiyar, bu parçayı Patroklos'un cenaze töreninden
bir hâtıra olarak al. Sen artık yumruk, güreş yarışlarına giremezsin;
mızraklar turnuvasına katılamazsın, koşuya da çıkamazsın; can
sıkan ihtiyarlık bunlardan alıkoyuyor. Bunu yarışlar dışında sana
veriyorum.
Nestor sevinçle kupayı alarak kanatlı sözler söyledi:
— Bütün söylediklerin, oğlum, gereğince söylenmiştir. Üyelerimde
artık güvenilecek eski kuvvet kalmamıştır. Hey, Epealıların,
Hanları Amarynke şerefine Bouprasion'da, yaptıkları cenaze töreni
günlerinde olduğum gibi genç ve güçlü olsaydım! O zaman ne
Epealılar, ne Pyloslular, ne Etolialılar arasında benimle sırnaşacak
kimse yoktu. Yumruk yarışında Enosp oğlu Klytomenedes'i, güreşte
Plevron'lu Anke'yi yenmiştim; koşuda İfikles'i, mızrakta Fyle ile
508/555
Polydor'u geçmiştim. Yalnız arabalar yarışında Aktor'un iki oğlu beni
geçmişti... Şimdi can sıkan ihtiyarlığa itaat etmek zorundayım. Bu
hediyeyi, sevinçle, hizmetlerimin unutulmadığına bir saygı olarak
alıyorum. Tanrılar da sana bütün iyiliklerini bağışlasınlar.
Böyle dedi ve Peleoğlu dinledikten sonra Ahaylıların topluluğuna
gitti.
YUMRUK YARIŞINDA
Peleoğlu yumruk yarışının ödüllerini getirdi: Yenecek için altı
yaşında, terbiyesi güç bir katır, yenilecek için iki kulplu bir kupa.
Ondan sonra Ahaylılara seslenerek şöyle dedi:
— Atreoğlu ve siz, dolakları güzel Ahaylılar, şu ödüller için sınaşmağa
iki kişi çağırıyorum. Yumruğu yüksekten kaldırıp birbirine
vursunlar. Apollon hangisine gereken dayanıklığı verirse, katırı o alıp
barakasına götürecek, yenilen de iki kulplu kupayı kazanacak.
Böyle dedi, ve hemen yumruk savaşında usta, şanlı kahraman
Panope oğlu Epeios kalktı, elini katırın üstüne koyarak şöyle dedi:
509/555
— İki kulplu kupayı kim kazanacaksa buraya gelsin. Katırı,
benden başka hiçbir Ahaylının kazanamıyacağmı söyleyebilirim,
çünkü bu oyunda en güçlü olmakla kıvanırım. Karşıma çıkacak olanın
derisini bir yumrukta yırtarım, ikinci vuruşla kemiklerini ezerim. Yarenleri
yakın dursun, kollarımla yenildiği zaman alıp götürsünler.
Böyle dedi ve herkes sustu, kimse ses çıkaramadı Yalnız, az
sonra Mekiste Hanın oğlu, tanrılar benzeri Eurial kalktı, ün salmış
savaşçı Tydeoğlu hemen yanına koşarak güven verici sıcak sözlerle
kazanmasını diledi. Önce kemeri beline geçirdi, bir öküz köselesinden
biçilmiş kayışları eline verdi, ikisi de kemerleri sardıktan sonra
birbirinin karşısına geldiler, güçlü kollarını kaldı rarak karşılıklı
atıldılar, ağır ellerini birleştirdiler. Çeneleri takırdıyor, bütün üyelerinden
ter sızıyordu; fakat tanrısal Epeios atıldı, ve öbürü şaşalamış bir
gözle bakarken, yanağına yumruğu indirdi; gücü takati tükendi, ayakları
sendeledi. Boreas rüzgârının yarattığı deniz titreyişleri altında,
kimi vakit, yosunlu kumsala balıkların vurduğu, siyah dalgaların gelip
örttüğü görülür. Bunun gibi, Eurial, yumruk altında sendelemişti;
fakat ulu gönüllü Epeios, kollarıyla tutup ayakta durdurdu. Yarenleri
yanına koştular, kendinden geçmiş bir insan olarak götürdüler,
giderlerken de iki kulplu kupayı aldılar.
GÜREŞ SINAŞMASINDA
Peleoğlu, vakit geçirmeden, güreş sınaşması için yeni ödüller
getirdi; yenecek için: Büyük bir üç ayaklı buna Ahaylılar on iki öküz
510/555
paha biçtiler; yenilecek için: Birçok işlerde eli yatkın bir kadın buna da
dört öküz paha biçtiler. Sonra, ayakta, şöyle söyledi:
— Sınaşmak istiyenler ayağa kalksınlar.
Böyle demesi üzerine büyük Ayas Telamonoğlu ile çok hünerli
Odysseus kalktılar; kuşanarak güreş halkasının ortasına geldiler.
Güçlü kollarıyla birbirini tutup güreşe başladılar. Kollarıyla yapıştıkları
sırtlardan sesler çıkıyor, ter şırıl şırıl akıyordu. Böğürlerinde,
omuzlarında kanla kızarmış şişler göründü. Güzel üç ayaklıyı kazanmak
için inatla sınaşmada direndiler. Nihayet Ayas Telamonoğlu ötekine
şöyle dedi:
— Tanrısal Laertoğlu, çok hünerli Odysseus, gel beni kaldır
veya ben seni kaldırayım; üst tarafı Zeus'un işi olsun.
Böyle dedi, ve yakalayıp kaldırmağa bir yol ararken, Odysseus
baldırına çelme attı; sırtüstü düşmüştü, kendi de göğsünün üstüne
atıldı. Seyirciler hayret içinde bakakaldılar. Odysseus, bu sefer, Ayas'ı
kaldırmak için, yerinden biraz sarstı ve bacağını takarak ikisi birden
tozlara yuvarlandı. Üçüncü defa sınaşmağa başlarken Ahilleus
kalkarak onları tuttu:
511/555
— Artık direnmeyin, kendinizi hırpalamayın. İkiniz de
kazandınız. Mükâfatlarınız aynı olacak. Başka yarışlara geçilsin.
Böyle dedi, onlar da sevinerek itaat ettiler. Üstlerindeki tozu
sildikten sonra kaftanlarını giyindiler.
YAYA KOŞUSU
Vakit geçirmeden Peleoglu tezlik yarışı için mükâfatlar getirdi;
önce, sanatla işlenmiş bir gümüş testi: İçinde altı ölçek gümüş vardı,
fakat asıl sanat bakımından güzellikte eşi yoktu. Sidon kuyumcularının
elinden çıkmıştı. Fenike denizcileri limanlara götürüp satmışlardı. Priamoğlu
Lykaon'u kurtarmak için İesonoğlu Eune hediye olarak kahraman
Patroklos'a vermişti. Ahilleus şimdi onu arkadaşının şerefine
yapılan yarışlarda ödül olarak veriyordu. İkinci mükâfat büyük, çok
yağlı bir öküz, üçüncüsü yarım talant altın alacaktı. Sonra, ayakta,
Ahaylılara seslenerek şöyle dedi:
— Bu yarışta sınaşmak istiyenler kalksınlar!
Böyle deyince; ayağına çabuk Oileoğlu Ayas, çok hünerli Odysseus,
ve koşuda bütün gençlerden üstün gelen Nestoroğlu Antilohos
kalktılar. Sıraya dizildiler; Ahilleus hedefi gösterdi. Sınır taşı
512/555
aşıldıktan sonra yürüyüşleri tezleşti. Ayağına çabuk Oileoğlu Ayas en
önde koşuyordu. Arkasından tanrısal Odysseus sıçramıştı. Güzel
kuşaklı halayık, bez tezgâhında, mekikle ipliği geçirip de kendine çektiği
toprağa ne kadar yakın ise Odysseus da Ayas'a o kadar yakın
olarak koşuyor, izlerini toz örtmeden ayaklan o izlere basıyordu.
Odysseus'un nefesi Ayas'ın ensesine yayılıyordu. Bütün Ahaylılar
nâralarıyla onun yürüyüşünü cesaretlendiriyorlar, zaferini istediklerini
belli ediyorlardı. Koşunun son kesiminde iken Odysseus gönlü ile
Athene'ye dua etti:
— Beni dinle, tanrıça; gel, inayet eyle, ayaklarımın tezliğine
yardımcı ol.
Böyle dedi, ve Pallas Athene, duasını dinledi: Ayaklarını, sonra
ellerini yumuşattı. Ve tam ödül üzerine atılırken Ayas'ın ayağı kaydı:
Athene onu sendeletmişti. Böylece. Odysseus birinci gelerek gümüş
testiyi o kazandı! Ayas koca öküzün ipini tutuyor ve düşerken ağzına
dolan gübreyi tükürerek Argoslulara şöyle dedi:
— Eyvah bana! Ayaklarımı tökezleten tanrıçadır: Bir anne gibi
Odysseus'un yanından, ona yardımcı olmaktan bir ân bile ayrılmadı'
Böyle dedi, ve dinleyenler sevinçten güldüler. Antilohos, son
ödülü alırken, gülümseyerek şöyle dedi:
513/555
— Ne diyeceğimi tahmin edersiniz, dostlarım! Ölümsüzler,
daima olduğu gibi şimdi de, eski nesil adamlarına değer verirler. Ayas
yaşça biraz büyüğümdür, fakat öbürü atalar soyundan ve kuşağından
bir adamdır. Onun için «ihtiyar, fakat dinç» derler. Koşuda Ahilleus
olmadıkça, onunla yarışa çıkmak çok güçtür.
Böyle diyerek Peleoğlu'nun şanını kabarttı. Ahilleus da ona
şöyle cevap verdi:
— Antilohos, beni boşuna övmüş olmıyacaksın, sana yarım
talant altın fazla vereceğim.
SAVAŞ
Bu ara, Peleoğlu yarış halkasına uzun bir mızrak, bir tulga ve
kalkan getirip yere koydu. Bunlar, Patroklos'un Sarpedon'dan soyup
aldığı silâhlardı. Sonra, ayakta, Argoslulara seslenerek şöyle dedi:
— En iyilerinden, bu ödüller için yarışmağa iki kişi çağırıyorum:
Silâhlarını takınmış, ellerinde deriyi delik deşik eden tunç temrenle
bu topluluk önünde birbiriyle sınansınlar. Önce, kim saldırır da
zırhın altından, deri yırtılır, etlerden kan akarsa, ona Thrakia'dan
gelen şu gümüş çivili hançeri vereceğim: Bunu Asterope'den soyup
514/555
almıştım. Silâhları aralarında paylaşacaklar, sonra da şereflerine
barakalarda güzel bir ziyafet çekeceğiz.
Böyle demesi üzerine Ayas Telamonoğlu kalktı, Tydeoğlu
güçlü Diomedes de kalktı. Ayrı ayrı bir tarafa çekilip silâhlandıktan
sonra, ortaya gelip karşı karşıya geçtiler. Birbirine koıkunç gözlerle
bakıyorlar, yenmek ateşiyle yanıyorlardı. Ahaylılar şaşkınlık içinde
kaldılar. Karşılıklı atılarak birbirine yaklaştılar. Üç defa birbirine
saldırdılar, üç defa yakında dövüşmeğe atıldılar. Ayas, önce, yuvarlak
kalkanı sançtı, fakat deşip geçiremedi. Bunun üzerine, hemen, Tydeoğlu
uzun parlak mızrağıyla Ayas'ı boynundan vurmağa atıldı. O zaman,
Ahaylılar Ayas için korkuya düşerek, onları yarışmayı kesmeğe
ve ödülleri paylaşmağa davet ettiler. Fakat kahraman Peleoğlu,
hançeri Tydeoğlu'na verdi. Kiniyle, iyi biçilmiş bodriesiyle getirip eline
verdi.
DİSK ATIŞI
O ara Peleoğlu ham demirden bir kitle getirip ortaya koydu;
bunu vaktiyle disk olarak Eetion, o çok büyük kuvvetiyle atardı. Ayağına
yorulmaz tanrısal Ahilleus, Eetion'u öldürmüş, kitleyi ve bütün
hazineleri alıp gemilerine götürmüştü.
Argoslulara seslenerek şöyle dedi:
515/555
— Bu yarışta sınaşmak istiyenler kalksınlar. Kazanacak olan,
bereketli tarlaları ne kadar geniş olursa olsun, savaşçıları ve çobanları
beş yıl boyunca demir için şehire gitmiyecek, kendi onlara isteyecekleri
demiri verebilecektir.
Böyle demesi üzerine savaş düşkünü Polypoetes, ve coşkunluğu
yüksek tanrısal Leonte, ve Ayas Telamonoğlu, ve tanrısal Epeios
kalktılar. Sıraya dizildiler. Tanrısal Epeios sınaşma için gelen diski alıp
sallıya döndüre fırlattı. Bütün Ahaylılar kahkaha ile güldüler. Ondan
sonra, Ares dölü Leonte kalkıp diski fırlattı. Üçüncü olarak, büyük Ayas
Telamonoğlu, güçlü kolu ile fırlattı, öbürlerinin işaretlerini geçti.
Fakat ondan sonra savaş düşkünü Polypoetes öyle bir fırlatış fırlattı ki,
öküz çobanının bütün ineklerinden öteye attığı çomaktan çok daha uzağa
gitmiş bütün yarışçıları geçmişti. Bir övgü narası yükseldi: Poli
poetes'in yarenleri gelerek Hanlarının kazandığı mükafatı kaldırdılar,
koca karınlı gemilerine götürdüler.
YAYLA OK ATIŞI
Bu ara, Ahilleus yayla ok atacak yarışçılara koyu renkli demirden,
bir ağızlı baltalardan on ve iki ağızlı baltalardan on tane getirip
yere koydu; sonra, uzakta lâcivert pruvalı bir geminin direğini
diktirdi; bu direğe ayağından bir güvercin bağlattı: Okçuları bu kuşa
atmağa davet etti:
516/555
— Güvercini kim vurursa iki ağızlı baltaları alıp götürecek.
Okunu kuşa değdirmeden yalnız ipi vuran da bir ağızlı baltaları alıp
götürecek.
Böyle demesi üzerine Teukros Hanın kutlu kuvveti ve aynı
zamanda İdomene'nin şanlı seyisi Merion kalktı.
Kur'alar seçerek bir tunç tulga içinde salladılar. Teukros'un
kur'ası ilk olarak çıktı. Bunun üzerine bütün kuvvetiyle oku attı; fakat
okçular pirine ilk doğmuş kuzulardan yüzlük kurban vadetmediği için
kuşu vuramadı; Apollon başarıyı ona vermedi. Onun yerine kuşu
bacağından bağlıyan ipi okla vurup, kesti, güvercin de havaya uçtu.
Bunun üzerine, Merion, daha Teukros nişan alırken, okçu Apollon'a ilk
doğmuş kuzulardan yüzlük kurban va'dediyordu; elinde hazır tuttuğu
oku attı ve güvercini, havalar içinde, kanadından vurdu; ok geri
dönerek yere saplanırken yaralı kuş lâcivert pruvalı geminin direğine
kondu. Başı eğilmiş, topaç kanatları sarkmıştı. Hayatı tükenerek seyirciler
şaşkınlık içinde kaldılar. Bunun üzerine Merion iki ağızlı
baltaları, Teukros bir ağızlı baltaları alıp koca karınlı gemilerine
götürdüler.
MIZRAK FIRLATIŞI
Bu ara Peleoğlu, uzun bir mızrak ve ateş görmemiş, çiçeklerle
süslenmiş bir öküz değerinde bir kazan getirerek derneğin ortasına
517/555
koydu. Mızrak fırlatıcıları kalktılar; Biri Atreoğlu büyük Han Agamemnon,
öbürü Merion, İdomene'nin şanlı seyisi. Fakat ayağına yorulmaz
tanrısal Ahilleus söz alarak şöyle dedi:
— Atreoğlu, güçte kuvvette ve silâh fırlatmada hepsinden ne
kadar üstün olduğunu biliyoruz. Onun için, mükâfatı al, gemilerine
dön. Mızrağı da, yüreğin razı ise, Merion'a verelim, diyordu.
Böyle dedi, ve cenkçiler Hanı Agamemnon itiraz etmedi. Ahilleus
mızrağı Merion'a verirken, Agamemnon da seyisi Talthybios'a çok
güzel mükâfatı götürmesini emrediyordu.
518/555
ŞAN : XXIV
AHİLLEUS, HEKTOR'UN CESEDİNE HAKARET
EDİYOR
Dernek kapandı, birlikler gemilerine dağılırken doya doya
karınlarını doyurmasını ve tatlı tatlı uyumasını düşünüyorlardı. Yalnız
Ahilleus, arkadaşını hatırlıyarak ağlıyordu. Herkesi yenen uyku, onu
tutmuyordu. Yattığı yerde Patroklos'un gücünü, şanlı coşkunluğunu,
canlar yakan kavgalarda ve zalim denizlerde beraber çektiklerini birer
birer aklından geçirirken bir o yana, bir şu yana dönüyor, sırtüstü veya
yüzükoyun yatıyordu. Veya kalkıyor, yatağından çıkıyor, şaşkın bir
halde kumsalda dolaşmağa gidiyordu. Şafak, deniz üzerine ve
kıyılarına ışıklarını yaymağa başlarken, çabuk koşan atlarını arabasına
koştu ve yerlerde sürüklemek için Hektor'u arkaya bağladı; üç defa
Menoetios oğlunun yattığı mezarın etrafında dolaştırdıktan sonra,
durdu, cesedi yüzü yerde, kafası toz içinde bırakarak barakasına
çekildi. Bu ara Apollon, Hektor'a acıyor, ölüsüne dahi saygı gösteriyordu:
Ahilleus sürüklerken derilerinin yırtılıp parçalanmasından korktuğu
için, altın kalkanı ile her tarafını örtüyordu.
TANRILAR DERNEĞİ
Ahilleus, azgınlık içinde, tanrısal Hektor'a böyle hakaret ederken,
gören mutlu tanrılar acıdılar; uzağı gören Hermes'i cesedi çalmağa
göndermek istediler. Bu fikri yalnız Here, Poseidon ve çakır
gözlü tanrıça beğenmediler. Bunlar, öteden beri, kutsal İlion'u, Priam'ı
ve halkını sevmezler; buna da sebep Aleksandros'un çılgınca bir hatâsı
olmuştu: Bir gün, iç avlusuna gelen tanrıçalara kentlisine ağrılı şehvetli
vermiş olduklarını söyliyerek hakarette bulunmuştu! (On ikinci
şafak doğduktan sonra) Foebos Apollon ölümsüzlere şöyle dedi:
— Tanrılar, zalimsiniz, ve kötülükler işlersiniz! Hektor hiç mi
şerefinize yağlı öküz ve lekesiz keçi butları yakmamış? Bu gün ise,
yüreğiniz cansız cesedini korumak istemiyor: Karısı, anası, Priam ve
halkı görsünler, ateş payını ve cenaze törenini verebilsinler! Tanrılar,
göğsünde yumuşayabilir yüreği olmıyan, vahşi işlerden başka şey
düşünmiyen şu meymenetsiz Ahilleus'u üstün tutuyorsunuz, ha! Yalnız
gücüne, azgın yüreğine uyan bir arslan, kendine ziyafet çekmek
için insanların koyunlarına nasıl saldırırsa, onun gibi, Ahilleus acıma
duygusunu kaybetmiş, saygı fikrinden uzaklaşmıştır. Kavgada herkes,
arkadaştan daha sevgili, daha yakın birini, bir karından doğmuş
kardeşini, dünyaya getirdiği oğlunu kaybedebilir. Bir zaman hıçkıra
hıçkıra matemini tutar, sonra sabreder. Fakat Ahilleus, Hektor'un can-
ını almakla yetinmiyor, cesedini arabasına bağlayıp arkadaşının mezarı
etrafında sürüklüyor. Hissi kalmamış toprağa bile hakaret etmek
derecesine azgınlığa vardırırsa dikkat etsin, biz de hepimiz ona karşı
kızgınlığımızı gösterebiliriz.
Ak kollu tanrıça Here, ona darılarak cevap verdi: — Bakındı!
Gümüş yaylı tanrı! Ahilleus ile Hektor'u değerce bir tutuyorsun, öyle
mi? Hektor ancak bir ölümlüdür: Bir kadının sütünü emmiştir. Ahilleus
ise benim büyüttüğüm, okşayıp sevdiğim ve ölümsüzlerin sevgilisi
bir erkeğe. Pele'ye verdiğim bir tanrıçanın oğludur. Ve siz tanrılar,
520/555
hepiniz, düğününde bulundunuz. Sen kendin haydutların dostu, ebedî
vefasız düğün ziyafetinde, elinde kitara, yer almıştın!
Ona karşı bulut devşiren Zeus cevap verdi:
— Here, tanrılarla apaçık kavgaya girişme. Şüphesiz, ikisi
değerce ve şerefçe bir değildir; fakat Hektor da Troya'daki bütün insanlardan
tanrıların en sevgilisiydi. Benim için de öyle idi:
Hoşlandığım kurbanları sunmada hiç kusur etmezdi. Hiç bir zaman
tapınağımdan herkesin payını aldığı ziyafetler, bizim hissemiz olan yağ
dumanları eksik olmazdı. Hektor'un cesedini, farkına varılmaksızın,
Ahilleus'un kaçırabilmek fikrini bırakalım bir kere; çünkü annesi gece
gündüz ona yardım etmeğe hazırdır. Fakat şuna bakalım, tanrılar
arasında, gidip Thetis'i buraya çağıracak kimse yok mudur? O benim
yanıma geldikten sonra, Ahilleus'un Priam'a, hediyelerini alarak,
oğlunun cesedini vermesi için tasarladığım ince plânı ona anlatırım.
Böyle dedi, ve yel ayaklı İris, hemen, mesajı götürmek üzere
yola çıktı. Samos ile kayalık İmbros arasında siyah denize daldı,
dalışıyla geniş su ovası inledi. Thetis'i oyuk bir mağarada buldu;
etrafında deniz tanrıçaları dernek olarak toplanmışlardı. Thetis, ortalarında,
kusursuz oğlunun kaderine ağlıyordu: Troya ilinde,
vatanından uzak ölmesi kararlaşmıştı. Ayağına çabuk İris ona şöyle
dedi:
521/555
— Kalk, Thetis, ezeli tedbirler düşünen Zeus seni çağırıyor. Ve
gümüş ayaklı tanrıça Thetis şöyle cevap verdi:
— Ulu tanrı beni niçin çağırıyor? Ölümsüzlere katılmaktan hiç
hoşlanmam, çünkü yüreğimde bitmez tükenmez kaygılar vardır. Fakat
gideceğim: O, çünkü, boşuna bir şey söylemez.
Böyle dedi, ve tanrıçalar tanrısalı, koyu lâcivert, en kara bir
vual ile örtündü. Yola çıktı, ve yel ayaklı İris öne geçerek
kılavuzluğunu yaptı. Önlerinde denizin dalgası açıldı, sahile çıktılar,
sonra göklere doğru uçtular. Yüksek sesli Kronosoğlu'nu buldular:
Etrafında, daima var olan mutlu tanrılar dernek olarak toplanmışlardı.
Zeus Babanın yanında oturan Athene kalktı, yerini, Thetis'e
bıraktı. Here eline çok güzel bir altın sağrak verdi ve iyilik dileyen sözler
söyledi, Thetis içtikten ve sağrağı geri verdikten sonra Zeus Ata
konuştu:
— Tanrısal Thetis, yüreğinde unutulmaz bir matemle,
Olympos'a geldin: Sen söylemeden kendim biliyorum. Şimdi seni niçin
çağırdığımı söylemek istiyorum. Dokuz, günden beri tanrılar arasında,
şehirler talancısı Ahilleus ile Hektor'un cesedi üzerine tartışmalar
oluyor. İyi gören Hermes'i cesedi çalmağa göndermek teklifi ileri
sürüldü. Ben bu işin şerefini Ahilleus'e vermek istiyorum. Ahaylıların
ordusuna gidip emrimi oğluna götürmeni dilerim. Ona de ki, tanrılar,
522/555
Hektor'un cesedini kara karınlı gemilerin yanında alıkoymasına kızıyorlar,
onlar arasında ben de varım. Bakalım, benden korkup Hektor'u
vermek isteyecek mi? Ben, İris'le, ulu gönüllü Priam'a, fidyesini vererek
oğlunu kurtarsın diye haber göndereceğim: Kendi, Ahaylıların
gemilerine gitsin, Ahilleus'a yüreğini okşıyacak parlak hediyeler
götürsün.
AHİLLEUS VE PRİAM'A TANRILARIN EMRİ
ULAŞIYOR
Böyle dedi, ve gümüş ayaklı tanrıça Thetis, itiraz etmedi. Bir
sıçrayışla Olympos tepelerinden havalanarak oğlunun barakasına
geldi: Onu hıçkıra hıçkıra ağlar buldu. Etrafında yarenleri sabah yemeğini
hazırlıyorlardı: İri ve kaba yünlü bir koç boğazlamışlardı. Şanlı
annesi yanına oturdu ve bütün isimleriyle anarak şöyle konuştu:
— Çocuğum, ne zamana kadar böyle hıçkırıp ağlıyacaksın? Ne
sofra geliyor aklına, ne yatak! Sevgi ile bir kadınla birleşmek de sana
çok lâzım. Seni daha ne kadar hayatta göreceğim! İşte ölüm ve kader
yanıbaşında bekliyor. Beni çabuk anlamağa çalış; ben, Zeus'un mesajını
getiriyorum sana. Diyor ki; tanrılar, Hektor'un cesedini koca
karınlı gemilerin yanında alıkoyduğun için kızıyorlar, onlar arasında
Zeus'un kendisi de vardır. Kurtulmalığını kabul ederek cesedi geri
versin, diyor. Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi:
523/555
— Öyle olsun! Kurtulmalığı getirsinler, cesedi götürsünler.
Olympos'lu tanrının iyilik düşünen bir yürekle dediği yerine gelsin.
Gemiler arasında, anaoğul böyle oturup birbiriyle kanatlı sözlerle
konuşuyorlardı. O ara, Kronosoğlu, İris'i kutsal İlion'a
gönderiyordu:
— Hemen yola çık, ayağına çabuk İris, İlion'a giderek ulu
gönüllü Priam'a şu emri ulaştır: Kendi, Ahaylıların gemilerine gitsin
Ahilleus'a gönlünü okşayacak parlak hediyeler götürsün, oğlunu kurtarsın.
Hiç bir Troyalı beraber gitmiyecek, yalnız bir çavuş hizmetine
bakacak, katırlarını, arabasını sürecek, sonra cesedi alıp şehre getirecektir.
Yüreğine can kaygısı girmesin, biz ona Hermes'i kılavuz
vereceğiz. Ahilleus'un yanına o götürecek. Ahilleus ne çılgın, ne
kördür; suçu da sevmez; yalvarıcıya saygı gösterecektir.
Böyle dedi, ve yel ayaklı İris yola çıktı; Priam ağıtlar, figanlar
içinde idi. Topraklara yuvarlanmaktan başı, boynu külçeleşmis
çamurla kirlenmişti. Zeus'un habercisi hafif bir sesle konuştuğu zaman,
onun bütün vücudu ürperiyordu:
— Dardanos oğlu Priam, yüreğin hiçbir şeyden korkmasın,
ürkmesin! Sana. bir felâket haberi vermeğe gelmiyorum, iyiliğin için
geliyorum. Bil ki, ben Zeus'un habercisiyim. Zeus, uzaktan seni
düşünüyor ve haline acıyor Sana emrediyor: Kendin, Ahaylıların
524/555
gemilerine gideceksin, Ahilleus'a gönlünü okşıyacak parlak hediyeler
götürecek, oğlunu kurtaracaksın. Hiç bir Troyalı beraber bulunmayacak,
yalnız bir çavuş hizmetinde bulunacak; katırlarını, arabanı sürecektir.
Yüreğine can kaygısı girmesin; Hermes kılavuzun olacak,
Ahilleus'un yanına seni o götürecek. Ahilleus ne çılgın, ne kördür; suç
işlemesini de sevmez; yalvarıcı olarak sen ondan saygı göreceksin.
PRİAM YOLA ÇIKMAĞA HAZIRLANIYOR
Yel ayaklı iris böyle dedikten sonra, oradan ayrıldı. Bu ara Priam
kendisine katırları ve arabayı hazırlamaları için oğullarına emir
verdi. Kendi de nice kıymetli şeylerin saklandığı ıtırlı odaya indi,
yanma karısı Hekübe'yi çağırarak şöyle dedi:
— Talihsiz kadın, bana Zeus'tan bir haberci geldi; kendim
Ahaylıların gemilerine gitmeliyim, oğlumu kurtarmak için Ahilleus'un
gönlünü okşayacak parlak hediyeler götürmeliyim. Sen de şimdi bana
gönlünle ne düşündüğünü söyle. Ben tezlikle Ahaylıların ordusu içine
gitmek arzusu ile yanıyorum.
Böyle dedi, ve karısı hıçkıra hıçkıra şöyle söyledi:
525/555
— Eyvah! Aklın, vaktiyle yabancıların ve adamlarının övdüğü
aklın nereye uçup gitmiş? Bunca yiğit oğullarını öldürmüş olan
adamın karşısına yalnız başına çıkmağı nasıl düşünüyorsun? Doğrusu,
sende demirden bir yürek varmış. Hiç bir sözüne inanılmaz adam, seni
karşısında görür de saygı mı gösterir? Hayır, sarayımızda herkesten
uzak, oturup ağlıyalım. Doğurduğumuz zaman ona talih ve değişmez
kader böyle bir nasip vermiş: Canlara kıyan bir kahramanın yanında,
bizden uzak köpeklere yem olacak! O zalim adam elime geçse ciğerini
kaparıp çiy çiy yerdim! Troyalıları ve kemerleri derin Troyalı kadınları
korumak için o azgın adamın karşısına çıkan kahraman oğlumun öcü
ancak öyle alınırdı!
Buna karşı tanrılar benzeri Priam şöyle dedi:
— Gitmek istiyorum; alıkoymağa çalışma, bu sarayda felâket
kuşu rolünü oynama. Beni kandıramazsın. Haber bir ölümlüden, bir
duacıdan veya alâmetleri yoran bir kâhinden gelseydi onda bir tuzak
görürdüm, güvensizliğim artardı. Fakat benimle konuşan bir tanrıçaydı,
gözümle karşımda gördüm; boşuna gelip konuşmuş olamaz: Ben
gideceğim. Benim de kaderim tunç cebeli Ahaylıların gemileri yanında
yok olmak ise, ona da boyun eğerim. Elverir ki, bir kerecik oğlumu
kollarımın arasına alayım, doya doya ağlayayım! Sonra, Ahilleus,
varsın öldürsün!
Böyle dedi, ve sandıkların güzel kapaklarını açtı. Onlardan çok
güzel on iki peplos, on iki entari, on iki kaftan, o kadar da keten çarşaflar,
örtüler çıkardı. Tartarak on talant altın ayırdı; pırıl pırıl iki
526/555
üçayaklı, dört kazan, nihayet bir Thrakia seferinde kendisine hediye
verilmiş olan eşi bulunmaz bir sağrak seçip bir tarafa ayırdı, ihtiyar,
oğlunun başını satın almak için sarayını soyuyor, hiç bir değerli sanat
eserini esirgemiyordu.
Ondan sonra, oğulları sağlam tekerlekli bir katır arabası
aldılar, ona bir sepet bağladılar, boyunduruğu getirip katırları koştular;
sonra Hektor'un cesedini kurtaracak büyük kurtulmalıkları arabaya
taşıdılar. Koşulan duynakları kalın katırlar, vaktiyle, Mysialıların
Priam'a çok değerli bir hediyesi idi. Priam ile çavuş, yüreklerinde akıllı
düşüncelerle, bindiler. Ondan sonra, yüreği kaygılı, Hekübe geldi, sağ
eliyle şarap dolu bir altın kupa tutuyordu: Tanrılara saçı kılmadan
hareket edilmesini istemiyordu. Arabanın önünde, ayakta, bütün
isimleriyle anarak Priam'a kanatlı sözler söyledi:
— Zeus Ata'ya saçı kıl ve sağ esen dönebilmen için dua et. Seni
yüreğin Ahaylıların gemilerine doğru götürüyor, ben ise istemiyorum.
Bütün Troya ilini gören Kronosoğlu'na dua et ki, alâmet olarak çabuk
uçan habercisini, en sevgili kuşunu göndersin, sağ tarafımızda görünsün,
ki sen de korkusuzca Danaosluların gemilerine gidesin.
Tanrılar eşi Priam, ona şöyle cevap verdi:
— Kadın, bu ise istediğin, hayır demiyeceğim. Şüphesiz elleri
kaldırıp Kronosoğlu'na dua etmek, bize acımasını dilemek iyi şeydir.
527/555
Böyle dedi, ihtiyar, ve vekilharç halayık kadına ellerine su
dökmesini emretti. Kadın, ellerinde leğen, ibrik, geldi. Temizlendikten
sonra karısının elinden kupayı aldi; ayakta, gözleri göğe çevrilmiş, şarabı
saçtı ve söze başlayıp dua etti:
— Zeus Ata, çok şanlı, çok yüksek, İda'nın sahibi tanrı! inayet
eyle, yanına gittiğim Ahilleus bana acısın, iyi davransın. Çabuk uçan
haberci kuşunu, gücü yüksek sevgili kuşunu bana gönder, sağ
tarafımızdan görünsün ki, ben de korkusuzca Danaosluların gemilerine
gideyim.
Böyle dedi, hep tedbir düşünen Zeus, duasını dinledi: Çabuk
kuşların en kuvvetlisi, Kara Kartalı ileri saldı. Zengin bir adamın oda
kapısı kadar geniş kanadı olan bu kuş, sağ taraftan şehrin üstüne uçtu;
görenlerin yüreği sevinçten eridi.
PRİAM, AHAYLILARIN KAMPINDA
İhtiyar hemen arabaya binerek çınlayışlı divanhane arasından
sürdü. Oğulları ve adamları ağlayarak beraber yürüyorlardı. Şehirden
ovaya çıkınca hepsi ayrıldılar. Yalnız iki yolcu kalmıştı. Yüksek sesli
Zeus'un gözünden ihtiyar kaçmamıştı; görünce acıdı ve hemen oğlu
Hermes'e dönerek şöyle dedi:
528/555
— Hermes, sen bir ölümlüye arkadaşlık etmesini seversin,
hoşuna gideni de dinlersin. Şimdi de git, Priam'ı Ahaylıların karınlı
gemilerine ilet, başka hiç bir Danaoslu farkına varmadan Peleoğlu'nun
yanına ulaştır.
Böyle dedi, ve haberci Hermes itiraz etmedi: hemen ayaklarına
som altından güzel sandallarını bağladı: Bunlarla, rüzgârların
nefesleri, onu geniş deniz ve kara üzerinde uçarcasına yürütürdü.
Ölümlülerin gözlerini efsunlamak veya uyuyanları uyandırmak için
kullandığı değneği eline aldı. Elinde değneği, havalanarak tezlikle
Troya iline ve Hellespont'a geldi. Orada genç ve çok güzel, bıyıkları
yeni çıkmış bir Hanzade kılığına girdi.
Bu arada iki yolcu büyük İlion mezarını geçmişlerdi. Orada
hayvanlarını suladılar. Yere gecenin karanlığı basmağa başlamıştı. O
ânda çavuş, yakından görerek Hermes'i tanıdı; söze başlayıp Priam'a
şöyle söyledi:
— Dikkat Dardanos oğlu! Şimdi tedbirli davranmak gerek.
Şurada bir adam görüyorum, ya ondan kaçmalıyız, veya dizlerine
kapanıp bize acımasını yalvarmalıyız.
Böyle dedi, ve ihtiyarın yüreğine korku girdi. Tüyleri burkulmuş
üyelerinde diken diken oldu. Fakat iyiliksever tanrı, kendi,
yanaşarak ihtiyarın elini tuttu ve seslenerek .şöyle sordu:
529/555
— Baba, böyle gece vakti, bütün ölümlüler yatıp uyurken, sen
hayvanlarını nereye sürüyorsun? Azgınlık içinde olan şu Ahaylılardan
korkmaz mısın? Bunlar taşkın düşmanlardır, çok da yakın bulunuyorlar,
ihtiyarın, yanındaki de ihtiyardır; seni, biri, bu kadar zengin mallar
arasında görmüş olsa ne yaparsın? Ben sana fenalık etmek istemem;
tersine, seni başkasına karşı savunmak isterim. Sende kendi
babamın çehresini buluyorum.
Tanrılar eşi İhtiyar Priam cevap verdi:
— Evet, oğlum, dediğin gibi adamlar vardır. Fakat umuyorum
ki, şimdi de bir tanrı bana elini uzatmak üzeredir. Senin gibi genç,
boylu boslu, eşsiz güzellikte, yüksek düşünceli ve şüphesiz mutlu insanlar
çocuğu bir yolcu ile beni karşılaştıran da o tanrıdır.
Haberci iyilik sever Hermes cevap verdi:
— Bütün söylediklerin, ihtiyar, gereğince söylenmiştir. Şimdi
sen bana cevap ver: Geniş ve kıymetli hazineni, olduğu gibi saklamak
üzere, yabancıların yanına mı göndereceksin? Yoksa, korkunuzdan,
kutsal İlion'dan çıkıp gidiyor musunuz? Ölen oğlunla insanların en
yiğidi ölmüştür. Kavgada hiçbir Ahaylıdan aşağı da değildir.
530/555
Tanrılar eşi ihtiyar Priam cevap verdi:
— Şanlı çocuk, sen kimsin? Anan baban kimdir? Talihsiz
oğlumdan ne kadar gereğince söz söylüyorsun!
— Tanrısal Hektor'dan söz açarak, ihtiyar, beni sınamak istiyorsun.
Onu ben kavgada ne kadar çok görmüşüm! Gemilerin yanında
Ahaylıları, o gün, nasıl bastırıyor, kılıçtan geçiriyor, parça parça ediyordu!
Biz orada olana bitene seyirci kalıyorduk: Ahilleus, Atreoğlu'na
karşı olan öfkesinden bizi kavgadan uzak tutuyordu. Ben,
Myrmidonlar'danım, hem Ahilleus'un seyisiyim. Babam Polktor zengindir,
fakat senin gibi ihtiyardır. Altı oğlu daha var, ben yedincisiyim;
kur'am çıktığı için orduya ben katıldım. Az önce gemilerden ayrılarak
ovada dolaşırken size rastladım.
Tanrılar eşi ihtiyar Priam cevap verdi:
— Peleoğlu Ahilleus'un seyisi isen bana doğrusunu söyle.
Oğlum hep gemilerin yanında mıdır? Yoksa, Ahilleus onu parça parça
edip köpeklere yedirmiş midir?
Haberci Hermes cevap verdi:
531/555
— İhtiyar, o ne köpeklere, ne kuşlara atılmış, yedirilmiş
değildir. Ahilleus'un barakasında, olduğu gibi durmaktadır. Gözlerinle
göreceksin: Üstünden kan yıkanmış, silinmiş, tertemiz, taptaze,
yaraları kapanmış yatıyor. Mutlu tanrılar, oğluna, oğlunun ölüsüne
bile, böyle saygı gösteriyorlar: Gönüllerinin o derece sevgilisidir.
Böyle dedi, ve büyük bir sevinç içinde kalan ihtiyar cevap
verdi:
— Hey, çocuğum, ölümsüzlere gereken kurbanları sunmada
kusur etmemek çok doğru imiş! Oğlum, hiçbir zaman, sarayında,
Olympos'un mutlu tanrılarını unutmazdı; şimdi de onlar, meymenetsiz
ölümden sonra bile, onu unutmuyorlar. Şimdi, tanrıların
inayetiyle, Ahilleus'un barakasına beni ulaştırır mısın? iyiliğine
karşılık şu güzel kupayı kabul et.
Bunun üzerine haberci Hermes şöyle dedi:
— İhtiyar, beni genç gördün de sınamak istiyorsun. Fakat
Ahilleus bilmeden ben hediye kabul edemem. Ona ait bir hediyeyi
almağa
532/555
benim gönlüm razı değil, hem de korkarım, ileride bu yüzden
bir kötülüğe uğrıyabilirim. Fakat, sana, gönlümün arzusu ile, istediğin
yere kadar kılavuzluk etmeğe hazırım. Kimse kılavuzunu küçümsemiyecek,
sana el uzatmıyacaktır.
İLİAS DESTANI PRİAM, AHİLLEUS'UN YANINDA
İyilik sever tanrı böyle diyerek arabaya atladı. Az sonra
Ahilleus'un yüksek barakasına ulaşmışlardı: Myrmidonlar ona bu
barakayı çam mertekler doğrıyarak ve üstünü kamışlarla örterek yapmışlardı.
İyilik sever Hermes, ihtiyara barakanın kapısını açtı, onu çok
güzel ve çok değerli kurtulmalıklarla beraber içeri soktuktan sonra
şöyle dedi:
— İhtiyar, sana gelen ölümsüz bir tanrıdır: Ben, Hermes'im.
Babam, kendi, beni senin yanına kılavuz gönderdi. Ahilleus'a görünmeden
ayrılıyorum. Sen gir, Peleoğlu'nun dizlerine sarıl, ona babası,
anası ve oğlu adına yalvar, gönlünü heyecanlandırırsın.
Hermes böyle dedikten sonra yüksek Olympos'a döndü. Bu
ara ihtiyar Priam, hayvanların yanında İdeüs'ü bırakarak, Zeus'un sevgilisi
Ahilleus'un yanına gitti. Peleoğlu, ihtiyarı görünce bir şaşkınlık
geçirdi, yanında bulunan seyisleri Automedon ve Alkimos ile gözgöze
bakıştılar. Priam Ahilleus'un dizlerine sarılarak şöyle yalvardı:
533/555
— Tanrılar eşi Ahilleus, babanı hatırına getir. O da ben yaşta,
uğursuz ihtiyarlığın eşiğine basmış bir talihsizdir. Etrafındaki komşuları
onu bunaltıyorlardı ve felâketi uzaklaştıracak kimsesi yoktur, fakat
hiç olmazsa senin sağlığından haberler almak yüreğini ara sıra sevinçle
doldurur, oğlunun dönüşünü her gün bekliyebilir. Benim talihsizliğim
çok daha büyüktür; oğullarımdan, şehri ve halkı koruyacak yalnız
Hektor'um kalmıştı. Ölüsünü olsun almak için Ahaylıların gemilerine
geliyorum. Sana büyük kurtulmalıklar getiriyorum. Tanrılara saygı
göster ve babanı düşünerek bana acı, Ahilleus.
Böyle dedi, ve Ahilleus'un gözlerini yaşarttı, ihtiyarın iki elini
yavaş yavaş dizlerinden ayırdı, ayağa kaldırdı. İkisi de ağlıyordu: Biri
canına kıyılan oğlu Hektor için, öbürü babası ve hiç unutmadığı
arkadaşı Patroklos için gözyaşları döküyorlardı. Peleoğlu konuşmağa
başlayarak kanatlı sözler söyledi:
— Talihsiz ihtiyar, kimbilir, yüreğin ne acı kaygılarla doludur!
Yalnız başına, bu kadar oğlunu öldürmüş olan adamın karşısına çıkmağa
nasıl cesaret ettin? Gel, koltuğa otur; her ikimiz pek büyük olan
kederlerimizi bir ân için unutalım Tanrılar benzeri ihtiyar Priam şöyle
dedi:
— Zeus dölü, Ahilleus, Hektor yerde yatarken, beni koltuğa
oturtma; bir ân önce, getirdiğim kurtulmalıkları kabul et, onu bana
ver, doya doya gözlerimle göreyim. Bana güneşin ışığını gösterdiğin
için tanrılar da sana vatanına dönmek iyiliğini bağışlasınlar.
534/555
Ayağına çabuk Ahilleus şöyle dedi:
— Beni titizlendirme, ihtiyar! Ben kendiliğimden Hektor'u
sana vermeği düşünüyordum. Zeus'un bir habercisi, beni dünyaya getiren
tanrıça, deniz ihtiyarının kızı Thetis, bundan önce yanıma geldi;
senin de buraya bir tanrının kılavuzluğu ile gelmiş olacağını aklımla
düşünüyorum. Yoksa, hiç bir ölümlü bizim ordunun arasına giremez,
bekçilerimizin gözünden kaçamazdı. Yas içindeyim, öfkemi oynatma.
İhtiyar korkuya düşerek sustu; kurtulmalıkları arabadan indirtti.
Ahilleus, Hektor'u örtmek için iki keten çarşaf ayırdı. Hektor'u
geri vermek üzere iken, Ahilleus hıçkırarak arkadaşını andı:
— Hades'in derinliklerinde, Patroklos, tanrısal Hektor'u kurtulmalığını
getiren babasına geri verdiğimi öğrenirsen, bana darılma!
Bu kurtulmalıktan gereken payı ayırıp sana sunacağım.
Tanrısal Ahilleus böyle söyledikten sonra, az önce oturduğu
koltuğa dönerek oturdu, Priam'a şöyle söyledi:
— Oğlun sana geri verildi, ihtiyar; bir yatak üzerinde yatıyor;
şafak vakti götürürken görürsün. Sen de geceyi, dışarda, serilen bir
yatakta geçireceksin. Dernekte oy sahibi Ahaylılar buraya girip
535/555
çıkıyorlar, birinin seni burada görmesini istemiyorum. Benden
dilediğin herşey istediğin gibi olacaktır.
PRİAM'IN TROYA'YA DÖNÜŞÜ
Bütün gece ölümsüz tanrılar ve kavga arabaları güzel insanlar
bir gevşekliğe kapılarak uzanmışlar, uyuyorlardı. Yalnız iyilik sever
Hermes'i uyku tutmuyordu. Yüreğiyle düşünüyordu: Priam Hanı, şanlı
kapı bekçilerinin gözlerinden kaçırarak gemiler arasından nasıl iletecekti?
İhtiyarın başucunda dikilerek seslendi:
— İhtiyar, Ahilleus canını bağışladıktan sonra, düşmanlar
arasında böyle rahat rahat nasıl uyuyabiliyorsun? Şu saatte, oğlunu
oldukça pahalı kurtulmalıklar vererek kurtarmış bulunuyorsun; fakat
seni Ahaylılar görürlerse, Agamemnon'a haber verirlerse, ellerine
düşersin ve üç kat daha pahalı kurtulmalıklarla kurtarılamazsın.
İhtiyarı bir korku aldı, çavuşu da kaldırdı. Hermes, hazırlıklarına
yardım ederek, onları, kimse görmeden, Ahaylıların
ordusundan uzaklaştırdı.
Babası Zeus olan Güzel Ksanthos ırmağının geçit yerine
erişince Hermes ayrılarak yüksek Olympos'a havalandı. Onlar da,
536/555
safran elbiseli Şafak ışığını yere yayarken, arabalarını, hıçkıra ağlıya
şehre sürdüler. Bu ara, Afrodite benzeri Priam kızı Kassandra,
Akropol'a çıkıp bakmıştı: Arabanın üstünde, ayakta, babasını ve şehrin
gür sesli çavuşunu ve katırların taşıdığı yatak üzerinde Hektor'u
gördü. İnliyerek bütün şehre haykırdı:
— Gelin Troyalılar, gelin Troya kadınları, Hektor'u görün!
Eskiden, hayatta iken, şehre girdiğini gördüğümüz zaman ne kadar
sevinirdik! Sitesinin, halkının büyük koruyucusu, o idi, en büyük sevinçleri
de o idi. Gelin, görün!
Böyle dedi, ve artık şehirde ne bir erkek, ne bir kadın, ağlamıyan,
hıçkırmıyan kimse kalmadı. En başta karısı ve şanlı annesi vardı.
Saçlarını yoluyorlar, arabanın üstüne atılıyorlar, ölünün başını kucaklıyorlardı.
Troyalılar yığın yığın, ağlayarak etrafını alıyorlardı. O
ara, Priam, arabasının üstünden haykırdı.
— Bırakınız, katırları süreyim; evine götürdükten sonra, istediğiniz
gibi hıçkırır, ağlarsınız.
Böyle dedi, Hektor'u konağına götürdüler, güzel bir yatağın
üstüne yatırdılar. Etrafına thren ilâhisini söylemede usta şarkıcılar
koydular. Kadınlar ilâhileri hıçkırıklarıyla karşılıyorlardı. En başta, ak
kollu Andromahe, canına kıyılan Hektor'un başını kucaklayarak
kadınlara yürek yakıcı bir ağıt söylemeğe başladı:
537/555
— Erkeğim, çok genç hayattan ayrılıyor, beni konağında dul
bırakıyorsun. Oğlumuz, biz iki talihsizin dünyaya getirdiğimiz masum
çocuk, daha çok küçük; gençlik çağına erişeceğini ummuyorum; ondan
önce şehrimiz baştanbaşa yıkılacak, talan edilecek; çünkü sitemizi,
kadınlarını, çocuklarını koruyan sen artık yoksun! Bu kadınları, beni
de beraber, gemilerine götürecekler! Sen de küçüğüm, ya benimle beraber
gelecek, kölelik hayatının sefaletlerine katlanacaksın, insafsız
sahibimizin angaryalarına koşacaksın, veya seni Ahaylılardan biri alıp
yüksek hisarımızdan aşağı fırlatacaktır; Hektor'un Ahaylılar arasında
düşmanları çoktur: Kiminin oğlu, kiminin kardeşi, onun kolları
altında can vermiştir! Canlara kıyan kavgada babanın yumuşak bir
yüreği yoktu: Bunun için, Hektor, bütün şehir senin için ağlıyor; benim
içinse bundan sonra figandan, hıçkırıktan başka bir şey
kalmayacaktır.
Ağlayarak böyle dedi, kadınlar da hıçkırıklarıyla karşıladılar.
Sonra Hekübe de yürek yakan bir ağıta başladı:
— Hektor, sevgili çocuklarımın en sevgilisi! Hayatta sen tanrıların
sevgilisi idin, öldükten sonra da sana saygı gösteriyorlar.
Eskiden ayağına çabuk Ahilleus, eline geçirdiği oğullarımı geniş denizin
ötesine götürür, Samos'ta, İmbros'ta, dumanlı Lemnos'ta satardı.
Fakat seni, uzun ağızlı tunç silâhıyla canına kıydıktan sonra, canına
kıymış olduğun sevgili arkadaşı Patroklos'un mezarı etrafında,
hıncından, sayısız, defalar sürükledi, yine de arkadaşını diriltemedi.
Bugün sen, konağında, hayat senden yeni ayrılmış gibi, rengin taze,
uzanmış yatıyorsun, yattığın yerde Apollon'un yumuşak oklarıyla
vurduklarına benziyorsun!
538/555
Ağlıyarak böyle diyor ve yalnız sonu gelmez figanların yükselmesine
sebep oluyordu. Üçüncü olarak Helene başka bir ağıta
başladı:
— Hektor, bütün kayınlarımdan gönlümün en sevgilisi sendin.
Tanrılar benzeri Aleksandros'un karısı olduğumu, beni Troya'ya getirdiğini
unutmuyorum: Keşke ondan önce ölseydim! İşte memleketimden
ayrılıp buraya geleli yirmi yıl oluyor, senden ise hiçbir acı söz
işitmedim. Ne zaman kayınlarımdan, vualleri güzel eltilerimden,
görümcelerimden biri, hattâ kayınanam, beni kınasa, sen tatlı dilinle,
güler yüzünle, yatıştırıcı sözlerle gönlümü alırdın. Şimdi talihsiz ben
kendim için ve senin için, yüreğim yanık ağlıyorum. Artık Troya ilinde
bana tatlı bir söz söyleyerek, güler yüz gösterecek kimse kalmamıştır.
Beni gördükleri zaman hepsinin tüyleri diken diken oluyor: Beni o
kadar sevmiyorlar.
Ağlayarak böyle dedi: Yığınlar hıçkırıyordu. O zamar ihtiyar
Priam şöyle konuştu:
— Troyalılar, şimdi gidip şehre odun getirirsiniz. Argosluların
bir baskınına uğramaktan korkmayınız. Kara: gemilerden beni yola
çıkarırken Ahilleus, on ikinci Şafak aydınlığına kadar bize hiçbir fenalık
yapmayacağına söz vermişti.
HEKTOR'UN CENAZE TÖRENİ
539/555
Böyle dedi, ve yük arabalarına öküzler ve katırlar koştular;
vakit geçirmeden şehrin önünde toplandılar. Dokuz gün, yığın yığın
odun getirdiler. Onuncu Şafak, ışığı ölümlülerin gözlerine yaydığı zaman,
kahraman Hektor'un cenaze törenine başladılar, gözyaşları
dökerek cesedini hazırlanan odun yığınlarının tepesine yerleştirdikten
sonra odunlara ateş verdiler.
Sabah, gülparmaklı Şafak göründüğü zaman, ün salmış
Hektor'un sönmeğe başlıyan cenaze ateşinin etrafında toplandılar;
alevin yayılmış olduğu her tarafı ateş rengi şarapla söndürmeğe giriştiler.
Sonra kardeşleri ve yarenleri beyaz kemiklerini, yanaklarını ıslatan
gözyaşları dökerek topladılar, bir altın kutu içinde yumuşak erguvan
parçalarına sardılar; sonra, vakit geçirmeden, bir çukurun içine
koyup üstüne geniş taşlardan sık bir tabaka yaydılar: Bunun da üstüne
toprak serperek mezarı yaptılar; Ahaylıların bir hücumundan korktukları
için, mezarın başına bekçiler beklettiler. Mezar bittikten sonra,
şehre gelerek Zeus dölü Priam Han'ın konağında toplandılar. Atkısrak
terbiyecisi Hektor'un cenaze törenini gereğince verilmiş bir ziyafetle
kutladılar.
KÜÇÜK MİTOLOJİK SÖZLÜK
İliada'nın ve Grek Mitologyasının anlaşılmasını kolaylaştırmak
için tertip edilmiştir.
540/555
Afrodite: Aşk ve güzellik tanrıçası; Anhis ile birleşerek Ene'yi
doğurmuş; Deniz dalgalarının köpüklerinden doğmuş olduğuna inanılırdı.
Afros «köpük» demektir. Bu inanca göre ismi verilmiştir.
Kadınlar «ma ten Afroditen» (Afrodite hakkı için) diye yemin
ederlerdi. Özel Afrodite ismi şairlerin eserlerinde: 1) Aşk zevkleri, 2)
İptilâ, aşk heyecanı, 3) Doya doya lezzet alma, sevişme, 4) Güzellik,
cemal mânalarıyla, genel isim olarak çok kullanılırdı. Venüs seyyaresine
ve zar atışının en iyi şekline de bizde dü şeş gibi Afrodite ismi verilmişti.
Bk. Paris.
Agamemnon: Atreoğlu, Argos ve Mykene Hanı; Troya seferinde
bütün Ahaylılar ona tâbi olmuşlardı. Fakat Dernekte bütün öbür
Ahaylı Hanlar rey sahibi idi, fikirlerini, tasarladıklarını ileri sürerler,
öğütleyebilirler, Hanın kararlarını tenkit ederlerdi. Her kararından
sorumlu tutulurdu. Ahilleus ile Agamemnon arasındaki atışma
İliada'nın en esaslı konusudur.
Ahaia (Ahay ili): Peleponez'in bir ülkesi ve, genişletilerek
bütün Peleponez. Romalılar Makedonya hariç bütün Grek iline Ahai
derlerdi. Ahalisine Ahaoi, denilir ki, (Ahaialılar) demektir. Troya seferine
katılan kavimlerin hepsine, İliada'da, Ahaioi denilmektedir: Argoslular,
Danaoslular, Giritliler, İtakeliler, Fthialılar (Myrmidonlar),
Lokrialılar.. Ahaioi (Ahaialılardan) dır. Syria ve Pont memleketlerine
akın etmiş olduklarını Bailly (Dict. Grec Français) söylemektedir.
Bütün bu memleketlerin ayrı ayrı Hanları, başları ve kıralları varsa da,
milletin genel ismi Ahaioi (Ahaylılar) dır. Kök Ahay çok eski ve uzaklardan
akın etmiş bir kavime delâlet etmektedir.
541/555
Ahilleus: Anası deniz tanrıçası, deniz ihtiyarının
(Poseidon'un) kızı, gümüş ayaklı Thetis; babası Eakoğlu Pele'dir.
Hüküm sürdükleri ülkeye Fthia, kavmine Myrmidonlar denilirdi. Bk.
Fthia.
Apollon (Foebos): Zeus ile Leto'nun oğlu, güneşi temsil
eden tanrı; Foebos (parlak, ışıklı) ismi bu vasfını göstermek üzere verilmiştir.
Artemis'in ikiz kardeşidir. Bk. Artemis.
İnsanlara gaipten haberler (oracles) verirdi, bu kâhinlikte «pythia»
ismini alan duacı kadın medium rolünü oynardı; Parnas dağının
eteğinde Delfes şehrinde Apollon'un bu yolda haberler verdiği bir
tapınağı vardı, insanlara hekimliği de Apollon'un öğrettiğine inanılırdı.
Kyklopları (tepegözleri) öldürdüğü için Zeus, onu Thessalia
Hanına sürgün etmiş olduğu hakkında bir rivayet (legend) vardır;
orada Hanın sürülerini beklerdi, çobanların piri sayılırdı. Apollon'un
müziğin de temsilcisi olduğuna inanılırdı: Onunla müzikte rekabete
kalkışan Satyr'in derisini diri diri yüzdüğü hakkında dahi bir legend
vardır. Üçüncü bir rivayet: Frygia Hanı Midas, Pan'ın kavalını
Apollon'un lyr'ine tercih ettiği için, tanrı kızarak Midas'a iki eşek kulağı
vererek onu cezalandırmıştır. Bk. Pan.
Ares: Zeus'le Here'nin oğlu, kavga tanrısı; Aktor'un kızı
Astyake ile birleşerek Askalaf ile İalmen'i dünyaya getirmiştir. Burağan
timsali (cisimlenmişi) sayılırdı. Fırtınaların koptuğu Thrakia'nın
kuzeyini kendisine makam tutarmış. Çok sert bir tanrı olarak
düşünülüyordu. Çok çabuk koşan atlara koşulmuş arabasının üstünde,
542/555
dolaştığı yerlere ölüm saçardı; hiç bir kavmin, hiç bir şehrin koruyucusu
değildi, insanlar, hattâ tanrılar onu sevmezdi. Romalıların Mars
ismindeki harp tanrısı lâtin Pantheonunda yüksek bir yer tutar, Ares
böyle bir şereften uzaktır. Zeus, Athene, Apollon... ile savaş halindedir.
Kavga destanı olan İliada'da, tabiî olarak önemli bir rol oynamaktadır.
Argos: Peleponez'de Argolide ilinin ve Agamemnon'un baş
sitesi; birçok eserde bütün Argolide iline Argos denilmektedir; hattâ
bütün Peleponez'e şâmil bir isim olarak kullanılmıştır. Thessalia
ovasına da Argos Pelastique (Pelasge Argos'u) denilmiştir. Mykene
aynı ülkenin ve Agamemnon'un başka bir şehriydi. Bu ülkeyi Here çok
sever ve korurdu.
Artemis: Zeus ile Leto'nun kızı, Apollon'un ikiz
kızkardeşidir; Delos adasında doğmuştur. Apollon güneşi, Artemis ayı
temsil ederler; Apollon'a «Foebos» (= Parlak, ışıklı) denildiği gibi,
Artemis'e de «Foebe» denilirdi, ikisi de yayla silâhlanmıştır, oklar atarlar:
Oklar güneş ve ay ışınları sembolleridir. Artemis güzel endamlı,
ciddî ve necip çehreli, tanrısal bir bakiredir. Saf ışık tanrıçası olarak
afifliği sembolleştirir; kültünün kanunu olarak afifliğe, erkek ve kadın
duacıları riayet zorunda idiler. Ona tapınan ve onun gibi dünya iptilâsından
uzak, dağlar, ormanlar arasında yaşıyan Hippolyt, afiflik
yüzünden helak olduğu zaman, Artemis ona yüksek şerefler müjdeliyerek
teselli vermiştir. Sonraları, Artemis adına türlü kültlere
sapılmıştır. Bunlardan biri, Efes'de, Artemis'e, bütün tabiatı
dölleştiren ve göğsü sayısız memelerle örtülü bir tanrıça gibi
düşünülerek tapınılmasından doğan Kült idi. Bailly'nin diksionerinde
varlığı okunan bu eski kültün tanrıçası Artemis'e ait güzel bir heykeli
son aylarda bizde yapılan kazılarla Efes'de bulunmuştur. Bu külte ve
543/555
başkalarına rağmen, Artemis kültünün en büyük karakteristiği olan
hafiflik ve ağırlık hiçbir zaman unutulmamıştır.
Athene (Pallas A.): Zeus'un başından, silâhlı olarak
doğmuştur. Savaş tanrıçasıdır, aynı zamanda barış sanatlarını koruyan
bir tanrıçadır. Harp tanrıçası olarak Gorgon'u, fırtına koparan bulut
timsalini öldürmüştür. Gorgon'un başı egid kalkanını süsleyen bir
fırtına sembolü olmuştur. Homeros'un kahramanlarına taşkınlık
göstermiyen cesaretli bir savaşçılık telkin ederdi; Ares'in azgınlıklarını
böyle düşünen bir yiğitlikle yenmek mümkün oluyordu. Barış sanat ve
tekniklerini koruduğu için, ona Atinalılar Parthenon isminde büyük
bir sanatla işlenmiş bir tapınak dikmişlerdi. Zeytin ağacının yetiştirilmesini
öğretmiş ve en büyük bir zenginlik kaynağı olan zeytin dalı,
tanrıçanın daima elinde taşıdığı barışıklık sembolü olmuştur. Athene,
yiğitlik ve bâkirlik tanrıçası sayıldığı için, kendisine genç kız ve genç
oğlan mânasına gelen bir isim verilmiş, Pallas denilmiştir. Athene ismi
bir sıra değişiklikler almıştır: Athenaia, Athanaia, Athenaa, Atha,
Athana, Asana... lonien şekli Athene'dir, şairin kullandığı bu şeklidir.
Ayas: Büyük Ayas, Telamonoğlu; Salamin adasının Hanı idi.
Salamin'e Ayas'ın adası denilirdi. Babası Eakoğlu Telamon, anası
Eriopis, kardeşi Teukros'tur. Ahilleus'tan sonra, Ahaylıların en iyisi
sayılırdı.
Ayas: Babası Oile, lâkabı çabuk ayaklı, Lokrialıların başıdır.
Bk. Lokrialılar.
544/555
Briseis: Brise'nin kızı, Brise (Briseus): Lelege Hanı, Briseis'in
babası. Ahilleus, onu, Troyalıların Lyrnesso şehrini talan ettiği zaman,
çok güzel olduğu için kendine ayırmıştı, Ahaylılar da şeref payı olarak
ona vermişlerdi. Agamemnon, kendi şeref payını, kurtulmalıksız, babasına
geri vermeğe ve Apollon'a yüzlük kurban sunmağa mecbur
kaldığı zaman, Ahilleus'tan şeref payını almış, aralarında o ün salmış
öfkeli atışma çıkmıştır.
Danaos: Argos'u kuran kahraman, Danaos'tan gelişen kavime
Danaoi (= Danaoslular) denilir; Argoslular ile bir mânada, idi.
Ahaylılar da, Danaoslular gibi, bir kahramandan gelişmiş millet
mânasına alınmalıdır. Bk. Ahaia.
Dardania: (1) Bir Troya ülkesi, 2) Hellespont (= Çanakkale)
boğazında küçük Asya (Anadolu) şehri.
Dardanos: Zeus oğlu, Dardania'nın kurucusu, Troya'ya
Dardanos şehri ismi verilirdi. Dardanos'un oğlu Eriktonios, bunun
oğlu Tros, Troya'nın kurucusu diye gösterilmektedir. Çanakkale'ye
verilen Dardanel ismi buradan gelir.
Diomedes: Tydsoğlu, Argos Hanı, Argos ilinde, Agamemnon
yanında, Tyde'nin ve oğlu Diomedes'in de Han (kıral) olduğu görülmektedir.
Fakat Agamemnon'un hepsinden büyük Hân (kıral) olduğu
açıklanmakta ve üslünde durulmaktadır.
545/555
Eetion: Thebe Hanı, Andromahe'nin babası; Thebe Mysia'nın
Plakos dağı eteğinde idi. Bk. Thebe.
Ene (Eneias): Afrodite ile Anhis'in oğlu; Troya şefi. Bk.
Afrodite. Ene nesepçe Priam'dan ve Hektor'dan üstündü, aralarında
post çekişmeleri vardı.
Feniks (Foinihs): Amyntor oğlu, Ahilleus'un terbiyesine
memur edilmiş ve Ahilleus ile beraber Troya seferine gönderilmişti.
Fthia: Grekler memleketinin kuzeyinde Eakoğlu Pele'nin
hüküm sürdüğü site; Thessalia (ve Thettalia) ülkesinin başlıca bir
parçası veya tamamıydı. Ahalisine Myrmidonlar denilirdi. Troya seferine
katılan bütün kavimler gibi Myrmidonlar da Ahaylılardandı. Bk.
Ahaia.
Glaukos: Hippolohos oğlu, Lykia Hanı. Bk. Lykia. Hades: 1)
Ahiret (cehennem ve cennet beraber) tanrısı ve Hanı, 2) Genişletme ile
ölülerin konağı, 3) Bunun da genişletilmesiyle ölüm. Kronos'un üç
oğlundan biri: Dünyayı paylaşırlarken ölüler âlemi ona düşmüştür.
Hefaestos: Zeus ile Here'nin oğlu; ateşe hükmeden tanrı.
Doğuştan topal; aksak aksak yürümesi alevi veya şimşeği (yıldırımı)
546/555
andırır. Bir rivayete göre, annesi Here'yi Zeus'un öfkesinden korumak
istediğinden kızan babası, ceza olarak, onu gökten aşağı atmış;
Lemnos'a veya açık denize düşmüş, Thetis'in yardımıyla kurtulmuş.
Olympos'taki tezgâhında Helios'un arabası, Herakles'in altın zırhı,
Ahilleus'un kalkanı, Zeus'un asası... dövülmüş, işlenmiştir. Ateşe
hâkim bir tanrı olarak Hefaestos insanları ilk medeniyet sanatlarına
alıştırmış oluyor. Hefaestos, insanlara canlılık da vermektedir, hattâ
insan: ilk kadın Pandura'yı o yaratmıştır. Pandura, Greklerin
Havva'sıdır.
Hektor: Priam ile Hekübe'nin oğlu, Andromahe'nin kocası.
Hekübe: Priam'ın karısı, Hektor'un annesi.
Kelene: Zeus ile Leda'nın kızı, Menelas'ın karısı, Priamoğlu
Paris (Aleksandros) tarafından kaçırılmıştı. Leda'nın Tyndar'ın karısı
iken Zeus'la birleşmiş olduğuna inanılıyordu.
Herakles: Zeus ile Alkmene'nin oğlu. Tlepolem'in babası.
Here'yi ve Hades'i yaralamıştır.
Here: Kronos'un ve Rhea'nın kızı, Zeus'un kızkardeşi ve
karısıdır. Zeus'un tanrısal vasıflarından birkaçı Here'de vardır:
547/555
Fırtınalar kopartabilir, bereketli yağmurlar yağdırır, gökte saçılmış
duran yıldızlara hükmü geçer. Here'nin Zeus'la birleşmesi tabiat
kanunlarının âhenklenmesine bir semboldür. Sıcak güneşle yağmurların
beraberce ve aynı zamanda yere geçmesiyle topraklar feyiz bulur,
yemiş verir.
Kopardıkları fırtınalar da unsurlar arasındaki savaşın timsalidir
Here, Zeus gibi, moral vasıfların da sahibidir. Zeus kudreti,
adaleti, iyiliği sembolleştirdiği gibi, Here de aile hayatının ismetli ve
sadakatli baş kadınıdır Tanrılar tanrısının otoritesine uyarak bütün
Olympos'un saygısını kazanmaktadır. Tanrılar, onu Here Sultan olarak
selâmlıyorlar. Kimi zaman biraz azametli bir Sultan gibi davranırsa da
Greklerin Olympos'unda Zeus ulu erkek tanrı, Here de ulu Sultan
tanrıçadır.
Hermes: Zeus'un ve Atlas kızı Moea'nın oğlu, Olympos'un
habercisi.
Atlas: En eski mythologya'da göğün direklerini tutan tanrıdır.
İnsanlar arasında barışıklık münasebetlerinin tanrısı: Karada ve denizde
yolculuğun ve alış veriş'in koruyucusu; tanrıların emirlerini yorumlayıp
açıklamak bir vazife olduğuna göre, sözün ve güzel konuş-
manın da tanrısıdır; ölüleri Hades'e ulaştırmak için kılavuzluk eder.
Delikanlıları korur. Spor yarışlarını gözü ve hükmü altında tutar.
Akşam ve sabah fecirleri onun hiç durmayan koşuculuğunun bir
neticesi sayılırdı; her akşam Batı'da gözden kaybolduğuna ve her sabah
Doğu'da tekrar göründüğüne inanılırdı. Yolların, seyahatin,
548/555
ticaretin koruyucusu olarak kazanç sağlayan, zarardan sakındıran iyiliksever
bir tanrı olarak saygı görürdü.
İda (İde): Mysia iline (Troya, Bergama, Lapsiki, v.b.) hâkim
bir dağ. Zeus bu dağın en yüksek tepelerine çekilir; tahtını kurardı. Bir
İda daha Girit'tedir, şimdiki ismi «Psilorit» tir.
İdomene (İdomeneus): Deukolion'un oğlu, Giritlilerin
Hanı. Deukolion'un babası Minos, Zeus ile Okeanos kızı Europa'nın
oğludur.
İris: Tanrıların habercisi; tanrılarla insanlar arasında veya
kendi aralarındaki münasebetlerde kullanılırdı; Tanrı dölü kahramanların
arzularını da tanrılara ulaştırırdı. İris, ayağına çabuk, yel ayaklı,
yorulmaz gibi sıfatlarla anılmaktadır, iris ismiyle, Paflagonia'da bir ırmak
vardır. Paflagonia'nın başkenti Sinop idi.
Karia: Ege denizinde, Küçük Asya (Anadolu) sahilinde bir
ülke (Viilet, Halikarnas). Karialılar, Lelege'ler ismi ile anılırdı.
Kronos: Zaman tanrısı; Zeus'un, Poseidon'un, Hades'in ve
Here'nin babası. Saturne (Zuhal) seyyaresine —hususiyle Roma'da—
Kronos (zaman tanrısı) denilirdi.
549/555
Lesbos: Ege denizinde bir ada: Bizim Midilli.
Lokrialılar (Lokroi: Lokriens): Lokrialılar ismiyle anılan
kavimler ve yerleri birkaç tanedir: 1) Opunt Lokrialıları: Peloponez'in
güney batısındaki Elide ülkesinin kıralı Opus (nt) isminden çıkmıştır.
2) Epiknemis Lokrialıları: Peloponez'in güneyinde Knemis dağlarına
nispetledir. 3) Üzol Lokrialıları: Korinthos körfezi üzerindedir. 4) Epizefyr
Lokrialıları: Güney İtalya'daki zefyrion dağları isminden.
Jüada'da Lokrialıların başı Ayas Oileoğludur.
Lykia: Küçük Asya (Anadolu)nun bir ülkesi; Karia ile Pamfylia
arasında.
Karia: Ege denizi sahilinde bir Küçük Asya ülkesi.
Pamfylia: Küçük Asya güneyinde bir ülke, Taurus dağları
içinden geçer. Bunun yanında Kilikia vardır.
Nestor: Neleoğlu, Pylos Hanı; Pylos: Messenia şehri; Nestor'a
Messenialı da denilirdi. Troya harbine katılan Ahay Hanlarının en
yaşlısı, en uzun konuşanı idi. Odysseus gibi tedbirli bir savaşçı olarak
saygı görürdü.
550/555
Pan: Hermes ile Nymfe Dryope'den doğmuş, çobanlığı,
sürüleri temsil eder bir tabiat tanrısıdır. Boynuzları ve keçi ayakları
vardır. Kavalı icat etmiş; kaval çalarak ve dans ederek dere tepe dolaş-
maktan hoşlanırdı. Göründüğü yerlerde insanlar ürküp kaçarmış.
Panik, bu korkuyu gösteren bir kelim» olmuştur.
Paris (Paris ve Aleksandros): Troya Hanı Priam ile
Hekübe'nin ikinci oğlu; Kâhin, Paris'in Troya'ya felâket getireceğini
haber vermiş olduğu için, Priam onu İda ormanlarında bir çobanın
yanına sürgün göndermişti. Orada çok güzel bir delikanlı olarak
büyümüş ve bir Nymfe (peri) ile birleşmiş; davar sürüsünü beklerken
güzelliğine hayran üç tanrıça: Here, Athene, Afrodite gözüne görünmüş;
aralarında güzellik için tartışmakta olan tanrıçalar hakemliğine
başvurmuşlar, o da birini, Afrodite'yi iyma ile tercih ettiği için, Here ile
Athene Paris'e ve Troyalılara, Hanlarına ve başlarına düşman
olmuşlardır. İlion'da da, iki tanrıçaya, kendisine «ağrılı şehvet» verdiklerini
söylemekle hakaret ettiği rivayeti de vardır. Daha sonra, babası
affederek Grek memleketine yollamış; Menelas'ın konuğu iken
karısı Helene'yi kaçırmış, böylece Troya harbine sebep olmuştur.
Patroklos: Menoetios oğlu, Ahilleus'un ün salmış sevgili
arkadaşı. Ahilleus'un seyisi olarak Troya savasına katılmış. Bk.
Ahilleus.
Pele (Peleus): Eakoğlu Pele, deniz tanrıçası Thetis'in kocası,
Ahilleus'un babasıdır. Bk. Thetis.
551/555
Poseidon: Suların —denizin, ırmakların, çayların, göllerin—
tanrısı; Kronos'un üç oğlundan biri: Dünyayı paylaşırlarken ona sular
düşmüştür. (Kronos'un öbür iki oğlu, Zeus ile Hades'tir). Denizlerin
dibinde, Aigai ismiyle anılan bir sarayı vardı; bu isim dalgalar (aiges)
kelimesine çok yakındır. Çok kuvvetli ve hareketli atlarla çekilen bir
arabaya binmiş, elinde trindent (üç dişli), denizler, sular, dalgalar
üzerinde dolaşırdı. Fırtınaları tutan, denizciliği koruyan tanrıdır. Yeri
taşıyan ve yeri sarsan tanrı olarak düşünülür, anılır ve saygı görür.
Priam (Priamos): Troya Hanı (kıralı), Hekübe'nin kocası.
Elli oğlu ve birçok kızları vardı; en iyisi, en yiğidi, oğlu Hektor'du.
Thebe: Bu isimde üç şehir vardı: 1) Troya ülkesinde Eetion'un
hükmü altındaki Thebe, 2) Grekler memleketinde bir Beotia şehri
Thebe, bir de 3) .Bir Mısır (Egypte) şehri Thebe. Bir küçük Asya (Anadolu)
kuzeydoğu şehri olan Thebe, Mysia'nın Plakos dağı eteğindeydi.
Zeus: Kronos ile Rhee'nin oğlu, kızkardeşi Here'nin kocası;
göklerin tanrısı; Tanrı olarak düşünülen Gök; Sonu yok ışığın yayıldığı
ether içinde tahtını kurmuştur. Yüksek tepelere de iner ve taht kurar
sayılırdı, fakat hiçbir zaman yere inmezdi. Gök tanrısı olarak bulutları
devşirir, karanlığı gece— yi getirir; fırtınaları koparır, bulut devşiren,
fırtına koparan isimleriyle anılır. Yıldırım olarak düşer, şimşek olarak
çakar, gök gürültüsü olarak gürler; yağmuru o yağdırır: Ağaçları,
yemişleri, çiçekleri, ekinleri besler, bereket yaratır; bütün bu
görünüşleriyle tapınılır. Rüzgârları ve burağanları gökten gönderen
yine o'dur. İris «gök kuşağı» onun bir eseridir ve tanrılaşmış olarak
552/555
habercisidir. Gücüne kudretine sınır yoktur, bütün tanrılar ve dünyayı
bir altın zincire asarak tutabilir. Bütün tanrılardan, hattâ kardeşleri
Poseidon ile Hades'ten daha güçlü kudretlidir. Zeus için moira (kader)
bütün tabiate hâkim olan kanundur, ki onun aklından çıkmış ve akliyle
kapsanmaktadır. Tanrıların ve insanların babası, sahibi, hâkimi
tanılırdı. Ölümlülere, insanlara vücut, yürek ve akıl veren; onlara
felâketi veya refahı getiren, şanı şerefi bağışlayan veya şerefsizlik içine
atan Zeus'tur. Hanlara, krallara ve budunlarına o hâkimdir; adalete
aykırı hareket ederlerse, onlara ceza verir. Kanunlarına inanmak en
büyük şarttır, bunun için, ona inanç tanrısı «Pistios» denilir. Yemine
riayet şarttır, bunun için yemin tanrısı «Orkios» ismini alır; aile ve konukluk
hukukuna riayet şarttır; bunun için de konuklar tanrısı
«Ksenios» olarak tanılır. Zeus'a tanrılar ve insanlar, Zeus Ata, Zeus
Baba diyerek dua ederler. Kurbanlar: Şairlerin maddî bir pay gibi gösterdikleri
kurbanlar bir inanç ve sadakat ispatından başka bir şey
değildir: Sana, kudretine, kanunlarına inanıyorum; seni hatırımdan
çıkarmıyorum; başarıyı senden bekliyorum... bu inanış ve düşünüşle
kurbanların sunulması da şarttır.
553/555
NOT
Zeus'un babası Kronos, tanrı olarak tapınılan Zaman'dır.
Anası Rhee de tanrı olarak inanılan Uranos »Gök» ile Gaca «Yer» in
kızıdır; Akış demektir. Kronos ile Rhee'den Zeus, Poseidon, Hades,
Here'deıı başka Demeter «tabiatın nema kuvvetlerini temsil eden tanrıça»
— Romalılarda Keres—, Hrstia «aile ocağı tanrıçası»
—Romalılarda Vesta— dahi doğmuşlardır.