6 Aralık 2018 Perşembe

adnan durmaz - divan şiiri inceleme

Fuzuli’de Leyla’nın, Şeyhi’de Şirin’in Mumla Konuşmaları
DİVAN EDEBİYATINDA MUMLA KONUŞAN İKİ SEVGİLİ:

Fuzuli’de Leyla’nın, Şeyhi’de Şirin’in Mumla Konuşmaları

ADNAN DURMAZ

BU ÇALIŞMANIN BÖLÜMLERİ:
1- FUZULİ’NİN LEYLA VÜ MEVNUN MESNEVİSİNDE LEYLA’NIN MUMLA KONUŞMASI BÖLÜMÜNÜN YORUMU
2- LEYLA MECNUN HİKÂYESİ ÖZETİ (İÇİNDE MECNUN’UN AŞK DERDİNDEN KURTULMAMAK İÇİN ETTİĞİ DUANIN AÇIKLANMASI)
3- EK–1-
ŞEYHİ’NİN HUSREV İ ŞİRİN ‘İNDE, ŞİRİN’İN MUMLA KONUŞMASI
HİTÂB KERDEN-İ ŞÎRÎN BE-ŞEM'
4- EK:2- Husrev i Şirin hikâyesinin özeti
5-EK: 3-TASAVVUFTA AŞK
6- EK–4-MESNEVİ HAKKINDA BİLGİ







FUZULİ’NİN LEYLA VÜ MEVNUN MESNEVİSİNDE LEYLA’NIN MUMLA KONUŞMASI BÖLÜMÜNÜN YORUMU

Gel ey gözü bağlı bağrı dağlı
Başı karalı, ayağı bağlı
Yanan mumun üst kısmında oluşan eriyik sanki bir göz bağına benzetiliyor. Mumun bağrının ateşle dağlandığını belirtiyor, sürekli göğsünden aşağı, aktığı yerde iz bırakarak sıcak eriyik akmaktadır çünkü. Mum ayağı bir yere yapışmış olmasından dolayı, ayağı bağlı diyor ona. Fitilinin yanık ucundan dolayı da başı karalı olduğunu söylüyor. Türkçedeki ”Kara başım” deyimini çağrıştırıyor talihsizlik anlamında.
Anlaşılan o ki, aşkının acısı içinde, derdini kimseyle paylaşamayan Leyla, çöl gecesinin sonsuzluğu içinde, çadırındaki yanan mumu bir insana benzeterek, onunla dertleşmektedir

Gel olalım hem-nefes men ü sen
Râz-ı dil-ı zarın eyle rûşen
Sen ve ben aynı nefesi alırcasına bütünleşip dertleşelim ey mum Şu ağlayan gönlünü sırrı neyse benimle paylaş, gel.

Ne dert seni nizâr ediptir
Alüfte vü zerd ü zar ediptir
Yandıkça erimektesin, eridikçe zayıflamakta, sararıp solmaktasın. Yandıkça sesler çıkıyor senden –mumun cızırtıları-; hangi derttir sana böyle ah çektiren
Baştan ayağa nedir bu yanmak
Dûd-ı dile dembedem boyanmak
Başından başlayıp ayaklarına doğru sürekli yanıp, ağır ağır tükenmektesin; nedir bunun sebebi ey mum. Yanan gönlünün dumanlarına boyanmaktasın bir yandan da, buna sebep ne?


Ne cinstir aslın ey belâ-keş
Kim âb-ı hayatın oldu âteş
Bela, gam keder anlamına gelmektendir. Bela aynı zamanda, KALU Bela sözcüğündeki anlamıyla, evet, tabii ki anlamına da gelmektedir. Divan edebiyatında âşık için, sevgiliye dair her şey beladır. Bu anlamlar göz önüne alınınca, Mumun varlık nedeni yanmaktır. Mum yanmak için üretilmiş yaratılmıştır. İtiraz etmez o her şeye evet der; tutuşturursan yanar, üflersen söner. Ateş mum için yaşam nedenidir. Ateş olmasa mum var olmazdı. Aynı zamanda ateş mumun ölüm nedenidir de. Aşk acısı olmasa yaşaması mümkün olmayacak olan aşığa benzetiliyor mum burada

Her lahza düşersin ıstıraba
Hem ateşe garkasın hem âba
.Her an acılar içinde yayan sensin ey mum. Bir yandan ateşler içindesin bir yandan da sular içindesin. Yandıkça eriyip sıvılaşan mum için su sözcüğünü kullanmış burada şair. Bu haliyle de mum, aşk ateşiyle yanan ama bir yandan da gözyaşı döken aşığa benzetiliyor.

Ne sihr kılarsın ey seher-rîz
Kim âteşin âbdan olur tiz
Sabahın en erken zamanında mum sönmüş oluyor. Âşıklar herkesin uyuduğu sabahın erken saatlerinde uyanık olurlar. Her yanışında önce ateşle başlıyor acısı, önce tutuşması gerek ki, sonra eriyip sıvı hale gelsin. Önce aşka düşüp yanar, sonra da ağlar âşıklar.

Hem suhteden hem olma gafil
Mende dahi var bir gam-ı dil
Sen aşk derdiyle yanarken, benim de gönlü kederle yanan birini de bilmelisin. Derdi ortak olanlar birbirini bilir. Mum Leyla’nın yüzünü aydınlatınca aynı zamanda onun da kendisi gibi bir dertten yandığını görmüş olması gerekir. Mum ışığı olmazsa karanlıkta Leyla görülemez. Mum yanınca da ilk görmesi gereken, o an onunla dertleşen Leyla olmalıdır.

Men hem sana benzerem vefada
Belki nice mertebe ziyade
Belki senden daha fazla vefalıyım. Ben de senin kadar vefalıyımdır. Verdiğim aşk sözünde durur, bunun karşılığı olarak payıma düşen acıyı seve seve yaşarım. Hatta senden daha da vefalıyım ben


Sen gece hemin yanarsan ey zar.
Men gece vü gündüzem giriftar
Sen yalnız geceleri yanarsın; ama ben gece gündüz yanarım. İşte asıl farkımız bu, ben daha çok yanıyorum aşktan.

Sende eser-i hevâ ziyandır
Nispet mana rahat-ı revandır
Sen aşkın ateşiyle yanıp tükeniyorsun ki bu kurtulmak oluyor. Yanmanın bittiği bir yer var; bu da gönül rahatlığı verir sana, nasıl olsa bitiş var. Ama benim yanışım hiç bitmeyecektir.

Hoştur sana sırrını döküp yaş
Meclisler içinde eylemek faş
.İnsanların akşamları toplanıp birlikte olduğu meclislerde, sen gözyaşları içinde sırlarını açıklayarak rahatlarsın bu da hoşuna gider

Gönlün çü değil vefada kaim,
Gönlündekidir dilinde daim
Gönlü aşkta vefalı olan sırrını kimseye dökmez, hatta dökemez. Senin gönlün vefalı değil aşkta ki, neyin varsa dilindedir, içinde olan dışında da görülebiliyor

Men sabit-i arsa-ı belâyam
Ney kimi hızâne-i hevâyam
Ben gam keder bela ortamından asla ayrılamam; çünkü aşk budur. Konuşmam ama bu aşkla inlerim yalnızca. Rivayete göre Hz. Muhammet İlahi aşk sırrını Hz. Ali’ye söylemiş. Bu sırrı taşıyamayan Ali ıssız bir yerde kör bir kuyuya söylemiştir. Kör kuyudan sular dışarı fırlamış ve oluşan sulak alanda yetişen kamışlardan Ney adı verilen çalgı yapılmıştır. Bu nedenle ney sesinin ilahi aşkı taşıdığı söylenir.

Olmam olur olmaz ile demsâz
Başım kesilirse söylemem râz
.Sen meclislerde her kim olursa onlarla birlikte olup, önüne gelene derdini döker, sırrını verirsin ey mum. Mum senin başını keserler arada, daha iyi tutuşursun yanarsın; benim başımı kesseler de asla kimseye sırrımı açmam

Derdim sana söyleyem gam-ı dil
Sende dahi tâb yok ne hâsıl
Elden ne gelir. Ben sana gönlümün derdini açayım istedim ama sende de derman yok, tükenmişsin.

Döymez ciğerin bu şerh-i râza
Ahım götürür seni güzâra
.Eğer ben sana içimdeki sırrı söylersem, benim aşk acıma senin kalbin dayanmaz, tümden yok olursun. Ahh ettiğim zaman tükenirsin. Burada “Ahh “ edince çıkan nefesin mumun alevini söndüreceğini söylüyor aynı zamanda

Her yâra bu derdi eyledim faş
Olmadı bu yolda bana yoldaş
.Ben hangi dostuma bu sırrı açıkladımsa bunu taşıyamadı, benden yolunu ayırdı.
Sabr eylemedi bu derd ü dağa
Katlanmadı düştü taşa dağa
Bu aşkın hastalığına ve büyük yalnızlığına katlanamadı hangi dosta açtımsa sırrımı; dağlara taşlara düştü benim derdimden
yanında senin hem urmayam dem
ta kaçmayasın ırağa sen hem
.Ey mum sana sırrımı açmayayım ki sen de uzaklara kaçma, karanlıkta kalmayayım
şem’ün çü görürdü yok zebanı
dem urmağa yoh yanında canı

Leyla sonunda mumun dilsiz olduğunu anladı onun yanında konuşmayı da gereksiz buldu

Fuzuli Leyla vü Mecnun Mesnevisinde bir yandan Leyla ve Mecnun’un aşkını, ayrılığını anlatırken, aynı zamanda Tasavvufi İlahi Aşkı da anlatmış oluyor.



LEYLA MECNUN HİKÂYESİ ÖZET

Zengin bir Arap emirinin yıllar sonra olan oğlu Kays, Büyüyüp okula giderken, sınıf arkadaşı olan Leyla’yla birbirine âşık olurlar. Bu aşk sonucunda Kays Mecnun(cinli) olup çöle düşer, Babası onu Kâbe’ye götürür ama Mecnun orada Allahtan kendisini aşk acısından kurtarmaması için dua eder; duası kabul olur.

Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ meni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüda meni

Tanrım! Beni aşkın belasıyla dost eyle; bir an olsun aşkın belâsından ayrı düşürme beni


Az eyleme inayetini ehl-i derdden
Ya'ni ki çoh belâlara kıl mübtelâ meni

Dert çekenlerden yardımını, iyiliğini esirgeme; yani beni pek çok belâlara tiryaki yap.

Oldukça men götürme belâdan irâdetüm
Men isterem belâyı çü ister belâ meni

Ben var oldukça belâ isteğimi içimden eksik etme; çünkü ben belâyı isterim, belâ da beni ister.


Temkinimi belâ-yı muhabbetde kılma süst
Tâ dost ta'n edüp demeye bî-vefâ meni

Aşk belâsına ağırbaşlılıkla katlanışımı bozma; sonra dostum beni ayıplayıp, bana vefasız demesin.


Gitdükçe hüsnin eyle ziyâde nigârumun
Geldükçe derdine beter et mübtelâ meni

Gittikçe sevgilinin güzelliğini daha da arttır. Her geldiğinde böyle daha güzel olduğunu göstererek, beni onun derdine daha beter tutkun yap.



Ben kandan u mülâzemet-i itibâr ücâh
Kıl kaabil-saâdet-i fakr u fena meni

Ben kim, dünyâ varlığına, büyüklüğe özenip bağlanmak nerede? Beni yoksulluğun ve yok ol¬manın mutluluğunu kabullenir bir insan yap.

Öyle zaîf kıl temimi firkatinde kim
Vaslına mümkin ola yetürmek sabâ meni

Onun ayrılığında vücûdumu öyle zayıflat ki, sabah yeli beni savurabilsin, götürüp ona kavuştursun.

Nahvet kilup nasîb Fuzûlî kimi mana
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak bana meni

Tanrım! Fuzûlî gibi bana gururu, kibiri nasip edip beni benliğime tutsak etme.

Bir aşk delisi olarak, yaban hayvanlarıyla birlikte çölde yaşamaya devam eder. Bir Arap beyi Mecnun’un durumundan etkilenir. Leyla ile Mecnun’u kavuşturmak için, Leyla’nın Kabilesine savaş açar. Mecnun ise bu savaşta sadece Leyla’nın tarafı yenilmesin diye Allah’a dua eder; duası kabul olur. Zamanla Leyla evlenir. Ama kocasına kendisine dokunursa, kendisine ta çocukluğundan bu yana âşık olan cin tarafından çarpılarak öleceklerini söyler. Mecnun’un bedduaları tutar ve Leyla’nın kocası ölür. Sonra Çölde ikisi karşılaşırlar ama Mecnun onu tanıyamaz. Artık aşka âşıktır, Leyla’nın cismi önemini kaybetmiştir Mecnun’da, Leyla, içinde yaşadığı bir evren olmuştur. Sonuçta Leyla geri dönüp bir süre sonra da ölür. Onun mezarını ziyaret eden MECNUN DA orada ölünce, aynı mezara gömerler. Leyla ve Mecnunun bu ortak mezarı âşıkların bir tür türbesi olmuştur.



EK–1-
ŞEYHİ’NİN HUSREV İ ŞİRİN’İNDE, ŞİRİN’İN MUMLA KONUŞMASI BÖLÜMÜNÜN AÇIKLAMASI

HİTÂB KERDEN-İ ŞÎRÎN BE-ŞEM'

Çü görmedi geceden nûr u lem'a
Uzatdı dil ki derdin yana şem'a

Geceden aydınlık (gönül ferahlığı) bulamayınca, muma dert yanmak çın konuştu.



Dir iy bağrum bigi köynüklü miskin
Yüregüm bigi oddan yüklü miskin

Ona: 'Ey benim bağrım gibi bağrı yanık ve yüreğim gibi ateşle dolu zavallı.


Degülsen yâr şevkiyle giriftar
Sararup nişe düşdün döşeğe zâr

Sevgilinin aşkına tutkun değilsen, neden sararıp, inleyerek yatağa düştün?


Meğer sen dahi kodun ortaya baş
Ki odun yaşun ider sırrunı fâş

Yanışından ve döktüğün yaştan anlaşıldığına göre, sen de (aşk yolunda) naşını ortaya koymuşsun.


Benüm hâlüme midür iy dil-efrûz
Giceden subha dek bu girye vü sûz

Ey gönül aydınlatan, gece sabahlara kadar ağlayıp yanışın benim halimden dolayı mıdır?


V'eger var ışkdan başunda âteş
Yüri ser-bâz olalum olma ser-keş

Eğer başında aşk ateşi varsa, tek başına hareket etme (yanma) , birlikte -hareket edelim (yanalım) .


Senün odun söyünür subh-demden
Ben âh itsem köyünür subh demden

Senin ateşin sabahtan söner, ben bir âh etsem, sabah nefesimden yanar.


Tahammül kılımazsın bir deme sen
Dem ursam yakam iki âlemi ben

Sen bir nefese (püf demeye) dayanamazsın, ben bir nefesle iki âlemi (bu dünyayı ve öbür dünyayı) yakarım.


Bu yanmak bir gicedür sana bârî
Bana her dün ü gündür sûz u zârî

Hiç olmazsa, sen yalnız gece yanarsın, gece gündüz yanıp yakılmak sana mahsustur.



Senün dudun turağı sakf-ı hâne
Benüm irer duhânum âsmâna

Senin dumanın evin damında kalır, benim dumanımsa gökyüzüne ulaşır.


Eğer bir şehden oldunsa cüda sen
Görirsin nice bin şîrîn-likâ sen

Bir padişahtan ayrı da kalsan, binlerce güzel yüz görürsün.


Ben ol şehden ırak bî-zûr u zârem
Bu Şîrîn bî-kes ü tenhâ yanaram

Ben bu Şirin, o padişahtan uzakta güçsüz ve zayıf, kimsesiz yanmaktayım.


Ayağ üzre turupsın bir karâra
Yanup geh geh köyinürsin karara

Olduğun yerde ayakta durmuş, kararıncaya kadar yanarsın.


Bu od k'aldı benüm sabr u karârum
Yok olmaz çok olur yandukça varum

Bu ateş bende sabır ve karar bırakmadı. Varlığım yandıkça tükenmez artar


Senün bir iplik urur içüne dağ
Benüm bu kılca cânum odıdur tağ

Senin içini yakan bir ipliktir. Benim bu kıl kadar incelmiş canımdaki ateş ise dağ gibidir.


Köyinen sende tendür bende cândur
Belî ol âsmân bu rîsmândur

Senin tenin benimse canım yanar, bunlardan birinin gökyüzü öbürünün ip olduğu doğru.(Asumanla risman aynı şey değildir, her varlığın yanışı kendine göredir) dur.

XX Şeyhi, Husrev ü Şirin, F.K.Timurtaş,İst.1980 s. 203


Ek:2
HUSREV İ ŞİRİN HİKAYESİNİN ÖZETİ
Hüsrev ü Şîrîn:Fars ve Türk edebiyatlarında Sasanî hükümdarı Hüsrev Perviz ile Ermen melikesi Şîrîn'in ef¬sanevî aşklarını konu alan mesnevî türü. Türk halk edebiyatındaki Ferhâd ile Şîrîn* hikâ¬yesi bu mesnevinin bir bölümüdür.
Hüsrev ü Şîrîn, Şîrin ü Hüsrev, Ferhâd ile Şîrîn ve Ferhâdnâme adları altında 50 kadar
şâir tarafından ele alınan hikâyenin konusu kısaca şöyledir:
İran hükümdarı Hürmüz'ün Tanrı'ya yaka¬rışları sonucunda bir erkek çocuğu olur. Adını Hüsrev Perviz koyarlar. Özenle büyütülüp ye¬tiştirilen Hüsrev 15 yaşlarındayken rüyasında dedesi Nûşirevân'ı görür. Nûşirevân ona Allah tarafından kendisine Şebdîz adlı bir at, Barbed adlı bir muganni, taht ve Şîrîn adlı bir sevgili bağışlandığını söyler. Hüsrev. nedîmi Şâvur'dan Ermen melikesi Menin Bânû ve onun güzel yeğeni Şîrîn ile Şebdîz adlı at hakkında bilgi edinir. Anlatılanlardan dolayı Şirin’e âşık olur ve Şâvur'u Şîrîni istemeye gönderir. Şâvur Hüsrev'in bir resmini yapıp Şîrîn'e gösterir. Şîrîn resmi görünce Hüsrev'e âşık olur. Gülgûn adlı atına binip av baha¬nesiyle Hüsrev'i aramaya çıkar. Bu sırada Hüsrev de aynı bahane ile Şîrîn'in ülkesine doğru yola koyulur. Bir pınar başında karşı¬laşırlarsa da birbirlerinin kimliklerini öğre¬nemeden yollarına devam ederler. Şîrîn Hüs¬rev'in kasrı önüne gelince macerayı öğrenir ve çok üzülür. Medâyin'de kendisi için bir kasr yapılmasını ister. İsteği yerine getirilir ve orada kâh avlanarak, kâh eğlenceler düzen¬leyerek vakit geçirir. Hüsrev ise Ermen ülke¬sinde Mehin Bânû tarafından karşılanır ve içki âlemleriyle ızdırabını dindirmeye çalışır. Ancak yine de Şâvur'u, Şîrîn'i getirmesi için Medâyin'e gönderir. Bu sırada babasının göz¬lerine mil çektirilerek tahttan indirildiğini öğrenir ve acele Medâyin’e döner. Ülkesine gelince Behrâm-ı Çûbîn adlı kumandanın en¬trikaları yüzünden tahta çıkamayıp geri dö¬ner. Şîrîn ise Şâvur ile Ermen'e gelmektedir. Yolda yine karşılaşırlar ve birbirlerinin ya¬nında mutlu olurlar. Bir müddet sonra Hüsrev. Şîrîn'den vuslat isteyince Şîrîn buna karşı çı¬kar ve onun gururunu kırıcı sözler söyler. Hüsrev de Şebdîz adlı atına binip Rum'a doğru yola çıkar. Rum Kayser’i İran şahının kendi ülkesine gelişine sevinir ve onu kızı Meryem ile evlendirir. Sonra da 50.000 kişilik bir ordu ile tahtını ele geçirmek üzere Medâyin'e gönderir. Hüsrev Medâyin'de Behrâm'ı yener ve tahta çıkar. Bu arada Mehin Bânû ölmüş ve Şîrîn, Ermen melikesi olmuştur. Şîrîn Hüsrev' i bulmak için Medâyin'e gelir. Hüsrev'in Mer¬yem ile mutlu olduğunu görüp sessizce kasrı¬na yerleşir. Şîrîn'in çocukluğundan itibaren taze süt içme âdeti vardır. Kasrında ise taze süt bulamamaktadır. Şâvur'dan buna bir çare ister. Ferhâd adlı bir mimar mühendis bulu-
nur. Ferhâd Şîrîn için bir su yolu. çeşme ve havuz yapar. Buralara süt doldurulacaktır. An¬cak Ferhâd Şirin’e âşık olmuştur. Şîrîn'in ver¬diği hediyeleri yine onun ayaklarına saçarak aşkından söz eder. Bunu duyan Hüsrev, Şîrîn'i kıskanır ve Ferhad'ı oyalamak için ordunun geçmesine yarayacak bir tünel yapılmasını emreder. Tünel, Bîsütûn adlı dağdan geçe¬cektir. Ferhâd aşk ile bu dağı delmeye başlar. Şîrîn ise Ferhâd'ın yaptığı bu işi görmeye gi¬der. Hüsrev bunu hazmedemez ve bir kocakarı vasıtasıyla Ferhâd'a Şîrîn'in öldüğü haberini gönderir. Şîrîn'in öldüğünü inanan Ferhâd kendini dağdan atıp canına kıyar. Bu günlerde Meryem de ölür.
Nice kaprisli maceralardan sonra Hüsrev ile Şîrîn birbirlerine kavuşurlar.
Böylece Hüsrev'in gördüğü rüya gerçekle¬şir ve bu mutluluk uzun sürmez. Meryem'in oğlu Şirûye, Şîrîn'e göz koymuştur. Bir adam gönderip Hüsrev'i hançerletir. Şirin’e de bir hafta yas tutmasını, sonra da kendisiyle ev¬lenmesini emreden bir mektup gönderir. Bu haber üzerine Şîrîn Hüsrev in tabutu başında intihar eder.
Gerçek hayattan alınma bu hikâye olma¬sına rağmen daha sonraları efsaneleşmiş olan Hüsrev ü Şîrîn hikâyesi ilk defa Firdevsî'nin (öl. 1021) Şehnamesinde Hüsrev Pervîz ne¬deniyle anlatılmıştır. Hikâye, mesnevî for¬muna girdikten sonra değişik yazarların ka¬leminde genişlemiş ve farklı detaylar kazan¬mıştır. Senaî'nin (öl. 1150) ilk defa edebî bir şekil verdiği Hüsrev ü Şîrîn, Nizamî'nin (öl. 1203) kaleminde ise en olgun şeklini bul¬muştur (o. 1175) . Denilebilir ki daha sonra yazılan bütün Hüsrev ü Şîrîn mesnevileri Ni¬zamî eserini aruzun 'Mefâîlün Mefâîlün Feû-lün' kalıbıyla ve 6500 beyit halinde yaz¬mıştır. (İskender Pala,Divan Şiiri Sözlüğü,Ötüken yay,İst.1999)







EK:3-

(Tasavvufta aşk. Birçok dinlerde ve efsanelerde, yaratılış aşkla başlar. Tasavvufun özünü 'Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmeyi istedim ve âlemi yarattım.' kudsî hadîsi oluşturur. Bu hadîsin içeriğinde aşk vardır. 'Vah-det-i vücûd' felsefesi de Allah'ı bilmeyi ve tanımayı aşk yoluyla gerçekleştirmek ister. 'Insan-ı kâmil'in 'visâl-i hak' için ilk yapacağı şey 'mâsivâ'dan geçmek ve 'ahlâk kaydından sıyrılmaktır. Bu da nefse hâkim olmayı ve 'ene (ego) 'yi öldürmeyi gerektirir. Sufî ancak o zaman 'fenâfillah'a erer ve sevdiğine kavuşur. Çünkü aşk, Allah'ın zatına ait bir özelliktir. Allah'ın sırrı ve tecellinin remzi bu aşkta gizlidir.
Muhiddin Arabî dışında bütün mutasavvıflar aşkı ikiye ayırır: Mecazî Aşk, Hakikî aşk. (Muhiddin Arabi'ye göre aşk üç çeşittir: Tabiî, ruhanî ve ilahî aşk.) Mecazî (insanî) aşk, hakikî (îlahî) aşka giden yolda bir deneyiş, belki bir duraktır. Hakikî aşka erişmek için mecazî aşk şart değildir. Çünkü sufiye, Allah ile bir olma zevkini tattıran şey hakikî aşktır.
Aşk. insan yaratılışındaki güzellik ve varlığın temelini oluşturur. Yani Allah, insanı kendine ayna olsun diye yaratmıştır. İnsan 'ahsen-i takvîm'*, Allah ise 'hüsn-i mutlak'tır. Öyleyse aşkların temelinde güzellik vardır. Güzelliğin kaynağı ise Allah'ın üstün güzelliğidir. Bu durumda Allah'tan başkası sevilmez, tıpkı Allah'tan başkasına ibadet edilmediği gibi. Sufînin bu düşüncesini kuvvetlendiren bir de hadîs vardır: 'Allah'ı ve resulünü herşeyden çok sevmeyenin îmanı sahîh değildir.' Allah sevgisi insanda yaratılıştan itibaren vardır. Güzele karşı ilgi duymanın nedeni de budur. Bu ilgi aşkı doğurur.' Allah'a karşı duyulan aşk, maddeden mânâya. cisimden ruha yönelir. Bu yönelişte heyecan, coşku, vecd ve ızdırap ikizleşir. Bu dönemde sâlik, parçadan bütüne: kendinden 'Hâkim-i
mutlak'a doğru bir ilerleyiş ile artan yakınlaşmanın heyecanını duyar. Bu yolun sonunda âşık, maşuka dönüşür. Fâniliğinin 'Bakî' alanda eridiğini hissettiği anda irâdesi, kaybolur. Artık aşk görevini yapmış, hakikatin tecellisinde fanî varlığı silinmiştir. 'Hakk ile Hak olmak' budur.
Aşk, sâliki, sıfata değil zâta eriştirir. Bu erişte uyulması gereken bazı şartlar vardır:
1. Tarîk-i ahyûr: Şeriatın emirlerini eksiksiz uygulayarak Allah'a erişmek isteyenlerin yolu. Bu yolda mürşîd* olarak Kur'an yeter, tarikat gerekmez.
2. Tarîk-i ebrâr: Allah'a ulaşmak için riyazeti ön planda tutan tarikatların yoludur. 'Esmâ-i seb'a'ya önem verirler. Halvetîlik* gibi.
3. Tarîk-î şutlar: Allah'a 'müsemmâ' ile erişmek isteyenlerin yoludur. Esma ve riyazete önem verilmez. Mevlevîlik* gibi.
Bu yolların her birinde cezbe* varsa da tarîk-i şuttârda cezbenin ön plana geçtiği görülür. Aşk cezbe ile yakından ilişkilidir. Hadîse göre; 'Rahman' cezbelerden bir cezbe vardır ki insanların ve cinlerin ibadetlerine eşittir. 'Cezbe, sevgiyi benimsemekle başlar. Ancak sâlik için cezbeyi istemek yeterli çalışma sayılır. Çünkü cezbe aşkı çoğaltır. Aşıkların mezhebince kulu Allah'a ulaştıracak her şey farzdır. Cezbeli bir aşk bu farzların ilkidir ve mutlak uyumak gerekir. O öyle yakıcı bir ateştir ki neyi bulsa yakar. Hakikat yolcuları aşktan başka bir şeyle uğraşmazlar. Onların bedeni aşk ile diri kalır. Öyleyse aşksız yaşamak ölmektir. Ancak âşığın maşuk uğruna can vermesi de aşkın şartlarındandır. Mevlanâ der ki: 'Aşk, acıyı tatlıya, toprağı altına,, kederi neşeye, ağrıyı şifâya, hapishaneyi güllüğe, hastalığı nîmete, kahrı rahmete çevirir. Ölüyü dirilten ve köleyi efendileştiren de aşktır.' 'Ah minel aşk ( Eyvah! Aşkın,, elinden!) ' sözünün eski kültürümüzde önemli bir yeri vardır. (İskender Pala,Divan Şiiri Sözlüğü,Ötüken yay,İst.1999)



EK-4
Mesnevi Hakkında Bilgi

Uzun manzum öykülerin anlatıldığı bir şiir tarzı olan mesnevi, Arap edebiyatından doğup, daha sonra İran ve Türk edebiyatına geçmiştir. İran edebiyatının büyük destanı, Firdevs’inin şah-name ‘si mesnevi biçiminde yazılmıştır. ikişer ikişer uyaklanmış dizelerden oluşur. Tasavvufi, ahlaki konular, aşk ve serüven hikâyeleri, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Bir bakıma olay aktaran her tür yazının tarzı mesnevi olmuştur doğu kökenli edebiyatta. Batı edebiyatında romanla, hikâyeyle anlatılan, doğu edebiyatında mesnevi ile anlatılmıştır diyebiliriz. Burada doğu edebiyatı dediğimiz, Arap Fars dili ve Osmanlıca konuşan ülkelerdir. Mesnevi tarzıyla, bu dillerde, pek çok eser verilmiştir. İran’ın en büyük mutasavvıf şairi Atar’ın Husrev-name, Esrar-name, Mantıku’t-tayr, Musibet-name, İlahi-nameBülbül-name, Pend-name, Cümcüme-name gibi eserleri mesnevi tarzıyla yazılmıştır. Yine İranlı, Nizami’nin, Mahzenü’l esrar, Hüsrev ü Şirin, Leyli vü Mecnun, Heft Peyker, İskender name gibi eserleri mesnevi tarzındadır. Sa’di’nin, Gülistan ve Butsan adlı eserleri, Molla Cami’nin, Silsiletüz-zeheb, Selaman u Ebsal, Tuhfetü’l –ahrar, Sübhatü’l ebrar, Yusuf u Züleyha, Leyli vü Mecnun, Hıred name-i İskender gibi mesnevileri vardır. Yine İranda Emir Hüsrev ve Hacu-yı KİRMANİ gibi mesnevi şairleri bu alanda önemli eseler bırakmışlardır. Türk edebiyatında, mesnevisini Farsça yazmış olan Mevlana’nın eseri 25 700 beyittir. Mesnevi dendiği zaman ilk akla gelen kişi Mevlana’nın olması, eserindeki yüksek kalitenin bir göstergesidir. İlginç olan bu önemli eserin Farsça olmasına rağmen yüzyıllardır Mevlana’nın Anadolu insanı tarafından aynı sevgiyle unutulmaması, anımsanmasıdır. Türk edebiyatında bu alanda anımsanması gereken önemli bir şair de Ali Şir Nevai’dir. Hayretü’l abrar, Ferhan u Şirin, Leyli vü Mecnun, Seb’a-i Seyyar, Sedd-i İskenderi gibi erserleri, Hamse’si içinde yer almış ve sevilmiştir Ali Şir Nevai’nin.
Asıl olarak Mesnevi, üç bölümden oluşur; Giriş, Konunun İşlendiği Bölüm ve Bitiş. Giriş bölümü kendi içinde ortalama olarak on bölümden oluşur
1-Besmele
2-Tevhid (Tanrının birliğini konu edinmiş şiir bölümü)
3-Münacat: Tanrı’ya yakarış
4-Na’t:Hz. Muhammed’e övgü
5-Mi’rac:Hz.Muhammed’in göğe yükselişinbin anlatıldığı bölüm
6-Mu’cizat:Peygamberin mucizelerinin anlatıldığı bölüm
7-Medh-içehar-yar:Dört halifeye övgü
8-Padişah için Övgü
9-Şire yardım etmiş olan bir Devlet büyüğüne övgü
10-Sebeb-i Telif:Şirin bu şiiri yazma nedenini anlattığı bölüm

Bütün bunlar giriş bölümü içindeki bölümlerdir.matla-ı dastan,ağaz-ı dastan veya ağaz-ı kitab adıyla bilinen,asıl anlatılmak istenenin anlartıldığı bölüme daha sonra geçilir.Bu bölümde anlatılan konuya göre mesneviler adlandırılır.Dini mesneviler,ahlaki mesneviler,aşk mesnevileri,ansiklopedik bilgi veren mesneviler,Tasavvufi mesneviler,konusunu tarihsel olaylardan alan mesneviler,konusunu menkıbelerden alan mesneviler,,şairlerin gördükleri yaşadıkları olayları anlattıkları mesneviler,şehrengiz denilen,şehirleri anlatan mesneviler vb,konu bakımından akla ilk gelen mesnevi türleridir.
Mesnevi’nin bitiş bölümündeyse; Tanrıya hamd ü sena,sultana övgü ve dua,şairin eseriyle övünmesi,tanınmış mesnevi şairlerinden söz etme,şairin erine ad vermesi,gibi bölümler vardır.

Özellikle olay anlatan mesnevilerde şu klasik konular görülür
1-Kahramanın doğması ve büyümesi
2-Kahramanın aşık olması
3-Sevgiliye kavuşmak için çıkılan yolculuk
4-Sevgililerin kavuşmaları ve ayrı düşmeleri
5-Sevgililerin kavuşmasına engel olan olaylar
6-Kız tarafıyla erkek tarafı arasında savaş
7-Eğlenme ve avlanma
8-Bitiş

Mesnevilerin genelinde kuşllanılan motifler de önemlidir
Çocuğu olmayan padişah,Düş görme,Kılık değiştirme,Resimde görüp aşık olma,Mektuplaşma,Girilmemesi gereken yer,İnsan olmayan varlıklarla konuşma,

Bu bilgilerde de görüldüğü gibi,Mesnevi tarzında olay anlatılıyorsa bile şairin nelerden söz edeceği başından bellidir.Bu gelenek yüzyıllarca sürdü.Sonuçta şairin şairden farkı,neyi anlattığı değil,nasıl anlattığı noktasında ortaya çıkıyor.Şiri üstün kılan da nasıl anlattığıdır,yani dil ve biçem.Şiir bir dil ve biçem (üslup) sanatıdır.Arap Fars ve divan şiirinde neyin anlatılması tamamen ikinci planda kalmış,nasıl anlatıyor olması önem kazanmıştır.




Adnan Durmaz
15 Temmuz 2006
 
Adnan Durmaz
 
 
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.