6 Kasım 2010 Cumartesi
bâki ayhan t. ( bâki asiltürk) şiiri
Kıs[s]aca
Gerçek adı Bâki Asiltürk. 1985'te üniversite okumak için İstanbul'a geldi ve bir daha da bu kentten ayrılmadı. Şiir kitapları | ||
Sevdalar Tünemiş Şu Yüreğime (1985); Hileli Anılar Terazisi (2001); Uzak Zamana Övgü (2003) | ||
BİR AŞKIN BAŞLAMASI bir aşkın başlaması: bir anahtar sessizce açar doğayı ne süzülürse içine ince bir dalın kendini ıssız zamanlarda yitirip unutulan her güzellik geçmişe karışmaz ipekler altında kabaran göğüslerin tadıyla yeni şeyler ezberlemenin yanlışlığı en sonra:
sakin olmayı öğrendim senden sessiz kalmayı öğrendim senden soruları cevapsız bırakmayı öğrendim senden zamanı hissetmemeyi öğrendim senden bu derin gürültüsüzlük
biriktirdiğin lirik gülüşlerini kurtardığın bütün güzellikleri günün anlam ve önemi
"meçhule giden..." aşktan kaldı bu: ıslanınca gelmemiş demir atmak zamanı kimse memnun değil yerinden artık itiraf edebilirim aşktan
bakışların terk edilmiş bahçeler gibiydi uykuların tedirgin yolculuklar gibiydi anılarını unutmaya kararlı bir sarrafın | ||
özdemir ince - şiir eleştirisi
Özdemir İnce
BİR
Kanımca ya da şu anda bildiğim kadarınca eleştirinin 'üslup'u olmaz. Eleştirinin 'yöntem'irardır, olması gerekir. Eleştirinin yönteminin öğeleri de poetikanın yani yazınbilimin özel öğeleridir.
Sorunuzda 'yöntem' yerine 'üslup'tan söz ettiğinize göre, yöntemsizliği dolaylı da olsa kabul etmiş oluyorsunuz. Bir yöntemden mutlaka söz edilmek gerekirse bu olsa olsa bireysel yöntem ya da karakuşi yöntem olabilir.
Örneğin NurulIah Ataç'ın bireysel ya da karakuş! yöntemi zar atma yöntemidir. Ataç, akşam istiareye yatıp sabahleyin şairler için zar atar. Ancak, zar atma hakkı sadece Ataç'a aittir. Bir başkasının zar atma hakkı yoktur, Ataç yaşadığı sürece. Bu nedenle Ataç konusunda bir üsluptan söz edilebilir. Ataç'ın ölümünden sonra zar atma merakı epeyce yaygınlaştı.Oysa yöntemin bir metodolojisi vardır ve bu metodoloji en azından bir döneme ve o dönemin bir grubuna, gruplarına aittir. Yöntemin yüzde doksanı nesnel, yüzde onu özneldir.
Bu açıdan bakıldığı zaman yöntemli ya da yöntemsel eleştiriye yakın tek eleştirmenin Hüseyin Cöntürk olduğu görülür. Cöntürk, bir yöntem bulmanın, bir yöntembilim kurmanın ve bu bağlamda bir metodoloji oluşturmanın gereğini anlamış ilk edebiyat adamıdır. Anglo-Sakson Yeni Eleştiri'sini Türk şiirine uygulamayı düşünmüş, bu düşünce doğrultusunda kuram ve uygulama kitapları yazmıştır. Ancak onun bu çabaları 19551965 arasında ciddiye alınmamış, çalışmaları bireysel-karakuş! yöntem yandaşIarına alay konusu olmuştur.
Bir yöntemin metodolojisine göre eleştiri yaptığı söylenebilecek ikinci Kişi Asım Bezirci olabilir. Ancak Asım Bezird, Marksist eleştirininkinden çok Marksizm'in genel metodolojisini uygulamıştır şiire. Öldüğü tarihe kadar da 1930'lardan ileri gitmeyi düşünmemiştir. Oysa Marksist eleştiri 1970'lerden itibaren kendi göstergebilimini - bile kurmuştu. Şu anda çağdaş eleştirinin en önemli kişileri arasında Mikhail Bakhtin(e),Yuri Lotman bulunmaktadır. '"'Bedrettin Cömert yaşasaydı, Croce'den yola çıkarak büyük bir olasılıkla bir yöntem oluşturacaktı.
Başka? Başkası varsa benim "Başka?" diye sormamam gerekir( di).Eleştiri, emekli ya da başarısız yazar ve şairlerin işi olmamak gerekir. Eleştirmenlik ciddi bir genel eğitim, felsefe, edebiyat tarihi, eleştiri tarihi eğitimi ve bilgisi gerektirir. Türkiye gibi bir ülkede bir eleştirmen adayının gelişmeleri izleyebilmek, boşlukları doldurmak için en azından bir yabancı dili çok iyi bilmesi gerekir. Fazlası göz çıkarmaz. Bu nedenle Bilkent ve Osmangazi (Eskişehir) üniversitelerinin deneylerini, mukayeseli edebiyat okutulan yerleri çok önemsiyorum.
Bir şairin 'Şiir ve Gerçeklik', 'Tabula Rasa', 'Yazınsal Söylem Üzerine', 'Şiirde Devrim' gibi kitaplar yazması şaşırtıcıdır. Bu kitapları eleştirmenlerin, üniversite hocalarının yazması gerekirdi. Bana neden şairler ve yazarlar üzerine çözümleyici yazılar yazmadığım özellikle gençler tarafından sık sık sorulmuştur. Ben eleştirmen değilim. Bu kitapları bir eleştiri yönteminin oluşabilmesine katkıda bulunmak için yazdım.
Bir Türk eleştiri yöntemi (yöntemleri) oluşup ortaya çıktığı zaman, şimdiye kadar karakuş! yöntemsizliğinin değerlendifdiği Türk şiirinin yeniden değerlendirilmesi gerekecek. O zaman da boşa geçen zamanın yaptığı tahribat görülecek.O zaman, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın adının önüne yerleştirilen "Büyük şair" sıfatının ne ölçüde haklı ve doğru olduğunu anlayabileceğiz, belki. Yahya Kemal'in yaptığı 'DoğuBatı sentezi'ndeki hikmeti de öğrenebileceğiz.
Şiir sanatında sentez mi yoksa fotosentez mi önemli? Neyse!
İKİ
Eleştirmen olmadığım için ikinci sorunun muhatabı değilim
Ancak, bir şiiri çözümlerken belirleyici olan analiz öğelerinin neler olabileceğini yukarda adını andığım kitaplarımda yazdım. Örneğin 'Tabula Rasa'da yer alan 'Parçalanan Şiir' başlıklı yazımda, bir şiiri okur ya da değerlendirirken şu ortar oturtmamız gerektiği söylüyorum:
1) Yapıtın oturduğu nesnel ortam (tarihsel, toplumsal, , psikolojik, vb.)
2) Şiirsel bağlam: Evrensel ve ulusal şiirin düzeyi ve
nek zincirindeki yeri. Söylemi çağdaş söylem mi?
3) Ozanın tüm yapıtlarının içinde ve onlara göre yeri.
4) Dilsel çözümleme.
5) Anlamın katmanlarının çözümlenmesi.
6) Temanın şiirsel bildirisi.
Yukarda adını andığım kitaplarım toplam 745 sayfa ediyor.Bu 745 sayfa sözünü ettiğiniz eleştiri ortamının oluşması için kaleme alındı. Ama bu konuda bir katkım olduğunu kanıtlayan somut gelişme ve örnek yok.Şimdi benden bir özet yapmamı beklemeyin. Eleştirinin olduğu yerlerde eleştirmenler artık mektepli eleştirmen. Bu 'mektepli', hem üniversite öğrenciliğini her üniversite hocalığını kapsıyor.Bir şairin eleştirisi, en doğru olarak, onun şiirine yakışan bir ses
Varlık Dergisi
özdemir ince - türban sadece türban değildir!
Türban sadece türban değildir!
TÜRBAN fesadı konusunda yazdığım yazılar kimilerini çıldırtıyor. Gazetelerindeki köşelerinde, televizyon ekranlarında beni hedef gösterip hakkımda “Vur emri” veriyorlar.
Benim bu konuda yetkim olmadığını ileri sürüyorlar: Arapça bilmiyormuşum, ilahiyat eğitimi almamışım. Bu durumda benim “Fransız dili ve edebiyatı” dışında hiçbir konuda yazı yazmamam gerekiyor. Oysa yazıyorum ve çok iyi yazdığımı biliyorlar. Kuran-ı Kerim'i Türkçe, Fransızca ve İngilizcelerinden okuyorum. Yabancı dil bilenlere, Kuran'ı bildikleri yabancı dilde okumalarını salık veririm. Çünkü bu çevirilerde hiçbir aşırı yorum yok. Oysa Türkçe çevirilerin çoğu sapmalarla, saptırmalarla dolu. Din konusunda dünya çapında bilgin Arap danışmanlarım var. Demek ki: Bu konuda yazanların yüzde 99'undan daha yetkiliyim.
* * *
Değerli okurlar, türbanla saçları örtme zorunluluğu konusunda Kuran metninde hiçbir dayanak yok. Bu durumu iyi kavramak için, Prof. Dr. Suat Yıldırım'ın “KUR'ÂN-I HAKÎM'in açıklamalı MEALİ” adlı çevirisinin 359. sayfasında yer alan NUR SÛRESİ'nin 31. ayetinin tamamını birlikte okuyalım: “Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve günahtan korunmalarını söyle! Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler. Ziynet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçileri veya kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları dışında kimseye göstermesinler.”
* * *
24/31. ayette yer alan başörtüsü (hımar) Arap Yarımadası kavimlerinin binlerce yıldır çöl güneşine ve rüzgârların savurduğu kumlara karşı korunmak için başlarına taktıkları geleneksel örtü. Kuran, bu örtülerin uçlarının göğüsleri örtecek şekilde salınmasını söylüyor. Türkiye'de 21. yüzyılda güneşten sakınmak için başka çareler var ve zaten çöl kumlarından korunmanın da gereği yok. Çok uzun zamanlardan bu yana kadınların göğüslerini örten, saklayan giysiler ve başka şeyler var. Bütün Müslüman kadınlar pek güvenli olmayan örtünün dışında başka giysiler ve parçalarıyla göğüslerini örtüyorlar.
Peki, Nur (24) Sûresi, 31. ayet, kadınların mahrem yerlerinden habersiz çocuklar ve erkeklikten kesilmiş hizmetçiler de aralarında olmak üzere, kadınların kendilerini sakınmak zorunda olmadıklarını da yazıyor. “Kadınların mahrem yerleri” nereleri acaba? Demek ki günümüz kadınları 1400 yıl öncesinin kadınlarına göre çok daha korunaklı, çok daha iffetli!
Gerçek bu! Türbanın herhangi bir kutsallıkla hiçbir ilişkisi yok. Bunu yazarak kadınlara hakaret etmek mümkün değil. Söz konusu ayetin Türkçe çevirisi yukarıda yer alıyor. Aklı olan, gerçeği kolayca anlar. Ancak türban, İslamcı militanların gözünde sadece türban değil, Cumhuriyet'e karşı bir başkaldırı simgesi. Demokrasiyle, insan haklarıyla, herhangi bir bireysel özgürlükle hiçbir ilişkisi yok! Yazdıklarımın tamamı belgeli, kanıtlı. Kuran'a saygısızlık söz konusu bile değil. Tam tersi! Yazılarıma saygı duyulması gerekir!
özdemir ince
Ozdemir Ince (1936 - )
Siirleri:
- CAN YELEKLERI TAVANDADIR'dan," Karada, denizde ve havada, kutlu olsun, / yesil gozlerde, hokka agizda, tas memelerde;"
- DORT DUVAR ARASINDA," Bir seyler kapaniyordu bir yerlerde, / belki bir kapi, belki bir mezar -"
- SANDIKLI PAZARINDAKI CINGENE KADIN," Birden animsadin bunca yil sonra / o gordugun badem gozlu / cingene kadini"
- SUBAT AYINDA ANKARA'DA YAZILAN BIR SIIR," Bu yil erken bastirdi kis! / Yagmur yagiyor, yagmur yagdikca seviyorum seni."
- BIRD'S EYE VIEW," What does the heart of the bird that can't fly say: / a rage, a tipsiness in space, / a mountain's voice, a line of death?"
- POET'S NONALIGNMENT," The poet is neutral vis-`a-vis objects, / a scent of the sea remains in his nails,"