ÜÇ ŞEHİTLER DESTANI' ndan
- DURDUK, SÜNGÜ TAKMIŞ KAFİR - Durduk, süngü takmış kâfir ayakta, Bizde süngü yok. Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden Dehşetten daha çok. Durduk, süngüsü düşmanın pırıl pırıl, Önümüze çıktı bir gündüz bir gece. Korku değil hâşâ, Bir büyük düşünce. - MEHMETÇİK - Atıldı Mehmetçik, büyüyü bozdu, Bir düşman süngüsüne, göğsünden Bu şehadetle kayalar yarıldı sanki Dipçik gürültüsünden. Soruyordu herkes birbirine: "Parlayan şey bu mu?" Muzaffer oluyordu bileklerimizde, Tarihin ilk dipçik hücumu. Hayran oluyordu koca gökyüzü Göğüslerimizde büyüyen bahta 28 Mart günü bir Adsız-tepe'de Çeliğe karşı tahta. - SÜNGÜLERİN UCUNDA - Son altmış adım bize bir yudum şerbet Düşen kahramanın sevgisiyle al, Köyde mi görmüştük, ormanda mı, Bizim içimize sığmış o kartal? Son kırk adımın lezzeti daha hızlı; Başladı hayatımızda şehitlerce bir yarış. İlerledik cihan cihan, Karış karış! Son yirmi adımı uçuyorduk, Almıştı herkes dipçiğini avucuna. Yine bir duraklama, Geldik düşman süngüsünün ucuna. - MUSTAFA KEMAL - Mustafa Kemal'i gördüm düşümde, "Daha!" diyordu. Uğruna şehit olasım geldi hemen, "Sabaha!" diyordu. Al bir kalpak giymişti al, Al bir ata binmişti al, "Zafer ırak mı?" dedim, "Aha!" diyordu. - TABUR BİR MUCİZE İÇİNDEYDİ - Bir muhabbet sarmıştı her yönü Vatanı ve bizi seven Çoğalmıştık bir uçtan bir uca, bir rüya gibi Büyüyordu ova kendiliğinden. Neydi damarlarımızda çoğalan, çoğalan? Neydi bu tepenin adı? İçimizde sadece vatan değil, Yeryüzü kadar bir şey vardı. Ateş mi gelirmiş, yel mi esermiş? Akıyoruz, hayatımız nerede pek belli değil. Kurtulmuşuz bedenden artık, Kimse ayaklı elli değil. - MUSTAFA KEMALLERCE - Atılıyorduk kâfire, Hepimizin bir yanı hilâl gibi, Bir göz vardı üstümüzde göklerden, Mustafa Kemal gibi! Savaşırken yaşamak, Anam südü kadar helâl gibi, Ölüm hem büyüktü, hem kolaydı, Mustafa Kemal gibi. Atılıyorduk bir devre, Tarihlerden süzülmüş bir hâl gibi : Hepimiz, hepimiz, Mustafa Kemal gibi!Fazıl Hüsnü Dağlarca ( 1914 - 2008 )
9 Ekim 2015 Cuma
fazıl hüsnü dağlarca - üç şehitler destanı
dünya şiir günü bildirisi - fazıl hüsnü dağlarca
21 Mart Dünya Şiir Günü Bildirisi - 2001 / Fazıl Hüsnü Dağlarca
Şiirler, nereden geldiği belli olmayan, tanımı yapılamayan, bütün
yaşamımızı etkileyen boyutları evrence süren o ateşböcekleridir. Şiir
yazan sözcüklerin "yeri" vardır. Bu yerler sandığımızdan büyüktür.
Yanyana geldiklerinde eski ya da yeni yeryüzlerini ulaştırırlar bize.
Şiir yazan sözcüklerin şiir yazmayan sözcüklerden nasıl
ayrıldıklarını yazar, düşüncelerindeki boyutla sezebilir. Bu ayrımı
yaparken neyin şiir olduğunu, neyin olmadığını kişisel varlığının o
andaki soluk almasıyla anlar.
Şiirler yerlerini birbirlerine katarlarken bir başarıya da
ulaşırlar. Yazın evrenindeki genel yeri genişletmiş olurlar. Bugün
bir Rus Edebiyatı, bir Fransız, bir İngiliz Edebiyatı alanları varsa
bu kazanç, o ülkeler şiirlerinin kazandıkları, bize kazandırdıkları
özel yerlerle oluşmuştur.
"Yer" sözcüğünün üzerinde duruyorum, "ses" demek istemiyorum
burada. "İm" demek istemiyorum. "İmin Yürüyüşü" adlı yapıtımda
söyledim bunları. "Yer" sözcüğüyle anlatmak istediğim komik bir
alandır. O ateşböceklerinin alanıdır. Kozmik alanların şiirlerden
oluşmuş yaratılar olduğunu da hepinize duyurmak isterim.
Çeviri olayı, bütün yönleriyle anlaşılmamıştır. Bir dildeki bir
yapıtın dile dönüştürülmesi ne yazık ki çeviri gerçeğinin tek örneği
sayılmıştır. Dilden dile aktarma, çeviri gerçeğinin belki de milyarda
biridir ya da dışındadır.
Burada anlatmak istediğimiz gerçek çeviridir.
"Gökyüzü"nün "yeryüzü"ne çevirisi bugüne dek yaşanan tek
çeviridir. Çeviri birbirini yaratırken evrenin ta kendisi
sayılmalıdır. Oluşum dediğimiz olay, doğadaki gizin açıklanmasıdır.
İlk patlamaların bize getirdiği eylem, bir sözün çevirisinden başka
ne? Daha önceki yaşama, vardığı söylemi, başka bir söyleme
dönüştürürken, yaptığı eylem çeviridir. Yüzyılların binyıllara,
binyılların sayısız uzaklara ulaşması bir elle uzandığımız, öteki
elle tuttuğumuz tek yazıdır. Bu tek yazı insan varlıklarına ulaşırken
çiviye benzemiş olabilir. Adına hiyeroglif denebilir, adına papirüs
denebilir. Unutulmamalıdır ki bütün bunlar insan usunun çeviri
eylemini gözler önüne serer.
Şiir, günü geleceğe çevirirken öylesine zenginleşir ki telefon
derler ona, gramafon derler ona, radyo, televizyon, bilgisayar,
internet derler ona, yine de bütün gücünü dile getiremezler.
Şiirin bütün özdeklerde görünümü başka başkadır. Kuşun sesinde
görünen odur, maviliği sese dönüştürmüştür. Demirin ateşte dövülürken
kıpkırmızı olması odur; dışarı çıkmayı kırmızıya dönüştürmüştür.
Yaşlı bilginin avuçlarındaki harfler odur; evreni umuda
dönüştürmüştür. Gelin olan kızın ilk gecesi odur; ipeği sevişmeye
dönüştürmüştür. Birbirimize yakınlığımız odur; ekmeği özgürlüğe
dönüştürmüştür.
Duyuyor musunuz şimdi? Duyuyor musunuz, burada sizi bana
dönüştürmüştür.
Şiirler, nereden geldiği belli olmayan, tanımı yapılamayan, bütün
yaşamımızı etkileyen boyutları evrence süren o ateşböcekleridir. Şiir
yazan sözcüklerin "yeri" vardır. Bu yerler sandığımızdan büyüktür.
Yanyana geldiklerinde eski ya da yeni yeryüzlerini ulaştırırlar bize.
Şiir yazan sözcüklerin şiir yazmayan sözcüklerden nasıl
ayrıldıklarını yazar, düşüncelerindeki boyutla sezebilir. Bu ayrımı
yaparken neyin şiir olduğunu, neyin olmadığını kişisel varlığının o
andaki soluk almasıyla anlar.
Şiirler yerlerini birbirlerine katarlarken bir başarıya da
ulaşırlar. Yazın evrenindeki genel yeri genişletmiş olurlar. Bugün
bir Rus Edebiyatı, bir Fransız, bir İngiliz Edebiyatı alanları varsa
bu kazanç, o ülkeler şiirlerinin kazandıkları, bize kazandırdıkları
özel yerlerle oluşmuştur.
"Yer" sözcüğünün üzerinde duruyorum, "ses" demek istemiyorum
burada. "İm" demek istemiyorum. "İmin Yürüyüşü" adlı yapıtımda
söyledim bunları. "Yer" sözcüğüyle anlatmak istediğim komik bir
alandır. O ateşböceklerinin alanıdır. Kozmik alanların şiirlerden
oluşmuş yaratılar olduğunu da hepinize duyurmak isterim.
Çeviri olayı, bütün yönleriyle anlaşılmamıştır. Bir dildeki bir
yapıtın dile dönüştürülmesi ne yazık ki çeviri gerçeğinin tek örneği
sayılmıştır. Dilden dile aktarma, çeviri gerçeğinin belki de milyarda
biridir ya da dışındadır.
Burada anlatmak istediğimiz gerçek çeviridir.
"Gökyüzü"nün "yeryüzü"ne çevirisi bugüne dek yaşanan tek
çeviridir. Çeviri birbirini yaratırken evrenin ta kendisi
sayılmalıdır. Oluşum dediğimiz olay, doğadaki gizin açıklanmasıdır.
İlk patlamaların bize getirdiği eylem, bir sözün çevirisinden başka
ne? Daha önceki yaşama, vardığı söylemi, başka bir söyleme
dönüştürürken, yaptığı eylem çeviridir. Yüzyılların binyıllara,
binyılların sayısız uzaklara ulaşması bir elle uzandığımız, öteki
elle tuttuğumuz tek yazıdır. Bu tek yazı insan varlıklarına ulaşırken
çiviye benzemiş olabilir. Adına hiyeroglif denebilir, adına papirüs
denebilir. Unutulmamalıdır ki bütün bunlar insan usunun çeviri
eylemini gözler önüne serer.
Şiir, günü geleceğe çevirirken öylesine zenginleşir ki telefon
derler ona, gramafon derler ona, radyo, televizyon, bilgisayar,
internet derler ona, yine de bütün gücünü dile getiremezler.
Şiirin bütün özdeklerde görünümü başka başkadır. Kuşun sesinde
görünen odur, maviliği sese dönüştürmüştür. Demirin ateşte dövülürken
kıpkırmızı olması odur; dışarı çıkmayı kırmızıya dönüştürmüştür.
Yaşlı bilginin avuçlarındaki harfler odur; evreni umuda
dönüştürmüştür. Gelin olan kızın ilk gecesi odur; ipeği sevişmeye
dönüştürmüştür. Birbirimize yakınlığımız odur; ekmeği özgürlüğe
dönüştürmüştür.
Duyuyor musunuz şimdi? Duyuyor musunuz, burada sizi bana
dönüştürmüştür.
8 Ekim 2015 Perşembe
fabl
Horoz ile Tilki
Görmüş geçirmiş, anasının gözü bir horoz
Tünemiş bir ağacın
dalına.
Kurnaz tilki, sesini
yumuşatarak, ona
Dedi ki: “Kardeşçiğim, artık
dostuz;
Barış oldu hayvanlar
arasında.
Müjde getirdim sana, in de bir
öpüşelim;
Ama Allah aşkına
oyalanma;
Çünkü bilirisin ya, başımdan
aşkın işlerim.
Oysa ki siz serbestsiniz
daima,
İşleri düşünemeye
bilirsiniz;
Hem artık siz yardım da
ederiz.
Ama kuzum, in de aşağıya
bir
Doya doya öpeyim
gözlerinden”
“Kardeşim” dedi horoz, “Bu
mutlu haberinden
Daha güzel bir haber almazdım
şüphesiz.
Bu nefis
Bu mutlu haberinden.
Üstelik bunu senden
öğrenmekle
Sevincim iki kat oldu. Ama dur
hele…
Bunu müjdelemek için olacak,
Bak iki tazı geliyor koşarak”
Hızlı da koşuyorlar; haydi ben
ineyim de
Hep birden öpüşelim tazılar
geldiğinde.
“Hoşça kal “ dedi tilki,
“Yolum biraz uzunca,
Kutlarız bu barışı yeniden
buluşunca.”
Çabuk toplayıp tası
tarağı,
Külhani bir anda tırmandı
dağı.
Bir iş çıkmamıştı numarasından.
O sırada çalının
arkasından,
İhtiyar horoz kıs kıs
gülüyordu.
Oyunbazı oynatmak pek tatlı
oluyordu.
La Fontaine’den çeviren; Orhan Veli Kanık
Eşekle Küçük Köpek
Değiştiremeyiz mizacımızı;
Kalkışmayalım onu zorlamaya;
Ne yaparsa yapsın bir dağ
ayısı
Kibar bir kişizade olamaz ya.
Kibarlık bu dünyada az insana
vergidir;
Hayatta da ancak onlar rahat
edebilir.
Hallerine bırakalım hepsini,
Benzemek istemezsek masaldaki
eşeğe;
Ayağıyla sevmek istemiş hani
Sahibini, daha şirin görüneyim
diye.
Kendince şöyle düşünürmüş
eşek:
”Neden çok sevilir bu küçük
köpek?
Sabah akşam arkadaş gibi
gezer,
Hanımla, efendi ile beraber.
Ben zavallı, durmadan sopa
yerim.
Yaptığı ne ki? Sade pençe
atmak.
Sonra da çıkıp kucaklarda
yatmak.
Lazım olan buysa eğer hoşa
gitmek için,
Güç bir iş değil benim gibi
bir eşek için.” Ümitlenirken böyle
düşünerek,
Efendisi görünmüş karşıdan birdenbire;
Kaldırdığı gibi ayağı eşek,
İndirmiş efendinin çenesine
şevk ile.
Sonra, cilvenin daha tamam
olması için,
O güzelim sesiyle bir de şarkı
tutturmuş.
O sırada efendisi bağırır
dururmuş:
-“Nerde şu bizim sopa? Aman
çabuk getirin!”
Sopa yetiştirilmiş, eşekse
kaçmış gitmiş.
Bizim komedya da böylece
bitmiş.
La
Fontaine’den çeviren; Orhan Veli Kanık
Fabl
Kahramanları çoğunlukla hayvan ve bitki gibi
varlıklardan oluşan, genellikle soyut
bir düşünceyi somut bir örnek etrafında benimsetmeye çalışan hareketli
öykülerdir fabllar. Daha çok masal ve destana yakın bir tür olan fabl, didaktik
ve dikte edici olması yönüyle bu türlerden ayrılır. Binlerce yıllık insan
davranışlarının, deneyimlerinin birikiminden oluşan fabllar, sadece çocuklar için değil, yetişkinler için
de önemli eğitici unsurlar taşırlar. Ders veren fabllar, bir noktada atasözlerinin canlandırılması
niteliğini taşıdıklarından, belki atasözlerinden daha kalıcı eğitici
özelliklere sahiptirler. Fablların asıl amacı, belli bir ana fikri yalın, bir
veya birkaç olayın yardımıyla en kısa yolan anlatmak olduğu için fabllar
genellikle kısa anlatımlardır (Yalçın ve Aytaş, 2003, 127).
İnsanların
yaşadıkları çevreden, fiziksel
görüntülerinden mutlu olması, başka
insanların hayatına ya da dış görünüşüne özenmemesi gerekir. Görüntüsünü ve
sahip olduğu gücü küçümseyen, kendini beğenmeyen insan, aşağılık duygusuna
kapılır. Bu da o insanı mutsuz eder. …Başkasına özenmenin yanlışlığı, “Eşekle Küçük Köpek” şiirinde farklı bir boyutta
anlatılmaktadır. Evdeki küçük köpeğin, sahibinin kucağına atlamaktan başka bir şey
yapmadığı halde çok sevildiğini gözlemleyen eşek, köpeğe özenir. O da sahibin
üzerine atlar, dayak yer. Şiirin mesajı girişte verilmiştir:
Değiştiremeyiz mizacımızı;
Kalkışmayalım onu zorlamaya;
Ne yaparsa yapsın bir dağ ayısı
Kibar bir kişizade olamaz ya (Kanık 2007, 47)
Kelime ERDAL
Sonunda bir ahlâk dersi vermek amacıyla kaleme
alınan, konusu bitkiler, hayvanlar veya cansız varlıklar arasında geçtiği
düşünülen ve genellikle manzum olan edebî yazılara fabl denir Kişilerin veya
topumun aksayan yönleri fabl aracılığıyla düzeltilmeye çalışılır Hayalî
varlıklar ve olaylar gerçeğe ne kadar yakın olursa fabl o derecede etkili ve
başarılı olur Teşhis ve intak sanatlarından yararlanılarak anlatıma canlılık ve
güzellik katılır
Fablın
sonunda kıssadan hisse alınabilecek bir dersin verilmesi onu masaldan ayıran
özelliklerin başında gelir
"Fabl" sözcüğünün kökeni Latince
"hikâye" manasına gelen "fabıla"dır. Fakat bu sözcük
zamanla bir ahlâk ilkesi veya davranış kuralını anlatan kısa sembolik
(simgesel) bir hikâye türünün adı olmuş
İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar
bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla
insanlara ahlak ve ibret dersi vermek örnek göstermek ya da bir düşünceye güç
kazandırmak isteyen bir çeşit masaldır veya öyküdür. Fabllar, kulaktan kulağa
yayılarak sözlü anlatım döneminin edebiyat ürünleri olarak insanlık tarihinde
yerini almış ve basit, kolay, ahlak ilkelerini öğretme işlevini
yüklenmişlerdir. Çoğu kez olağanüstü unsurlara sahip olan ve bu y anıyla
alegorik (temsili) bir hüviyet(kimlik) taşıyan bu öykülerde daha çok insanların
ahmaklık ve zayıflıklarını gözler önüne sermek böylece ona ders vermek amacı
güdülür. Bu ders çoğu zaman öykünün sonunda dile getirilir. Fablların
olağanüstü unsurlara sahip olması zaman zaman türü masala yaklaştırır.
Olayların insan dışı varlıkların başından geçiyormuş gibi gösterilmesi
okuyucunun verilen ahlak dersini kendi deneyimiyle keşfetmesini sağlar. Bu
masalların hepsi genellikle yetişkinler için yazılmış, daha sonra da çocukların
dünyasında kendilerine geniş bir yer edinmişlerdir. Şiir ve düzyazı biçiminde
yazılmış olmaları ve çocukların kolayca ezberlemeleri de onları hep diri
tutmuştur. Bugün daha çok çocuk edebiyatında yer alan fablların, toplumu
eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri
eğitmede de kullanılmaktadır.
Fabl metinlerinin ortak özellikleri
- Kişileri genellikle hayvan,
bitki ve cansız varlıklardan oluşur.
- Ders verme amacıyla yazılır.
Kısa yazılardır.
- Fablların kahramanları
çoğunlukla hayvanlardır
- Fabllar hem nazım, hem nesir
biçiminde olurlar. Çoğunlukla manzumdur.
- Fablın sonunda veya başında her
zaman bir ahlâk dersi verilir.
- Fabllar teşhis ve intak
sanatları sıkça kullanılır.
- Fabllar öğretici (didaktik) bir
amaçla yazılır.
- Gündelik hayatla ilgili dersler
ve öğütler verilir.
- Verilen mesaj, öğüt gayet
açıktır.
- Fabllarda soyut konular, olay örgüsüyle
somutlaştırılarak verilir.
- Fabllardaki olaylar bizi
güldürürken eğitir.
- İnsanlar için geçerli olan iyi-kötü,
cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü vb. çatışmalar; hayvan
kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.
- Fabllar eğlendirici ve
sevimlidirler.
- Dramatizasyona uygun oluşları
anlatımlarındaki hareketliliği eyleme dönüştürmeye yardımcı olur.
Böylelikle yaşayarak öğrenmeye uygundurlar.
- Fabllar olay anlattıkları için
bir başka şiiri okumaktan ya da ezberlemekten daha çok çocukların ilgisini
çeker.
- Fabllar insan belleğinde çok
kolay saklanabilen ve ortaya çıkarılabilen özelliklere sahip olduğu için
sözlü gelenek içinde de yaşatılabilmektedir.
Aslan ile Fare
Herkes herkese yardım etmeli,
Ben
büyük, o küçük dememeli
İki
masalım var bunun üstüne,
Başka
da bulurum isteyene.
Aslan
toprakla oynuyormuş bir gün;
Bir
de bakmış pençesinde fare,
Aslan,
aslan yürekliymiş o gün,
Kıymamış
canına, bırakmış yere.
Boşuna
gitmemiş bu iyiliği.
Kimin
aklına gelir,
Farenin
aslana iyilik edeceği?
Etmiş
işte, hem de canını kurtarmış.
Günün
birinde aslan
Biraz
çıkayım derken ormandan,
Düşmüş
bir tuzağa,
Ağla
içinde kalmış;
Kükremiş
durmuş boşuna;
Bereket
fare usta yetişmiş imdada;
Bu
iş kükremekle değil,
Kemirmekle
olur demiş.
Başlamış
incecik dişlerini işletmeye
Gelmiş
ipin hakkından kıtır kıtır.
Bir
ilmik kopunca ağdan hayır mı kalır?
Sabır,
biraz da zaman
Güçten,
öfkeden daha yaman.
La Fontaine Masalları
(Çev. Sabahattin Eyüboğlu)
GÜVERCİNLE
KARINCA
Dere
başında su içecekti bir güvercin.
Tam
eğleniyordu, bir karınca düştü suya.
Bu
koskoca ummanın ortasında, boş yere,
Çırpınıyordu
tekrar kıyıya çıkmak için.
Güvercin
de merhamete geldi birdenbire;
Suyun
üzerinde bir çöp parçası bıraktı.
Karınca
o çöpe tutunup kurtulacaktı.
Kurtuldu
da. İşte tam o sırada
Bir
serseri geçiyordu, yalın ayak;
Elinde
ayrıca bir okla yay taşıyarak
Hazırlanırken
kuşa çekmek için okunu,
Karınca
topuğundan ısırdı onu.
Oğlan
sıçradı, kuş bunu duyarak
Havalandı,
hemencecik oradan seğirtti;
Serserinin
yemeği böylece uçtu gitti.
Hava
aldı bizim baldırı çıplak.
La
FONTAİNE(La FONTEN)
“Mesajın giriş bölümünde verildiği “Aslanla Fare adlı fabl, kimseyi
küçümsememeyi öğütlemekte, herkesin kendine göre bir gücü olduğu gerçeğini
vurgulamaktadır. Şiirin arka planında
“iyilik yapan iyilik bulur” mesajı da vardır. Aslanı düştüğü tuzaktan kurtaran,
daha önce öldürmeyip canını bağışladığı bir faredir. Benzer bir konu, “Güvercinle Karınca” başlıklı fablda vardır. Dereye düşen karınca
kurtulmak için çırpınıp dururken,
güvercinin attığı bir çöp ile kurtulur.
Bu esnada bir avcının güvercini avlamak üzere olduğunu fark eden
karınca, avcının ayağını ısırarak
güvercini kurtarır. Bu benzer fabllarda,
şairin okuyucuya mesajını iletebilmek adına fiziksel olarak güçlü olanı zayıf
olanla birlikte zor durumlara soktuğu gözlemlenmektedir. Herkesin kendine özgü fiziksel gücü vardır ve
isterse zor durumdakilere yardım edebilir.”
Kelime ERDAL
Olay veya olay örgüsünde kahramanlar neyi, nasıl temsil eder?
Fablın
konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından geçer. Bunlardan
biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır. Fabllerde
ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur.
Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız; aslan
varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle
değil, yalnızca fabla konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu
çözümlemelerine yer verilmez.
Aslan
ile Fare fablındaki kahramanlar:
Aslan:
Güçlü, kendine güvenen insanları temsil eder.
Fare: Fazla
gücü olmayan insanları temsil eder.
Yazar fiziksel olarak güçlü durumda olan aslanı zor durumda
ve fiziksel olarak zayıf durumda olan fareyi avantajlı durumda bırakarak aslan
ve fareye temsil yeteneği vermiştir.
Güvercin
ile Karınca fablındaki kahramanlar:
Güvercin: Fiziksel olarak güçlü durumda olan insanları
Karınca: Fiziksel olarak zayıf durumda olan insanları
Çocuk: Hayvanlara eziyet eden insanları temsil eder.
Bu fablda da yazar olayları varlıkların temsil yeteneğini
ortaya çıkaracak şekilde düzenlemiştir. Güvercinin karıncaya yardım etmesi,
karıncanın çocuğun bacağını ısırması vs.
Fabldaki olay veya olay örgüsü
SALYANGOZ
ve EVİ
Salyangozları bilir misiniz? Onlar da tıpkı
kaplumbağalar gibi evlerini sırtlarında taşırlar. Bir zamanlar, evini sırtında
taşımaktan hoşlanmayan sevimsiz bir salyangoz yaşarmış. Üstelik evinin rengi de
hiç hoşuna gitmezmiş.
Bizim salyangoz, kelebek ve uğurböceğini çok
severmiş. Arada bir onlarla dertleşir, sırtında taşıdığı evi onlara şikâyet
edermiş.”Ah keşke!” dermiş.”Evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım. Hadi
taşıyorum, bari sizin ki gibi bol desenli ve renkli olsaydı.”
Kelebek ve uğurböceği bir gün salyangoza;”Sevgili arkadaşımız!” demişler.”Hani evim renkli olsun diyorsun ya, biz çaresini bulduk. Ressam olan bir tırtıl var. Seni ona götürürsek eğer, evini rengârenk boyar.”
Salyangoz buna çok sevinmiş.”Ne duruyoruz!
Hemen gidelim.”demiş. Böylece düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar.
Gelen misafirleri dinleyen tırtıl, boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya
başlamış. Sonunda salyangozun evine çok güzel desenler çizmiş. Salyangoz yeni
görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olması onu çok
üzüyormuş.
Dönüş yolculuğunda üç arkadaş şiddetli bir
yağmura yakalanmış. Kelebek ve uğurböceği öyle ıslanmışlar ki, sele kapılmaktan
zor kurtulmuşlar. Oysa salyangoz hemencecik evinin içine girmiş. Yağmur dinip
de evinden dışarı çıkınca, arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş. Sonra
da kendi kendine şöyle düşünmüş:”İyi ki saklanabileceğim bir evim var. Rengi
olmasa da, beni yağmurdan koruyor ya.”
Sevimli
salyangoz bu olaydan sonra bir daha hiç üzülmemiş.
Fablın konusu insan başına
gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay, kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme,
istek, özlem, öfke, korku... gibi tutkuya dönüşmüş duygularından doğar. Fablın
gövdesini bir olay oluşturur, asıl önemli olan fablın anlatılış nedenidir. Buna
"ders" denir.
“Salyangoz
ve Evi” adlı fablda olay: Evini sırtında taşıyan salyangozun bu
durumda ve evinin renksiz oluşundan şikâyet etmesidir.
Olay
örgüsü:
·
Salyangozun evini sırtında taşımak istememesi
·
Salyangozun kelebek ve uğur böceğini gibi
uçamamasından dolayı üzülmesi
·
Salyangozun evinin renksiz oluşundan dolayı
üzülmesi ve kelebek ve uğur böceğinin yardımıyla tırtılın yanına gidip evini boyatması.
·
Yağmurun yağması ve kelebek ve uğur böceğinin
ıslanması, salyangozun ıslanmaması
·
Salyangozun evininin sırtında olmasından artık
şikâyet etmemesi
Olay veya olay örgüsünün gerçeklikle ilişkisi:
Bütün sanat eserleri ister
hayvandan isterse cansız varlıklardan bahsetsin insan gerçekliği üzerinde
durur. İnsanı merkez alır. Bazen bu gerçekliği olduğu gibi değil sanat yaparak
başka şekillerde anlatabilir. Metinleri teması insanla ilgilidir.
Fabl yazarı yukarıdaki fablda
insana özgü bir gerçeklik olan “bulunduğu durumdan şikâyet etmek” olayından hareketle fabl oluşturmuştur.
Yazar insanlara özgü bir
gerçekliği hayvanlardan âleminden örneklerle anlatmaya çalışmıştır.
Fabllardaki Mekânın Özellikleri
Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir:
Orman, göl kenarı,yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir.
Fabllardaki Zamanın Özellikleri
Her olay gibi fabldaki olay da bir zaman diliminde
geçer. Kronolojik zaman kullanılır.
[!] Fablda bir ahlâk dersi vermenin esas olduğu,
kahramanlarının insan olmayan varlıklar arasından seçildiği; ama temanın
insanla ilgili olduğu vurgulanır. Fablın kişileştirme (teşhis) ve konuşturma
(intak) sanatları üzerine kurulduğu belirtilir.
Fablın Bölümleri
Fabl plânı dört bölümdür: Serim, düğüm, çözüm,
öğüt.
Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre kişileştirilmiş
hayvanlar ve çevre tanıtımının yapıldığı bölümdür.
Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre gelişir.
Kısa ve sık konuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir
Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablın en kısa
bölümüdür.
Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir. Bu
bölüm kimi zaman başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya
bırakılır.
Fablın Yapısı (Öğeleri):
Fablin de dört ögesi vardır; kişiler, olay, zaman,
yer.
• Kişiler: Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en
az iki hayvanın başından geçer. Kişiler genellikle insan olmayan yaratıklar ya
da cansız nesnelerdir. Kahramanlarının her biri bir insan karakterini yahut
davranışını sembolize eder. Yazınsal fablın belirleyici özelliği, insanların
hayvanlar yoluyla anlatılmasıdır. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri
kötü ahlâklı bir tipi canlandırır. Fablda ikinci derecede kişiler çok azdır,
bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur. Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu
kurnaz insan yerine koyarız; arslan varsa cesaretine güvenen biri yerine
koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle değil, yalnızca fable konu olan
yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez. Fabllerde
bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti
verilmez. Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı
görüşü paylaşır.
• Olay: Fablin konusu insan başına gelebilecek her
hangi bir olaydır. Olay,kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, öfke,
korku... gibi tutkuya dönüşmüş duygularından doğar. Fablin gövdesini bir olay
oluşturur, asıl önemli olan fablin anlatılış nedenidir. Buna "ders"
denir. Fabl plânı dört bölümdür: Serim, düğüm, çözüm, öğüt.
Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre
kişileştirilmiş hayvanlar veçevre tanıtımının yapıldığı bölümdür.
Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre
gelişir. Kısa ve sıkkonuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir
Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablin en
kısa bölümüdür.
Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir.
Bu bölüm kimi zaman başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya
bırakılır.
• Yer: Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi
verilmelidir: Orman, göl kenarı,yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte
değişebilir.
• Zaman: Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman
diliminde geçer. Kronolojik zaman kullanılır.
Fabllarda yararlanılan anlatım türlerini ve hâkim anlatım türünü
belirler.
Farklı anlatım türlerinin oluşturduğu metin parçalarının nasıl
birleştirildiğini belirler.
Temanın özelliklerini belirler.
[!] Temaların evrensel oldukları,
değişmez ahlâkî değerler ve insana ait özellikler çevresinde yoğunlaştığı
belirtilir.
Fabllarda dil hangi işlevlerde kullanılır?
Fabllarda dil sanatsal işlevde kullanılmıştır. Çünkü
fablların mesajı yine metnin kendisidir. Metin kendi dışında bir şey ifade
etmez. Sanatsal işlevde yazar okuyucuda istediği etkiyi uyandırmak için dili
istediği kullanır, kelimelere yeni anlamlar yükler.
Fabl Türünün Gelişimi
·
Batıda ve
dünyada ilk fabl yazarı olarak Aisopos (Ezop) gösterilir. Ezop’un M.Ö.
620-650 yılları arasında yaşadığı ve baskıcı bir yönetim yüzünden düşüncelerini
küçük hayvan hikâyeleri ile anlattığı söylenmektedir. Ezop'un fablları MÖ 300
yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir.
·
Doğuda ilk
fabl örneklerine eski Hint edebiyatında MÖ 200 yıllarında Pançatantra
masallarında rastlamak mümkündür. Ancak çok daha sonraki yüzyıllarda (MS
100-150) ortaya çıkan bu eserin yazarının kim olduğu ve hangi yıllar arasında
yaşadığı henüz bilinmemektedir. Bu türün diğer örneği ise MS 300 yılında
Beydaba tarafından meydana getirilmiştir. Beydaba, Kelile ve Dinme adlı
eserini Debşelem adlı Hint hükümdarı zamanında yazmış ve ona sunmuştur.
·
La Fontaine, Ezop’un ve
Beydaba’nın Latinceye çevrilmiş eserlerinden ve yine kendisinden önce yaşamış, Phaedrus,
Planudes, Edmund Spenser gibi şairlerden yararlanarak Fabl türünde usta
eserler meydana getirmiştir.
·
Fars
edebiyatında 8.-14 yüzyılda yaşamış ve toplumsal eleştirileriyle ilgili eserler
kaleme almış olan ünlü mizahçı Ubeyd-i Zakanî ve 11/16. yüzyılda
hayatını sürdürmüş olan Muhammed Bakîr Meclisî’nin Fare ile Kedi (Muş u
Gurbe) adlı eserleri vardır.
·
Sadî’nin Gülistan
ve Bostan adlı eserlerinde hayvan hikâyelerini anlatan birçok örnek mevcuttur.
·
James Thurber ve İngiliz George
Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır.
Türk Edebiyatında
Fabl
·
Fablın Türkçedeki
ilk örneklerini Gülşehri’nin
Mantıku’t-Tayr’ı( Kuşların Dili 14. Yy.) ve Şeyhi’nin Harname'dir.(Eşekname 15 yy)
·
Ahmet Mithat, Kıssadan
Hisse adlı eserini ahlakî gaye güderek yazmıştır. Bu eserde yazar, Ezop’tan, La
Fontaine’den yapmış olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu fabllara yer
vermiştir
·
Recaîzade Mahmut Ekrem, La Fontaine’den Horoz ile Tilki, Kurbağa ile Öküz, Karga ile Tilki, Meşe
ile Saz, Ağustos Böceği ile Karınca gibi birçok çeviriler yaparak bu alanda
Türk Edebiyatına katkıda bulunuştur
·
Ali Ulvi Elöve
Çocuklarımıza Neşideler, adlı şiir kitabında La Fontaine, Victor Hugo,
Lamartine’den yaptığı çevirilerin yanında, yine bunlardan esinlenerek yazdığı
fabl türü şiirlere de yer vermiştir.
·
Nabizade Nazım’ın Bir
Sansar ile Horoz ve Tavuk adlı eseri vardır
·
Tarık Dursun K.’nın fabl
üzerine birçok eseri mevcuttur. La Fontaine, Ezop ve Krilov’dan çeviriler
yaparak yayınlayan yazar, hayvanlarla ilgili birçok hikâye de yazmıştır.
·
Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık, Ömer Rıza Doğrul, Kemal Demiray, M. Fuat
Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, Siracettin Hasırcıklıoğlu, Sebahattin Eyüboğlu fabl türü ile ilgilenmiş çeviri
yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır.
Tilki İle Leylek
Tilki hocanın iyiliği tutmuş bir gün
Hacı leyleği yemeğe buyur etmiş
- Ama, demiş tilki, bizde misafir
Umduğunu değil bulduğunu yer.
Meğer tilkinin cimrisi hepsinden betermiş
Bir çorba çıkarmış topu topu
O da sulu mu sulu
Hem nerden getirse beğenirsiniz? Tabakta.
Leylek gagasıyla uğraşadursun
Tilki bitirmiş hepsini bir solukta.
Leylek kızmış, ama çekmiş sineye.
Bir zaman sonra
O da tilkiyi buyur etmiş yemeğe.
- Hay hay, demiş tilki, nasıl gelmem?
Ben dostlara naz etmesini sevmem.
Tam saatinde gelmiş.
Leyleğe türlü diller dökmüş.
Şu güzel bu güzel,
Hele yemeğin kokusu
Gel iştahım gel!
Gerçi tilkilerin iştahı
Pek nazlı değilmiş ama
Et . kokusu başka şeymiş.
- Kuşbaşı galiba, demiş
Bayılırmış etin böylesine
Hele kıvamında pişmişine.
Derken yemek sofraya gelmiş,
Gelmiş ama nasıl?
Kokusunu al, eti arada bul!
Dar boğazlı upuzun bir çömlek içinde
Tam leyleğin gagasına göre
Tilki burnunu burgu etse nafile.
Kısmış kuyruğunu evine dönmüş.
Aç kaldığına mı yansın
Bir kuşa rezil olduğuna mı?
El alemi aldatanlar
Bu masal size:
Bir gün sizi de sokarlar
Kurduğunuz kafese ...
Hacı leyleği yemeğe buyur etmiş
- Ama, demiş tilki, bizde misafir
Umduğunu değil bulduğunu yer.
Meğer tilkinin cimrisi hepsinden betermiş
Bir çorba çıkarmış topu topu
O da sulu mu sulu
Hem nerden getirse beğenirsiniz? Tabakta.
Leylek gagasıyla uğraşadursun
Tilki bitirmiş hepsini bir solukta.
Leylek kızmış, ama çekmiş sineye.
Bir zaman sonra
O da tilkiyi buyur etmiş yemeğe.
- Hay hay, demiş tilki, nasıl gelmem?
Ben dostlara naz etmesini sevmem.
Tam saatinde gelmiş.
Leyleğe türlü diller dökmüş.
Şu güzel bu güzel,
Hele yemeğin kokusu
Gel iştahım gel!
Gerçi tilkilerin iştahı
Pek nazlı değilmiş ama
Et . kokusu başka şeymiş.
- Kuşbaşı galiba, demiş
Bayılırmış etin böylesine
Hele kıvamında pişmişine.
Derken yemek sofraya gelmiş,
Gelmiş ama nasıl?
Kokusunu al, eti arada bul!
Dar boğazlı upuzun bir çömlek içinde
Tam leyleğin gagasına göre
Tilki burnunu burgu etse nafile.
Kısmış kuyruğunu evine dönmüş.
Aç kaldığına mı yansın
Bir kuşa rezil olduğuna mı?
El alemi aldatanlar
Bu masal size:
Bir gün sizi de sokarlar
Kurduğunuz kafese ...
LA FONTAINE
Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu
Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu
1. Yukarıdaki fablda fablın hangi özellikleri vardır?
2. Tilki ile Leylek fablında hangi soyut düşünce
somutlaştırılmıştır?
3. Bu fablın temasını söyleyiniz?
4. Fablın yapı unsurlarını (olay örgüsü, mekan, zaman,
kişileri) ve özelliklerini yazınız.
destanlar
DESTANLAR
|
Destan: Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir.
Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan manzum edebî eserlere destan adı verildiğini biliyoruz. Bu tür edebî eserler tabiî afetler (deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın vb.), göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.
Destanlar üç safhada oluşur:
a) Doğuş safhası: Bu safhada milletin hayatında iz bırakan önemli tarihî ve sosyal olaylar, bu olaylar içinde yüceltilmiş efsanevî kahramanlar görülür.
b) Yayılma safhası: Bu safhada, söz konusu olay ve kahramanlıklar, sözlü gelenek yoluyla yayılır. Böylece bölgeden bölgeye ve nesilden nesle geçer.
c) Derleme (yazıya geçirme) safhası: Bu safhada, sözlü gelenekte yaşayan destanı, güçlü bir şair, bir bütün hâlinde derleyip manzum olarak yazıya geçirir. Çoğu zaman bu destanların kim tarafından derlendiği ve yazıya geçirildiği belli değildir.
Destan çeşitleri:
a) Tabiî destan: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destanlardır.
b) Yapma destanlar: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu oluşan destanlardır.
Destanların genel özellikleri:
1- Anonimdirler.
2- Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.
3- Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.
4- Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.
5- Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir.
Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan eserlere de destan denilmiştir.
İslâmiyet öncesi Türk destanları:
1. Yaradılış Destanı
2. Saka Türklerinin Destanları
a) Alp Er Tonga Destanı
b) Şu Destanı
3. Hun Türklerinin Destanı
Oğuz Kağan Destanı
4. Gök Türk Destanları
a) Bozkurt Destanı
b) Ergenekon Destanı
5. Siyenpi Destanı
6. Uygur Türklerinin Destanları
a) Türeyiş Destanı
b) Göç Destanı
Kırgızların Manas Destanı XI.-XII. yüzyıllarda oluşmuş, bir destandır. İslâmiyet öncesi Türk kültüründen izler taşımakla birlikte, İslâmî unsurlar daha ağır basmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)