Madame Bovary
Gustave Flaubert
5
Eıüddeydik, içeriye
müdür, arkasından da kıyafeti okul kıyafetine uymayan bir çocukla, büyük bir
sıra taşıyan bir hademe girdi. Uyuyanlar uyandılar, herkes sanki baskına
uğramışçasına ayağa kalktı.
Müdür oturmamızı işaret
etti; sonra öğretmene dönerek, alçak sesle:
"Monsieur
Roger! Yeni bir öğrenci getirdim size," dedi, "Beşinci sınıfa
giriyor. Ahlâkı, çalışması hoşa giderse, yaşına uygun olan büyük sınıflara
geçecek."
Yeni, kapının
ardında, köşede kalmıştı, zor görülebiliyordu. On beş yaşlarında bir köy
çocuğuydu ve boyu hepimizin boyundan uzundu. Alnında bir köy ilâhicisinin
saçları gibi dümdüz kesilmiş, saçları vardı. Akıllı uslu ve oldukça sıkılgan
görünüyordu. Omuzlarının geniş olmamasına rağmen, dört etekli, kara düğmeli,
yeşil çuhadan elbisesi, koltuk ahlarını rahatsı/, ediyor olmalıydı. İşlemeli
kol ağızlarının arasından, çıplak durmaya alışmış, kırmızı bilekleri
görünüyordu. Askıların fazla yukarı çektiği, sarıya çalan bir pantalondan, mavi
çoraplı bacakları çıkıyordu. Ayağında boyanmamış; çivili, sağlam ayakkabılar
vardı.
Kalkıp derslerimizi
anlatmaya başladık. Bizi bir vaaz dinler gibi, dikkatle ve hayranlıkla dinledi.
Bütün bu süre boyunca sıraya dirseğini dayamayı, ayak ayak üstüne atmayı bile
göze alamamıştı. Saat ikide zil çalınca, öğretmen, yeni öğrencinin bizimle
birlikte sıraya girmesi
6
için, seslenmek
zorunda kaldı.
Sınıfa girince
şapkalarımızı yere atmak ahskanlığmdaydık. Elimiz boş kalsın isterdik: kapının
eşiğine geldik mi, şapkalarımızı duvara çarpıp, toz duman çıkartarak sıraların
altına atmalıydık. Bizim için bu bir kuraldı.
Ama bizini yeni. bu
işi ya farketmediği, ya da buna uymayı göze alamadığı için. şapkasını dua
bittikten sonra bile dizlerinin üzerinde tutmaya devam etti. Tüylü takke, pamuk
takke, şapska. yuvarlak şapka, samur şapka bozması bir şeydi bu. Yumurta
biçimindeydi, balina desenleriyle kabartılmıştı. halka biçiminde üç büklümle
başlıyor, sonra kırmızı bir şeritle birbirinden ayrılan, kadifeden, tavşan
tüyünden eşkenar dörtgenler yükseliyor ve arkasından karışık şeritlerden
meydana gelmiş nakışlarla kaplı, kartonlu bir çokgenle biten bir çeşit torba
geliyor, buradan da, sırma tellerden küçük bir püskül sarkıyordu. Yeniydi ve
siperliği parlıyordu.
Öğretmen;
"Kalk," dedi.
Kalkınca şapkası
düştü. Bütün sınıf gülmeye başladı.
Eğilip yerden
almaya çalıştı. Fakat yanmdakilerden biri. dirseğiy-le vurarak tekrar düşürdü.
O, yine aldı.
Şakacı bir adamdı
öğretmen:
"Bırak şu
tulganı." dedi.
Çocuklar
kahkahalarla güldüler. Zavallı çocuk öylesine şaşırdı ki, şapkasını elinde
tutması mı. yere bırakması mı. yoksa başına geçirmesi mi gerektiğine karar
veremedi. Oturdu ve şapkasını dizlerinin üzerine koydu.
"Kalk."
dedi öğretmen. "Senin adın ne?"
Yeni. hızlı,
anlaşılmaz bir sesle adını söyledi. Fakat hiç kimse onun ne dediğini
anlayamadı.
"Bir daha
söyle."
Hecelerin aynı
hızlı, anlaşılmaz ve acele şekilde tekrarı sınıfın yu-
Madame Bovııry
7
halarıyla örtüldü.
"Yüksek
sesle!" diye bağırdı öğretmen. "Daha yüksek!"
Yeni. o /aman.
açabildiği katlar açtı ağzını, ciğerlerinin bütün gücüyle, birini çağırırcasmu.
haykırdı: "Charbovari."
Birden büyük bir
gürültü koptu ve tiz seslerle yükseldikçe yükseldi. Çocuklar uluyor, havlıyor,
tepmiyor, sürekli tekrarlayıp duruyorlardı:
"(dıaıbovari!
Charbovari!"
Sonra tek tek
sesler uzadı, güçlükle yatıştı. Bazen yeniden başlıyor, şurasından burasından,
iyice sönmemiş bir fişek gibi. boğuk bir kahkaha fışkıran bir sıra dizisini
yeniden salıveriyordu.
Derken, ceza
yağmurları altında, sınıfın düzeni yeniden kuruldu. Öğretmen de yazdırttı.
hecelettirip. okutturdu. Sonunda adının Charles Bovary okluğu anlusalabildi.
Arkasından da zavallı çocuğa, tembeller sırasına, kürsünün dibine oturmasını
emretti.Çocuk yerinden kalktı. Ama gitmeden önce (turaladı.
"Ne
alıyorsun'.'" diye sordu öğretmen.
Yeni. kaygı dolu
gözlerle çevresine baktı:
"Şap...."
dedi. çekine çekine.
"Bütün sınıfa
beş yüz mısra ceza!" diye gürleyiveren öfkeli bir ses. yeni bir kasırgayı
durduruverdi. "Rahat dursamza!" diye. devam ediyordu öğretmen,
kızmıştı, alnını kuruluyordu mendiliyle. "Sana gelince, yeni. sen de
ridiculussum fiilini bana yirmi kere kopya edecek-sin."
Sonra, yumuşayan
bir sesle:
"Şapkanı da
bulursun, çalmadılar!" dedi.
Eski sakinliğine
kavuştu her şey. Başka kâğıtların üzerine eğildi, yeni de örnek bir duruşla
durdu. Arada sırada bir kalem ucuyla alılıp yüzüne çarpan ufak. tükrüklü kâğıt
gülleleri de halini değiştirmedi. Gözleri önünde, kımıldamadan duruyor, yüzünü
eliyle kuruluyordu.
8
Gustave Flaııbert
Akşam, etüdde,
sırasından kolluklarını çıkardı, eşyalarını yerleştirdi, kâğıdını dikkatle
doldurdu. Bütün kelimeleri sözlükte arıyarak, büyük çabalar harcayarak, kendini
vere vere çalıştığını gördük. Şüphesiz, aşağı sınıfa atılmasını bu iyi niyet
önledi. Çünkü kuralları şöyle böyle biliyorsa da, kalıpları hiç de iyi
kıvıramıyordu. Anası babası tutumlu davrandıkları, bu yüzden de koleje elden
geldiği kadar geç gönderilmesini istedikleri için, onu lâtinceye, köyünün
papazı başlatmıştı.
Babası,
M. Charles - Deniş - Bartholeme Bovary, eski bir alay cerrahı yardımcısıydı.
1812 yılına doğru, asker yazma işlerinde adı lekelenip de gene bu işten el
çekmek zorunda bırakılınca, durumdan kişisel üstünlüklerinden yararlanarak
haline tavrına tutulan bir takkeci kızıyla evlenip, altmış bin liralık drahomaya
konuvermişti. Yakışıklı adamdı, palavracıydı ve mahmuzlarını yüksek sesle
şakırdata şakırda-ta yürürdü. Favorileri, bıyıklanyla birleşirdi. Parmakları
hep yüzüklerle süslüydü. Gözalıcı renkleri olan elbiseler giyerdi. Babayiğit
bir görünüşü vardı ve seyyar satıcılar gibi şakraktı. Evlendikten sonra iyi
yemekler yedi, geç kalktı, kocaman, porselen pipolar tüttürdü, geceleri
eğlenceler bitmedikçe eve dönmedi, kahvelere dadandı. Böylece iki üç yıl
karasının servetiyle geçindi. Kayınpeder öldü ve geride az bir şey bıraktı.
Buna kızdı ve dokumacılığa başladı. Biraz para kaybetti, sonra köye çekildi.
Sermayesini burada değerlendirmek istedi. Ama pamuklu kumaş gibi tarımdan da
pek bir şey anlamadığı, atlarını çifte gönderecek yerde, kendisi bindiği, elma
şırasını fıçı fıçı satacak yerde, şişe şişe içtiği için, en gÖğretmen;
"Kalk," dedi.
Kalkınca şapkası
düştü. Bütün sınıf gülmeye başladı.
Eğilip yerden
almaya çalıştı. Fakat yanmdakilerden biri. dirseğiy-le vurarak tekrar düşürdü.
O, yine aldı.
Şakacı bir adamdı
öğretmen:
"Bırak şu
tulganı." dedi.
Çocuklar
kahkahalarla güldüler. Zavallı çocuk öylesine şaşırdı ki, şapkasını elinde
tutması mı. yere bırakması mı. yoksa başına geçirmesi mi gerektiğine karar
veremedi. Oturdu ve şapkasını dizlerinin üzerine koydu.
"Kalk."
dedi öğretmen. "Senin adın ne?"
Yeni. hızlı,
anlaşılmaz bir sesle adını söyledi. Fakat hiç kimse onun ne dediğini
anlayamadı.
"Bir daha
söyle."
Hecelerin aynı
hızlı, anlaşılmaz ve acele şekilde tekrarı sınıfın yu-
Madame Bovııry
7
halarıyla örtüldü.
"Yüksek
sesle!" diye bağırdı öğretmen. "Daha yüksek!"
Yeni. o /aman.
açabildiği katlar açtı ağzını, ciğerlerinin bütün gücüyle, birini çağırırcasmu.
haykırdı: "Charbovari."
Birden büyük bir
gürültü koptu ve tiz seslerle yükseldikçe yükseldi. Çocuklar uluyor, havlıyor,
tepmiyor, sürekli tekrarlayıp duruyorlardı:
"(dıaıbovari!
Charbovari!"
Sonra tek tek
sesler uzadı, güçlükle yatıştı. Bazen yeniden başlıyor, şurasından burasından,
iyice sönmemiş bir fişek gibi. boğuk bir kahkaha fışkıran bir sıra dizisini
yeniden salıveriyordu.
Derken, ceza
yağmurları altında, sınıfın düzeni yeniden kuruldu. Öğretmen de yazdırttı.
hecelettirip. okutturdu. Sonunda adının Charles Bovary okluğu anlusalabildi.
Arkasından da zavallı çocuğa, tembeller sırasına, kürsünün dibine oturmasını
emretti.Çocuk yerinden kalktı. Ama gitmeden önce (turaladı.
"Ne
alıyorsun'.'" diye sordu öğretmen.
Yeni. kaygı dolu
gözlerle çevresine baktı:
"Şap...."
dedi. çekine çekine.
"Bütün sınıfa
beş yüz mısra ceza!" diye gürleyiveren öfkeli bir ses. yeni bir kasırgayı
durduruverdi. "Rahat dursamza!" diye. devam ediyordu öğretmen,
kızmıştı, alnını kuruluyordu mendiliyle. "Sana gelince, yeni. sen de
ridiculussum fiilini bana yirmi kere kopya edecek-sin."
Sonra, yumuşayan
bir sesle:
"Şapkanı da
bulursun, çalmadılar!" dedi.
Eski sakinliğine
kavuştu her şey. Başka kâğıtların üzerine eğildi, yeni de örnek bir duruşla
durdu. Arada sırada bir kalem ucuyla alılıp yüzüne çarpan ufak. tükrüklü kâğıt
gülleleri de halini değiştirmedi. Gözleri önünde, kımıldamadan duruyor, yüzünü
eliyle kuruluyordu.
8
Gustave Flaııbert
Akşam, etüdde,
sırasından kolluklarını çıkardı, eşyalarını yerleştirdi, kâğıdını dikkatle
doldurdu. Bütün kelimeleri sözlükte arıyarak, büyük çabalar harcayarak, kendini
vere vere çalıştığını gördük. Şüphesiz, aşağı sınıfa atılmasını bu iyi niyet
önledi. Çünkü kuralları şöyle böyle biliyorsa da, kalıpları hiç de iyi
kıvıramıyordu. Anası babası tutumlu davrandıkları, bu yüzden de koleje elden
geldiği kadar geç gönderilmesini istedikleri için, onu lâtinceye, köyünün
papazı başlatmıştı.
Babası, M. Charles
- Deniş - Bartholeme Bovary, eski bir alay cerrahı yardımcısıydı. 1812 yılına
doğru, asker yazma işlerinde adı lekelenip de gene bu işten el çekmek zorunda
bırakılınca, durumdan kişisel üstünlüklerinden yararlanarak haline tavrına
tutulan bir takkeci kızıyla evlenip, altmış bin liralık drahomaya konuvermişti.
Yakışıklı adamdı, palavracıydı ve mahmuzlarını yüksek sesle şakırdata
şakırda-ta yürürdü. Favorileri, bıyıklanyla birleşirdi. Parmakları hep
yüzüklerle süslüydü. Gözalıcı renkleri olan elbiseler giyerdi. Babayiğit bir
görünüşü vardı ve seyyar satıcılar gibi şakraktı. Evlendikten sonra iyi
yemekler yedi, geç kalktı, kocaman, porselen pipolar tüttürdü, geceleri
eğlenceler bitmedikçe eve dönmedi, kahvelere dadandı. Böylece iki üç yıl
karasının servetiyle geçindi. Kayınpeder öldü ve geride az bir şey bıraktı.
Buna kızdı ve dokumacılığa başladı. Biraz para kaybetti, sonra köye çekildi.
Sermayesini burada değerlendirmek istedi. Ama pamuklu kumaş gibi tarımdan da
pek bir şey anlamadığı, atlarını çifte gönderecek yerde, kendisi bindiği, elma
şırasını fıçı fıçı satacak yerde, şişe şişe içtiği için, en güzel kümes
hayvanlarını kendisi yediği, av ayakkabılarını, domuzların yağı ile yağladığı
için, bütün işleri olduğu gibi bırakmanın daha iyi olacağını anlamakta
gecikmedi.
Caux ile Picardie
arasında bir köyde, iki yüz frank karşılığında yarı çiftlik, yarı bey evi
durumunda bir yer kiraladı: Daha kırk beş yaşında herkesi kıskanıp, bütün
terslikleri Tanrı'ya yükleyerek, keder ve sıkıntı içinde yalnızlığa kapandı.
İnsanlardan iğrendiğini, huzur içinde
9
yaşamaya karar
verdiğini söylüyordu.
Karısı ona çılgınca
vurgundu bir zamanlar. Kocasını kulu kölesi olurcasma sevmiş, fakat bu onu
kendisinden daha çok uzakiaştırmıştı. Eskiden hep neşeli, açık yürekli ve sevgi
dolu bir kadındı. Ancak yaşlanınca ekşiyip sirkeleşen şaraplar gibi, çekilir
yanı kalmamış, yaygaracı, sinirli bir kadın olup çıkmıştı. Önceleri, kocası
köyün hafif kadınlarının ardından koşarken, bir sürü kötü yerlere girip
çıktıktan sonra uyuşmuş bir durumda, leş gibi içki kokarak yanııuı dönerken,
hiç ses çıkarmadan ona katlanmış ve çok acılar çekmişti! Fakat daha sonra onur
duygulan kabarmış ve böylece içinde müthiş bir öfl
Çocuğu
olunca, dadıya verdiler. Yanlarına dönünce de yumurcağı, bir prens gibi
şımarttılar. Anası onu reçellerle besliyordu: babası da yalınayak dolaştırıyor,
hattâ işi filozofluğa dökerek, hayvan yavruları gibi çırılçıplak
dolaşabileceğini bile söylüyordu. Ananın eğilimlerinin tersine, kafasında
erkekçe bir çocuk ideali vardı. Oğlunu buna göre yetiştirmeye çalışıyor,
İspartalılar gibi, sert bir biçimde yetiştirilmesini ve sağlam yapılı olmasını
istiyordu. Çocuğu soğukta yatırıyor, ona bol bol rom içmeyi, dinsel ayinlere
küfretmeyi-öğretiyordu. Ama çocuk doğuştan sakindi, çabalarına pek de karşılık
vermiyordu. Annesi de onu hep ardından sürüklüyordu; yağladığı için,
bütün işleri olduğu gibi bırakmanın daha iyi olacağını anlamakta gecikmedi.
Caux ile Picardie
arasında bir köyde, iki yüz frank karşılığında yarı çiftlik, yarı bey evi
durumunda bir yer kiraladı: Daha kırk beş yaşında herkesi kıskanıp, bütün
terslikleri Tanrı'ya yükleyerek, keder ve sıkıntı içinde yalnızlığa kapandı.
İnsanlardan iğrendiğini, huzur içinde
9
yaşamaya karar
verdiğini söylüyordu.
Karısı ona çılgınca
vurgundu bir zamanlar. Kocasını kulu kölesi olurcasma sevmiş, fakat bu onu
kendisinden daha çok uzakiaştırmıştı. Eskiden hep neşeli, açık yürekli ve sevgi
dolu bir kadındı. Ancak yaşlanınca ekşiyip sirkeleşen şaraplar gibi, çekilir
yanı kalmamış, yaygaracı, sinirli bir kadın olup çıkmıştı. Önceleri, kocası
köyün hafif kadınlarının ardından koşarken, bir sürü kötü yerlere girip
çıktıktan sonra uyuşmuş bir durumda, leş gibi içki kokarak yanııuı dönerken,
hiç ses çıkarmadan ona katlanmış ve çok acılar çekmişti! Fakat daha sonra onur
duygulan kabarmış ve böylece içinde müthiş bir öfl
Çocuğu olunca,
dadıya verdiler. Yanlarına dönünce de yumurcağı, bir prens gibi şımarttılar.
Anası onu reçellerle besliyordu: babası da yalınayak dolaştırıyor, hattâ işi
filozofluğa dökerek, hayvan yavruları gibi çırılçıplak dolaşabileceğini bile
söylüyordu. Ananın eğilimlerinin tersine, kafasında erkekçe bir çocuk ideali
vardı. Oğlunu buna göre yetiştirmeye çalışıyor, İspartalılar gibi, sert bir
biçimde yetiştirilmesini ve sağlam yapılı olmasını istiyordu. Çocuğu soğukta
yatırıyor, ona bol bol rom içmeyi, dinsel ayinlere küfretmeyi-öğretiyordu. Ama
çocuk doğuştan sakindi, çabalarına pek de karşılık vermiyordu. Annesi de onu
hep ardından sürüklüyordu; ona kartonlar kesiyor, masallar anlatıyor, içli
sevinçler, geveze yaltaklanmalarla doiu, tek yönlü, bitip tü-
10
Gııslave Flaubert
kenmez konuşmalara
dalıyordu. Bu yalnızlık hayalı içinde, kendisinin -.ulaşamadığı o dökülüp
saçılmış, yıkılmış kuıunlulannı bu çocukta gerçekleştirme umuduna bağladı. Onun
için yüksek mevkiler kuruyordu kalasında. İri. yakışıklı, akıllı bir genç
olduğunu, mühendislik ya da adliyeye girdiğini şimdiden görür gibi oluyordu.
Okuma öğretti ona. elinde bulunan bir eski piyano üzerinde, iki üç ulak romans
bile öğretti. Ama sanata pek kulak asmayan M. Bovary. bütün bunların zahmete
değmeyeceğini söylüyordu! Onu devlet okullarında okutacak, bir memurluk, ya da
ticaret alanında bir iş sağlayacak parayı bulabilecekler miydi bakalım' Ancak
insan, cesur ve bir de küstah olduktan sonra, toplum içimle her zaman haşarıya
ulaşırdı. Madame Bovary, dudaklarını ısırıyor, oğlan da köyün içinde dolaşıp
duruyordu.
Tarlada
çalışanların arkasında geziniyor, ufak taşlar fuialıp uçan kargaları
kovalıyordu. Hendek kıyılarında dul yiyor, uzun bir sırık alıp hindileri
güdüyor, harmanda sapları kurutuyor, yağmurlu günlerde kilisenin kemeri altında
kaydırak oynuyor, büyük bayramlarda, çanları kendisine çaldırtması için zangoça
layvanp duruyordu. Bütün bedeniyle büyük ipe asılmak, ipin kendisini alıp
götürüşünü, uçucusunu duymak isliyordu.
Böylece, meşe
ağaçlan gibi gelişti. İdleri güçlendi, yüzü renklendi.
On iki yaşma
geldiğinde, annesinin gayretiyle derslere başlaması sağlandı. Bu iş de papaza
verildi. Ama dersler çok kısa ve oldukça düzensiz olduğu için öyle fazla bir
şeye yaramıyordu. Boş zamanlarda, bir köşede ayakta, aceleyle ya da bir vaftizle
bir cenaze anısında ders yapıyorlardı. Bazen de. papaz dışarıya çıkmayacaksa.
akşam çanından sonra, öğrencisini yanına çağırtıyor; odasına çıkıp
yerleşiyorlardı: Sinekler, pervaneler şamdanın çevresinde dönüp
duruyorlardı.Hava sıcak olduğunda, çocuk uyuyor: adamcağız da. hemen onun
arkasından ellerini göbeğinin üstüne koyarak uyuklamaya ve ağzı açık bir halde
11
horlamaya
başlamakta gecikmiyordu. Kimi zaman da papaz efendi, köyün çevresinde bir
hastaya .şaraplı ekmek yedirtmekten dönerken, kırda haylazlık eden Charles'ı
görüp yanına çağırıyor, çeyrek saat boyunca öğüt veriyor, bir ağaç dibinde bu
fırsattan faydalanıp fiil çekimi yaptırıyordu. Ru dersleri de ya yağmur ya da
oradan geçen bir tanıdık yarıda bırakıyordu. Zaten hep ondan memnundu, delikanlının
çok sağlam bir hafızası olduğunu bile söylüyordu.
Charles bu durumda
kalamazdı, ilanım dayattı. Bey utandı, daha doğrusu bıktı. Direnmeden boyun
eğdi. ama oğlanın ilk günah çıkarışı yüzünden bir yıl daha beklenildi.
Aradan altı ay daha
geçti. Krtesi yıl Charles, kesin olarak Roııeıı Koleji'ııe verildi. Kkim'in
sonuna doğru. Saint-Romain panayırı zamanında, babası kendi eliyle çocuğu okula
götürdü.
Dü/enli bir
çocuklu, ders aralarında oynar, etüdde çalışır, sınıfta dinler, yatakhanede iyi
uyur. yemekhanede iyi yerdi. Velisi. Ganterie sokağında bir bakırcıydı. Onu
ayda bir kere. pazar günü. dükkânını kapadıktan sonra okuldan çıkarır, limanda
gemilere baksın diye dolaşmaya yollar ve saat yedi olur olmaz, yemekten önce
koleje getirirdi. Charles, her perşembe akşamı, kırmızı mürekkeple, uzun bir
mektup yazardı annesine. Sonra tarih defterini bir daha gözden geçirir, ya da
etüdde elden ele dolaşan eski bir Anachursis cildini okurdu. Gezintide, kendisi
gibi köylü olan hademeyle konuşurdu.
Çalışma zoruyla her
zaman sınıfın ortalama öğrencileri arasında kaldı. Halta bir kez fen
bilgilerinden birinciliği kaçırdıysa da başarı ödülü kazandı. Ama üçüncü
sınıfın sonunda, büyükleri bakaloryaya kadar tek başına ilerleyebileceğini
düşündüler ve tıp okutmak için onu kolejden aldılar.
Annesi ona.
Eau-de-Robec üzerinde dördüncü katta tanıdık bir boyacının yanında bir oda
buldu. Pansiyon kirası üzerinde anlaştı. Bir masa ile iki sandalye satın aldı.
Evden, kiraz ağacından yapılmış bir
12
GuMave Flaubert
yatak getirtti.
Sonra bira/, odun, bir de küçük dökme soba aldı. Bir halta sonra, artık kendi
başına olduğunu söyledi. Adam gibi yaşaması için bir sürü öğüt verip gitti.
İlân tahtasında
ders programını okuyunca başı döndü Charles'in; Anatomi, patoloji, eczacılık,
kimya, botanik, klinik, tedavi, sonra sağlık, tıp bilgisi ve daha ulu
karanlıklarla dolu tapmak kapılarından hiçbir farkı olmayan bir sürü isim...
Bunlardan
hiçbir şey anlamadı. Ne kadar dinlerse dinlesin, kavrayamıyordu. Gene