23 Ağustos 2016 Salı

dil nedir?

1
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
2
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
DİL , DİLLER VE TÜRKÇE
DİL NEDİR ?
İnsanların anlaşmalarını sağlayan dilin bir geniş bir de dar anlamı vardır:
a)Geniş anlamıyla dil, insanların anlaşmalarını çeşitli işaretlerle sağlayan bir
sistemdir: jest dili, mimik dili, pandomim dili, flama ya da bayrak dili, borazan ya da
düdük dili, gonk dili, mors dili, trafik dili...
Geniş anlamlı dilin her işaretinde iki yön vardır : biri görülen, işitilen, koklanan dış
yön; öbürü de görülen, işitilen, koklanan nesnenin anlamı demek olan iç yön. Geniş
anlamlı bir dilde bu işaretlerden her birinin dış yönü ile iç yönü birbirine sıkı sıkıya
bağlıdır. Her işaretin -belirli bir toplumda- kalıplaşmış, katılaşmış, donmuş bir tek
anlamı vardır.
b)Dar anlamıyla dil, bir toplumdaki insanların anlaşmalarını konuşma ya da yazı ile
sağlayan işaretler sistemidir.
Dar anlamıyla dilde de iki yön vardır: biri sesler ya da seslerin görülen işaretleri;
öbürü, bu sesler ya da ses işaretlerinden çıkan anlamlardır. Dar anlamlı dilde sesler
ya da ses işaretleri olsun, bunlardan çıkan anlamlar olsun zamanla değişirler,
yenilenirler. Eski metinlerimizde görülen bigi bugün gibi diye, kangı bugün hangi diye
söylenip yazılmaktadır. Bağır sözcüğü eskiden karaciğer ; havacılar, eskiden, Ok
Meydanı’nda ok atanların hakemlerine verilen ad idi.
Dil, bireyin duygu ve düşüncelerini açıklamaya yarayan en doğal ve sürekli bir araç
olmanın ötesinde, kişinin içinde yaşadığı toplumla ve giderek dünya ile anlaşmasını
sağlayan önemli bir bağdır. Yine dil, toplumu birarada tutan ve kültürü oluşturan ana
öğelerden biri olarak da kültürel yaşam açısından son derece belirleyici bir önem
taşımaktadır.
BÖLÜM 1
3
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
DİLLERİN DOĞUŞU
Dillerin doğuşu konusunda dilciler ikiye ayrılmışlardır:
1-Monojenistler, yeryüzündeki bütün dillerin bir tek kaynaktan, yani bir tek dilden
doğmuş olduğunu düşünenler.
2- Polijenistler, dillerin ayrı ayrı kaynaklardan doğup geliştiklerini ileri sürenler.
Dillerin doğuşu demek eninde sonunda sözcüğün doğuşu demektir. İşte dil bilginleri
ilk dilin yani ilk sözcüğün doğuşu konusunda ortaya çeşitli kuramlar koymuşlardır :
a)Yansıma Kuramı : Bu kurama göre dil, ses veren bütün yaratıkların sesleri
yansılanarak doğmuştur. Bundan başka bu kuram, dillerin ilk akrabalıklarını da
yansımalara dayamaktadır.
b) Aha ya da Puh Puh Kuramı : Bu kuram, dilin, duyguları belirten seslerden,
ünlemlerden doğduğu düşüncesindedir. İlk insanın kimi yaratıklar ya da olaylar
karşısında şaşkınlık, hayranlık sesleri çıkardığını; sonra da bu sesleri yineleyerek
kelimeleri oluşturduğunu ileri sürer.
c) İş Kuramı : Bu kuram, dilin doğuşunu iş’te bulur. İlk insanın kesmek, kazmak,
vurmak gibi bir işle uğraşırken birtakım sesler çıkardığını; dildeki ilk kelimenin de bu
seslerden doğduğunu ileri sürer.
d) Ruhbilimsel Kuram : Bu kuram, dilin doğuşunu sesli mimiklere ve jestlere bağlar.
DİLİN NİTELİKLERİ
Her dilin ruhbilimsel, doğal ve toplumsal nitelikleri vardır :
a) Dilin ruhbilimsel nitelikleri : Dil,
1- İnsanlara ve insanlığa özgü bir araçtır. Hayvanların dili miyavlama, havlama,
ötme, vızlama, kişneme gibi içgüdü sınırı içinde kalan, yeryüzünün her yerinde
aynı türden hayvanlarda hemen hemen ortak olan bir dildir. İnsan dili ise
somuttan soyuta kadar genişleyen ve yeryüzünde insan topluluklarının her birinde
ayrı ayrı işaretlere bürünen bir dildir.
2- Dileği anlatmaya yarar
4
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
b) Dilin doğal nitelikleri : Doğal olaylar gibi dil olaylarının da yasaları vardır. Doğal
olayları zorlamaya, değiştirmeye, bozmaya kalkıştığımız zaman nasıl bir tepkiyle
kalkışırsak dili de- kendi yasa ve kurallarına yani geleneğine aykırı olarak- zorlamak,
değiştirmek ya da bozmak istediğimiz zaman yine bir tepki ile karşılaşırız. Dil, kendi
yasa ve kurallarına yani geleneğine aykırı olmayan değiştirmelere karşı uysaldır,
hoşgörülüdür.
c) Dilin toplumsal nitelikleri : Dil, bir toplumdaki insanların anlaşmalarını sağlayan
işaretler sistemi olduğuna göre, toplumsal bir kurumdur. Oluşumu, gelişimi, değişimi,
ölümü - kendi yasa ve kuralları, yani geleneği çerçevesi içinde - toplumun
koşullarına bağlıdır.

anlatım bozuklukları

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• doğru anlatımın kişisel ve toplumsal iletişimdeki önemini
kavrayacak
• sözcüklerle ilgili anlatım yanlışlarını tanıyacak, söz
dağarcığınıza yeni ve doğru sözcükler katacak,
• yabancı dillerden Türkçeye giren sözcüklerin neden olduğu
anlatım bozukluklarını görecek,
• cümlenin öğeleriyle ilgili anlatım bozukluklarını tanıyacak,
• sıralı ve bağlı yapıdaki cümlelerde olumlu ve olumsuz yargıları
doğru kullanacak,
• cümle kurarken yardımcı eylemleri unutmamaya özen
gösterecek,
• niteleyici sözcük ve sözcük gruplarını cümle içinde uygun
yerlerde kullanacak,
• özne ile yüklemin uyumuna dikkat edecek,
• anlatımı kusursuz cümleler kurabileceksiniz.
ÜNİTE 12
Anlatım Bozuklukları
Yazar
Yard Doç.Dr. Hülya PİLANCI
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
İçindekiler
• Giriş
• Doğru Anlatımın Önemi
• Anlatım Bozukluklarının Nedenleri
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Çalışma Önerileri
• Bu üniteyi çalışırken yanınızda Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu
bulundurun.
• Okuduğunuz yazılarda, dinlediğiniz konuşmalarda, izlediğiniz
programlarda ünitede örneklenen anlatım bozukluklarının
benzerlerini görebilirsiniz. Bu örnekleri aranızda tartışın.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Eğitimin her döneminde başarılı olmak, yazılı ve sözlü anlatımda duygu, düşünce
ve isteklerimizi derli toplu, doğru ve düzenli anlatmaya bağlıdır.
İyi ve doğru bir anlatım hepimiz için sıradan bir özellik olması gerekirken tam tersine
doğru ve güzel konuşan, yazan kişilerin sayısı gittikçe azalmaktadır.
Anadilini iyi öğrenememek, anadili bilincini kazanamamış olmak anlatım bozukluklarına
neden olmaktadır. Özellikle gençlerde görülen önemli bir dil sorunu da
söz dağarcıklarının yetersiz olmasıdır.
Anlatım bozukluklarını iki ana başlık altında inceleyebiliriz.
• Sözcüklerle İlgili Anlatım Bozuklukları
• Cümle Kuruluşu ile İlgili Anlatım Bozuklukları
2. Doğru Anlatımın Önemi
Anlatımın yazılı ve sözlü olmak üzere iki temel yolu vardır. İki anlatım yolu arasında
kullanılan dil açısından farklılıklar olması doğaldır. Anlatımın işlek, açık ve etkili
olması için kişinin anadilini iyi bilmesi ve doğru kullanması gereklidir. İşlek, açık ve
doğru anlatım eğitim yaşamının her döneminde önemlidir. Anlatım kişinin seviyesini
belirler. Yazılı ve sözlü anlatımda başarı, istediklerimizi derli toplu ve düzenli
anlatmaya bağlıdır.
2.1. Anadili
Prof.Dr. Doğan Aksan anadilini şöyle tanımlıyor: "Anadili başlangıçta aileden ve yakın
çevrelerden öğrenilen, insanın bilinçaltına inen ve bireylerin toplumla en güçlü bağlarını
oluşturan dildir" (Aksan, 1990). Başka uluslar da kendi dillerini ifade etmek için
"ana" sözcüğü ile oluşturulmuş kavramlar kullanmaktadır.
Aynı anadili içinde, özellikle konuşma dilinde yörelere özgü kimi farklılıklar olduğunu
görebiliriz. Bu tür söyleyiş farklılıkları yalnızca kullanıldıkları ağız içinde geçerlidir.
Ortak dilin özellikleri olarak kabul edilemez.
2.2. Ortak Dil
Bütün ülkelerde değişik ağız yapıları vardır. Her ülke bunlardan birini bilim ve kültür
dili olarak seçer. Seçilen bu ağıza ortak dil ya da standart dil adı verilir. Türkiye
A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I 219
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Türkçesi için kabul edilen ortak dil İstanbul ağzıdır. Ortak dil aynı ülkede yaşayan,
aynı dili konuşan insanların hepsinin ortaklaşa kullanabilecekleri bir dil gereksiniminden
doğar. Bir toplumda bireysel, kültürel, bilimsel ve ekonomik gelişmeler, o
toplumu oluşturan bireylerin ortak bir dili doğru kullanabilmeleriyle gerçekleşir.
3. Anlatım Bozukluklarının Nedenleri
Kişi amacını söz veya yazıyla anlatmak için önce düşüncelerini belirler, düzenler;
sözcükleri seçer, sıraya koyar; cümleler kurar. Bu düzen konuşurken çoğu kez kendiliğinden
işler. Yazarken uzun uzun düşünme, uygun sözü ve biçimi bulma, araştırma
olanağı vardır. Yine de çoğu kez duyguları, düşünceleri daha etkili anlatabilmek
için gereksiz tekrarlar, yersiz sözcükler, bozuk cümleler anlatımı doldurur.
Kuşkusuz, anadilini iyi öğrenememek, anadili bilincini kazanamamış olmak anlatım
bozukluklarının en önemli nedenidir.
Özellikle gençlerin dilinde, şoke olmak, gümlemek, yolunu bulmak, araklamak, kazıklamak,
ineklemek... gibi argo sözcükler gereğinden fazla kullanılmakta ve gittikçe çeşitlenerek
artmaktadır.
Daha çok konuşmada görülen bölge ağızlarına ait özelliklerin birçok öğrencide yazıda
da görüldüğü dikkat çekmektedir: mahsustan, savul (sağol), lefha (levha), bastırma
(pastırma), moderin, heşte üzülmen, arabaynan, bunnardan, dinnendim, boşanan kadroya,
diyerekten, bitaki, bissürü... gibi.
Yani, şey, yahu, tabii, durum, olay, vaziyet, fayda ve yarar, çağdaş uygarlık ve medeniyet, çocukların
terbiye ve eğitimi, açık ve net gibi sık sık kullanılan ve anlatımı bozan sözler,
Türkçenin çok zengin olan söz dağarcığının, iyi kullanılamadığını göstermektedir.
3.1. Sözcüklerle İlgili Anlatım Bozuklukları
Anlatım bozukluklarının önemli bir bölümü sözcük düzeyindedir. Anlatımda, varlıkların
niteliklerini ve eylemlerini, durumları ve duyguları iyi anlatabilmek için
bunların dildeki karşılıkları olan sözcüklerin dikkatli seçilmesi gerekir. İyi seçilememiş
bir sözcük cümlenin anlamını bozar. Sözcük düzeyinde yapılan yanlışları şu
başlıklar altında toplayabiliriz:
3.1.1. Yapıları Yanlış Olan Sözcükler
Sözcüklere yanlış ekler ya da sözcükler eklenerek bu tür yanlışlar yapılır. Aşağıdaki
cümleleri inceleyelim.
220 A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Yemek yiyilip, kahveler içildikten sonra konuya geçildi.
=yenilip ("yemek" eyleminin edilgeni "yenilmek"tir)
• Toplantıda Doğu'daki bazı bölgevi meseleler ele alıdı.
="bölgesel" sözcüğü kullanılmalıdır.
• "Eva Peron" belgeselinde halkın tezahüratları abartılıydı.
=gösterileri ("tezahürat" zaten çoğuldur)
• Her yaz Boğaz'da bir sayfiyelik ev kiralarız.
=yazlık ("sayfiye" yazlık anlamındadır. Üzerine bir de Türkçe +lık eki
getirilmektedir.)
• Yeşil beldemizi güzelletelim.
="güzelleştirelim" sözcüğü kullanılmalıdır.
• Bu yöntem bana gayripratik göründü.
=kolay görünmedi ("gayri" Arapça, "pratik" Fransızcadır.)
• İki ülke arasındaki kardeşane ilişkiler geliştirilmelidir.
=kardeşçe ("kardeş" Türkçe, "ane" eki Farsçadır.)
• Hafta içi taşıt araçları cadde üzerinde on dakikadan fazla kalamazlar.
=taşıtlar, araçlar, taşıma araçları
• Kendisini yakinen tanırım.
=yakından ("yakın" Türkçe, "en" eki Arapçadır.)
• Bayramınızı kutlular, ellerinizden öperim.
="kutlar" sözcüğü kullanılmalıdır.
• Rahmetlik amcam bu günleri göremedi.
="rahmetli" sözcüğü kullanılmalıdır.
3.1.2. Birbiriyle Karıştırılan Sözcükler
Bu tür yanlışlar sesçe birbirine yakın sözcüklerin karıştırılmasından doğmaktadır.
Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Bu iki sözcüğü birbirine karıştırıyoruz. Oysa aralarında küçük de olsa bir
ayrıntı vardır.
ayrıntı (=teferruat, detay). Bu cümlede ayrım (=fark) sözcüğü kullanılmalıdır.
• Mahalleler birbirine yaklaşık olarak kurulmuştu.
="yakın" sözcüğü kullanılmalıdır.
• Almanya'dan öğretim durumumu gösteren bir belge istiyorlar.
Öğretim (=öğretme) eylemidir. Bu cümlede öğrenim (=öğrenme) eylemi
olmalıdır.
• Onların azımsadığı genç edebiyatçılar çok başarılı oldu.
="küçümsediği" sözcüğü kullanılmalıdır.
• Başkanın konuşması bütün ülkede olumlu tepkiler yarattı.
tepki (=bir olaya, bir güce karşı geri tepme). Bu cümlede "etki" sözcüğü
kullanılmalıdır.
• Çekimserliği yüzünden hiç hakkını arayamaz.
="çekingenliği" sözcüğü kullanılmalıdır.
A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I 221
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Çocuğun bütün vücudunu büyük büyük yaralar kapsamıştı.
kapsamak (=içine almak). Bu cümlede "kaplamıştı" sözcüğü kullanılmalıdır.
Birbiriyle karıştırılan sözcüklerin bazıları da şunlardır:
mahsur : kuşatılmış mahzur : engel
mütehassıs : uzman mütehassis : duygulu
mütevâzî : paralel mütevazı : alçak gönüllü
portre : insan resmi porte : bir işin genişlik ve
önem derecesi
rekâbet : binme rekabet : rakiplik
yönetmenlik: "yönetmen"lik mesleği yönetmelik : tüzük
vâris : mirasçı varis : toplardamar genişlemesi
3.1.3. Gereksiz Kullanılan Sözcükler
Eşanlamlı sözcüklerin aynı cümle içinde birarada kullanılması ya da gereksiz bir
sözcüğe cümlede yer verilmesi anlatımın gücünü azaltır. Söylenilenin kolaylıkla
anlaşılmasına engel olur. Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Yer yer iki metreyi bulan kar yağışına rağmen ilçeye ulaşılmaya çalışılıyor.
Ölçülebilen yağış değil kardır. Yer yer iki metreyi bulan kara rağmen...
• Zamanlama çok yanlış bir vakte denk geldi.
"Zamanlama yanlış oldu" şeklinde cümle gereksiz sözcüklerden
kurtarılabilir.
• Duvarlara kalemle yazı yazmayınız.
"kalemle" sözcüğü gereksizdir.
• İki lider, beş saat süreyle görüştüler.
"süreyle" sözü gereksizdir.
• Seçimlerin tarihi yaklaştıkça partilerin faaliyeti gittikçe artıyor.
"gittikçe" sözcüğü gereksizdir.
• Bu görüş ayrılığının sebebi neden kaynaklanıyor?
"Bu görüş ayrılığının sebebi nedir?"
• İlk yüzmeye başladığım zaman sudan korkardım.
"İlk" sözcüğü gereksizdir.
3.1.4. Gereksiz Yinelenen Sözcükler
Bu tür yanlışlar genellikle, aynı sözcüğün Türkçesiyle, yabancı dillerden gelen
şeklinin aynı cümle içinde kullanılmasıyla olur. Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Çocuk kitapları çocuklara, merhameti ve acımayı da öğretmelidir.
• Her dersin kendine özgü ilke ve prensipleri vardır.
• Burada bana yeni olanaklar sağlayacak imkanlar bulamadım.
222 A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Kendini düşünen, egoist insanlardan korkarım.
• İlgi ve alakanızı esirgemeyeceğinizi biliyorum.
• Hepinize sonsuz teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.
• Yarışma birazdan başlamak üzere.
• Eski geçmiş günleri hatırladım birden.
3.1.5. Gereksiz Kullanılan Yardımcı Eylemler
Türkçede kimi ad soylu sözcükler etmek olmak yardımcı eylemleriyle birlikte
kullanılmaktadır. Günümüzde bu eylemlere yapmak, bulmak, eylemleri de
katılmıştır. Oysa yardımcı eylemlerle cümleyi doldurmak yerine sözcüklerin eylem
olanını kullanma yoluna giderek, Türkçenin zenginliğinden ve gücünden yararlanarak,
daha duru bir anlatıma sahip olabiliriz.
umut ediyorum yerine umarım, dilerim
kuşku etmek yerine kuşkulanmak
başvuruda bulunmak, başvuru yapmak yerine, başvurmak
duyuru yapmak yerine duyurmak
etki etmek yerine etkilemek
Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
Son günlerin en çok istek alan parçası yine bir numarada
="istenen veya beğenilen" olmalıdır.
Burada bekleme yapılmaz.
="beklenmez veya durulmaz" olmalıdır.
Stüdyomuza gelme isteğinde bulunanlar.
="gelmek isteyenler" olmalıdır.
Yavrulama yapan kediler kobay olarak kullanıldı.
="yavrulayan" olmalıdır.
3.1.6. Çelişen Sözcükler
Bir yazı ya da konuşmada, birbirini tutmayan, çelişen sözler kullanılması okuyanı,
dinleyeni şaşırtır. Anlatım inandırıcılığını yitirir, karışıklığa yol açar.
Türkçede karışıklığa yol açan sözlerden bazılarını cümleler üzerinde inceleyelim.
• Belki bugün çarşıya çıkacağız tabii
belki - tabii
• Kuşkusuz duyduğum onun sesi olmalı.
kuşkusuz - olmalı
• Eminizki iradeli bir insan olan öğretmenimiz bu sorununu da herhalde
çözmüştür.
eminizki - herhalde
A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I 223
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Üç ayrı yerde başlayan yangında mutlaka kasıt ihtimali var diyorlar.
mutlaka - ihtimali
• Aşağı yukarı tam beş yıldır görüşemiyoruz.
aşağı yukarı - tam
• Kısmen de olsa kendimi ona karşı tamamen sorumlu hissediyorum.
kısmen - tamamen
3.1.7. Yanlış Okunan, Yazılan ve Söylenen Sözcükler
Bu yanlışlar genellikle başka dillerden Türkçeye girmiş sözcüklerin okunmasında,
yazılmasında ve söylenmesinde görülür. Çoğunlukla yabancı sözcüklerin
anlamının tam ve doğru olarak bilinmemesinden ileri gelir. Anlamı tam ve doğru
olarak bilinmeyen yabancı sözcüklerin yerine Türkçelerinin seçilmesi anlatımın
doğru ve açık olmasını sağlar.
Aşağıda bu tür sözcüklerin bir kısmının yanlış ve doğru şekilleri liste halinde
verilmiştir.
Yanlış Doğru
adele adale
afaroz aforoz
arazöz arozöz
asvalt asfalt
âyar ayar
eyitim eğitim
hâtırâ hâtıra
herkez herkes
hîbe hibe
ihtibaren itibaren
kavonoz kavanoz
klavuz kılavuz
lağzım lazım
mefta mevta
mahfetmek mahvetmek
meşgâle meşgale
muaffak muvaffak
örneyin örneğin
râkip rakip
sezeryan sezaryen
silüet siluet
şevkat şefkat
tarikatler tarîkatler
tafsiye tasfiye
teşfik teşvik
Türkiya Türkiye
224 A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
vâhim vahim
yalnış yanlış
yanlız yalnız
3.2. Cümle Kuruluşu ile İlgili Anlatım Bozuklukları
Dilde sesler bir araya gelerek sözcükleri, sözcükler bir araya gelerek cümleleri
oluşturur. Sözcükleri doğru seçmek kadar, onları cümlede yerli yerinde kullanmak
da anlatımı etkiler.
3.2.1. Cümlenin Öğeleriyle İlgili Anlatım Bozuklukları
Cümleler duygu, düşünce ve isteklerimizi en kolay ve en kısa anlatma araçlarıdır.
Kurduğumuz cümleler her zaman açık ve anlaşılır olmalıdır. Cümleyi oluşturan
öğeler anlatılmak istenen amaca göre belirli bir düzen içinde sıralanır. Öğelerin
dizilişi amaca uygun olmazsa ya da cümle içinde bir sözcük eksik olursa cümle
istediğini anlatamaz. Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Burası bu tartışmanın ne yeri ne de zamanı.
"Burası bu tartışmanın yeri" olmayabilir ama "burası bu tartışmanın
zamanı..." biçiminde bir anlatım doğru değildir.
• Okulun onarımı üç ay içinde bitecek ve eğitime başlayacaktır.
Bitecek olan "okulun onarımı"dır. Eğitime başlayacak olan ise "okul"dur.
İkinci cümlenin öznesi olan "okul" sözcüğü kullanılmadığı için cümlede
anlatım bozukluğu vardır.
• O seni inandırmak için yalvarıyor, biz de sizi kuşkuyla izliyorduk.
İnandırmaya çalışan "o"dur. İzleyen ise "biz". İki ayrı yargı, iki ayrı özne vardır.
Birinci cümlenin yüklemi yalvarıyordu" olmalıydı.
• Senin bu işi yapacağına inanıyor ve bekliyorum.
"bekliyorum" yüklemi geçişli bir eylem olduğundan bir nesne ile
kullanılması gerekirdi. Bu cümlede bekliyorum yükleminden önce "bunu"
sözcüğünün de bulunması gerekirdi.
• Gençlerimizi sevmeliyiz, güvenmeliyiz.
"gençlerimizi" sözcüğü, "sevmeliyiz" yükleminin nesnesidir. Ancak "gençlerimiz"
sözcüğü "güvenmeliyiz" sözcüğüne nesne olamaz. Çünkü "güvenmeliyiz
yüklemi bir dolaylı tümleçle birlikte kullanılmalıdır. Bu cümlede "güvenmeliyiz"
yükleminden önce "onlara" tümlecinin de bulunması gerekirdi.
• Dişçi çocuğun dişini çekip eve gönderdi.
"Dişçi çocuğun dişini çektikten sonra onu evine gönderdi" olmalıydı.
• Evin eşyaları boşaltıldı ve yakıldı.
Bu cümlede yakılan nedir? Ev mi yoksa eşyalar mı?
A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I 225
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Aşağıdaki cümlelerdeki anlatım bozukluklarını gidermeye çalışın.
• Buna ancak okurlar karar verir, uygular.
• Ayşe'yi çok sever, daima güvenirim.
• Bütün kitapların adı listeye yazıldı ve kütüphanedeki raflara yerleştirildi.
• Öğretmen sayısı çok olan bölgelerden alıp az olan bölgelere vereceğiz.
3.2.2. Olumlu ve Olumsuz Yargıların Birlikte Kullanımından Doğan Anlatım
Bozuklukları
Olumlu ve olumsuz yargıların birlikte kullanıldığı cümlelerde yargıların birbirine
karışmamasına dikkat etmek gerekir. Genellikle virgülle, noktalı virgülle, (ve, ama,
fakat, ancak gibi) bağlaçlarla birbirine bağlanan, düşüncelerin art arda sıralandığı
sıralı cümlelerde olumlu ve olumsuz yargıların birbirine karıştırıldığı olur.
Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Düşüncelerinde ısrarlı ama inatçı değildi.
"değildi" yüklemi "inatçı" sözüyle birlikte, "ısrarlı" sözcüğünün de yüklemi
durumunda.
Düşüncelerinde ısrarlıydı ama inatçı değildi, olmalıdır.
• Tereyağı tam sağlıklı ve yaşlı olmayan kimselerce yenmelidir.
"tam sağlıklı" ve "yaşlı olmayan" sözlerinden "sağlıksız" ve "genç" anlamları
çıkıyor.
Tereyağı tam sağlıklı ve genç kimselerce yenmelidir, olmalıdır.
• Herkesin temiz olmasını ve yere hiçbir şey atılmasını istemiyorum.
Herkesin temiz olmasını istiyorum ve yere hiçbir şey atılmasını istemiyorum,
olmalıdır.
Aşağıdaki cümlelerdeki anlatım bozukluklarını gidermeye çalışın.
• Çalışkan ama girişken bir öğrenci değildi.
• Peyniri az zeytini hiç yemem.
3.2.3. Yardımcı Eylem Eksikliğinden Doğan Anlatım Bozuklukları
Türkçe'de sık karşılaşılan anlatım bozukluklarından biri de yardımcı eylem
eksikliğinden doğan anlatım yanlışlarıdır. Özellikle sıralı ve bağlı cümlelerde
yardımcı eylemlerin unutulması cümlede anlatım bozukluğuna yol açmaktadır.
Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Öğretmenlerin içinde bulunduğu koşullar tesbit ve bu koşullar eğitimi
olumlu yönde geliştirecek biçimde düzeltilmelidir.
"tesbit" sözcüğünden sonra "etmek" yardımcı eyleminin "edilmeli" biçimi
getirilmelidir.
226 A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Öğrencilerimizi tebrik ve hepinizin adına teşekkür ederim.
"tebrik" sözcüğünden sonra "etmek" yardımcı eyleminin "eder" şekli
getirilmeli. Ayrıca "adına" sözcüğünden sonra "kendilerine" sözcüğü
getirilerek cümledeki dolaylı tümleç eksikliği de giderilmelidir.
• Okullardaki eşyayı tahrip ve onlara zarar verenler disiplin kuruluna verilir.
"tahrip" sözcüğünden sonra "etmek" yardımcı eyleminin "eden" biçimi
getirilmelidir.
3.2.4. Sözcük ve Sözcük Öbeklerinin Yerinde Kullanılmamasından Doğan
Anlatım Bozuklukları
Bir cümle içinde sözcükler, bulunması gereken yerde bulunmazsa anlam
karışıklığı, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Cümlenin anlamında belirsizlik olur.
Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Ali'nin sınıf başkanlığı otuza karşı, oniki oyla reddedildi.
Bu cümleye göre Ali'nin başkanlığı oniki oyla reddedilmiş oluyor. Oysa
anlatılmak istenen otuz oyla reddedildiğidir.
• Çırılçıplak gazetecilere yakalanan sanatçı ateş püskürdü.
"Çırılçıplak" olan "gazeteciler" mi yoksa "sanatçı" mı?
Aşağıdaki cümlelerdeki anlatım bozukluklarını gidermeye çalışın.
• Haberlerde tekrar tekrar yıkılan köprüleri izledim.
• Bütün gün bomboş evde oturdum.
• Su gibi içkiler içiliyor, çılgınca eğleniyordu.
• ...... Dersanesi öğrencileri ücretsiz üniversite sınavına hazırlıyor.
• Henüz bu dersin sağladığı yararlar öğrencilerimize tam olarak yansımış
değil.
• İzinsiz inşaata girilmez.
3.2.5. Özne-Yüklem Uyumsuzluğundan Doğan Anlatım Bozuklukları
Özne ile yüklemin uyumsuzluğu cümlenin anlatımını bozar. Aşağıdaki cümleleri
inceleyelim.
• Ayla ile Serap'ın anlatımında hem yanlışlar var hem de kitap diline hiç
uygun değil.
"hiç uygun değil" yükleminin öznesi "Ayla ile Serap'ın anlatımı" olmalıdır.
• Meteor yağmurları her yıl düzenli olarak tekrarlar.
"bir şey" tekrarlamaz, tekrar etmez fakat tekrarlanır, tekrar edilir.
• Bu gibi olayları saymakla bitmez.
"bitmez" eyleminin öznesi "bu gibi olaylar" olmalıdır.
A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I 227
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• O yıl eğlenceyi seven ne kadar öğrenciler varsa bu derslere ilgi gösterdi.
"öğrenci" sözcüğü tekil kullanılmalıdır.
• Ellerime uğur böcekleri konuyorlar.
Cümledeki özne çoğul hayvan adı veya çoğul bitki adı olursa, cümlenin
yüklemi tekil olur. "konuyor" sözcüğü kullanılmalıdır.
• Bacakları tutmuyor, gözleri artık görmüyorlardı.
Cümledeki özne organ adlarından birini gösteren çoğul bir sözcükse yüklem
tekil olur. "görmüyordu" sözcüğü kullanılmalıdır.
• İşlerimiz artık çoğaldılar.
Cümledeki özne eylem bildiren çoğul bir özneyse yüklem tekil olur. "çoğaldı"
sözcüğü kullanılmalıdır.
• Kamyonların gürültüleri bütün sokağı kaplıyorlardı.
Özneleri çoğul cansız varlık olan cümlelerin yüklemi tekil olur. "kaplıyordu"
sözcüğü kullanılmalıdır.
• Saniyeler geçmek bilmiyorlardı.
Saat, dakika, saniye, ay, yıl gibi zaman adlarından birini gösteren çoğul
öznelerin yüklemi tekil olur. "bilmiyordu" sözcüğü kullanılmalıdır.
Aşağıdaki cümleyi inceleyin, anlatım bozukluğunun nedenini bulmaya çalışın.
Haftanın en güzel günlerinden biridir cumartesi, pazar.
3.2.6. Düşünme Hatalarından Doğan Anlatım Bozuklukları
Türkçenin özellikle sözlü anlatımında düşünme hatalarından doğan anlatım
bozuklukları da görülmektedir. Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
• Otomobilin bagajından bir kamyon dolusu silah çıktı.
(Otomobilin bagajına bir kamyon dolusu silah sığmaz.)
• Aşağıya indiğimizde arabamızı çalınmış olarak bulduk.
(Araba ya vardır ya da yoktur. Çalınmış olarak bulunamaz.)
• Bir koltukta ölü olarak uyanmak istemiyorum.
(Öldükten sonra uyanmak mümkün değildir.)
• Bu yılki salgın hastalıkta hayvan ölümü sayısı 275 olarak gerçekleşti.
(275 sayısı, hayvan ölümü sayısı değil, ölen hayvan sayısıdır.)
• Bütün bildiklerimi ve bilmediklerimi oğluma öğretmek istiyorum.
(Bildiklerimizi öğretebiliriz ama bilmediklerimizi öğretemeyiz.)
• Bugün yapılan antrenmanda iki futbolcu arasında sözlü bir tartışma geçti.
(Antrenman sırasında, futbolcular arasında elbette sözlü tartışma yapılacaktır.
O anda yazılı bir tartışma olamaz.)
• İlk kez gerçekleşen gösteriye katılım rekor düzeydeydi.
(İlk kez yapılan bir gösteriye gelen izleyici sayısının, rekor düzeyde olup olmadığı
bilinemez.)
228 A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Yangında ihmal var.
(İhmal, yangında değildir. Ancak yangının çıkmasına neden olan kişilerin
ihmali sözkonusu olabilir.)
Özet
Okullarımızdaki anadili eğitiminin temel amacı öğrencilerin okuduklarını, dinlediklerini
doğru anlayabilmelerini; duygu, düşünce ve isteklerini doğru anlatabilmelerini
sağlamaktır. Ancak özellikle gençlerde görülen, Türkçenin kullanımına yönelik, önemli dil
sorunları vardır. Söz dağarcıkları yetersizdir. Çoğu belli sözcüklerle okur, yazar, konuşur.
Sözcük kıtlığı yüzünden yazı içinde, konuşma sırasında şaşılacak kadar çok tekrarlar
yaparlar. Bilgileri aktarmakta güçlük çektikleri yazılı kağıtlarında da açıkça görülmektedir.
Öğrencilerin anlatımlarını düzeltmek ve zenginleştirmek için öncelikle onlara kitap okuma
alışkanlığı kazandırmak, okumayı sevdirmek gerekir. Dinlediğini, okuduğunu anlayan,
anlatmak istediğini amacına uygun bir biçimde dile getirebilen bireylerin başarısında güzel,
doğru, akıcı, zengin bir anlatımın önemi tartışılamaz.
Ayrıca dilde; ihmalin, tembelliğin ve kolaya kaçmanın meydana getireceği bozulmalar, kolay
kolay düzeltilemez. Bu nedenlerle anlatım bozukluklarının önlenebilmesi için:
• Her sözcüğün yazılışıyla birlikte doğru söylenişi de kavranmalıdır.
• Sözlük ve yazım kılavuzu kullanma alışkanlığı kazanılmalıdır.
• Çoğunlukla yaşayan Türkçedeki sözcükler kullanılmalı; eski, az kullanılan veya tutunamamış
sözcükler üzerinde ısrar edilmemelidir.
• Türkçede tam karşılığı bulunduğu halde dilimize girmiş olan yabancı dillere ait sözcükler
kullanılmamalıdır.
• Yazılı ve sözlü anlatımda duru, yalın ve açık cümleler seçilmelidir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.
"Eylem adlarının çoğulları özne olduğunda yüklem tekil olur."
1. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bu kurala uyulmamıştır?
A. Dışarıdan sesler duyuluyordu.
B. Yaptığımız çalışmalar boşa gittiler.
C. Bütün olumsuzluklara karşılık çalışmalarımız iyi gidiyor.
D. Öğrenciler arasında gülüşmeler başladı.
E. Kaza yapan araçtan çığlıklar yükseliyordu.
A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I 229
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. "Her belirti hastalık demek anlamına gelmez."
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki değişikliklerin hangisiyle
giderilebilir?
A. "demek" sözü atılarak.
B. "her belirti" sözü yerine "belirtilerin" sözü getirilerek.
C. "hastalık" sözünden sonra "başlamış" sözü getirilerek.
D. "gelmez" yerine "getirilemez" sözü getirilerek.
E. "belirti" sözünden sonra "her zaman" sözü getirilerek.
3. "Korkarım, herhalde bu yasa kamuoyunun da mutlaka desteğini kazanacak."
Yukarıdaki cümlede anlatım bozukluğuna neden olan aşağıdakilerden
hangisidir?
A. Özne-yüklem uyumsuzluğu vardır.
B. Yazımı yanlış olan sözcük vardır.
C. Birbiriyle çelişen sözler vardır.
D. Cümlenin öğelerini dizilişi yanlıştır.
E. Cümlede anlatım bozukluğu yoktur.
4. "Gelecek hafta bir başka konuda buluşmak üzere hoşçakalın."
Yukarıdaki cümlede anlatım bozukluğuna neden olan aşağıdakilerden
hangisidir?
A. Yazım yanlışlığı vardır.
B. Nesne noksanlığı vardır.
C. Tümleç yanlışlığı vardır.
D. Fazla sözcük vardır.
E. Düşünce hatası vardır.
5. "Size bu güzel şiirden bir dizi okumak istiyorum" cümlesinde anlatım
bozukluğuna neden olan hangi sözcüktür?
A. size
B. güzel
C. şiir
D. dizi
E. okumak
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Aksan, Doğan. Her Yönüyle Dil, Türk Dil Kurumu Yayınları: 439, Ankara, 1990.
Aksoy, Ömer Asım. Dil Yanlışları, Adam Yayınları, İstanbul, 1991.
Aksoy, Ömer Asım. Yine Dil Yanlışları, Öğretmen Yayınları, Ankara, 1985.
Altan, Çetin. Gazete Yazıları.
230 A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Devrim, Hakkı. Gazete Yazıları.
Gözler, H. Fethi. Örnekleriyle Temel Kompozisyon Bilgileri, (5. Basım), İnkîlap
Yayınevi, İstanbul, 1984.
Hatiboğlu, Necip. Üniversitede Türk Dili Dersleri, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Birlik
Ofset, Eskişehir, 1998.
Hepçilingirler, Feyza. Türkçe "OFF", Remzi Kitabevi, İstanbul, 1997.
Özkırımlı, Atilla. Dil ve Anlatım, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1994.
Pulur, Hasan. Gazete Yazıları.
Türk Dili ve Anlatım Becerisi, A.Ü. Açıköğretim Fakültesi Yayın no: 324, Eskişehir,
1992.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, No: 549, Ankara, 1988.
Türk Dil Kurumu, İmla Kılavuzu, No: 525, Ankara, 1996.
Yalçın, Şiar. Gazete Yazıları.
_______. Doğru Türkçe, Metis Yayınları, İstanbul, 1988.
Zülfikar, Dr. Hamza. Yüksek Öğretimde Türkçe Yazım ve Anlatım, Ankara, 1985.
A N L A T I M B O Z U K L U K L A R I 231

anlatım bozukluğu - sözcük düzeyi

53
DİL YANLIŞLARI
Bir cümlede anlatımın doğru ,duru ve öz olmamasına anlatım bozukluğu veya
dil yanlışı denir.Dil yanlışlarını şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
A)SÖZCÜK DÜZEYİNDEKİ YANLIŞLAR:
1-Yapıları Yanlış Olan Sözcükler: Bir sözcüğün almaması gereken bir ek
alması veya ek eksikliği anlatım bozukluğuna yol açar.
ÖR: Senin hayallerinin gerçekleşmesi veya gerçekleşebilmemesi
sana bağlıdır.(gerçekleşememesi)
Bu konuda doğru karar verilebilinir.(verilebilir)
O bu işin önüne geçebilemez.(geçemez
Banker kaçtı mı kaçtırıldı mı?(kaçırıldı mı)
Çekirdek yiyilen ve gazoz içilen bir gazino.(yenilen)
Bu konuda büyük erdemlik gösterdi.(erdemlilik)
Bu işe girmekten alıkoyuldular.(alıkonuldular)
Hapishaneden dışarıya salınıverildiler.(salıverildiler.)
2- Birbiriyle Karıştırılan Sözcükler: Bir sözcüğün yapısal benzerlikten dolayı başka
bir sözcük yerine kullanılmasından kaynaklanan bozukluktur.
ÖR.: Kendini oradakilere tanıştırdı.(tanıttı)
Bu konuda dört yıl öğretim görmüş.(öğrenim)
Bu konuyu bir önceki konuya bağımlı olarak anlatacağım.(bağlı)
Herkesin azımsadığı genç edebiyatçıları övdü.(küçümsediği)
Konuşmaları dinleyiciler üzerinde olumlu bir tepki yarattı.(etki)
Öğrencilerin sınıf geçmesini güçlendiren nedenler şunlardır.(güçleştiren)
Burada ileriye dönük bir saplantı yapmadan geçmeyelim.(saptama)
Bu mahallede evler birbirine yaklaşık kurulmuş.(yakın)
:3-Yanlış Anlamda Kullanılan SözcüklerCümlenin genel anlamıyla çelişen sözcük
kullanmaktan kaynaklanan bozukluktur.
BÖLÜM 7
54
ÖR: Yıldan yıla biriken borçlar ülkemizin dışa bağımlı olmasını sağladı.(neden
oldu)
Vatandaşlarımızın kalp rahatsızlıklarını aşırı tuz yemelerine
borçluyuz.(bağlamak gerekir)
Kişi başına düşen yıllık gelire göre ülkenin geri kalmışlığını
savundu.(açıkladı)
O her türlü girişimden kaçınmaz.(hiçbir)
Sokakları kapsayan pislik temizlendi.(kaplayan)
Genel uygulamalarda tekil inatların yararı yoktur.(özel)
Atatürk 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a çıktı.(günü)
4-Gereksiz Kullanılan Sözcükler:Aynı anlama gelen birden fazla sözcüğün aynı
cümlede bulunması anlatım bozukluğu yapar.
ÖR:Çok neşeli ve şen bir çocuktu.(ikisinden biri gereksiz)
Ortaklar arasındaki mevcut ikilik sürüyor.(gereksiz)
Tam üç saat süreyle ders çalıştı.(gereksiz)
Seçimler yaklaştıkça partilerin faaliyeti de gittikçe artıyor.(gereksiz)
O zaman da yine aynı şey olmuştu.(gereksiz)
Oysa bizim dostumuzun ise hiç endişesi yoktu.(gereksiz)
Çocukların nasıl büyüyüp ve yetişeceğini konuştular.
Her sabah önce sıcak su ile yıkandıktan sonra ılık su ile durulanın.(gereksiz)
Bundan böyle artık yamalı giysilerle dolaşma.(gereksiz)
Sanırım kazanmak ders çalışmakla ilgili olsa gerek.(gereksiz)
Uçak en sevdiğim taşıt aracıdır.(taşıttır)
Durak yerlerine tabela asılacak.(duraklara)
Enişte demek kişinin kız kardeşiyle evli olana denir.(gereksiz)
En eski hatıralar daha henüz dün gibi.(biri gereksiz)
Yardımcı eylemlerin de bazen gereksiz kullanıldığı görülür, bu da bir anlatım
bozukluğudur.
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
55
ÖR:Umut ederim beni yanlış anlamazsınız.(umarım)
Ondan hiçbir zaman kuşku etmedim.(kuşkulanmadım)
Şoför Bey,uygun bir yerde durak yapar mısınız?(durur musunuz)
Bu işe girmek için gerekli yerlere başvuru yaptım.(başvurdum)
Her sabah üç kilometre koşu yapar.(koşar)
Bu takım üç haftadır yenilgi alıyor.(yeniliyor)
5-Anlamca Birbiriyle Çelişen Sözcükler:Aynı cümlede karşıt ya da çelişik sözlerin
kullanılması yargıda çelişki doğurur.
ÖR: Aşağı yukarı tam üç yıldır görüşmüyoruz.(Hem olasılık hem kesinlik var, biri
gereksiz)
Eminim ki bu acıları o da yaşamış olsa gerek.(ikisinden biri gereksiz)
O hiç kuşkusuz bunu biliyor olmalı.(biri gereksiz)
Tabii ki bütün meseleler ele alınacak sanırım.(biri gereksiz)
Siz, umarım bu sınavı kesinlikle kazanacaksınız.(biri gereksiz)
Yayınladığı bir yazısında “Bazı şeyleri önemsemiyoruz” şeklinde konuştuğu için
eleştirildi.(yazdığı)
6-Yanlış Yerde Bulunan Sözcükler:Sözcüklerin cümle içinde gereken yerde
bulunmamasından kaynaklanan anlatım bozukluğudur.
ÖR:Elleri çok suda kaldığı için şişmişti.(...suda çok kaldığı...)
Yeni durağa gelmiştim. (Durağa yeni gelmiştim)
Başbakan bir hafta içinde petrol üreten dört Ortadoğu ülkesini ziyaret
edecek.(...bir hafta içinde ziyaret edecek).
Fransa’nın Paris merkezindeyim.(Fransa’nın merkezi Paris’teyim)
Her Tanrı’nın günü sermaye basınında saldırı sürüyor.(Tanrı’nın her günü...)
Saat on iki sıralarında mezarlıkta çalışanlar tarafından keserle vurularak
öldürülmüş bir kadın cesedi bulundu.(Keserle vurularak öldürülmüş bir kadın cesedi,
mezarlıkta çalışanlar tarafından saat on iki sıralarında bulundu)
Demek ki kurallarla olmuyor yalnız bu işler.(Demek ki bu işler yalnız kurallarla
olmuyor)
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
56
Adam ikinci evlilik yıldönümünü Hilton’da kutladı.(...evliliğinin ikinci
yıldönümünü...)
Onunla uzun uzun geçmişten konuştuk.(...geçmişten uzun uzun konuştuk.)
Yarışmacı beşe karşı üç oyla ödülü kazandı.(...üçe karşı beş
oyla...)
7-Eksik Kullanılan Sözcükler:Cümlede olması gereken sözcüklerin kullanılmaması
anlatım bozukluğu yaratır.
ÖR: Sen beni kardeşimden daha çok seviyorsun.(...kardeşimin sevdiğinden....)
Amcam bana prensler gibi davranıyor.(...prenslere davrandığı
gibi...)
B-TAMLAMALARLA İLGİLİ YANLIŞLAR:
1- Ad tamlamalarında bir tamlanan birden fazla tamlayan almışsa ve tamlananla
tamlayanlar arasında uyum yoksa tamlananlar tek tek belirtilmelidir.
ÖR:Toplantıda toplumsal ve çevre sorunları tartışıldı.(...toplumsal sorunlar ve...)
Derste Türkiye ve Beşeri coğrafya anlatıldı.(...Türkiye coğrafyası ve...)
Geceleyin kurtların, kuşların ötmesi bizi ürkütüyordu.(...kurtların uluması...)
Benim ve senin bileceğin tek gerçek şudur.(Benim bileceğim ve...)
Derste olumlu, olumsuz ve soru cümlelerine örnekler verildi.(...olumlu, olumsuz
cümlelere...)
2-Sıfat tamlamalarında da aynı durum söz konusudur:
ÖR: Burası evli kadınlara ve çocuklara göre bir yer değil.(...evli kadınlara ve küçük
çocuklara...)
Adamın yakışıklı bir oğlu ve bir kızı vardı.(...yakışıklı bir oğlu ve güzel bir kızı...)
3-Tamlayanı kişi adılı olan ad tamlamalarında tamlayan genellikle düşer; fakat
tamlanan ikinci ve üçüncü teklik iyelik eklerinden birini almışsa ve bu eklerden sonra
bir durum eki gelmişse, kişi zamiri yazılmadığında anlatım bozukluğu olur.
ÖR: Yazılarını çok beğeniyorum.(Senin, onun yazılarını...)
Adam defterini karalayıp duruyor.(...senin, onun, kendi defterini...)
Bir bakışta vuruldum gözlerine.(senin, onun gözlerine...)
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
57
Dilinden bal damlıyor.(senin, onun dilinden...)
Beni sık sık ara, dostluğuna ihtiyacım var.(senin dostluğuna...)
Anlattıklarımı anlamadığını biliyorum.(senin, onun anlamadığını)
4-Ad tamlamalarında tamlayan çoğulsa ve birden fazla tamlanan almışsa tamlananlar
da çoğul olmalıdır.
ÖR:Çocukların annesi ve babaları okula geldiler.(...anneleri ve babaları...)
Bütün evlerin kapıları ve penceresi açıktı.(...kapıları ve pencereleri...)
5-Sıfat tamlamalarında tamlayan sayı sıfatı veya her, birkaç, pek çok, birçok,
herhangi bir gibi belgisiz sıfatlardan oluşuyorsa tamlanan tekil olur.
ÖR: Bunların hepsi önemsiz olan birer cılız eserlerdir.(...birer cılız eserdir.)
Biz her çeşit yasa dışı faaliyetlere karşıyız.(faaliyete)
Buraya her gelenler seni soruyor.(...her gelen...)
Koalisyon iki ya da daha çok partilerarasındaki anlaşmadır.(parti)
Seninle aynı görüşü paylaşan birçokinsanlar vardır.(insan)
O konuda iki farklı düşünürler vardır.(düşünür)
Öğrencilerin yüzlerce sorunları var.(sorunu)
6-Bir tamlamada tamlayan ve tamlanan ekleri eksikse ya da gereksiz kullanılmışsa
anlatım bozukluğu ortaya çıkar.
ÖR:Bir öğretmen öğretmenliğin gereklerini yerine getirmesi gerekir.(Bir öğretmenin...)
Öğrencilere yapılan suçlamalar da bu mantık doğrultusunda ele alınması
gerekir.(suçlamaların)
Liderlerin yönetme konusunda enerjive ileri görüşlülüğü vardır.(enerjisi)
Aile çocukların eğitiminde büyük bir payı var.(Ailenin)
Güzel şeylerle de uğraşalım, gülmesini unutmayalım.(gülmeyi)
Ben seni yola getirmesini bilirim.(getirmeyi)
Sen doğru ve güzel konuşmasını hiç bilmiyorsun.(konuşmayı)
Ben hamsinin tavasını çok seviyorum.(hamsi tavayı)
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
58
C-EYLEMSİLERLE İLGİLİ YANLIŞLAR:
Bir cümlede, birden fazla eylemsi aynı görevde kullanıldığında, bu eylemsilerin farklı
ekler almaları anlatım bozukluğu yapar.
ÖR: Onun gelişini ve gittiğini görmedim.(gelişini-gidişini veya geldiğini-gittiğini)
Şiir okuyuşun ve şarkı söylemen çok hoşuma gidiyor.(okuman-söylemen veya
okuyuşun-söyleyişin)
Oturmasıyla kalkışı bir oldu.(kalkması)
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri

anlatım bozukluğu - cümle düzeyinde

59
D-CÜMLE DÜZEYİNDEKİ YANLIŞLAR:
Sıralı ve birleşik cümlelerde öğeler arasındaki uyumsuzluk ve öğe eksikliği anlatım
bozukluğuna neden olur.Bu yanlışları şu alt başlıklar altında inceleyebiliriz:
1-Özne ile İlgili Yanlışlar:Bir cümlede bulunması gereken öznenin olmaması , özne
olmaya aday birden fazla sözcük kullanılması, ortak öznenin- sıralı cümlelerdeyüklemlerden
birine uymaması anlatım bozukluğu yapar.
ÖR: Banka görevlisinin silahı elinden alındıve soyuldu.(...ve banka soyuldu)
Sanığa tokat atan ve ağlayan adama engel olunarak odadan çıkarıldı. (sanık
veya adam odadan çıkarıldı)
Sinirleri bir hayli gerilmiş ve fazlasıyla üzülmüştü.(ve o fazlasıyla üzülmüştü.)
Ülkede bulanıklık yok, tersine karanlıktan çıkmış durumda.(...tersine ülke
karanlıktan çıkmış durumda.)
Fabrikanın inşaatı eylül ayında bitecek ve faaliyete geçecek.(...ve fabrika
faaliyete geçecek.)
Yazıda hem yanlışlar var hem de sahne diline uygun değil.(...yazı sahne diline
uygun değil.)
Öğrencilere birer kağıt verildi ve yazmaları istendi.(...görüşlerini yazmaları
istendi.
Tanpınar’ın romanlarını başka bir dile çevirin, o dildeki okuyucuya çok az şey
söyler.(...bu romanlar o dildeki okuyucuya çok az şey söyler.)
2-Nesneyle İlgili Yanlışlar:Sıralı ve birleşik cümlelerde nesne eksikliği veya
nesnenin yüklemlerden birine uymaması anlatım bozukluğu yapar.
ÖR: Askerler diktatörün evini bastılar, bir kışlaya götürüp kurşuna dizdiler.(diktatörü
bir kışlaya götürüp kurşuna dizdiler.)
Arkadaşına sevgiyle sarılıp, çok özlediğini söyledi.(onu çok özlediğini söyledi.)
Buna ancak okurlar karar verir ve uygular.(ve bunu uygular.)
Erkeklere öfke veren , aşağılık duygusuna düşüren sebepler vardır.(...onları
aşağılık duygusuna düşüren sebepler vardır.)
Şimdi dengesizlere toplum hoşgörü ile bakıyor, alkışlıyor.(... dengesizleri
alkışlıyor.)
Adam ona ne selam verdi ne de sordu.(ne de onu sordu.)
BÖLÜM 8
60
3-Dolaylı Tümleçle İlgili Yanlışlar:Sıralı ve birleşik cümlelerde dolaylı tümleç
eksikliği veya dolaylı tümlecin yüklemlerden birine uymaması anlatım bozukluğuna
neden olur.
ÖR: Şunlar bize yaklaşıyorlar mı uzaklaşıyorlar mı?(...bizden uzaklaşıyorlar mı?)
Düşman kenti bombalamış; ama girememiş.(amakente girememiş.)
Türkler de zenci köleler almışlar, onları saraylara, konaklara sokmuşlar ve iyi bir
hayat sağlamışlar.(...veonlara iyi bir hayat sağlamışlar.)
Çukurova,nın bereketli toprakları insanı diriltiyor, yaşama sevinci
veriyor.(...insana yaşama sevinci veriyor.)
Arkadaşım bize geldi, bir gece kaldı.(bizde bir gece kaldı)
Babanızı tanıyorum ve güveniyorum.(ona güveniyorum)
Bizde bu yolları herkes bilir ve başvurur.(bu yollara başvurur)
4-Zarf Tümleciyle İlgili Yanlışlar:Cümlede zarf tümleci eksikliği ya da zarf
tümlecinin yüklemle uyumsuz olması anlatım bozukluğu yapar.
ÖR: İçerde kimin ne yaptığı belli değil, girmeyin.(içeri girmeyin)
Hiçbir zaman ona kızmıyorum,onu affediyorum.(onu her zaman affediyorum)
Sabah sekizde işe gidiyoruz, beşte çıkıyoruz.(akşam beşte çıkıyoruz)
Onu hep üzüntülü görüyorum,yüzü gülmüyor.(yüzü hiç gülmüyor)
5-Edat Tümleciyle İlgili Yanlışlar:Cümlede edat tümleci eksikliği ve yüklemle
uyumsuzluğu anlatım bozukluğu yaratır.
ÖR: Çocuklara özen göstermeli, ilgilenmeliyiz.(onlarla ilgilenmeliyiz)
Bu güçlüklere nasıl göğüs gerdin, nasıl başa çıktın?(bunlarla nasıl başa çıktın?)
6-Yüklemle İlgili Yanlışlar:Yüklemle ilgili yanlışları şu alt başlıklar altında
inceleyebiliriz:
a)Sıralı ve birleşik cümlelerde aynı yüklemin olumlu ve olumsuz biçimi kullanılacaksa,
birinin kullanılmaması anlatım bozukluğu yapar.
ÖR: İçkiyi az, sigarayı hiç içmiyor.(İçkiyi az içiyor...)
Düşüncelerinde çok ısrarlı; fakat inatçı değildir.(ısrarlıdır)
Memurlar yapılan zammı önemli; fakat bugün için yeterli bulmuyorlar.(...önemli
buluyorlar...)
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
61
İşe girmek için yetkililere başvurmuş; fakat bir sonuç almış
değiliz.(başvurmuşuz)
Çocuklar televizyon izlemeyi çok; ama ders çalışmayı hiç sevmiyorlar.(...çok
seviyorlar...)
Sorunlar karşısında sabırlı ve yılgın olmamalıyız.(...sabırlı olmalıyız...)
Ahmet son sınavda çok başarılı; fakat Sevgi başarılı değildi.(başarılıydı)
b)Yüklemi eylemsi olan yan cümlelerde de aynı durum söz konusudur:
ÖR: Hükümet yasal ve yasal olmayan yaptırımlarla muhalefeti eziyor.(yasal olan ve
yasal olmayan)
Arkadaşım, bunun yersiz ve doğru olmadığını ileri sürdü.(yersiz olduğunu ve
doğru olmadığını)
Biraz hasta ya da hasta olmayan herkes hastahanelere dökülüyor.(hasta olan ya
da hasta olmayan)
c)Sıralı cümlelerde yüklemlerin farklı zaman ve kişi eklerini alması ya da kişi eklerinin
eksikliği anlatım bozukluğu yapar.
ÖR: Çok çalışırdık, bu yüzden yorgun düşer, sağlığımız bozulurdu.(düşerdik)
Sık sık bana gelir, görüşürdük.(gelirdi)
Ben ders anlatıyorum, siz ise konuşuyordunuz.(anlatıyordum)
Siz keyif çatacak, biz durmadan çalışacağız.(çatacaksınız)
d)Sıralı ve birleşik cümlelerde yüklemlerin farklı çatı (etken-edilgen) eklerini alması
anlatımı bozar.
ÖR: Gazetelere göz gezdirerek, olay hakkında bilgi edinmek istendi.(istedi)
Bunu düşündüğümüz zaman, onların kahırlarından nasıl ölmediklerine hayret
edilir.(ederiz)
Okuldaki öğrenciler toplanıp kıra gidildi.(gittiler)
Ev temizlenip eşyaları yerleştirdik.(Evi temizleyip)
Mehmet’in buraya taşındığını, yan daireye gelindiğini bilmiyordum.(geldiğini)
e)Sıralı cümlelerde ortak yüklem öznelerden birine uymuyorsa anlatım bozukluğu
olur.
ÖR: Adam önce idama , sonra da idam cezası müebbet hapse çevrilmiş.(...idama
mahkum edilmiş)
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
62
Ben bir şarkı, sen de bir şiir oku.(...şarkı söyleyeyim)
Dışarıdaki işlerle ben, evdeki işlerle eşim ilgilenir.(...ben ilgilenirim)
E-NOKTALAMA YANLIŞLARI:
Virgül eksikliğinden kaynaklanan anlatım bozukluklarıdır.
1-Bir ad, önündeki sözcükle tamlama oluşturmuyorsa araya virgül konmadığında
anlatım bozukluğu olur.
ÖR: Yurdumuz üzerinde bulunan yağışlı havanın etkisi altındadır.(Yurdumuz,
üzerinde ...)
Ünlü Alman yazarı Dostoyevski’yi tanımadığını söyledi.(Ünlü Alman yazarı, ...)
Kamyonlarla çekilen toprak yolun kenarına yığılmıştı.(Kamyonlarla çekilen
toprak, ...)
Doğulu düşünceye pek önem vermez.(Doğulu, ...)
2-Adlaşmış sıfatlardan sonra virgül kullanılmadığında anlatım bozukluğu olur.
ÖR: Küçük babasının elini tutmuş ağlıyor.(Küçük, ...)
Yaralı doktor tarafından muayene edildi.(Yaralı, ...)
Hırsız polisler tarafından kıskıvrak yakalandı.(Hırsız, ...)
Yabancı dükkandaki kitaplara bir göz gezdirdikten sonra dışarı çıktı.(Yabancı,
...)
Yaşlı bastonuna dayanarak zar zor yürüyordu.(Yaşlı, ...)
Genç koltuğa uzanmış elindeki kitabı okuyordu.(Genç, ...)
3-İşaret adıllarından sonra bir ad varsa işaret adılından sonra virgül
kullanılmadığında anlatım bozukluğu olur.
ÖR: O eve çok masraf etmiş. (O, ...)
Öteki yüzünü geri çevirdi. (Öteki, ...)
Bu beni deli ediyor. (Bu, ...)
Beriki mahalleye geldiğinden beri görmüyorum. (Beriki, ...)
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
63
F- ATASÖZLERİYLE İLGİLİ YANLIŞLAR:
Atasözlerinin yapıları bozulduğunda anlatım bozukluğu olur.
ÖR: Açma kutuyu söyletme kötüyü ( Açtırma)
Derdini söylemeyen çare bulamaz (Derman)
El ile gelen düğün dernek (Bayram)
Kör ölür zeytin gözlü olur, kel ölür sarı saçlı olur. (Badem- Sırma)
Çeşmeye gidenin testisi kırılır (Su testisi su yolunda kırılır)
Kesesine güvenen borazancıbaşı olur ( Nefesine)
İt ürür kervan gider (Yürür)
G- DEYİMLERLE İLGİLİ YANLIŞLAR:
1. Deyimin yapısı bozulduğunda anlatım bozukluğu olur
ÖR. Süt devirmiş kediye dönmek (Dökmüş)
Halep yolunda deve izi saymak (Aramak)
Kör kör gözüm parmağına (Parmağım gözüne)
Ağzına bir kaşık bal çalmak (Parmak)
Yan oturup doğru konuşmak (Eğri)
Köküne kibrit suyu sıkmak (Dökmek)
Hastaneye gidip baştan tırnağa muayeneden geçti. (Tepeden tırnağa)
O, kulağı kesik eski bir gazetecidir; nerede ne olsa duyar. (Kulağı delik)
2. Cümlenin genel anlamıyla çelişen deyimler anlatım bozukluğu yapar.
ÖR.Öğrencilerin bu çok haklı itirazlarına göz yumdu.
Kazayı duyunca etekleri zil çalarak koştu.
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri

türkçe'de kavramlaştırma

16
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
TÜRKÇEDE KAVRAMLAŞTIRMA
Türkçenin güçlü ve doğurgan yapısının yanı sıra onu anlatım bakımından da güçlü
kılan bir özelliği, kavramlaştırma, adlandırma sırasında doğaya dayanması, soyut
kavramları somutlaştırarak dile getirmesidir. Kimi Avrupalı araştırıcılar, deyim
aktarması içeren öğelerin özellikle vücut bölümlerinde ve hayvan adlarında
görüldüğünü belirtmekte, halk dilinde doğal olarak bu duruma sık rastlandığından söz
etmektedir. Yazar, vücut bölümlerinden ( elmacık kemiği, kulak memesi), hayvan
adlarından (sümüklüböcek), renk adlarından ( karakuş ‘kartal’ ), doğa kavramlarından
( demirkazık ) örnekler vermektedir.
Türkçede renklerin adlandırılması sırasında doğrudan doğruya doğadaki nesnelere
dayanılmış, böylece bu renk sıfatları son derece farklı bir biçimde dile getirilmiştir.
Türkçedeki renk zenginliği aşağıdaki örneklerden anlaşılacaktır:
a) ak, kara, sarı, yeşil, mor, gök, al, kızıl, boz, ala, tirşe ( beyaz, siyah, mavi, kırmızı,
turuncu, pembe, bej, gri, lacivert )
b) vişneçürüğü, kavuniçi, limonküfü, camgöbeği, ördekbaşı, yavruağzı, narçiçeği,
gülkurusu, soğankabuğu, fildişi, devetüyü, sütlükahve, zehir yeşili, türbe yeşili, kömür
karası, kan kırmızı, kanarya sarısı, çingene pembesi, leylak rengi, çivit rengi,
menekşe rengi, saman rengi, kiremit rengi, kül rengi, küf rengi, bal rengi
Hint-Avrupa dillerinin ana renk adlarında çok dar bir sözvarlığına sahip olduğu
görülmektedir. Bu dillerde “yeşil, mavi, sarı, gri,” sözcüklerinin “parlamak, ışık
vermek” anlamına gelen tek bir kökten türediği bilinmektedir. Türkçedeki renk adları
gözden geçirildiğinde Türkçenin kavramları oluşturmada ne ölçüde doğadan
yararlandığı, renk adlarında doğrudan doğruya çevredeki nesnelere dayanan
aktarmalarla adlandırmaya gittiği açık olarak ortaya çıkacaktır. Yeşil, sarı, gök (mavi),
kızıl gibi Türkçe kökenli ana renk adlarının ( a ) yanında renk tonlarında ( b ) görülen
büyük zenginlik bu yargımızı güçlendirecek niteliktedir. Öte yandan bu öğeler
Türkçenin gözlem ve adlandırma gücünü de açıkça belirtmektedir.
Akrabalık adları konusuna gelince, kısaca belirtelim ki bugün geniş birer sözvarlığına
sahip olan Hint-Avrupa dil ailesinde akrabalık adları, Türkçeyle karşılaştırılamayacak
kadar dar kalmaktadır. Örneğin Türkçede bacanak, enişte ve kayınbirader ayrı ayrı
kavramlar halinde oluşmuşken bunların her üçü İngilizcede (brohter-in-law) tek bir
göstergeyle dile gelmektedir.
BÖLÜM 4
17
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
Soyut bir kavram olan “çok” kavramı eğer Türkiye Türkçesinin sözvarlığı içinde
araştırılacak olursa bunun gerek tek sözcük biçiminde gerekse bileşik sözcük ve
ikileme biçiminde kimi zaman da değişik öbekler halinde birçok söz öğesiyle dile
getirildiği görülmüştür:
a) çok, birçok, bol, sayısız, sonsuz, aşırı, oldukça, nice.
b) fazla, ziyade, hayli, külliyetli,hesapsız, gayet.
c) son derece, bir sürü, bir nice, bir alay, bir dolu, bir yığın, yığın yığın, sürü sürü,
nice nice.
d) alabildiğine,sürüsüne bereket, bini bir paraya, kıyamet gibi.
Kullanım yerleri değişik olan bu öğeler gözden geçirilince kavramın değişik anlatım
yollarından gidilerek yansıtıldığı görülecektir. (a) öbeğinde yer alanlar Türkçe
sözcüklerdir. (b) öbeğindekiler yabancı kökenlidir; (c)’de yer alanlarla (d)
öbeğindekiler değişik anlatım yollarından yararlanmaktadır.
Güçlü aşk şiirlerinin binlercesini vermiş olan Farsçada “sevmek” kavramı tek bir
göstergeyle anlatılmamakta; bu dilde, çekilebilen bir Farsça eylem bulunmamaktadır.
Kavram; “aşk, meyl” gibi Arapça öğelerden yararlanarak oluşturulan sözlerle ve
değişik anlatım yollarından gidilerek dile getirilmektedir. Aşağıda gösterdiğimiz
Türkiye Türkçesindeki örnekler arasında “âşık” ( Ar.), “sevda” ( Ar. ) ve “hoş” ( Far. )
gibi sözcükler yer alıyorsa da doğrudan doğruya dilin kendi öğeleri ve aktarmalı
anlatım biçimleri de bulunmaktadır: sevmek, sevgi beslemek, vurulmak, tutulmak,
yanmak, aşık olmak, hoşlanmak, sevdalanmak, sevda çekmek, gönül çekmek, gönül
vermek, gönlü akmak, gönlünü kaptırmak, abayı yakmak.
Burada önemle üzerinde durulan konu, Türkçede soyut, anlatımı güç ve ayrıntı
sayılabilecek kavramların doğadaki nesnelerden, olaylardan yararlanarak adeta
birtakım sahne görüntüleri oluşturularak somut bir biçimde anlatılmasıdır. Bizim
somutlaştırma adını verdiğimiz, genellikle aktarmalara, deyim aktarmalarına dayanan
bu anlam olayı her dilde özellikle deyimlerde kendini belli etmekte ; Türkçede de yazı
dilinde, halk dilinde, halk ağızlarında ve değişik lehçelerde çok belirgin bir biçimde
görülmektedir.
Türkiye Türkçesindeki binlerce örnek içinden birkaçı üzerinde kısaca duralım
:”İğneyle kuyu kazmak” deyimi son derece yavaş ilerleyen, büyük emek ve sonsuz
sabır isteyen bir işin anlatılışını bu yoldan dile getirir. “Kaş yapayım derken göz
çıkarmak” ise önemsiz bir yarar, katkı sağlamak isterken büyük bir zarara yol açmayı
yine böyle, somutlaştırarak anlatır. “Öküz altında buzağı aramak”, “tuttuğu dal elinde
kalmak” yine aynı biçimde bir imaj yaratarak konuyu canlandıran sözlerdendir.
18
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
Türkiye Türkçesinde vücut bölümlerinden, organlardan yararlanılarak dile getirilen
deyimler gözden geçirilecek olursa insanın içinde bulunduğu durumların, insan
karakter ve davranışlarının somutlaştırılan bir anlatımla nasıl canlı ve güçlü ortaya
konduğu hemen dikkati çekecektir:
“baş”: başına kak-, başı darda kal-, baş kaldır-, başı sıkıl-, başını bağla-, başı göğe
er-, başına ekşi-, başını dik tut-, başını taştan taşa vur-, ( bir yola ) baş koy-...
“kafa” : kafa patlat-, kafa salla-, kafa göz yar-, kafası bozul-, kafası kız-, kafasını
kurcala-, kafasının dikine git-...
“el” : el çek-, el etek çek-, eli yat-, eli genişle-, eli kulağında, eli boş dön-, ele geçir-,
eli kolu bağlı kal-, elden ayaktan düş-, el üstünde tut-, el altından...
“göz” : göz ardı et-, göz boya-, göz koy-, göz yum-, gözü dön-, gözü açıl-, gözü ısır-,
gözü tutma-...
“ayak” : ayak uydur-, ayak bağı, ayaklar altına al-, ayağını denk al-, ayağının tozuyla..
“burun” : burun kıvır-, burun bük-, burnu sürtül-, burnunu sok-, burnunun direği sızla-,
burnunun dikine git-, burnundan ( fitil fitil ) gel-...
“kulak” : kulak asma-, kulak tıka-, kulağı tetikte ol-, kulağına küpe ol-, kulağına kar
suyu kaç-, kulaklarının pasını gider-...
“diş” : diş bile-, diş geçir-, diş göster-, dişini sık- ...
Türkiye Türkçesinde “pişmek” eylemi, bir deyim aktarmasıyla “hehangi bir işte uzun
süre deneyim kazanmak” anlamında kullanılır. Buna karşılık bu eylemin sıfatı olan
“pişkin”, temel anlamının dışında yazı dilinde “saygısızca davranarak işini yürüten,
kolay utanmayan” anlamını almıştır.
Türkiye Türkçesindeki “kırmak, bulaşmak, iğnelemek, taşlamak, çekiştirmek,
ezilmek, dalmak, desteklemek, sürünmek...” gibi pek çok eylem de yine bir
somutlaştırma eğilimiyle yan anlamlar kazanmıştır. Örneğin, “öfkelenmek” için
kullanılan “kızmak”, ateşte ısısı artan nesnelerin durumuyla bir ilişki kurularak insan
için kullanılmaya başlanmış; suya ya da bir yere girmek demek olan “dalmak”,
insanın derin düşünceler içine girişini anlatır duruma gelmiştir. “İğnelemek, taşlamak”
gibi eylemler ise insanlara sözle -değişik ölçülerde- zedeleyici davranışlarda
bulunmak için kullanılır olmuştur.
19
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
TÜRKÇENİN SÖZVARLIĞININ TEMEL NİTELİKLERİ
1- Türkçenin yapısından gelen güçlü türetme ve birleştirme yeteneği, ona somut ve
soyut, çeşitli kavramları kolaylıkla oluşturma, ayrıntılara inen bir kavramlaştırma gücü
vermiştir.
2- Türkler, değişik toplumlarla kurdukları ilişkiler sırasında yabancı etkiye büyük
ölçüde kapılarını açmış, çoğu zaman yabancı öğeleri kendi öz sözcüklerine
yeğlemişlerdir. Bunun sonucunda birçok yerli öğenin kaybolup unutularak
yabancılarının yerleştiği görülmüştür.
3- Kavramlaştırma sırasında Türkçe en çok somut nesnelere, doğaya dayanmakta,
böylece kavramları daha canlı olarak dile getirmektedir.
4- Türkçede ikilemelerin kullanılışı, anlatıma güç veren bir yol olarak çok yaygındır.
Bu nitelik ona, tek tek sözcüklerin yanı sıra ayrı bir “kalıplaşmış öğelerden oluşmuş
sözvarlığı “ kazandırmıştır.
5- Daha çok Göktürkçe döneminde Türkçe sözcüklerin geniş bir çok anlamlılık
gösterdikleri göze çarpmakta, bu durum dilin bir yazı dili olarak çok daha eskilere
uzandığına tanıklık etmektedir.
6- En eski belgelerde bile eşanlamlıların sayıca çokluğu dikkati çekmektedir. Asıl
ilginç olan, bunların bir bölümünün anlamca birbirine çok yakın eşanlamlılardan
oluşmasıdır
7- Bugün Türkiye Türkçesi yazı dilinde unutulmuş, yitirilmiş birçok öğe - başka
dillerde de benzerleri görüldüğü gibi - Türkçenin değişik lehçelerinde ve bugünkü
Anadolu ağızlarında yaşamlarını sürdürmektedir.
ANADOLU AĞIZLARININ SÖZVARLIĞI
Anadolu ağızlarının sözvarlığı incelenecek olursa bu ağızların Türk dili tarihi, Türk
kültürü araştırmaları bakımından çok önemli bilgiler ve gerçekler ortaya koyduğu
görülecektir. Anadolu ağızlarının genel niteliklerini şöyle sıralayabiliriz :
1- Anadolu ağızları bugünkü ortak, ölçünlü, (standart) dile oranla çok daha geniş bir
sözvarlığına sahiptir. Ortak dildeki sözcüklerin ağızlardaki değişik biçimleri bir yana
bırakılsa bile 90.000 dolayında bir sözvarlığının bulunduğu görülür.
2- Ağızlar, Türkçenin bütün türetme, birleştirme kurallarından ölçünlü dilde daha az
kullanılan kimi biçimbirimlerden yararlanarak pek çok türetme gerçekleştirmiş;
doğayla ilgili pek çok kavram, insanların maddesel ve ruhsal yapılarıyla ve
davranışlarıyla ilgili birçok sözcük türeterek yaşama geçirmiştir. Ortak dildeki bir
nesne için kimi kez 10-15 ayrı göstergeye rastlanır.
20
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
3- Ağızlarda Türkçenin eski dönemlerinden, değişik lehçelerinden gelen pek çok
arkaik öğe, eski biçim ve anlamlarıyla yaşamaktadır ki bunlar dil tarihi ve sözcük
araştırmaları açısından önem taşımaktadırlar.
4- Ortak dilde yabancı karşılıkları kullanılan birtakım kavramların ağızlarda
Türkçelerinin yer aldığı, bu kavramlardan bir bölümüne yöresel birtakım türetmelerle
ilginç karşılıklar bulunduğu görülmektedir.
5- Anadolu ağızları, ortak dilde kullanılan deyim ve atasözlerinin yanı sıra bütünüyle
ağızlara özgü ancak Türklerin bütün deyimleştirme yollarından yararlanılarak
oluşturulmuş deyimlere; bir bölümü eskiden kalma, bir bölümü de doğrudan doğruya
yörelere ait olan atasözlerine ve kalıp sözlere de sahiptir.
6- Ağızlarda, tıpkı ortak dilde olduğu gibi yabancı dillerden- özellikle coğrafi yakınlık
ve sıkı ilişkiler nedeniyle- girmiş olan yabancı öğeler de vardır.
TÜRETME GÜCÜ VE EĞİLİMİ
Bilindiği gibi Türkçe, yapı bakımından eklemeli bir dil olarak hiç değişmeyen bir köke
pek çok sonekin (yalnızca soneklerin) art arda eklenmesiyle çok çeşitli, ayrıntılara
inebilen kavramlar oluşturabilen bir dildir. İlk yazılı ürünlerinden bu yana Türkçenin
sözvarlığı incelenecek olursa ad ve eylem köklerinin bu türetme gücünden
yararlanarak ne ölçüde geniş sözcük aileleri ortaya koydukları görülür. Bu özellik
Türkçenin her evresinde, her lehçesinde ve bugünkü Türkiye Türkçesinde kendini
gösterir. Örnek olarak “sür-“ kökünden yüze yakın sözcüğün; “göz” kökünden ise
yetmiş beş sözcüğün türeyerek geniş birer sözcük ailesi oluşturduklarını görüyoruz.
Türkçenin ekleme diye nitelenen özelliği, birden çok sözcüğü birleştirme yolunu da
kapsamakta, ağaçkakan, bilgisayar, çöpçatan, delikanlı, sacayağı, beşibiryerde gibi
yeni birimler, bileşik sözcükler de yapılabilmekte böylece kavramlaştırma daha geniş
bir boyut kazanabilmektedir.
ÇOKANLAMLILIK
Bir dilde bir sözcüğün temel anlamı dışında yeni yeni kavramları anlatır duruma
gelmiş olması dilcilikte çokanlamlılık terimiyle karşılanmaktadır. Çokanlamlılığın
oluşumu insanoğlunun genellikle birbirine benzer niteliği ve işlev açısından yakınlığı
olan nesneler arasında ilişki kurmasıyla bir göstergeyi, ilk yansıttığı kavramın yanı
sıra başka bir nesneyi de anlatır duruma getirmesi, daha canlı ve kolay bir anlatıma
yönelmesi sonucunda gerçekleşir. Başta, vücut bölümlerini ve organları gösteren
sözcükler olmak üzere - genellikle terimler dışındaki - öğeler böylece aktarmalarla
yeni anlamlar kazanır.
Herhangi bir sözcük her dilde, başlangıçta tek bir kavramı yansıtmak üzere oluşur;
zamanla çeşitli aktarmalarla ve değişik nedenlerle yeni yeni kavramların yansıtıcısı
21
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
durumuna gelir. Örneğin “dil” sözcüğümüz önceleri yalnızca ağzımızdaki tat alma
organını anlatırken bugün ‘konuşma yeteneği’, ‘anlaşma aracı’, ‘dil biçimindeki
nesneler’, ‘denize uzanan dar ve alçak kara parçası’ gibi çeşitli anlamlar kazanmıştır.
“Baş” sözcüğü de temel anlamı olan ‘kafa’nın yanı sıra ‘bir topluluğu yöneten kimse’,
‘başlangıç’, ‘temel’, ‘tane’, ‘bir nesnenin toparlak ucu’... gibi yeni yeni anlamlar
edinmiştir.
Çeşitli dillerde ses açısından birbirinin aynı ya da birbirine yakın sözcüklerin
bulunuşu, dilde zaman zaman eşadlılıkla çokanlamlılığın karıştırılmasına neden
olabilmektedir. “Yüz” sözcüğünün Türkçede hem ‘çehre’ anlamına gelişi, hem bir
sayı adı ( sıfatı ) oluşu, hem de yerine göre “yüz-“ eyleminin çekimli biçimini
yansıtması buna örnek gösterilebilir. Aslında sözcüğün anlamı ancak bağlama
dayanılarak çözümleneceği için iletişimde bir aksaklık olmaz. Ancak hemen ekleyelim
ki, sayı gösteren “yüz”, ayrı bir göstergedir; “yüz-“ eyleminin buyrum kipi de yine ayrı
bir gösterge sayılır. Bunlar Türkçede hem eşadlı hem de eşsesli öğelerdir.
Burada bu örneklere dayanarak belirtmek istediğimiz önemli bir nokta, çokanlamlı
öğelerde çeşitli anlamlar arasında mutlaka bir ilişki bulunacağıdır. Eğer “yüz”
sözcüğü ‘yüzey, satıh’ anlamı taşıyorsa, bunda herhangi bir nesnenin insan yüzüne
benzetilmesi, insan yüzü gibi dışta olan bölümünün ya da bir yanının anlatılmak
istenmesi rol oynamış, bir aktarma sonucunda yeni bir anlam oluşmuştur. Bu
bakımdan, ilişki yadsınamaz.
“Kuyruk” sözcüğünün ‘halkın oluşturduğu dizi’ için kullanılması, ‘sandık’ın ‘para
biriktirme ve yardımlaşma kuruluşu’, ‘banka’ gibi yan anlamlarının bulunması hep
aynı ilişkinin varlığına tanıktır.
İki öğenin eşadlı iki ayrık sözcük mü, yoksa aynı öğenin değişik anlamları mı
olduğunu kestirme güçlüğü, bunlar arasında anlam ilişkisi bulunup bulunmamasına
göre giderilebilir. Eğer anlam ilişkisi varsa, bu iki öğe aynı sözcüğün değişik
anlamlarında kullanılışını gösterir. “El” sözcüğünde olduğu gibi, anlam bakımından bir
bağlantı kurulamıyorsa iki ayrı sözcükle, zamanla eşsesli duruma gelmiş iki ayrı
öğeyle karşı karşıyayız demektir.
EŞANLAMLILIK
Bu kavram öteden beri pek yerinde sayılmayacak bir terimle anlatılmıştır; çünkü
hiçbir dilde, birbirinin tam aynı, eşi anlama gelen birden fazla yerli sözcüğün
bulunmadığı, bütün bilginlerce benimsenen bir gerçektir.
Bugün Türkiye Türkçesinde “darılmak/ küsmek/ gücenmek / kırılmak/ incinmek/
alınmak”, “bıkmak/ bezmek/ usanmak”, “utanmak/ sıkılmak”, “ dilemek/ istemek” gibi
aralarında ince ayrımlar olan, her birinin ayrı kullanım alanları, yerleri bulunan Türkçe
kökenli eşanlamlılar yaşamaktadır. Bu öğeler, aslında ayrı köklerden gelen
(başlangıçta ayrı ayrı kavramları yansıtan), değişik gelişmeler sonucunda anlamca
birbirine yaklaşmış öğelerdir. Bu bakımdan yukarıdaki öğeleri “yakın anlamlı öğeler”
22
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
olarak düşünmek gerekir. Bununla birlikte yabancı dillerden gelme öğelerle birlikte
eşanlamlı sözcükler oluşturan“boyunbağı/ kravat”, deprem/ zelzele/ yer sarsıntısı”,
“değer/ kıymet”, “baş/ kafa”, “ak/ beyaz” “ün / şöhret”gibi örnekler görülmektedir..
Hemen belirtmek gerekir ki bu türden örnekler dilde ne denli yerleşik olurlarsa
olsunlar, her zaman birbirlerinin yerini tam tutmazlar. Örneğin “beyaz peynir,beyaz
kağıt, beyaz çimento” yerine “ak peynir, ak kağıt, ak çimento”; “kafalı adam” yerine
“başlı adam”, “kara talih” yerine “siyah talih” biçimleri kullanılmamaktadır. Bununla
birlikte “kafasız” ile “başsız” , “yüreksiz ile “kalpsiz” de farklı anlamlardadır.
ANLAM OLAYLARI
ANLAM DEĞİŞMELERİ
Anlam değişmeleri dendiği zaman göndergeyle sözcük, daha doğrusu gösterilenle
gösteren arasında kurulmuş olan bir ilişkinin az çok değişmesi söz konusudur. Ancak
bu değişme, genellikle birbiriyle bağıntılı, birbirine yakın kavramlar arasında
olmaktadır .
1. Anlam Daralması
2. Anlam Genişlemesi
3. Başka Anlama Geçiş ( Anlam Kayması )
ANLAM DARALMASI : Sözcük, eskiden anlattığı nesnenin bir bölümünü, bir türünü
anlatır duruma gelirse buna anlam daralması adı verilir.
Türkçe’de bu daralma örneklerinin en ilgi çekicilerinden biri “oğlan” sözcüğünde
görülür. Oğul’la birlikte, daha Göktürk yazıtlarında geçen oğlan, Eski Türkçe’de ve
uzun yüzyıllar boyu hem kız, hem erkek çocuk için kullanılıyordu. Bugün yalnız erkek
çocuk için kullanılmaktadır.
Eski Türkçe’de çokanlamlı olan “konmak” , “yerleşmek, yer tutmak, gecelemek...”
eylemi de bugün Türkiye Türkçe’si yazı dilinde daha çok uçan şeylerin bir yere
inmesini anlatır. Aynı biçimde “davar”, Eski Türkçe’de her türlü mal ve varlık için
kullanılırken bugün Anadolu ağızlarında yalnızca koyun, keçi ve büyükbaş hayvanları
anlatmaya yarar.
ANLAM GENİŞLEMESİ : Bir gösterge, temel anlam olarak bir nesnenin, bir işin bir
bölümünü ya da bir türünü gösterirken zamanla o nesnenin bütününü, bütün türlerini
anlatır duruma gelirse buna anlam genişlemesi denmektedir.
23
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
Türkçe’de de özellikle dili arılaştırma çabaları sonucunda buna koşut gelişmelerle
karşılaşıyoruz. Örneğin “ödül” eskiden yalnızca güreşlerde verilen “mükafat” iken
bugün bununla birlikte yarışma (müsabaka) anlamını da karşılamaktadır (Sait Faik
ödülü, dil ödülü ).
Bilim terimi olan öğelerde de aynı doğrultuda gelişmeler görülür. Örneğin “dalga”
sözcüğü Türkçe’de önceleri yalnız, sudaki belli devinimler için kullanılırken fizikteki
“dalga” kavramını da yansıtan bir fizik terimi durumuna gelmiştir.
Genelleşme adı verilen bir tür genişlemeyi de özel adların tür adına dönüşerek çeşitli
dillerin sözvarlığına girişinde görüyoruz : röntgen (Röntgen özel adından), giyotin
(Guillotine özel adından), şampanya ( Champagne özel adından ), jilet (Gilette özel
adından)
BAŞKA ANLAMA GEÇİŞ : Adından da anlaşılacağı üzere bu türde, göstergenin,
eskisinden bambaşka, yeni bir kavramı yansıtması söz konusudur.
Anlam değişmelerinin buraya kadar özetlediğimiz üç türüne, öteden beri sözü edilen
iki değişme türünü daha katabiliriz :
a) Anlam İyileşmesi : Bir sözcüğün eskisine göre daha iyi bir anlam taşır duruma
gelmesidir. Bu olayın en ilginç örneği, bugün birçok dilde, ordudaki en yüksek
aşamayı gösteren “mareşal” sözcüğünde görülür. Türkçe’ye Fr.dan giren bu öğenin
Eski Yüksek Alm.daki ve Latince’deki biçimleri “at bakıcısı, nalbant” demek oluyordu.
Bugün çeşitli dillerde yaşayan sözcüğün zamanla ordudaki en yüksek sanı gösterir
duruma gelmesinde, onun saray unvanlarından biri oluşunun etkisi bulunmalıdır.
Bu olayın güzel örneklerini Türkçe’de de görüyoruz. Daha VIII. yüzyılda, Göktürk
yazıtlarında “fena, kötü, perişan” anlamlarında geçen “yabız” sözcüğü, zamanla
“yavuz” biçimini almış; “yaman, yiğit” anlamlarının yanı sıra Anadolu ağızlarında “iyi,
güzel, iyi huylu, eli açık” anlamlarında kullanılır olmuştur.
“Emek” sözcüğü de Eski Türkçe’de yaşayan ve “acı, eziyet, zahmet” demek olan bir
öğeyken bugünkü biçimine dönüşmüş, bir anlam iyileşmesine de uğramıştır.
b) Anlam Kötüleşmesi : Burada ise tam tersi bir gelişme söz konusudur. Farsça’dan
Türkçeye geçen “canavar”da bu tip bir gelişme görülür. Bizde, önceleri Farsça’da
olduğu gibi “canlı hayvan” anlamında kullanılan sözcük bugünkü anlamını kazanırken
bir anlam kötüleşmesine sahne olmuştur.

türkçe'nin sözvarlığı

8
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
TÜRKÇENİN SÖZVARLIĞI
SÖZVARLIĞI NEDİR ?
Bir dilin sözvarlığı denince, yalnızca o dilin sözcüklerini değil; deyimlerin, terimlerin,
kalıp sözlerin, deyimlerin atasözlerinin ve çeşitli anlatım kalıplarının oluşturduğu
bütünü anlıyoruz.
Sözvarlığı, sadece bir dilde birtakım seslerin bir araya gelmesiyle kurulmuş
simgeler, kodlar olarak değil; aynı zamanda o dili konuşan toplumun kavramlar
dünyası, maddi ve manevi kültürünün yansıtıcısı, dünya görüşünün bir kesiti olarak
düşünülmelidir. Örneğin toplum yaşamında aile ilişkilerinin sıkı olduğu Türk
dünyasında bu ilişkiler kavramlaştırılmakta, “elti, görümce, baldız, yenge” gibi ayrı
ayrı kavramlar belirlenmiş bulunmaktadır. Buna karşılık Hint-Avrupa dil ailesinin
Roman ve Germen kollarının her birinde bu kavramların tümü tek bir sözcükle
anlatım bulmaktadır ( İng. sister-in-law ). Aynı biçimde Türkçede bu dillerdekinin
tersine “amca” ve “dayı” ile “teyze” ve “hala” yine ayrı kavramlar halindedir.
Yeryüzündeki renkler aynı olduğu halde bunların adlandırılışı ve kapsamları dilden
dile değişir.
Bir toplumun yaşam biçimiyle birlikte dinsel inançları, hangi uluslarla ne ölçüde ilişki
kurmuş olduğu, nelere değer verdiği hatta nükteye olan eğilimi hep sözvarlığının
incelenmesiyle ortaya çıkar. Her dili konuşan toplum, çevresini, çevresindeki olayları,
gerçekleri kendince algılamakta ve anadilinde oluşmuş kavramlarla anlatmakta;
kısaca dünyayı kendi dilinin penceresinden görmektedir. Kuşaktan kuşağa aktarılan
dil, o toplumun bireylerini düşünce biçimi açısından da koşullandırmaktadır.
Araştırmalara göre Avrupa dillerinde “kar” kavramını anlatan tek bir sözcük varken
Eskimo dilinde “düşen kar, sulu kar, yerdeki kar” gibi pek çok kar türü bulunmakta ve
bunlar ayrı ayrı adlarla anılmaktadır. Toplumların yaşam biçimlerinin, çevrelerinin dili
etkilediği daha pek çok örnek gösterilebilir. Bir Eskimo deveyi ancak resimlerinden
tanıyabilir; çölde, sıcak ülkelerde yaşayan toplumlarda ise deve ve türleriyle ilgili pek
çok sözcük, deyim ve atasözü vardır.
Yalnız başka başka dillerde değil, aynı dilin değişik lehçe ve ağızlarında da farklı
sözcükler, deyimler, atasözleri, anlatım biçimleri ve kalıp sözlerle karşılaşılır. Bugün
Türkiye Türkçesi ortak dilinde (ölçünlü dil, standart dil) bulunmayan binlerce kavram,
Türkiye’nin değişik yörelerinde konuşulan ağızlarda karşımıza çıkar. Bunların çoğu
Anadolu halkının yaşamında önemli bir yer tutan tarımcılık, hayvancılıkla ilgili
sözcüklerle ayrı ayrı yörelerde yaşayan gelenek ve görenekleri, doğa ve iklim
koşullarını, yörelere özgü araç ve gereçleri yansıtan sözcüklerdir.
BÖLÜM 3
9
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
SÖZVARLIĞININ İÇERDİĞİ ÖĞELER
TEMEL SÖZVARLIĞI
Bir dilin sözvarlığının hangi öğelerden oluştuğu üzerinde durulurken ilk anılması
gerekenler, temel sözvarlığı ya da çekirdek sözcükler adını verdiğimiz öğelerdir.
Bunun sınırı çizilirken de insanın odak olarak alınması doğru olur. İnsanın organları
başta olmak üzere onun en doğal gereksinimlerini karşılayan yemek, içmek, uyumak,
gitmek, gelmek, almak, vermek... gibi kavramlar, ona en yakın kişileri gösteren
akrabalık adları, sayılar ve insanın maddi ve manevi kültürü içine giren çeşitli
kavramlar sayılabilir. Maddi kültür denince bilim dilinde flora ve fauna adı altında
toplanan değişik kavramlar da aynı çerçeve içine girmektedir. Flora, insanın
çevresinde yer alan, onun yaşamıyla yakından ilgili bulunan bitkileri (bu arada
buğday, mısır, pirinç gibi toplumun beslenmesini sağlayanları) içermekte; fauna ise
aynı çevrede bulunan ve insanların bir bölümünden yararlandıkları, özellikle tarım ve
hayvancılıkta insanlara yarar sağlayan hayvanları göstermektedir. Kimi toplumlarda
bu kavramların önemi ve değeri başkalarına göre çok büyük ayrım gösterir. Örneğin
tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar için öküz, sığır ne derece önem taşıyorsa deniz
kıyısında balıkçılıkla geçinenler için balık o ölçüde önemlidir.
Göktürkler döneminde daha çok hayvancılıkla geçinen Türklerin dilinde boğa, koyun,
at, aygır, yılkı gibi sözcükler sık geçmekte; atın o çağdaki önemi ve maddi kültür
sözcüklerinin hangileri olduğu, sözvarlığı incelenince ortaya çıkmaktadır.
Manevi kültür içine giren dinle, kutsal kavram ve kişilerle, gelenek, göreneklerle ilgili
sözcükler yine temel sözvarlığı içinde düşünülmektedir. Göktürkler döneminde
Türklerin bağlı bulundukları Şamanizm’de yer, gök, su ateş kutsal kavramlardı. O
dönemin metinlerinde bu kavramlar sık sık geçer. Türklerin yerleşik yaşama geçerek
Gökdininin yanı sıra Budizm, Hıristiyanlık, Maniheizm, gibi dinleri kabul ettikleri Uygur
döneminde bu dinlere ait terimler de dilde yer almıştır.
Türklerin İslamlığı benimsemesinden sonra bu dinin kavramlarından büyük bir
bölümü Arapçadan olduğu gibi alınmış ( Allah, Kuran, mümin, hac, ibadet...), bir
bölümü ise Farsça kanalıyla dile girmiştir (namaz, oruç, ferişte...).
Bugün Türkçede geniş bir yer tutan kalıp sözler ( ilişki sözleri) incelenecek olursa
bunların büyük ölçüde İslamlık terminolojisinden, özellikle “Allah” kavramından
yararlandığı görülür ( Allah razı olsun, Allah korusun, Allah kurtarsın...)
Bir dilin tarihi boyunca çok az değişikliğe uğrayan temel sözvarlığı dışında kalan,
somut ve soyut kavramları yansıtan dilin başka sözcükleri de vardır ki bunlar da
çağlar boyunca değişebilir; yeni anlamlar kazanabilir; yitip unutulabilir.
10
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
Zaman içinde dilde, toplumun gereksinimleri doğrultusunda yeni sözcüksel birimler
ortaya çıkar. En eski metinlerimizde “ön” biçiminde yaşadığını gördüğümüz yer
gösterme belirteci “ön”, birçok türevinin yanısıra günümüzde öncelik, öngörmek,
önsezi, önsöz, önseçim, öninceleme, önyargı... gibi birçok yeni kuruluşlar içinde yer
almıştır.
YABANCI SÖZCÜKLER
Bir toplumun, bir ulusun öteki toplumlarla hiçbir ilişki kurmadan yaşamasına olanak
yoktur. Böyle bir toplumun tüm dünya ile iletişiminin kapalı olması gerekir. Bu
nedenle sözvarlığı tamamen yerli olan bir dilden söz etmemiz olanaksızdır.
Uluslararasındaki ticaret, siyaset, kültür ve sanat ilişkileri, hemen dile yansımakta ve
yeryüzündeki bütün dillerde başka dillerden alınma öğeler bulunmaktadır. Hatta kimi
zaman bunlar bir dili bütünüyle yabancılaştıracak kadar artabilmektedir.
Bir yabancı dilden alınma öğeleri iki bölümde incelemek doğru olur :
a) Yerleşmiş yabancı sözcükler: Bir dilin ses eğilim ve kurallarına uymuş,
yabancılığı artık belli olmayan öğeler. Örn. kösele (Far. govsale), duvar (Far. divar),
kalıp (Ar. kalip ), surat (Ar. suret), adam (Ar. adem), kitap, mektep, mektup ( Ar. kitab,
mekteb, mektub), ilaç, ihraç (Ar. ilac, ihrac), dert, inat ( Ar. derd, inad), renk (Ar.
reng), sandık ( Ar. sanduk), ortanca (Holl. hortensia)...
b) Yerleşmemiş yabancı sözcükler: Dilin ses eğilim ve kurallarına uymayan,
yabancılığını hemen belli eden sözcüklerdir. Örn. oksijen, enflasyon, spor, plan, tren,
klinik, jeton, film, televizyon, faks, numara, modern, liberalizm...
TERİMLER
Terim genel olarak özel alanların kavramlarına verilen addır. Bu alanlar bilim, teknik,
sanat, zanaat, spor gibi birbirinden çok ayrı olabilir. Örneğin atom, molekül, bakteri,
özgül ağırlık, kınkanatlı, çanakyaprak, fizikötesi, soprano, senfoni, künde, kroşe,
penaltı... Öte yandan kullanım alanı genişleyen, günlük hayatta yeri olan terimler de
genel kullanımlarında terim olma niteliklerini yitirir, dilin öteki sözcükleriyle aynı
duruma gelir. Örneğin telefon, radyo, televizyon, enflasyon uçak, tren... sözcükleri bu
nesneler ilk bulunduğunda, ilk tanıtıldığında terim niteliği taşımış olsalar bile bugün
terim olmaktan çıkmış, temel sözvarlığı içimde düşünülür duruma gelmişlerdir. Ancak
elektroniğe ilişkin bir sözlükte geçen “radyo” ve “televizyon” yine birer terimdir.
Türkçedeki spor terimlerine bir gözatacak olursak Türklerin ata sporu olan güreş
terimlerinden bir bölümünün deyim biçiminde genel dile yerleştiğini, buna karşılık yeni
sayılabilecek olan basketbolden genel dile geçen, genelleşen terimlerin
bulunmadığını görürüz. Türkçedeki başa güreşmek, kaçak güreşmek, kündeye
gelmek büyük olasılıkla hodri meydan gibi deyimler güreş sporunun genel dile
yansıyan öğeleridir. Yurdumuzda daha yeni bir spor dalı olan bokstan da havlu atmak
deyimi ve nakavt sözcüğü genel dilin malı olmuştur.
11
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
ATASÖZLERİ
Atasözleri; atalarımızın uzun denemelere dayanan yargılarını genel kural, bilgece
düşünce ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan kamuca
benimsenmiş özsözlerdir.
Atasözleri, geniş halk yığınlarının yüzyıllar boyunca geçirdikleri denemelerden ve
bunlara dayanan düşüncelerden doğmuşlardır. Ulusun ortak düşünce, kanı ve
tutumunu belirtir, bize yol gösterirler. Bir atasözüyle belgelendirilen tutumun
doğruluğu herkesçe kabul edilir. Anlaşmazlıklarda bir atasözü en büyük yargıcıdır.
Atasözleri kalıplaşmış ( klişe haline gelmiş ) sözlerdir. Sözcükler değiştirilip yerlerine -
aynı anlamda da olsa- başka sözcükler konulamayacağı gibi sözcüklerin yerleri de
değiştirilemez.
“Derdini söylemeyen derman bulamaz.” sözündeki “derman” yerine “ilaç”
kullanılamaz.
“Çalma elin kapısını, çalarlar kapını” sözü de sözcüklerin sırası değiştirilerek “ Elin
kapısını çalma, kapını çalarlar” biçiminde söylenemez.
Atasözleri kısa ve özlüdür. Az sözcükle çok şey anlatır :
Dikensiz gül olmaz.
Alet işler, el öğünür.
Taşıma suyla değirmen dönmez”... gibi.
Atasözlerinin çoğu bir iki cümledir. Daha uzun olanları azdır:
Vakit nakittir.
Yerin kulağı var.
Balık baştan kokar.
Ak akçe kara gün içindir.
Görünen köy kılavuz istemez.
Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.
12
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
DEYİMLER
Deyimler, çekici bir anlatım kılığı taşıyan ve çoğunun gerçek anlamından ayrı bir
anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluklarıdır.
Deyimler de atasözleri gibi kalıplaşmış sözlerdir. Bir deyimin sözcükleri değiştirilip -
yerlerine aynı anlamda da olsa- başka sözcükler konulamaz ve deyimin sözdizimi
bozulamaz:
“Ayıkla pirincin taşını” deyimi “ayıkla bulgurun taşını” biçiminde söylenemeyeceği
gibi,
“Tut kelin perçeminden” deyimi de “kelin perçeminden tut” biçiminde kullanılamaz.
Deyimler de atasözleri gibi kısa ve özlü anlatım araçlarıdır :
“Dil dökmek, kelle kulak yerinde, kel başa şimşir tarak, Atı alan Üsküdar’ı geçti” ...
gibi.
Deyimler iki sözcükle kurulurlar ve biçim açısından iki bölüğe ayrılırlar :
a)Sözcük öbeği durumundaki deyimler :
Ağır başlı, bit yeniği, eli bayraklı, püf noktası, içli dışlı, kaşla göz arasında, gel zaman
git zaman, adam sen de !...
b)Cümle halindeki deyimler :
Dostlar alışverişte görsün.
İncir çekirdeğini doldurmaz.
Delik büyük, yama küçük...
Halep ordaysa arşın burda. gibi.
Deyim bir kavramı belirtmek için bulunmuş özel bir anlatım kalıbıdır; genel kural
niteliğinde bir söz değildir. Deyimi atasözünden ayıran en önemli budur. Çoğu zaman
cümle halindeki deyimlerle atasözleri karıştırılmaktadır. Biçim benzerliğinden ileri
gelen bu karışıklık kavram ayrılığına dikkat edilirse ortadan kalkar. Örneğin
Bitli baklanın kör alıcısı olur.
İşleyen demir ışıldar.
Bugünün işini yarına bırakma.
13
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
cümleleri atasözüdür, çünkü her biri bir genel kuraldır. Denenmiştir. Oysa
Atı alan Üsküdar’ı geçti.
Armut piş, ağzıma düş.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.
sözleri deyimdir, çünkü hiçbiri genel kural olarak söylenemez.
Deyimlerin amacı, bir kavramı özel kalıp içinde ya da çekici, hoş bir anlatımla
belirtmektir. Atasözlerinin amacı ise yol göstermek, ders ve öğüt vermek, ibret
almamız için gerçekleri bildirmektir. Görülüyor ki deyimle atasözü amaçta da
birbirlerinden ayrılmaktadır.
İKİLEMELER
Türkçenin her döneminde, her lehçesinde belirgin bir biçimde karşımıza çıkan ve dilin
gerek yapı, gerek sözdizimi gerekse anlambilim açısından en önemli niteliklerinden
birini oluşturan özellik, ikilemelerin sık kullanılmasıdır. Örneğin, aynı adın
yinelenmesiyle karış karış, sayfa sayfa, kapı kapı; aynı sıfatın yinelenmesiyle oluşan
ve belirteç görevi gören serin serin, aptal aptal, sıcak sıcak, güzel güzel; ters
anlamlıların bir araya gelmesiyle kurulan büyük küçük, genç yaşlı, olur olmaz, er geç,
uzak yakın; eşanlamlılarla kurulan açık seçik, doğru dürüst, kırık dökük, ev bark,
sarmaş dolaş; çekimli eylemler, ulaç ve ortaçlarla oluşturulan yenmez yutulmaz,
durmuş oturmuş, otura kalka gibi ikilemelerin binlercesi gösterilebilir.
Hele ikilemeye katılan ikinci sözcüğün, öncekinin önsesine bir ”m” eklenmesiyle
kurulan kağıt mağıt, okul mokul, araba marabagibi örnekler özellikle konuşulan dilde
çok kullanılmaktadır.
Eğer Türkçenin tarihsel dönemlerine doğru gidecek olursak ikilemelerin çeşitli
biçimleriyle baştan beri yaygın olduğunu görürüz.
Sonuç olarak, ikilemelerin Türkçenin sözcükbilim ve anlambilim açısından önemli bir
anlatım özelliği olduğunu belirtmeliyiz.
İkilemelerin arasına virgül konmaz.
14
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
İLİŞKİ SÖZLERİ ( KALIP SÖZLER )
Sözvarlığını oluşturan öğeleri tanıtırken değindiğimiz gibi dilbilimde kalıp sözler ya da
ilişki sözleri adı verilen öğeler-tıpkı deyimler ve atasözleri gibi- bir dili konuşan
toplumun kültürüne ışık tutmakta, onun inançlarını, insan ilişkilerindeki ayrıntıları,
gelenek ve göreneklerini yansıtmaktadır.
İlişki sözleri açısından Türkçenin zenginliği dikkat çekecek ölçüdedir. Örneğin
sizden iyi olmasın kalıp sözü yalnızca belli bir ortamda, belli bir amaçla kullanılanlara
verilebilecek örneklerden biridir. Bir kimse övülürken dinleyenin de gönlünü almaya
yönelmeyi gösteren bu söz gibi su gibi aziz ol da yalnızca belli bir durumda kullanılır.
Özellikle birden çok kişinin bulunduğu bir ortamda bir şey anlatılırken ayıp ya da
söylenmesi hoş olmayan bir sözcükten, bir olaydan söz edildiği zaman; konuşan
tarafından sözüm meclisten dışarı ya da haşa huzurdan kalıp sözlerinin kullanıldığına
tanık olunur. Konuşan, bu kavramlara değindiği için bağışlanma isteğini böylece dile
getirir.
Bunlardan başka, Çocuğu dünyaya gelen kimseleri kutlarken kullanılan analı babalı
büyüsün !” de bir kalıp sözdür. Sevilip okşanan, kendisinden söz edilen bir çocuk için
söylenen Allah bağışlasın; bir çocuğun ana babasıyla birarada yaşaması dileğini
belirtmek için kullanılan Allah dört gözden ayırmasın bunlardandır. Nikahlanan,
evlenen kişilere söylenen Bir yastıkta kocayın yine belli durumlara özgü kalıp
sözlerdendir.
Türkçenin, belli durumlarda söylenmesi gelenek olmuş ilişki sözleri içinde başka
dillerde benzerleri görülmeyen birtakım öğeleri de vardır. “Güle güle” sözünün değişik
kullanımları buna örnektir. Güle güle giyin, güle güle harca, güle güle oturun
kullanımları gibi...
Saygı belirtisi taşıyan kalıp sözlerden biri de çocukları sorulan kimsenin yanıt olarak
onların sayısını belirttikten sonra ellerinizden öper(ler) deyişidir.
Kalıp sözlerin bir dili konuşan toplumun dünya görüşünü, inançlarını yansıtmasının
en güzel örneklerini dilimizde Allah sözcüğüyle kurulan öğelerin çokluğu gösterir.
Örneğin Allah versin,Allah kavuştursun, Allah kabul etsin, Allah razı olsun ...
Ziyade olsun,elinize sağlık, kesenize bereket; afiyet olsun, gibi kalıp sözler de yemek
sırasında konuk ile ev sahibi arasında kullanılan örneklerdendir.
15
TÜRK DİLİ - I Sever ve Diğerleri
DOLDURMA SÖZLER
Genellikle konuşulan bir dilde bir şeyi anımsamak üzere zaman kazanma,söyleneni
pekiştirip kesinleştirme gibi amaçlarla konuşan kimsenin kullandığı, çoğu kez
gereksiz olan sözcüklere ve anlatım kalıplarına doldurma sözler adını veriyoruz.
Konuşma sırasında sık rastlanan bu öğelerden biri, Arapça kökenli şeydir.
Çoğunlukla anımsanmak istenen sözcük bulunamadığı zaman kullanılır. Bir olayın
aktarımı sırasında öteden beri başvurulan ve yine anımsanmak için zaman
kazanmayı amaçlayan efendime söyleyeyim yine bu tür öğelerdendir. Yerli yersiz
kullanılan sonra ve sonracığıma aynı amaca yönelir: “Aradan üç yıl geçmiş...
sonracığıma...” gibi.
Özellikle sözvarlığı dar ve kültür düzeyi sınırlı kimselerde bu gibi doldurma sözlere
daha sık rastlanır. Yerli yersiz söylenen anladın mı? , tamam mı? yine bu arada
sayılabilir.
Konuşan kimsenin bir nesneyi, bir konuyu anımsatmak üzere kullandığı ...var ya!
sözü de son zamanlarda değişik bir nitelik kazanmış, özellikle gençlerin dilinde sık
kullanılan, söyleneni pekiştirme eğilimine dayanan bir öğe olarak duyulur olmuştur:
“Ben var ya, bunu belki on kere söyledim” ya da “Ben var ya, o kahveye hiç gitmem”
gibi. Bu doldurma sözün yanında, onunla aynı işlevi gören ancak daha çok
anımsatma amacını güden bir başka söz de “yok mu ?” dur. “O Ahmet yok mu...?”
gibi, genellikle bir suçlama öncesinde kullanılan bu söz, kimi zaman doğrudan
doğruya anımsatmaya yöneliktir.
” Sakarya caddesindeki kitapçı yok mu, onun önünde beklerim.” gibi.
Bu tür öğelerin yazı dilinde kullanılmamasında, yazı dilinde sözceleri oluştururken
düşünmeye daha çok zaman ayrılabilmesinin etkisi vardır.
BELLİ KESİMLERE ÖZGÜ DİLLER
ARGO: Her ülkede, her dilde görülen; toplumun içinde bir kesimin ya da öbeklerin
farklı bir biçimde anlaşmayı sağlamak amacıyla oluşturdukları özel dil.
JARGON : Konuşanlar dışındaki kimselerce anlaşılmaması için sözcüklerin
bozulmuş biçimlerinden oluşturulan ve yine bir zümreye özgü olan dil türü.

türk edebiyatında düzyazı - nurullah çetin

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Türk düzyazısının belli başlı özelliklerini öğrenecek,
• Türk düzyazısının türleri hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
İçindekiler
• Giriş 177
• Türk Düzyazısının Türleri 177
• Türk Düzyazısının Dönemleri 178
• Özet 198
• Değerlendirme Soruları 198
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 199
Çalışma Önerileri
• Düzyazı türünde okuduğunuz kitapların hangi düzyazı türüne
ait olduğunu bulmaya çalışınız.
• Düzyazıyla şiir arasındaki farkları irdelemeye çalışınız.
ÜNİTE 9 Türk Edebiyatında Düzyazı
Yazar
Yard. Doç. Dr. Nurullah ÇETİN

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Düzyazı (nesir), en genel anlamda nazma ait vezin, kafiye gibi unsurlara yer vermeyen;
anlatılmak istenen meramı, anlamın kendi içinde tamamlandığı cümleler
halinde dile getiren yazılı metinlere denir. Düzyazıda genellikle dilbilgisi kurallarına
uyulur. Anlam tek boyutludur, başka yan anlamlara çağrışım imkânı yoktur.
Düzyazı (nesir) biçiminde yazılan eserlere mensur eser, düzyazıyla yazan kimselere
nâsir denir.
Türk edebiyatının ilk yazılı metinleri VIII. yüzyılda dikilmiş olan Orhun Yazıtlarıyla
verilmiştir. O zamandan beri de yazılı metinler verilmeye devam etmektedir. Türk
düzyazısını türlerine göre üçe, dönemlerine göre de ikiye ayırmaktayız.
2. Türk Düzyazısının Türleri
2.1. Sade Düzyazı
Halkın konuşma diliyle yazılmış, sanat oyunlarına ve süslü ifadelere yer vermeyen,
kolay anlaşılan düzyazıdır. Geniş halk kitlelerine değişik konularda bilgi vermeyi
amaçlayan Kur'an tercüme ve tefsirleri, hadis kitapları, evliyaların kerametlerine
yer veren menakıpnameler, ilmihâl, vaaz kitapları, tasavvufî eserler, halk
hikâyeleri, anonim Osmanlı tarihleri genellikle bu düzyazı türüyle kaleme alınmışlardır.
Tanzimattan sonra batıdan yeni türlerin girmesiyle birlikte de kimi roman ve
hikâyeler, tiyatrolar, eleştiri, deneme, gazete ve dergi yazıları da sade düzyazıyla
yazılmıştır.
2.2. Sanatlı Düzyazı (Süslü Nesir-İnşa)
Türkler, özellikle X. yüzyıldan itibaren kitleler hâlinde ve devlet olarak İslâmiyeti
benimsemelerinden itibaren, İslâm medeniyeti etkisinde yeni bir kültür ve edebiyat
geliştirmeye başladılar. Bu edebiyat ağırlık olarak XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir.
İşte bu süre içerisinde aydın kesimin ortaya koyduğu edebiyata Divan edebiyatı
diyoruz. Divan edebiyatı bir anlamda şiir demek ise de düzyazı (nesir) türünde de
eserler verilmiştir. İşte Divan edebiyatındaki güzel yazma amacını taşıyan bu türe
süslü nesir ya da inşa, bu metinleri yazanlara münşi ve bu metinlerden oluşmuş eserlere
de münşeât denmektedir. Tanzimattan sonra okullarda okutulan yazı -kompozisyon
derslerine de inşa adı verilmiştir.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 177
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
İnşa adı verilen Divan düzyazılarının dili genellikle Arapça ve Farsça sözcük ve
tamlamalarla dolu, secili, cümleler uzun ve sanatlıdır. Bu nesir türüyle yazılmış metinleri
belli bir kültür ve eğitim düzeyine erişmiş olan kesim anlayabilir.
2.3. Orta Düzyazı
Süslü nesir ile sade düzyazı arasında yer alan bir düzyazı türüdür. Hem halkın konuşma
dilinden farklı bir kültür diline sahiptir, hem de süslü nesrin sanatlı
üslûbundan uzaktır. Doğrudan doğruya anlatılmak istenen meram ortaya konmaya
çalışılır. Birçok dinî, ahlâkî, siyasî, coğrafî, tarihî eserler, biyografiler genellikle bu
düzyazı türüyle yazılmıştır.
3. Türk Düzyazısının Dönemleri
Yazılı ilk düzyazı örneklerinin bulunduğu dönemde bilimsel adıyla Eski Türkçe
döneminde yazılan, Orhun nehri kıyısına dikilen Orhun Yazıtlarıdır. Bunlara yazıt
denir; çünkü taş üzerine kazınarak yazılmış düzyazılardır. Bunlardan üçü çok bilinir;
Kültigin Yazıtı, Bilge Kaan Yazıtı, Tonyukuk Yazıtı. Ayrıca, Ongin ırmağı kenarında
Ongin Yazıtı, Şine-Usu gölü kıyısında Şine-Usu Yazıtı gibi yazıtlar da vardır. Orhun
yazıtlarından iki yüzyıl öncesinde yazılan; fakat bulunuşu daha geç olan Yenisey
Yazıtları vardır. Orhun Yazıtları etkileyici bir anlatımla, söylev türünde ve çok
işlenmiş olduğu belli bir dille yazılmıştır.
Uygur Türkçesiyle yazılmış yazıtlar ve yazmalar vardır. Altun Yaruk ile Irk Bitik (Fal
Kitabı) bu yazmalardandır. Bunlarda Göktürk alfabesi kullanılmıştır. Huastuanift
(Tövbe Duası), hem Uygur hem Mani alfabesiyle yazılmıştır. Sekiz Yükmek, Uygur
alfabesiyle yazılan bir din kitabıdır.
Türk düzyazısına matematik, astronomi, tıp gibi fen bilimlerinin; tarih, coğrafya gibi
sosyal bilimlerin; din gibi felsefe biliminin yayılması ve bunlarla ilgili çevirilerin
girmesi İslâmiyetin benimsenmesinden sonra olmuştur. Kaşgarlı Mahmut'un yazdığı
Divan ü Lügat-it Türk adlı sözlüğü de bu dönem için düzyazı örneği sayabiliriz.
3.1. Klâsik Türk Edebiyatında Düzyazı
VIII. yy. - XIX. yy. arası dönemde özellikle belli bir eğitim ve kültür düzeyine sahip
yazarlar tarafından değişik türlerde düzyazı örnekleri ortaya konmuştur. Bunları
burada kısaca tanım düzeyinde belirteceğiz. Türk edebiyatındaki tarihsel gelişimlerini
ise "Çağdaş Türk Edebiyatında Düzyazı" bölümünde yer alan türler bünyesinde
vereceğiz.
Tezkire: Edebiyatçıların, sanatçıların ya da başka alanlarda ün yapmış kişilerin kısa
hayat hikâyelerine ve özelliklerine ya isimlerinin harf sırasına ya da zaman sırasına
göre düzenlenen biyografi kitaplarıdır.
178 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Münşeat: Mektupların, resmî yazıların, güzel yazı örneklerinin ve kısa mensur
metinlerin bir araya toplandığı eserlerdir.
Letâifname: Fıkraların, hicivlerin, mizahî metinlerin bir araya getirildiği eserlerdir.
Seyahatname: Bir kişinin gezip gördüğü yerlerin güzellikleri, ayırıcı özellikleri, insanlarının
örf ve âdetleri hakkında yazdığı gezi yazılarının toplandığı eserlerdir. Bu
türün en önemli örneği Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesidir.
Sefaretname: Yabancı bir ülkeye elçi olarak gönderilen bir görevlinin o ülkenin
siyasî yapısı, örf ve âdetleri, gelişmişlik düzeyi, değişik özellikleri hakkındaki izlenimlerine
yer verdikleri eserlerdir.
Siyasetname: Devlet yönetiminde görev alacak yönetici adaylarına devletin nasıl
yönetileceği hakkında bilgi veren, öğütlerde bulunan ahlâkî-didaktik eserlerdir.
Bunların dışında Klâsik dönemde halk edebiyatında da halk hikâyeleri, fıkralar,
masallar, efsaneler gibi türlerde düzyazı örnekleri verilmiştir.
3.2. Çağdaş Türk Edebiyatında Düzyazı
3 Kasım 1839 tarihinde ilân edilen Tanzimat Fermanıyla birlikte Türk toplum ve
devleti, hemen her alanda batılılaşma sürecine girdi. Bu yeni eğilim kendini edebiyat
alanında da gösterdi ve Türk edebiyatına özellikle düzyazı alanında birçok yeni
tür girdi. Ayrıca dilde sadeleşme anlayışı da kendini göstermeye başlayınca, eskiye
göre bu dönemde Türk düzyazısı bir ölçüde sade bir dil ve anlatıma kavuştu. 1860'lı
yıllardan günümüze kadar devam edegelen Türk düzyazısını türlere göre ana hatlarıyla
şöyle değerlendirebiliriz:
3.2.1. Bilgi ve Yorum Aktarımına Dayalı Türler
Bu bölümde toplanan düzyazı türleri, roman, hikâye, tiyatro gibi sanat yapma amacı
taşımayan doğrudan doğruya gerçek bilgilerin aktarımına ve yorumuna dayalı
olan bilgilendirme ve ifade yollarıdır. Bunlar daha çok belli bilim ve sanat kesimleri
için olmayıp, genel halk kitleleri için yayımlanan gazete ve dergilerde yayımlanır ve
genellikle halkın anlayabileceği bir düzyazı diliyle kaleme alınırlar. Bunların başlıcaları
şunlardır:
3.2.1.1. Haber Yazısı
Belli bir zamanda ve yerde olmuş olayları merakı giderecek düzeyde ayrıntılı ve anlaşılır
bir dille aktaran yazılara denir. Haber yazılarında inandırıcılık, belgelere dayanma,
olayı tüm boyutlarıyla aktarma, yansız davranma, okuyucunun farklı yo-
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 179
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
rumlamasına imkân vermeyecek şekilde, açık ve anlaşılır bir dil ve üslûpla aktarılması
gibi unsurlara dikkat edilir.
3.2.1.2. Fıkra
Gazete ve dergi gibi süreli yayınlarda, bir yazarın periyodik olarak genel bir başlık
altında günün sosyal ve siyasî olaylarını kendi bakış açısına, siyasî, ideolojik eğilimine
ve düşünce yapısına göre değerlendirdiği kısa yorum yazılarına fıkra denir.
Türk edebiyatında fıkra yazarlığı ne zaman başlamıştır?
Türk edebiyatında fıkra yazarlığı, Şinasi'nin 1860 yılında Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları
Tercüman-ı Ahval gazetesindeki yazılarıyla başlamıştır. O zamandan günümüze
kadar fıkra yazan başlıca yazarlar şunlardır: Namık Kemal, Ahmet Rasim,
Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Burhan Felek, Peyami Safa, Refi Cevat Ulunay,
Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Bedii Faik, Necip Fazıl Kısakürek, Nazlı
Ilıcak, Rauf Tamer, Ahmet Kabaklı, Çetin Altan, Oktay Ekşi, Uğur Mumcu, Abdi
İpekçi, İlhan Selçuk, Ergun Göze, Hasan Pulur, Mehmet Barlas, Fehmi Koru, Taha
Akyol, Gürbüz Azak, Ahmet Taşgetiren, Cengiz Çandar, Yavuz Gökmen, Gülay
Göktürk.
3.2.1.3. Makale
Öğretici düzyazının bir türü olan makale, bir düşünür, bilim adamı ya da araştırmacının
seçtiği bir konuda kendi duygu ve düşüncelerini delil, bilgi, bulgu, belge ve
diğer kaynaklardan da yararlanarak açıkladığı ve kesin yargılarla sonuca ulaştığı
yazı türüdür.
Makaleler, içeriklerini belirleyen konularına göre birçok türe ayrılır. Örneğin resim,
müzik, tiyatro gibi sanat dallarını ele alan makalelere sanat makalesi, ulusal ya da
uluslararası politika konularını irdeleyen yazılara politik makale, askerlikle ilgili bir
konuyu işleyen yazıya askerî makale, psikolojik konulara değinen yazılara psikolojik
makale, bir bilim dalıyla ilgili makalelere bilimsel makale, dinî konuları işleyen yazılara
da dinî makale denir.
Makaleler genellikle gazetelerde, popüler ve bilimsel dergilerde yayımlanır. Gazetelerin
çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel fikrî yapısını temsil
eden yazılara başmakale, bu yazıyı yazan kişiye de başyazar denir.
Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860'ta çıkan
Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımlamıştır.
180 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
?
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3.2.1.4. Röportaj (Mülâkat)
Mülâkat ya da röportaj, karşılıklı buluşmak, görüşmek demektir. Kendi uzmanlık
alanlarında tanınmış kişilerle hayatları, çalışmaları, eserleri ya da istenilen herhangi
bir konuda sorulu cevaplı olarak karşılıklı konuşma, görüşme ve bunların yazıya
geçirilmesine röportaj denir.
Röportajlar her zaman yüz yüze mi yapılır?
Bazı röportajlar, yüzyüze yapılabildiği gibi bazısı da yazılı soruların verilip cevapların
daha sonra yazılı olarak alınması şeklinde de olabilir.
Röportajlar genellikle soru-cevap tarzında olur. Ancak bazı yazarlar röportajı
hikâye kurgusu ve üslûbu içinde vermeyi tercih ederler. Metin içerisinde kendi
duygu, düşünce ve izlenimlerini de aktarırlar. Çoğu röportaj, gezi yazısıyla iç içe sunulmaktadır.
Gazeteciler, ülke içinde başka şehir ya da ülke dışında başka ülkelere
gazetecilik çalışması için gittiklerinde oralarda yaptıkları röportajları ve gezi izlenimlerini
birlikte, aynı kurgu içinde kaleme almaktadırlar.
Türk edebiyatında röportaj türünün ilk örneklerini Evliya Çelebi vermiştir. Modern
anlamda ise Ruşen Eşref Ünaydın'ın Diyorlar ki (1918); adlı çalışması bu türde verilmiş
ilk örnek arasındadır. Bunun dışında diğer bazı röportajlar şunlardır: Hikmet
Feridun Es, Bugün de Diyorlar ki (1932), Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar
(1960); Gavsi Ozansoy, 40 Yıl Sonra Diyorlar ki (1962); Tahir Kutsi, İç Göç
(1964); Halil Aytekin, Doğuda Kıtlık Vardı (1965); Abdi İpekçi, Liderler Diyor ki
(1969); Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştan Başa (1971); Fikret Otyam, Gide Gide 10 (1969);
Yaşar Nabi Nayır, Edebiyatçılarımız Konuşuyor (1976, konuşmalar değişik kişiler tarafından
yapılmıştır.); İsmail Parlatır-İnci Enginün - Orhan Okay - Zeynep Kerman
- Kâzım Yetiş - Necat Birinci, Röportajlar (1997).
Türkiye gazetelerinde röportaj çalışmaları yayımlanan başlıca gazeteciler arasında
şunları sayabiliriz: Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Vasfiye Özkoçak, Füsun Özbilgen,
Leyla Umar, Nuriye Akman, Ayşe Arman, Fehmi Koru, Yazgülü Aldoğan,
Hüsamettin Aslan.
Aşağıda Haldun Taner'le yapılan bir röportajı görüyorsunuz:
- Keşanlı Ali Destanı'nı yazmaya sizi neler zorladı?
- Her yazarın bazı sevgili temaları oluyor. Mitosların kulis arkasını deşmek de beni en çok
saran temalardan biri. Lûtfen Dokunmayın tarih plânında bir Baltacı hiyaneti efsanesinin
tartışmasını yapıyordu. Keşanlı Ali Destanı ise gecekondu ortamında bir kahramanlık
mitosunun parodisini yapıyor.
. . . . .
- Bu oyununuzu alışılmış müzikallerden ayıran özellikler neler?
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 181
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
- Alışılmışlıktan kastiniz Amerikan modeli müzikallerse, hemen söyliyeyim ki, bu tarza
karşı ne ilgim, ne de sempatim var. İlerde olacağını da hiç sanmam. Biz bambaşka bir
yolun yolcusuyuz. Keşanlı Ali Destanı ile yepyeni bir halk tiyatrosu üslûbuna gitmeyi
deniyoruz. Amacımız akşam yemeğinden sonra hazmı kolaylaştıran bir eğlence sağlamak
değil. Söyleyeceğini güldürü kılığında söyleyen, seyirciyi tedirgin eden aktif bir
uyarı tiyatrosu.
. . . . .
- Keşanlı Ali Destanı'nın kahramanları hayattan mı alınmadır?
- 1960'ta ünlü bir kondu efesinin vurulması beni çok ilgilendirmişti. Yerinde incelemeler
yaptım. Olayın kahramanları ile aileleri ile görüştüm. Arkadaşım Mehmet Kemal'in
aracılığı ile tanıkları buldum. Konuştum. Oyunun hareket noktası o olay oldu.
Ama oyundaki Keşanlı Ali daha çok da kendi fantazimin ürünüdür. Deli Bozuk Zilha,
1962'de Keşanlı Ali tipi kabare tiyatrosunda Gültepe No.8 adlı şansonla sunduğum gecekondulu
kızın gelişmiş bir portresidir. Helâcı Şerif Abla ise on beş yıl önce yayınlanan
Bayanlar 00 hikâyemin kahramanı.
- Oyununuzu yazarken, gecekondu çevreleriyle ilgiler kurdunuz mu?
- Gecekondu bölgelerine karşı ilgim ve sevgim yeni değil. Altındağ'ı, Taşlıtarla'yı çoğu
dostum benim aracılığımla tanımışlardır. Kondulara ait gazete haberlerini, onlar
üzerine iktisadî raporları ilgi ile izlerim. Gecekonduları sade canayakın insanlardan
ötürü değil, ayrıca toplumumuzun küçük çapta bir maketi saydığım için de çok ilginç
buluyorum.
Konuşan: Ayhan Sümer
3.2.1.5. Tefrika (Dizi Yazı)
"Tefrika" ayrılık, ayrılma, bölünme, ayırma, bölme demektir. Terim anlamı ise gazete,
dergi gibi süreli yayınlarda bölüm bölüm, parça parça birbirinin devamı olarak
yayımlanan uzun metindir.
Gazetelerde genellikle romanlar, pehlivan hikâyeleri, anılar, uzun röportajlar tefrika
hâlinde yayımlanır.
Tefrika romanı: Gazete ve dergilerde her sayıda bir parçası yayımlanan geniş okuyucu
kitlesinin ilgisini çeken, sürükleyici, akıcı romandır.
Türk edebiyatında ilk dizi olarak yayımlanan eser, Şinasî'nin Şair Evlenmesi
adlı piyesidir. Bu eser 1860'ta Tercüman-ı Ahval gazetesinin 2-5. sayılarında tefrika
edilmiştir.
3.2.1.6. Gezi Yazıları
Eskiden gezi notlarının kaleme alındığı eserlere "seyahatname" deniyordu. Modern
zamanlarda ise Türkçe bir sözcük olan "gezi" terimi tercih edildi.
182 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Gezi yazısı, bir kişinin ya da grubun yurdun değişik bölgelerine ya da başka ülkelere
değişik amaçlarla yaptıkları gezilerde gözleyip izlediklerini, tespitlerini, ele geçirdikleri
bilgi ve bulguları, oralarla ilgili duygu ve düşüncelerini anlattıkları yayınlara
denir.
Gezi yazarı gezip gördüğü yerlerin hem kendisi hem de okuyucular için tarihî ve
coğrafî açıdan ilgi çeken yönlerini, özelliklerini, kültürel, jeolojik güzelliklerini, halkının
gelenek, görenek, töre ve âdetlerini akıcı, ilgi çekici ve etkili bir üslûpla kaleme
döker.
Gezi yazıları genellikle mensur ise de manzum olanlar da vardır. Gezi yazarları,
gözlem ve izlenimlerini daha çok tasvîrî bir üslûpla kaleme alırlar. Bazı yazarlar,
olay ve olguları olduğu gibi aktarırken, bazıları günlük, mektup , röportaj gibi türlere
ait tekniklerle yazma yöntemini tercih ederler.
Dünya edebiyatının en önemli seyahatnameleri arasında 13. yüzyılda yayımlanmış
Marko Polo'nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatnamesi ve 14. yüzyılda
yaşamış Arap gezgin İbn-i Batuta'nın İslâm dünyası gezilerini konu edinen
Seyahatnamesi yer alır.
Türk edebiyatının ilk seyahatname eserleri arasında Farsça yazılan Hoca Gıyaseddin
Nakkaş'ın Acâibü'l-Letâif adlı eseriyle Ali Ekber Hatâî'nin 1515'te yazdığı
Hıtâînâme adlı eseri sayılabilir.
Seydî Ali Reis (ö.1562) Mir'atü'l-Memâlik (1557) adlı seyahatnamesinde Belücistan,
Hindistan, Afganistan, Buhara, Maveraünnehir'le ilgili gözlemlerini ve yaşadığı
olayları anlatmıştır. III. Sultan Murat (1575-1575) döneminde Tokatlı İbrahim oğlu
Ahmet, Acâibname-i Hindistan adlı eserinde Kabil, Hindistan, Basra, Yemen, Hicaz
izlenimlerini aktarır.
Trabzonlu Mehmet Aşık'ın (1555-?) Menâzıru'l-Avâlim adındaki eseri de gezi edebiyatının
önemli eserlerindendir.
Türk edebiyatının en önemli seyahatname eserlerinden biri Evliya Çelebi'nin
(1611-1682) 10 ciltlik seyahatnamesidir. Evliya Çelebi , 40 yıllık gezilerinden elde ettiği
coğrafî, etnografik, tarihî, kültürel pek çok bilgiyi akıcı ve mübalâğalı bir üslûpla
kaleme almıştır.
Türk edebiyatında "seyahatname" adıyla birçok eser yazıldığı gibi, adı "seyahatname"
olmadığı hâlde bu türe özgü özellikler gösteren başka eserler de vardır.
Pirî Reis'in Bahriye adlı eseri buna bir örnektir.
İlk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak gönderilen devlet memurlarının
gittikleri ülkenin yaşama biçimi, kültürel özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim
kuşamları, sokakları, şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında
Türk okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 183
!
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke
ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir.
Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren menâzil kitapları, her
gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi türüne ilişkin bilgiler içermektedirler.
Haydar Çelebi Rûznâmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Keçecizade İzzet Molla (1785-1829) sürgüne gönderildiği Keşan ve İstanbul'a dönüş
izlenimlerini Mihnet-Keşan (1269) adlı eserinde anlatır.
Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi'nde dört yıl din bilgisi hocası olarak kaldığı
Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır.
Türk edebiyatında modern zamanlarda da yurt içine, İslâm dünyasına, Batıya ve
başka ülkelere yapılmış pek çok gezinin notları yayımlanmıştır.
3.2.1.7. Günlük
Roman, hikâye gibi kurmaca gerçekliğe dayalı edebî türlerden ayrı olarak gerçek
gerçekliğe dayalı edebî türlerden biri olan günlük, bir kişinin her gün, o günkü
önemli ve kayda değer bulduğu olayları, gözlemlerini, izlenimlerini, duygu, düşünce
ve hayallerini kaleme aldığı notlara denir. Günlük notlarının başına o günün
tarihi atılır. Bu notlar daha sonra kronolojik olarak toplanıp kitap haline getirilir.
Ancak tarihi düzensiz günlükler de vardır. Günlükler, çoğunlukla yazarın gerçek
yaşantılarını ve bu yaşantılardan çıkardığı tecrübeleri ve sonuçları içerir.
Türk edebiyatında İzzet Melih'in Sermet (1918) ve Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu
(1922) adlı romanları bir bakıma günlük-roman örneği olarak gösterilebilir.
Roman kahramanı Sermet, günlük yaşantısını yer ve tarih vererek aktarıyor. Bu bölümler
birer günlüktür. Müftüoğlu Ahmet Hikmet'in Gönül Hanım (1920) romanının
"Mehmet Tolun Bey'in Rûznamesi" başlıklı kısmı da günlük tarzında tutulan
notlardan oluşmaktadır.
Hemen hemen her meslekten kişiler günlük tutmaktadırlar. Ancak bu türde yazmayı
en fazla edebiyatçı olanlar, yani şair ve yazarlar tercih etmektedirler.
Başlangıcından 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ortaya konan günlükler, genellikle
faydaya dönük gündelik işlerin kayıtlarından ve seyahat notlarından oluşan ve bildiğimiz
anlamda modern günlük türünün ayırıcı özelliklerini kazanamamış klâsik
metinlerden oluşmaktaydı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ise günlük, edebî bir
tür olma özelliğini kazanmaya başladı. Modern günlük metinlerinde yazarın gün
içindeki anlık durumları, refleksleri, duygu ve düşünceleri ön plâna çıkmıştır. Metnin
kurulmasında çağrışımların önemli bir payı vardır. Yazar, içe bakış tekniğiyle
bilinçaltını deşifre eder.
184 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Günlük tutmaya pek fazla rağbet edilmeyen Türk edebiyatında bu türün Tanzimattan
sonra ortaya çıktığını görüyoruz. Tanzimattan önce ortaya konan vakâ'yinâme,
seyâhatnâme, sefâretname gibi eserlerde günlük türüne özgü kimi nitelikler bulunabilirse
de bu eserler esas itibarıyla günlük değillerdir. Ancak bu arada Sünbülî
Şeyhi Seyyid Hasan Efendinin 1660-1664 yılları arasındaki dergâh hayatıyla ilgili
Sohbetnâme adlı notlarını günlük türü içinde değerlendirmek gerekir.
Bizde batılı anlamda ilk günlük yazarı Şair Nigâr Bint-i Osman (1862-1918)'dır.
Nigâr Bint-i Osman 20 defter tutarındaki notlarının başına o günün tarihini koymuş
ve günlüklerinin bir kısmı Hayatımın Hikâyesi (1959) kitabında yayımlanmıştır.
Şair bu eserinde genellikle çocukluğu, evlilikleri, boşanmaları gibi başından geçen
olayları, çektiği acı ve çileleri anı üslûbuyla aktarmıştır.
Türk edebiyatında devlet yöneticileri, sanatçı, edebiyatçı, yazar, bilim adamı gibi
değişik kesimlerden kişiler günlük tutmuşlardır. Bunları genel özellikleri itibarıyla
şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a. Siyasî ve Askerî Muhtevalı Günlükler
Türk-Hint İmparatorluğunun kurucusu, devlet adamı, şair, nakkaş, hattat,
musikîşinas Babür Şah (1483-1330)'ın Türk -Çağatay nesrinin önemli eserlerinden
olan Vakâyi' (Babürname) adlı eserinde asker, devlet adamı, sanatçı ve sade bir vatandaş
olarak başından geçen olayları, gezip gördüğü yerleri, tanıştığı kimseleri, başarılarını
ve zaaflarını günü gününe anlatmıştır.
Devlet-i Aliyye Teşrifatçıbaşısı Ahmet Ağa Sadrazam Kara Mustafa Paşanın
1683'teki İkinci Viyana Kuşatması sırasında 10 Temmuz ile 14 Eylül arasındaki olayları
Vekâyi-i Beç adlı günlüğüne günü gününe kaydetmiştir. Aslı Viyana Millî Kütüphanesinde
bulunan bu günlüğü Richard F. Kreutel, Almancaya çevirerek yayımlamış,
Türkçeye de Esat Nermi Viyana Kuşatması Günlüğü ve Müjdat Kayayerli, Viyana
Önlerinde Kara Mustafa Paşa adıyla çevirip yayımlamışlardır.
Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran ve Mısır Seferinin günlüğü Haydar Çelebi Rûznamesi
adıyla yayımlanmıştır.
III. Selim'in sır kâtibi olan Ahmet Efendi (Ahmet Faiz)'nin Rûznamesi, 15 Mart 1791-
Aralık 1802 tarihleri arasında III. Selim'in her gün resmî ve gayri resmî olarak neler
yaptığı konusunda bilgiler vermektedir. Bu eser, V. Sema Arıkan tarafından "III. Selim'in
Sır Kâtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan Rûzname"adıyla yayımlanmıştır.
Sahaflar Şeyhi Esat Efendi, II. Mahmut'un Çanakkale ve Edirne seyahatine ait notları
günlükler halinde tutmuş ve bunları Sefernâme-i Hayr, Rumeli Seyahati (1837)
nin günlüklerini de Ayatü'l-Hayr adıyla toplamıştır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 185
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Sultan Reşat ve Vahdettin'in saray başmabeyinciliğini yapmış olan Lütfi Simavi,
görevi esnasında tutmuş olduğu notları 1924'te Sultan Mehmet Reşat Hanın ve Halefinin
Sarayında Gördüklerim adıyla yayımlamıştır.
Orgeneral İzzettin Çalışlar'ın Balkan, Birinci Dünya ve İstiklâl Savaşlarıyla ilgili
notları günlükler hâlinde On Yıllık Savaşın Günlüğü - Org. İzzettin Çalışlar'ın Günlüğü
(1997) adıyla yayımlanmıştır. Günlüğü İsmet Görgülü ve İzzeddin Çalışlar yayına
hazırlamışlardır.
Atatürk, Anafartalar Savaşı sırasında tuttuğu günlüğü (Belleten 28. sayı, 1943)
nü bir okul defterine kaydetmiştir.
1922'li yıllarda Falih Rıfkı Atay, genellikle Kurtuluş Savaşı ile ilgili günlüklerini
Çankaya (1961) adıyla yayımlamıştır. Ayrıca 1922'de Cemal Tollu da Kurtuluş Savaşı
ile ilgili günlük tutmuştur (Türk Dili, Nisan 1962, C.XI,S.127,s.601).
Siirt Mebusu Mahmut Bey de 1922 yılı Millî Mücadele notlarını günlük halinde
"Türkün Kaderini Değiştiren Ay" adıyla yayımlamıştır.
Ruşen Eşref Ünaydın, bazı günlüklerini Ayrılıklar (1923), Atatürk'ü Özleyiş (1957)
gibi kitaplarında yayımlamıştır.
Samet Ağaoğlu da özellikle Demokrat Parti'nin kuruluşu ile ilgili tuttuğu günlükleri
Siyasî Günlük (1992) adıyla yayımlamıştır.
b. Seyahat Günlükleri
Bazı yazarlar, gezip gördükleri yerlerle ilgili izlenimlerini, yapıp ettiklerini, görüşmelerini,
görevleriyle ilgili çalışmalarını günlük tutarak not etmişlerdir. Duyûn-ı
Umûmiye Müfettişi Ali Bey (1844-1899) tarafından yazılan Seyahat Jurnali (1898) adlı
eser, bir seyahatname ise de günlük türüne özgü bazı özelliklere de sahiptir. Ali
Bey, bu eserinde 1885-1888 yılları arasındaki Güneydoğu Anadolu, Musul, Bağdat
ve Hindistan'a yaptığı üç yıllık seyahatiyle ilgili notlarını sade, gösterişsiz bir
üslûpla kaleme almıştır. Bu eser, bazı ayıklamalarla birlikte Şemsettin Kutlu tarafından
Lehçetü'l-Hakâyık adlı kitap içerisinde yeni harflere aktarılarak yayınlamıştır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 1910 ve 1911 yıllarında Avrupa'ya düzenlediği seyahatlerde
Avrupa seyahatiyle ilgili gezi günlükleri tutmuştur. Bu günlüklerinin başına
tarih koymuş ve Avrupa'da bulunduğu sıralarda kaldığı yerler, gezdiği değişik
mekânlar, görüştüğü kimseler ve tüm yapıp ettikleri hakkında bilgi vermiştir. Ahmet
Hikmet'in günlükleri M.Kayahan Özgül'ün hazırladığı Bîgâne Durmayın Aşinanıza,
Müftüoğlu Ahmet Hikmet'in Mektup, Şiir ve Günlükleri (1996) adlı eserin "Avrupa'da
Bir Cevelan" adıyla 3. bölümü olarak yayımlanmıştır.
186 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ahmet Refik Altınay, 1918'deki Kafkasya gezisini Kafkas Yollarında (1919) adlı eserinde
aktarmış, Mustafa Butbay'ın, 1920 yılında düzenlediği Kafkasya gezisiyle ilgili
izlenimleri de Kafkasya Hatıraları adıyla yayımlanmıştır.
Falih Rıfkı Atay, 1949'da Zonguldak, Amasra gibi yerlere düzenlediği gezi düşüncelerini
Cumhuriyet gazetesi (Ağustos 1949) nde günlük halinde yayımlamıştır.
Burhan Arpad'ın Uçuş Günlüğü (1959), Gezi Günlüğü (1962), Günü Gününe (1962),
Avusturya Günlüğü (1963) gibi kitaplarında yer alan günlükleri genellikle seyahat
notlarıdır. Aynı şekilde Selahattin Batu da seyahat günlüklerini İsviçre Günleri
(1966), Avusturya ve Venedik Günleri (1970) gibi kitaplarında toplamıştır.
Bu türde yazılmış diğer bazı günlükler: Samiha Ayverdi, Yer Yüzünde Birkaç Adım
(1984); İhsan Süreyya Sırma, Tunus Hatıraları (1985); Demir Özlü, Berlin Güncesi
1989 İlkbaharı (1991); Ata Anbarcıoğlu, Gezi Anıları (tarihsiz); Murat Özsoy, Turkuaz
Günlüğü (1990); Ahmet Bican Ercilasun, Moğolistan ve Çin Günlüğü (1991).
c. Edebiyat, Sanat ve Kültür Muhtevalı Günlükler
Türk edebiyatında günlük türünde en çok edebiyatçılar ürün vermişlerdir. Onların
tuttuğu günlüklerde kendi şahsî yaşantıları, sosyal ve siyasî fikirleri, eserleri ve sanatçı
kişilikleri ilgili bilgileri bulabildiğimiz gibi içinde yer aldıkları sanat ve edebiyat
çevreleriyle ya da dönemlerinin sosyal ve siyasî olaylarıyla ilgili bilgiler de bulmaktayız.
Bu bakımdan bu günlükler değişik açılardan önemli zenginlikler içermektedirler.
Ömer Seyfettin, Balkan Savaşı sırasında tuttuğu günlüklerini Balkan Harbi
Rûznâmesi, 1917'den sonra kaleme aldığı günlüklerine de Rûzname adını vermiştir.
Ömer Seyfettin'in bir kısım günlükleri Türk Dili (Nisan 1962, S.127, s.586-590) 'nin
Günlük özel sayısında da yayımlanmıştır.
Ali Canip Yöntem de 1920'de Ömer Seyfettin'in hastalığı ve ölümüyle ilgili tuttuğu
günlükleri yayımlamıştır ("Ömer'in Ölüm Hastalığına Dair Notlarım", Ömer Seyfettin,
1947).
Cumhuriyet döneminde yayımlanan ilk günlük kitabı Günlük (1955) adıyla Salah
Birsel'e aittir.
Salah Birsel, 20 Ocak 1949-4 Mayıs 1955 tarihleri arasındaki günlüklerinin toplandığı
bu kitabında genellikle edebiyatla ilgili sorunlara yer vermiştir. İkinci günlük
kitabı Kuşları Örtünmek (1976) 1972-1975 yıllarını kapsar. 1982'de Hacıvat Günlüğü,
1986'daYaşlılık Günlüğü,1988'de Aynalar Günlüğü, 1992'de Yalnızlığın Fırınlanmış
Kokusu adlı kitaplarını çıkardı. Birsel, günlüklerinde daha çok şiir ve sanat konularına
yer vermiştir. Kendine özgü bir üslûp geliştirmiş, hiç duyulmamış sözcükler
üreterek canlı, ilgi çekici bir konuşma üslûbunu yakalamıştır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 187
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Nurullah Ataç, 1953'ten 1957 yılına kadar yazdığı günlüklerini gazetelerde yayımlamış;
daha sonra bunlar toplanarak önce 1960'ta, daha sonra 1972'de iki cilt halinde
yayımlanmıştır. Ataç, günlük yazmaya Fransızca haftalık Carrefour gazetesinde çıkan
Monsieur Maurois'nın "Le Journal d'Andre Maurois" adlı güncesinden etkilenerek
ve ona özenerek yazmaya başlamıştır.
Nurullah Ataç'ın günlükleri kendi özel hayatından ve yapıp ettiklerinden çok,
okuduğu kitapların, dergilerin, gazetelerin, görüp duyduklarının kendisinde bıraktığı
izlenimleri, çağrışım yoluyla oluşan düşünceleri aktarmıştır. Üzerinde
durduğu en önemli konular arasında Türkçenin Arapça ve Farsçadan gelmiş yabancı
sözcüklerden kurtulması için ortaya koyduğu düşünceler, sanat, edebiyat
tartışmaları yer almaktadır.
Yayımlanmış günlük türündeki bazı eserlere şu örnekleri verebiliriz: Oktay Akbal,
Günlerde (1968), Anılarda Görmek (1972), Yeryüzü Korkusu (1983), 80'lerde Bir Yazar
(1994); Tomris Uyar, Gündökümü 75 (1977), Sesler, Yüzler, Sokaklar (1981), Günlerin
Tortusu (1985), Yazılı Günler (1989); İlhan Berk, Elyazılarına Vuruyor Güneş (1983),
İnferno (1995); Oğuz Atay, Günlük (1988); Cahit Zarifoğlu, Yaşamak (1990); Cemal
Süreya, 999. Gün / Üstü Kalsın (1991); Necati Cumalı, Yeşil Bir At Sırtında (1991);
Vüs'at O. Bener, Bay Muannit Sahtegî'nin Notları (1991); Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler
(1993); Nilgün Marmara, Kırmızı Kahverengi Defter (1993); Atilla Birkiye, Saptamalar
(1985); Mazhar Candan, Günceden (1981) ve Geceden Kalan (1986); Ayşe Şasa,
Yeşilçam Günlüğü (1993); Nuri Pakdil, Klas Duruş (1997); Ahmet Oktay, Gece Defteri
(1998); Muzaffer Buyrukçu, Arkası Yarın (1976), Sıcak İlişkiler (1982) Dillerinde Dünya
(1985); Dünden Bugüne (Günlükler) (1997); Turgay Gönenç, Tarihsiz Günlükler
(1990); Enis Batur, Kesif Saint Nazaire Günlüğü (1998); Kemal Özer, Tanık Günler
(1994).
3.2.1.8. Anı (Hatıra)
Toplumların sosyal hayatlarında anı anlatmak (hatıra nakletmek) önemli bir gelenektir.
Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp
geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları naklederler. Türkiye'de Kurtuluş Savaşına
katılmış hemen hemen her asker, çocuklarına ve torunlarına savaş anılarını uzun
uzun anlatmışlardır. İnsanların hayatlarında önemli bir yer tutan, iz bırakan olaylar
kolay kolay unutulmaz ve gerek sözle gerek yazıyla bunlar nesilden nesle aktarılır.
Dolayısıyla anılar, milleti, yüzyıllar boyu bir devam zinciri içinde, millî birlik halinde
tutan, toplumu nesilden nesle bağlayan bir kültür unsurudur. Tarih, önemli ölçüde
anılara dayalı olarak kurulur.
Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiğinden itibaren görüp yaşadığı,
kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde
yazıya döktüğü, genellikle otobiyografik metinlere denir.
188 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken, anı, hem bireysel
hem de toplumsal anlamda pek geniş bir alanı içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına
o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken, anı yazarı, tarih olmuş eski
zamanların olaylarını hafızaya ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan
anı metinleri, yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları
içerdiği için tarihi aynen yansıtmaktan uzaktır. Yaşanmışı unutulmayan izler halinde
verebilir.
Anıların yazılış sistemi genellikle kronolojiktir. Yazar, yaşayıp gördüklerini
belli bir tarih sırası içinde verir.
Ama kimi yazarlar kronolojiyi gözetmeden aklına geldiği gibi rastgele yazarlar. Bazı
anılarsa, roman üslûbuyla yazılırlar. Bu durumda yazar da anı-romanın bir kahramanı
konumundadır.
Bazı anı kitapları toplum içinde belli özellikleriyle kendini göstermiş kişilerin portrelerinden
oluşmaktadır. Yazar, görüp tanıdığı önemli kişilerin, siyasî, edebî, kültürel
kişiliklerini, kişisel özelliklerini ve başka yönlerini tasvirî ve çözümleyici bir
üslûpla anlatır. Bu tür anı kitaplarına Halit Fahri Ozansoy'un Edebiyatçılarımız Geçiyor
(1939), Yahya Kemal Beyatlı'nın Siyasî ve Edebî Portreler (1968) adlı eserleri örnek
olarak gösterilebilir.
Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960) adlı kitabında yirmi dört şair ve yazarın fiziksel
ve ruhsal portrelerini, sanatları ve eserleri ile ilgili düşüncelerini, kendileriyle
yaptığı görüşmeleri, onların kendi üzerinde bıraktığı izlenimleri kaleme almıştır.
Hakkı Süha Sezgin'in 101 kişiden oluşan Edebî Portreler'i de Beşir Ayvazoğlu tarafından
alfabetik bir düzen içinde yayımlanmıştır (İstanbul 1997). Vecihi Timuroğlu
'nun Yazınımızdan Portreler (Ankara 1991) adlı eseri 26 kişiden oluşmaktadır. Beşir
Ayvazoğlu da "Osmanlının Yadigârları", "Yeni Devir Yeni Yüzler", "46 Sonrası"
ve "Onlar da Bizden" adlı 4 bölümde topladığı 40 kişinin portresini Defterimde 40 Suret
(İstanbul 1996) adıyla yayımlamıştır.
Türk Edebiyatında şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname,
fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar
da bu türe özgü bazı unsurları barındırmaktadırlar. Babür Şah (1488-1530) 'ın
Vakâyi (Babürname), Timur'un Tüzükât, Ebulgazi Bahardır Han'ın Şecere-i Türk adıyla
bizzat yazdıkları eserleri bir anlamda anı eserleridir. Hümayunname (Farsçadan
çeviren: Abdürrab Yelgar,1944), Hümayun'un kızkardeşi Gülbeden'in kaleminden
çıkmıştır. Yine Hümayun ile ilgili anıları ibrikçisi Cevher Tezkiretü'l-Vâkıat adıyla
kaleme almıştır.
Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı ve eniştesi Damat Lutfî Paşanın anıları Asafname
adıyla Hayat Tarih Mecmuası (S.2, Mart 1968) 'nda yayımlanmıştır. Kadı
Macuncuzade Mustafa Efendi (1597) adında Kıbrıs'a tayin edilen bir kadı, Kıbrıs'a
yakın bir yerde Malta korsanları tarafından esir edilmesini ve başından geçenleri,
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 189
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
türlü anılarını Sergüzeşt-i Esirî-i Malta (1597) adlı eserinde anlatır. Tameşvarlı Osman
Ağa da 1788'de Kara Mustafa Paşa'nın Viyana kuşatması sırasında düştüğü
esaret anılarını kaleme alır (M.Şevki Yazman, Viyana Muhasarasından Sonra Avusturyalılara
Esir Düşen Osman Ağa'nın Hatıraları (1961).
XVI. yüzyılda şair Zaifî, anılarını Sergüzeşt-i Zaifî adlı mesnevîsinde kaydetmiştir.
Bu yüzyılda ayrıca Barbaros Hayreddin Paşa'nın anıları, Seyyid Muradî Reis tarafından
Gazavât-ı Hayreddin Paşa (Barbaros Hayreddin Paşa'nın Hatıraları, 1995)
adıyla kaleme alınmıştır.
XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi, Mîzânü'l-Hak, Süllemü'l-Vüsûl, Fezleke, Cihannümâ,
Keşfü'z-Zünûn gibi eserlerinde; Evliya Çelebi de Seyahatname'sinde bazı anılarını
aktarmışlardır.
Yukarıda verdiğimiz örnekler tarzında pek çok eser, anı türüyle ilişkilendirilebilecek
niteliktedir. Burada siyasî ve edebî mahiyetteki anı eserlerin başlıcaları örnek
olsun diye düzenlenmiştir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî
anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir.
a. Siyasî ve Askerî İçerikli Anılar
Tanzimat döneminden itibaren anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş
önemli kişiler arasında da yaygınlaştı. Siyasî ve askerî olayların ağırlıklı olarak işlendiği
bu tür anı eserlerinde daha çok siyasî çekişmeler, tarafların birbirilerini suçlamaları,
görevden alınanların, sürgüne gönderilenlerin kırgınlıkları, sızlanmaları,
suçlanan kişilerin kendilerini savunmaları, devlet yönetiminin nasıl işlediği ya da
işlemediği; devlete, millete yapılan ihanetler gibi konulara yer verilmiştir. Belli başlı
siyasî ve askerî nitelikli anılara şu örnekler verilebilir: Reşid Paşa'nın Hatıraları
(1939); Midhat Paşa, Hayat-ı Siyasiyye, Hidematı, Menfa Hayatı (1907); Ahmet Cevdet
Paşa, Tezakir-i Cevdet (1853-1887), Maruzat (1890); Ali Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elimesi
(1910); İsmail Müştak Mayakon, Yıldız'da Neler Gördüm (1940); Falih Rıfkı
Atay, Batış Yılları (1963), Ateş ve Güneş, Zeytindağı; Rıza Tevfik, Ben de Konuşayım
(1993); Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar (1976), Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab
(1964); Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları (1953); Afet İnan, Atatürk'ten
Hatıralar (1950); Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar (1955); Halide Edip Adıvar,
Türkün Ateşle İmtihanı (1975).
Türk'ün Ateşle İmtihanı'ndan
Yine bir subay beni Mustafa Kemal Paşa'nın karargâhına götürdü. Solda, toprak yığınlarının
altında birkaç evin ışığı yanıyordu. Bir tek ses karanlıktan geliyordu. O da, telefon
servisini yapan bir askerin: "İnler Katrancı, İnler Katrancı" diye bir köyle konuşmasıydı.
Sağ taraf bir çukur. İçinden su geçiyor. Arkasında üç ev daha var. Bu evlerin arkasında, yine
ışıkları yanan çadırlar, uzun ve sivri bir direk. Telsiz tesisatı. Köy yolları karanlık, çamur
içinde. Ay batmış. Gece yarısı oluyor. Küçük bir tahta köprüyü geçerek öbür taraftaki eve gittik.
Mustafa Kemal Paşa'nın koruyucuları kapıda. Onlardan biri beni yukarıya çıkardı. Pa-
190 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
şa'nın yaveri Yüzbaşı Muzaffer Bey beni paşanın odasına götürdü. Çok aydınlık ve tek lüks
lambası olan bir Anadolu odası.
Mustafa Kemal Paşa, oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü, kaburga
kemikleri hâlâ ağrılar içindeydi. Yanında Mustafa Kemal Paşa'nın ikiz kardeşiymiş gibi
kendisine benzeyen bir albay ayakta duruyor. Mustafa Kemal Paşa'ya doğru, kalbimde gerçek
bir saygı ile gittim. O kendi halinde odada, bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi
göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret onun o odadaki
büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim, elini öptüm.
Halide Edip Adıvar
b. Edebî Muhtevalı Anılar
Tanzimat döneminden itibaren edebiyat alanında varlık gösteren pek çok sanatçı ve
yazar, özellikle olgunluk yaşlarında yazdıkları anılarında edebiyata nasıl başladıkları,
içinde yer aldıkları edebî topluluk ya da çevreleriyle olan ilişkileri, mücadeleleri,
dönemlerinin siyasî, sosyal, edebî, kültürel görünümüne ilişkin düşünce, gözlem
ve izlenimleri, eserleriyle ilgili açıklamaları gibi daha çok edebiyat tarihçilerinin ve
edebiyatçıların biyografilerini merak edenlerin işine yarayabilecek zengin bir malzeme
bırakmışlardır. Edebiyata ilişkin özellikleri ağır basan bu anıların başlıcaları
şunlardır: Ebuzziya Tevfik, Nümûne-i Edebiyyat-ı Osmâniyye (1876); Yakup Kadri,
Anamın Kitabı (1957), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969); Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk
Yıl (1936), Saray ve Ötesi (1942); Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıraları (1930); Hüseyin
Cahit Yalçın, Edebî Hatıralar (1935); Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum, Gençliğim,
Siyasî ve Edebî Hatıralarım (1973), Siyasî ve Edebî Portreler (1968).
Bunlardan başka hariciye ve elçilik, cezaevi -avukat, tiyatro, basın, eğitim ve öğretmenlik,
din, tarikat konularıyla ilgili anılar da yazılmıştır.
3.2.1.9.Biyografi (Yaşamöyküsü)
Kendi alanlarında ünlü olmuş, siyaset adamı, edebiyatçı, sporcu, bilim adamı, ses,
sinema, tiyatro sanatçısı, gazeteci, ticaret adamı gibi kişilerin hayatlarını, neler yaptıklarını,
ülke ve dünya insanlığına neler kazandırdıklarını, hayatlarının önemli başarılarını
ve dönüm noktalarını bütünüyle anlatan yazı ve kitaplara biyografi (yaşamöyküsü)
denir.
Bir kişinin hayatını ayrıntılı olarak veren kişisel biyografi kitapları olduğu gibi, birden
çok kişinin hayat hikâyelerini bir araya getiren genel biyografi eserleri de vardır.
Örneğin antolojilerde, ansiklopedilerde, yıllıklarda birden çok kişinin biyografileri
çok kısa olarak ana hatlarıyla verilir. Bu eserlerde ya da yazarın kitabının arka
kapağında veya iç sayfasında yer alan biyografiler genellikle kısadır. Ayrıntıları
atılmış daha çok doğum ölüm tarihleri, doğum yerleri, bitirdikleri okullar, çalıştıkları
işler, yazdıkları eserler ve önemli başarıları anılmakla yetinilir.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 191
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Her döneme, her mesleğe ve her millete ait kişilerin biyografilerini veren eserlere evrensel
biyografi, bir millete ait kişilerin biyografilerini verenlere ulusal biyografi, bir
bölgeye mensup kişilerin biyografilerinin toplandığı eserlere bölgesel biyografi,
belli bir mesleğe mensup kişilerin yer aldığı eserlere meslekî biyografi, belli bir dönemde
yaşayanların hayat hikâyelerinin verildiği eserlere de dönem biyografisi denir.
Dönem biyografisine çağdaş insanların yer aldığı Who's Who? (Kim Kimdir?) adlı
eseri gösterebiliriz.
Biyografiler yazım tekniğine göre de farklılıklar arz etmektedir. Bunları kısaca şöyle
sınıflandırabiliriz:
a. Bilimsel biyografi
Biyografik bilgileri kronolojik bir sıra içerisinde, alt başlıklar halinde, onun dönemi
içindeki konumunu, getirdiği yenilikleri, gösterdiği başarıları, eserlerini, eserlerinin
değişik özelliklerini eleştirel bir tutumla, belgelere, araştırma ve incelemelere
dayalı olarak veren çalışmalara bilimsel biyografi ya da biyografik monografi denir.
Bu tür eserlerde kişinin doğumu, yetişmesi, öğrenimi, çalışma hayatı, türlerine göre
eserleri, eserlerinin önemi, şekil ve muhteva özellikleri, başarıları, ödülleri ve başka
özellikleri bölümler halinde verilir. Bilimsel biyografi türüne şu örnekler verilebilir:
Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser (1971); İsmail Parlatır, Recaizade
Mahmut Ekrem (1995); Ö.Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Hayatı ve Edebî
Eserleri Üzerinde Bir Araştırma (1984).
b. Biyografik roman
Roman, hikâye gibi tahkiye kurgusu içerisinde, olay anlatımı üslûbuyla kişiyi bir
roman kahramanı gibi olayların içindeki konumlarıyla sunan eserlere de edebî biyografi
ya da biyografik roman denir. Biyografik romanlarda kişinin ruhsal ve fiziksel
özellikleri, davranışları, duyguları, düşünceleri, tepkileri, tavır alışları, giyinişi gibi
pek çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilip bir anlamda onun portresi çizilir.
Hayatı içerisinde canlı, yaşayan bir kişilik olarak sergilenir. Buna örnek olarak M.
Emin Erişirgil'in Mehmet Akif /İslâmcı Bir Şairin Romanı (1956); Tahir Alangu'nun
Ömer Seyfettin (1968) adlı eserleri verilebilir. Ayrıca Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının
Romanı (1975) adlı romanı da bu türün en iyi örneklerindendir. Yazar bu romanında
hocası Mustafa İnan'ı merkez alarak bir dönemin idealist neslinin hayatını
yansıtmıştır.
c. Nekroloji
Ölen ünlü bir kişinin hemen ölümünden sonraki günlerde genellikle gazete ve dergilerde
yakın çevresinde yer alan kişiler tarafından onun üstün niteliklerinin, erdemlerinin,
çalışmalarının ve diğer özelliklerinin anı üslûbuyla anlatıldığı yazılara
denir. Bu yazılar bir anlamda öleni çok seven birinin ağıtları, duygusal, öznel açıklamalarıdır.
Bu tür yazılara örnek olarak Yahya Kemal'in ölümü dolayısıyla kaleme
alınmış şu yazıları verebiliriz: Vehbi Cem Aşkun, "İstanbul Aşığını Kaybetti" (Dün-
192 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
ya, 5 Kasım 1958); Nimet Behsuz, "Büyük Şairin Arkasından" (Yeni Gün, 3 Kasım
1958); Cenap Gedikoğlu, "Bir Dev Şair Göçtü" (Yeni Gün, 5 Kasım 1958).
Oto-biyografi: Bazı ünlü kişiler hayattayken kendi hayat hikâyelerini yazmışlardır.
Bunlara da oto-biyografi (özyaşamöyküsü) denir.
Önceleri biyografiler, genellikle kralların, büyük din adamlarının ya da olağanüstü
kahramanlıklar göstermiş kişilerin hayatıyla sınırlıydı. Bunların biyografilerinde
genellikle onların gerçek özelliklerinin ve niteliklerinin yanında efsanevî,
menkıbevî özellikleri de vurgulanırdı. Kahramanların yüceltilmiş kişilikleri o
topluma bir özgüven aşılıyor, ayrıca model kişilikleri sunularak onlar gibi olunması
salık veriliyor ve bazı hikmetli davranışlarıyla da ibretli dersler verilmesi amaçlanıyordu.
Örneğin Tanzimattan önce klâsik Türk edebiyatında yazılan menakıbnameler,
tarikat büyüklerinin kerametlerle dolu olağanüstü hayatları verilir.
Türk edebiyatında ilk biyografik eser, Malik Bahşi'nin Feridüddin-i Attar'dan
çevirmiş olduğu Tezkiretü'l-Evliya'dır.
Daha çok mesleklerine göre düzenlenmiş ve birden fazla kişinin biyografisinin yer
aldığı tezkire, menakıb, vefeyat, devha, sefine, tuhfe, hadika, fihrist, silsilename, şairname,
gazavatname, sicil gibi adlar altında birçok eser kaleme alınmıştır.
Menakıpname ya da velâyetname denilen eserlerde tarikat büyüklerinin, evliyaların,
pir ve şeyhlerin olağanüstü halleri, kerâmetleri ve diğer kişisel özellikleri anlatılır.
Yayımlanmış bazı menakıpnamelere şu örnekler gösterilebilir: Hacımsultan
Velâyetnamesi (Rudolp Tschudi); Hacı Bektaş Velâyetnamesi (Erich Gross).
Vakayinamelerde de birçok devlet adamının biyografilerine ait malzemeler
bulmak mümkündür.
Şuara Tezkireleri: Şairlerin biyografilerine, eserlerine yer veren, şiirleri hakkında
değerlendirmelerin bulunduğu eserlere şuara tezkiresi denir.
Türk şairlerinin biyografilerinin toplandığı ilk Türkçe şuara tezkiresi XV. yüzyılda
kaleme alınan Ali Şir Nevayî (ö.1501/907) 'nin Mecâlisü'n-Nefâis (1491/896)
adlı eseridir.
Tanzimattan günümüze kadar yazılmış biyografilere şu örnekleri verebiliriz: Recaizade
Mahmut Ekrem, Kudemadan Birkaç Şair (1885); Muallim Naci, Osmanlı Şairleri
(1890); Beşir Fuad, Viktor Hugo (1886); Süleyman Nazif, Mehmet Akif (1924); Kenan
Akyüz, Tevfik Fikret (1947); Mehmet Kaplan, Namık Kemal Hayatı ve Eserleri
(1948); Olcay Önertoy, Halit Ziya Uşaklıgil, Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri
(1965); Birol Emil, Mizancı Murad Bey, Hayatı ve Eserleri (1979); Nurullah Çetin, Behçet
Necatigil, Hayatı, Sanatı ve Eserleri (1998).
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 193
!
!
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.2.1.10. Deneme
Serbest düşüncenin ifade alanı ve nesrin bir türü olarak deneme, yazarın gözlemlediği
ya da yaşadığı olay, olgu, durum ve izlediği objelerle ya da herhangi bir kavramla
ilgili izlenimlerinin herhangi bir plâna bağlı kalmayarak, deliller getirip
kanıtlama yoluna gerek duymadan ve kesin hükümler vermeden, tamamen kişisel
görüşüyle serbestçe yazıya döktüğü birkaç sayfayı geçmeyen kısa metinlere denir.
Deneme, derin düşünceden çok, kişinin kendi dışındaki nesnelerle herhangi bir
konuda gerçek ya da hayalî olarak girdiği diyaloğun ürünüdür.
Deneme yazarı, olay, olgu, durum ve eşyalarda sıradan insanların -eskilerin ifadesiyle-
ülfet ve ünsiyet perdesiyle göremediği, farkına varamadığı ayrıntıları, dikkat
etmediği hususları, incelikleri, güzellikleri, harikaları, olağanın altında yatan olağanüstülükleri
görebilen, hissedebilen, düşüncesiyle ve deneyimleriyle onları okuyucular
için ilginç görülebilecek şekilde yazıya dökebilen insandır. Sıradan insanın
"baktığı" şeyi deneme yazarı "görür".
Deneme dilinde çeşitli bilim, felsefe ve sanat dallarına ait terimlere yer vermekten
ziyade, halk çoğunluğunun ortak günlük konuşma dilinin düşünce diline dönüştürülmesi
çabası hâkimdir. Denemede bilimsel yazılardaki kuruluk ve şematiklik bulunmaz.
Düşünce şiirsel, akıcı, samimî bir üslûpla sunulur. Bu bakımdan deneme
yazılarının geniş halk yığınlarınca kolayca ve rahatlıkla okunabilme özelliği vardır.
Deneme yazarı yazısını yazarken, bir anlamda kendi kendisiyle diyalog içindedir.
Kendi zihinsel âleminde düşünce temrinleri yapar.
Felsefî metinlerde filozof, yazısında kendince sistemini kurduğu felsefî bir anlayışa,
sistematik felsefî bir dünya görüşüne bağlı olarak düşüncelerini ortaya koyar. Ortaya
koyduğu her metin, kendi felsefî bakış açısının birer açılımı, ayrıntısı mahiyetindedir.
Ancak denemede böyle sistematik bir düşünceye bağımlılık zorunluluğu yoktur.
Denemecinin yazısında ileri sürdüğü düşünce, herhangi bir felsefe ekolüyle
ilintili olmayabilir. Ancak filozof yazısında kurduğu ekole bağlı düşünce üretme çabası
içindedir.
Klâsik Türk edebiyatındaki münşeât mecmualarındaki yazılar ve Kâtip Çelebi
(1609-1657) gibi yazarlar bir tarafa bırakılırsa, modern anlamda deneme türü, Türk
edebiyatında asıl olarak gazete ile birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. İlk özel gazete
Tercüman-ı Ahval (1860)'in yayın hayatına başlamasından itibaren gazetelerde çıkan
değişik yazılar, zamanla ayrı bir tür olan deneme için dil, anlatım ve yaklaşım
bakımından zemin oluşturmuşlardır. Tanzimattan itibaren bir süre gazete ve dergilerde
"musâhabe" üst başlığı altında deneme benzeri yazılar kaleme alınmıştır.
194 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Türk edebiyatında deneme türünde pek çok ürün verilmiştir. Bu tür içine koyabileceğimiz
ürünler, genellikle değişik zamanlarda çeşitli gazete ve dergilerde
yayımlanmış yazıların bir araya getirilip kitaplaşmış şekilleridir. Bu eserlerde
yer alan yazıların bir kısmı, inceleme, eleştiri yazısı olarak da görülebilir. Bunun
yanında bir kitapta yer alan yazıların bir kısmı edebiyat, bir kısmı tarih, bir kısmı
felsefe, bir kısmı başka konularda olabilmektedir. O bakımdan deneme türü için
çok kesin sınıflandırma ve sınırlandırmalar yapılamamaktadır.
Türk edebiyatında ilk deneme kitapları arasında Ahmet Haşim'in Bize Göre (1928),
Gurebahane-i Laklakan (1928); Ahmet Rasim'in pek çok yazısı; Mahmut Sadık'ın Takvimden
Yapraklar (1912); Refik Halit Karay'ın Bir Avuç Saçma (1939), Bir İçim Su
(1931), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet
(1944); Falih Rıfkı Atay'ın Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmak (1953), Çile (1955), İnanç
(1965), Pazar Konuşmaları (1966), Kurtuluş (1966), Bayrak (1970) gibi kitaplarını saymak
mümkündür.
Türk edebiyatında deneme türü, genellikle şair, romancı ya da hikâyeci kimliği öne
çıkan sanatçılar tarafından ortaya konan ürünlerden oluşmaktadır. Birinci derecedeki
vasfı "denemeci" olan yazar sayısı oldukça azdır. Nurullah Ataç (1898-1957),
Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973), Suut Kemal Yetkin (1903-1980), Mehmet Kaplan
(1915-1986), Nurettin Topçu (1909-1975), Salah Birsel (1919- ), Vedat Günyol
(1912- ), Enis Batur (1952- ), Cemil Meriç (1917-1987), Mehmet Salihoğlu (1922- ),
Uğur Kökden (1934- ), Nermi Uygur (1925- ) bunlardan birkaçıdır.
Aşağıdaki örnek, çağdaş bir deneme yazarımız olan Vedat Günyol'un bir denemesidir.
TÜRK'ÜN MUTLULUĞU: ATATÜRK
Şeflerin ödevi hayatı sevinç ve istekle karşılamak hususunda uluslarına yol göstermektir"
diyordu Atatürk ölümünden bir yıl önce yabancı bir devletin dışişleri bakanına. Tarihimizde
ilk defa gerçekten halka yönelmiş, köylüsüyle elele kurtuluşunun, mutluluğunun
destanını yazmış bir devlet adamımızın dünyaya seslenişiydi bu.
İmparatorluklar kurmuş bunca devlet adamları uluslarına ne getirmişti yağmalar
talanlar, sönmüş ocaklar, kinler, her iki yandan göz yaşları ahlar vahlar pahasına kazanılan
topraklarla kendi şan şeref edebiyatları, fetih gururları dışında? Anadolu halkına, köylüsüne
ne kazandırmıştı bunca fetihler istilâlar "hanedan" gururu, şan şeref tutkuları dışında, hayatı
sevinç ve istekle karşılamak için ne yol göstermişlerdi uluslarına?
Bir Atatürk gösterdi halkına, köylüsüne hayatı sevinç ve istekle karşılamanın, insan
gibi yaşamının yolunu. Çünkü bir halk çocuğu, bir halk adamıydı Atatürk. Gücünü zorbalıktan,
tanrısal desteklerden değil, halkın güveninden, halka güveninden, sevgisinden alıyordu.
Halktan gelmiş, halka yönelmişti.
Atatürk Türk ulusunun mutluluğunu kendi mutluluğundan ayırmıyordu. O da,
her insan gibi mutlu olmak istiyordu elbet. Ama bir başkumandan, bir devlet şefi olarak, tek
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 195
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
başına mutlu olamayacağını biliyordu. Oysa, tarih bize saraylarına kapanıp halkının köylüsünün
dışında mutlu olmaya çalışan nice devlet şefi örneği veriyordu. Atatürk, halkıyla köylüsüyle
birlikte mutlu olmak istiyordu. Köylüsü aç, halkı mutsuz yaşarken kendinin mutlu
olamıyacağını biliyordu. Bunca rütbeleri, sırmaları şanları şerefleri bırakıp Kurtuluş Savaşına
koşmasını nasıl açıklayabiliriz yoksa? Bu savaş, Türkün mutluluğuna açılan ilk kapıydı.
Ana yurdu kurtulduktan sonra Türke hayatı sevinç ve istekle karşılamanın yolunu göstermek
gerekti. Bu yol batı uygarlığına giden yoldu.
Türkiye'nin dramı, batı uygarlığı dışında kalmış bütün geri ülkeler gibi, "ölmesini
bilmiyen şeylerle yaşamasını bilmiyenler arasındaki amansız çatışma" daydı. Ölmesini bilmiyen
şeyler, Türkiye'yi batı dünyasından en az bir iki yüzyıl geride bıraktıran kör inançlar,
yobazlıklar, olumlu bilgi düşmanlığıydı. Yaşamasını bilmeyenlerse, tâ II.Mahmut'tan bu
yana başlayan; ama en iyi neyitli aydınlarımızın bile ölesiye bağlanıp yaşatamadıkları, yaşatmakta
direnemedikleri batı uygarlığını yapan bilim kafasıydı.
Atatürk bu çatışmada ölmesini bilmiyen şeylere karşı yaşaması gerekeni yaşatmaya
çalışmış ve bunda büyük ölçüde başarıya ulaşmış tek devlet adamımızdır. Devrimleri tam
yaptığına inanacak kadar saf değildi Atatürk. "Benim yaptığım işler birbirine bağlı ve gerekli
şeylerdir. Bana yaptıklarımdan değil yapacaklarımdan söz edin" derken, devrimlerin tam olmadığını
anlatmak istiyordu. Biliyordu ki devrimleri yetersizdi. Ama bu yetersizliklerin yine
devrimlerle giderileceğini, devrimlerin yine devrimlerle ayakta kalabileceğini de biliyordu.
Onun için de Atatürk, devrimlerini ulusun en dinç, en dinamik bölüğüne, gençliğe emanet
etmişti.
Atatürk ,Türk ulusuna hayatı sevinçle karşılamanın, yani mutluluğunun yolunu
göstermiştir. Bu yolda yürümek, bu uğurda ölesiye savaşmak, devrimleri devrimlerle beslemek
Türk aydınına düşen en büyük bir görevdir.
Vedat Günyol
3.2.1.11. Mektup
Ayrı mekânlarda yaşayan, farklı nedenlerle iletişim kurmak isteyen insanların birbirilerine
samimî, sıcak ve konuşma üslûbuyla yazdıkları, mesaj iletme amacı taşıyan
metinlere mektup denir. Mektuplarda yazarın kişiliğinin, duygu ve düşüncelerinin
içten bir şekilde yansımasını görürüz. Dil ve üslûp genelikle yalındır.
Mektuplar içeriğine göre birçok türe ayrılabilir: İş mektubu, özel mektup, edebî
mektup vs.
Türk edebiyatı mektup türü açısından pek fazla zengin değildir. Özellikle Türk edebiyatçıları
kendi aralarında kişisel dostlukları yanında sanat ve edebiyat konularını
da görüştükleri mektuplar yazmışlardır. Bu mektupların bir bölümü kitaplaşmıştır.
Bunlara şu örnekleri verebiliriz: Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları (1974), Cevdet
Kudret'e Mektuplar (1995), Mehmet Kaplan, Alî'ye Mektuplar (1992), Behçet Necatigil,
Mektuplar (1989).
196 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3.2.2. Olay Anlatımına Dayalı Türler
3.2.2.1. Roman
İnsan ya da insan topluluklarının başlarından geçmiş ya da geçmesi muhtemel olan
sosyal, siyasî, psikolojik, ekonomik, askerî vb. olayların belli bir sisteme bağlı bütünlük
içinde anlatıldığı hacimli, olay anlatımına dayalı metinlere roman denir.
Masal, hikâye ve efsane gibi geleneksel anlatı türlerinden farklı olarak batılı roman
kavramı ilk olarak Tanzimat döneminde görülmeye başlamıştır.
Türk romanı Tanzimattan günümüze kadar düzyazı dili ve üslûbu bakımından
başlıca iki ana kola ayrılmıştır:
a. Namık Kemal'in öncülüğünü yaptığı, Halit Ziya, Yakup Kadri, Ahmet Hamdi
Tanpınar, Oğuz Atay gibi yazarların sürdürdüğü sanatkârane üslûp çığırı. Bu
tarzda yazılmış romanlar, belli bir eğitim ve kültür düzeyine sahip okuyuculara
hitap ederler. Ayrıca dil ve üslûbu derinlikli fikir, duygu ve hayallerin ifade aracıdırlar.
Bazı bakımlardan bu romanları süslü nesir türüne sokabiliriz.
b. Ahmet Mithat'ın başlattığı, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Ercüment
Ekrem, Güzide Sabri, Cahit Uçuk, Turhan Tan, Kerime Nadir, Muazzez
Tahsin Berkand, Ahmed Günbay Yıldız gibi yazarların devam ettirdiği popüler
roman çığırı. Bu tür romanlar genellikle sade düzyazı üslûbuyla yazılmış
olup, geniş halk kitlelerinin kolayca okuyup anlayabileceği türden eserlerdir.
3.2.2.2. Öykü
Batılı anlamda öykü (hikâye) türü de roman gibi Tanzimat döneminde görülmeye
başlamış ve düzyazı dil ve üslûbu bakımından gelişimi de aşağı yukarı romanla aynı
paralelde olmuştur.
Tanzimat döneminde Ahmet Mithat ile başlayan batılı anlamda öykü, günümüze
dek çok sayıda yazarımızın ürün verdiği bir tür olmuştur. Burada bellibaşlı öykücülerimizden
ancak birkaçını anabiliriz: Nabizade Nazım, Halit Ziya Uşaklıgil,
Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hüseyin Cahit
Yalçın, Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal,
Orhan Kemal, Haldun Taner, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sevgi Soysal, Aziz Nesin,
Bekir Yıldız vb.
Birkaç örnekle de günümüz öykücülerini analım: Fakir Baykurt, Oktay Akbal, Ferit
Edgü, Adalet Ağaoğlu, Nezihe Meriç, Necati Cumalı, Selim İleri, Füruzan, Muzaffer
İzgü, Pınar Kür vb.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 197
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.2.2.3. Tiyatro
Tiyatro, sahne eseri (oyun), eserin oynanma sanatı ve oyunun oynandığı yer anlamlarına
gelmektedir. Trajedi, komedi, dram gibi sahnelenme amacıyla kaleme alınan
edebî türlerin hepsine birden tiyatro dendiği gibi, bu türlerde verilen eserlerin
oyuncular tarafından sahnede canlandırılması sanatına ve sahnelenme mekânına
da tiyatro denmektedir.
Tiyatro, dış gerçeklikte yaşanılan bireysel ve sosyal hayatın küçük bir minyatürünün
yeniden kurgulanarak, belirlenen yer ve zamanda, belli bir amaca uygun olarak
yeniden yaşatılması sanatıdır. Bir diğer ifadeyle dramatik bir tür olarak, İnsanların
bireysel ve sosyal hayatlarıyla ilgili olay ve olguları gerçeğe uygun olarak kurmaca
canlı bir yaşantı halinde sahnelenmesi demektir.
Batılı anlamda tiyatro, Türkiye'ye ilk olarak Tanzimat döneminde girmiştir. Türkiye'de
batılı anlamda ilk tiyatro eseri Şinasi 'nin Şair Evlenmesi (1859)'dir.
Bu türlere ilişkin ayrıntılı bilgi için Çağdaş Türk Edebiyatı kitabınıza bakınız.
Özet
Şiir dışındaki yazılı metinlere düzyazı (nesir) denir. Türk nesrinin sade düzyazı, süslü nesir,
orta düzyazı biçiminde türleri bulunmaktadır. Edebiyatımızın ilk yazılı metinleri VIII. yüzyılda
dikilmiş olan Orhun Yazıtları ile verilmiştir.
Türk düzyazısı, Eski Türkçe döneminde yazılan ilk metinler bir yana bırakılırsa, başlıca iki
döneme ayrılır: 1. Klâsik Türk Edebiyatında Düzyazı, 2. Çağdaş Türk Edebiyatında Düzyazı.
Klâsik Türk edebiyatındaki belli başlı düzyazı türleri tezkire, münşeat, letâifname, seyahatname,
sefaretname, siyasetnamedir. Çağdaş Türk edebiyatının düzyazı türleri ise oldukça
genişlemiştir. Ana çizgileriyle, bilgi ve yorum aktarımına dayalı türler (haber yazısı, fıkra,
makale, röportaj, dizi yazı, gezi yazısı, günlük, anı, biyografi, deneme, mektup) ve olay aktarımına
dayalı türler (roman, öykü, tiyatro) olmak üzere iki kümede incelenebilir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Arapça ve Farsça sözcüklerin fazla olduğu, secili, sanatlı ve uzun cümlelerden
oluşan düzyazıya ne ad verilir?
A. Sade düzyazı
B. Sanatlı düzyazı (süslü nesir)
C. Orta düzyazı
D. Nazım
E. Makale
198 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
2. Devlet yönetiminde görev alacak yönetici adaylarına devletin nasıl yönetileceği
hakkında bilgi veren, öğütlerde bulunan ahlâkî-didaktik eserlere ne ad verilir?
A. Münşeat
B. Letâifname
C. Seyahatname
D. Sefaretname
E. Siyasetname
3. "Makale" nasıl bir türdür?
A. Bilgi ve yorum aktarımına dayalı bir tür
B. Olay anlatımına dayalı bir tür
C. Nazım
D. Öykü
E. Biyografi
4. Evliya Çelebi'nin "Seyahatname" adlı eseri hangi türe girmektedir?
A. Tefrika
B. Roman
C. Makale
D. Gezi yazısı
E. Günlük
5. Aşağıdaki yazarlardan hangisi denemeleriyle ünlüdür?
A. Tevfik Fikret
B. Adalet Ağaoğlu
C. Ziya Osman Saba
D. Cemil Meriç
E. Cahit Sıtkı Tarancı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
İz, Fahir. Eski Türk Edebiyatında Nesir II, İstanbul, 1966-67.
Ozansoy, Munis Faik. "Nesrimiz", Hisar Dergisi, 1 Eylül 1953, s.3.
Dizdaroğlu, Hikmet. "Eski Edebiyatımızda Nesir", Türk Dili, Ekim 1964, s.5.
Elçin, Şükrü - Tevfikoğlu, Muhtar. Yeni Türk Nesri Antolojisi, Ankara, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987.
Nabi, Yaşar. Edebiyatçılarımız Konuşuyor, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1976.
Değerlendirme Sorularının Yanıtları
1. B 2. E 3. A 4. D 5. D
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 199