DİL ÜSTÜNE: TERİMLER, KAVRAMLAR, GÖRÜŞLER
Felsefe Ekibi
Dil, dilbilim, göstergebilim, dil felsefesindeki, “dil” içeriğinde örtüşüyor dikkat, söz dağarcığımıza yeni giren kavramları ve terimleri gösterme küçük bir sözlük derledik. Berke Vardar yönetiminde bir grup dilbilimcimize olan “Dilbilim Hakları Sözlüğü” ne uygun. Diğer sözcüklerin alıntılandığı kaynaklar onu için belirttik.
(İng. Nominalizm, Fr.nominalisme, Alm. Nominalismus)
Kavramların gerçek bir yadsıyan, bütün bütünel kavramların tek tek şeyleri aralarındaki ortaklıklar ile gidilerek oluşturulmuş genel adlardan, göstergelerden ya da sözcüklerden östrojenik bir bakış açısı savunan felsefe anlayışı; kökence Latince'deki “ad” göz önüne alınarak gelen nomina seriünden
türetilen felsefe terimi. Kullandığımız sözcüklerin, anlamımız tanımların, kendileri, teknolojilerle ilgili anlamlar, anlamlar tanımlamaları, hatta konuştuğumuz;
(......).
Reklamcılık anlayışının nasıl yapıldığına dair kavramlar, bir ya da birleşik kavramlar, birleşikler, kavramlar, kavramlar, kavramlar, kavramlar, metinler, metinler, metinler, metinler, metinler, metinler, metinler, metinler. Bu anlamıyla bir felsefe duruşu olan adcılık, anlam ve bağlamına göre öznelcilik anlayışının özgül oluşumu da değerlendirilmektedir. Ne var ki adcılığın bu en uç şeklini sıkça yöneltilen mümkün eleştirilerden yapılmış, evler denilerek, tikellerin
Felsefe Sözlüğü
(Alm. Benennung, Fr. adaylığı, İng. Adlandırma,).
Bir Nesne ya da varlığa bir reklam verme. Dil, mantıksal ve coşkusal işlevlerini adlandırma yoluyla yerine getirir. Daha önce adımadım ya da adım, bir nesne ya da varlığa bir ad getirmemiş bir mantıksal adlandırma olayı ortaya çıkar. Bir nesnenin ya da bir görünüşünün yansıtılması, konuşucunun o nesne ya da varlığa yüklediği duygusal, aktörel, vb. değer dile getirmek için yaratılmadı coşkusal.
...................
Varlıklara ya da nesnelere, onlara dilde temsil edilen karşılıklar verme. Platon'un kreasyonunu ilk kez denedim, ilk olarak felsefe tartışmayı konu ettim. Bu diyaloğa katılan taraflar (Hermogenes, Kratylos ve Sokrates) doğalcı ve uylaşımcı tezleri irdelemekte ve onun bir doğuşunu, bir insanı kaynatmışlardır.
(Altınörs, 2000)
1. (Alm. Entlehnung, lehngut, Fr. emprunt, İng. Yabancılaşma, borçlanma,).
Aktarım.
2. (Alm. Lehnwort, Fr. mot d'emprunt, İng. Yabancı sözcük, borç kelimesi, ödünç kelime)
Bir başka dilden alınmış öğe. Aktarma öğeler belli bir yoğunluğa ulaştığında, dilin saydamlığını ve dengesini bozar.
3. (Alm. translation, Fr. translation, İng. translation).
Bir sözlükbirimi bir dilbilgisi sınıfından bir başkasına geçirme. Örneğin “kardeşlerin büyüğü” diziminde yer alan büyük, aktarma işlemiyle sıfat sınıfından ad sınıfına geçirilmiştir. Aktarma kavramı, sözcük sınırları içinde eylemin temel nitelikli olduğu varsayımına dayanan L. Tesnière kuramında önemli bir yer tutar. Bir dizi aktarmayla çok karmaşık tümce yapılarını betimleme olanağı sağlayan bu kuram kimi yönlerden üretici-dönüşümsel dilbilgisine giden yol üstünde yer alır.
(Alm. empfänger; Fr. recepteur, İng. receiver,).
Bildirişim eyleminde, bildiriyi alan aygıt ya da algılayan kişi. Alıcı bir aygıt değil de bir insansa, alıcı terimi dinleyici terimiyle özdeşleşir. Alıcıya dönük dilbilgisi, tümcelerin anlaşılmasını sağlayan kuralları saptar.
(Alm. rezeption)
Eserlerin ve üslupların tarih boyunca ve farklı uluslarca nasıl değerlendirilip nasıl yorumlandığı meselesi.
Temelde bir karşılaştırmalı edebiyat terimi olan bu kavram, 60’lı yıllardan bu yana anlam genişlemesi göstererek edebiyatın ve her türlü iletişimin her bir okuyucuda, dinleyicide farklı etkiler yaratması ilkesine dayalı bir inceleme-eleştirme tarzı sayılmıştır.
(Aytaç,1999)
(Alm. Rezeptionsasthetik)
Edebi eserin belirleyicisi, okuyucunun hazmetme (alımlama) sürecidir, diyen edebiyat anlayışı.
(Aytaç,1999)
[İng. allusion, Fr. implicitation]
Grice 'a göre insan iletişiminin - "en az çaba ile en çok iş" şeklinde formüle edilebilecek bir tutum ilkesinin gerektirdiği - bir özelliği olarak, genellikle söylenmiş olan şeyden fazlası iletilmek istenir. Grice, uylaşımsal anıştırmalar ile karşılıklı konuşmadaki bir defalık anıştırmaları birbirinden ayırır. Örneğin, "o kadın İtalyan, ama sarışın" diyerek, İtalyanlar'ın genellikle sarışın olmadığının uylaşımsal olarak kabul gördüğü ima edilmekteyken, bir lokantanın önünde A kişisi "param yok" dediğinde ve B kişisi ona dönüp " az ileride otomatik para çekme makinesi var" biçiminde yanıt verdiğinde, B, A'nın bir banka kartı olduğu ve hesabında da para bulunduğuna anıştırma yapmaktadır. Bu gibi durumlarda söylenmeyen şeye "anıştırma" adı verilmektedir.
(Altınörs,2000)
(Alm. bedeutung, sinn, Fr. sens, signification, İng. meaning, sense, signification )
Dildeki bir birimin aktardığı ya da uyandırdığı kavram, tasarım, düşünce; içerik. Anlamı, dil içi bağıntıların yanı sıra bağlam ve durum belirler.
……………….
En genel tanımıyla, bir dilsel ifadenin göndermede bulunduğu,şey dışında sahip olduğu iletişimsel içerik. Dil felsefesinin başlıca sorunu olarak anlam, bu içeriğin ne olduğunu belirlemeye çalışan çeşitli kuramlar içinde açıklanmaktadır. Örneğin, savunuculuğunu Locke 'ın yaptığı "ideci yaklaşım", bu içeriği, dilsel bir ifadenin zihinde uyardığı "ide" olarak tanımlamakta, Mantıkçı-pozitivistlerin "göndergeci kuram"ı ise, anlamı önermelerin göndermede bulundukları olgu durumlarıyla açıklamaya çalışmaktadır.
(Altınörs,2000)
(İng. vagueness, Fr. vague de sense)
Carnap gibi filozoflara göre, içinde "ben", "burası", "bu", "şimdi" gibi ben-merkezcil terimler bulunan tümcelerin oluşturduğu durum. Mantıkçı-pozitivistler bu türden tümcelere bir doğruluk değeri verilebilmesi için, protokol ifadelere dönüştürülmeleri gerektiğini ifade etmektedir.
(Altınörs,2000)
(Alm. Semantik; Fr. sémantique, İng. semantics).
Dili anlam yönünden ele alan, göstergenin gösterilen bölümünü ya da içeriği eşsüremli ve artsüremli açılardan inceleyen dilbilim dalı. Anlama ilişkin sorunlar dilbilimi olduğu gibi felsefe, mantık, ruh bilim, toplumbilim, vb. dalları da çok yakından ilgilendirir. Dilbilimsel anlambilim göstergenin gösterilen yanını ele alır. Gösterenle gösterilen arasındaki bağıntıları, anlam düzleminde görülen değişimleri, dilsel yapıların içerik açısından ortaya çıkardıkları çeşitli sorunları inceler.
XIX. yüzyıl başlarında dil araştırmaları bağımsız bir kimlik kazanarak dilbilime katılmaya başladıktan. sonra dilin evrimsel boyutu başlıca inceleme alanı olmuş, kuruluş aşamasındaki anlambilim de aynı yöntemsel eksene oturtulmuştur.
XX. yüzyıl başlarında dili kendi yapısı ve eşsüremli boyut içinde inceleme ilkesi geçerlik kazanınca, öbür dilbilim dallarına oranla daha geç olmakla birlikte, anlambilim de içkinlik düzlemine, dizge ya da yapı araştırmalarına yönelmeye başlamıştır. F. de Saussure ’ün gösterdiği doğrultuyu izleyen Avrupalı dilbilimciler -davranışçı Amerikan dilbiliminin anlam incelemesini dilbilim dışına itmesine karşın- yapısal anlambilimi oluşturmuşlardır.
J.Trier ’in tanımladığı “alan” kavramı, XX. yüzyıl anlambiliminin büyük buluşları arasında yer alır:Günümüzde de temel nitelikli bir anlam özellikleri dizgesi aracılığıyla sözlüksel bütünleri, anlamsal yapıları betimlemek amacını güden bir dizi araştırma yapılmaktadır.
Yapısal anlambilim, genellikle belli sayıda anlambirimciğe dayanarak anlambirimleri açıklamaya, bunların oluşturduğu yapıyı belirlemeye, anlamlı birimleri çözümlemeye yönelmektedir. Anlamsal alan, kavramsal alan, sözlüksel alan, yapısal dilbilim çerçevesinde dilin anlam boyutu enine boyuna irdelenmekte, dilsel değer üzerinde odaklaşan çalışmalar yapılmaktadır.
Öte yandan, günümüzde kimi dilbilimcilerin önce en küçük anlamlı birimler düzleminde içeriğin belirlenmesi gerektiğini savunmalarına karşın (sözlüksel anlambilim) birçok dilbilimci anlamın tümce düzleminde de ele alınmasından yanadır (sözdizimsel anlambilim).
Gerçekte bu iki bakış açısı birbirini bütünlemektedir. Çağdaş anlambilimin, anlamlı birimlerin dizisel düzlemdeki özelliklerini inceleyen dal olmakla yetinmesi söz konusu olamaz. Öğelerin tümce içinde kurdukları bağıntıların anlamsal yönü de bu dalı yakından ilgilendirmektedir.
Üretici-dönüşümsel dilbilim çerçevesinde N. Chomsky’nin dilbilgisini J.J. Katz, J. A. Fodor, P. M. Postal bütünlemek amacıyla yorumlayıcı anlambilimi tasarlamışlardır. Amaç, sözcelerin dilbilgisel ve anlamsal ulamlarla anlam ayırıcı öğelerinin yanı sıra, bağdaşma kurallarını belirlemektir. Anlamsal bileşen, yapı oluşturmayan, var olan yapıyı anlamsal özellikleriyle donatan bir bileşendir. Anlamsal bileşene ilişkin olarak üretici anlambilim (G. Lakofl J. D. McCawley), yorumlayıcı anlambilimin yetersizliğini göstermeye çalışmış, derin yapının anlamsal nitelikli olduğunu savunmuştur. Çağdaş dilbilim, bu anlambilim anlayışları arasındaki ayrımın sonuç olarak salt bir gösterim ayrılığı niteliği taşıdığını belirlemiştir.
(Alm. Monem, Fr. monème, İng. moneme).
Anlamı olan en küçük dilsel birim; dilin birinci eklemlilik düzeyini oluşturan en küçük anlamlı birimlerin her biri; en ufak gösterge. Sözcükle karıştırılmaması gereken anlambirim genellikle biçimbirim ve sözlükbirim olmak üzere iki türe ayrılır. A. Martinet ’ nin işlevsel dilbilim kuramında anlambirimler tümcedeki işlevleri bakımından üç öbekte toplanır:
Bağımsız anlambirimler, | anlamlarının işlevlerini de belirttiği birimlerdir (örn. bugün, dün, hızlı belirteçleri). |
Bağımlı anlambirim, | sözdizimsel işlevi, ya tümcedeki yeri ya da bir başka anlambirimle (işlevsel anlambirimlerle) belirtilen birimdir (örn. kimi dillerde, tümcedeki yerine göre özne ya da nesne olan birimler). |
İşlevsel anlambirimler | başka anlambirimlerin işlevini belirtir (örn. kimi ilgeçler, bağlaçlar). |
Bu anlambirimlere, yüklemsel anlambirimler (bunlar olmadan tümce kurulamaz) ve Martinet’nin kiplik diye adlandırdığı tanımlıklarla iyelik öğeleri de eklenir.
(Alm. Sem, Fr. sème İng. seme).
Bir birimin sağladığı ortam onu en. “Arkalıklı”, “iki, üç, ... kişilik,“ oturmak için ”ve“ ayaklı ”anlambirimciklerinden oluşur. Sandalye'deyse, “iki, üç, ... kişilik” yerinde “bir kişilik” anlambirimciği.
(Alm. Bedeutungswandel, bedeutungswechsel, Fr. changement semantique, İng. Semantik değişim).
Anlamlı dil bileşenleriinizin içeriği düzlemlerinde görülmüştür. Bir tek meyveyi belirtmeye başlamıştır. Anlam değişimleri dile, dilbilimsel, toplumbilimsel, ruhbilimsel nedenlerle açıklanır.
Bilimlerde, kurumlarda, törelerde Görülen Değişimler nesneleri değiştirerek dil dizgesini Dolaylı Olarak Etkiler ( Tarihsel Nedenler ).
Sesleri, sözleri, sözdizime takın nedenler bulaşmaya, köken yakıştırma ya da yerlileştirmeye, eşadlı çatışmasına yol yol açar ( dilbilimsel nedenler ).
Sözcüğün dar Bir Toplumsal kesimden Geniş Bir kesime aktarılmasıyla anlamca genişlemesi ya da Eklendi bunun tersine Bir Süreç Sonunda anlamca daralması İçerik alanını Etkiler ( toplumbilimsel Nedenler ).
Anlatımlılığı artırma çabaları da anlam dönmesine yol açar ( ruhbilimsel nedenler ).
Kimi dilbilimciler daha yalın bir sınıfmayla yetinerek dış nedenlerle iç nedenlerden söz ederler.
Değişim biçimleri de çok sınıflandırmaya konu oluşmuştur.
A. Darmesteter, M. Breal, H. Paul: | Daralma, genişleme, kayma |
G. Stern | Dış değişimler: iç değişimler: Sözcük bağıntısının ya da anlam değiştirmesi, ifadle bireyler arasındaki öznel bağıntının yer değiştirmesi |
S. Ullmann | Dilsel tutuculuktan doğan değişimler: |
Tarihsel ve dil dışı değişimler: dilsel yenileştirmeden doğan değişimler: Reklam aktarımları -anlamsal benzerlikle bitişiklikten doğan değişimler-, anlam aktarımları: adlar alanda benzerlik ve bitişiklikten doğan değişimler, karma değişimler. Bu gösterim manzarası değişmektedir.
(Alm. Erzahlung)
Orta durumda nesir türü: gerçek ya da kurmaca (fiktif) olayların ardarda sıralanmasıyla elde edilen hikaye.
(Aytaç, 1999)
ANLATI (Yazımsal türle ilişkisi olmayan)
E. Benveniste, anlatı ile söylem arasında bugün herkesce kabul edilen bir ayrım önermiştir. E. Benveniste, Fransızcada fiillerde zaman ilişkilerini çözümlerken, her konuşucunun, bir sözce üretmek için farklı iki sözcelem düzlemine ait, iki ayrı dizgeye sahip olduğunu görmüştür.
«Anlatı»da, sözcelem gizlidir, “Hiç kimse konuşmaz, olaylar sanki kendiliğinden anlatılıyormuş gibi görünür”. Özellikle tarihsel anlatı bütün benöyküsel dilsel biçimleri (“Ben” anlatıcıya göndermede bulunan “bugün’, “yarın”, “şimdi”, “burada” gibi söylemsel öğeleri) bir kenara bırakır, üçüncü kişi adılına, yani «kişi-olmayan» “O” ya ayrıcalık tanır, zaman olarak, öncelikle geçmiş zamanı kullanır. Gelecek zaman, dili geçmiş zaman ve şimdiki zamanı kullanmaz. Burada tipik bir tarihçi sözcelem biçimi söz konusudur:
“Tarihçi hiçbir zaman ne ‘ben’ ne de ‘sen’ diyecektir”. O, olayların tarihsel sözcelem durumlarının «nesnel» gerçekliklerinden kesinlikle bağımsızdır. Önemli olan tek şey “yazarın tarihsel” amacıdır. Bu durumda, tarihsel ya da üçüncü kişi adılıyla yazılmış bir yapıt söz konusudur.
Daha geniş bir anlamda, birinci kişi adılıyla yazılmış bir romanın normal olarak, birinci kişinin bakış açısına yerleştiği görülür; romancı bu birinci kişiyi tıpkı bir üçüncü kişiymiş gibi düşünür. Ancak, yapıt ister birinci kişi adılıyla, ister üçüncü kişi adılıyla yazılsın, ikinci kişiye örnek göstermek olanaksızdır, çünkü anlatı genellikle okura göndermede bulunmaz.
(Alm. diachronisch, Fr. diachronique, İng. diachronic)
1. Evrim açısından ele alınan, süre içinde birbirini izleyen. Örneğin ses değişimleri artsüremli dil olguları arasında yer alır.
2. Olguları, süre içinde geçirdikleri evrim açısından inceleyen. Dilbilim tarihinde XIX. yüzyıl, artsüremli incelemelerin yoğun olduğu dönemdir.
(Alm. diachronische Sprachwissensschaft, Fr. linguistique diachronique, İng. diachronic lingluistics,).
Süre içinde değişim geçiren, evrim boyutunda birbirinin yerini alan öğeler arasındaki bağıntıları inceleyen dilbilim. (Evrimsel ya da tarihsel dilbilim de denir.) Artsüremli dilbilim incelemelerinde evrime yol açan etkenleri belirlemek büyük önem taşır. Çağdaş işlevselcilik artsüremli ve eşsüremli dilbilimler arasında indirgenemez bir karşıtlık bulunmadığını
savunmakta, devimsel eşsürem kavramı aracılığıyla bu karşıtlığı yumuşatmakta, söz konusu kavram yoluyla eşsüreme artsüremli bir derinlik kazandırmaktadır.
Düşünülebilecek her şeyin, doğrudan düşünülen şeyin kendisine değil de eni sonu başka sözcüklere metinlere, göstergelere ya da “an”lara gönderme yaptığını anlatan felsefe terimi.
Kimileyin “ayrım oyunları metafiziği” diye de adlandırılan ayrım metafiziği terimi, gerçek dünyaya açık ve doğrudan bir metafizik gönderimde bulunmaksızın yeri geldiğinde neşeli söz oyunlarıyla, yeri geldiğinde de eğlenceli anlam sürçmeleri eşliğinde, salt sonsuz dil örgüsü içinde kalarak düşünmeyi sürdürmek anlamına gelmektedir. Fransız yapısökümcü düşünür Derrida eliyle anlamın sonsuz bir erteleme süreci olduğuna parmak basmak amacıyla geliştirilen terimin, filozofların düşüncelerinin altında yatan temel varsayımların yapılarının sökülerek temelsizliklerinin gösterilmesinin amaçlandığı yapısökümcü okuma yönteminde kilit değerde bir önemi vardır.
İki aşamadan oluşan yöntemin ilk aşamasında, öncelikle metnin altında yatan, metni metin yapan, çekip alındıklarında metnin kendiliğinden yıkılmasına yol açacak tasarımlar saptanır. Daha sonra ikinci aşamada, saptanan bu ana tasarımların metinde taşıdıkları anlamların dayandığı belli başlı anlamlandırma biçimleri üzerine odaklanılarak söz konusu tasarımların ardında yatan varsayımların geçersizliği gösterilir. Bu yapılırken çoğunluk metnin temel tasarımlarının, metnin göndermede bulunduğu kavramlar ya da kendilikler dışında başka şeylere de gönderimlerinin olduğu örnekleriyle gösterilir.
Felsefe Sözlüğü
[İng. ve Fr. relation]
Grice 'ın, anlama yetisinin Kant'ta geçen kategorilerinden esinlenerek, karşılıklı konuşmanın dört ilkesi olarak ortaya koyduğu ilkelerden biri. Bağıntı ilkesi, karşılıklı konuşmaya katılan tarafların katkılarının, konuyla uygunluğun gözetilerek yapılması gerektiğini belirtir.
(Altınörs,2000)
[İng. relational proposition, Fr. proposition relationelle]
Russell ve Witgenstein'ın tanımıyla, birden fazla terim arasındaki bağıntıyı dile getiren tümce. Örneğin, "Ali ile Ayşe kardeştir" tümcesi, bir bağıntı tümcesidir. Russell ve Wittgenstein bu tümcelerin, örneğin a ve b gibi iki terim arasında ikili söz konusu olduğunda, a R b biçiminde simgeleştirilebileceğini belirtmektedir.
(Alm. Kontext, Fr. contexte, İng. Context),
1. Bir dil birimini çevreleyen. ondan önce ya da sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim ya da birimler bütünü. (iç bağlam, dil içi bağlam da denir.)
2. Duruma, konuşucu ve dinleyicinin dil dışı toplumsal, ekinsel, ruhsal nitelikli deneyim ve bilgilerine ilişkin verilerin tümü. (Dış bağlam, dil dışı bağlam da denir.)
……………..
Bir sözcelemin içinde üretildiği koşulların bütünü. Bağlamı oluşturan öğeler arasında, konuşucu ve dinleyicinin karşılıklı konumu, sözcelemin ne tür bir prosedüre bağlı olarak gerçekleştirildiği gibi öğeler sayılabilir.
(Altınörs,2000)
(Alm. Signal, Fr. signal, İng. signal).
Göstergesel düzlemde, doğal özellikli bir belirtiye karşıt olarak, bildirişim amacı güdülerek istençli ve yapay yoldan oluşturulmuş biçim (Örn. demiryolu, karayolu belirtkeleri). Dilsel göstergeler bu anlamda belirtke sayılır. Öte yandan, tüm belirtkeler uzlaşımsal ya da saymaca niteliklidir.
…………….
Peirce'ın yaptığı ayrımda yer alan gösterge türlerinden birisi. Bir gösterge, insanlar arasındaki ortak deneyimlere dayalı olarak bir başka olguyu imlediği durumda, ona "belirtke" adı verilmektedir. Örneğin, bebeklerin ağlaması bir gereksinimi ya da rahatsızlığı olduğunun, duman ateşin belirtkesidir.
(Altınörs,2000)
[İng. egocentric terms, Fr. termes égocentriques]
Carnap gibi mantıkçı-pozitivistlerin bir bildirimin göndergesini belirsiz kılan terimlere verdiği ad. Dört temel ben-merkezcil terim vardır: Ben, burası, bu, şimdi. Tüm neo- pozitivistler bu tür terimleri nesnel olmadıkları ve anlam belirsizliğine yol açtıkları gerekçesiyle eleme yollarını aramıştır. Örneğin Carnap, bu tür terimlerin yarattığı boşlukların, `ben' yerine ad, `bu' yerine bir belirli betimleme , `burası' yerine coğrafi konum, `şimdi' yerine tarih koyularak doldurulması ve protokol ifadelere dönüştürülmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
(Altınörs,2000)
(Alm. Vergleich)
Dilin muhtemelen en eski imgesel söylemleri arasına giren benzetmede karşılaştırılan nesneler veya kavramlar bizzat anıldığı için belki de gerçek anlamda tam dolaylı imge sayılmazlar. Benzetmede “gibi” ya da “kadar” kelimesi, benzeyenle
benzetilen arasındaki bağı kurar. Benzetmenin üslüp işlevi, anlatılmak istenen şeye somutluk kazandırmak, netlik vermek, pekiştirmektir.
(Aytaç,1999)
(Alm. Philologie. Fr. philologie, İng. philology,).
Yazılı betikler, özellikle de yazınsal yapıtlar aracılığıyla geçmiş uygarlıkları tanımayı amaçlayan, iç ve dış ölçütlere dayanarak betiklerin aktarılması, tarihlendirilmesi. çözülmesi değişik betik biçimlerinin ve el yazmalarının karşılaştırılması. eleştirel açıdan değerlendirilmesi. vb. sorunlarla ilgilenen dal. (Filoloji de denir.) Tarihsel bakımdan betikbilim çok önemli bir işlev yerine getirmiş, Rönesans’la birlikte ön sırada gelen insan bilimi olmuştur. XIX. yüzyılda oluşan tarihsel ve karşılaştırmalı dilbilim, karşılaştırmalı betikbilimden doğmuştur.
(Alm. textlinguistik, Fr. linguislique textuelle, İng. text linguistics,).
Tanımlanabilir bir bildirişim işlevi yerine getiren dil birimleri olarak ele aldığı betikleri, yüzeysel yapıda yakınlık ve uyumluluk. derin yapıda dış dünya ya da gönderge düzlemiyle
ilişkileri bakımından tutarlılık, vb. ilkeler uyarınca belirlemeye bu alanda biçimsel bir tanımlamaya ulaşmaya çalışan inceleme türü.
(Alm. beschreibung, deskription, Fr. description, İng. description,).
Genel olarak görgül ve tümevarımlı inceleme, özel olarak da tümceyi kuran öğelerin, anlambirimlerin, sesbirimlerin. bunlara ilişkin birleşim kurallarının dizgesel gösterimi. Yöntembilimsel açıdan, betimleme açıklamayla karşıtlaşır.
(Alm. konstativ, Fr. constatif İng. constative).
Edimsel tümceye karşıt olarak. Oluşu, edimi, durumu. vb, yalnızca betimlemekle yetinen tümceleri, eylemleri belirtmek için kullanılır. (‘Gözlemleyici de denir.) Örneğin Gün doğuyor tümcesi betimleyici bir tümcedir.
(Alm. Deskriptivismus, Fr. descriptivisme, İng. descriptivism).
İnceleme konusunu betimlemekle yetinen yaklaşımların özelliği.
(Alm. beschreibend, deskriptiv, Fr. descriptif İng. descriptive)
Dil olgularını betimlemeye yönelen, salt gerçekleşmiş öğelerden oluşan bir bütünceyi ele alarak inceleyen
(Alm. stil, Fr. style, İng.style )
Bir bireyin, dilsel gereç ve olanakları kendine özgü ölçütlerle seçip kullanması sonucu söyleme kattığı kişisel nitelikli özelliklerin tümü. (Deyiş de denir.) Biçem teriminin içerdiği anlamın karmaşık niteliği birçok durumda bulanıklığa yol açtığından, kimi araştırmacılar bu terimi kullanmamayı yeğler (P.Guiraud). Birçok bağlamda biçem söz, kişisel kullanım gibi kavramlarla örtüşür. Biçem incelemesinin dilbilim araştırmalarından yoğun biçimde etkilendiği söylenebilir. Biçem terimi, belli bir dilsel düzlemdeki gerçekleşmelerin toplu özelliği olarak da yorumlanır (örn. şiirsel biçem, resmi yazışmaların biçemi, vb.).
1. (Alm. form, Fr. forme, İng. form).
Dilsel bir göstereni oluşturan ses öğelerinin tümü. Dağılımsal dilbilim, biçimi anlama karşıt olarak ele alır ve yalnız gözlemlenebilen biçimlerin inceleme konusu olabileceğini savunur. İşlevsel dilbilimse işlevi biçime karşıt olarak ele alır ve dil incelemesinin işlevlerin ortaya konulmasını amaçladığını öne sürer.
2. Dil birimleri arasındaki yapısal ilişkilerin oluşturduğu, hem içerik, hem anlatım düzlemlerinde ortaya çıkan düzen. L. Hjelmslev’in kuramında biçim töze karşıt olarak yer alır ve dil -F. de Saussure ’de olduğu gibi bir töz olarak değil, biçim olarak tanımlanır.
(Alm. Morphologie, Formenlehre, Fr. morphologie, İng. morphology,).
Geleneksel olarak anlamlı dil birimlerini, dilbilgisi ulamlarına, işlevsel sınıflara, bükün, türetme, bileştirme açısından sundukları görünüme, aldıkları değişik biçimlere, birleşim özelliklerine göre inceleyen dal. (Yapıbilgisi de denir.)
Geleneksel dilbilgisinde biçimbilim, -işlevleri inceleyen söz- dizime karşıt olarak- sözcüklerin biçimini, bir başka deyişle, bükün ve türetmeyi ele alır.
Çağımız dilbilimindeyse ya anlambirim birleşimlerinin iç yapı kurallarını (türetme) sayı, cins, zaman, kişi, durum açısından büründükleri biçimleri ya da hem bu olguları, hem de dizimlerin tümce düzlemindeki birleşimlerini (sözdizimsel biçimbilim) inceleyen bir dal sayılır. A. Martinet biçimbilimi, anlambirim gösterenlerinin değişkelerini inceleyen dal olarak görür.
(Alın. morphem. Fr. morphéme, İng. morpheme.)
1 Anlambirimin, sözlükbirime karşıt olarak, dilbilgisini ilgilendiren türü.
2. En küçük anlamlı birim, en küçük gösterge. Amerikalı dilbilimciler biçimbirim terimini ikinci anlamda kullanırlar. L. Bloomfield ’de biçimbirim en küçük dilsel birimdir ve iki tür kapsar: Bağımsız biçimbirim tek başına sözce oluşturabilir; bağımlı biçimbirimse hiçbir zaman tek başına gerçekleşemez ve sözce oluşturamaz.
(Alm. formale grammatik, Fr. grammaire formelle, İng. formal grammar).
Doğal dilleri betimleme işlemini biçimselleştirme yoluyla gerçekleştirmeye çalışan dilbilgisi. Özellikle N. Chomsky’ den kaynaklanan biçimsel dilbilgisi dizimsel ve dönüşümsel olmak üzere iki tür dilbilgisi düzeni içerir. Biçimsel bir dilbilgisi, ses ve anlam açısından yorumlanabilmek için bir tümcenin yerine getirmesi gereken koşullara ilişkin bir varsayan olarak görülür.
[İng. declarative, Fr. déclaratif]
Searle 'ün Speech Acts'te edimsöz ereklerine göre yaptığı edimsöz edimleri sınıflamasındaki beş gruptan biri. Searle'e göre, edimsel sözcelem olgusal bir bildirim olduğunda bildirgeseldir. Örneğin, "Lord Raglan, Alma Meydan Savaşı'nı kazandı" sözcelemi, bildirgesel bir sözcelemdir.
(Altınörs,2000)
[İng. statement, Fr. affirmation]
Olgular hakkında yargı veren ifadelerin tümünün ortak adı. Mantıkçı-pozitivist anlam öğretisine göre, ancak doğru ya da yanlış olabilen bildirim türü ifadeler anlamlı olabilmektedir. Örneğin, "Dünya yuvarlaktır" ifadesi bir bildirimdir.
(Altınörs,2000)
(Alm. Kommunikation, Fr. communication, İng. communication).
Konuşucuyla dinleyici arasında bildiri alışverişi; karşılıklı bildiri aktarımı;bildirim eyleminin çift yönlü görünümü. (iletişim de denir.) Gerçekte, konuşucu gücül bir dinleyici, dinleyici de gücül bir konuşucudur; daha açık bir anlatımla, her ikisi de birer konuşucu-dinleyicidir. işlevsel dilbilime göre dilin temel işlevi bildirişimi sağlamaktır.
(İng. Stream of consciousness; Alm. Bewusstseinsstrom)
Bilincin, bilinç altının ve bilinç dışının kaynaklarından beslenen bir akış. İç monolog tekniğiyle, fakat bölük pörçük düşünce ve duygu imgeleriyle gerçekleşir.
(Aytaç,1999)
[İng. bilişsel içerik, Fr. kontinans biliş
Bir sözcelive hesaplı bilişi. Bu terim, bir sözcelemin kullanımbilimsel değeri vardır.
(Altınörs, 2000)
( eşanlamlı terimler / ifadeler )
Tek bir şey anlamp, bir ya da birden fazla konuşmalı bir araya gelmelidir. Eşit, 've', 'olacak', 'her ne kadar', 'bütün'.
(Aysever, 1994)
(Alm. Ethnolinguistik, Fr. ethnolinguistique, İng. Etmolinguistics).
Bir, dili bir ekinin anlatım aracı olarak ele alan ve birincisi koşullarla anlamlıdır. Kimi dilbilimciler budundilbilimi toplumdilbilimin bir kısımda görülürler. Kimi dilbilimcilerse toplumdilbilimin karmaşık toplumlar, budundilbilimin yalın yapılı insanlar. Dilbilgisi ile dil ve dünya görüşü arasında ilişki kurar (E. Sapır, BE Whont), çokdillilik konular üstüne eğilir.
(Alm. Prosodie, Fr. prosodie, İng. Prosody,).
Titrem, vur, durak, süre, vb. ses olgularının genel adı. Kimi dillerde (İsveççe, Çince, Japonca, Vietnamca, Lonkundo dili, vb.) Bir bölüm dilbilimsel bir işlev üstlenir ve bürünbilimin incelenmesi.
(Alm. Prosodie, Fr. prosodie, prosodématique, İng. Prosody).
Sesbilimin, bürünü inceleyen bölüm. Kimi İngiliz ve Amerikalı dilbilimciler, sesbirim çalışmalarını ele geçirmek ve sesbirim dizilişlerini ilgilendiren birtakım olguları bürünbilim içinde bu alanın kapsamını genişletmişlerdir.
(Alm. Doppelgliederung, Fr. çift artikülasyon, İng. Çift artikülasyon).
Dilin, iki türlü çözümleme sonucu elde edilen, iki aşamalı bir seçim eylemiyle gerçekleşen sözceleri oluşturma düzeneği. ‘Bir dil, insan deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçimlerde anlamsal bir içerikle sessel bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle, anlambirimlere aynştırılmasını sağlayah bir bildirişim aracıdır; bu sessel anlatım da, her dilde belli sayıda bulunan, öz nitelikleriyle karşılıklı bağıntıları bir dilden öbürüne de ğişen ayırıcı ve ardışık birimler, başka bir deyişle ses birimler biçiminde eklemlenir.’ (A. Martinet). Çift ek lemlilik doğal dillerin en belirgin özelliğidir ve işlev selci okulun çalışmalarında çok önemli bir yer tutar.
(Alm. polysem, mehrdeutig, Fr. polysémique, İng. polysemous,).
Birçok anlamı olan, çokanlamlılık gösteren. Çokanlamlı sözcükler kimi durumlarda yorum yanlışlığına yol açar.
(Alm. Polysemie, Mehrdeutigkeit, Fr. polysémie, İng. polysemy).
Bir gösterenin birçok gösterilen belirtme özelliği; bir birimin birçok anlam içerme durumu. Örneğin Türkçe’de baş anlambirimi çokanlamlılık içeren bir öğedir. Çokanlamlılık sıklık kavramıyla yakından ilgilidir. En sık rastlanan birimler, çokanlamlılığın en yoğun düzeye ulaştığı öğelerdir, Bağlam ve durum, kullanım düzleminde çokanlamlılığı dengeleyici ve anlam belirsizliğini giderici etkenlerdir.
(Alm. distributionalismus, Fr. distribution, İng. distributionalism).
Dil incelemelerinde dağılımlara öncelik veren, öğeleri dağılımlarına göre saptayıp sınıflandıran Amerikan yapısalcılığı; dağılımsal dilbilim.
Yapısal dilbilimin bir türü olan dağılımcılık, dil olgularını bir davranış biçimi olarak görür. Ses dizilişlerine indirgediği dil birimlerini, eşsüremli boyutta ve dizimsel düzlemde birleşme özelliklerine göre betimler. L. Bloomfield’den kaynaklanan ve Z. S. Harris’in geliştirdiği dağılımcılık bir bütünceden kalkarak çeşitli düzeylerdeki (sesbilimsel, biçimbilimsel, sözdizimsel) ayrık nitelikli öğeleri, anlamı işe karıştırmadan, karşılıklı bağımlılıkları açısından inceler. Bütüncedeki sözceleri dolaysız kurucularına, onları da kendi öğelerine, vb. indirger. Sesçil verilerle yetinerek bunların düzenliliklerini, bir başka deyişle yapıyı ortaya koymaya yönelir.
Anlama başvurmadığı gibi konuşucu ve durum kavramlarını da bir yana iterek, çeşitli düzlemlerde belirlenen biçimlerin çevrelerini, dağılımlarını, dağılımsal sınıflarını belirler. Betimsel ve tümevarımlı bir yöntem içeren dağılımcılık, sonlu sayıda tümce üstüne işlem yaptığından konuşan bireyin dilsel yaratıcılığını, üreticiliğini ortaya koyamaz. Dağılımcılık uzun süre Amerikan dilbilimine egemen olmuş, bu akıma karşı oluşan tepkilerden üretici-dönüşümsel dilbilgisi akımı doğmuştur.
(behavitives)
Austin 'de, tutumlarla ve toplumsal davranışlarla ilgili edimsöz edimleri. Örneğin, özür dilemek, kutlamak, saygılar sunmak.
(Aysever, 1994)
(behaviorism)
Bir dilsel anlatımın anlamını, K'nın o dilsel anlatımı sözcelemesine yol açan uyarım koşullarında, o dilsel anlatımın dinleyen kişide yol açtığı tepkilerde, bunların ikisinde, ya da o dilsel anlatımın dinleyen kişide yol açtığı davranış eğiliminde arayan felsefe geleneği.
(Aysever, 1994)
(Alm. Wert, Fr. valeur, İng. value)
Bir dil biriminin dizgedeki konumundan, öbür benzer birimlerle aynı dilsel yapı içinde kurduğu bağıntılardan kaynaklanan görece durum. Değer kavramı F. de Saussure’le birlikte dilin bir töz olmayıp bir biçim niteliği taşıdığının anlaşılmasıyla doğmuştur. Dilsel bir öğenin değerini belirleyebilmek için, onunla aynı düzlemde yer alan öbür öğelerle kurduğu karşıtlık bağıntılarını göz önünde tutmak gerekir. Bu kavram ışığında dil öğeleri ne olduklarıyla değil, ne olmadıklarıyla tanımlanırlar.
(Alm. Tiefenstruktur, Fr. structure profonde, İng. deep structure).
Üretici-dönüşümsel dilbilgisi nde, sözdizimsel bileşende elde edilen, evrensel nitelikli olduğu varsayılan, biçimsel, soyut tümce yapısı. Bir tümcenin dönüşümsel süreç öncesindeki derin yapısı, o tümcenin anlamını belirler. Yüzeysel yapıda eşsesli olan tümcelerin değişik anlamları derin yapıda gösterilebilir.
Derrida’ya göre, Saussure’ün iddia ettiği gibi gösteren ile gösterilen arasında teke tek bir bağlantı yoktur. An1am tamamlanamaz, çünkü bir gösterenin anlamı diğer bütün gösterenlerle bağıntılıdır. Onun için bir gösterenin an1am üretmesi bir diğer gösteren sayesinde tamamlanır diyemeyiz, çünkü ikinci gösterenin de anlamı bir diğer gösterene bağlıdır ve bu zincirleme bağıntının sonu gelmez. Anlamın kesinleşmesi hep ertelenmez, halindedir. Bundan ötürü bir noktada durmak yerine, sağa sola, öne arkaya, gösterenler arasında her yana yayılan karmaşık, çok yönlü ve kaygan bir bağıntılar ağı söz konusudur. Dilin yapısı ayrılıkların oyunu ile durmadan değişen, sınırlanamayan bir ağ gibi örülmüştür. Yapısalcılığın kapalı sistem kavramı yerine, Derrida, hem ayrılığı hem ertelemeyi içeren ve différance adını verdiği bu açık örgü kavramını getirir.
(Berna Moran,1999:202)
DİL(Alm. Sprache, Fr. langue, langage, İng. language).
Belli bir insan topluluğuna özgü, çift eklemli sesli göstergeler dizgesi.
F. de Saussure ’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, dilyetisinin toplumsal ürünü olan dil, bu yetinin bireylerce kullanılabilmesini (bak. söz) sağlayan ve toplumca benimsenmiş olan uzlaşımsal bir düzendir. Hem gösterenlerle gösterilenlerin birleşmesiyle oluşan bir dizge, hem de bu birleşimin ürünü olan göstergelerle bunları oluşturan ve bunların oluşturduğu öğelerin işleyiş kurallarını içeren bir düzenektir.
A. Martinet ’nin ünlü tanımına göre “bir dil, insan deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçimlerde, anlamsal bir içerikle sessel bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle anlambirimlere ayrıştırmasını sağlayan bir bildiri aracıdır; bu sessel anlatım da, her dilde belli sayıda bulunan, öz nitelikleriyle karşılıklı bağıntıları bir dil. den öbürüne değişen ayırıcı ve ardışık birimler, başka bir deyişle sesbirimler biçiminde eklemlenir.”
2. Bildirişim sağlama aracı olarak kullanılan ve doğal diller dışında kalan her türlü göstergeler dizgesi, anlatım yöntemi (örn. sinema dili, arıların dili).
Wittgenstein şunu görmüştü ki, edimsel dil, çeşitli kullanımlarını kendisi altına sokabileceğimiz bir öze sığmayacak ölçüde karmaşıktır. Onda, felsefece varsaydığımız saf ve apaçık yapıyı bulamayız. Dilde ideal bir biçimi algılamak yerine, onda gerçekten varolan şeyi görmek durumundayız. Böylece Wittgenstein, bakışını, farklılıkların kendisinde eritildiği felsefi bir birlik ilkesinden, büyük çeşitlilik gösteren farklılıkların kendisine çevirir. “Sözcük ve cümle çeşitlerinin çokluğunu” görmemizi ister. Wittgenstein’ın düşünme biçimindeki bu değişiklikte, tek biçimli bir meta-yapının çözülüme uğratılışını; düşüncenin, merkezlilikten merkezsizliğe kayışını görüyoruz.
............
Anlam, artık, bir hakikati bilmek değil; fakat bir etkinliğe bağlanma (angaje olma) sorunudur. Bu etkinlik de, Wittgenstein’ın “dil oyunu” (sprachspiel) diye adlandırdığı şeyde ifadesini bulur: “Dil ve dilin içinde örüldüğü etkinliklerden oluşan bütünü ‘dil oyunu’ diye adlandırıyorum.” (P. 1. pr. 7, s. 5). Bu noktada Wittgenstein’ın yeni dil anlayışının şekillenmeye başladığını görüyoruz. Buna göre, bir ad, ad olarak ancak dilsel ve dil-dışı etkinlikler dizgesi bağlamında işlev görür ve dolayısıyla bir adın anlamı da ancak bir dil-oyunu içindeki kullanımında bulunabilir. Gözde terim, dil kavramına ışık tutmak için bir karşılaştırma nesnesi olarak benimsenen “oyun” teriminin dile içkin kılınmasıyla elde edilen “dil-oyunu” terimidir. Besbelli ki, Wittgenstein, oyunlar arasındaki çeşitliliğin kavranışında, dil biçimlerinin farklılığına ilişkin yeni içgörülerini ifade edebileceği en elverişli tutamakları yakalamıştır.
(Altuğ, 2001: 149-150-157)
Saussure diliyle açılana kadar “dil yetisi”, “dil”, “söz” ve “edinç” ve “edim” terimleri / kavramlarına yer verir. J. Lyons'ın bağlamesine göre, “dil” ve “söz” tekniklerinden Saussure edilmiş (1916) kullanılmış terimlerdir; “Edinç” ve “edim” terimleri, teknik terimler olarak dilbilime, Chomsky'nin (1965) sokulmuşlardır. (Yine Lyons'a göre: “İki teknik kelime (dilin bütünü - dil ve yön) - sözcükler (B.). dilbilgisel ve anlambilimsel olarak çok yönden farklıdır. (...)
'dil' (langue), 'dil yetisi'yle (langage) için bir zaman dilimi içerisinde uygun bir adda kullanılır;
'dil' (langue), doğal dillerinde genel bir şekilde dile getirileni ifade eder ve 'dil yetisi kadar (langage) farklı,
(a) mantıkçılar, matematikçiler ve bilgisayar bilimcilerinin yapay, biçimsel (yani doğal olmayan) dillerini;
(b) yaygın bir şekilde beden dili denilen yapılarda olduğu gibi dilbilgisi ya da dil türü türünden iletişim dizgelerini ya da
(c) insansal olmayan iletişim dizgelerini göstermek için kullanılmaz. ”
(Çotuksöken, 2002: 186)
(Alm. Grammatik, Fr. grammaire, İng. Gramer).
1. Bir dilin işleyişini ve sağladığı düzeni belirterek, sözdizimi konuşması. Kimi dilbilgileri, biçimbilim düzleminde.
2. Dilsel kullanım kimi yönlerini kurala bağlamayı amaçlayan buyurucu ve kuralcı inceleme. Geleneksel dilbilgisi çubuğu kuralcı bir daldır.
3. Üretici-kendini beğenmiş, bir dilin konuşucu-dinleyicilerince bütün bir kelimeyi üretmek için bir bütünün üretebileceği bir şeydir.
4. Konuşucu-dinleyicinin tümceleri üretmesini ve bir versiyonunu iç dizge ve bilgi; edinç.
(Alm. Sprachwissenschaft, Linguistik, Fr. linguistique, İng. Dilbilim).
Kendine özgü yöntemlerle genel olarak dil olayını, özel olarak da doğal dilleri yapıları, işleyişleri, süre yapıyor değişimleri, vb. incelenen insan bilimi. İnsan bilimleri en gelişmişi dilbilim, günümüzde sözlü dile öncelik tanıyan, hem tümdengelimli, hem tümevarımlı çözümlerle birlikte, yansız gözlemlere, nesnel bakış açılarına dayanan, betimleyici ve / ya da açıklayıcı bir dal özelliği döndür. Bu davranışları ve satın alma kurallarının dilbilgisinden, doğrulanamayan varsayımlara neden veren uygulamalardan, yazılabilirliklerden ayrıcalık tanıyan betikbilimden ayrılır.
Dilbilim, başka olguları açıklamak için zaman zaman dilden yararlanan ruhbilim, toplumbilim, budunbilim gibi bilimlerden de bağımsızdır. Bütün çağlarda dile ilişkin incelemelere rastlanırsa da, dilbilim özerk bir dal kimliğiyle ancak XIX. yy. başlarında, dillerin birbirleriyle karşılaştırılabileceği anlaşılınca kurulmuştur. 1816 da, F.Bopp ’un Sanskritçe’yi Germence, Yunanca, Latince vb. dillere bağlayan ilişkileri incelemesi bu alanda önemli bir aşama sayılır
Aynı doğrultuda birçok çalışma yapılmış, dil akrabalığı kavramı çerçevesinde geniş kapsamlı araştırmalara girişilmiştir. XIX. yy.’ın ikinci yarısında git gide ağır basacak olan tarihsel incelemeleri de karşılaştırmalı yaklaşım olanaklı kılmıştır. J. Grimm, kendi adıyla anılan yasa aracılığıyla Latince, Yunanca ve Sanskritçe’deki ünsüz evrimine ilişkin düzeni ortaya koymuş, aynı türden çalışmalar Roman dilleri için de yapılmıştır (F. Diez).
1870’lere doğru Almanya’da ortaya çıkan Yenidilbilgiciler Okulu tarihsel dilbilimin temel ilkelerini belirlemeye çalışmıştır (A. Leskien, H. Paul, G. Brugmann). Yenidilbilgiciler karşılaştırma yoluyla elde edilmiş olan sonuçları tarihsel bir eksene oturtmaya, olguları birbirine bağlayan yasaları saptamaya çalışmışlardır. Özellikle salt ve kesin nitelikli ses değişim yasalarının geçerliğini tanıtlamaya yönelen bu dilbilimciler, olguları zorlamışlar, kimi verileri görmezlikten gelmişlerdir.
XIX. yy.’ ın sonlarına doğru dildeki evrimin toplumsal evrimden soyutlanamayacağı görüşü ağır basmaya başlamıştır. Öte yandan, deneysel ses-bilgisi, tarihsel bakış açısının birçok olguyu gerektiği biçimde açıklayamadığını ortaya koymuştur.
XX. yy. başlarında F. de Saussure evrim boyutuna üstünlük tanıyan XIX. yy. anlayışını temelinden sarsmış, dizge incelemesine ağırlık vererek dilbilime, çağımızda izleyeceği doğrultuyu göstermiş, yapısal dilbilimi hazırlamıştır. Bu gelişme önce ses incelemelerini, sonra da sözdizim araştırmalarını etkilemiş, daha yakın bir geçmişteyse sözlükbilimin (özellikle de anlambilimin) yeni bir yörüngeye oturmasına ve çok verimli yöntemlerle donanmasına neden olmuştur
Kimi yönleriyle yeni türden bir yapısalcılık sayılan, ama birçok bakımdan da Saussure’den bağımsız olarak oluşan Amerikan yapısalcılığını aşan üretici-dönüşümsel dilbilgisi (bak. üretici-dönüşümsel dilbilgisi) günümüzde büyük bir gelişme göstermektedir.
Dağılımcılığa karşı bir tepki olarak ortaya çıkan bu akım geniş kapsamlı bir kuramlaştırma ve biçimselleştirme çabasının ürünüdür. Çağdaş dilbilim bir iki kurama indirgenemeyecek denli çeşitlilik göstermektedir. Dilin dizgesel yönünün yanı sıra toplumsal ( toplumdilbilim), bireysel ( ruhdilbiliın) yanları üstünde de durulmakta, dilsel kullanımın bütün yönleri, ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır.
Söylem çözümlemesi, betiksel dilbilim, vb. alanlardaki çalışmalar aracılığıyla tümce boyutları aşılmış, sözceleme düzlemine yönelişle birlikte dilsel dizgeyi çevreleyen çeşitli koşullar göz önünde tutulmaya başlanmıştır. Göstergebilimle dilbilim arasındaki etkileşim (göstergebilim) de burada anılmalıdır. Bir yandan hiçbir dönemde ulaşılmamış bir soyutluk düzleminde kuramsal çabalar sürdürülürken, bir yandan da dilsel gereksinimlerden, somut koşullardan kaynaklanan uygulamalara yöneliş görülmekte, çeviri, terim, anadili ve yabancı dil öğretimi, vb. ile ilgili yoğun çalışmalar yapılmaktadır ( uygulamalı dilbilim).
Kısacası, XX. yy. dilbilimcileri, hem oluşturdukları kuramlarla, hem de giriştikleri geniş kapsamlı uygulama denemeleriyle sözlü bildirişim aracı dili inceleyen dalı insan bilimleri içinde örnek bilim düzeyine yükseltmişlerdir.
Konuşulan dilde yer alan sözcüklerin günlük kullanımları ile bu sözcüklerin arasındaki mantıksal ilişkileri çözümleyerek felsefe sorunlarına çözüm getirmeye uğraşan felsefe yöntemi. Kullandığı yöntemin dilsel çözümleme olması nedeniyle birçok bağlamda çözümleyici felsefe ile aynı anlama gelen, Oxford felsefesi adıyla da anılan, bir dönem özellikle Britanya’da çok etkili olmuş bir felsefe yapma biçimi.
Çözümleyici felsefenin önerdiği kavramsal çözümlemenin dilci felsefede Wittgenstein’ın ağırlıklı olarak dile ve dilin kullanımına eğilmesiyle salt dilsel bir çözümlemeye dönüşmesi çözümleyici ve dilci felsefeler arasındaki ince çizgiyi belirleyebilir. Dilci felsefenin temel savı geleneksel felsefenin sorunlarının uydurma sorunlar olduğu ve dilin doğasını yanlış anlamaktan kaynaklandığıdır. Bu uyduruk sorunlar dilci felsefeye göre çözülemez ama çözündürülebilir. Bu da dil konusundaki kafa karışıklığının ne gibi dil kullanımlarında ortaya çıktığının felsefecilere gösterilmesiyle mümkündür.
Wittgenstein, önerdiği felsefe yapma biçiminin bir tür sağaltım olduğunu, bu şekliyle ruhsal çözümlemeyi andırdığını ve felsefe sorularının yarattığı zihinsel kramplardan ancak böyle bir sağaltım sayesinde kurtulabileceğimizi ileri sürmüştür. Wittgenstein’ın felsefe sorunlarına birer hastalık gibi bakması birçok felsefeciyi oldukça rahatsız etmiştir. Ancak Wittgenstein’ın dilin gündelik kullanımına sıkça başvurarak onu adeta felsefe sorunlarının kaynağını anlamada bir rehber gibi kullanması J. L. Austin, Gilbert Ryle ve onları takip eden bir grup Oxford’lu felsefeciyi oldukça cezbetmiştir. Bu, dilci felsefenin ana damarı olarak sayılabilecek gündelik dil felsefesinin bir dönem çözümleyici felsefede çok etkili olmasına önayak olmuştur. Bugün dilci felsefe, etkili olduğu döneme göre çok daha az sayıda felsefecinin ilgisini çekmektedir.
Felsefe Sözlüğü
Dilin felsefede yarattığı anlam karışıklıklarını ve bulanıklıklarını gidermek için başvurulan, daha çok çözümleyici felsefecilerce kullanılan bir yöntem. Dilsel çözümleme bir mantıkçı atomcu için mantıkça kusurlu olan dilsel ifadeleri kusursuz olan mantık dilini kullanarak ayıklama işiyken, bir gündelik dil felsefe- cisl için karanlık ve ağdalı ifadelerdeki anlama zorluklarım gündelik dilin berrak kullanımı ışığında aydınlatma işidir
Felsefe Sözlüğü
Kimilerinin Ludwig Wittgenstein ’ın Tractatus Logico-Philosophicus’unu (1922) kimilerinin de Gottlob Frege’nin “Uber Sinn und Bedeitung” (“Anlam ve Gönderim Üzerine”, 1892,) adlı yazısını kırılma noktası olarak kabul ettiği, felsefede —özellikle dünyayı ve düşünceyi anlamada— dilin merkeze alınmaya başlandığı dönüm noktası. Wittgenstein’ın kitabının düşüncenin sınırlarının dilin sınırlan olduğunu ilan etmesinin Frege’nin “bağlam ilkesi”ne oranla çok daha güçlü bir sav içermesi asıl dönüşün Wittgenstein’la başladığını tanıtlar niteliktedir.
Felsefe Sözlüğü
(Alm. Sprache, Sprachfähigkeit, Fr. langage, İng. language).
İnsanın sesli göstergeler aracılığıyla ya da doğal diller kullanarak anlaşma, bildirişim sağlama yetisi. Dilyetisi hem toplumsal, hem bireysel özellikler içeren çok karmaşık nitelikli bir bütündür..
(Alm. System, Fr. systéme İng. system).
1. Öğeleri ya da bölümleri çeşitli ilkeler uyarınca birbirine bağlı düzenli bütün; yapı.
2. Dizisel düzeydeki ilişkilerden oluşan bütün.
(Alm. Paradigma, Fr.paradigme, İng. paradigm).
Aynı sözdizimsel bağlam içinde birbirinin yerini alabilecek olan ve gücül bir karşıtlık bağıntısı kuran öğelerin oluşturduğu bütün. (Paradigma da denir.) Aynı dilsel birimle değiştirilebilecek birimlerin tümünü belirten dizi kavramı, hem birinci, hem de ikinci eklemlilik düzeylerinde geçerlidir. Bundan ötürü, sesbirim dizilerinde olduğu gibi anlambirim dizilerinden de söz edilebilir.
(Alm. Syntagma, Fr. syntagme, İng. syntagm).
Söz zincirinde birbirini izleyen ve belli bir birim oluşturan anlamlı öğelerin birleşimi. (Sentagma da denir.)
(Alm. Natürliche Sprache, Fr.languegue naturelle, İng. Natural language)
Yapay dillere karşıt olarak, insan türüne özgü, sesli, çift eklemli bildirişim aracı
[İng. verication, Fr. vérification]
Mantıkçı-pozitivist anlam öğretisinde, bir dilsel ifadenin anlamlı olup olmadığını belirlemek üzere uygulanan işlem. Bu işlem, bir tümcenin göndermede bulunduğu olgu durumuyla uyuşup uyuşmadığını denetlemekten ibarettir. Mantıkçı-pozitivistler, moral, estetik ya da metafizik yargılar gibi doğrulanamayan ifadelerin sahte-önermeler [pseudo-propositions] olduklarını düşünmektedir. Bunların, gerçekte dünya hakkında herhangi bir yargı dile getirmedikleri halde bildirim kipiyle kurulmuş, gerçekten var olan herhangi bir göndergesi olmayan ve dolayısıyla anlamlı da olmayan dilsel ifadeler olduklarını savunmaktadırlar.
(Altınörs,2000)
[İng. verifiability, Fr. vérifiabilite]
Mantıkçı-pozitivizm de, bir dilsel ifadenin anlamlı olabilmesinin koşulu. Buna göre, deneysel olarak doğrulanamayan (yani, mantıksal bir doğruluk değeri verilemeyen) tümceler, sahte-önermelerdir.
(Altınörs,2000)
[ oratlo obliqua]
Frege ’nin — “dolaysız konuşma” kavramıyla karşıtlık içinde verdiği - tanımıyla, içinde bir başkasının sözcesinin aktarıldığı, bir terimin tanımlandığı ya da sadece anıldığı tümceler. Örneğin “Wittgenstein, ‘dil oyunları’ ile, gündelik dilde yer alan ve bilişi aktarma dışında kullanılan bir takım formlarını kasteder” tümcesi, “dil oyunları” kavramı hakkında bir dolaylı konuşmadır.
(Altınörs,2000)
[ oratio recta]
Frege ’deki — “dolaysız konuşma” kavramıyla karşılıklı - tanımıyla, bir olgu durumu, bir nesne ya da kavrama doğru dan göndermede bulunan tümceler. “Ankara, Türkiye’nin başkentidir” tümcesi, doğrudan konuşmaya örnektir.
(Altınörs,2000)
(Alm. Transformation, Umformung, Fr. transformation, İng. transformation.).
Bir tümcenin derin yapısından yüzeysel yapısına geçilmesini sağlayan kural ve bu kuralın uygulanmasıyla ortaya çıkan süreç. Belli bir dizimsel yapısı olan bir dizilişe uygulanan dönüşüm kuralı, türev sayılan dizimsel bir yapısı olan yeni bir diziliş elde etmeyi sağlar. Böyle bir kuralın uygulanması sonucu katma, silme, değiştiri, değiştirim işlemleri gerçekleşir.
Dönüşüm, tümcenin üretiliş sürecinde bir aşamadır. Bir dilbilgisi üretici olmadan da dönüşümlere yer verebilir (dönüşümsel dilbilgisi). Örneğin Z. S. Harris’in dilbilgisi böyledir. Dönüşüm bu anlayışta, bir bölümü özdeş birimler içeren iki tümce ya da yapı arasındaki bağıntıyı belirtir (örn. kimi etken ve edilgen tümceler arasındaki bağıntı). Salt üretici nitelikli dilbilgileri de vardır (dizimsel dilbilgileri). Bunlarda derin yapı ele alınmadan yüzeysel yapı üretilir. Böylece dolaysız kurucuların biçimselleştirilmesiyle yetinilmiş olur. N. Chomsky’nin dilbilgisiyse, hem üretici hem de dönüşümseldir.
(Alm.Transformationsgrammatik,,Fr.grammairetransformationnelle,İng.transformational grammar).
Çeşitli tümce türleri arasındaki eşdeğerlik ilişkilerini ortaya koyacak kurallar saptayarak tümceleri açık seçik işlemler aracılığıyla betimleyen dilbilgisi.
[ emotional expression, Fr. expression ‘motionelle]
Bir nesne, olay ya da kişi hakkında duygu-tutum belirten yargıların genel adı.
(Altınörs,2000)
(Alm. Denotation, Fr. dénotation, ing. denotation).
1. Bir gösterenin göstenlerini oluşturan kavramın kaplamı, gösterenin belirttiği nesneler sınıfı.
2. Yananlama karşıt olarak, bir birimin mantıksal, bilişsel, nesnel anlamı. Bilimsel söylemde düzanlam, yazınsal söylemde yananlam egemendir.
(Alm. Metonymie, Fr. dénotion, İng. metonymy).
Eğretilemeye karşı, tümcede dizimsel bir bağıntı ya da yuvadaki düzleminde yan yana bulunan öğelere sahiptir. benzetme yaptırmaktan sonuç çıkarmak, kapsadığıan, bütünün parçası, genelin özel, somut adın soyut kavram. Tüm kentte oturanlar yerine, bir kadeh dolusu içmek yerine bir kadeh içmek, vb. denilmesi düzdeğişmece yapılmış olur.
[düzenleyici kurallar, Fr. régles normatives]
Searle 'e göre, söz ed egemen yönetmen yönetmeni kurallar. Searle, düzenleyici kurallar, kurallar kurallara göre varlıklar. Nezaket kuralları, düzenleyici kurallar.
(Altınörs, 2000)
[İng. ve Fr. tabir]
Austin 'in edimleri sınıflamasında, edimsöz ve etkisöz edimlerinden ayırdığı düzsöz ediminin ürünü. Austin düzsözü, bir şey söyleme ediminin ürünü olarak tanımlanacak.
(Altınörs, 2000)
Dilbilgisine uygun ve bir sözlükle ilgili dilin edimsöz ve etkisöze olanıt olarak dililmemiş olgulardan soyutlanmış söz.
[ihtiyati hareket, Fr. actelocutoire]
Austin 'de edimsöz edimi ve editörlerden ediminden ayrıldı ve yalın olarak bir şey söyleme edimi olarak tanımladığı edim türü. Austin, bu edimin üç alt-edimden oluşmasını belirtiyorsanız: seslendirme edimi, dillendirme edimi ve anlamlandırma edimi. Ardılı olan ve Austin'in çözümlemelerini temel alan bir kuram oluşturan Searle, Austin'in bu kategorisine yer vermiyor.
(Altınörs, 2000)
(Alm. Performanz, Fr. performance, İng. performance,).
Üretici-dönüşümsel dilbilgisi anlayışında edimin konuşucularca dilin kullanımı sırasında gerçekleştirilmesi. Chomsky’deki edim kavramı, bellek, dikkat, vb. etkenlerin koşullandırdığı, kimi yönlerden F. de Saussure’ün söz kavramını anımsatan, konuşan bireylerdeki dilsel yeteneğin kullanılmasıyla ortaya çıkan olguyu belirtir.
(Alm. Pragmatik, Fr. pragmatique, İng. pragmatics).
Özellikle mantıksal kökenli kuramlarda (Ch. W. Morris, R. Carnap, J. L. Austin, J. R. Searle) dilsel göstergelerin birleşim kurallarını inceleyen sözdizimle, bunların göndergelerle ilişkisini sağlayan anlambilime karşıt olarak, bildirişim durumu içindeki konuşucuların göstergeleri kullanmasını, bu edime eşlik eden çeşitli olguları (güdülenme, tepki, etkileşim, vb.) inceleyen dal.
……………………..
Edimbilim ve işlevci yaklaşım, dili, salt dil kapsamında kalarak ele almaz, dille dünya arasındaki, dille gerçek yaşam ve amaçlarımız arasındaki bağları araştırır. Bu bağlamda, mesaj ileten ile alıcının yorumu üzerinde anlam kazanır.
Dili, kendi başına bir bütünlük olarak görmez, konuşmanın, mesaj aktarmanın gerisindeki etmenlere de ulaşır. Böylece, dilin sadece simgesel yapısı ile değil, iletişim ortamındaki bağlamsal işlevi edimbilimin çalışma alanı kapsamındadır.
(Altun, )
(Alm. performativ, Fr. performatif İng. performative,).
Konuşucunun sözüyle sözün içerdiği eylemin aynı anda gerçekleşmesi durumunda, oluşturulan sözceyi, kullanılan eylemi nitelendirmek için kullanılır. (Gerçekleştirici de denir.) J. L. Austin’den kaynaklanan bu kavram edimle özdeşleşen sözceleri, özel koşullar içinde, belli bir yerde, belli bir tarihte gerçekleşen eylemleri belirtir. Toplantıyı açıyorum diyen bir başkan bu sözü söylediği sırada, sözün belirttiği eylemi de gerçekleştirir.
………………
Austin'de, kişinin sözcelerken, bir şey söyleyip bir şey bildirmekten çok, bir şey yaptığı tümceler. Örneğin, "Sizi karı koca ilan ediyorum", "Bu gemiye 'Queen Elizabeth' adını veriyorum" böyle tümcelerdir. Böyle tümcelerin doğruluğundan ya da yanlışlığından söz edilemez; yerindeliğinden ya da yersizliğinden söz edilebilir. Searle'de, "Söz, yarın geliyorum" gibi, kişinin bulunduğu edimsöz edimini açıkça ortaya koyduğu tümceler.
(Aysever, 1994)
Edimsel anlam, konuşucu ve alıcının belli bir bağlam - ikisinin ayrı bağlamları da olabilir- içerisinde ürettiği ya da algıladığı sözcede ortaya çıkar. ‘Pazar akşamı Gima’nın önünde buluşalım” gibi bir sözcede üç tür anlamdan söz edilebilir:
1. Anlam: Sözcede, sözceleme durumu, bağlam, konuşucu ve alıcının, üzerine bir şeyin bilinmediği, salt sözcüklerin kendi aralarındaki ilişkileriyle ortaya çıkan dilbilimsel anlamdır.
2. Anlam: Sözcedeki her iki sözcüğün, önce konuşucunun, sonra da alıcının zihninde tam anlamıyla tanımlanmasıyla, açımlamalar yoluyla belirginleşen anlamdır. Örneğin: /Ben, Alpaslan Demir, sen Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünden arkadaşım Cem Kaba, ikimiz, 2000 yılının Temmuz ayının on dördü olan yarınki cuma günü akşamı, Ankara’da Kızılay’daki Gima’nın önünde buluşalım/.
3. Anlam: 2. anlama dilek, emir, söz verme gibi edimsöz değerlerinin eklenmesiyle oluşan anlamdır. Yukarıdaki sözcede, dilek ve söz verme gibi edimsöz değerleri hemen göze çarpmaktadır.
(Kıran,2002:21)
[ performative prefix, Fr. préfixe performative]
Belirtik edimsel sözcelemlerin başında yer alan “sana söz veriyorum ki...”, “garanti ederim ki...”, “bahse girerim ki...” gibi dilsel formlar.
(Altınörs,2000)
[ illocutionary act, Fr. acte illocutoire]
Austin How to do Things with Words’te, söz edimlerini üç grupta incelemektedir:
düzsöz edimi | edimsöz edimi | etkisöz edimi |
Austin’in “bir şey söyleme ediminin tersine, bir şey söylerken gerçekleştirilmiş olan edim” biçiminde tanımladığı söz edimi. Örneğin, “yağmur yağacağına dair seninle bahse girerim” diyerek bir bahse girme edimi gerçekleştirilmektedir. Austin, edimsöz gücü taşıyan fiilleri de beş gruba ayırarak sınıflandırmaktadır. Ardılı olan Searle de, sadece iki grubun adını değiştirerek Austin’in sınıflamasını kullanmaktadır.
[İng. illocutionary point, Fr. objectif illocutoire]
Searle’ün Speech Acts’teki tanımıyla, bir edimsöz ediminin belirli bir tür edimsöz edimi olmasından kaynaklanan hedefi. Örneğin, emir vermenin edimsöz ereği, edimi gerçekleştiren kişinin, sözcelemini yönelttiği kimseye buyurduğu şeyi yaptırmaya çalışmaktır.
(Altınörs,2000)
Searle'de, bir edimsöz ediminin, belli bir tür edimsöz edimi olmasından kaynaklanan hedefi. Örneğin, bir şey yapmağa söz vermenin edimsöz ereği, K'ya o şeyi yapma yükümlülüğünü yüklemek; bildirimde bulunmanın edimsöz ereği, şeylerin nasıl olduğunu anlatmak; emir vermeninki ise, D'ye birşey yaptırmağa çalışmaktır.
(Aysever, 1994)
[ illocutionary force, Fr.force illocutoire]
Austin’e göre, bir sözcelemin kullanımı aracılığıyla üretilebilecek olan edimsöz edimi, o sözcelemin anlam ve göndergesinden farklı bir öğe olarak, onun edimsöz gücüdür.
(Altınörs,2000)
[ İng.illocutionary affects, Fr. conséquen ces illocutoires]
Austin’e göre, bir edimsöz ediminin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiş olması için sağlaması gereken koşullar. Bu üç koşul şunlardır:
a) Kavramanın gerçekleşmesi, |
b) Etkisini gösterme, |
c) Gerekli tepki ya da davranışın gösterilmesi. |
(Altınörs,2000)
(mode of achievement):
Searle 'de, bir edimsöz ereğine ulaşmak için ortada olması gereken koşullar ya da başvurulan yol. Örneğin, K, emir vermenin edimsöz ereğine, ancak, D üzerindeki otoritesine başvurarak ulaşabilir.
(Aysever, 1994)
(degree of strenght of the illocutionary point):
Searle 'de, aynı türe giren iki edimsöz ediminin ereğine farklı şiddet dereceleriyle ulaşılabilir. Örneğin, rica ile ısrarın edimsöz ereği aynıdır: İkisinde de K, D'ye bir şey yaptırma çabası içerisindedir. Ancak, ısrar eden K'nın D'ye o şeyi yaptırma çabası, rica eden K'nınkinden daha güçlüdür.
(Aysever, 1994)
(illocutionary verb):
Sözcelenen tümcede, tümcenin taşıdığı edimsöz gücünü gösteren dilsel anlatım. Örneğin, "Geleceğime söz veriyorum" tümcesinde geçen 'söz veriyorum' anlatımı böyle bir anlatımdır.
(Aysever, 1994)
(Alm. Kompetenz, Fr. compétence, İng. competence).
Üretici dönüşümsel dilbilgisinde konuşucu dinleyicilerin edinmiş oldukları, daha önce hiç duyup söylemedikleri tümceleri de kapsayan sonsuz sayıda tümce oluşturup anlamalarını sağlayan dilsel bilgi. Bir üretim ve yorum düzeneği olan edinç, “dilbilgisi” denen açık seçik kuralların oluşturduğu bir düzendir. Edim, edincin gerçekleşme düzlemidir. N. Chomsky’nin ortaya attığı edinç kavramı, üretici süreçler dizgesi niteliği taşımasıyla kimi yönlerden benzediği F. De Saussure ’ün dil kavramından ayrılır.
(Alm. Metapher, Fr. métaphore ,İng. metaphor).
Düzdeğişmeceye karşıt olarak, dizisel bağıntılar düzleminde. ortak anlambirimcikler kapsadıklarından aralarında eşdeğerlik ilişkisi kurulan anlamlı öğelerden birini öbürü yerine ve karşılaştırma yapılmasını sağlayan sözcükleri (örn. gibi) kaldırarak kullanma sonucu oluşan değişmece. Örneğin yaşamın ilkbaharı sözünde “gençlik” çağını belirten ilkbahar eğretileme ürünüdür.
(Alm. Ellipse)
Bir cümlenin anlam bütünlüğüne zarar vermeksizin bir kelimesini bilerek ya da farkına varmadan eksik bırakmak. Çoşkulu anlatımda, duyguları doğrudan dışa vurma eğiliminde sık sık ortaya çıkar.
(Aytaç,1999)
[ principle of least effort, Fr. principe du moindre effort]
Dilde bulunduğu varsayılan, anlatılmak istenen şeyin en az sayıda sözcük ile ve dolayısıyla en az çaba ile dile getirildiği biçimindeki ilke. Ses benzeşmeleri, hece yutma, eksilti gibi durumlar, bu ilkenin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
(Altınörs,2000)
(Alm. Motto)
Bir metnin, bir eserin başına konmuş ekseriya edebi bir metinden alıntı ya da özdeyiş.
(Aytaç,1999)
(Alm. Epik)
Anlatı türlerinin (destan, roman, hikaye, masal,fabl. idil, novel vb.) toplam sınıfı. İnsanın iç ve dış dünyasını bir anlatıcının bakış açısından ve olmuş bitmiş şeyler olarak dile getirme sanatı.
(Aytaç,1999)
(Alm. Synchronische, Sprachwissenschaft, Fr. linguistique synchronique, İng. synchronic linguislics).
Bir dilin belli bir evresindeki, bir sürem dilimi içindeki durumunu. evrim etkenini göz önünde bulundurmadan ele alan inceleme. Eşsüremli dilbilim XX. yüzyılda dil araştırmalarına yön veren ilkeler getirmiş, yapısal yaklaşımı ve iç inceleme kuralını egemen kılan dil böylece belli bir anda sunduğu durum ya da yapı çerçevesindeki işleyişi açısından, dış etkenlere yer verilmeden betimlenmiştir. Eşsüremli dilbilimin en büyük öncüsü F. de Saussure’dür.
Austin ile Searle 'de, K'nın, bir tümce sözcelerken bilerek ya da bilmeden yerine getirdiği, D'nin duygu ve düşüncelerini etkileme edimi. Örneğin, "Dikkat, köpek var" tümcesini sözcelerken, K, bilerek ya da bilmeden D'yi korkutabilir. Burada korkutma edimi, bir etkisöz edimidir.
(Aysever, 1994)
(Alm. Fragment; Lat. Parça anl.)
Yarımkalmış, tamamlanamamış ya da yazarı tarafından bilinçli olarak tamamlanmayıp o biçimde, yani yarım yaratılmış eser. Özellikle Romantizmin sanat felsefesine çok uygun düşen fragman tarzı, düşüncenin sonsuzluğu karşısında duyuların yetersizliği ilkesine dayanıyordu.
(Aytaç,1999)
(Alm. aligemeine Grammatik, Fr. grammaire génèrale, İng. general grammar).
Bütün dillerde geçerli ilkeleri ortaya koymaya yönelik, özellikle XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, düşünce yasalarından kaynaklandığı öne sürülen dilin niteliği üstüne varsayımlar oluşturan akım. XVII. yüzyılda, Port-Royal ’in mantıksal genel dilbilgisi anlayışı egemen olmuş, düşünceyi yansıttığı varsayılan dilin çeşitli gerçekleşmelerinin evrensel mantık yasalarına uygun olduğu savunulmuştur. Günümüzde N. Chomsky genel dilbilgisini, üretici dilbilgilerinin ilk örneği saymaktadır.
(Alm. allgemeine Sprachwissenschaft, Fr. linguistique génèrale, İng. general linguistics).
Dilleri bir bütün olarak ele alıp ortak özelliklerini, işleyiş ve evrim koşullarını araştıran, dil olaylarının genel görünümlerinin yanı sıra, bu olaya uygulanan temel kavramları, kuramları, yöntemleri, vb. irdeleyen, elde edilen bütün verilerin bireşimini yapmayı amaçlayan inceleme.
(Alm. .Referent, Fr. Référent, Ing. referent).
Bir göstergenin belirttiği gerçek ya da düşsel nesne ya da varlık; göndermede bulunduğu bağlam ya da durum. Gönderge, göstergenin içerdiği gösterilen ve gösteren ikilisinin birinci teriminden titizlikle ayrılmalıdır. Örneğin sabah yıldızı ve akşam yıldızı deyimleri ayrı gösterilenler (anlamlar) içermekle birlikte aynı göndergeyi (Venüs gezegenini) belirtirler (0. Frege). Çeviriyazıda -örneğin yıldız göstergesiyle ilgili olarak- şu türlü ayrımlar benimsenebilir: Gösteren: [yıldız], gösterilen “yıldız”, gönderge :YILDIZ
…….
Betimleyici bir tümcenin resmettiği varlık. Örneğin “Türkiye ‘nin 8. Cumhurbaşkanı Isparta’lıdır” tümcesinin göndergesi Süleyman Demirel’dir.
(Altınörs,2000)
Bir tümcenin anlamını, onun göndergesi olarak açıklamayı deneyen öğreti. İlk kez Frege tarafından tematize edilmiş olan bu görüş, tüm neo-pozitivistlerce benimsenerek savunulmuştur. Böylece, II. Dünya Savaşı’na kadar yaygın kabul görmüş bir yanılgı sonucu, herhangi bir göndergesi olmayan tümceler anlamdan yoksun sayılmıştır.
Sözgelimi, Wittgenstein’ın Tractatus’ta işlediği tasarımcı anlam görüşü, göndergeci bir yaklaşımdır. Bu kuram, bildirim türündeki doğrulanabilir tümceler için büyük oranda açıklayıcı bir anlam kuramı olmakla birlikte, doğrulama ilkesine kayıtsız olan edimsel sözcelemler için benzeri bir açıklama gücünden yoksundur. Bir başka deyişle, belirli bir göndergesi olmadığı halde anlamlı olan tümceler vardır.
(Altınörs,2000)
…………..
Gönderim: Konuşmacı veya yazarın, karşısındaki okur veya dinleyiciye mesajını iletmedeki kullandığı gönderimler ...
Sürekli pipo içmesi ile tanınan bir için
Bay Pipo!
Gönderimde gerçeklik-anlam ilişkisi
Ben Napolyon'un babasıyım!
(Altun)
[İng. referans yasası, Fr. acte référantielle]
Searle 'ün Speech Acts'te tanımlandığı, bir gönerme edemiyor. Gönderme edimi, bir nesneye ya da kişiye gönderme yapmaktan ibarettir.
[İng. atıfta bulunmak, Fr. Referer]
Dış dünyadaki birliğin [belirtme] belirtmek.
[imzalayıcı]
Göstergebilimin olanağından söz eden İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure , bir dil göstergesinin on iki öğeden oluştuğunu belirtmektedir: gosteren gösterilen ettik. Bir değerün göstereni, onun dünyadaki nesne üzerinde kalan işitsel öğedir. Çünkü, 'ağaç' sözcüğü nünlenmei ağaç imgesi ya da idesiyle, göstereni 'a! Ğ! A! Ç' sesleridir.
(Altınörs, 2000)
(Alm. Zelehen, Fr. signe, İng. Işareti).
Genel olarak bir bakışta birleşik olmakla ilgili her şey nesne, olabilir ya da olgu; özel olarak, birleşik birleşme ile ilgili birimdir, (im de denir).
Dil bir göstergeler dizgesidir: F. de Saussurebir ünite belirtisi olan ifade göstergesi, birleşik birleşme, birleşme, birleşme, birleşme, geri dönüş ve satın alma, hem de saymaca olmasıyla ayrılır. Göstergenin öğelerini (bağlama ve bağlama) birleştiren bağ doğal değildir, buyrultusal ya da nedensizdir ve saymacadır. Yansımalar bile toplumdan topluma sahn. Göstergeler, görselleştirilmesi gereken kelimeler. Öte yandan, gösterge ayrımsal niteliklidir; hem içeri, hem de düzleminde bağlanır.
(Alm. Semiologie, Semiotik, Fr. sémiologie, sémiotique , İng. semiology, semiotics )
1. Toplum yaşamı içinde ele alınan gösterge dizgelerini inceleyen dal.
2. Anlamlamayı ele alan dal.
Göstergebilimin iki öncüsü vardır: Mantıkçı Ch. S. Peirce (anlamlama göstergebilimi) ve F. de Saussure (toplumsal göstergebilim). Peirce’e göre mantık, göstergebilimin bir başka adıdır. Saussure’ün öngördüğü incelemeyse toplumsal niteliklidir ve göstergelerin toplum içindeki yaşamını ele almayı amaçlar.
Bu iki öncüden sonra ve onların özelliklerine uygun olarak bu iki doğrultu izlenecek, karma nitelikli yaklaşımlara da rastlanacaktır. Mantıkla dil arasındaki çeşitli bağıntıları inceleyenler göstergebilimden bilimsel bilgiye ulaşılmasını sağlayacak üstdiller, kavramsal simge dizgeleri oluşturmasını beklerler.
Ch. Morris, göstergebilim içinde üç bölüm ayırt eder:
Göstergelerle konuşan bireyler arasındaki ilişkiyi inceleyen edimsel bölüm, |
göstergelerle gösterilen nesneler arasındaki bağıntıyı ele alan anlamsal bölüm, |
göstergelerin kendi aralarındaki biçimsel bağıntılar üstüne eğilen sözdizim. |
Özellikle yapısal dilbilim, dilin gösterge dizgeleri içindeki yerini belirlemeye çalışmıştır. L. Hjelmslev, göstergesel alanı, dile benzer bir yapıyla karşılaşılan tüm düzlemleri kucaklayan salt nitelikli bir bütün olarak yorumlamıştır. Ona göre göstergebilim, konudili bilimsel olmayan bir dil, bir üstdildir. Konudillerini göstergebilimlerin oluşturduğu bilimsel bir üstdil bir üstgöstergebilimle özdeşleşir. Yöntemlerin, yorum biçimlerinin çeşitliliği birlik sağlanmasını engellemektedir. Bu durum genellikle bildirişim kavramının değişik yönlerde yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, kimi göstergebilimciler bilinçli ve amaçlı bildirişim olgusunun sınırları içinde kalırken (E. Buyssens, G. Mounin, L. Prieto, J. Martinet) kimileri (R. Barthes) toplumsal yaşamın sunduğu çok geniş olgular bütününü, bildirişim amacı içermemekle birlikte anlam taşımaları, anlamlama eylemine konu olmaları bakımından göstergebilime bağlamışlardır.
A.-J. Greimas (Paris Göstergebilim Okulu) da olguları geniş bir açıdan değerlendirmiş, göstergebilimi, hem dünyanın insan, hem de insanın insan için taşıdığı anlamı araştıran dal olarak yorumlamıştır. Burada göstergebilim, dilbilimle (yapısal dilbilim) mantıktan yararlanarak yöntemsel önerilerde bulunan, yorumlama örnekleri sunan bir üstbilim niteliği taşır. Onun için de, somut gerçekliklere değil, soyut içeriklere, temci anlamsal düzeneğe, anlamlamaya, anlamlama dizgelerine yönelir. Bu nedenle.özgül anlamlama dizgeleri olan doğal dilleri de kapsamına alır.
Ayrıca, dilsel gösterge düzenleri (dili kullanan yazınsal, söylensel, dinsel, tarihsel, bilimsel, vb. söylemler) gibi, dilsel olmayan anlamlama düzenleri (resim, mimarlık, müzik, moda, vb.) de onun alanına girer,
Sonuç olarak, çeşitli göstergebilim akımları, toplumsal yaşamın ürünü olan, dilsel ya da dildışı gösterge dizgelerini, doğal dillerin dışında kalan gösterge dizgeleriyle, yazınsal dil gibi doğal dilden türeme ikincil dilleri, anlamlamayı inceler, anlamsal etkinliğe ilişkin kavramsal simge dizgeleri, üstdiller tasarlar. Greimas göstergebilimi mantıksal çerçeveyi aşarak, özellikle J.Petitot aracılığıyla matematiksel örnekçelere yönelmeye, bu arada matematikçi R.Thom’un altüstoluşlar kuramından yararlanmaya başlamıştır.
(Alm. Sign Fr. sign İng. Sign)
Göstergenin kavramsal yönü; gösterenle birleşerek göstergeyi oluşturan içerik. Örneğin yıldız göstergesinin gösterenleri “yıldız”dır. F. de Saussure’ün ortaya koyduğu biçimiyle gösterilenin gösterenle zorunlu, doğal hiçbir iç bağıntısı yoktur; bunlar arasındaki bağ nedensiz ve saymacadır.
[Fr. arbitraire du signe]
Saussure 'ün Cours de Linguistique Generale adlı yapıtında , "gösteren ile gösterilen arasında zorunlu bir bağ yoktur" sözleriyle tanımladığı göstergebilim ilkesi. Saussure, bu ilkenin varlığını, aynı gösterilenin (örneğin "ağaç" imgesi) farklı dillerde farklı gösterenler aracılığıyla (örneğin Lâtince'de arbor , Fransızca'da arbre, İngilizce'de tree) temsil edilmesiyle açıklamaktadır
(Altınörs,2000)
(mode of designation)
Frege 'de, bir adın göndermede bulunduğu nesne ya da varlığı sunuş tarzı. Örneğin, 'akşamyıldızı' ile 'çobanyıldızı' adlarının ikisi de Venüs gezegenine gönderme yapar. Ama, anlamları farklıdır. Çünkü Venüs gezegenini iki farklı yolla sunarlar.
(Aysever, 1994)
……………
Gösterim (Deixis): Anlamın fiziksel ortama bağlı olma durumu (Örn. o, orada, şu, şurada)
Kişi Gösterimi:
Şu gelen o mu?
Yer Gösterimi:
Orada tüm yemekler bedavaydı.
Zaman Gösterimi:
45 dakika içersinde dönerim!
(Altun, )
(constatives)
Austin'de, edimsel tümcelerden farklı olarak, doğruluğundan ya da yanlışlığından söz edebildiğimiz tümceler. Örneğin, "Kitap masanın üzerinde duruyor" tümcesi böyle bir tümcedir.
(Aysever, 1994)
Sözcüklerin düz ya da sözlük anlamlan ile kullanıldıkları, gündelik yaşamın sürdürülmesine ve insanların arasında iletişimin kurulmasına yarayan dil. Gündelik dil belli bir insan öbeğince kullanılan alan dilleri ya da argolardan ayrı olarak herkesçe bilinmekte ve anlaşılmaktadır.
Gündelik dil felsefesi ise dil felsefesinin, felsefenin tüm sorunlarının gündelik dilin sınırları içinde kalınarak çözülebileceğini savunan koludur.
1940’ların ortasından 1960’ların başına kadar özellikle İngilizce konuşulan felsefe dünyasında başat bir yaklaşım olan gündelik dil felsefesine Wittgenstein’ın Felsefece Soruşturmalar’ı kaynaklık etmiş, bu anlayış Arthur John Wisdom, Gilbert Ryle ve J. L. Austin tarafından geliştirilmiştir.
Gündelik dil felsefesi, Wittgenstein’ın uslamlamalarını arkasına alarak, bütün felsefe sorunlarının gündelik dilin yanlış kullanımından kaynaklandığını savunur. Gündelik dil felsefesi doğruluğun ya da hakikatin peşine düşmemiştir, tersine doğruluğun gündelik yaşamda nasıl işlediği ile ilgilenmiştir. Eğer bir doğruluk kuramı doğruluğun gündelik kullanımı ile uyuşmuyorsa yapılan doğruluk çözümlemesi ve soruşturmasında yanlışlar var demektir. Bu nedenle yapılacak herhangi bir kavramsal çözümleme, işe önce o kavramın gündelik dildeki kullanımından başlamalıdır; böylelikle metafizik sorunlarla boğuşan bir felsefe dilinden arınılmış olunur.
Felsefe Sözlüğü
Searle 'de, başarılı bir edimsöz ediminde bulunan K, yerine getirdiği edimsöz ediminin önerme içeriği ile ilgili bir duygu ya da tutumunu da dışavurur. Örneğin, P olduğu bildiriminde bulunan K, P olduğu inancını; P yapmağa söz veren K, P yapma niyetini; P yapılmasını emreden K, P yapılması isteğini dışavurur.
(Aysever, 1994)
(degree of strenght of the sincerity condition)
Searle 'de, zaman zaman, aynı duygu ya da tutum farklı şiddet dereceleriyle dışavurulabilir. Örneğin, P yapılmasını rica eden de P yapılması için yalvaran da P yapılması arzusunu dışavurur. Ancak, P yapılması için yalvaran K'nın dışavurduğu arzu, P yapılmasını rica eden K'nın dışavurduğu arzudan daha güçlüdür.
(Aysever, 1994)
[İng. idealist approach, Fr. approche idéaliste]
Locke 'ın İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme adlı yapıtında savunduğu anlam görüşü. Locke bu yapıtında özellikle sözcüklerin anlamlılığı olgusu üzerinde durmaktadır. Ona göre sözcükler, zihinde bulunan idelerin iletişim etkinliğinde bulunmayı sağlayan dilsel karşılıklarıdır. Locke bu yaklaşımında anlam sorununun iletişim ile bağlantısını görmüş olduğu halde, sözcük atomculuğu düzeyinde kalmakta ve açık- lama gücü yetersiz bir anlam kuramı sunmaktadır.
(Altınörs,2000)
(Lât.)
Bir şeyin yine kendisi aracılığıyla açıklandığı tümceleri belirten terim. Bunlar zaten öznenin içleminde yer alan niteliğin dile getirilmesinden ibaret olan, yeni bir bilgi vermeyen eşsözlerdir. Örneğin "Zeytinyağı bir yağ türüdür" tümcesi böyle bir ifadedir.
(Altınörs,2000)
[İng. ve Fr. expression]
Jest ve mimiklerden sözcelemlere kadar geniş bir kaplamı olan bu terim, bir iletide bulunmak için kullanılan her türlü aracı belirtir.
(Altınörs,2000)
(Alm. Funktion, Fr. fonction, İng.function,).
1. Dilin, dil birimlerinin dış dünya, düşünce, konuşan bireyler. vb. açısından yerine getirdiği, üstlendiği iş; dilin, dil birimlerinin belli bir amaçla kullanılışı. (‘Görev de denir.) Çeşitli kuramcılar dilin işlevi üstünde durmuşlar, bunun türlerini belirlemeye çalışmışlardır.
A. Martinet ’ye ve genellikle de işlevselcilere göre dilin birincil işlevi bildirişimi sağlamaktır; bu işlev, gösterim ya da gönderge işlevine yakından bağlıdır. Gösterim işlevi, sözü edilen olgunun, dil dışında yer alan gerçeğin gösterilmesiyle ortaya çıkar. Ruhbilimci K. Bühler’in saptamalarına göre anlatımsallık işlevi, konuşucunun söz ettiği olgu karşısındaki düşünsel ya da duygusal tutumuna ilişkindir. Çağrı işleviyse, dinleyiciye dönüktür. R. Jakobson, buraya değin anılanlar dışında üç işlev daha ayırt eder: İlişki işlevi, üstdil işlevi, yazın işlevi.
Bunlardan birincisi tuzu konuşucuyla dinleyici erişimi ilişkiye, ikincisi oluşturan düzgüye, üçüncüsü doğrudan doğruya sentez. Kimi çalıştırmacı dilbilimcilere bakış, dilin halinde incelemek için kullanışınız var. Bak. anlatımsallık çağrı yürütme, geri alma, üstdilleme.
2. Bir bütüncede bir dil biriminin öbürlenmesiyle ilgili koşulların yerine getirilmesi iş, görev.
(Alm. Funktionsanalyse)
P.Bürger'in edebiyat sosyolojisine getirdiği bir terim. Edebiyatın belli bir toplumdaki bulutlu ve çalışmak değişimini araştırmaya dayanır.
(Aytaç, 1999)
(Alm.funktionelle Linguistik, Fr. linguistique fonctionelle)
Dilbilgisi ve dilbilgisi ile dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi, dilbilgisi. (Görevsel dilbilim de denir.) F. de Saussure 'le Prag Dilbilim Çevresi nin uzantısının bulunduğu alanın dilbilimde çalışmaların yönüneşme noktadır.
Onun araç gibi doğal dilin de insan toplulukları vardır. İşlevsel dilbilimin kuramsal temelini bu kavram oluşturur. Sıkıştırmalar ve Eşitlik ( İngilizce), Almanca, İngilizce, Almanca, İngilizce, Almanca, İngilizce, Almanca, İngilizce, Fransızca Houdebine, J.P. Goudaillier, D. François, J. Martinet, P. Martin), birbirinden bağımsız olarak değiştirilmesinin değiştirilemez hale getirilmesi: Anlambirimler ve sesbirimler. Dil çift eklemli ve sesli termileştirme aracılaştırmak. Kullanımel kurallar, kurallar, kurallar, kurallar, kurallar, işgörenler, işgörenler, görev dizileri. Dilbilgisi, yeni değerlerin çok olmasıyla sonuçlanır. bir zorunluk sayılır.
Güçlü bir toplumsal yaklaşımla da belirlenen işlevsel dilbilim, dilin kendi içinde ve kendisi bakımından incelenmesi ilkesinin, toplumla ve dil dışı somut durumla bağıntıları göz önünde tutularak ele alınmasını engellemediği görüşünü de içerir. “Olgulara saygı’ ilkesini benimseyen ve ‘gerçekçi” bir yapısalcılık yanlısı olan çağdaş işlevselciler, kimilerince katı bir karşıtlığa indirgenen eşsürem / artsürem ayrımını da yumuşatarak devimsel eşsürem kavramı aracılığıyla bir dil durumunun içerdiği çeşitliliği, tözü de göz önünde tutarak saptamaya önem vermektedirler.
(Alm. Bildfeld)
Eğretileme (mecaz) ve eğretileme bi leşiklerinin alışılmış dilsel ve edeni, açık ve çeşitlemeli imge grupları na ait olması. Odak eğretilemeler demek olan karmaşık imge alanları nın anlamı ve anlam tarihi çoğunlukla., insanın dünyayı ve kendini al gılayışının toplum ve kültür tarihi temelleridir.
(Aytaç,1999)
İzlek, motiften daha geniş bir birimdir İzlekten, bir yapıtm etrafında kurulduğu temel duşünce anlaşılmalıdır. Örneğin W. Shakespeare’in Othello adlı yapıtının temel izleği /kıskançlık/tır Ancak bir yapıtı tek bir izleğe indirgemek haksızlık olur Buna karşılık, yazınsal düzlemde, aynı izlekten farklı biçimleri (roman şiir, öykü vb ) karşılaştırmak amacıyla, bir araya getirmek ilginç olabilir. Kimi zaman motif ile izlek arasındaki sının belirlemek çok zordur. Bu iki kavramın birbirine eklemlendiği de olur: Örneğin, D. Defoe’nun Robinson Crusoe’sundan sonra aynı izleği ele alan pek çok roman yazılmıştır Issız bir adada hayatta kalma uğraşı veren kazazedeler. Bu roman damarı pek çok zorunlu motif içerir /kendini savunma! /yalnızlık/ /yerlerin tanınması!, /ilk ateş/, /barınak aranması! vb...
(Kıran, 2002: 251)
(Fr. ékriture féminine)
Fransız feminist kuramında, erkeksi üslüptan farklı olduğu savunulan kadınsı yazma tarzı, ki kadın yazarların eğilimli olduğu konulardan çok onların dil ve ifade tarzında, psikanaliz görüşlere dayanarak, başkalık görür.
(Aytaç,1999)
(Alm. Begriff Fr. concept, notion, İng. concept, notion).
Ortak özellikler taşıyan bir dizi olgu, varlık ya da nesneye ilişkin genel nitelikli bir anlam içeren, değişik deneyimlere uygun düşen, dilsel kökenli her türlü tasarım, düşünü, imge; bir nesne, varlık ya da oluşun anlıksal imgesi; gösterilen.
(Alm. Semasiologie, Fr. sémasiologie, Ing. semasiology).
Anlatımdan, adlardan, gösterenlerden kalkarak bunların belirttiği kavramları, gösterilenleri inceleyen anlambilimsel araştırma. Bak. adbilim.
(Alm. Semantem, Fr. sémantème İng. semanteme).
Özgül anlambirimcikler bütünü (B. Pottier). Sınıfbirim ve gücülbirimden ayrı olarak, sürekli ve özgül nitelik taşıyan anlambirimcikler bütünü.
[İng. conceptualism; Fr. conceptualisme; Alm. konzeptualismus]
Tümellerin gerçek anlamda bir varlıkları olmadığını ve tümellerin yerine getirdikleri varsayılan sınıflandırma işlevinin gerçekte zihindeki kavramlar tarafından gerçekleştirilmekte olduğunu savlayan; ana öğretisi “tümeller zihinde varolan kavramlardan, bilinç, tasarımlarından ibarettir” biçiminde özetlenebilecek felsefe öğretisi.
Felsefe Sözlüğü
(Alm. Begr Fr. champ conceptuel, champ notionnel, İng. conceptualfield).
Bir sözlüksel alanda anlatımını bulan anlamsal alanın dış gerçeklik düzlemindeki kavramsal karşılığı. Birçok dilbilimci gerçekte kavramsal alan terimini anlamsal alan terimiyle eşanlamda kullandığından yukarıdaki tanımda yer alan ayrım gerçekte daha çok kuramsal bir ayrımdır. Kavramsal alan deyimi J. Trierden kaynaklanır ve yapısal bir anlayışı yansıtır. Bu bilgin anlığın kavramsal kesimine ilişkin sözcükleri incelemiş ve bunların yapı kuran düzenli bir bütün oluşturduğunu, bu bütünde yer alan her birimin öbürlerine bağımlı olduğunu tanıtlamıştır. Bu anlayışa göre, bir kavramda beliren değişiklik komşu kavramların ve onları belir ten sözcüklerin de değişime uğramasına neden olur. Sözcükler, kavram alanlarını kaplayan dilsel alanlar oluşturur; bir dünya görüşünü meydana getirirler.
1931 yılında kurulan Kopenhag Dilbilim Çcvresi’nde, özellikle F. de Saussure’ün yanı sıra Prag Dilbilim Çevresinin etkisiyle oluşan yapısal dilbilim akımı. Danimarka geleneğinde yer alan R. Rask ve O. Jespersen’in yanı sıra F. de Saussurele Prag Okulu’nun çalışmalarından esinlenen V. Bröndal, L. Hjelmslev. H. Uldall, vb. bu okulun önde gelen dilbilimcileridir. 1936 yılında, görüşlerindeki özgünlüğü belirtmek için dilbilim yerine glosematik (Yunanca glossa “dil”den) terimini kullanmaya başlayan Hjelmslev, Saussure’ün görüşlerini, soyut. mantıksal, biçimsel, tümdengelimli bir bakış açısından kalkarak geliştirmiş, doğal dillerin yanı sıra bütün ‘dillere” uygulanabilecek bir tür dilsel mantık, dil “cebir”i, salt kuramsal nitelikli bir bilim tasarlamıştır.
(Alm. Etymologie, Fr. étymologie, İng. etymology,).
Bir dildeki gösterenlerin kaynağını, ne zaman ortaya çıktıklarını, nereden geldiklerini, hangi evrelerden geçtiklerini araştıran dilbilim dalı. Tarihsel yöntemin oluşmasıyla birlikte, XIX. yüzyılda köken araştırmaları bilimsel bir yörüngeye oturmuştur. Karşılaştırmalı dilbilim, bu gelişimi yakından etkilemiş, anlambirimlerin ses yönleri. yoğun incelemelere konu olmuştur. XX. yüzyıl başlarında, salt sesçil nitelikli olan bu çalışmalara J. Gilliéron dilbilimsel coğrafya alanını açarak etkin katkılarda bulunmuş, özellikle yapısal dilbilimin geliştirdiği alan kavramından da yararlanılmasıyla (P. Guiraud) öğeler arasındaki bağıntıların yanı sıra anlam boyutu da birçok açıklamada yer almaya başlamıştır. Günümüzde kökenbilim artık salt kaynak araştıran bir inceleme değil, anlamlı birimlerin hem biçim, hem de içerik düzlemindeki tarihini ele alan bir daldır.
(Alm. Aufbau)
Edebi eserde yapı öğelerinin bileşimi işi ve bunun gerçekleşmiş hali. Dış kurgu: Bölüm, perde, kıta vb. iç kurgu: Konunun gelişim çizgisi, dil kurgusu ise ntm, kelime topluluğu vb.dir.
(Alm. Fiktion; Lat. Uydurma, buluş anl.)
Edebiyat kuramında 'Mimesis' (gerçekliği taklit) inanıysa, yazarın hayal gücünün yaratıcılığına yer vermesi anlamını taşır.
(Aytaç, 1999)
Bir yazarın hayalinde kurduğu ve kurmaca ne sir bir eserde anlattığı. figürleri, olayları gerçek gerçeklilikle değil.
(Aytaç, 1999)
Edebi eserde gerçek gerçekliğin, yazarın yaratıcı gücü ile buluşturma yeni bir gerçeklik.
(Aytaç, 1999)
Eski Yunanca'da “akılla kavrama” yı bacağını kökunden “harika bir şey anlam” anlamındaki legem'den türetilmiş. Antik Yunan'da yalın, ilk anlamı “söz” olan lagos, ilkçağ Yunan felsefesinde bilim, akıl (biz); düşünce, düşünme yetisi, uslamlama, temellendirme, kanıt, sav, önerme; açıklama, tanım, neden (gerekçe), anlam; söylem, tartışma; yasa, evren yasası ve orantı türünden pek çok anlam da barındırarak felsefenin en temel, vazgeçilmez kavramlarından biri olmuştur.
Felsefe Sözlüğü
[İng. metin Fr. texte; Alm. Metin]
En genel senaryo, yapıt, belge, dilekçe, yasa, önerge gibi çeşitli dilsel anlatım düzenlerine göre oluşturulmuş; dilbilgisi kuralıyla yazılmış; yazılırken belli stratejiler, konu, içerik, biçem gibi birtakım biçim özellikleri gözetilmiş; size anlattı ya da söyleme olanaklarıyla sağlanan sözcükler bütününe, ilgi ya da değil onu türden yazı parçasına verilen ortak reklam. Metinler, kimileyin tek bir yazarca, kimileyin iki ya da daha çok kişiiden ortak yazarlarca, kimileyin de belli bir yazı parçası. Bu metinde önceden bir metin varmışsın. Bu seslenişiyle, hedef okur kitlesi olarak belirleyebilir ya da öngördüğünüz okunlarına belli bir yolla yollarda kendinizde çeşitli etkiler gelsin. "Metin" teriminin İngilizce - İngilizce sözlükte anlamı sözlükin karşılığı İngilizce İngilizce Kelime Anlamı, metin İngilizce anlamı.
Felsefe Sözlüğü
Edebiyat biliminin çeşitli anlamlarda kullandığı odak kavram. Edebiliğin tartışmalı olduğunun kabul edilişinden bu yana her türlü yazıh şey anlamında eser yerine kullanılmaktadır. Dilbilimde ise, kullanılan dilin bir birimi, tümcelerden ibaret olmayan, an cak tümcelerle geçekleşen anlambilimsel bir birim olarak ele alınır. Tümcelerin birbiriyle bağlanarak bir metne dönüşmesi demek olan metinselliğin (Textualität gerçekleşmesi için metinin bağdaşıklılık (Kohäsion), tutarlılık (Kohärenz), niyetlilik (jntensionalität), benimsenebilirlik (Akzeptabiliätt). bilgi aktarıcılık (Infomativit durumsaflık (Situationalität) ve metinler arası ilişki (Intertextualität) gibi özellikleri olmalıdır.
(Aytaç,1999)
Bak: Betiksel Dilbilim.
Diğer bilim dallarında olduğu gibi, metindilbilimi’nde de birbirinden farklı anlayışlar, çeşitli inceleme yöntemleri söz konusudur. Kimi araştırmacılar, metinlerin iletişimsel boyutunu incelemelerinin odak noktası yaparken, kimileri de dilbilgisel bağlardan yola çıkar. Çeşitli metin inceleme yöntemleri birbirinden değişik de olsa, tümünün de inceleme birimi ‘metin’dir. Bu incelemelerde ağırlık, metin içindeki tek tek tümceler değil metnin bütünüdür.
Diğer bir deyişle, incelenen, metnin bir bütün olarak yapısı ve işlevi; metni oluşturan ögeler arasındaki bağlar ve ilişkilerdir. Bu anlayışla inceleme konusuna (metne) eğilen metindilbilimi; bir şiir, bir öykü, bir dilekçe olsun her türlü dilsel olguyu metin yapan ölçüt ve kuralları saptar. Böylece, çeşitli metin türleri arasındaki ilişkileri araştırır, metinlerin anlamsal yapılarını belirlemeye çalışır. Onların kullanım bağlamlarını bularak, hangi koşullar altında çeşitli ürünlerin ne tür iletişimsel işlevler üstlendiklerini saptar.
Oraliş, Meral-Şeyda Ozil (1992), “Metindilbilimsel Yaklaşımla Yazınsal Bir Metni
Çözümleme Denemesi”, Dilbilim Araştırmaları, Ankara.
[İng.intertexcuality Fr. intertextualité; Alm. İntertextualität]
Kristeva’nın postmodern eleştiri alanında ortaya attığı metinlerarası kavramı Baktin ’in söyleşimcilik adını verdiği ve son tümcede özetlediğimiz (“söyleşim boyutundan yoksun sözce yoktur”) düşüncesinden kaynaklanır. Gerçekten de 1960-1970 yılları arasında yazın eleştirisi alanında yaygın bir biçimde kullanılan metinlerarası kavramını ortaya atan Kristeva, (Roland Barthes, Todorov ve Tel Quel dergisi yazarlarının katılımıyla,) Baktin’in düşüncelerini Fransa’da tanıtmaya; Sémtiotiké recherches pour une sémanalyse (1969), Le Texte du Roman (1970) ve La Révolution du Langage Poétique (1974) adlı yapıtlarında, onun söyleşimcilik kuramını metinlerarası adı altında, göstergebilimsel bir bakış açısıyla ele alıp kendince tanımlamaya girişir. Baktinin söyleşim kavramına dayanarak, Kristeva, metinlerarasılık olgusunu kendi göstergebilimsel yazın kuramının odağına yerleştirir. Kristeva da Baktin’in tanımladığı biçimiyle, söylemin konumu ve metnin konumu arasında bir koşutluk kurarak, nasıl ki bir söylem (ya da sözce) hem söyleyenin hem de dinleyenin ortak ürünüyse ve kendinden önceki ya da çağdaş sözcelere gönderiyorsa, metnin de her zaman öteki metinlerin kesiştiği yerde bulunduğu ilkesini benimser. Kristeva metin tanımını hep söyleşimciliğe/ metinlerarasına bağlı kalarak yapar.
Kristeva, metni doğrudan bir bilgi verme ereğinde olan, bildirişime yönelik bir sözü önceki ya da eşsüremli öteki sözcelerle ilişkilendirerek, dili yeniden düzenleyen “dilbilim-ötesi bir aygıt” olarak tanımlar. Metin belli bir işlevi yerine getiren, belli bir iş” yapan bir aygıttır. Metnin yerine getirdiği işlev gösterenleri yeniden dağıtmaktır. Farklı gösteren dizgelerini yeniden dağıtmak yeni bir metin (dolayısıyla yeni anlamlar) üretmektir. Dil üretici bir işlev gerçekleştirir; dil yoluyla, metin gösterenleri yan yana ekler, onları bir bağlamdan alarak yeni bir bağlam içerisine dönüştürerek sokar, böylelikle karşılıklı ilişkiler içerisinde belli değişiklikler yaratır.
(Aktulum, 2000)
…………………………….
Postmodern ile post-yapısalcı düşünme yordamlarında, varolan tüm metnin tüm metinlerle ilişki içinde olduğu, bu ilişki içinde de metinlerin geniş bir anlam dağarcığı ya da anlamlandırma dağarı oluşturduğunu, böylelikle de metinlerle örülmüş uçsuz bucaksız bir düşün patikaları kurmayı sağlar.
Daha büyük bir gözle bakılması gereken, başka bir şeyle yazılmış metinler, evirmece / çevrikleme (anagram), anıştırma / dokundurma, uyarlama, aktarma / çeviri, gülünçleme / yansılama (parodi), yankı, benzek / benzeti / öyküntü (geçmiş), taklit / öykünme ve diğer metin yollarını sıfırlamakkiye geçmesi ya da gizlidir.
Son dönemlerin gözde postmodern kuramcısı Zygmunt Bauman “metinlerarasılık” dendiğinde bu adımı aşmak, bunu anlamaktansa da, “metinler arasında bir nokta varmadan ya da üzerinde anlaşılmış bir noktaya ulaşmak mümkündür.”
Öte yandan metinlerarasılık Julia Kristeva'nın gösterge biliminde anahtar bir kavramdır. Kristeva'ya göre bir metin içeren bir anlamı olan yerli bir şey olarak görülemez. Bir metin ancak başka bir yazı biçiminde başka bir şeydir. Bir metin başka metinlerden hiçbir şekilde bağımsız olamaz. Onun metin fazlası “yazı” nın; ya zarın, okuyucunun, dağılım ve kültürel içeriklerin birleştiği bir kavşaktır. Kristeva bu metinlerarasılık anlamına gelmez anlamdaki metinlere değil, anlamlandırılabilen, anlam üretilebilen onun şeye uygular.
Felsefe Sözlüğü
Kısa bir metinde, bir şiir ya da romandan bir parçanın sözlüksel alanları oluşturulup izlekler incelenebilir. Bir romanda, motif sözlüksel alanların yinelenmesi «motif» adı verilen anlam koşutlukları ve yankılanmaları yaratır. E. Zola'nın romanları buna örnek gösterilebilir. Bête Humaine 'de' Lison 'adı verilen lokomotif, kadınlık ve cinsellik sözlüksel alan açısından sürekli olarak okura hissettirilir.
(Kıran, 2002: 250)
( kurucu kurallar )
Searle 'de, yeni davranış biçimleri yaratıp onları düzenleyin kurallar. Ölç, futbol kuralları arasında kurallar.
(Aysever, 1994)
(propositional indicator)
Yerine getirilen edimsöz ediminin önerme içeriğinin, o edimsöz ediminde bulunmak için sözcelenen tümcenin dizimsel yapısındaki karşılığı. Örneğin, "Yarın geleceğime söz veriyorum" denerek yerine getirilen söz verme ediminin önerme içeriğine, tümcede geçen 'yarın geleceğime' sözleri karşılık gelmektedir.
(Aysever, 1994)
(propositional act)
Dünyada yer alan belli bir nesne ya da varlığa göndermede bulunup ona belli bir dilsel anlatımı yüklemek.
(Aysever, 1994)
(propositional content)
Bir edimsöz ediminin içeriği. Örneğin, P yapmak konusunda söz vermenin edimsöz içeriği P'dir.
(Aysever, 1994)
(propositional content conditions)
Searle 'de bir edimsöz gücünün, önerme içeriği ile ilgili olarak gerektirdiği koşullar. Örneğin, söz vermek, kendisinin önerme içeriği olan P'nin, K'nın gelecekte bir eylemde bulunacağını dile getirmesini gerektirir.
(Aysever, 1994)
(preparatory conditions)
Searle 'de, bir edimsöz ediminin kendine özgü varsayımları. Örneğin, söz vermek, söz veren kişinin söz verdiği şeyi yapabilecek durumda olduğunu varsayar.
(Aysever, 1994)
K'nın, dilsel bir anlatım aracılığıyla, mantıksal olarak D'ye ilettiği içerik.
(Aysever, 1994)
Postmodern dil durumunu karakterize eden dilsel olgu, göstergenin yapısal statüsünün yerinden edilmesidir, yani gösterilen ile gösteren ayrımının çözülüme uğratılması ve sınırın kaldırılmasıdır. Gösterge kavramının metafiziksel problematiği onun duyulur olan ve düşünülür olan arasındaki karşıtlık tarafından belirlenmesi, bu karşıtlığa dayanmasıdır.
Metafizik gelenek daima göstergeyi bu iki mevcudiyet (presence) uğrağı arasındaki bir geçiş (transition), bir köprü olarak ele almıştır. Gösterge, yalnızca, nesne biçimindeki mevcudiyet (duyulur olan) ile öz-mevcudiyet biçimindeki mevcudiyet (düşünülür olan) arasında gelip geçici bir gönderim olarak işlevde bulunur.
Göstergenin bu kökensel belirleniminde, postmodern bakış açısından problematik olan, gösterilenin kendiyle-özdeşliğinin, daima, gösterenini kendisine indirgemiş olması veya gösterenini kendi dışına sürmüş olmasıdır.
Postmodern çözülüm, bu defa da, “düşünülür olan”ın “duyulur olan” üzerindeki önceliğinin ortadan kaldırılması ile gerçekleşir ve dil, gösterenlerin sonsuzca süren birbirinin yerini alma oyununa dönüşür. Bu yapısal çözülmenin ürettiği sonuç;
anlamın tözsel niteliğini kaybetmesi;
anlamın dilin gerisinde duran derin boyut olmaktan çıkıp yüzeye, gösterene, duyusal olana çekilmesidir.
Anlam, şimdi, yalnızca gösterenler arası bağıntıda dilsel ayrım olarak vardır. La can’ın sözünü ettiği, “gösteren altında gösterilenin sürekli kayıp gittiği” bir durumdur bu.
.........
Postmodern dil durumu, özneyi, anlamlama oyunu ile baş başa bırakır ve öznenin önüne kışkırtıcı, ayartıcı bir özgürlük alanı açar. Gelgelelim, bu alan bir gerçeksizlik alanıdır ve özgürlük de negatif bir özgürlüktür; çünkü, gerisinde, dünyada tözsel hiçbir şeyin ne özne ne varlık ne değer, bulunmadığı düşüncesi yatar. Baudrillard’ın saptamasıyla modada güzel ve çirkinin, politikada sağ ve sol’un, medyanın her bildiriminde doğru ile yanlıışın, nesnelerde yararlı ve yararsızın, anlamlamanın her düzeyinde doğa ile kültürün birbiriyle değiştirilebilir olması, bütün büyük hümanist değer ölçütlerinin, ahlaki, estetik ve pratik yargıların oluşturduğu tüm uygarlık ölçütlerinin, imgeler ve göstergeler dizgesi içinde silinip süpürüldüğünün kanıtı olarak görülebilir.
(Altuğ,2001)
1926 yılında kurulan Prag Dilbilim Çevresi’yle bu çevrenin çalışmalarına katılan çeşitli ülkelerden dilbilimcilerce oluşturulmuş yapısal dilbilim okulu. 1926 yılında V. Mathesius’un girişimiyle kurulan Prag Dilbilim Çevresi, S. Karsevski, N. Trubetskoy ve R. Jakobson’un katılmasıyla etki alanını genişletti.
1928’de La Haye’de yapılan Uluslararası Birinci Dilbilim Kurultayında Çevrenin görüşleri, önerileri, savları açıklandı. L. Brun, L. Tesnière, J. Vendryes, E. Benveniste, G. Gougenheim, A. Martinet, A. De Groot, N. Van Wijk, A. Sommerfelt gibi dilbilimciler de Prag Okulunun çalışma ve yayınlarına katkıda bulundular. Verimli etkinlikleri İkinci Dünya Savaşı’na değin süren bu dilbilim çevresi, özellikle çağdaş anlamda sesbilimi kurdu; ayrıca yazınsal dille de yakından ilgilendi.
Öncüleri arasında F. de Saussure’le , J. Baudouin de Courtenay’nin yer aldığı okulun ilk büyük sözcüsü, işlevsel dilbilimin kurucusu sayılan N. Trubetskoy’dur. Avrupa yapısalcılığı ondan kaynaklanır. A. Martinet ile E Benveniste, akımın Fransa’da yayılıp gelişmesini sağladılar.
R. Jakobson’un ABD.’ ye yerleşmesi üzerine Avrupa yapısalcılığıyla Amerikan yapısalcılığı arasında bağlantı kuruldu. Dilin başlıca işlevini, erekliğini bildirişimde gören Prag Okulu’na göre, bir dizge görünümü sunan dilin öz niteliği eşsürem düzleminde belirlenir.
Karşılaştırma yöntemi aralarında hiçbir akrabalık bulunmayan dil dizgelerini iç özelliklerine göre sınıflandırmada da kullanılabilir. Bu koşulların belirlediği sınırlar içinde artsüremli incelemeyle eşsüremli inceleme arasında aşılmaz engeller yoktur. Çağdaş işlevselcilik, birçok bakımdan Prag Okulu’nun açtığı yolda yeni atılımlar yapmıştır. 1977’de Paris’te oluşturulan Uluslararası İşlevsel Dilbilim Kurumu, A. Martinet önderliğinde tüm dilbilim alanlarında ve dallarında, ilk örneklerini sesbilimde verilen çalışmalara çok geniş bir kapsam kazandırmış bulunmaktadır.
(representative content)
Searle 'de, yönelimsel bir durumun, içeriği. Örneğin, P olduğu inancının içeriği P'dir.
(Aysever, 1994)
(to reperesent)
Searle 'de, bir şeyin, kendisi dışında başka bir şeyi temsil etmesi, göstermesi; kendisi dışında başka bir şeyin yerini tutması.
(Aysever, 1994)
(Alm. Psycholinguistik, Fr. psycholinguisli que, İng. psycholinguistics).
Bireye ilişkin dilsel üretim, anlama, belleme, tanıma olgularını; bireysel davranış biçimleri olan söz edimlerini, dilin edinilmesini, vb. inceleyen, ruhbilimle dilbilimin arakesit bölgesinde oluşmuş dal. Bir tür söz dilbilimi olan ruhdilbilim 1950lerde C. E. Osgood, T. E. Sebeok, A. Miller,J. B. Caroll gibi dilbilimcilerin çalışmalarıyla bağımsız bir dal olarak ortaya çıkmıştır. Bu aşamada.. davranışçı ruhbilimin, bildirişim kuramının ve dağıtımcılığın bir bireşimi olan ruhdilbilim, 1957’den sonra N. Chomsky ’nin üretici-dönüşümsel kuramının etkisinde kalmış, bireyin dili kullanmasına ilişkin bir edim örneği oluşturmaya yönelmiştir.
RUHSAL DURUM (
psychological state)
Searle 'de, bir edimsöz ediminde bulunurken K'nın dışavurduğu, inanç, niyet, arzu gibi zihin içerikleri.
(Aysever, 1994)
( Dissémination)
Derrida’nın yapısökümcü felsefesinde, çoğunluk eldeki sözcüğün kesin anlamı kuşkulu olduğu vakit ortaya çıkan, ama gerçekte bütün sözcükler ile göstergelerin dağılan gereği çokanlamlılığa konu olduğunun altını çizen dildeki temel anlamlandırma ilkesi.
Derrida, terimi geliştirirken saçılma sözcüğünün doğrudan ilintili olduğu “dağılma”, “serpme”, “fılizlenme “ekme” , “dikme” gibi tasarımlarla oynamıştır. Bunun yanında bütün bu tasarımların odağında tohum sözcüğünün olduğu da üstünden atlanamayacak bir gerçektir. Derrida’nın yapısökümcü söz dağarında terim, bir araya toplanmaya bir türlü olanak tanımayan, anlamın dolayısıyla da “ayıram”ın (différence) sürekli çoğalıp saçılması gerçeğini vurgulamaktadır.
Derrida burada çokanlamlılık ile çokluk ilkesi arasında bir ayrım yaparak, çokanlamlığın anlam düzenine ait olduğunu, buna karşı saçılmaya konu çokluğunsa anlamlar çokluğunu aştığı gibi anlamın kendisini de aştığını belirtir. Temelde saçılma düşüncesi, “çokanlamlandırmalı” bir anlamlar çokluğunun asla tek bir anlam yapısına yerleştirilerek denetim altında tutulamayacağını, her metnin doğasına ya da organik kuruluşundaki “büyüklüğü”ne bağlı olarak birden çok yorumunun olabileceği savunusunu dillendirmektedir.
Bu serpilme devinisini metinlerde, yazıda okumaya çalışan Derrida, söz konusu devininin ne anlamla ne de izlekler yoluyla sınırları kesinlenmiş belli bir anlam alanına kapatılamayacağını savunmaktadır .
Felsefe Sözlüğü
(expositives)
Austin 'de, sözcelemlerimizin bir uslamlamanın ya da bir söz-alış verişinin akışı içerisindeki yerini gösteren edimsöz güçleri; bu edimsöz güçlerini adlandıran edimsöz fiilleri. Örneğin, yanıtlamak, kabul etmek, varsaymak böyle edimsöz güçleridir.
(Aysever, 1994)
(Alm. Phonetik, Lautlehre, Fr. phonétique, Ing. phonetics,).
Bildirişim açısından taşıdıkları özellikleri ya da işlevlerini göz önünde bulundurmadan sesleri somut gerçeklikleri içinde, oluşturulmaları, aktarılmaları ve algılanmaları bakımından inceleyen dal. Sesbilgisini sesbilimle karıştırmamak gerekir. Sesbilgisi. uzun süre “sesleri ele alan bilim” niteliği taşımış, XX. yüzyılda sesbilimin kurulmasından sonra sesleri daha çok doğa bilimlerindeki yöntemlerle ele alan dal olarak görülmeye başlanmış, sesbilim alanındaysa dilbilim yöntemleri geçerli sayılmıştır. N. Trubetskoy, F. de Saussure’ün dil/söz ayrımından yola çıkarak, ses bilgisini söz. sesbilimiyse dil alanında işlem yapan dallar olarak görmüştür. A. . Martinet’ye göre sesbilim, sesleri belli bir dilde yerine getirdikleri işlev açısından ele alır; sesbilgisiyse, sesleri herhangi bir dile bağlı kalmadan inceler.
Sesbilgisi, olguları ele alış türüne, kullandığı yöntemlere göre kendi içinde birçok alana ayrılır.
Söyleyiş sesbilgisi ya da fizyolojiksesbilgisi | Ses aygıtının anatomisini, sesleme örgenlerinin devinimlerini inceler. Fiziksel ya da akustik sesbilgisi seslerin havanın titreşimleriyle konuşucudan dinleyiciye aktarılışı sırasında ortaya çıkan olguları ele alır. |
İşitsel sesbilgisi | Seslerin duyuluşu, algılanışı ve bununla ilgili çeşitli olgular üstünde durur. |
Deneysel sesbilgisi | Seslerin çıkarılışını, aktarılışını ve algılanışını çeşitli araçlar kullanarak inceler, yalın gözlemin ulaşamadığı özellikleri saptar. |
Genel sesbilgisi | Bütün dillerdeki ses gerçekleşmelerini inceler. |
Karşılaştırmalı sesbilgisi | İki ya da daha çok sayıda dili, sesleri açısından karşılaştırır. |
Tarihsel evrimsel ya da artsüremli sesbilgisi | Seslerin zaman içinde geçirdikleri değişimleri belirler. |
Betimsel, dural ya da essüremli sesbilgisi | Sesleri belli bir evrede, zaman etkenini işe karıştırmadan ele alır |
Birleşimsel sesbilgisi, | Seslerin bağlam içindeki konumlarına göre birbirini etkilemesini inceler. |
Düzeltici sesbilgisi, | Dil deneyliklerinde ya da derslikte yabancı bir dille ilgili söyleyiş bozukluklarını özel yöntem ve uygulamalarla düzeltmeyi amaçlar. |
(Alm. Phonologie, Fr. phonologie, İng. phonology, phonemics).
Sesleri bildirişimdeki işlevleri açısından inceleyen dilbilim dalı. Kimi dilbilimcilerin (B. Malmberg) işlevsel sesbilgisi diye adlandırdıkları sesbilim, özellikle J. Baudouin de Courtenay, F. de Saussure gibi bilginlerden esinlenen Prag Dilbilim Çevresi’nde oluşmuştur. Bak. Prag Okulu. N. Trubetskoy, Saussure’ün dil/söz ayırımından yola çıkarak, sesbilgisini söz, sesbilimiyse dil alanında işlem yapan dallar olarak görmüştür. A. Martinet’ye göre sesbilim, sesleri belli bir dilde yerine getirdikleri işlev açısından el alır; sesbilgisiyse herhangi bir dile bağlı kalmadan inceler. Sesbilim -özellikle Prag Okulunun geleneğini sürdüren akımlarda- iki bölüme ayrılır: Sesbirimleri inceleyen sesbirimbilim ve bürünü inceleyen bürünbilim.
Amerikan Okulu davranışçılığın etkisiyle değiştirim ve yansızlaşma kavramlarını bir yana bırakarak bütünleyici dağılım kavramını kullanmıştır. Kopenhag Okuluysa, her türlü tözcülüğe karşı çıkarak biçimselleştirmeye ağırlık vermiştir. Sesbilgisi gibi sesbilim de kendi içinde birçok alana ayrılır. Bunlardan genel sesbilim, bütün dillerin sesbilimsel dizgeleriyle bunların işleyiş yasalarını inceler. Ayrımsal sesbilim iki ya da daha çok dilin sesbilimsel dizgelerini ele alır, ayrılık ve benzerliklerini saptar. Tarihsel ya da artsüremli sesbilim sesbilimsel dizgelerin evrimini, bir dil durumundan öbürüne geçişte ortaya çıkan değişimleri beliler. Betimsel ya da eşsüremli sesbilim bir dilin belli bir evresinde yer alan sesbilimsel dizgeyi inceler. Bu alanların dışında dağıtımcılığa bir tepki olarak gelişen ve sesbilimi dilbilgisine katma çabasından kaynaklanan üretici sesbilim vardır.
(Alm. Phonem, Fr. phonème İng. phoneme).
En küçük ayırıcı, kesintili, işlevsel, karşıtlığa dayanan, sesbirimciklerden oluşan ve ikinci eklemlilik düzenine bağlanan birim. Sesbilimciler, bir dilde anlamı değişik iki bildiriyi ayırt etmeye yarayan ses öğeleri bulunduğu görüşünden yola çıkarak en küçük çiftlere uygulanan değiştirim işlemiyle, kendi başına anlamı olma yan sesbirim ya da ayırıcı birime ulaştılar.
(phone)
Austin'de, seslendirme ediminin ürünü.
(Aysever, 1994)
(Alm. Symbol, Fr. symbole, İng. symbol).
1. Göstereniyle gösterileni arasında belli oranda nedenlilik ilişkisi kurulabilen, çoğu kez görüntüsel nitelik taşıyan, ama yine de uzlaşımsal özelliği bulunan gösterge türü. Örneğin, F. de Saussure’de tüzeyi belirten terazi bir simgedir.
2. Uzlaşımsal nitelikli ve istençli olarak kullanılan gösterge türü. Ch. S. Peirce’e göre, görüntüsel gösterge ve belirtiyle birlikte simge başlıca gösterge türlerini oluşturur.
3. Üretici-dönüşümsel dilbilgisinde yeniden yazan ya da dönüşüm kurallarını belirtmek için kullanılan sözcük ya da yazaçlara verilen ad. Bitimsiz, bitimli ve işlemsel simgeler birbirinden ayırt edilir. Bitimsiz simgeler a " b türünden bir yeniden yazım kuralında solda yer alabilir (Tümce [T] Ad Dizimi [AD] Eylem Dizimi [ED], bitimli simgelerse solda yer almaz (Kip [K]; işlemsel simgeler gerçekleştirilecek işlemleri belirtir. Orneğin, + zincirleme işleminin simgesidir.
Neurolinguistics
Beyin yapısının ve dilin beyindeki fiziksel görünümünün incelenmesi. Beyindeki hasarların dil bozuklukları açısından incelenmesi, anadil edinimi sürecinde beynin sinirsel gelişimi gibi konular bu alana dahildir.
Derrida’nın geliştirdiği ve çözümlemelerinde temel aldığı önemli kavramlardan biri. Bir sözcüğün yazılması ve sonra üstünün karalanması anlamına gelmektedir. Sözcük eksik ya da yetersiz olduğu için karalanmıştır ama yine de insanların bu sözcüğe gereksinmesi olduğundan karalanmış hali ile kullanılmaktadır.
Derrida, sous rature kavramını, gösteren (signifier) ile gösterilen arasında bir temsil bağı olmadığı görüşünü temellendirmek için kullanmaktadır. Dili bir yapı olarak görenler, örneğin Saussure için her gösterge bir ortaklığı ve belli bir temsili ortaya koymaktadır. Derrida için ise, söz ile düşünce ya da şey hiçbir zaman aynı ve tek olamaz; gösterge daima bir ayrımlaştırmayı yansıtmaktadır. Gösterenler (ses ya da işaret) ile gösterilenler birbirlerinden sürekli olarak koparlar, yeniden bir araya gelirler. Bu nedenle herhangi bir gösterge okunduğunda anlam apaçık değildir, olması da mümkün değildir. Çünkü bir gösterge, her zaman başka göstergelere gönderme yapmakta (örneğin metafor kullanmada olduğu gibi) ve bu süreç içinde gösteren gösterilene dönüşmektedir
(Şaylan, 1999: 171)
(Alm. Diskurs, Rede, Fr. discours, Ing. Söylem, konuşma,).
1. Söz; dilin sözlüğü ya da yazılı gerçekleşmesi, mevcut bireyin kullanımı.
2. Sözce; bir ya da bütün olmak, bütünceden, başı ve sonu olan bildiri.
3. Tümce sınırlarını aşan, bütüncelerin birbirine bağlanması. ZS Harris'in tümceleri de öbür birimleri gibi dağılımsaleye başlamasıyla yeni bir alan açıyor. Ayrıca bütünleşik hesaplamalar yapılmıştır.
Söylem, sözcelem ediminin gözlemlenebilir sonucudur. İletişim açısından dilsel araçların kullanılmasından kaynaklanır. Söylem, yalnız uzay iletilmesi için değil, alıcıların işlenmesi için gereken şeyler.
(Kıran, 2002: 216)
(Alm. Diskursanalyse, Fr.de de discours, İng. Söylem analizi,).
Tümce sınırlarını aşarak daha üstleniyor. Bu yüzden büyük bir çeşitlilik gerçekleşmiştir. Kimi sınavlar sistemleri (içerik) incelerken, kimileri geniş metinler içinde görüşülüyor. Bir sektörün söz konusu olduğu bir üretim ya da bir ediş biçiminde bir üretim ya da sözbirim ayrıştı. Araştırmalarda dağılımsal dilbilimle üretici-dönüşümsel dilbilgisinin yanı sıra,
(Alm. Ausdrucksweise, Redekırnst, Fr. diksiyon, ing. Diksiyon).
Konuşma ya da şarkı tanıtımı içeriğiyle, durakları, titremlemeyi, vb. ilgilendiren bölüm.
(Alm. Aussprache, Fr. prononciation, İng. Telaffuz).
Sesleme edimi içeren sesler büsülme.
(Alm. Rede, Sprechen, Fr. şartlı tahliye, İng. Konuşma).
Dilyetisinin kişisel bir istenç ve anlak eylemiyle özdeşleşen bireysel yanı. F. de Saussure’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, toplumsal nitelikli dilden ayrı olan söz, konuşan bireyin, kişisel düşüncesini anlatmak için dil dizgesini kullanmasını sağlayan birleşimleri ve bunların dışa iletilmesini olanaklı kılan anlıksal-fiziksel düzeneği kapsar.
(Alm. Praterition, Fr. prétérition, ing. preterition).
Sözbilimde, bir konuya değinmeyecekmiş gibi görünüp değinme, örneğin “durumun ne denli özveri gerektirdiğini belirtmeyeceğim” türünden bir anlatımda sözaçmazlık vardır.
(Alm. Sprechakt, Fr. acte de parole, İng. speeche act)
Belli bir konuşucunun belirli bir durumda söz ya da tümce üretmesi.
(Alm. Rhetorik, Fr. Rhétorique, İng. rhetoric).
Söz sanatlarını, her şeyden önce de buluş, düzenleme, tümcedeki sözcüklerin seçilme ve sıralanması (biçem) sorunlarını, anlatım yöntemlerini uygulamaya koyma etkinliğini ele alan dal. Kökleri İ.Ö. V. yüzyıla değin gerilere uzanan, sözü belli bir amaca ulaşmak için, özellikle de dinleyenleri bir sava inandırmaya yönelik biçimde kullanma kurallarını oluşturan sözbilim Aristoteles’te, uzun süre izleyeceği doğrultuyu bulmuş, çok geçmeden de başlıca alanlarını belirlemiştir (buluş, düzenleme, seçme-sıralama, vb.).
Yüzyıllar boyunca geçirdiği evrim sonucu güzel söz söyleme kurallarına ağırlık vermeye başlayan sözbilim, yazınsal biçemi irdelemiş, sözcük seçme-sıralama ya da biçem sanatıyla özdeşleşmiştir. XVIII. ve XIX. yüzyılda Batı’da rastlanan sözbilim yapıtları genellikle değişmeceleri sanmakla yetinir. Günümüzde bu dal, dilbilimin, biçem bilimin, söylem çözümlemesi çalışmalarının etkisiyle büyük bir canlılık göstermeye başlamıştır.
………..
Dili etkili biçimde kullanmaya yönelik olarak, üretilmiş örnekleri inceleyen söz sanatı bilgisi. Retorik alanındaki ilk kapsamlı çalışmalar Antikçağ'da Sofistler ve özellikle de Gorgias tarafından yapılmıştır. Felsefeyi bir ikna etme aracı olarak gören Sofistler retorik sanatını geliştirmeye çalıştırmışlardır. Aristoteles ise retoriği, dili doğru kullanma sanatı olan gramerden ayırarak tanımlamakta ve onun dili güzel ve yetkin bir biçimde kullanma sanatı olduğunu belirtmektedir.
(Altınörs,2000)
(Alm. Äusserung, Fr. Énoncé , İng. utterance).
Bir konuşucunun ürettiği, iki susku arasında yer alan söz zinciri parçası; sözceleme edimiyle ortaya çıkan söylem. Tümce, sözün çözümlenmesiyle elde edilen bir birimdir, sözceyse bu türlü bir işlemden önce belirlenen bir bütündür. Üretici dilbilgisi sözceyi, bir edim olgusu biçiminde yorumlayarak edinç olgusu saydığı tümceye karşıt bir kavram olarak ele alır; kimi dilbilimcilerse sözceyi tümce ya da birbirini izleyen tümceler bütünü olarak görür.
Sözcelem kuramlarına göre, «sözce» ile «tümce» birbirinden farklı olup birbirlerinin yerine kullanılamazlar. Sözce herşeyden önce somuttur, belli bir sözcelem durumu içinde biri tarafından gerçekten söylenmiş ya da yazılmış olmalıdır. Bu durumda sözce tektir. Örneğin kapınızın çalındığım duyduğunuz zaman “Girin!” diyebilirsiniz. Bu koşullarda söylediğiniz dilsel gerçeklik bir sözcedir. Zili çalan kişi sizi işitmeyip zili çalmayı sürdürürse, ona yine ‘Girin!” diyebilirsiniz. Ancak bir kaç saniye sonra söylenen belki biraz sabırsızlık, hafif bir kızgınlık içeren yeni ve ikinci bir sözce olarak, birincisinden farklıdır. Bununla birlikte, iki sözcede de “girmek” fiili, emir kipi ve ikinci tekil kişi ekinden oluşan aynı “Girin!” tümcesini kullanıyorsunuz.
Tümce, sözcelem durumuna bağlı değildir, doğrudan dilbilgisini ilgilendirir. Önemli olan, dilin sözdizimi kurallarına uygun tümceler üretmektir. Dilbilgisi kitaplarındaki tümceler sözcelem durumundan kopuk oldukları için tek bir anlam içerirler. Geleneksel dilbilgisi, konusu olan tümceyle bir öznenin dilsel etkinliği sonucu ortaya çıkan sözce arasında bir ayrım yapmaz. Kısacası, sözce belli bir yerde, belli bir zamanda, belli bir kişi tarafından söylenen ya da yazılan dilsel bir olgudur. Sözcelem ise bu sözceyi üretme edimidir. Bir sözcenin üretildiği koşullar genellikle sözcenin kendisinden daha anlamlıdır, çünkü kimin kiminle, nerede, ne zaman ve nasıl konuştuğunu bilmek çok önemlidir.
(Kıran, 2002:204)
(utterance)
Belli bir iletişim ortamında, belli bir dilsel iletide bulunmak için kullanılan tümce.
(Aysever, 1994)
(Alm. Äusserung, Fr. énonciation, lng. enunciation).
Sözce üretme edimi; bireyin sözceleri belli bir bağlam ve durum içinde gerçekleştirmesi. Sözceleme kuramları dili bir edim olarak kavramaya çalışmakta, sözceyi salt göndergesel işlevi dışında, konuşucunun edimiyle özdeşleşmesi ve dinleyicide bir etki yaratması açısından ele almaktadır. Adıllar, yer ve zaman belirteçleri, vb. ancak sözceleme çerçevesinde bir anlam kazanır (E. Benveniste, R. Jakobson).
(utterance act)
Searle 'de, bir dilin sözlüğünde yer alan dil öğelerinden kurulu bir tümce sözcelemek. (sözceleme eylemi)
(Aysever, 1994)
(to utter)
Bir tümceyi, belli bir iletişim ortamında, belli bir iletide bulunmak için söylemek.
(Aysever, 1994)
SÖZDIŞI DİLSEL ANLATIM Genellikle, sözel-dilsel anlatımlarla birlikte kullanılmakla birlikte, zaman zaman, tek başlarına da kullanılan ve doğal bir dilin parçası olan jestler, mimikler. Örneğin, dudak bükmek, kaşları kaldırmak.
(Aysever, 1994)
Islık, ışık gibi şifreli dilsel anlatımlar.
(Aysever, 1994)
Belli bir doğal dilin sözlüğünde yer alan, ve o dilin dilbilgisi kurallarına uygun olarak üretilen anlatımlar.
(Aysever, 1994)
Görünüşte doğal bir dilin parçası olan şifreli dilsel anlatımlar. Örneğin, saklambaç oynayan çocukların çık demek için sözceledikleri 'elma', çıkma demek için sözceledikleri 'armut' sözel şifreli dilsel anlatımlardır.
(Aysever, 1994)
(Alm. Lexikographie, Fr. lexicographie, Ing. lexicography)
Sözlük yapımıyla ve bu etkinliğe ilişkin ilke, yöntem, vb. ile uğraşan uygulamalı sözlükbilim dalı. (Sözlükçülük de denir.) Sözlükbilgisi, sözlüğe girecek biçimleri (sözlüksel birimler; sözlük birimler, birleşkebirimler), genellikle çekim ekleri dışında kalan dilbilgisel birimleri (biçimbirimler) belirledikten sonra bunlara ilişkin biçimbilimsel (ulamlar, birleşim olasılıkları, bağdaşma kuralları, vb.), anlam- bilimsel (tanımlar), kimi durumlardaysa tarihsel (köken, vb.) bilgiler verir. Birçok sözlükte tanımları örneklendiren tanık alıntılar ya da sözlükçünün ürettiği dizimler de yer alır.
(Alm. Lexikologie, Fr. lexicologie, İng. lexicology).
Bir dildeki sözlüksel birimleri, bir başka deyişle, anlambirimlerin sözlükbirim niteliği taşıyanlarıyla, dilbilgisel olmayan ve sözlükbirimler gibi işlem gören çeşitli birleşimleri (birleşkebirimler) dilbilim yöntemleriyle inceleyen, bu arada sözlük yapımının kuramsal sorunlarını ele alan dal.
Saussure'cü dilbilimin en büyük özelliklerinden birinin dilin bir yapısının ortaya çıkmış olduğu. Bu bakış açısı, ses dizgesinin yapısal bakımdan incelenmesi, sesbilimin kurulmasını sağlamıştır. Sesbilimden sonra dilbilimin öbür alanları veya yeni görüşlerden etkilenmiş, çok daha geç olmasıyla birlikte, sözlükbilim de buda ayakdur. Dilbilgisi sözlükte arastirma yapilmistir. Sözlüksel alan, anlamsal alan, vb. kavramların yanı sıra sesbilimiyle ilgili örnekleme yapmak mümkündür.
Kimi sözlükbilimcilerdeki kavramların kazandırılması, ilgili bölümler (sözlükbirim, dönüştürkebirim, vb.) Yüklü yönelmişlerdir; kimileriyse tüm sakıncalarına sahiptir --ve düşünün tartışılmaz bir gerçeklik olduğu görüşünü benimsemeden- bu kavramla yetinmişlerdir. Sözlükbilimin sözlüksel anlambilim bölümü.
Farklı sözcüklerle bütünleştirilebilen sözcükler. Başka bir deyişle, gerçek veya ismiyle, gerçek anlambiliminizle betimlemek, kelimesi düşünceyi ifade etmek için kullanabilirsiniz. Dönüşüm Ch. Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri'nde yapıtında “yolculuk”, “ölüm ya da müzik” kelimesinin sözlüksel alanı incelenebilir. Sözlüksel alan terimi, metnin dışına çıkmama koşuluyla, metin çözümlemesinde çok üretici olabilir. Bir kelimeninenin sözlüksel alanı, uzayıp giden imgelerin kaynağı olan sözlüksel alanlar
(Kıran, 2002: 249)
İletileri isteyenler için saklamak için oluşturulmuş bir dilin parçası olan dilsel anlatımlar.
(Aysever, 1994)
Bilgi ve anlam birikimini mümkün kılan gösteren/gösterilen diyalektiğinin bu şekilde sona erişi, göstergenin özünün boşaltılması anlamına gelir. Gösterge artık bir temsil/tasarım, bir başka şeyin yerini tutan bir şey değil; fakat Baudrillard’ın bulgulamış olduğu gibi, sınırsızca çoğalan/çoğaltılabilen bir taklit’tir (simulacrum). Göstergenin tekrarlanabilirlik özelliği, sanki taklit’te en uygun varoluş biçimini bulmuş gibidir. Taklit, modellerle meydana getirilmiş, kökeni veya gerçekliği olmayan bir gerçekliktir.
Yürürlükteki cisimleşmesi içinde, taklit, gerçekliğe ön gelir. Gösteren, kendisini, göndergeden, “doğal” olandan ve temsili yapıdan tamamen koparıp ayırır, gösteren hem özneden h,em de nesneden kopar, o kendi kendisinin göstergesi haline gelir. Böylece göstergeler, artık ne öznel ne de nesnel bir gerçekliğe gönderimde bulunmazlar; fakat yalnızca kendilerine gönderirler, çünkü taklit edilecek hiçbir gerçeklik kalmamıştır ve gerçeklik diye kabul ettiğimiz şey, zaten yekpare bir taklit’tir.
Totaliter bir gösterge-denetimi altındaki postmodern toplumda, göstergeler, taklitler ve kodlar esas belirleyiciler haline gelirler ve kendi mantıklarını ve anlamlama düzenlerini izlerler. Böylece gönderimsel deneyim düzeninin gerçeklik ilkesi, yerini, kod tarafından ve anlamlama mantığı tarafından organize edilen bir düzenin egemen şeması olarak taklit’e bırakır.
Baudrillard, çağdaş dünyada temsil ile gerçeklik arasındaki sınırın infilak ettiğini ve bunun sonucu olarak “gerçek olan”ın deneyiminin ve temelinin ortadan kaybolduğunu ileri sürer. Artık temsil, gerçekliğe tabi olmaktan çıkmış, gerçeklik temsil’e tabi hale gelmiş görünmektedir. Postmodern olan budur.
(Altuğ, 2001)
(Alm. historische Sprachwissenschaft, Fr. linguistique historique, İng. historical linguistics).
Artsüremli dilbilimin bir başka adı. F. de Saussure, tarihsel dilbilim teriminin bulanık bir içerik yansıttığını belirterek artsüremli dilbilim terimini önermiştir.
(Mm. Terminus, Fr. terme, İng. term,).
Özel bir bilgi ya da etkinlik alanına, bir bilim, uygulayım ya da uzmanlık daima özgü sözcük. Terimler uzmanlar arasında etkin bir bildirişim sağlanması için gerekli, temel nitelikli öğelerdir. Genel dilde geçerli olan çokanlamlılığa karşın, terim alanında tekanlamlılığa yöneliş görülür. Bu olguya bağlı olarak daha hızlı bir yenileniş süreci ve yaratım etkinliği gözlemlenir.
(Alm. Terminologie, Fr. terminologie, İng. terminology).
Terimleri inceleyen, bu incelemeye yön veren ilkeleri belirleyen, terim yaratımıyla ilgili sorunları ele alan uygulamalı dilbilim dalı. Terimbilim çağımızdaki yoğun terim gereksiniminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Terimleri, dilbilim ilkelerine uygun biçimde belirlemek, çözümlemek, gereken durumlarda yeni terimler yaratmak, olanaklı durumlarda da yaratılan terimleri yaygınlaştırmak bu dalın başlıca işlevleri arasındadır.
(Alm. Terminologie, Fr. terminologie, İng. terminology).
Bir bilim, sanat. uzmanlık dalına özgü sözcüklerin ya da terimlerin oluşturduğu bütün; terminoloji.
(Alm. Syntax, Satzlehre, Fr. syntaxe, Fr. syntax).
Anlamlı birimlerin tümce oluşturacak biçimde bir araya gelme, tümcelerin birbirine bağlanma, üretilme, dönüştürülme, vb. kurallarını inceleyen dal. (Sözdizim de denir.) Geleneksel tümcebilim, sözcüklerin işlevine yönelmiş, anlamsal ölçütlere, söz bölükleri kavramına başvurmuş, örneğin özneyi “işi yapan”, nesneyi “işin etkisinde kalan”, vb. diye tanımlamıştır. Bu anlayışta temel ilkeler düşünceye, mantığa ve iki işlevin varlığına bağlıdır: Özne ve yüklem işlevleri. Bunlardan birinin bulunmadığı durumlarda eksiltiden söz edilir. Düzenlilik, kurallılık olmayan yerde düzenlilik, kurallılık aranır. Onun için de birtakım varsayımsal düzenlilikler kural sayılır. Olguların nasıl olduğu değil, nasıl olması gerektiği araştırılır. Kuralcı anlayış da bundan kaynaklanır.
Yapısal tümcebilim, eksilti kavramından kaçınır, anlamsal ölçütlere genellikle başvurmaz,
biçimbilim/tümcebilim ayrımını bir yana iter. Açık seçik ölçütlere yer vermeye çalışır, bütüncelerden kalkarak işlemlerini, çözümlemelerini gerçekleştirir. Bu işlemlerde ikili bir yol izlenir. Sesbirimlerden biçimbirimlere, dizimlere, tümcelere... ya da tümcelerden dizimlere, biçimbirimlere geçilir.
L. Bloomfield ’e göre tümcebilim bağımsız biçimleri (yaklaşık olarak sözcükleri) incelemeli ve dolaysız kurucular kavramına başvurmalıdır.
L. Tesnière hem biçimsel, hem anlamsal ölçütlerden yararlanır. Ona göre “yapısal” terimi “sözdizim” terimiyle eşanlamlıdır; “biçimbilimsel” terimiyse “anlamsal”la aynı anlama gelir.
G. Guillaume’a göre, sözdizim “anlatım”a bağlanır ve biçimbilimsel boyuta göre ikincil bir önem taşır.
İşlevsel tümcebilim (A. Martinet) birtakım anlamsal ölçütlere de yer verir; “durum” kavramını inceleme dışında bırakır, anlambirimleri belirleyerek bunların işlevlerini saptar, sözdizimsel özerklik derecelerine göre sınıflandırır: Bağımsız anlambirimler (örn. tek başına sözce oluşturabilen eylem, bugün, yarın gibi belirteçler), bağımlı anlambirimler (genellikle adlar), işlevsel anlambirimler (ilgeçler, bağlaçlar).
Üretici-dönüşümsel tümcebilim (N. Chomsky) konuşucunun daha önce hiç oluşturmadım ya da duymadığı tümceleri nasıl üretip anladığını göstermeyi yapabilirsiniz. Bütünce. Bir döküm olanağılı tümceleri üretebilecek bir kural var. Öngördüğü üretici taban, derin yapıları ele tutar; dönüştürümsel bölümdür yüzeysel yapılara geçişi inceler.
(Alm. Soziolinguistik, Fr. sociolinguistique, İng. Sociolinguistics.).
Dil olgularıyla ilgili yorumlamadığı için, bir arada olduğu ortaya çıktığında, bir tane, bu iki tür denemenin eşdeğişirliği inceleyen karma dal. Toplumdilbilim, hem konuşucunun, hem de dinleyicinin toplumsal olmasıyla sonuçlanan durumlar, yazı çeşitlerini ele tutar. Olanaklı oynanma, eşdeğişirliğin yanı sıra dilsel ve cinsiyet ile ilgili çalışma-sonuç ilişki sini saptamaya çalışır. Kimi bunu bu dalın sınırlan budundilbiliminkilerle karışır.
(uygunluk yönü)
Searle'de, edimsöz edimleri önerme içeriklerinin dünya ile gerçekleşisinin bulunduğu. Buna göre, dünyayı konuşturmak, edemezsiniz. Bildirgelerin çifte uydurma vardır, buna karşılık dışavurucu edikten bir uyuşma olmaz.
(Aysever, 1994)
(Alm. Angewandte Linguistik, Fr. linguistique appliquée, İng. Uygulamalı dilbilim).
Dilbilimin kuram ve ilkelerinden faydalanarak daha iyi kıldım, dil öğretiminden özdevimli çeviriye değin koparmak. Dilbilim, dilbilim, dilbilim, dilbilim, dilbilim, dilbilim, vb.), Her iki dalda (mantık, matematik, vb.) Dilbilime uygulanmıştır. Uygulamalı dilbilim, dil dil öğretimi yapmak çok önemli bir işlev yerine getirilmiş, büyük kapsamlı. Günümüzde yöntembilimi, uygulamalı dilbilimden bağımsızlaştırma işlevlerini görmek, uygulamalı dilbilim alanı,
(Alm. generative Semantik, Fr. sémantique génèrative Ing. generative semantics)
N. Chomsky’nin üretici-dönüşümsel dilbilgisi kuramındı anlamsal bileşene verilen yer konusu çevresinde oluşarak derin yapının salt sözdizimsel nitelikli ve anlamsal yorum için yeterli olduğu görüşüne karşı çıkan, söz dizimle anlamsal düzeni kaynaştıran görüş. G. Lakoff, derin yapıya karmaşık bir görünüm vererek bunun sözdizimsel-anlamsal-mantıksal bir nitelik olduğunu savunur. Chomsky de –sözdizim/anlambilim ayrımını sürdürmekle birlikte- anlamın belirlenmesinde yüzeysel yapılara belli bir yer verir.
(Alm. generative Transformationsgrammatik, Fr. grammaire génèrative transformalionnelle, İng. transformational-generative grammar).
Bir doğal dildeki sonlu sayıda kuralla dilbilgisine uygun sonsuz sayıda tümce üretebilecek, dönüşüm bileşeninin eklendiği üretici dilbilgisi. N. Chomsky’ye göre, derin yapıyla yüzeysel yapının birbirinden ayrı olması üretici-dönüşümsel dilbilgisinin temel düşüncesidir. Yüzeysel yapı, üretici bölümde üretilen biçimlere yinelenerek uygulanan dönüşüm işlemleriyle elde edilir. Değişik doğrultularda gelişen üretici-dönüşümsel dilbilgisi, genel olarak sözdizimsel bileşen, anlamsal bileşen ve sesbilimsel bileşen bölümlerinden oluşur.
(Alm. generative Phonologie, Fr. phonologie génèrative, İng. generative phonology).
Sesbirim kavramını kullanmadan yüzeysel yapıdan (dilbilgisinin sözdizimsel bileşenince oluşturulan gösterge ya da biçimbirimler düzleminden) gerçekleşen sözcelerin söylenişine ilişkin sesçil düzeye geçilebileceğini öne süren sesbilim türü. Üretici sesbilim, sesbilimsel bileşenin işleyişini gösterirken R. Jakobson’un ikicilikten kaynaklanan ayırıcı özelliklerine başvurur. Üretici sesbilim, ses olgularını dilbilgisine katma çabasını yansıtır; genellikle, karşı çıktığı sesbilimden daha tutumlu olmakla birlikte, onu aşamayan bir uygulama olarak görülür.
(Alm. generative Grammatik, Fr. grammaire génèrative İng. generative grammar).
Ülküsel konuşucu-dinleyicinin edincini biçimselleştirerek betimleyen kurallar dizgesi. Üretici dilbilgisi, belli bir doğal dilin yalnızca gerçekleştirilmiş tümcelerini değil, gerçekleştirilebilecek bütün gücül tümcelerini de açık seçik olarak betimleme amacı güder.
(Alm. Metasprache, Fr. métalangue, métalangage, İng. metalangage).
1. Doğal dili ya da konudili inceleyip betimlemek için oluşturulmuş araç dil; dili anlatan dil. Dilbilim terimleri, bir üstdil oluşum. Doğal dilin göndericiler, dil dışı gerçeklik düzleminde yer tutar; oysa, üstdilinkiler dilsel nitelikdir, konudilin göstergelerine anlamindir (örn. dizim, sesbirim, ek, yapı, vb.). L. Hjelmslev 'e, bir üstdil, bir gösterge dizgesini inceleyerek gösterge dizgesidir, bir tane, içerik düzlemi bir anlamlama dizgesince. Öte yandan, bir üstdilin de yeni bir üstdilin bunu ilk kez hiçbir şey engellez.
2. Doğal dil kullanılırken infüzyon açıklığı için yapılacaktır. Bir tane anlamadığınız ifade etmek istiyorum, başkaları kullananlar.
( kongre )
Genel olarak, bir göstergenin göstereni ile kullanılabiliri bağ bağ nedensizliği. Bu bağlam, dilsel anlatım ile bu dilsel anlatımın taşınmasını dilime bağlamış nedensizliği, saymaca olması.
(Aysever, 1994)
(Alm. Poetik, Fr. poétique, İng.poelics).
Hem özdeği. hem de aracı dil olan yapıtların yaratım ya da. oluşturulmasına inceleyen dal. Yazınbilim, hem şiiri, hem de düzyazı niteliği taşıma kimi yapıtların nasıl yapıldığına dair çıkarım, bu ele kaynaklamaları inceler. YENİDİLBİLGİCİLER XIX. yüzyıl sonlarında. ses değişiyorsun yasaların kesinliğine inanan dilbilimciler. Almanlardı Yenidilbilgicilerinizden gelenler: K. Brugmann, H. Osthoff, W. Braune, E. Sievers, H. Paul. vb. Bu bilginler seçim yöntemiyle elde edilen sonuçlar. Yenidilbilgicilerin çeşitlenmesi pek çok izleyicisidir.
(felicity koşulları)
Austin 'de, edimsel tümcelerin uygun olduğunda sözcelenip sözcelenmediklerini belirleyenlikte.
(Aysever, 1994)
( kasıtlı durum )
Searle 'de, inanç, arzu, niyet gibi hep bir şey hakkında, hep bir şeyle ilgili olan zihin durumu.
(Aysever, 1994)
( kasıtlı içerik )
Searle 'de, zihin durumunun içeriği. Rakip, sinemaya gidilmesi arzusunun içeriği sinemaya gidilmesidir.
(Aysever, 1994)
( Amaçlılık )
Bir fonemenoloji terimi, bilincin bir konuya yönelişini, bir şeyle ilişki kurmasını anlatan bir terimdir. Franz Brentano'nun skolastik felsefeden alıp kullandığı bu terimi, sonradan Edmund Husserl'in fotoğrafını aldı . Ona göre, "Duyuyorum", "Düşünüyorum", "Seviniyorum" gibi yardım edemezsiniz, bir anlam kazanması için bu yaşantıların bir şeye bağlanması, bir şeyle ilişki kurması gerekir: "Bir şey seviyorum", "Bir şey komik" vb Burada önemli ile, edimi ile ilgili konular. Fizik alanda bir yönelmişlik yoktur;
Brentano'nun ruhsal olayları fiziksel olaylardan ayırmak için bir ölçüt olarak kullandığı; Husserl'in, transendental-fenomenolojik, transforental-fenomenolojik, bilinçli, sözlü, anlatım, kuramları, zihinsel, felsefi, temelleri, kuramının zihin felsefesindeki temelleri ortaya koymak için başvurur. Ona göre yönelmişlik, zihnin organizmayı dünyayla ilişkiye sokma yetilmiştir. Bu yeti beynin biyolojik yapılabilirsiniz. Dünyanın nesnelerine ya da durumlarına yöneltilmiş olmaları hem edimsöz edimler, hem zihin durumlarının bir özeliğidir. Edimsöz edimleri, daha fazla ilkel biçimler daha gelişmiş bir halinden başka bir şey değildir. Onun zihin durumu yönelimsel değildir, ama böyle olabilir. Yönelimsel, bir yönelim içeriği ile bu yönelim içeriği ve ilgili bir ruh durumundan.
(Aysever, 1994)
( direktifler )
Searle 'de, edimsöz ereği, D'ye birşey yaptırmak olan edimsöz edimleri. Emir vermek, rica etmek.
(Aysever, 1994)
Bir edimsöz ediminde bulunanların edeminde önerim ediminde önerilmiş olan şeylerin karşısına çıkan şey, sözceleme tümcede karıştırarak dilime anlatım.
(Aysever, 1994)
Searle'de, bir edimsöz ediminde bulundukları, birede yüklemeniz gereken nesne ya da varlığa.
(Aysever, 1994)
( Commissives )
Searle 'de, edimsöz ereği, editörlük edimleri. Frekans, söz vermek, (yaptırına) yemin etmek, tehdit etmek.
(Aysever, 1994)
Dilsel anlatımların anlamlarını, o anlatımları içeren insanları, o anlatımlara karşı gelen kelimeleri içeririz.
(Aysever, 1994)
kaynakça:
1.Kaynağı belirtilmemiş terim / kavramlar:
Açıklamalı Dilbilim Kaynakları Sözlüğü, Prof.Dr.Berke Vardar yönetiminde, Prof.Dr. Nüket Güz, Prof. Dr. Emel Huber, Prof. Dr. Osman Şenemoğlu, Prof. Dr. Erdim Öztokat, Çok Dilli, 2002, İstanbul.
2. Altınörs, Atakan, Dil Felsefesi Sözlüğü, Paradigma Yayınları, 2000, İstanbul
4. Haz: Güçlü, A.Baki- Uzun, Erkan- Uzun, Serkan-Yoksal, Ü. Hüsrev, sarp erkek, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, 2002, Ankara
5. Altuğ Taylan, Dile Gelen Felsefe, YKY, İstanbul, 2001
6. Aktulum, Kubilay, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınları, Ankara, Mayıs 2000
7. Kıran, Zeynel, Dilbilime Giriş, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002
8. Çotuksöken, Betül, Felsefe: Özne-Söylem, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2002