ŞİİR VE ZİHNİYET
|
|||
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden
derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan
uzağa çoban çeşmesi,
Ey
suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne
söyler şu dağa çoban çeşmesi.
"Göynünü
Şirin'in aşkı sarınca
Yol
almış hayatın ufuklarınca,
O
hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış
akmağa çoban çeşmesi..."
O
zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri
oyardı, taşı delerdi.
Kaç
yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi
kaç dudağa çoban çeşmesi.
Vefasız
Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in
sazına cevap veren bu,
Kuruyan
gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı
toprağa çoban çeşmesi.
Leyla
gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir
susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten
kızaran bir gül arar da,
Gezer
bağdan bağa çoban çeşmesi.
Ne
şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe
karıştı eski sevdalar.
Beyhude
seslenir, beyhude çağlar,
Bir
sola, bir sağa çoban çeşmesi...
F. NAFİZ ÇAMLIBEL
|
SANAT
Yalnız
senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim
diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan
tutarak sen istersen bizi çek
İncinir
düz caddede dağda gezen ayaklar
Sen
kubbesinde ince bir mozaik arar da
Gezersin
kırk asırlık mabedin içini
Bizi
sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize
heyecan verir bir parça yeşil çini
Sen
raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli
bir sahnede bir beyaz kelebeğin
Bizimde
kalbimizi kımıldatır derinden
Toprağa
diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin
Fırtınayı
andıran orkestra sesleri
Bir
ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap
çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde
geçer en yanık bir musiki yerine
Sen
anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı
bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz
duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce
bir köylünün kıvrılmayan belini...
Başka
sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış
bir destan gibi Anadolu’muz
Arkadaş,
biz bu yolda türküler tuttururken
Sana
uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz
F.NAFİZ
ÇAMLIBEL
|
YAS
Dökün
yaprağınızı dallarım dökün,
Akın
yaslı yaslı sularım akın.
Bükün
boynunuzu bayraklar bükün,
Bir
alınmaz kalem vardı yıkıldı...
Durmadan
çalkanan bir kızıl deniz
Bir
damla yaş gibi duruyor sessiz,
Vatan
ufkundaki en güzel çeyiz,
En
şanslı süs baktım yarı çekildi.
Kara
haber; tipi eser, savrulur,
Bir
yanardağ gibi içim kavrulur,
Vatanın
kaderi bende yuğrulur,
Yas
olup, yaş olup gözden döküldü.
Gökyay'ım
derdiyle adını anar,
Bir
kararsız kuştur dalına konar
Neresinde
bilmez bir yara kanar,
Saran
gitti boyuncuğu büküldü.
ORHAN ŞAİK GÖKYAY
|
|
ŞİİR VE ZİHNİYET
|
|||
SEMAİ
İncecikten
bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye Deli gönül abdal olmuş Gezer Elif Elif diye Elif’in uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif Elif diye Elif kaşlarını çatar Gamzesi bağrıma batar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif diye Evlerinin önü çardak Elif’in elinde bardak Sanki yeşil başlı ördek Yüzer Elif Elif diye Karac’oğlan eğmelerin Gönül sevmez değmelerin İliklenmiş düğmelerin Çözer Elif Elif diye
KARACAOĞLAN
|
KOŞMA-SAZIM
Ben giderim sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme Lal olsun dillerin söyleme yâda Garip bülbül gibi ah u zar etme
Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım sesimi sesine kattım Bebe gibi kollarımda yaylattım Hayali hatır et beni unutma
Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı Hangi kuştan aldın sen bu avazı Söyle doğrusunu gel inkâr etme
Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın gülersem güldün Sazım bu sesleri turnadan m'aldın Pençe vurup sarı teli sızlatma
Ay geçer yıl geçer uzarsa ara
Giyin kara libas yaslan duvara Yanından göğsünden açılır yara Yar gelmezse yaraların elletme Sen petek misali Veysel de arı İnleşir beraber yapardık balı Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı Ben babamı sen ustanı unutma
ÂŞIK VEYSEL
|
KIZILIRMAK
KIYILARI
Kardaş,
senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil. Çık hele Anadolu’ya
Kamyonlarla
gel, kağnılarla gel gayri,
O kadar uzak değil. Çamı bitmiş, kavağı azalmış, Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil. Yedi ay kıştan sonra, Yeşeren senin yaşamındır /Yaprak değil. Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir, Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil. Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan, Mevsimler soğumuş, sular azalmış, Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil Parça parça yarılmış öküz ardında, Parmağı üç pare, tırnağı ak değil. Utanır elin ayağın/Korkarsın yakından görsen. Eli el değil, ayağı ayak değil. Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar, Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış
ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan /Uyanacak değil. Dertle, sefaletle yüklü/
Siyah
leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne / Akan kim /Kızılırmak değil. Kardaş, görmüyorum ama hâlâ duyabiliyorum Geçmiş zamanlar geleceklerden parlak değil. Vakte şahadet edercesine yükselmiş, Akşam parıltısından, büyük zaferler üzerine, Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
F. HÜSNÜ DAĞLARCA
|
|
ŞİİR VE ZİHNİYET
|
|||
GAZEL
ben nice
gözle nice denizle nice gazelle
rimle gördüm rimle bildim rimle yaşadım seni sen ne iyiydin güzeldiysen de çirkindiysen de kocan ne iyiydi sonra Niğde ilinde gökyüzleri sonra ilk çağlar savaşlarında para ve babil dilber derebeyleri haraca bağlayan aşkımızı ekmeğimizi sonra bulunmaz hint kumaşı laf bilirliğindi beni yüzyıllık kümesine dadandıran tilki tüy aldım ki evrende kalkıp gitmeleri özetliyorsun seni bilmek ne uzun kelime ne acaip ilgi ama ben nice gözle nice denizle nice gazel lerimle gordum lerimle bildim lerimle becerdim o işi CEMAL SÜREYA |
KAPININ ÖNÜNDE
DURAN
ÇOCUĞA GAZEL
Kapının önünde duran çocuk
Bir kır görünümünü andırıyor
Güneş tütüyor saçlarında
Gözlerinde bir deniz kımıldanıyor Kapının önünde duran çocukta Bütünleşiyor bütün zamanlar Dağlar doğuyor çatırdayarak Derinleşiyor okyanuslar Aşklar başlıyor ve bitiyor Dünya sürdürüyor dönmesini İzliyor şaşmaz düzeninde Gece ve gündüz birbirini Kapının önünde duran çocuk Habersiz bütün bunlardan Hayat akıyor durmaksızın Onun içinden ve dışından
ATAOL BEHRAMOĞLU
|
DİYALEKTİK
GAZEL
büyük
bir şaşaadır ölüm
ebruli nurlarla gelir öyle bir yanardağdır ki öfkesi mutantan desturlarla gelir karşıtıyla yüklüdür her şey mutlak çözümlerden vazgeç tartışılmaz mükemmellikler ne gizli kusurlarla gelir sen sen ol korkma karanlıktan dik ışık çekirdeklerini çünkü en berrak sular bile en yağlı çamurlarla gelir
nasıl
doğmakla başlarsa ölüm
ölmekle başlar öyle hayat bil ki dünyayı sarsan sıçramalar birikmiş şuurlarla gelir ATTİLA İLHAN |
|
ŞİİR VE ZİHNİYET
|
|||
GAZEL
yolunun
toprağını öptük, dudak kanattık
halk hoş görmüş, görmemiş, kulak ardına attık
sıskacık
gönlümüze yüklemedik dünyayı
bağlanmış dert yükünü bir kenara fırlattık
medrese
dırdırını, damını, kemerini…
ay yüzlü sevgiliyle kadeh uğruna sattık
aşktan
serseme döndük mor menekşeler gibi
sevdalı başımızı dizimize dayattık
hafız’a
sorar mısın: yitik gönüller nerde?
-dalgalı saçlarının burgaçlarına battık!"
HAFIZ-I ŞİRAZİ
|
GAZEL
varlığım
baştan gitsin, tek yüzünü döndür
söyle yele, dertlilerin harmanını süpürsün tufanlara kaptırdık gözümüzü, gönlümüzü gam seline söyle, evi temelinden götürsün bakışımız dicle'nin yıksın bütün ününü soluğumuz zerdüşt'ün ateşini söndürsün! "seni kirpiklerimle öldürürüm" diyen yâr aman, sakın caymasın, öldürürse öldürsün! hafız'a son gününde vuslat muştusu versen belki ölürken bile onu mutlu görürsün!
HAFIZ-I
ŞİRAZİ
|
HALUK'UN
İNANCI
Bir yaratıcı güç var, ulu ve ak pak, kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım. Yeryüzü vatanım, insan soyu milletimdir benim, ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da
biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım. Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak, ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım. Tekmil insanlar kardeşi birbirinin... Bir hayal bu! Olsun, ben o hayale de bin canla inandım. İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi, bir an için dedelerimi unuttum da, inandım. Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım. Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım. Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım. Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı, patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım. Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım. Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın, bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım.
TEVFİK FİKRET
|
|
ŞİİRDE RİTİM
|
|||
SALKIM SÖĞÜT
Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkım söğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden bire
kuş gibi / vurulmuş gibi /kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı /gidenleri geri çağırmadı, baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık! / Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! Nal sesleri sönüyor perde perde, atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Atlılar atlılar kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar! Atları rüzgâr kanat... /Atları rüzgâr... /Atları.../At...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi /Gölgeler gölgelendi renkler silindi./Siyah örtüler indi mavi gözlerine /sarktı salkımsöğütler sarı saçlarının / üzerine!
Ağlama salkımsöğüt /ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama! El bağlama! /ağlama! NAZIM HİKMET |
CAN
ERİĞİ
Bir
kelime buldum çın çın öter;
Adı
candır.
Bir
erik kopardım can dalından;
İçi
can dolu,
Adı
can, yaprağı can, lezzeti candır.
Bir
gölge düştü önüme dedi ki:
Bir
yüküm var benden ağır
Bir
yüküm var beni taşır
Adı
candır.
Toprak
dedi ki:
Can
Allahın yongasıdır
Fakat
ben bir deri bir kemik
kaldım.
Bir
de misafirim var adı candır.
Işık
dedi ki:
Renklerden,
kokulardan,
Seslerden
önce koşup geldim
İnsanoğluna
nur topu gibi
Bir
müjde getirdim,
Adı
candır.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
|
O
BEYAZ BİR KUŞTU
O,
beyaz bir kuştu, uzun kanatlı;
Ardında ışıktan bir iz bıraktı. Yek gibi dağları aştı bir atlı, Arada bir engin deniz bıraktı.
Uzaktan
gelirken derin akisler,
Kapadı geçtiğim yolları sisler. Tutuştu içimde birikmiş hisler; Gönlümü o kadar temiz bıraktı.
O,
beyaz bir kuştu ak kanatlıydı;
Yel gibi dağları aşan atlıydı; Hayâldi, hayâlden bile tatlıydı; Ne ışık bıraktı, ne iz bıraktı.
ORHAN ŞAİK
GÖKYAY
ŞEHRAZAT
Sen
gecenin gündüzün dışında
Sen
kalbin atışında kanın akışında
Sen
Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında
Bir
ölüm kuşunun feryadını duyarsın
Sen
bir rüya geceleyin gündüzün
Sen
bir yağmur ince hazin
Sen
şarkılarca büyük hüzün
Sen
yolunu kaybeden yolcuların üstüne
Bir
ömür boyu yağan bir ömür boyu karşın
Sen
merhamet sen rüzgar sen tiril tiril kadın
Sen
bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın
Sen
başını çeviren cellatbaşının güne
Sen
öyle ki sen diye diye seni anlayamayız
Şehrazat
ah Şehrazat Şehrazat
Sen
sevgili sen can sen yarsın
SEZAİ KARAKOÇ
|
|
ŞİİR DİLİ
|
|||
Yoldan
geçiyordu, durdu... Bir
bahçe vardı... Donuk adımlarla, adım adım bahçenin duvarına yöneldi... Donuk
gözlerle çiçeklere baktı, baktı. Çiçekler sıcaktı... Donmuş
bir sesle bahçıvana sustu :
- Bu çiçekler kesilecek mi? Bu çiçekler gidecek mi? Bahçıvan dizlerine bahçeyi çöktü... Yüzüne çiçekleri döndü... Bir ışık yanmayordu, yandı , söndü... Elleri gözlerine baktı, gözleri ellerine aktı... Gözleri ellerini gördü... Elleri kördü... Sönen ışık yandı... Yanan ışık söndü… Dün yağmur yağacaktı, gün doğdu, yarın yağdı, bugün dindi. Ağlayacaktı... Kim anlayacaktı...
ÖZDEMİR ASAF
|
SONNET
Nedir
bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir
bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi
cebini karıştırsan yalnızlık
TURGUT
UYAR
|
SİS
Özenle boyadım ipliğini sevginin, Gidip de bulamamanın incinmiş rengine. Sisi gümüş bir rüzgârla tepelerden eğirdim, Dokudum yalnızlığın bu serin kumaşını, Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim. Ölümü tastamam ezberledim de geldim, Dilimde bu buruk türkü tadıyla Bilmem ki buradan nereye giderim. Sonunda kendime bir top yangın edindim, Soluğumla besledim dudağımın ucunda. Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda, Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla. Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla, Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.
METİN
ALTIOK
|
|
ŞİİRDE YAPI
|
|||
BİR
UYUMSUZ RASTLAŞMA
Yangın
Deprem
lardan
lerden
geliyorum
geliyorum
dedi dedi
adam kadın
ve
dep yan
rem gın
lere
lara
gitti
gitti
yıkık
yanık
METİN ALTIOK
|
|
AKIŞ-CENK
KOYUNCU
A y a ğ ı m b o ş
l u ğ a t a k ı l ı y o r . d ü ş ü y o r u m:
a k a n
z a m a n d e ğ i l . b e n i m
; k e n d i m d e n
k e n d i n e g e ç e n !
D o r u ğ u n d a y ı m u l u
b i r ş a h i n
g i b i , y a d a
k ö s t e b e k
y e r i n a l t ı n d a ! Y ü z ü m e
y a n s ı r
y e n i b i r
y ü z , a y n a l a r a h e r
b a k ı ş ı m d a. A n l a y a
m a m h e m
a v h e m
a v c ı o l m a m ı. V e
g ü n d e n y a r ı n a
a k ı ş ı m
ö t e k i n e k a ç ı ş ı m d ı !
G e c e l e r
i o y n a n a n
o y u n d u
r y a ş a m !
B o ş u n a
a r a m a
d ö r
t d u v a r
i n s
a n l a r
v a
r k e n
a k ma
y ı
K İ
S E N İ
S
E N D E N
S O R A R L A R
D A R M
A D A Ğ I N
S A V R U
L M U Ş K E N
K E N D I
N O L M A N I N
E S R İ K L İ
Ğ İ N İ U N U T
VE Y I R T I L G Ü N D Ü Z E !
BÖ Y L R D İ R Y A Ş A M
G E C E
T A Ş K I N L I Ğ A M E Z A R
Y A P A R
G Ü N D Ü Z Ü M Ü , K U M S A A T İ G İ B İ
A K M A Y A A L I Ş A C A Ğ I M İ M G E L E R
D A Ğ I N I K , A N L A M L A R I K A Y B O L M U Ş
Ç I R I L Ç I P L A K B İ R
D Ü Ş L E M , G Ü N D Ü Z
B İ R Ç O C U K:
K A N L A R İ Ç İ N D E
B İ L İ N C İ M !
AK T I M : D Ü Ş / M Ü Ş Ü M A S L I N D A Ç I K I Y O R U M !
|
|
ŞİİRDE TEMA
|
|||
DÜNYAYI
VERELİM ÇOCUKLARA
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz
ağaçlar dikecekler NAZIM HİKMET
|
ÇOCUKLUĞUM
Çocukluğum,
çocukluğum...
Uzakta
kalan bahçeler
O
sabahlar, o geceler,
Gelmez
günler çocukluğum.
Çocukluğum,
çocukluğum...
Gözümde
tüten memleket.
Artık
bana sonsuz hasret,
Sonsuz
keder çocukluğum.
Çocukluğum,
çocukluğum...
Habersiz
ölen kardeşim,
Mezarı
bilinmez esim,
Her
bir şeyim çocukluğum.
Çocukluğum,
çocukluğum...
Bir
çekmecede unutulmuş,
Senelerle
rengi solmuş,
Bir
tek resim çocukluğum...
ZİYA OSMAN SABA
|
KAYIP
ÇOCUK
Birden işitilmez olsun ayak seslerim; Gölgem bir başka sokağa sapıversin; Unutayım bir anda her şeyi, Nerde oturduğumu, Bir tuhaf adem olduğumu
Can
adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi, Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma; Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah, İlk defa görmüş gibi dünyayı, Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi; Hatırlamam artık değil mi, dostlar, Hatırlamam artık garipliğimi. CAN YÜCEL |
|
ŞİİRDE GERÇEKLİK VE ANLAM
|
|||
SIVAS
YOLLARINDA
Sıvas
yollarında geceleri
Katar katar
kağnılar gider
Tekerleri
meşeden.
Ağız dil
vermeyen köylüler
Odun mu,
tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır
kağnılar gider
Sıvas
yollarında geceleri.
Ne,
yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne,
sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr
eser ki bıçak gibi
El ayak
şişer.
Sıvas
yollarında geceleri
Ağır ağır
kağnılar gider.
Kamyonlar
gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman
içinde,
Şavkı vurur
yollara,
Arabalar
dağılır şoförler söver,
Sıvas
yollarında geceleri
Katar katar
kağnılar gider. CAHİT KÜLEBİ’
|
MUSTAFA
KEMAL'İN KAĞNISI
Yediyordu
Elif kağnısını
Kara
geceden geceden
Sanki Elif Elif uzuyordu, inceliyordu Uzak cephelerin acısıydı İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir
heceden heceden
Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik Nam salmıştı asker içinde Bu kez yine herkesten evvel amıştı yükünü Doğrulmuştu yola, önceden önceden Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar Kocabaş çok ihtiyardı, çok zayıftı Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra Gecenin ulu ağırlığına karşı Hafiftiler inceden inceden İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri Kınalı ellerinde rüzgar geçerdi daim Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına Alını yeşilini kapmıştı, getirmişti Niceden niceden. Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu Nazar mı değdi göklerden ne? Dah etti, yok, dahha dedi, gitmez Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı Kahroldu Elifçik düşünceden düşünceden. Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş Sür beni, öldür beni, koma yollarda beni Geçer götürür ana, çocuk mermisini askerciğin Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım Bak hele üzerimdem ses seda uzaklaşır Düşerim gerilere, iyceden iyceden. Kocabaş yığıldı çamura Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar Örtüldü gözleri örtüldü hep Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden... FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA |
EVLER
İnsanlar
yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı, Ahşap evler, kâgir evler yaptılar. Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu, Evlerin içi devir devir değişti Evlerin dışı pencere, duvar. Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde Kalbi kara insanlar oturdu. Gündelik korkuların çökerttiği evlerde O fıkara insanlar oturdu. Evlerin çoğu eskidi gitti tamir edilemedi Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi. Kimi hayata doymuş göründü, Bazıları zamana uydular. Evlerin içi oda oda üzüntü, Evlerin dışı pencere, duvar. Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü: Dışardan geldi bir tane, nar gibi,
Arttı,
eksilmedi.
Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü: Kaderden eski fırtınalar gibi, Ardı kesilmedi.
Evlerin
çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte. Gönül almak, hatır saymak arama. Evlatlar aileye asi işte, Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde
nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların. Dört duvar arasında aile sırları, Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın Gözyaşlarıyla beslendi. Küçükler, büyük adam yerine evlerin kiminde: Çocukları işe koştu kalabalık aileler. Okul çağlarının kadersiz yavruları Ufacık avuçlardan akşamları akan ter, Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.
İnsanların
kaderi besbelli evlere bağlı:
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar, Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı Bazıları özlediler daha yüksek hayatı, Çırpındılar daha üste çıkmaya Evler bırakmadılar Yeni yeni tüterken ocakların dumanı "Kadın en büyük kuvvet erkeğinin işinde" Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı Evler dilsiz şikâyet kaçmışların peşinde. Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı; Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı Ama size hiçbir hisse ayrılmadı Duvar dipleri, yangın yerleri halkı, Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar!
BEHÇET NECATİGİL
|
|
ŞİİR VE GELENEK
|
|||
TÜRKÜ
İki turnam
gelir aklı karalı
Birin şahin
urmuş birin yaralı
O yavruya
sorun aslı nereli
Katar katar olmuş gelir turnalar
Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
İnme turnam
inme sen bu pınara
Avcı tuzak
kurmuş var yolun ara
Cümlemizin
işin mevlam onara
Katar
katar olmuş gelir turnalar
Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
İnme turnam
inme yolda kış olur
Bastığın
yerler donar da taş olur
Böyle
kalmaz elbet sonu hoş olur
Katar
katar olmuş gelir turnalar
Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
İnme turnam
inme haber sorayım
Kanadın
altına nâme sunayım
Nazlı
cânânımdan haber sorayım
Katar
katar olmuş gelir turnalar
Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
|
Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi |
TÜRKÜLER
DOLUSU
Kirazın
derisinin altında kiraz / Narın içinde nar
Benim
yüreğimde boylu boyunca
Memleketim
var.
Canıma
ciğerime dek işlemiş /Canıma ciğerime
Sapına
kadar /Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana
gitsem nafile
Memleketin
hali gözümden gitmez
Bin bir
yerinden bağlanmışım
Bundan
ötesine aklım ermez.
Yerliyim
yerli olmasına./ İlmik ilmik damar damar
Yerliyim /Bir
dilim Trabzon peyniri
Bir avuç
tiftik /Bir çimdik çavdar
Bir tutam
Şile bezi gibi /Dişimden tırnağıma kadar.
Ressamım
Yurdumun
taşından toprağından sürüp gelir nakışlarım
Taşıma
toprağıma toz konduranın
Alnını
karışlarım
Şairim şair
olmasına
Canım
kurban şiirin gerçeğine, hasına
İçersine
insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi
kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü,
kör topal kabulüm.
Şairim /Zifiri
karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak
seslerinden tanırım
Ne zaman
bir köy türküsü duysam
Şairliğimden
utanırım.
Şairim /Şiirin
gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle
yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla
ağlamış onlarla güImüşüm
Hey hey
yine de hey hey/Salınsın türküler bir uçtan uca
Evelallah
hepsinde varım /Onlar kadar sahici
Onlar kadar
gerçek. /İnsancasına, erkekçesine/Bana bir bardak su dercesine
Bir türkü
söylemeden gidersem yanarım.
Ah bu
türküler /Türkülerimiz
Ana südü
gibi candan /Ana südü gibi temiz
Türkülerde
tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz,
köylümüz, memleketimiz.
Ah bu
türküler köy türküleri /Dilimizin tuzu biberi
Memleket
ahvalini onlardan sor
Kitaplarda
değil türkülerde ara Yemen'i
Öleni
kalanı gidip gelmeyeni
Ben
türkülerden aldım haberi
Ah bu
türküler köy türküleri
Mis gibi
insan kokar mis gibi toprak
Hilesiz
hurdasız çırılçıplak
Dişisi dişi
erkeği erkek
Kaşı kaş,
gözü göz, yarası yara,
Bıçağı
bıçak.
Ah bu
türküler köy türküleri
Karanlık
kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin
reyhasından geçilmez
Kimi zehir
kimi zemberek gibi
Ah bu
türküler köy türküleri
Olgun bir
karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar
ucundan mürekkep değil
İşte söz,
işte ses, işte biçim:
Uzun kavak
gıcım gıcım gıcılar.
İliklerine
kadar işlemiş sızı
Artık iflah
olmaz kavak ağacı
Bu türkünün
yüreğinde sancı var.
Ah bu
türküler köy türküleri
Ne düzeni
belli ne yazanı
Altlarında
imza yok ama
İçlerinde
yürek var
Cennet
misali sevişen
Cehennemler
gibi döğüşen
Bir çocuk
gibi gülüp
Mağaralar
gibi inleyen
Nasıl
unutur nasıl
Ömründe bir
defa Kâzım'ın türküsünü dinleyen BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
|