8 Ekim 2017 Pazar

cumhuriyet döneminde öykü - olcay önertoy

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• İslamiyet öncesi Türk edebiyatıyla ilgili bilgi edinecek,
• Sözlü edebiyat ürünlerini tanıyacak,
• Destan, sav, sagu, koşuk gibi sözlü edebiyat ürünlerinin eski
Türklerin yaşamındaki önemini kavrayacaksınız.
İçindekiler
• Giriş
• Sözlü Edebiyat Dönemi
• Destan
• Sav
• Sagu
• Koşuk
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
ÜNİTE 3 İslamiyet Öncesi Türk Halk
Edebiyatı
Yazar
Yard.Doç.Dr. Hülya PİLANCI
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Kaşgarlı Mahmud'un XI. yüzyılda derlediği Divânü Lûgati't
Türk adlı yapıtı inceleyin.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, M.Ö. 4000'li 3000'li yıllardan başlayarak Türklerin
İslamiyeti kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin Köktürkler'e
ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü
edebiyat dönemi olarak adlandırılır.
2. Sözlü Edebiyat Dönemi
Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce,
sözlü edebiyat ürünlerinin oluştuğu ortadadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu
gibi Türklerin edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu dinsel temellere dayanır.
Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının bulunmadığı dönemlerde, dinsel törenlerde
üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.
Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli
bir rol oynar. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır.
2.1. Eski Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiiri hece ölçüsüyle yazılmıştır. Yedili, sekizli, onikili ölçülere
çok rastlanır. Kafiye önemlidir, dize başlarında da kafiye yapılır. Nazım birimi dörtlüktür.
İslamiyet öncesi Türk şiirinin dili Öz Türkçedir. Şiirler, Türklerin o çağdaki
dünya görüşlerini, yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini doğal bir dille anlatırlar.
Şiirlerde doğa, aşk, kahramanlık, cesaret, binicilik, at sevgisi, askerlik, ölüm en
çok işlenen konulardır.
Çin kaynaklarında M.Ö. II. yüzyıla ait eski Türk şiir çevirilerine rastlanmaktadır.
2.2. İlk Türk Şairleri
İslamiyet öncesindeki Türklerde şairlere baksı, kam, ozan gibi adlar verilirdi. Kaşgarlı
Mahmud'un Divânü Lûgati't Türk adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen
metinlerde adlarına ve şiirlerine rastlanan ilk Türk şairleri Aprın Çor Tigin,
Çuçu, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Kalun Kayşı, Çisuya Tutung'dur.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 33
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2.3. İlk Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiirinin, şairi bilinen ilk örneklerini Uygurlar'da bulmaktayız.
Aprın Çor Tigin'in yazdığı "Bir Aşk Şiiri" adlı ilk Türk şiirinin son parçasının aslı ve
çevirisi şöyledir:
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Yaruk tengriler yarlıkazun Nurlu tanrılar buyursun
Yavaşım birle Yumuşak huylum ile
Yakışıpan adrılmalım Birleşip bir daha ayrılmayalım
Küçlüg biriştiler küç birzün Güçlü peygamberler güç versin
Közi karam birle Kara gözlüm ile
Külüşügin oluralım... Gülüşerek yaşayalım...
3. Destan (Epope)
Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş olağanüstü olaylarla, doğaüstü
kahramanlarla ve kahramanlıklarla yüklü, öyküleyici özellikler taşıyan uzun şiirlerdir.
Destanlar, eski çağlarda ezgiye eşlik etmeye en uygun biçimde, çoğunlukla nazımla
düzenlenmiştir. Epik şiirin en güzel örnekleri olan destanlarda olağanüstü olayların,
doğaüstü kahramanların, tanrıların savaşlarının yanı sıra; eski çağ insanlarının
inanışları, yaratılış ve varoluş konusundaki düşünceleri; ulusların özlemleri ve düşleri
de dile getirilir. Destanlar insanların olayları dinleme ve anlatma gereksiniminden
dolayı kuşaktan kuşağa yayılmıştır.
3.1. Destanların Doğuşu
İnsanlar ilk çağlarda toplum ve doğa olaylarını anlamakta güçlük çektiler. Her olay
onlara önce Tanrıyı düşündürdü: Gök gürlemesi Tanrının hiddetiydi. Yıldırımlar,
kasırgalar, susuzluklar Tanrının insanlara verdiği cezalardı. İnsanlar her doğa olayını
korkuyla karışık bir hayranlıkla izledi.
Zengin bir hayal dünyası olan ilk insanlar, önemli gördükleri her olayı, olağanüstü
olay ve hayallerle süsleyerek birbirlerine anlattılar.
Yeni olaylarla zenginleşen destanlar, halk arasında yayılarak ortak bir eser haline
geldi. Destanları anlatan her yeni ağız destanlara yalnız bir olay değil, dil ve söyleyiş
güzelliği de kattı. Destanlar, başlangıçta manzum oldukları, ezgiyle söylendikleri
için halk dilinde uzun süre yaşayabildi.
34 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Özkırımlı'nın (1995) Tarih İçinde Türk Edebiyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi:
"Denilebilir ki, doğayla savaşımın ve toplum biçiminin, yine toplumun ortak
düş gücüyle insanın zihninde sanatsal bir biçimde yoğrulması destanları doğurmuş; insanlar
toplumun oluşumuna, doğanın gizlerine destan kahramanlarının serüvenleriyle yanıt
vermişlerdir."
Destanlar, birçok doğa olayının çözüme ulaştığı dönemlerde bile yer yer önemini
koruyarak köklü bir destan geleneğinin oluşmasını sağlamıştır. Zamanla, destan
gelenekleri zenginleşen ulusların, destan şairleri yetişmiştir.
3.2. Türk Destanları
Bir ulusun destan sahibi olabilmesi için:
• O ulusun halkının hayal gücünün en eski çağlarda bile, efsaneler, destanlar
yaratmaya elverişli olması,
• O ulusun tarihinde unutulmaz doğa olayları, büyük savaşlar, güçler, baskınlar,
değişik coğrafi çevrelere dağılmalar gibi halkının gönlünde ve kafasında
nesiller boyu yaşayacak önemli olayların yaşanmış olması gerekir.
Destanların oluşumu için gerekli olan bu şartlar, Türk tarihinde fazlasıyla görülür.
Seyit Kemal Karaalioğlu Türk Edebiyat Tarihi adlı yapıtında: "Türk tarihine, Türk destanları
ile girebiliriz, Türk tarihinin kökenine ilk Türk destanları ile inebiliriz" derken,
Türk tarihinin destanlarla, destanlaşmış kahramanlarla dolu olduğunu da vurgular.
Ne yazık ki, Türk destanlarının asıl metinleri elimizde değildir. Çok zengin olduğu
bilinen Türk destanları ile ilgili bilgiler Arap, İran ve Çin kaynaklarından elde
edilmektedir.
Türk destanlarının bir kısmı Türk ve yabancı araştırmacılar tarafından halk ağzından
derlenmiştir. Bir kısmına Arap, İran ve Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Bir
kısmına Batılı kaynaklarda rastlanırken bir kısmı da Türk aydın ve yazarları tarafından
çeşitli dönemlerde, çeşitli nedenlerle, çeşitli dil ve yazılarla kaleme alınmıştır (I.
Üniteye bakınız).
Destanlarımızın büyük bir kısmı yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü edebiyattaki
şekliyle de tamamen yazıya aktarılamamışlardır. Ancak yüzyıllar içinde yaşayıp
yeni olaylarla zenginleşmiş Türkün duygu, düşünce ve anılarıyla değer kazanmışlardır.
Araştırmacılar Eski İran ve Yunan destanları ile Türk destanları arasındaki benzerliklere
dikkat çekerler. Destan devri yaşayan uluslar arasındaki bu tür alışverişler
doğaldır.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 35
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.3. Destan Kültürünün Önemi
Destanlar; tarih, düşünce ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Tarihi aydınlatır,
düşünce ve sanata kaynak oluştururlar. Bilimsel tarih araştırmaları yanında, tarihi
olaylar karşısında halkın duygu ve düşüncelerini yansıtırlar.
Banarlı'nın (1971) Resimli Türk Edebiyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi: "Destanlar
halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halk hayalinde masallaştırılan tarihlerdir."
Destan kahramanlarının doğaüstü özellikler göstermesi, olayların olağanüstülüklerle
anlatılması destanların gerçeklerden uzak olduğunu göstermez. Destanlar, anlatımlarındaki
olağanüstü özellikler ayıklandığında ulusların tarihini aydınlatan en
önemli kaynaklardır.
Yüzyıllar boyunca Türklerin duyuş, düşünüş, inanış ve hayallerini; güzel sanatlarını;
aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışlarını Türk destanlarında görebiliriz.
4. Sav
Sav, İslamiyet öncesi Türk edebiyatında atasözünün karşılığıdır. Bir düşünceyi,
bir deneyimi, bir öğüdü, en az sözcükle kısaca anlatan kalıplardır. Biçim olarak bir
düz yazı tümcesi veya bir şiir dizesi gibi olabilirler. İslamiyet öncesi Türk edebiyatına
ait savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede bugün de yaşamaktadır.
Örnek:
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Aç ne yimes tok ne times Aç ne yemez tok ne demez
İt ısırmas at tepmes time İt ısırmaz at tepmez, deme
Biş erngek tüz ermes Beş parmak düz (bir) olmaz
Yılan kendü egrisin bilmes Yılan kendi eğrisini bilmez,
tevi boynun egri tir "Deve boynun eğri" der
Ot tese ağız köymez Ateş demekle ağız yanmaz
Suw bermeske süt ber Su vermeyene süt ver
Öküz adakı bolgınca Öküz ayağı olmaktan
buzağı başı bolsa yeğ buzağı başı olmak iyidir.
Ağılda oglag togsa arıkta otı öner Ağılda oğlak doğsa, ırmakta otu biter
36 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ermegüge bulıt yük bolır Tembele bulut yük olur
Teve silkinse eşgekke yük çıkar Deve silkinse eşeğe yük çıkar
Yir basruku tag, Toprağın dengesini dağlar,
budun basrıku beg Ulusun düzenini beyler sağlar
Tay atasa at tınur Tay yetişirse at dinlenir
oğul eredse baba dinlenür oğul erleşirse baba dinlenir
İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait en güzel savları XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un
yazdığı Divânü Lûgati't Türk adlı eserde görüyoruz.
5. Sagu
Sagular da savlar gibi eski Türklerin yaşam biçimlerinden doğan sözlü ürünlerdir.
Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze
törenine "yuğ töreni", bu törenlerde söylenen şiirlere "sagu" adı verilirdi (IV. Üniteye
bakınız). Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden doğan
acıyı dile getiren bu şiirler bir tür ağıttır. Destan özelliği de gösteren sagularda
geniş doğa tasvirlerine rastlanır.
Aşağıda Alp Er Tunga'nın ölümü üzerine duyulan acıyı dile getiren "Alp Er Tunga
Sagusu"nu okuyacaksınız. Alp Er Tunga Sagusu XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud
tarafından halk ağzından derlenmiştir.
ALP ER TUNGA SAGUSU
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Alp Er Tunga öldi mü Alp Er Tunga öldü mü
Issız ajun kaldı mu Fani dünya kaldı mı
Ödlek öçin aldı mu Zaman (felek) öcünü aldı mı
Emdi yürek yırtılır Şimdi yürek yırtılır
...... ......
Begler atın argurup Beyler atlarını sürüyor
Kadgu anı turgurup Kaygı onları durduruyor
Mengzi yüzi sargarup Benizleri yüzleri sararıp
Kürküm angar türtülür Sanki onlara safran sürülüyor
...... ......
Könglüm için örtedi Gönlümün içini yaktı
Yitmiş yaşıg kartadı Yetmiş yaşına ihtiyarlattı
Kiçmış ödig irtedi Gönül geçmiş günleri aradı
Tün tün kiçip irtelür O günler gün geçtikçe aranmakta
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 37
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bardı közüm yarukı Gözümün feri söndü
Aldı özüm konukı Onunla birlikte ruhum da gitti
Kanda erinç kanıkı Şimdi o kimbilir nerelerdedir
Emdi udın udgarur Şimdi acı uykudan uyanır.
6. Koşuk
Eski Türkler totemlerinin etini yemezlerdi. Yılda bir kez, belli dönemlerde, "sığır
töreni" adı verilen kutsal av törenlerinde onu kurban ederek yerlerdi. "Şölen"
adı verilen bu toplu ziyafetlerde ve yengi ile biten savaşlar sonunda, tüm boyların
erkekleri biraraya gelerek eğlenirdi. Bu eğlencelerde söylenen çoklukla aşk, doğa ve
yiğitlik konularını işleyen şiirlere "koşuk" adı verilir. Genellikle kendi başına bütünlüğü
olan dört dizeli bentlerden oluşan koşuklar manilere ve koşmalara kaynak
olmuştur.
Örnek:
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Öpkem kelip ogradım Öfkelenip dışarı çıktım
Arslanlayu kökredim Arslan gibi kükredim
Alplar başın togradım Yiğitler başını doğradım
Emdi meni kim tutar Şimdi beni kim tutabilir.
Kanı akıp yoşuldu Kanı akıp boşandı
Kabı kamug teşildi Derisi baştan başa deşildi
Ölüg birle koşuldu Ölülerle bir oldu
Togmuş küni uş batar Doğan güneş işte batıyor
Kaklar kamug kölerdi Kuru yerler hep gülerdi
Taglar başı ilerdi Dağbaşları göründü
Ajun tını yılırdı Dünyanın soluğu ılındı
Tütü çeçek çerkeşür Türlü çiçekler sıralandı
Etil suwı aka turur İtil suyu akar durur
Kaya tübi kaka turur Kaya dibini oyar durur
Balık telim baka turur Bütün balıklar baka durur
Kölün takı küşerür Gölü bile taşırırlar
İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü ürünleri olan destanların, savların, saguların
ve koşukların kimileri zaman içinde yitip gitmiştir. Bu ürünler kuşkusuz
eski çağlarda Türkler arasında toplumsal bilinci yaratan ve birliği, beraberliği, barışı
sağlayan en önemli etmenlerdi.
38 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Eski Türklerde kam, kaman, baksı, şaman yerini tutan ozanlar; raks ve müzik ustalıkları
gibi büyücü ve doktor görevini de üstlenmişlerdir. Törenlerde raks ederken
sazlarıyla da destan parçaları, sav, sagu, koşuk okuyarak kötü ruhları da büyüleriyle
engellemeye çalışır, hastaları sağaltma görevi de üstlenirlerdi.
Özet
Bütün uluslarda olduğu gibi Türklerde de yazı kullanılmadan önce "sözlü" bir edebiyat
vardı. Sözlü edebiyatta şiir önemli bir yer tutar.
Eski çağlarda doğa olaylarının, savaşların, kahramanların anlatıldığı kuşaktan kuşağa geçerek
şairlerin dilinde epik şiirin en güzel örneklerini oluşturdu. Çoğunlukla toplumun kurtarıcısı
ve öncüsü sayılan kişileri yücelten kutsallaştıran bu öykü şiirlere "destan" adı verilir.
Eski Türklerde bir düşünceyi, bir deneyimi, bir öğüdü kısaca anlatan sözlere "sav" adı
verilir. Savlar bugünkü atasözlerinin temelidir.
"Yuğ töreni" eski Türklerde sevilen, sayılan kişiler için düzenlenen cenaze törenlerine verilen
addır. Bu törenlerde ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden
duyulan acıyı dile getiren şiirler söylenirdi. Bir tür ağıt olan bu şiirlere eski Türkler "sagu"
adını verirlerdi.
Eski Türklerde birlik ve beraberliği sağlamak çok önemlidir. Şölenlerde, toylarda, üstünlükle
biten savaş sonlarında halkı heyecana getirmek için okunan şiirlere "koşuk" adı verilir.
Çok zengin olduğu bilinen Türk destanlarıyla ilgili bilgiler Arap, Fars ve Çin kaynaklarından
elde edilmektedir. Halk ağzından derlenen birbirinden güzel sav, sagu ve koşuklar ise XI.
yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divânü Lûgati't Türk adlı yapıtta görülmektedir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. İslamiyet öncesi Türk edebiyatı yaklaşık olarak hangi tarihleri kapsar?
A. M.S. 4000'li-3000'li yıllarda başlar, X. yüzyıla kadar sürer.
B. M.Ö. 1000'li yıllarda başlar, XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer.
C. M.Ö. 4000'li-3000'li yıllarda başlar, XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer.
D. M.Ö. 400'lü-300'lü yıllarda başlar, IX. yüzyıla kadar sürer.
E. M.Ö. 2000'li yıllarda başlar ancak ne zaman bittiği kesin olarak söylenemez.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 39
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. İslamiyet öncesi Türk şiirinin şairi bilinen ilk örneği kime aittir?
A. Çuçu'ya
B. Ki-ki'ye
C. Kalun Kayşi'ye
D. Çisuya Tutung'a
E. Aprın Çor Tigin'e
3. "Destanlar" için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A. Uzun anlatımlı, olağanüstülüklerle yüklü öyküleyici özellikler taşıyan şiirlerdir.
B. Destanlar, içlerinden olağanüstü özellikler, doğaüstü kahramanlar çıkarıldığında
ulusların tarihlerini aydınlatan önemli birer kaynak durumuna
gelirler.
C. Destanların olağanüstü özellikler göstermesi, doğaüstü güçlerle süslenmesi
destanların gerçeklerden uzak olduğunu gösterir.
D. Destanlar epik şiirin en güzel örnekleridir.
E. Destanları anlatan her yeni ağız onları her yönden zenginleştirmiştir.
4. "Sagu" nedir?
A. Bugünkü Türk edebiyatında "mani"nin tam karşılığıdır.
B. Eski Türklerde yılda bir kez belli dönemlerde totemlerin kurban edildiği
törenlere verilen addır.
C. Eski Türklerde bir düşünceyi, bir öğüdü, bir deneyimi kısaca anlatan sözlerdir.
D. Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen
yuğ törenlerinde söylenen ağıtlara verilen addır.
E. Eski Türklerde kutsal bir hayvana verilen addır.
5. Türklerde halk ağzından ilk defa sav, sagu ve koşuk örnekleri derleyen kimdir?
A. Kalun Keyşi
B. Mahir Ünlü
C. Seyit Kemal Karaalioğlu
D. Kaşgarlı Mahmud
E. Homeros
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Banarlı, Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi,
1971.
Boratav, Pertev Naili. Folklor ve Edebiyat 1-2. İstanbul: 1982.
Güney, Eflatun Cem. Masallar. Ankara: K.B. Yayını, 1992.
40 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
_______. Folklor ve Eğitim. İstanbul: M.E.B. Yayını, 1966.
_______. Folklor ve Halk Edebiyatı. Ankara: M.E.B. Yayını, 1971.
Karaalioğlu, Seyit Kemal. Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: 1973.
Özkırımlı, Atilla. Tarih İçinde Türk Edebiyatı. Ankara: 1995.
Ünlü, Mahir. Toplumsallık Açısından Örneklerle Türk Edebiyatı, İslamlık Sürecinde.
İstanbul: 1982.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 41

islamiyet öncesi türk halk edebiyatı- hülya plancı

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• İslamiyet öncesi Türk edebiyatıyla ilgili bilgi edinecek,
• Sözlü edebiyat ürünlerini tanıyacak,
• Destan, sav, sagu, koşuk gibi sözlü edebiyat ürünlerinin eski
Türklerin yaşamındaki önemini kavrayacaksınız.
İçindekiler
• Giriş
• Sözlü Edebiyat Dönemi
• Destan
• Sav
• Sagu
• Koşuk
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
ÜNİTE 3 İslamiyet Öncesi Türk Halk
Edebiyatı
Yazar
Yard.Doç.Dr. Hülya PİLANCI
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Kaşgarlı Mahmud'un XI. yüzyılda derlediği Divânü Lûgati't
Türk adlı yapıtı inceleyin.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, M.Ö. 4000'li 3000'li yıllardan başlayarak Türklerin
İslamiyeti kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin Köktürkler'e
ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü
edebiyat dönemi olarak adlandırılır.
2. Sözlü Edebiyat Dönemi
Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce,
sözlü edebiyat ürünlerinin oluştuğu ortadadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu
gibi Türklerin edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu dinsel temellere dayanır.
Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının bulunmadığı dönemlerde, dinsel törenlerde
üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.
Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli
bir rol oynar. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır.
2.1. Eski Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiiri hece ölçüsüyle yazılmıştır. Yedili, sekizli, onikili ölçülere
çok rastlanır. Kafiye önemlidir, dize başlarında da kafiye yapılır. Nazım birimi dörtlüktür.
İslamiyet öncesi Türk şiirinin dili Öz Türkçedir. Şiirler, Türklerin o çağdaki
dünya görüşlerini, yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini doğal bir dille anlatırlar.
Şiirlerde doğa, aşk, kahramanlık, cesaret, binicilik, at sevgisi, askerlik, ölüm en
çok işlenen konulardır.
Çin kaynaklarında M.Ö. II. yüzyıla ait eski Türk şiir çevirilerine rastlanmaktadır.
2.2. İlk Türk Şairleri
İslamiyet öncesindeki Türklerde şairlere baksı, kam, ozan gibi adlar verilirdi. Kaşgarlı
Mahmud'un Divânü Lûgati't Türk adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen
metinlerde adlarına ve şiirlerine rastlanan ilk Türk şairleri Aprın Çor Tigin,
Çuçu, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Kalun Kayşı, Çisuya Tutung'dur.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 33
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2.3. İlk Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiirinin, şairi bilinen ilk örneklerini Uygurlar'da bulmaktayız.
Aprın Çor Tigin'in yazdığı "Bir Aşk Şiiri" adlı ilk Türk şiirinin son parçasının aslı ve
çevirisi şöyledir:
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Yaruk tengriler yarlıkazun Nurlu tanrılar buyursun
Yavaşım birle Yumuşak huylum ile
Yakışıpan adrılmalım Birleşip bir daha ayrılmayalım
Küçlüg biriştiler küç birzün Güçlü peygamberler güç versin
Közi karam birle Kara gözlüm ile
Külüşügin oluralım... Gülüşerek yaşayalım...
3. Destan (Epope)
Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş olağanüstü olaylarla, doğaüstü
kahramanlarla ve kahramanlıklarla yüklü, öyküleyici özellikler taşıyan uzun şiirlerdir.
Destanlar, eski çağlarda ezgiye eşlik etmeye en uygun biçimde, çoğunlukla nazımla
düzenlenmiştir. Epik şiirin en güzel örnekleri olan destanlarda olağanüstü olayların,
doğaüstü kahramanların, tanrıların savaşlarının yanı sıra; eski çağ insanlarının
inanışları, yaratılış ve varoluş konusundaki düşünceleri; ulusların özlemleri ve düşleri
de dile getirilir. Destanlar insanların olayları dinleme ve anlatma gereksiniminden
dolayı kuşaktan kuşağa yayılmıştır.
3.1. Destanların Doğuşu
İnsanlar ilk çağlarda toplum ve doğa olaylarını anlamakta güçlük çektiler. Her olay
onlara önce Tanrıyı düşündürdü: Gök gürlemesi Tanrının hiddetiydi. Yıldırımlar,
kasırgalar, susuzluklar Tanrının insanlara verdiği cezalardı. İnsanlar her doğa olayını
korkuyla karışık bir hayranlıkla izledi.
Zengin bir hayal dünyası olan ilk insanlar, önemli gördükleri her olayı, olağanüstü
olay ve hayallerle süsleyerek birbirlerine anlattılar.
Yeni olaylarla zenginleşen destanlar, halk arasında yayılarak ortak bir eser haline
geldi. Destanları anlatan her yeni ağız destanlara yalnız bir olay değil, dil ve söyleyiş
güzelliği de kattı. Destanlar, başlangıçta manzum oldukları, ezgiyle söylendikleri
için halk dilinde uzun süre yaşayabildi.
34 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Özkırımlı'nın (1995) Tarih İçinde Türk Edebiyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi:
"Denilebilir ki, doğayla savaşımın ve toplum biçiminin, yine toplumun ortak
düş gücüyle insanın zihninde sanatsal bir biçimde yoğrulması destanları doğurmuş; insanlar
toplumun oluşumuna, doğanın gizlerine destan kahramanlarının serüvenleriyle yanıt
vermişlerdir."
Destanlar, birçok doğa olayının çözüme ulaştığı dönemlerde bile yer yer önemini
koruyarak köklü bir destan geleneğinin oluşmasını sağlamıştır. Zamanla, destan
gelenekleri zenginleşen ulusların, destan şairleri yetişmiştir.
3.2. Türk Destanları
Bir ulusun destan sahibi olabilmesi için:
• O ulusun halkının hayal gücünün en eski çağlarda bile, efsaneler, destanlar
yaratmaya elverişli olması,
• O ulusun tarihinde unutulmaz doğa olayları, büyük savaşlar, güçler, baskınlar,
değişik coğrafi çevrelere dağılmalar gibi halkının gönlünde ve kafasında
nesiller boyu yaşayacak önemli olayların yaşanmış olması gerekir.
Destanların oluşumu için gerekli olan bu şartlar, Türk tarihinde fazlasıyla görülür.
Seyit Kemal Karaalioğlu Türk Edebiyat Tarihi adlı yapıtında: "Türk tarihine, Türk destanları
ile girebiliriz, Türk tarihinin kökenine ilk Türk destanları ile inebiliriz" derken,
Türk tarihinin destanlarla, destanlaşmış kahramanlarla dolu olduğunu da vurgular.
Ne yazık ki, Türk destanlarının asıl metinleri elimizde değildir. Çok zengin olduğu
bilinen Türk destanları ile ilgili bilgiler Arap, İran ve Çin kaynaklarından elde
edilmektedir.
Türk destanlarının bir kısmı Türk ve yabancı araştırmacılar tarafından halk ağzından
derlenmiştir. Bir kısmına Arap, İran ve Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Bir
kısmına Batılı kaynaklarda rastlanırken bir kısmı da Türk aydın ve yazarları tarafından
çeşitli dönemlerde, çeşitli nedenlerle, çeşitli dil ve yazılarla kaleme alınmıştır (I.
Üniteye bakınız).
Destanlarımızın büyük bir kısmı yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü edebiyattaki
şekliyle de tamamen yazıya aktarılamamışlardır. Ancak yüzyıllar içinde yaşayıp
yeni olaylarla zenginleşmiş Türkün duygu, düşünce ve anılarıyla değer kazanmışlardır.
Araştırmacılar Eski İran ve Yunan destanları ile Türk destanları arasındaki benzerliklere
dikkat çekerler. Destan devri yaşayan uluslar arasındaki bu tür alışverişler
doğaldır.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 35
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.3. Destan Kültürünün Önemi
Destanlar; tarih, düşünce ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Tarihi aydınlatır,
düşünce ve sanata kaynak oluştururlar. Bilimsel tarih araştırmaları yanında, tarihi
olaylar karşısında halkın duygu ve düşüncelerini yansıtırlar.
Banarlı'nın (1971) Resimli Türk Edebiyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi: "Destanlar
halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halk hayalinde masallaştırılan tarihlerdir."
Destan kahramanlarının doğaüstü özellikler göstermesi, olayların olağanüstülüklerle
anlatılması destanların gerçeklerden uzak olduğunu göstermez. Destanlar, anlatımlarındaki
olağanüstü özellikler ayıklandığında ulusların tarihini aydınlatan en
önemli kaynaklardır.
Yüzyıllar boyunca Türklerin duyuş, düşünüş, inanış ve hayallerini; güzel sanatlarını;
aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışlarını Türk destanlarında görebiliriz.
4. Sav
Sav, İslamiyet öncesi Türk edebiyatında atasözünün karşılığıdır. Bir düşünceyi,
bir deneyimi, bir öğüdü, en az sözcükle kısaca anlatan kalıplardır. Biçim olarak bir
düz yazı tümcesi veya bir şiir dizesi gibi olabilirler. İslamiyet öncesi Türk edebiyatına
ait savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede bugün de yaşamaktadır.
Örnek:
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Aç ne yimes tok ne times Aç ne yemez tok ne demez
İt ısırmas at tepmes time İt ısırmaz at tepmez, deme
Biş erngek tüz ermes Beş parmak düz (bir) olmaz
Yılan kendü egrisin bilmes Yılan kendi eğrisini bilmez,
tevi boynun egri tir "Deve boynun eğri" der
Ot tese ağız köymez Ateş demekle ağız yanmaz
Suw bermeske süt ber Su vermeyene süt ver
Öküz adakı bolgınca Öküz ayağı olmaktan
buzağı başı bolsa yeğ buzağı başı olmak iyidir.
Ağılda oglag togsa arıkta otı öner Ağılda oğlak doğsa, ırmakta otu biter
36 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ermegüge bulıt yük bolır Tembele bulut yük olur
Teve silkinse eşgekke yük çıkar Deve silkinse eşeğe yük çıkar
Yir basruku tag, Toprağın dengesini dağlar,
budun basrıku beg Ulusun düzenini beyler sağlar
Tay atasa at tınur Tay yetişirse at dinlenir
oğul eredse baba dinlenür oğul erleşirse baba dinlenir
İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait en güzel savları XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un
yazdığı Divânü Lûgati't Türk adlı eserde görüyoruz.
5. Sagu
Sagular da savlar gibi eski Türklerin yaşam biçimlerinden doğan sözlü ürünlerdir.
Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze
törenine "yuğ töreni", bu törenlerde söylenen şiirlere "sagu" adı verilirdi (IV. Üniteye
bakınız). Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden doğan
acıyı dile getiren bu şiirler bir tür ağıttır. Destan özelliği de gösteren sagularda
geniş doğa tasvirlerine rastlanır.
Aşağıda Alp Er Tunga'nın ölümü üzerine duyulan acıyı dile getiren "Alp Er Tunga
Sagusu"nu okuyacaksınız. Alp Er Tunga Sagusu XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud
tarafından halk ağzından derlenmiştir.
ALP ER TUNGA SAGUSU
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Alp Er Tunga öldi mü Alp Er Tunga öldü mü
Issız ajun kaldı mu Fani dünya kaldı mı
Ödlek öçin aldı mu Zaman (felek) öcünü aldı mı
Emdi yürek yırtılır Şimdi yürek yırtılır
...... ......
Begler atın argurup Beyler atlarını sürüyor
Kadgu anı turgurup Kaygı onları durduruyor
Mengzi yüzi sargarup Benizleri yüzleri sararıp
Kürküm angar türtülür Sanki onlara safran sürülüyor
...... ......
Könglüm için örtedi Gönlümün içini yaktı
Yitmiş yaşıg kartadı Yetmiş yaşına ihtiyarlattı
Kiçmış ödig irtedi Gönül geçmiş günleri aradı
Tün tün kiçip irtelür O günler gün geçtikçe aranmakta
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 37
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bardı közüm yarukı Gözümün feri söndü
Aldı özüm konukı Onunla birlikte ruhum da gitti
Kanda erinç kanıkı Şimdi o kimbilir nerelerdedir
Emdi udın udgarur Şimdi acı uykudan uyanır.
6. Koşuk
Eski Türkler totemlerinin etini yemezlerdi. Yılda bir kez, belli dönemlerde, "sığır
töreni" adı verilen kutsal av törenlerinde onu kurban ederek yerlerdi. "Şölen"
adı verilen bu toplu ziyafetlerde ve yengi ile biten savaşlar sonunda, tüm boyların
erkekleri biraraya gelerek eğlenirdi. Bu eğlencelerde söylenen çoklukla aşk, doğa ve
yiğitlik konularını işleyen şiirlere "koşuk" adı verilir. Genellikle kendi başına bütünlüğü
olan dört dizeli bentlerden oluşan koşuklar manilere ve koşmalara kaynak
olmuştur.
Örnek:
Günümüz Türkçesiyle söylenişi:
Öpkem kelip ogradım Öfkelenip dışarı çıktım
Arslanlayu kökredim Arslan gibi kükredim
Alplar başın togradım Yiğitler başını doğradım
Emdi meni kim tutar Şimdi beni kim tutabilir.
Kanı akıp yoşuldu Kanı akıp boşandı
Kabı kamug teşildi Derisi baştan başa deşildi
Ölüg birle koşuldu Ölülerle bir oldu
Togmuş küni uş batar Doğan güneş işte batıyor
Kaklar kamug kölerdi Kuru yerler hep gülerdi
Taglar başı ilerdi Dağbaşları göründü
Ajun tını yılırdı Dünyanın soluğu ılındı
Tütü çeçek çerkeşür Türlü çiçekler sıralandı
Etil suwı aka turur İtil suyu akar durur
Kaya tübi kaka turur Kaya dibini oyar durur
Balık telim baka turur Bütün balıklar baka durur
Kölün takı küşerür Gölü bile taşırırlar
İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü ürünleri olan destanların, savların, saguların
ve koşukların kimileri zaman içinde yitip gitmiştir. Bu ürünler kuşkusuz
eski çağlarda Türkler arasında toplumsal bilinci yaratan ve birliği, beraberliği, barışı
sağlayan en önemli etmenlerdi.
38 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Eski Türklerde kam, kaman, baksı, şaman yerini tutan ozanlar; raks ve müzik ustalıkları
gibi büyücü ve doktor görevini de üstlenmişlerdir. Törenlerde raks ederken
sazlarıyla da destan parçaları, sav, sagu, koşuk okuyarak kötü ruhları da büyüleriyle
engellemeye çalışır, hastaları sağaltma görevi de üstlenirlerdi.
Özet
Bütün uluslarda olduğu gibi Türklerde de yazı kullanılmadan önce "sözlü" bir edebiyat
vardı. Sözlü edebiyatta şiir önemli bir yer tutar.
Eski çağlarda doğa olaylarının, savaşların, kahramanların anlatıldığı kuşaktan kuşağa geçerek
şairlerin dilinde epik şiirin en güzel örneklerini oluşturdu. Çoğunlukla toplumun kurtarıcısı
ve öncüsü sayılan kişileri yücelten kutsallaştıran bu öykü şiirlere "destan" adı verilir.
Eski Türklerde bir düşünceyi, bir deneyimi, bir öğüdü kısaca anlatan sözlere "sav" adı
verilir. Savlar bugünkü atasözlerinin temelidir.
"Yuğ töreni" eski Türklerde sevilen, sayılan kişiler için düzenlenen cenaze törenlerine verilen
addır. Bu törenlerde ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden
duyulan acıyı dile getiren şiirler söylenirdi. Bir tür ağıt olan bu şiirlere eski Türkler "sagu"
adını verirlerdi.
Eski Türklerde birlik ve beraberliği sağlamak çok önemlidir. Şölenlerde, toylarda, üstünlükle
biten savaş sonlarında halkı heyecana getirmek için okunan şiirlere "koşuk" adı verilir.
Çok zengin olduğu bilinen Türk destanlarıyla ilgili bilgiler Arap, Fars ve Çin kaynaklarından
elde edilmektedir. Halk ağzından derlenen birbirinden güzel sav, sagu ve koşuklar ise XI.
yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divânü Lûgati't Türk adlı yapıtta görülmektedir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. İslamiyet öncesi Türk edebiyatı yaklaşık olarak hangi tarihleri kapsar?
A. M.S. 4000'li-3000'li yıllarda başlar, X. yüzyıla kadar sürer.
B. M.Ö. 1000'li yıllarda başlar, XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer.
C. M.Ö. 4000'li-3000'li yıllarda başlar, XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer.
D. M.Ö. 400'lü-300'lü yıllarda başlar, IX. yüzyıla kadar sürer.
E. M.Ö. 2000'li yıllarda başlar ancak ne zaman bittiği kesin olarak söylenemez.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 39
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. İslamiyet öncesi Türk şiirinin şairi bilinen ilk örneği kime aittir?
A. Çuçu'ya
B. Ki-ki'ye
C. Kalun Kayşi'ye
D. Çisuya Tutung'a
E. Aprın Çor Tigin'e
3. "Destanlar" için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A. Uzun anlatımlı, olağanüstülüklerle yüklü öyküleyici özellikler taşıyan şiirlerdir.
B. Destanlar, içlerinden olağanüstü özellikler, doğaüstü kahramanlar çıkarıldığında
ulusların tarihlerini aydınlatan önemli birer kaynak durumuna
gelirler.
C. Destanların olağanüstü özellikler göstermesi, doğaüstü güçlerle süslenmesi
destanların gerçeklerden uzak olduğunu gösterir.
D. Destanlar epik şiirin en güzel örnekleridir.
E. Destanları anlatan her yeni ağız onları her yönden zenginleştirmiştir.
4. "Sagu" nedir?
A. Bugünkü Türk edebiyatında "mani"nin tam karşılığıdır.
B. Eski Türklerde yılda bir kez belli dönemlerde totemlerin kurban edildiği
törenlere verilen addır.
C. Eski Türklerde bir düşünceyi, bir öğüdü, bir deneyimi kısaca anlatan sözlerdir.
D. Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen
yuğ törenlerinde söylenen ağıtlara verilen addır.
E. Eski Türklerde kutsal bir hayvana verilen addır.
5. Türklerde halk ağzından ilk defa sav, sagu ve koşuk örnekleri derleyen kimdir?
A. Kalun Keyşi
B. Mahir Ünlü
C. Seyit Kemal Karaalioğlu
D. Kaşgarlı Mahmud
E. Homeros
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Banarlı, Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi,
1971.
Boratav, Pertev Naili. Folklor ve Edebiyat 1-2. İstanbul: 1982.
Güney, Eflatun Cem. Masallar. Ankara: K.B. Yayını, 1992.
40 İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
_______. Folklor ve Eğitim. İstanbul: M.E.B. Yayını, 1966.
_______. Folklor ve Halk Edebiyatı. Ankara: M.E.B. Yayını, 1971.
Karaalioğlu, Seyit Kemal. Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: 1973.
Özkırımlı, Atilla. Tarih İçinde Türk Edebiyatı. Ankara: 1995.
Ünlü, Mahir. Toplumsallık Açısından Örneklerle Türk Edebiyatı, İslamlık Sürecinde.
İstanbul: 1982.
İ S L A M İ Y E T Ö N C E S İ T Ü R K H A L K E D E B İ Y A T I 41

halk edebiyatı - komisyon

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
AÇIKÖGRETİM FAKÜLTESİ
Türk
İLKÖĞRETİM ÖĞRETMENLİĞİ
LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI
Halk
Edebiyatı
Ünite 1-12
Halk
Edebiyatı
Türk
Yazarlar:
Yard.Doç.Dr. Muhsine HELİMOĞLU YAVUZ
Yard.Doç.Dr. Hülya PİLANCI
Yard.Doç.Dr. Ali ÖZTÜRK
Metin TURAN
Editör:
Öğr.Gör. Sakine ÖZTÜRK ÇELİK
T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI NO: 1063
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINLARI NO: 583
TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları
Anadolu Üniversitesine aittir.
"Uzaktan öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın
bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da
bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz,
basılamaz ve dağıtılamaz.
Copyright © 1998 by Anadolu University
All rights reserved
No part of this book may be reproduced
or stored in a retrieval system, or transmitted
in any form or by any means mechanical, electronic,
photocopy, magnetic tape or otherwise, without
permission in writing from the University.
Tasarım: Yrd.Doç.Dr. Kazım SEZGİN
ISBN 975 - 492 - 819 - 3
iii
İçindekiler
Ünite 1
Halkbilim (Folklor) ve Halk Edebiyatı
Giriş 3, Halkbilim (Folklor) 3, Halk Edebiyatı Kavramı 6, Halk Edebiyatının Kaynakları
8, Halk Edebiyatının Özellikleri 9, Edebiyatın İçinde Halk Edebiyatının
Yeri 10
Ünite 2
Çağdaş Eğitimde Halk Edebiyatının Kullanılması
Giriş 19, Çağdaş Eğitimde Halk Edebiyatı Ürünlerinin Kullanılması 19, Masalın
Eğitimde Kullanılması 21, Halk Gülmeceleri 25
Ünite 3
İslamiyet Öncesi Türk Halk Edebiyatı
Giriş 33, Sözlü Edebiyat Dönemi 33, Destan 34, Sav 36, Sagu 37, Koşuk 38
Ünite 4
Türk Destanları
Giriş 45, Yaradılış Destanı 46, Alp Er Tunga Destanı 47, Şu Destanı 49, Oğuz Kağan
Destanı 51, Ergenekon Destanı 54, Bozkurt Destanı 56, Türeyiş Destanı 56,
Göç Destanı 56, Saltuk Buğra Han Destanı 57, Manas Destanı 57
Ünite 5
Ortak (Anonim) Halk Edebiyatı (Türk Halk Şiiri)
Mani 65, Türkü 66, Ağıt 69, Ninni 70
Ünite 6
Ortak (Anonim) Halk Edebiyatı (Türk Halk Düzyazısı-I)
Atasözü 79, Fıkra 80, Halk Hikayesi 82
Ünite 7
Ortak (Anonim) Halk Edebiyatı (Türk Halk Düzyazısı-II)
Efsane 91
Ünite 8
Ortak (Anonim) Halk Edebiyatı (Türk Halk Düzyazısı-III)
Masal 109
Ünite 9
Ortak (Anonim) Halk Edebiyatı Hem Şiir, Hem Düzyazı Şeklinde Söylenmiş Türler
Tekerleme 141, Bilmece 144, Alkış ve Kargış (Hayırdua ve Beddua) 147
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ünite 10
Bireysel Halk Edebiyatı (Âşık Edebiyatı)
Giriş 153, Âşık Oluş 153, Köroğlu 155, Öksüz Dede 159, Karacaoğlan 161, Gevheri
163, Erzurumlu Emrah 164, Seyrani 165, Dadaloğlu 167, Âşık Veysel 168
Ünite 11
Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı
Giriş 177, Tasavvuf Kavramı 177, Dinsel Halk Edebiyatının Tarihsel Gelişimine
Kısa Bir Bakış 178, Yunus Emre 179, Kaygusuz Abdal 181, Pir Sultan Abdal 183,
Kul Himmet 186, Hacı Bayram-ı Veli 187
Ünite 12
Geleneksel Halk Seyirlik Oyunları
Giriş 195, Köy Seyirlik Oyunları 195, Kukla 196, Meddah 199, Ortaoyunu 201,
Karagöz 204
Cevap Anahtarı 210
iv
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Başlarken
Değerli Öğretmenler,
İnsanların değer yargıları vardır; duygu, düşünce ve düşlerini yansıttıkları yapıtları
vardır. Bunların dile getirilişi ulustan ulusa farklılık gösterse de insan olmanın
göstergeleri oldukları için evrenseldir.
Evrenseli yakalayabilmek için ise ilk önce insanın kendi özünü bilmesi gerekir.
Çünkü öz aranırken diğer uluslarla ortaklıkların olduğu görülecektir. Uluslar ayrı
dilleri konuşsalar da, ayrı yerlerde yaşasalar da özde birdirler. Acı çeker ağlar, mutlu
olur gülerler. Bu acıların, mutlulukların dile getirilişi de o ulusun edebiyatını
oluşturur. Oluşturulan edebiyatın içinde halk edebiyatının ayrı bir yeri ve önemi
vardır.
Sizler de bu kitap kapsamında göreceksiniz ki her ulus kendi halk edebiyatını yaratmıştır.
Bu edebiyat ürünleri arasında benzerliklerin olması ise kaçınılmazdır. Bu
benzerlikleri ve bizim olan ağıtları, ninnileri, atasözlerini, Karagöz'ü, Kavuklu'yu,
Karacaoğlan'ı, Yunus Emre'yi, Pir Sultan Abdal'ı öğrencilerinize tanıtıp onların halk
edebiyatını sevmesini sağlayın.
Bu kitap kapsamında sizlere halk edebiyatı konusunda genel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Verilen bilgilerle yetinmeyip olanak yaratarak kaynakçalarda belirtilen diğer
yapıtları da incelemeniz sizin yararınıza olacaktır.
Özü yakalayarak öğrendiklerinizi öğretmek, yaşanır kılmak artık size düşüyor.
Başarılar dileriz.
Öğr.Gör. Sakine ÖZTÜRK ÇELİK
Editör
v
Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Halkbilimin ne anlama geldiğini öğrenecek,
• Halk edebiyatının kaynakları konusunda bilgi sahibi olacak,
• Halkbilim ile halk edebiyatı arasındaki bağlantıyı öğrenecek,
• Ulusal edebiyat içinde halk edebiyatının yerini kavrayacaksınız.
İçindekiler
• Giriş
• Halkbilim (Folklor)
• Halk Edebiyatı Kavramı
• Halk Edebiyatının Kaynakları
• Halk Edebiyatının Özellikleri
• Edebiyatın İçinde Halk Edebiyatının Yeri
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
ÜNİTE 1 Halkbilim (Folklor) ve Halk
Edebiyatı
Yazar
Metin TURAN
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Bu ünitede yer alan konu başlıklarıyla ilgili değişik kaynaklardan
bilgiler edinmeye çalışın.
• Çağdaş sanatçılarımızın halk edebiyatı ve halkbilim kaynaklarından
nasıl yararlandıklarını görmek için, Yaşar Kemal, Kemal
Bilbaşar, Ahmed Arif, Enver Gökçe gibi yazar ve şairlerimizin yapıtlarını
okuyunuz.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Halkbilimle halk edebiyatının ilişkisi, özellikle ortak (anonim) halk edebiyatı ürünlerinin;
masal, ninni, efsane, fıkra, atalarsözü, deyimler vb. derlenmesi, toparlanması,
tasnifi ve bunların irdelenmesi bağlamında işlev kazanır. Bunun yanı sıra
Türk halk edebiyatının iki önemli kolu olan âşık edebiyatı ve dinsel halk edebiyatı
da bir yandan edebiyat tarihinin araştırma alanına girerken, diğer taraftan halkbilimin
çalışma alanları içerisinde ele alınmış, öylece değerlendirilegelmiştir. Bu çerçeve
daha çok halk edebiyatı ürünlerinin hangilerinin halkbilimin alanına girdiğine
ilişkin bir saptamadır. Daha geniş bir açıdan bakıldığında, günümüzde örnekleri
çokça görülen değerlendirme ve incelemelerde, halkbilim çağdaş edebiyat ürünlerine
de eğilme gereksinimi duymuş; çağdaş edebiyatın yaratılmasında yeğlenen
yaklaşımlarda halkbilimsel ögeler de bu disiplin içerisinde ele alınmaya başlanmıştır.
Bu bakımdan halkbilim, halk edebiyatı ürünlerine yaklaşırken, bütünüyle geçmişte
kalan, geçmişte yaratılan ve sadece ortak (anonim) ürünlere değil, bugünkü ürünlere
de eğilmektedir. Halk ozanlarının şiirlerinin ve hikayelerinin ele alınması gibi...
Çünkü ne halk kültürü, dolayısıyla edebiyatı, durağandır ne de halkbilim. Sürekli
bir yenilenme ve gelişme içerisinde olan bu bilim kolları dinamik bir yapı göstermektedirler.
Ulusal edebiyatların karakterini halk kültürü belirler. Çağdaş Türk edebiyatının
ulusal nitelikteki yapıtlarında da bu özellik görülür. Halk kültüründen beslenen ulusal
ve evrensel nitelikteki yapıtlarda, yerellik gibi kimi özellikler görülse de, yetkince
işlenmiş bu geleneksel form ve izleklerin o yapıta ayrı bir zenginlik kattığı kolaylıkla
söylenebilir.
2. Halkbilim (Folklor)
Folkor terimini ilk kez 1846'da bağımsız bir bilim dalına ad olarak İngiliz arkeolog
William J. Thoms (1803-1885) kullandı.
Halkbilim, diğer sosyal bilim dalları gibi sınırlı bir tanım aralığına sıkıştırılamayacak
kadar geniş bir içeriğe sahiptir. Yine de, tanımlanmaya çalışılırsa; bir ülke ya da
belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel ürünleri konu
edinen, bunları kendisine özgü yöntemleriyle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen,
yorumlayan ve son aşamada da bir bireşime vardırmayı amaçlayan bir bilimdir.
Halkbilim halkın geleneklerini, göreneklerini, inançlarını, törelerini, törenlerini, yazın
ürünlerini içine alır. Halkbilim, bugünün halk kültürü değerlerini de araştırıp
inceler. Toplumsal yaşamdaki değişiklikler kültüre de yansır. Halkbilim bu kültürler
arasında karşılaştırmalar yaparak aradaki bağları, kültürün geçirdiği evrimi ve
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 3
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
değişimi, günümüzde aldığı yeni biçimi ortaya koyar. Bu anlamda, geçmişle gelecek
arasındaki ilişkinin kavranmasında önemli bir işlev görür.
Bir ülkenin, bir yöre halkının, bir etnik grubun yaşamının bütününü kapsayan ve temelinde
o halkı oluşturan insanların ortak ve yaygın davranış kalıplarını, yaşama
biçimini, belirli olaylar ve durumlar karşısındaki tavrını, çevresini ve dünyayı algılayışını
açıklamada; geleneksel ve törensel yaşamı düzenleyen, zenginleştiren,
renklendiren bir dizi beceriyi, beğeniyi, yaratıyı, töreyi, kurumu, kurumlaşmayı
göz önüne sermede halkbilimin önemli bir rolü vardır. Bir ucuyla geçmişe, bir ucuyla
da zamanımıza uzanan gelenekler, görenekler, âdetler zincirini saptamada; bu
zincirin köstekleyici ya da destekleyici halkalarını tek tek belirlemede; halk kültürünün
atar damarlarını yakalayarak bunlardan özgün ve çağdaş yaratmalar çıkarmada
da halkbilim ilgilenenlere zengin kaynaklar sunar.
Halkbilim çalışmalarında ilk ciddi adım 17. yüzyılda atılmıştır. İlk kez Fransız Charles
Perrault (1628-1700) halk masallarını derleyip yayımlamıştır. Aradan geçen uzun
bir süreden sonra Walter Scott (1772-1832) derlediği masalları, edebi bir tarza dönüştürmekle
isim yapmıştır. 18. yüzyılın sonlarına doğru Alman Johnn Gottifield
Von Herder (1743-1803) halkbilime bilimsel olarak yaklaşan bilinçli ilk büyük isim olmuştur.
Masalların yanı sıra diğer halkbilim ürünleri ile ilgili çalışmalar da yapan Wilhelm
Grimm (1788-1859) ve Jacob Grimm (1785-1865) kardeşlerin Alman halkbilimine
katkıları ise çok önemlidir.
Disiplinli halkbilim çalışmaları Almanya'da Grimm kardeşlerin Alman masalları,
efsaneleri konusundaki derlemeleriyle; İsviçre'de 1886'da İsviçre halk gelenekleri
derneğinin kuruluşuyla; Rusya'da 19. yüzyıldan sora dilciler, edebiyatçılar ve tarihçiler
tarafından gösterilen çabalarla başlar. Bu konuda geniş araştırmaları bulunan
W. Radloff, Türk halkbilimi için de çok değerli dokümanlar toplamıştır.
Türk halkbilimiyle ilgili çalışmaları da, biz daha kendi kültürümüzün araştırmasını
yapıp değerini ortaya koymamışken, bu konuya eğilen Rus, Macar ve Alman uzmanlar
yapmışlardır. Bu konuda özellikle Macar bilim insanı Ignoz Kunos'un büyük
katkıları olmuştur. Türk halk edebiyatını bir bilim konusu olarak ele alan; masalları,
türküleri, meddah hikayelerini, seyirlik oyunları, bir ulusun sanat yaratmalarını
besleyip güçlendirecek, onlara "ulusal" nitelik kazandıracak, aynı zamanda uluslararası
kültür alışverişini anlamayı sağlayacak belgeler olarak değerlendiren; Türk
halkbiliminin ilk temel taşını koyan Kunos'tur. Batılı bilim adamlarının, Kunos'un
açtığı yoldan yürüyerek, Türk halk edebiyatını oluşturan her türden metni derleme
ve inceleme çabaları 19. yüzyılın sonlarından bu yana süregelmiştir: Macar Gyula
Nemeth, Alman Georg Jacob, Fredrich Giese, Theodor Manzel, Helmut Ritter ve daha sonraki
kuşaktan Otto Spies, Walter Ruben, Wolfram Eberhard, Fransız Georges Dumézil, Jean
Deny, Edmond Saussey, Henry Glassie vb. bu arada anılmalıdır.
4 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
2.1. Türkiye'de Halkbilim Çalışmaları
Türkiye'de halkbilim çalışmalarının henüz bir yüzyılı yoktur. Ülkemizde halkbilim
ilk kez Ziya Gökalp tarafından Halka Doğru dergisinin 10 Temmuz 1329 (23 Temmuz
1913) tarihli sayısında yayımlanan "Halk Medeniyeti" başlıklı yazısıyla gündeme
geldi. Folklor terimi ise ilk kez Rıza Tevfik [Bölükbaşı]'in 20 Şubat 1913 tarihli Peyam
gazetesinin edebiyat ekinde yayımladığı "Folklor" başlıklı yazısında kullanıldı.
Özellikle ülkemiz için çok genç bir bilim dalı olan halkbilimle ilgilenen ilk örgüt,
1927 yılında Ankara'da kurulan ve daha sonra adı Türk Halk Bilgisi Derneği'ne çevrilen
Anadolu Halk Bilgisi Derneği olmuştur. Bu dernek ilk önce folklor derleyicilerini
yetiştirmek ve yönlendirmek amacıyla Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber adlı kılavuz
(1928) ardından da Halk Bilgisi Mecmuası (1928, 1 sayı) yayımladı. 1923 yılında
halkevlerine devredilene değin bu dernek iki derleme gezisi düzenlemiş ve
Halk Bilgisi Haberleri (19 sayı) adlı süreli yayınının yanı sıra 13 adet de kitap ve
broşür yayımlamıştır.
Ülkemizde genel folklor alanındaki çalışmalar, müzik folkloru sahasındaki disiplinli
çalışmalarla başlar. Halk türkülerini toplama, notaya alma, yayınlama yolundaki
hareketlerin ve bu konuyla ilgili yayınların önemini belirten yazıların ilki, 5
Mart 1915 tarihli Yeni Mecmua'nın Çanakkale Özel Sayısı'ndaki Musa Süreyya
Bey'in bir makalesidir. Halkbilimin bir iş halinde uygulanması Dr. Rıza Nur'un
Milli Eğitim Bakanı olduğu 1920 yılında başlar.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan türküleri toplama yolundaki çalışmalar,
1916 yılında kurulmuş olan "Darü-l Elhan" (İstanbul Konservatuarı) ın bu konuya
eğilmesi ile disiplinli ve yaygın bir şekil alır. 1926-1927-1928-1929 yıllarında zamanın
ünlü müzik bilginlerinin de katıldığı dört araştırma gezisi düzenlenir. Bu
araştırma gezisinde toplanan türküler 15 defter halinde yayımlanır.
1960'lardan sonra ise halkbilimiyle ilgili çalışmalar yapan dernekler çoğalmış, ülkemizin
değişik il ve ilçelerinin yanı sıra üniversitelerimizde de topluluk halinde çalışmalarını
sürdürür olmuşlardır. Üniversite öğrenci dernekleri arasında Boğaziçi
Üniversitesi Folklor Kulübü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halkbilimi Topluluğu
dergi ve kitap yayınlarıyla, alan araştırmaları ve halk oyunu toplulukları kurmalarıyla,
Türk folkloruyla ilgili toplantılar düzenlemeleriyle; Mimar Sinan Üniversitesi
Türk Halk Sanatları Araştırma Derneği araştırma gezileri ve sergileriyle dikkat çekmektedirler.
Anadolu Üniversitesi Halkbilim Araştırmaları Merkezi, araştırmalar yapmakla,
oyun ve müzik toplulukları yetiştirmekle bu çalışmalara katılmaktadır.
1966 yılında Milli Folklor Enstitüsü adı ile kurulan ve bugün Kültür Bakanlığı bünyesinde
Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü olarak çalışmalarını
sürdüren önemli bir örgüte nihayet kavuşmuş durumdayız.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 5
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2.2. Akademik Çalışmalar
Üniversitelerimizde ilk halkbilim çalışmaları 12 Aralık 1924'te İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi'ne bağlı olarak kurulan Türkiyât Enstitüsü tarafından yapılmıştır.
Enstitü, M. Fuad Köprülü'nün başkanlığında Türk halk edebiyatıyla ilgili
önemli eserler yayımlamıştır. Ancak üniversitelerimizde halkbilimin akademik bir
disiplin olarak ilk kez ele alınmasını Pertev Naili Boratav başlatmıştır. Boratav,
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, 1938 yılında başlattığı
halk edebiyatı derslerini 1948 yılında folklor kürsüsüne dönüştürmüş, ne var ki,
üniversiteye bilimdışı çevrelerin müdahalesi sonucu bu kürsü 1948 yılında kapatılmıştır.
Ülkemizde 32 yıl kapalı tutulan halkbilim bölümü ancak 1980 yılında yeniden açılmıştır.
Günümüzde Ankara Üniversitesi ile Hacettepe Üniversitelerinde bağımsız
bilim dalı olarak eğitim verilmekte, akademik çalışmalar yürütülmektedir. Bu üniversiteler
dışında Atatürk, Fırat, Erciyes, Selçuk, Cumhuriyet ve Balıkesir üniversitelerinde
de halkbilim dersleri okutulmaktadır.
3. Halk Edebiyatı Kavramı
Halk edebiyatı kavramıyla nasıl bir edebiyatı anladığımızı açıklamak için öncelikle
halk kavramının ne anlama geldiğini algılamak gerekir. İlkçağlarda halk, hükümdarlarla
ona bağlı çevreler dışında kalan, henüz sınıflara ve tabakalara ayrılmamış
geniş yığınlardır. Halk ortak bir dili konuşan, gelenek ve görenekleriyle ortak etkinliklerde
buluşan; ortak şeylere gülüp ortak şeylere ağlayan; günlük yaşamındaki
ekonomik ve sosyal düzeyle biribirinden çok farklı olmayan insanlar topluluğu olarak
tanımlanabilir. Kuşkusuz böyle bir kavram ve böyle bir tanımlama, bu çerçevenin
dışında da bir insan topluluğunun varlığını akla getiriyor. Öyledir de.
İlkel toplumlar dediğimiz topluluğu oluşturan bütün bireylerin aynı yaşam biçimini
sürdürdüğü; birlikte avlanıp avladığını birlikte yediği, birlikte ektiğini birlikte tükettiği;
birlikte savaşıp elde ettiklerini birlikte paylaştıkları bir dönemden, üretim
araçları, işbölümünün yaygınlaşması ve değişim araçlarının gelişmesiyle, üretimi
kendi gereksinimi olduğu kadar başka birilerinin de isteği olduğu için, avladığını
ya da ekip biçtiğini kendisine yetenden başka, yöneten ya da hakim olan için de ürettiği
bir döneme geçerken, halkla halk olmayan ayrımı da belirmeye başlamıştır. Kaba
hatlarıyla çizdiğimiz bu görüntü, Türk toplumunda da özellikle göçebe yaşamdan
yerleşik yaşama geçmeyle belirginleşmeye başladı ve kentlerle birlikte soylu
bir tabaka da oluştu. Özellikle İslamiyetle birlikte Türklerin düşünüş biçimi de değişmeye
başladı, bu inancın gerekleri doğrultusunda yapılanmaya gidildi. Şehir ve
kasabalarda kurulan medreseler, başlangıçta çok büyük bir kitle oluşturmasa da siyasal
iktidar açısından etkin olan bir topluluk oluşturdu. Bu topluluk, İslam düşüncesiyle
ilgili bilgi ve birikimlerinden dolayı farklı bir düzeyde olunca, geniş toplumsal
kesimlerle bu kesim arasında ortak değerler azalmaya başladı. Üstünlük duygu-
6 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
suna kapılan medreseliler, halkı "havas" ve "avam" diye ikiye ayırarak düşünsel olduğu
kadar yaşama biçimi ve kültürüyle de farklılığın artık belirginleşmeye başladığını
işaretlediler.
Özellikle XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı saray çevresine egemen olmaya başlayan
Arap ve Fars aydınları beraberlerinde kendi kültürlerini de getirdiler. Türk toplumuna
yabancı olan bu kültür, Osmanlı saray çevresi ile yöneticileri tarafından yeğlenince
bu çevrede kabul gördü; ancak halk geleneksel duyarlığını, estetik ve sanatsal
yeteneğini yitirmeksizin bir gereksinim olarak duyumsadığı ürünlerini üretmeyi
sürdürdü. Bu, dil ve kültür ayrılığı, eğitim görmüş çelebiyi temsil eden Hacivat ile
sağduyu sahibi anlayışlı halkı temsil eden Karagöz'ün nükteli konuşmalarında kolaylıkla
görülür.
Oluşan bu yeni "seçkinci" kesim, dili Arapça ve Farsça sözcüklerce kuşatılmış, içeriği
yaratıcısının düşünde yorumladığı bir dünya olan ve hayat bulduğu sosyal-siyasal
çevrenin yaşama biçimine denk düşen bir edebiyat, sanat yarattı. Divan ya da saray
edebiyatı adıyla andığımız bu edebiyat, kuşkusuz bütün Osmanlı coğrafyasının
öyle ya da böyle edebiyatı, sanatıdır. Ne var ki, bu edebiyat ve sanatta geniş bir
toplum kesiminin yaşadıklarından uzak bir yaşama biçimi, estetik ve ideolojik anlayış
vardır. İşte halk edebiyatı, bu geniş toplum kesimine uzak 'seçkinci' anlayışın
karşısında, tarihsel ve toplumsal ortaklıklardan beslenen diliyle, içeriğiyle, zorlama
etkenlerin olmadığı, en önemlisi de, yarattığı halkın ulusal özünü taşıyan edebiyattır.
Avrupa'da 16. yüzyılda Rönesansın, 1789 yılında da Fransız Devriminin yaşanması
yeni bir düşünce oluşturmuş, aydınlarda halk yaşamına karşı ilgi uyandırmıştır.
Aynı zamanda bu süreçte Avrupa'da 'halk' ve 'ulus' kavramları günümüzdeki anlamıyla
kullanılmaya başlanmıştır. Oysa, ekonomik ve siyasal sıkıntı içerisindeki Osmanlı
böyle bir süreci yaşayamadı.
'Halk Edebiyatı' kavramının dilimizde kullanılışı ise, yüzyılımızın başlarından daha
eskiye gitmez. Elçin'in (1997) "halk edebiyatı kavramı" üzerinde dururken altını
çizdiği gibi, Avrupa'nın akılcı ve teknik üstünlüğüne dayanan yeni uygarlığı
karşısında bütün Türk dünyası ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu gerilemek, parçalanmak
durumuna gelince, zaman içinde "siyasi Tanzimat" adını verdiğimiz bilinç
doğdu. Bu bilincin ardından gelen "edebi Tanzimat" kuşağı 3 Kasım 1839'da
ilan edilen Tanziman Fermanının yarattığı ortamda 1789 ilkelerini ve bu ilkelerle
doyurulan fikirlerini gazeteyle, çeviri ve sanat yapıtları ile Türk halkına yaymaya
başladılar. Şinasi'nin "Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye"si, Ziya Paşa'nın "Şiir ve İnşâ"sı,
Namık Kemal'in tiyatroları ve "Vatan" gibi makaleleri, mutlak rejimden meşrutiyete
doğru giden yolda, aslında var olan "halk"ı ve "ulus"u Avrupalı bir görüşle arayan
yapıtlardır.
Folklor, Türkiye Türklerinde 1908'den sonra Türkçülük ve milliyetçilik hareketi
içinde kendini gösterdi. Doğal olarak Türkiye'de halk edebiyatı kavramının dilimiz
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 7
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ve düşüncemizdeki tarihsel derinliği bu tarihten daha öteye gitmez.
Bugün bu kavramla biz, divan edebiyatı dışında kalan ortak ürünlerle: mani, türkü,
ağıt, atalar sözü, destanlar, masallar, hikayeler, fıkralar, bilmeceler, ninniler, beddualar,
vb gibi; söyleyeni belli saz ve tekke şiiri kapsamındaki ürünleri; köy orta oyunu
dediğimiz temsilleri: Meddah, Karagöz ve Ortaoyunu'nu anlıyor, değerlendiriyoruz.
4. Halk Edebiyatının Kaynakları
Türk halk edebiyatı ürünlerini değişik kaynaklardan elde ediyoruz. Her ulus gibi
Türk ulusununun da yazısı ve yazılı edebiyatı yokken, bugün edebiyat adı altında
değerlendirdiğimiz ürünlerin görevlerini üzerine alan yaratmaları vardı. Bunlar
çok uzunca bir süre sözlü kaynaklarla taşınageldiler. Bu ürünlerin yazıya geçirilmeleri
aşağı-yukarı 7. yüzyıldır. Ağıtlar, kısaltılıp yoğunlaştırılarak mezar taşlarına;
hakanların, ünlü kişilerin büyük işlerinin anlatıları ise anıtlara kazılarak halk yaşamının
izleri halk edebiyatı ürünleriyle birlikte yazılı hale getirilmeye başlanmıştır.
Bu bakımdan, halk edebiyatının kaynaklarına eğildiğimizde yazılı ve sözlü olmak
üzere iki kaynak karşımıza çıkar.
4.1. Sözlü Kaynaklar
Halk edebiyatının masal, tekerleme, ninni, mani, fıkra, bilmece, atasözü, beddua,
vb. gibi sözlü ürünlerinin çok büyük bir bölümü özellikle ileri yaşlardaki insanlarımızdan
elde edilen ürünlerdir. Bu yaşlı insanlar, dedelerinden, ninelerinden ya da
anne-baba ve o çevredeki yaşlı kimselerden duydukları bu ürünleri yeni bir kuşağa
aktarmada önemli bir kaynaktır. Halkbilim ve halk edebiyatı araştırmacıları bu yaşlı
kaynaklardan derledikleri metinleri yazılı hale getirerek halk edebiyatı kaynağını
zenginleştirirler. Ayrıca çeşitli yörelerimizde, radyo, gazete ve televizyon gibi görsel-
işitsel iletişim araçlarının yaygın olmadığı dönemlerde, halkın başlıca eğlence
ve bir anlamda da eğitim kaynağı olan bu ürünler anlatıcı ve sorucularının, bugün
sayıları giderek azalsa da, belleğinde yer etmiştir. Bu usta anlatıcıların yanı sıra halk
ozanları, özellikle de saz şairleri sözlü halk edebiyatı ürünlerinin günümüze taşınmasında
başlıca kaynaklardır.
4.2. Yazılı Kaynaklar
Halk edebiyatımızla ilgili yazılı kaynaklar oldukça çeşitlidir. Şöyle bir sıralayacak
olursak bunların başlıcaları şunlardır:
• Orhun Abideleri : Türk kültürü ve edebiyatıyla ilgili yazılı kaynakların en
eskisini Türk gelenek ve adları konusunda bilgiler taşıyan ve 8. yüzyılda dikilen
Orhun Abideleri oluşturmaktadır.
8 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Divânü Lûgati't -Türk: Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072 tarihinde yazımı
tamamlanan bu sözlük, Türk halk edebiyatının değişik türlerinden örnekler taşıması
bakımından önemli bir kaynaktır.
• Sûrnameler: Düğünlerden, şenliklerden, eğlencelerden, halk sporlarından
sözeden çoğunlukla minyatürlü yazma yapıtlardır. Halk tiyatrosu, halk eğlenceleri
yönünden zengin bilgi kaynaklarıdır.
• Menâkıpnâmeler, vilâyetnâmeler: Halk kültüründe eren ve evliya gibi üstün
bir değeri olan Sarı Saltuk, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Mevlana
gibi kişilerin yaşamlarını anlatan yapıtlardır.
• Falnâmeler: Gelecekten haber verme konusunda inanışları ve uygulamaları
içine alan yazma yapıtlardır.
• Mesnevîler: Halk hikayeleri, fıkraları yönünden çok zengin kaynaklardır. Divan
şairlerinin halk hikayelerini mesnevi şeklinde işlemeleriyle oluşmuşlardır.
Örneğin Mevlana'nın ünlü Mesnevisi, halk hikayeleri ve fıkralar bakımından
çok zengin bir kaynaktır.
• Cönkler : Halk edebiyatımızın en önemli yazılı kaynaklarını cönkler oluşturmaktadır.
Birer defter olan cönkler alttan yukarıya doğru, uzunlamasına açılan
ve okuma-yazma bilen bir halk edebiyatı gönüllüsü tarafından düzenlenmiş
kaynaklardır. Cönkler tek bir halk edebiyatı türü üzerine düzenlenmemişlerdir;
tam tersine destanlar, koşmalar, ağıtlar, türküler, atalar sözü, maniler, fıkralar,
masallar gibi halk edebiyatı ürünleri bakımından oldukça zengin ürünleri
birarada bulundurmaktadır. Bu bakımdan, bu kaynaklarda halk edebiyatının
bütün ürünlerini bulmamız olasıdır.
5. Halk Edebiyatının Özellikleri
Türk halk edebiyatı ürünlerinin ortak özelliklerinin başında, anlaşılır bir Türkçeyle
söylenmiş ya da yazılmış olmaları gelir. Halk edebiyatı ürünlerinin büyük bir bölümünü
nazımla söylenmiş türkü, ağıt, ninni, mani, koşma, koçaklama vb. türler oluşturduğu
için, bu türlerde başlıca ölçü hece ölçüsüdür.
Özellikle 16. yüzyıldan sonra, kimi halk şairlerinin gerek ilişkide oldukları medrese
kültürü ve çevresinin etkisi, gerekse divan şairlerine özenmelerinden kaynaklanan
hece dışında ve ağdalı bir dille söyleme özellikleri görülmüştür. Fakat bu, halk edebiyatı
ürünlerinin özellikleri sıralanırken temiz bir Türkçeyle söylenmiş olduklarının
belirtilmesine engel değildir.
Halk edebiyatı ürünlerinin dil ve biçim dışında bir diğer özelliği ise büyük bir bölümünün
bireysel değil imece usulüyle yaratılmalarıdır. Bu imece usulüyle yaratım,
kimi adlara ait gösterilen şiirlerde de böyledir. Bir şiirin, bir masalın, bir türkünün,
bir fıkranın birden çok söyleniş şeklinin olması da bu ortak yaratma niteliğinden ileri
gelmektedir. Bugün Karacaoğlan, Pir Sultan, Yunus Emre gibi adı belli halk ozanlarımıza
ait şiirlerin bile birden çok söyleniş şekilleri vardır. Bu ozanlarımız etrafında
bir Karacaoğlan şiirinden çok Karacaoğlan şiir geleneği ya da Pir Sultan şiir geleneği
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 9
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
vurgulamasının yapılması da bu gerçeklikten ileri gelmektedir. Yani, halk benimsediği,
kendi duygu ve düşüncesiyle bütünleştirdiği ürünlere yenilerini eklerken, ona
gönlünde yer etmiş bu adlardan birini yakıştırmaktan kaçınmamıştır.
6. Edebiyatın İçinde Halk Edebiyatının Yeri
Bütün ulusların edebiyatlarında olduğu gibi, Türk edebiyatında da halk edebiyatı
geleneğinden sürekli yararlanılmaktadır. Bunun tersini düşünmek doğru olmaz.
Çünkü bugün bile, insanın çocukluğunda tanıştığı ilk edebiyat ürünleri ninni, tekerleme,
masal gibi halk geleneğine dayalı ürünlerdir. Böyle bir gelenek içerisinde
yetişen sanatçı, çok aykırı bir yapıt sunsa da, düşünsel dünyasının derinliklerindeki
bu birikimlerin izleriyle tanışıklığını hiç bir zaman yok sayamayacaktır.
Bu kaçınılmaz gerçeğe daha bilinçli bir biçimde yaklaşarak iletmek istediği düşünsel
ve estetik iletileri halkbilim ve halk edebiyatı ürünlerinden özellikle yararlanarak
okuyucusuna ulaştıran sanatçılar da vardır. İngiltere'de Macperson'un ve
Percy'nin İngiliz halk türkülerini örnek alarak geliştirdikleri edebiyat dili, Almanya'da
Klopstock ve Herder'in epik şiirden ve halk türkülerinden yararlanarak geliştirdikleri
edebiyat geleneği, klasik edebiyatın sıkı kaidelerinin kırılmasına ve ulusal
bir edebiyatın yaratılmasına yol açmıştır. Puşkin'in Rus edebiyat dilini yaratmada
halk edebiyatından ne büyük yardımlar gördüğü bilinen bir gerçektir. Puşkin,
dadısı Rodionovna'dan, ta çocukluğunda dinlediği masallar için "bunların her biri
bir şiirdi", atasözleri için ise "dilimizin altın madeni" demektedir. Puşkin'den sonra
gelen büyük Rus yazalarının hepsi, Lermontof, Gogol, Turgenyev, Tolstoy ve Dostoyevski
"halkın ruhu ile kaynaşmanın" yolunu Puşkin'in açtığı gelenekten öğrenmiştir.
Ülkemiz edebiyatında, halk edebiyatı ürünlerinin konu, biçim ve biçeminden yararlanarak
özleri sağlam, dili ve anlatımı güçlü yapıtlar veren sanatçılarımızın içerisinde
Ömer Seyfettin, Ahmet Rasim, Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar
adları akla ilk gelenlerdir.
Günümüz edebiyatçıları içerisinde sadece ülkemizde değil, dünyanın bütün ülkelerinde
işlediği temalar kadar işleyiş biçimi bakımından da örnek gösterilen Yaşar
Kemal, özgünlüğünü destan ve halk hikayeciliği geleneğinden yararlanarak var
etmiştir. Yaşar Kemal'in Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufçuk Yusuf , Yılanı Öldürseler,
İnce Memed, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu, vb. romanları halk edebiyatının
zengin dil birikimini yansıtmaktadır. Ayrıca sözlü kültürde var olan Karacaoğlan,
Köroğlu, Ala Geyik efsanelerini derleyerek yazdığı Üç Anadolu Efsanesi halk
edebiyatının çağdaş edebiyat içerisindeki yerini göstermesi bakımından önemli yapıtlardır.
Bu listeye yine Yaşar Kemal'in yapıtlarından Ağrı Dağı Efsanesi'ni, Filler
Sultanı ile Küçük Karınca'yı da eklemek gerekir.
Halk edebiyatı geleneği ve halkbiliminden edebiyatımızda sadece Yaşar Kemal bu
denli yararlanmamıştır. Çağdaş Türk edebiyatı içerisinde önemli yerleri olan Nazım
10 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Hikmet'in Sevdalı Bulut, Şeyh Bedrettin Destanı, Ferhat İle Şirin, Yusuf ile Menofis
adlı yapıtları, Sabahattin Ali'nin Hasan Boğuldu adlı öyküsü, Samim Kocagöz'ün
kimi öykü ve romanları, Aziz Nesin ve Muzaffer İzgü'nün birçok gülmece öyküsünde
halk edebiyatının zengin örneklerinden yararlanılmıştır. Ahmed Arif, Enver Gökçe,
Necip Fazıl Kısakürek, Bekir Yıldız, Ümit Kaftancıoğlu, Niyazi Akıncıoğlu, Kemal Tahir,
Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Ali Kemal Gözükara, Osman Şahin, Kemal Bilbaşar, Abbas Sayar,
Onat Kutlar, Necati Cumalı, Abdülkadir Bulut, Hasan Hüseyin, Gülten Akın ve daha
genç kuşaktan Murathan Mungan, Ömer Civano, Müslüm Çelik gibi şair ve yazarlarımızın
yapıtlarında da bu geleneğin belirgin izleri vardır.
Aşağıda Akın'ın (1982) yazısında da halk yazınının çağdaş yazına kaynaklık ettiğine
ve önemine değinilmiştir.
Okuma Parçası
Yoz Bir Kültürü Egemen Kılmak İçin
Gülten Akın
Günümüz sanatını besleyecek bir kaynak olarak halk edebiyatı konusu, ürkütücü genişlikte
bir konu. Ben salt, kendi alanım olan edebiyatı, özellikle şiiri kapsayacak biçimde konuyu sınırlandırmak
istiyorum.
"Her kültür, belli bir toplumun ekonomisiyle siyasasının ideolojik planda yansımasıdır."
Kültürün bir görünümü olan sanat da öyle.
Halk edebiyatının en güçlü olduğu, ürünlerinin en bol olduğu dönem, kuşkusuz halkların
uluslaşma sürecine girmeden az önceki , aşiret, boy, kabile biçiminde yaşadıkları dönemdir.
Dünyamızdan gelip geçen insanlar, halklar bu çok sancılı evreyi ürünleriyle sonsuza aktarmışlardır.
İlkel insanın büyü, dua, dans, ezgi biçimlerinde, işine yardımcı kıldığı, hayatını
değiştirmede başvurduğu sanat, daha ileri bir evrede de aynı toplumsal amaçla yapılıyordu.
Yaşadığı olayları anlatıyordu insan. O olayların benzerini belki bir daha yaşamamak istiyordu.
Tarihini, birlikte yaşadıklarına ya da kendinden sonraya kalacak olanlara, çocuklarına aktarmak
istiyordu. Bunu en etkin biçimde yapması gerekiyordu. Bir de artık, yaylak, güzlek,
kışlak saydığı yurt saydığı yerlerin dışına taşmışlığı vardı. Savaşların, sürgünlerin, iskanların,
salgınların onulmaz acılarını taşıyordu. Yakarıyor, isyan ediyor, öfkeleniyordu, yiğitliğini
yüceltiyordu, alay ediyor, yergiler diziyordu. İkinci boyutta, bireysel yaşamı sürüyordu.
İlk boyuttan etkilenerek ve onu etkileyerek. Sevda vardı. Hastalık, ölüm vardı. Zulüm vardı.
Ayrılıklar, özlemler, kavuşmalar vardı. Her biri için, sayılamayacak kadar çok deyiş dedi.
Destan, masal, efsane söyledi. Güç kazanmak, kazandırmak için, yeniden o olayı yaşıyor olmak
için, yaşamı kalıcı kılmak için...
Sonra bu söylenenler, yazıya da döküldüler. Hem yazılı, hem sözlü ürünler günümüze dek
geldi.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 11
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
O toplumsal koşullar, bir daha geri gelebilir mi, gelmiş midir? Uluslaşma süreçlerinin geçildiği,
sınıfsal çelişkilerin yaşandığı, bu çelişkilerin özel yaşamda da bir yığın değişiklik oluşturduğu
çağımızda, at, avrat, silah yiğitliği; mecnunluk, leylâlık kalmış mıdır? Ya değer ölçüleri,
sağtöre, insan ilişkileri?
Diyor ki birileri, o koşullar bir daha gelmeyeceğine göre, o sanat da yapılamaz. Doğru bu. Ancak,
kapsamı bir iyice genişletiliyor bu savın, o günün halk yazını, çağdaş yazına kaynaklık
edemez 'e kadar.
Pir Sultan'ın, Karacaoğlan'ın şiirleri, Köroğlu, Dadaloğlu'nunkiler, Kazak Abdal yergileri,
onca aşık deyişleri, efsaneler, destanlar, masallar hâlâ bunca geçerliyken (halk içinde değil
yalnız, seçkinci çevrelerde de) nasıl düşünülebilir böyle?
Bana yeryüzünden haksızlığın zulmün kalktığını söyle, Pir Sultan'dan vazgeçeyim. Bana
insanların artık usla, mantıkla davrandıklarını söyle, Leylek koduk doğurmuş/Ovada zurna
çalar/Balık kavağa çıkmış/Söğüt dalın biçmeye... diyen Kaygusuz'dan vazgeçeyim.
Bana, İsrail oğullarının kendi çektiklerini silip; kara elleriyle, yeni bir soykırımı Filistin'de
tarihe yazdıklarını unuttur, halk şiirinin çoğundan vazgeçeyim.
Yüzyılların geçmesi insanlığın tarihinde, masaldaki bir arpa boy yol kadar kısa demek ki. Demek
ki insan henüz niceliklerde dolaşıyor. Yeterli bir birikimi oluşturamadı, nitelik değişimini
gerçekleştiremedi. Doğrusu bu.
Şu var ki, halk edebiyatının bu güne kaynaklık etmesi demek halk şiirinin benzeri şiiri yazmak
demek değildir. Dünyada ve ülkemizde usta sayılan yazarlara ozanlara bakın, halk edebiyatı
kaynağından nasıl yararlanmışlar. Endülüs ("Cante flamenco"ları) olmasa, Lorca
olur muydu? Anadolu efsaneleri olmasa Yaşar Kemal olur muydu? Mitoloji olmasaydı, Yunan
sanatı?...
............
Konumuzun bir de öteyüzü var, değinmeden geçemeyiz. Halk sanatının, halk edebiyatının
ürünleri, dünyanın çok yerinde ve ülkemizde, belli çevrelerce hızla yozlaştırılıyor. Egemen
kültürü oluşturma görevini de üstlenen bu çevrelerin, öyle, halkın değerlerinin nitelikçe değiştirilip
yükseltilmesi, halkın yaşamının da yükselmesine yardımcı olunması gibi bir sorunları
yok. Herşeyi, paraya çevrilir mal olarak gördüklerinden, ellerini değdirdikleri güzellik
çirkinliğe dönüşüyor. Bastıkları çimen kuruyor. Halkın müziğine, şiirine, efsanesine, masalına
musallat oluyor onlar. Yoz bir kültürü egemen kılmak için.
12 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Özet
Avurapa'da 18. yüzyılda başlayan halkbilim ve etnografya çalışmaları, ülkemizde ancak 20.
yüzyılın başlarında görülür. Kırık dökük çalışmalarla geçmişi 300 yılı aşan, fakat bilim olarak
100 yılı bulmayan folklor konusundaki uğraşılar, bizde de ilk zamanlar kişisel ve disiplinsiz
çalışmalarla yürüyordu. İlki 1926 yılında başlatılan ve 1927, 1928, 1929 yıllarında yinelenen
müzik bilginlerinin katıldığı araştırma gezileriyle halkbilime disiplinli ve yaygın bir
şekilde yaklaşıldığı görülür.
Halkbilimle uğraşacak özel bir organizasyon 1 Kasım 1927 yılında , Ankara'da "Halk Bilgisi
Derneği" adı altında kuruldu ve bir süre sonra da bu derneğin İstanbul, İzmir gibi büyük
kentlerde şubeleri; Sinop, Samsun, Sivas ve Erzurum'daki temsilcilikleri izledi. 1928'de ise
"Halk Bilgisi Mecmuası" yayınlandı.
10 Nisan 1931'de "Türk Ocakları"nın kapatılmasından sonra, 19 Şubat 1932'de halkevlerinin
açılması üzerine, yurtta geniş bir halkbilim çalışmaları başlatıldı. Kısa zamanda yurdun
her yanına yayılan bu çalışmalar, özellikle Türk halk kültürü ürünlerinin derlenmesi bakımından
önemli bir işlev görmüştür.
Halk edebiyatının kaynaklarına eğildiğimizde, halkbilimle ortak kaynaklardan beslendiklerini
kolaylıkla görürüz. Halk edebiyatı ürünlerinin hemen tamamı halkbiliminin de ilgi alanına
giren ürünler olmaktadır. Bu bakımdan halkbilim ile halk edebiyatının yakın bir ilişkisi
vardır. Özellikle sözlü yollardan elde edilen ve yaratıcısı bilinmeyen halk edebiyatı ürünlerinin
halkbilim disiplini içerisinde ele alınması bu bakımdan önemlidir.
Halk edebiyatı deyimi, özellikle 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı saray ve çevresine egemen
olmaya başlayan Arap ve Fars kültürünün oluşturduğu "Divan Edebiyatı" geleneğine karşıt
kullanılan bir kavramdır. Kentleşme ve buna bağlı olarak gelişen işbölümü toplumdaki
egemenlik ilişkilerini de şekillendirmiş; düşünce dünyaları ve yaşama biçimleri bakımından
birbirlerinden ayrılan özelliklerde sınıflar oluşturmuştur. Halk edebiyatı, bu toplumsal yapılanmada
siyasal ve askeri bakımdan egemenliği elinde bulunduramayan üretici, geniş toplum
kesimlerinin yaratmış olduğu bir edebiyattır.
Halk edebiyatı ürünlerinde anlaşılır bir dil her zaman en belirleyici etmen olmuştur.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 13
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Halkbilimin (folklorun) içeriğini anlamak bakımından, aşağıda belirtilenlerden
hangileri doğrudur?
I. Bir ülke ya da belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki
kültürel ürünlerini konu edinir.
II. Halkbilim bugünün halk kültürü ürünlerini de inceler.
III. Halkın yaşama biçimini, belirli olaylar karşısındaki tavrını, çevresini ve
dünyayı angılayışını açıklamada bize yardımcı olur.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
2. Halkbilim konusunda yapılan çalışmaların Türkiye'deki düzeyiyle ilgili aşağıda
belirtilenlerden hangileri doğrudur?
I. Türkiye'de folklor terimi ilk kez Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın 20 Şubat 1913
tarihli Peyam gazetesinin edebiyat ekinde yayımladığı 'Folklor' başlıklı yazıda
kullanıldı.
II. Üniversitelerimizde ilk kez 1938 yılında Pertev Naili Boratav tarafından
bağımsız ders olarak okutulmaya başlandı.
III. Halkbilimiyle ilgili çalışmalar yapmak üzere kurulan ilk dernek 1927 yılında
kurulan Anadolu Halk Bilgisi Derneği olmuştur.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Sadece II ve III doğrudur.
E. Hepsi doğrudur.
3. Halk edebiyatı kavramını anlamak bakımından aşağıda verilen bilgilerden
hangileri doğrudur?
I. Halk edebiyatı kavramı, üretim araçlarının gelişmesi ve işbölümünün
yaygınlaşmasıyla oluşan farklı düşünce ve yaşama biçimlerinin sonucu
doğmuştur.
II. Halk edebiyatı kavramı, dilimizde divan edebiyatına karşı kullanılan bir
kavramdır.
III. Halk edebiyatı kavramının içerisine ağıt, ninni, bilmece, türkü, destan,
masal vb. sözlü yolla üretilen ürünlerle, halk ve tekke ozanlarının ürünleri
girer.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Hepsi doğrudur.
D. Sadece III doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
14 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
4. Halk edebiyatının kaynakları konusunda aşağıda belirtilenlerden hangileri
doğrudur?
I. Masal, ninni, fıkra, bilmece anlatan yaşlı kimseler.
II. Cönkler.
III. Falname, mesnevi ve Surname gibi halk kültürüne ilişkin ürünlerin kaydedildiği
yapıtlar.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
5. Halk edebiyatının edebiyat içindeki yerini anlamak bakımından aşağıda belirtilenlerden
hangileri doğrudur?
I. Türk edebiyatında halk edebiyatına yönelme özellikle Tanzimat Fermanı'yla
birlikte gündeme gelmiştir.
II. Halbilim ve halk edebiyatı ürünlerinden yararlanan sanatçılar, geleneğin
yolaçıcı niteliklerinden hareket etmişlerdir.
III. Türk edebiyatında halk kültürü geleneğinden yararlanan yazarlar arasında
Yaşar Kemal, AhmedArif, Enver Gökçe, Kemal Bilbaşar anılabilir.
A. Hepsi doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Sadece III doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Acıpayamlı, Orhan. Halkbilim Terimleri Sözlüğü. Ankara Üniversitesi Basımevi,
1978.
Akın, Gülten. "Yoz Bir Kültürü Egemen Kılmak", Hürriyet Gösteri, Sayı 23, 1982.
Alangu, Tahir. Türkiye Folkloru Elkitabı. İstanbul: Adam Yayınları, 1983.
Arık, Remzi Oğuz. Müze, Tarih ve Folklor Çalışmaları Kılavuzu. Ankara: CHP
Halkevleri Yayınları, 1947.
And, Metin. Geleneksel Türk Tiyatrosu. Ankara: Bilgi Yayınları, 1969.
Avcı, A. Haydar. Halkbilimi Konuları ve Araştırma Yöntemleri. Ankara: Berhem
Yayınları, 1992.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 15
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Başgöz, İlhan, Folklor Yazıları. İstanbul: Adam Yayınları, 1986.
_____________. "Folkor Sanata Düşman mı?" Folklor/Edebiyat Dergisi, Sayı: 14,
Haziran-Temmuz 1998.
Bezirci, Asım. Türk Halk Şiiri. 2. Cilt, İstanbul: Say Yayınları, 1993.
Boratav, Pertev Naili. Folklor ve Edebiyat-1. İstanbul: Adam Yayınları, 1982.
_______________. 100 Soruda Türk Folkloru. 2. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi,
1984.
Baykurt, Şerif. Türkiye'de Folklor. Ankara: Kalite Matbaası, 1976.
Baykurt, Şerif- Sait Evliyaoğlu. Türk Halkbilimi. Ankara: Ofset Repromat, 1987.
Elçin, Şükrü. Halk Edebiyatı Araştırmaları. 2 Cilt, Ankara: Akçağ Basım Yayım,
1997.
Ergin, Muharrem. Orhun Abideleri. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1970.
Karadağ, Metin. Halkbilimine Giriş. Uludağ Üniversitesi Basımevi, 1989.
Koşay, Hamit Zübeyir. Makaleler ve İncelemeler. Ankara: Ayyıldız Matbaası,
1974.
Örnek, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995.
Özbek, Mehmet. Folklor ve Türkülerimiz. 3. Baskı, İstanbul: Ötüken Yayınları,
1994.
Şahin, Osman. "Türk Edebiyatı ve Folklor İlişkisi." Cumhuriyet Kitap Eki, Sayı: 435,
18 Haziran 1998.
Tan, Nail. Folklor (Halkbilimi) Genel Bilgiler. 4. Baskı, İstanbul: 1997.
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Türk Dünyası El Kitabı. 3.Cilt Edebiyat,
İkinci Baskı, Ankara, 1992.
Uçman, Abdullah (Haz.). Rıza Tevfik'in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri.
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982.
Yardımcı, Mehmet. Başlangıcından Günümüze Halk Şiiri. Ankara: Ürün Yayınları,
1998.
16 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I

türk şiiri 2 - canan ileri

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Türk Edebiyatındaki nazım biçimlerinin dış yapı özelliklerini
öğrenecek,
• Nazım biçimleri arasındaki benzerlikleri ve ayrılıkları kavrayacak,
• Karşılaştırdığınız örneklerde öğrendiklerinizi uygulamayı bileceksiniz.
İçindekiler
• Giriş 135
• Türk Edebiyatında Dış Yapı Özelliklerine Göre
Nazım Biçimleri 135
• Özet 159
• Değerlendirme Soruları 159
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 160
ÜNİTE 7 Türk Edebiyatında Şiir-II
Yazar
Yard. Doç. Dr. Canan İLERİ
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Her konuda verilen örnek şiirleri dikkatlice inceleyiniz.
• Kendi bulduğunuz şiirleri de aynı biçimde incelemeye çalışınız.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Önceki ünitede Türk şiirini konu ve teknik özelliklerine göre türlere ayırarak incelemiş;
ayrıca sanat akımları karşısındaki tutumunu ele almıştık. Ayrıca Türk şiirinde
konu ile nazım biçimi ilişkisini edebiyat topluluklarına ve dönemlere göre gözden
geçirdik. Bu ünitede ise Türk edebiyatında dış yapı özelliklerine göre nazım
biçimlerini inceleyeceğiz.
Nazım biçimlerini Halk edebiyatı, Tekke edebiyatı, Divan edebiyatı ve Çağdaş
Türk edebiyatı olmak üzere dört ana başlık altında ele alacağız.
Önce birkaç tanımı anımsayalım.
Şiirin birim sayısı, birimindeki dize sayısı, dizelerindeki hece sayısı ve uyak düzeni
ile belirlenen biçimine nazım biçimi denir. Bir önceki ünitede sözü edildiği gibi,
şiirin kimi zaman konusu, kimi zaman da ölçüsünün kalıbı şiir biçimi için belirleyici
olur. Türk edebiyatının bilinen en eski örneklerinin bile koşug, kojan, koşma, takşut,
takmak, küg, şlok, padak, kavi, baş, başik, sagu adlarıyla belirlenmiş bir biçimi
vardır.
Bu belirli düzenin birincisi, nazım biçimdeki dizelerin kümelenişidir, buna nazım
birimi denir; ikincisi, nazım birimlerindeki dizeler arasındaki uyak bağlantısıdır,
buna uyak düzeni denir. Bir şiirde, nazım birimi sonlarındaki ses ahengine uyak
denir. Dizeler arası bütünlüğü sağlayan uyak, ana uyaktır. Nazım biçimleri; nazım
birimi ile uyak düzenine göre türlere ayrılır. Buna nazım türü denir. Türk Halk
Edebiyatı nazım türlerinde şiire ad verme geleneği yoktur, şiir mâni, koşma, ninni,
ağıt gibi tür adıyla anılır; kitaplarda, şiir başlığı olarak genellikle ya şiirin ilk dizesi
(Çukurova Bayramlığın Giyerken), ya nakaratı (Ölmeyince Sakın Yardan Ayrılma) ya
da konusu (Kızılırmak Türküsü) kullanılır.
Nazım türlerinde dize ve uyak düzeni şemayla gösterilir. Bu şemada her dize bir
çizgiyle, uyaklar harfle gösterilir. Ana uyak için a harfi kullanılır. Diğer uyaklı
dizeler b 'den başlayarak sırayla harflendirilir. Harflendirmede c-ç, g-ğ, s-ş, ı-i
gibi karışacak harflerin noktalı, çengelli olanlarından kaçınılır; c, g, s, ı gibi
noktasız, çengelsiz olanları kullanılır. Uyaksız dizeler x ile gösterilir. Nakaratlar harfin
üzerine konan küçük bir n harfi ile gösterilir.
2. Türk Edebiyatında Dış Yapı Özelliklerine Göre
Nazım Biçimleri
Nazım türleri üretildikleri edebiyat akımına göre türlere ayrılır. Türk
edebiyatında İslâmiyet öncesi ve İslâmiyet sonrasında kullanılan nazım türleri birbirinden
ayrıdır. İslâmiyet sonrasında da Divan edebiyatı ile Halk edebiyatında
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 135
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
kullanılan nazım türleri birbirinden ayrıdır. Tanzimat edebiyatı ile Servet-i Fünun
edebiyatıyla birlikte Batı nazım biçimleri Türk edebiyatına girer. Millî edebiyatta,
Halk edebiyatı nazım biçimleri, sanki yeniden keşfedilerek kullanılır.
Çağdaş şairler şiiri nazım türü, nazım birimi, ölçü, uyak gibi bağlardan
kurtarırlar.
2.1. Türk Halk Edebiyatında Dış Yapı Özelliklerine Göre
Nazım Biçimleri
Türk Halk edebiyatının kökeni tarih öncelerine dayanır. Türk Halk edebiyatının o
tarihlerden günümüze kadarki ürünleri hep sözlü oluşur. Bunlardan kimileri ya
söylendiği anda ya da sonradan yazıya geçirilir; kimileri ise dilden dile dolaşırken
söyleyeni unutulur, ürün sanki halkın ortak malı olur. Durum günümüzde de genellikle
aynıdır. Halk şairi köşesine çekilip şiir yazmaz. İlham geldiğinde doğaçlama
şiir söyler. Toplantılarda içinden geldiği gibi söyler. Bu nedenle söylediği şiirlerin
çoğu yitip gider. Fakat artık halk şairleri de şiirlerini kitaplarda toplamaya
başlamışlardı. Bu da halk şiirinin geleceği için sevindiricidir. Eski çağlardan bu yana
Halk edebiyatına bakıldığında iki ana kola ayrılır. Sanatçısı belli olmayan (ortak
Halk edebiyatı), sanatçısı belli Halk edebiyatı (kişisel Halk edebiyatı). İslâm
uygarlığında ise bunlara bir de Halk Tasavvuf edebiyatı ya da Tekke edebiyatını
eklemek gelenek olmuştur. Oysa İslâmlık öncesi edebiyatta da din konulu düz
yazı ya da şiir de hayli ağırlıktadır. Bunların akılda kolay kalması için aşağıdaki çizelgeden
yararlanabiliriz.
Halk edebiyatı ürünleri incelenirken, bu özellikleri göz önünde tutulur.
Biçim, şiirin dize birimi, dizelerindeki hece sayısı ve uyak düzeni ile belirlenen
biçimidir. Halk edebiyatı şiiri biçim olarak incelendiğinde temelde iki ana biçim
vardır mâni, koşma. Diğer nazım biçimleri bu iki biçimden zamanla türemiştir. Bunları
bir çizelgede görelim.
136 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
!
Türk Halk Edebiyatı
İslâmlık Öncesi İslâmlık Sonrası
Ortak Halk Edebiyatı Kişisel Halk Edebiyatı
(Sanatçısı Belli Olmayan Halk Edebiyatı ) (Sanatçısı Belli Halk Edebiyatı)
Din Dışı Halk Edebiyatı Halk Tasavvuf Edebiyatı
(Aşık Edebiyatı) (Tekke Edebiyatı)
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
2.1.1. Mâni Tipi
Türk Halk edebiyatı nazım biçimlerindendir. Mânilerin pek çoğunun söyleyeni
belli değildir; fakat Anadolu'da en çok kadınlar ve genç kızlar arasında türetilir.
Mâniler ezgili söylenir, saz eşliğinde söylendiği de olur. Mâni söylemek için mâni
yakmak, mâni düzmek, mâni atmak terimleri de kullanılır. Halk mâni söyleyene
mânici, mâni yakan, mâni düzen, mâni atan, iyi mâni söyleyene mânici başı der.
Mânici başı mısın?
Cevâhir taşı mısın?
İpek mendil vereyim,
Cebinde taşır mısın?
Mâniler, biçim olarak genellikle bir dörtlük ve yedili hece ölçüsüyle kurulmuş kısa
şiirlerdir. Uyak dizilişi aaxa'dır, fakat xaxa olanlar da vardır.
Manilerin temel duygu ve düşüncesi son dizededir. Birinci ve ikinci dizeleri düşünce
ve anlam yönünden ilgisi yokmuş gibi görünen, fakat konuyu çağrıştıran
doldurma dizelerdir. Üçüncü dize konuya geçiş dizesidir. Şair gerçek duygu ve
düşüncesini son dizede söyler. Konusu genellikle aşk olmakla birlikte yergi, ağıt,
öğüt gibi her konu da olabilir. Konularına göre mâniler; aşk mânileri yergi mânileri
öğüt mânileri diye bilinir.
Aşk mânisi Yergi mânisi
Yel eser dal salınır, a Öğretmen dedikleri, a
Kudretten ney çalınır. a Çay, simit yedikleri. a
Benim yarim pek kıskanç, x Uzaktan sayılıyor, x
Güle baksam alınır. a Kaburga kemikleri. a
Birinci dizesindeki hece sayısı yediden az olan mânilere kesik mâni denir. Bu kesik
dize mâninin cinasıdır. Cinaslı mânilere İstanbul mânileri de denir. Bunlarda an-
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 137
Türk Halk Edebiyatında Nazım Biçimleri
Koşma
Tipi
Mâni Tipi
Kesik mâni
Artık dizeli mâni
Beş dizeli
Altı dizeli
Yedi dizeli
Deyiş
Semaî Tipi
Semaî
Varsağı
Türkü Tipi
1. Kavuştaklı
Kavuştağı bir dize
Kavuştağı iki dize
Kavuştağı üç dize
Kavuştağı dört dize
Kavuştağı Mani
2. Kavuştaksız
Dörtlükle kurulanlar
Üçlükle kurulanlar
Beyitle kurulanlar
Aruz Ölçüsü ile
Yazılanlar
Divan
Semaî
Kalenderî
Selis
Satranç
Vezni-i ahar
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
lam iki dizede tamamlanır; bu nedenle araya iki dize eklenerek mâni uzatılabilir.
Bu özellik İstanbul halkını, İstanbul'daki kültür etkinliklerinden etkilenmesinin,
kulağının Divan şiirine daha yatkın olmasının sonucudur. Dize sayısı dörtten çok
olan mâniler dizelerinin sayısına göre adlandırılır: Beşli mâni, altılı mâni, yedili
mâni, sekizli mâni gibi . Böyle on dörtlü mâni bile vardır. Bunların uyak düzeni
tekliler için axaxa, çiftliler için aaxaxa olur.
Cinaslı Mâniler
Yara Benden Almadan
Selâm ey yâra benden. Kokun aldım almadan.
Ben gitmem, o da gelmez, Bir de yüzün göreyim,
Gitmez bu yara benden. Tanrı canım almadan.
Yedi dizeli mâni On dizeli mâni
Karadan, a Kararsın, a
Yarim gider gemiyle x Bulut gökte kararsın. a
Ben giderim karadan. a Ne büyüksün ne küçük, x
Ciğerim göz göz oldu, x Tamam bana kararsın. a
Görünmüyor karadan. a Gündüz gelme gece gel, x
Hak beni ayırmasın, x Bekle sular kararsın. a
Kaşı, gözü karadan. a Sarılalım yatalım, x
Düşman bağrı kararsın. a
Atma kulun yabana, x
Bir gün olur ararsın. a
2.1.2. Artık Mâni
Dört dizeli, yedi heceli mâniye aynı uyaklı yeni dizeler ekleyerek oluşturulmuş
mâniye artık mâni ya da yedekli mâni denir. Bunlarda cinas yoktur.
İlkbahara yaz derler,
Şirin söze naz derler.
Kime derdim söylesem,
Bu dert sana az derler.
Kendin ettin kendine,
Yana yana gez derler.
2.1.3. Deyiş (karşılıklı mâni)
Deyişler karşılıklı soru-cevap niteliğindeki mânilerdir. Bunlar ya iki kişi
tarafından ya da iki grup tarafından söylenir. Eskişehir Türkmen köylerindeki canimen
mânileri böyledir:
138 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Canimen Mânileri
Erkek Değirmen üstü çiçek, Kız Değirmene dün gittim,
Orak getirin biçek. Kına gibi un ettim.
Benim sevdiğim güzel, Darılma emmim oğlu,
Orta boylu mor çiçek. Ben sana şaka ettim.
Kız Bak yoluna yoluna, Erkek Üzüm ezdim yiyen yok,
Bakma benim boyuma. Kalbindekin bilen yok,
Seni kurban ederim, Yenile bir yar sevdim,
Silsileme, soyuma. Hayır olsun diyen yok.
Erkek Kavak uzanır gider, Kız Altın yüzük olayım,
Dalı bezenir gider, Parmağıma dolayım.
Dünyada yar sevmeyen, Oğlan sen pek güzelsin,
Günah kazanır gider. Yavuklun ben olayım.
Kız Değirmen olukluya, Erkek Sarı çizme dizece,
Ben varmam çarıklıya. Galk gidelim bizece,
Allah nasip eylesin, Sarılalım yatalım,
Bir sırma bıyıklıya. Zemheriden güzece.
Erkek Acem şalı beldedir, Kız Sarı boyarlar m'ola?
Saçakları yerdedir. Sarsam duyarlar m'ola?
Ben peşine düştükçe, Yarim cahil, ben cahil,
Senin gözün eldedir. Cana kıyarlar m'ola?
Kız Dambaşta durma oğlan, Erkek Çayırda kıldım namaz,
Bıyığını burma oğlan. O da Hakk'a yaramaz,
Beni sana vermezler, Cahilin ettiğini,
Zırıncıyıp durma oğlan. Allah bile kınamaz
Erkek Çifttir minderin yüzü, Kız Ben yarin nesin aldım,
Biz de biliriz sizi, Başından fesin aldım.
Kürk giydin kadın m'oldun? Beş kardeşin içinde,
Aslın abdalın kızı. Seçtim de hasın aldım.
Eskişehir-Koşmat Köyü
Kimi deyişler soru-cevap biçiminde değildir. Bunlarda her dörtlük aynı sözcük ya
da sözcük öbeği ile başlar:
Bir deyişten:
I. Ay doğar ayazlanır, II. Ay doğar sini gibi, III. Ay doğar ağmak ister,
Gün doğar beyazlanır. Sallanır servi gibi, Al yanak yaşmak ister.
Şu benim deli gönlüm, Yarin kokusu gelir, Şu benim dertli gönlüm,
Hem sever hem nazlanır. İlkbahar gülü gibi. Yare kavuşmak ister.
Mâniyi sonraları Divan, Tekke, Saz şairleri ve Millî edebiyat dönemi şairlari de
söylemiş ve yazmıştır: Hatâyî, Muhyiddin, Kâsımî, II. Sultan Mahmut, Dede Efendi,
Yusuf Ziya Ortaç gibi.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 139
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Kâsımî'den II. Sultan Mahmut'tan Ziya Osman Saba'dan
Kâsımîyem yareli, O kâkülün telleri, Naz edip beni üzme,
Bağrımı yar yâr eli Örtmüş siyah benleri. Öyle gözünü süzme.
Derdime em oldu yâr Bülbül gibi dilleri, "Gel, öpeyim!" deyince,
Dergâhına varalı. Sînem deldi ey peri! Dudaklarını büzme.
2.1.2. Koşma Tipi
Türk Halk edebiyatının çok kullanılan nazım biçimlerindendir. Koşmaların söyleyeni
bellidir. Ozan koşmanın son dörtlüğünde mahlâsını söyler. Koşmalar saz eşliğinde
ezgili söylenir; ezgilerine göre Acem Koşması, Kerem tarzı koşma, Kesik Kerem
gibi adlar alır.
Biçim olarak dörtlükler ve hece ölçüsü kullanılır. 3-5 dörtlükten kurulmuş kısa şiirlerdir.
On birli hece ölçüsü ve hece ölçüsünün 6+5 ya da 4+4+3 kalıbı uygulanır.
Uyak dizilişi baba ccca ddda ya da ilk dörtlük xaxa'dır.
Konusu genellikle aşk olmakla birlikte sevgiliye kavuşma isteği, ayrılık üzüntüsü
vb. konuların işlendiği duygu yönü (lirizmi) ağır basan şiirlerdir. Bunun yanında
doğa, yergi, ağıt, öğüt gibi her konu işlenebilir.
Koşma
Kadir Mevlâm senden bir dileğim var,
Şu dileğim kabul eyle Yaradan.
Dört dilek diledim ziyana gitti,
Ağlattığın kulu güldür Yaradan.
Kömür gözlüm ne salının karşımda,
Gündüz hayalimde, gece düşümde.
Bir güzelin sevdası var başımda,
Yar sevdası çetin olur yaradan.
Nasıl vazgeçeyim şu şirin candan,
Adam vazgeçer mi böyle civandan?
"Ben güzelim" deyip kaçıyor benden,
O da benim gibi kuldur Yaradan.
Karac'oğlan der ki yakıp yandırma,
Şu gönlünü engin yere kondurma.
Azrail gönderip canım aldırma,
Sevdiğime canım aldır Yaradan.
Karacaoğlan
140 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Kimi koşmalar karşılıklı konuşma biçimindedir. Kimi koşmalar kavuştaklıdır.
Cinaslı koşmalar vardır. Dizelerinin ortasında da uyak bulunan koşmalara musammat
koşma denir. Ayaklı koşmalar vardır; ana uyaklı dizelere eklemeler yapılır.
Eklemelerin uyağı da ana uyak ile aynıdır. Dörtlüğün son dizesindeki uyaklı sözcüğün
bir sonraki dörtlüğün ilk sözcüğü olarak yerleştirildiği koşmalara zincirleme
koşma denir.
Musammat Koşma'dan Zincirleme Koşma'dan
Lebler kırmızı lâl, kaşları hilâl, Gani Mevlâm düştüm aşkın oduna,
Gözler âhû misâl bulunmaz emsâl, Aşk oduna düştüm, ciğerim kebâb,
Bilmem bu ne hayâl, bilmem bu ne hâl? Söyündürmez âb.
Bu ne parlak cemâl, ülker misin sen? Âb akıyor benim iki gözümden
Mir'atî Gözümden akan yaş hep olur şarâb,
Kerem et yâ Rab
Zahmî
2.1.3. Türkü Tipi
Türk Halk edebiyatında en çok kullanılan nazım biçimlerindendir. Söyleyeni belli
olmayan türküler olduğu gibi, söyleyeni belli türküler de vardır. Bu yüzden ürün
sayısı çoktur. Ezgili ve saz eşliğinde söylenir. Türkü söylemek yerine türkü yakmak terimi
de kullanılır. Halk, türkü söyleyene türkücü, türkü yakan, türkü okuyan, türkü
çağıran da der. Türkü, günümüzde aydın şairler tarafından da yazılmaktadır.
Günümüz şairleri türkünün hece sayısıyla ve uyağı ile biraz oynamıştır.
Türkü biçim olarak bend ile kavuştak olmak üzere iki bölümden oluşur. Hecenin
daha çok yedili, sekizli, on birli kalıplarıyla yazılmış olmakla birlikte, hemen hemen
her kalıbıyla yazılan türküler de vardır. Bend bölümü türkünün asıl sözlerinin
bulunduğu bölümdür. Kavuştak (nakarat ya da bağlama da denir) varsa, her
bendin sonunda yinelenir; Uyak dizilişinde bentler kendi arasında, kavuştaklar
kendi arasında uyaklanır. Bestelenip saz eşliğinde söylenir; dilden dile yurdun her
köşesine kolayca yayılırlar. Türkülerin uyak dizilişi bentlerinin ya da
kavuştaklarının özelliğine göre değişir.
Konusu genellikle aşk olmakla birlikte doğa, yergi, ağıt, öğüt, savaş, yiğitlik gibi
insanda ya da toplumda heyecan uyandıran her konu türkü nazım biçimiyle işlenebilir.
Türküler konularına (ninni, ağıt), yörelerine (Eğin türküsü, Konyalı, Orta
Anadolu türküsü...) ya da içindeki en etkili sözlere (Zeynep, Taş Bebek) göre
adlandırılır. Türküler kendi içinde ezgilerine, konularına, yapılarına göre ayrılırlar.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 141
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2.1.3.1. Ezgilerine Göre Türküler
Ezgilerine göre türküler önce usullü, usulsüz olarak ikiye ayrılır. Usullüler genellikle
oyun havalarıdır. Bunlar yöresine göre oturak, kırık gibi adlar alır. Usulsüzlere,
yöresine göre hoyrat, Çukurova, divan, bozlak, koşma, kayabaşı denir.
2.1.3.2. Konularına Göre Türküler
Konularına göre türküler çocuk türküleri, ninniler, doğa türküleri, iş türküleri, aşk türküleri,
tören türküleri, kahramanlık türküleri, ölüm türküleri (ağıt) gibi adlar alır. Görülüyor
ki toplumumuzda türkü üretmek için neden çoktur. Türküler bizi ana kucağında
ninniyle karşılar; oyunda arkadaşımız, okul yolunda yoldaşımız, gurbette
avuntumuz, aşık olunca sırdaşımız olurlar. Savaşta gücümüz, yenilgide tesellimiz,
işte coşkumuzdur. Ana evinden türkü ile uğurlanırız, dünya evine türkü ile
gireriz; ölenlerimizin ardından çığlığımız yine türküdür...
2.1.3.3. Yapılarına Göre Türküler
Türkü biçim olarak bend ve kavuştak olmak üzere iki bölümden oluştuğuna göre,
yapılarına göre türküler incelenirken bu özellikleri göz önünde tutulur.
2.1.3.3.1 Bentlerine Göre Türküler
Bentlerine göre dört türlü türkü vardır:
Bentleri mâni dörtlükleriyle kurulan türküler vardır!
Çekirgem
I. Çekirgem uçar gider, II. Çekirgemin kanadı III. Çekirgem konar taşa,
Kanadın açar gider, Kanı yere damladı, Yazılan gelir başa.
Dübek boylu çekirgem, Dübek boylu çekirgem, Dübek boylu çekirgem,
Ekini biçer gider. Arpa, buğday koymadı. Düğünüm kaldı kışa.
Eskişehir
Bentleri dörtlüklerle kurulan türküler vardır!
Türkü
I. Yine bahar oldu, coştu yüreğim, II. Hayal oldu Âşık Emrah illeri,
Akar boz bulanık selli dereler. Deyin yare, gözlemesin yolları.
Sıla derdi, vatan derdi, yar derdi, Herkesin sevdiği giyer alları,
İflâh etmez bu dert beni paralar. Koy, benim sevdiğim giysin karalar.
. . . . . Âşık Emrah
142 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bentleri üçlüklerle kurulan türküler vardır!
Tirene Binerken
I. Tirene binerken kunduram kaldı. II. Gide gide gitmez oldu dizlerim.
İpek mendilimi yeller mi aldı? Ağlamaktan görmez oldu gözlerim.
Benim sevdiğimi eller mi aldı? Yare geçen, geçmez oldu sözlerim.
Verme anne verme, beni ellere! Verme anne verme, beni ellere!
Yaşım küçük dayanamam dillere. Yaşım küçük dayanamam dillere.
Eskişehir
Bentleri beyitlerle kurulan türküler vardır!
Gelin Nennisi
I. Dağdan keserler meşeyi, (nenni nenni) II. Dağdan keserler fındığı, (nenni nenni)
Hani gelinin döşeği? (nenni nenni) Hani gelinin yastığı? (nenni nenni)
III. Dağdan keserler gürgeni, (nenni nenni)
Hani gelinin yorganı? (nenni nenni) -Eskişehir
2.1.3.3.2. Kavuştaklarına Göre Türküler
Kavuştaklarına göre yedi türlü türkü vardır.
Kavuştaksız türküler vardır!
Karanfil
I. Karanfil oylum oylum, II. Karanfil olacaksın, III. Karanfil kater oldu,
Geliyor selvi boylum. Sararıp soracaksın. Hasretlik yeter oldu.
Selvi boylum gelince Ben hakime danıştım, Gül yüzlüm, kömür gözlüm
Şen olur benim gönlüm. Sen benim olacaksın. Gözümde tüter oldu.
Kavuştakları mâni olan türküler vardır!
Pınar Başından Bulanır
I. Pınar başından bulanır, II. Yaz görmemiş kışa benzer,
İner ovayı dolanır, Dert görmemeş başa benzer,
Sende çok mallar talanır. İçmiş de serhoşa benzer.
Dağlar duman oldu, Dağlar duman oldu,
Çayır çimen oldu. Çayır çimen oldu.
Ben yari görmedim, Ben yari görmedim,
Hâlim yaman oldu. Hâlim yaman oldu.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 143
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Kavuştakları bir dize olan türküler vardır!
Sarı Balım
I. Eriği sökme yarim, II. Şu dağın ardı pınar,
Kapıya dikme yarim. Yusam ellerim donar.
Er de geç de sararım, Ne kız oldum ne gelin
Hasretlik çekme yarim. Yüreğim ona yanar.
Sarı balım oğlan, sarsam uyanamam. Sarı balım oğlan, sarsam uyanamam.
. . . .
Köroğlu
Kavuştakları iki dize olan türküler vardır!
Kına Havası
I. Atladı gitti eşiği, II. Al tavanlı evin var,
Sofrada kaldı kaşığı, Elden güzel yarin var,
Kızdır evin yakışığı. Kız ne mutlu başın var!
Kız eşin, kınan kutl'olsun, Kız eşin, kınan kutl'olsun,
Orda dirliğin tatl'olsun. Orda dirliğin tatl'olsun.
Eskişehir
Kavuştakları üç dize olan türküler vardır!
Şu Dağların Dumanı
I. İner gelir şu dağların dumanı, II. Ağzında dişleri inciden aktır,
Hiç kalmamış güzellerin imanı, Güzeller içinde emsalin yoktur.
Şimdi geldi yar sevmenin zamanı, Güzeli gösteren kaş ile gözdür,
Gelir geçer, ak elleri kınalı. Gelir geçer, ak elleri kınalı.
Vay vay sürmeli meleğim vay! Vay vay sürmeli meleğim vay!
Vay vay kurbanın olayım vay! Vay vay kurbanın olayım vay!
Hayd'anam yoluna da öleyim vay! Hayd'anam yoluna da öleyim vay!
Eskişehir
Kavuştakları dört dize olan türküler vardır!
Köy Yolunda
Rüzgârı eser serin serin, Çınlatır harmanı türküler,
Kırların kokusu dolu, Yel gibi döner her döven,
Bir kaval çalar hazin hazin, Vadiye sanki bir masal söyler,
Tozlanır köy yolu. İhtiyar değirmen.
144 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Aslan yürekli köy yiğitleri, Aslan yürekli köy yiğitleri,
Kurası çıkar, orduya koşar, Kurası çıkar, orduya koşar,
Bir gün çavuş olur döner geri Bir gün çavuş olur döner geri
Ağlama nazlı yar. Ağlama nazlı yar.
Ziya Aydıntan
Dörtlükle kurulanlarda dördüncü dizesi kavuştak olan türküler vardır!
Geyik Türküsü
Seğirttim çıktım kayaya, Kova kova şaşırdılar,
Çevrildim baktım ovaya, Dağdan dağa aşırdılar,
Kuzum gelmemiş yuvaya... Bir ayağım düşürdüler,
Der de ağlar geyicek. Der de ağlar geyicek.
. . . . .
Avcılar düştü izime, Sol yanımdan vurulmuşum,
Kanlar saçıldı yüzüme, Sağ yanıma devrilmişim,
Hasret kaldım ben kuzuma, Ben kuzumdan ayrılmışım...
Der de ağlar geyicek. Der de ağlar geyicek.
. . . . .
Karşılıklı atışma tipinde türküler vardır!
Türkmen Kızı
Erkek - Türkmen kızı, Türkmen kızı, Erkek - Kır atımın nalı yoktur,
Sen allar giy, ben kırmızı. Arkasında çulu yoktur,
Çıkalım dağlar başına, Dağın taşın yolu yoktur,
Sen gülü topla, ben yıldızı. Ben gidemem Türkmen kızı.
Kız - Ağam oğlan, beyim oğlan, Kız - Bileziğim nal eyleyem,
Canım olsun sana kurban. Hem perçemi çul eyleyem,
Olayım derdine derman, Dağı taşı yol eyleyem,
Bin gidelim ağam oğlan. Bin gidelim ağam oğlan.
. . . . .
2.1.4. Semaî Tipi
Türk Halk edebiyatının çok kullanılan nazım biçimlerindendir. Söyleyeni bellidir.
Ozan semaînin son dörtlüğünde mahlâsını söyler. Saz eşliğinde ezgili söylenir.
Biçim olarak dörtlükler ve hece ölçüsü kullanılır. Dörtlük sayısı beşten çok olabilir.
Sekizli hece ölçüsüyle ve 4+4 ya da duraksız kalıbıyla söylenir. Uyak dizilişi baba
ccca ddda ya da ilk dörtlük xaxa'dır. Görüldüğü gibi hece sayısı dışında bütün
özellikleri koşma gibidir.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 145
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Konusu genellikle aşk ve sevgilinin güzelliğidir. Konusu kahramanlık olan, Güney
Anadolu'daki Varsak Türkleri tarafından söylenen türüne varsağı denir.
Gönül Gurbet Ele Gitme
I. Gel gönül gurbete gitme! Gam- geriftir zâtımız, Deryalarda yüzer bahri,
Ya gelinir, ya gelinmez. Yüğrüktür bizim atımız, Doldur ver içeyim zehri,
Her güzele meyil verme! Gurbet ilde kıymatımız Zalım gurbet elin kahri,
Ya sevilir, ya sevilmez. Ya bilinir, ya bilinmez Ya çekilir, ya çekilmez.
Karacaoğlan
2.1.5. Türk Halk Edebiyatında Aruz Ölçüsü İle Yazılan Nazım Biçimleri
17. yüzyıldan sonra halk şairleri, divan şiirinden etkilenmeye başladılar. Bu etkilenme
19. yüzyılın sonlarına kadar sürdü. Bu akım, bir yandan halk şairlerinin dilini
ağırlaştırıp divan şairlerine yaklaştırırken, öte yandan da divan şairlerinin, ünlü
bestekârların dilini sadeleştirip halk şairlerine yaklaşmasına, halk şiirini denemesine
neden oldu. Halk ile aydın kitlenin bu kadarcık da olsa yaklaşımı sevindiricidir
de.
Halk şairleri aruz ölçüsünü çok sınırlı kullanmışlardır. Fakat Divan şiiri mazmunlarını
Halk şiirine sokmuşlar, yanlış da olsa aruzu kullanmış; Türkçe sözcükleri
bozmuşlardır. Halk şiirinde bu nazım biçimleri ölçüsü, uyağı ile ezgileri de göz
önünde bulundurularak adlandırılır. Bunlar Divan, semaî, kalenderi, selis'tir.
2.1.5.1. Divan
Aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes,
müseddes olan şiirlere divan denir; halk şairleri divanî de derler. Musammat
olanları da vardır.
Gazel biçimindeki divanların uyak düzeni aa ba ca da ea...
Murabba biçimindeki divanların uyak düzeni aaba (aaaa/baba/bbba) ccca ddda eeea...
Gazel biçimindeki divanın dizeleri fâilâtün fâilün kalıbıyla ek dize ile sürdürülürse
ayaklı divan ya da yedekli divan denilen müstezadlar oluşur. Uyak dizilişi a(a) a(a)
b(b) a(a) c(c) a(a) d(d) a(a) e(e) a(a)...
2.1.5.2. Semaî
Aruzun mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba,
muhammes, müseddeslere semaî denir. Musammat olanları da vardır. Uyak düzeni
146 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
divandaki gibidir. Gazel biçimindeki semaînin dizeleri mefâîlün mefâîlün kalıbıyla
ek dize ile sürdürülürse ayaklı semaî ya da yedekli semaî denilen divan edebiyatındaki
müstezad-ı südâsiyenin aynı olan müstezadlar oluşur. Uyak dizilişi divandaki gibidir.
Kendine özgü bir ezgiyle söylenir.
2.1.5.3. Kalenderî
Aruzun mef'ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes,
müseddeslere kalenderî denir. Musammat olanları da vardır. Uyak düzeni
divandaki gibidir. Gazel biçimindeki semaînin dizeleri mef'ûlü feûlün kalıbıyla
ek dize ile sürdürülürse ayaklı kalenderî ya da yedekli kalenderî oluşur. Uyak dizilişi
divandaki gibidir. Kendine özgü bir ezgiyle söylenir.
2.1.5.4. Selis
Aruzun fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün kalıbıyla yazılan yapıca gazellerdir; murabba,
muhammes, müseddes vardır. Musammat olanları da vardır. Uyak düzeni divandaki
gibidir. Gazel biçimindeki semaînin dizeleri mefâîlün mefâîlün kalıbıyla
ek dize ile sürdürülürse ayaklı semaî ya da yedekli semaî denilen divan edebiyatındaki
müstezad-ı südâsiyenin aynı olan müstezadlar oluşur. Uyak dizilişi divandaki
gibidir.
2.1.5.5. Satranç
Aruzun müfte'ilün müfte'ilün müfte'ilün müfte'ilün kalıbıyla yazılan musammat
gezel biçimindeki halk şiirine satranç denir. Uyak dizilişi gazel gibidir.
4.1.5.6. Vezn-i Âhar
Aruzun müstef'ilâtün müstef'ilâtün müstef'ilâtün müstef'ilâtün ya da müstef'ilâtün
müstef'ilâtün kalıbıyla yazılan murabbaya vezn-i âhar denir. Uyak dizilişi murabba
gibidir. Dize sonunun yanında iç uyak da vardır. Dörtlüklerdeki dizeler ikinci
müstef'ilâtün'den başlayarak birbirine zincirleme bağlıdır. Her müstef'ilâtün sütun
halinde yukarıdan aşağıya okunduğunda, sütun sayısındaki söz öbekleri ile
dize sayısıdaki söz öbekleri aynı olur.
Üftâden oldum, gül gibi soldum, sor bana noldum, cevrinle cânan,
Gül gibi soldum, sor bana noldum, cevrinle cânan, oldum perîşan,
Sor bana noldum, cevrinle cânan, oldum perîşan, ey fitne-devran,
Cevrinle cânan, oldum perîşan, ey fitne-devran âhir zamansın.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 147
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bir hûb-edâsın, pek dil-rübâsın, lîk pür-cefâsın, sırrın bilinmez,
Pek dil-rübâsın, lîk pür-cefâsın, sırrın bilinmez, nakşın alınmaz,
Lîk pür-cefâsın, sırrın bilinmez, nakşın alınmaz, mislin bulunmaz,
Sırrın bilinmez, nakşın alınmaz, mislin bulunmaz, bir nev-civansın.
Ettimse âhı, feth etti mâhı, aşk-ı İlâhî, var sende gayet,
Feth etti mâhı, aşk-ı İlâhî, var sende gayet, Hak'tan hidâyet,
Aşk-ı İlâhî, var sende gayet, Hak'tan hidâyet, Nûrî nihâyet,
Var sende gayet, Hak'tan hidâyet, Nûrî nihâyet, sâhib-divansın.
Tokatlı Nurî
2.2. Tekke Edebiyatı Nazım Türleri ve Biçimleri
Tekke edebiyatında Tasavvuf felsefesinin işlendiği şiirlere Tekke şiiri denir. Bu şiirlerle;
dini halka Tasavvuf felsefesine göre anlatmak ve halk arasında Tanrı sevgisini
yaymak istenir. Halkı dinin yasakladığı eylemlerden uzaklaştırmak, iyi ahlâka
yönetltmek amacı güdülür. Bu edebiyatı anlamak için Tasavvuf felsefesi bilmek
gerekir. Burada bu felsefe bilgilerinin aktarılmasına gerek duyulmamıştır. Bunlar
nazım biçimi olarak diğer Halk edebiyatı ürünlerinden ayrılmaz; konusuna göre
ilâhi (hikmet, nefes, ayin), nutuk, devriye, şathiye gibi adlar alırlar.
Bu edebiyatı kuran müritler okuma yazma bildiklerinden şiirlerinde Arapça, Farsça
sözcükler olabilir; ara sıra aruz ölçüsünü de kullanabilirler. Fakat temelde halka
bir şeyler öğretmeyi amaçladıkları için, halkın anlayacağı dilde ve ona yabancı olmayan
nazım biçimleriyle yazmışlardır. Ayrıca şiirlerin akılda kolay kalma özelliğinden
de yararlandıkları düşünülebilir.
2.3. Divan Edebiyatında Dış Yapı Özelliklerine Göre Nazım
Biçimleri
Türkler Divan edebiyatını Acemlerden alarak kendine göre uyguladı. Acemler de
bu şiiri asıl kaynağından, Arap edebiyatından almıştır. Her edebiyatın kendisine
uygun nazım biçimleri vardır. Türkler bu edebiyatın nazım biçimlerini de almışlar
ve uygulamışlardır. Ayrıca Halk şiirinin dörtlükleriyle divan şiirini birleştirmeye
çalışmışlardır. Divan edebiyatı nazım birimlerini bir çizelgede görelim.
148 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
Divan Edebiyatında Nazım Biçimleri
Tek Dörtlükler
Rubaî
Tuyuğ
Beyitlerle Kurulan
Nazım Biçimleri
Gazel
KasideMesnevi
Müstezat 4. Yediililer
5. Sekizliler
6. Dokuzlular
Bentlerle Kurulan Nazım Biçimleri
Musammatlar
1. Dörtlüler 7. Onlular
2. Beşliler
3. Altılılar
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
2.3.1. Beyitlerle Kurulan Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri
2.3.1.1. Gazel
Gazel, Divan edebiyatının çok kullanılan nazım biçimlerindendir. Biçim olarak
beyitlerden kurulur, aruz ölçüsü ile yazılır. 5-15 beyitten kurulmuş kısa şiirlerdir.
Gazelin ilk beytine matla' (doğuş), ikinci beytine hüsn-ü matla' (güzel doğuş)
son beytine makta' (kesim) denir, şair gazelin son beytinde mahlâsını söyler. Sondan
bir önceki beytine hüsn-ü makta' (güzel kesim) adı verilir. Gazelin en güzel beytine
şah beyt ya da beytü'l gazel denir. Bütün beyitleri beytü'l gazel olan gazellere yekâvaz
gazel denir. Uyak dizilişi aa ba ca da ea vb. biçimindedir. Kimi gazellerde dizenin
tam ortasında da uyak vardır, bunlara musammat gazel denir.
Konusu en çok aşk, şarap biraz da doğadır; duygu yönü (lirizmi) ağır basan şiirlerdir.
Gazellerde konu ve anlam birliği beyitte tamamlanır; çok az olmakla birlikte
kimi gazellerde bütün beyitlerde aynı konu işlenir, konu bütünlüğü olan bu gazellere
yek-âhenk gazel denir.
Divan şairleri şiirlerini topladıkları kitaba divan derler. Divanlarda en çok gazeller
yer tutar.
Anadolu'da din dışı Divan şiiri 13. yüzyılda Hoca Dehhanî ile başlar; Dehhânî'den
önce daha çok dini tasavvufi edebiyat ağırlıktadır. Aynı yüzyılda Şeyyad Hamza,
14. yüzyılda Kadı Burhaneddin, Nesîmî, Aşık Paşa; 15. yüzyılda Ahmedî, Şeyhî,
Ahmed Paşa, Avnî (Fatih Sultan Mehmet), Cem Sultan, Necatî Bey ve Çağatay
Edebiyatı'nda yazdığı halde Anadolu'da da sevilen şair Ali Şir Nevâ'î sayılabilir.
16. yüzyılda üç bin gazelle Zâtî, Hayâlî, Nevî, Bağdatlı Ruh î Bâkî ve Fuzûlî
vardır. 17. yüzyılda Şeyhülislâm Yahya, Nâ'ilî, Neşâtî, Nabî, Nef'î ilk akla gelenlerdendir.
18. yüzyılda Nedim, Şeyh Gâlip ve 19. yüzyılda gazel eski önemini kaybeder.
Endurunlu Vâsıf, Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet
ise gazelin son uygulayıcılarıdırlar. Tanzimat edebiyatında birkaç örneği
daha verilen gazel, Servet-i Funün edebiyatında hiç görülmez.
Gazel
Bûs-ı la'lün şöyle sîrâb-ı zülâl eyler beni
Kim gören âb hayât içmiş hayâl eyler beni
Şâire söz bulmağa minnet ne ammâ neyleyen
Ah kim hayret seni gördükçe lâl eyler beni
Sevdüğüm câm-ı meye hâcet nedür la'l-i lebün
Bir şeker handeyle mest-i bî-mecâl eyler beni
Bağda zülf ü ruhun andukça bu kimdür deyu
Sümbül ü gül biribirinden su'âl eyler beni
Nükhet-i zülfünde geldükçe nesîm-i nevbahâr
Turra-i sünbül-sıfat âşüfte-hâl eyler beni
Nâtüvânam şöyle çeşmün hasretinden kim gehi
Sâye-i müjgân-ı âhû pâlmâl eyler beni
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 149
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Gerdişin gördükçe sâkî-i mülâyim-meşrebün
Arzû sergeşte-i fikr-i muhâl eyler beni
Hasret-i çeşmünle ben hâk-i siyâh olsam dahi
Baht âhir sürme-i çeşm-i gazâl eyler beni
Gûyiyâ bilmez efendüm bende-i dîrînesin
Kim Nedîmâ bu mıdr deyu su'âl eyler beni
Nedim
2.3.1.2. Kaside
Türk Divan edebiyatıda çok kullanılan nazım biçimlerindendir.
Biçim olarak beyitlerden kurulur, aruz ölçüsü kullanılır. 9-100 beyitten kurulmuş
uzun şiirlerdir. 100 beyitten çok kasideler de vardır. Kasidenin ilk beytine matla'
(doğuş), kasidedeki tekdüzeliği kırmak için kimi şairlerin ikinci kez matla yaptıkları
beye tecdîd-i matla' (matlayı yenileme), son beytine makta' (kesim) denir, şair
gazelin son beytinde mahlâsını söyler. Sondan bir önceki beytine hüsn-ü makta'
(güzel kesim) adı verilir. Gazelin en güzel beytine beytü'l kasîd denir. Kasidenin sonunda
şairin adının geçtiği beyte taç beyit denir. Uyak dizilişi aa ba ca da ea... biçimindedir.
Dize ortası uyağı uygulanan kasidelere musammat kaside denir.
Divan edebiyatında padişaha ya da diğer devlet büyüklerine övgü yazma geleneği
vardır. Kaside bu geleneğin ürünüdür.
Konunun işlenmesi bakımından dört bölüme ayrılır. Birinci bölüm aşktan söz ediyorsa
nesîb; doğa, mevsim ya da bayram betimlemesi yapıyorsa teşbîb adını alır.
Kimi kasidelerde bu bölüm olmayabilir. İkinci bölümde padişah ya da diğer devlet
büyüğü övülür, methiye denir. Nesîbin son beyti methiye bölümüne geçiş beytidir,
buna girizgâh beyti denir. Üçüncü bölüm fahriye'de şair kendini över. Nef'î
bu bölümü kasidesinin en başına koymuştur. Kaside, son bölüm olan du'â ile biter.
Kasideler duygu yönü ağır basan şiirlerdir.
Kasidenin konusu, Tanrıyı övmek ve Tanrı birliğine çağrı ise tevhit, Tanrıya yalvarmak
ise münacat, peygamberi övmek ise naat adını alır. Dört halife ve diğer din
büyükleri, sultan, sadrazam, şeyhülislâmı öven kasidelere methiye padişahın tahta
çıkışını kutlamak için yazılanlara cülûsiye denir. Kasideler her zaman övgü için
yazılmaz, arada birini yermek için yazılabilir, bunlara hicviye denir. Yine de kasidelere
kuru methiye gözüyle bakılmamalı, tarihe kaynaklık edebileceği
unutulmamalıdır.
Kasidelerde bölüm içinde konu bütünlüğü vardır. Divanlarda, varsa, kaside en
önde yer alır. Birden fazla kaside varsa konusuna göre; önce din içerikli olanlar tevhit,
münacat, na't kasideleri, sonra sırasıyla dört halife ve diğer din büyükleri ile ilgili
olanlar konur. Daha sonra sultanı, sadrazamı, şeyhülislâmı öven kasideler konur.
150 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
!
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Anadolu'da 13. yüzyılda Mevlânâ'nın yazdığı Divan-ı Kebir'de 300 tane kaside
vardır, fakat Farsçadır. 14. yüzyılda Aşık Paşa'nın Garîbnâme'sinde, 15. yüzyılda
Ahmedî'nin Divan'ında kasideler vardır. Şeyhî, Çelebi Mehmet ile II. Murat'a
kasideler yazmıştır. Cem Sultan, kendisini bağışlaması için ağabeyi II. Bayezid'e
Kerem kasidesini yazmıştır. Ahmed Paşa'nın 31, Necati Bey'in 26 kasidesi vardır.
16. yüzyılda Hayalî, Nevî, Bağdatlı Ruhî, Bakî ve Fuzulî kasidede ustadırlar. 17.
yüzyılda Nef'î'nin 59 kasidesi vardır. Sabrî, Âlî, Nâ'ilî anılması gereken şairlerdir.
18. yüzyılda 37 kasidesiyle Nedim, 23 kasidesiyle Şeyh Gâlip, musikî ustası olduğu
kadar naatlarıyla da tanınan Yahyâ Nazım ile 84 kasidesiyle Fâzıl-ı
Enderûnî vardır.
2.3.1.3. Mesnevî
Beyit nazım birimiyle yazılan, her beyti kendi arasında uyaklı, nazım birliğinin ölçü
ile sağlandığı, bir nazım biçimidir. Uyak bulma güçlüğü olmadığı için binlerce
beyitlik mesnevîler yazılmıştır. Yazımındaki bu rahatlık nedeniyle Divan
edebiyatında destanlar, aşk hikâyeleri, şehrengizler, din konuları, ahlâk konuları,
yergiler gibi uzun yazılması gereken konular mesnevî nazım biçimiyle yazılmıştır.
Türkler ve Araplar mesnevî nazım biçimini İran edebiyatından almışlardır. Batı
edebiyatında da buna benzer nazım biçimleri kullanılmaktadır.
Aruzun daha çok fâilâtün fâilâtün fâilün, fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün ve fa'ûlün fa'ûlün
fa'ûlün fa'ûl kalıpları kullanılır. Mesnevilerin girişinde kasideler bulunabilir.
Mesnevîdeki tekdüzeliği kırmak amacıyla içine gazeller serpiştirilebilir. Beş mesnevinin
bir araya getirilmesiyle hamseler, çok az da olsa altı mesnevinin bir araya
getirilmesiyle sitteler oluşturulmuştur.
11. yüzyılda Firdevsî 60.000 beyitlik Şehnâme'sini yazarak Gazneli Sultan Mahmud'a
sunmuştur. Aynı yüzyılda Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig'i (1069) yazıp
Tabgaç Buğra Han'a sunar. 13. yüzyılda Mevlâna, Şeyyâd Hamza sayılabilir. 14.
yüzyılda Kutb, Yunus Emre, Aşık Paşa, Hoca Mes'ûd, Erzurumlu Darîr Türk
Edebiyatını mesnevi alanında zenginleştirirler. 15. yüzyılda Ahmedî, Süleyman
Çelebi, Şeyhî, Çağatay şairi Ali Şîr Nevâ'î sayılabilir. 16. yüzyılda Mesîhî, Lâmi,
Kemâlpaşazâde, Zâtî, Fuzulî, Taşlıcalı Yahyâ mesnevî ustalarıdır. 17. yüzyılda
Nev'îzâde Atâ'î, Nâbî; 18. yüzyılda Sâbit, Nahifî, Şeyh Gâlip, Sünbülzâde Vehbî
ve son mesnevî şairi 19. yüzyılda yaşayan İzzet Molla'dır.
2.3.1.4. Müstezat
Arapça "ziyade" sözcüğünden türetilmiştir. Genellikle mef'ûlü mefâîlü mefâîlü
fa'ûlün kalıbıyla yazılmış gazel nazım biçiminde dizelerin sonuna mef'ûlü
fa'ûlün kalıbında ziyade denen küçük bir artık dizenin eklenmesiyle oluşturulur.
Örnekleri çok az olmakla birlikte başka aruz kalıpları da denenmiştir. Beyitleri
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 151
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
artık dizelerle birlikte dört dizeye çıkar. Çok az örnekte artık dize sayısı ikiye çıkarılmıştır;
bunlara çift denir.
Müstezatlarda dizelere eklenen bu artık dizeler okunmadığında beytin anlam bütünlüğü
bozulmaz, fakat okunursa anlam daha etkili bir boyut kazanır. Bu nedenle
müstezat yazmak çok güç bir iştir. Artık dizeleriyle birlikte 5-15 beyitten kurulmuş
şiirlerdir.
Divan edebiyatında örneği azdır. Anadolu'da 14. yüzyılda Nesimî; 16. yüzyılda
Fuzûlî; 17. yüzyılda Şeyhülislâm Yahya, Nâ'ilî; 18. yüzyılda Nedim, Şeyh Gâlip
ve Endurunlu Fâzıl; 19. yüzyılda Pertev Paşa, Leylâ Hanım, Şeref Hanım, Nevres
adlı şairlerin birkaç müstezatı bulunur. Halk şairleri bu şiir biçimini yedekli ya
da ayaklı adıyla kullanmışlardır.
Müstezat
Çeşmüm acı yaş ile ağularla kanupdur
Cism ise yanupdur
Ol çeşm-i siyeh neyleyem efsâne sanupdur
Gönlüm usanupdur
Nâz uyhusuna kıldı yine gözleri mu'tâd
Çok eyledi bîdâd
Sabr eyle dilâ vakt ola lâbüd uyanupdur
Senden utanupdur
Lâ'l-i lebün ey dilber-i kattâl-i pür-âşud
Ey fitneli mahbûb
Hüs-i dil-i uşşâka ne cür'etle kanupdur
Kana boyanupdur
. . . . .
Ol kâfir-i bed-kiş idecek zülfini tâlân
Gâlip kılıp îmân
Güftar-ı perişanına hayfâ inanupdur
Dâme tolanuptur
Nedim
2.3.2. Bentlerle Kurulan Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri
2.3.2.1. Tek Dörtlükler
2.3.2.1.1. Rubaî
Dört dizeden oluşan kısa şiirlerdir. Halk edebiyatındaki mâni gibi uyaklanır: aaxa.
Üçüncü dizede kullanılan aruz ölçüsü de ayrıdır. Türk edebiyatındaki rubâiler
mef'ûlü kalıbıyla başlar. Söylenmesi istenen özlü sözlere, ince söz oyunlarına çok
152 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
uygun bir nazım türüdür. Akılda da kolay kaldığı için sevilir. Divan Edebiyatında
çok kullanılır. 20. yüzyılda bile rübaî okuyan hatta yazanın bulunması bu yüzdendir.
Rübaîlerin son dizesinde şairin adı geçmez. Divanlarda rubaîlerin yazıldığı
rubaîyât bölümü vardır. En tanınmış rubâi yazarı İran şairi Ömer Hayyam'dır.
Türk edebiyatında rubaîyi ilk kullanan Mevlânâ'dır; fakat Farsça yazmıştır.
Lâmi, Fuzûlî, Fazlî, Bağdatlı Rûhî, Hâletî, Cevrî, Nâbî, Şeyh Gâlip ve son yıllarda
Yahya Kemal yine akla ilk gelen rubaî yazarlarıdır.
Kimdir ki gamında nâle vü zâr etmez Eslâf kapıldıkça güzelden güzele
Derdin sana nâle ile ızhâr etmez Fer etmiş o neşveyle gazelden gazele
Feryâdına hiç kimsenin yetmezsin Sönmez seher-i haşre kadar şi'r-i-kadîm
Feryâd ki feryâd sana kâr etmez. Bir meş'aledir devr edilir elden ele
Fuzûlî Yahya Kemal
2.3.2.1.2. Tuyuğ
Eski Türk şiiri türü olan toyug, koşuk, mâni gibi ürünlerinin zamanla rubaîlere
benzetilerek genellikle aruzun fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün kalıbıyla yazılması sonucu
oluşmuş, yalnız Türk Edebiyatında kullanılan bir nazım türüdür. Halk edebiyatındaki
mâni gibi uyaklanırlar: aaxa aaaa olarak da uyaklanır.Uyağı, çoklukla,
cinaslı uyaktır. Tuyuğların son dizesinde şairin adı geçmez. Türk Edebiyatında
Kadı Burhanettin, Seyyid Nesimî, Şirazî, Lutfî, Nevâ'î başarılı tuyuğ şairleridir.
Anadolu edebiyatında Atâ'î tuyuğ yazmıştır.
La'lidin canımga odlar yakılur
Kaşı kadimni cefâdan yâ kılur
Min cefâsı va'desidin şâd min
Ol vefâ bilmen ki bilmes ya kılur
Neva'î
2.3.2.2. Musammatlar
Birden çok bendin birleşmesiyle oluşan nazım biçimlerine masammat denir. Murabba',
şarkı, mahammes, tardiye, tahmis, taştir, müseddes, müsebba', müsemmen,
mütessa', muaşşer, terkib-i bent, terci-i bent musammat biçiminin değişik biçimleriyle
oluşturulmuş şiir türleridir. Musammatların son bendinde şairin adı geçer.
Her bendin son dizesi birbiriyle uyaklıdır. Kimi musammatlarda bendin son
dizesi nakarattır. Bendleri yedili ve daha çok olarlarda bend sonunda yenilenen
uyak iki dizeye çıkarılır: aaaa bbba ccca, ddda, aaaaa bbbba cccca..., aaaaaa bbbbba
ccccca..., aaaaaaa bbbbbaa cccccaa...
Konu sınırlaması olmadığı için musammat Türk edebiyatında çok
kullanılmıştır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 153
!
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Hatta sevilen gazellerin her beytinden önce aynı ölçü ve uyaklı dizelerle dörde tamamlanarak
terbi, beşe tamamlanarak tahmis, altıya tamamlanarak tesdîs, yediye
tamamlanarak tesbî, sekize tamamlanarak tesmin, dokuza tamamlanarak tetsi',
ona tamamlanarak ta'şir (Ta'şir yalnız matla beyti ile de yapılır) adlarında
yeni nazım türleri elde edilir. Murabbalardan kimileri bestelenir.
2.3.2.2.1. Şarkı
Musammatlar içinde şarkı türü Türklere özgüdür. 18. yüzyıldan sonra çok görülür.
Türk Halk edebiyatındaki türkü nazım biçimine benzer. Şarkı daha çok dörlü
bentlerle yazılır; fakat örneği az da olsa beşliklerle yazılan şarkılar da vardır.
Şarkıların üçüncü dizelerine meyan, dördüncü dizesine nakarat denir. Meyan dizeleri
aynı zamanda şarkının en güzel dizeleridir. Konusu genellikle aşktır. Bestelendiklerinden,
3-5 benttir, çok uzun olmaz. Şarkıların dili türküler kadar sadedir.
Türk Edebiyatında ilk şarkı örnekleri 17. yüzyılda Nâilî divanındadır. 18.
yüzyılda Nazîm, Nedim, Şeyh Gâlib, 19. yüzyılda Fâzıl, Endurunlu Vâsıf, Pertev
Paşa, Leylâ Hanım, Fatin Efendi, Osman Nevres, Şeref Hanım, Âsaf Mahmud
Celâleddin Paşa ve 20. yüzyılda Yahya Kemal şarkı literatürüne geçmiş önemli
adlardır.
Şarkı
Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden, Dün bezminizin bir ezelî neş'esi vardı,
Bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden! Saz sesleri tâ fecre kadar Körfez'i sardı;
Gönlümle uzaklarda bütün bir gece sizden Vaktâ ki sular şarkılar inlerken ağardı,
Bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden! Bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden!
Yahya Kemal
2.3.2.3. Terkib-i Bentler
2.3.2.3.1. Terkib-i Bent
Terkib-i bentler, terkîb-i hâne (ya da yalnız hâne) denilen bentlerle kurulur. Her
benddeki dize sayısı 8-20 olan 3-4 bendden oluşur. Son bendde şair mahlâsını bildirir.
Genellikle her benddeki dize sayısı aynıdır. Bendlerin sonunda bendiye ya
da vâsıta denilen birer beyit bulunur. Bendiyeler arasında çoğunlukla uyak birliği
yoktur. Bendiye dışındaki dizeler kendi arasında uyaklı olabileceği gibi, gazel
tipi uyaklı da olabilir. Buna göre uyak dizilişi bakımından üç türlü terkib-i bent
vardır:
I. aa xa xa .... vv bb xb xb .... yy .....
II. aa aa aa .... vv bb bb bb .... yy .....
III. aa xa xa .... aa bb xb xb .... aa .....
154 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Terkîb-i bendlerde konu sınırlaması yoktur; fakat en çok mersiye, sonra medhiye
konuları işlenmiştir. Konu birliği de olmayabilir, şair her bendde ayrı bir konudan
söz edebilir.
Türk edebiyatında 15. yüzyılda Şeyhî, Ahmed Paşa, Cem Sultan, Necati Bey;
16. yüzyılda Nev'î, Yahya Bey, Fuzûlî, Bâkî ve Ruhî; 17. yüzyılda Neşâti, Cevrî;
18. yüzyılda Şeyh Gâlip ve 19. yüzyılda Enderunlu Vâsıf, Leylâ Hanım; Tanzimat
edebiyatında Ziya Paşa terkîb-i bend yazmışlardır.
2.3.2.3.2. Terci'-i Bent
Terkib-i bent ile aynı özellikleri taşır, yalnız bendiyeleri nakarattır. Bu nakarat terci'-
i bendi bir konu etrafında toplar.
Türk edebiyatında; 14. yüzyılda Nesimî; 15. yüzyılda Şeyhî, Ahmed Paşa; 16.
yüzyılda Hayretî, Nevî, Hayâlî Bey, Yahya Bey, Bâkî; 17. yüzyılda Cevrî; 18.
yüzyılda Nedim, Gâlip Dede ve 19. yüzyılda Endurunlu Fazıl, İzzet Molla, Vâsıf;
Tanzimat edebiyatında Ziya Paşa terci'-i bent yazmışlardır.
2.4. Çağdaş Türk Edebiyatı Nazım Biçimleri
Çağdaş Türk edebiyatı nazım biçimlerinin ilk örnekleri Tanzimat'tan sonra görülmeye
başlar. Bu dönemdeki yenilikler şiirin dış yapısında, biçimlerinde değil,
içeriktedir. Yani yine kasideler, gazeller, murabbalar yazılmış; fakat şiirde
konu bütünlüğü sağlanmış, konu daha plânlı işlenmiş ve şiire duygunun
yanında düşünce de girmiştir.
Servet-i Fünun dönemi şairleri eski nazım biçimlerini ya kullanmamışlar ya da
kullandıklarında dış yapı kurallarını da bozmuşlar, değiştirmişlerdir. Söz gelimi
beyit bütünlüğü kuralını yıkmışlar, cümleyi bir beytin ortasında başlatıp, başka bir
beytin ortasında bitirmişlerdir. Bentlerle kurulan bir biçim uygulandığında bentlerdeki
dize eşitliğini bozmuşlardır. Önemli olan içerik olduğundan, şiirde baştan
sona anlam birliği vardır. Şiirde heceyi denemekle birlikte genel ölçü olarak aruz
korunmuştur.
Türkçülük hareketi ve onu izleyen Millî Edebiyat döneminde Halk şiirine önem
vermişler, hece ölçüsünü kullanmışlardır.
Cumhuriyet'ten sonra Beş Hececiler topluluğu hece ölçüsünü hem kullanmışlar,
hem genç şairlere sevdirerek, yıllarca bu ölçünün kullanılmasına ön ayak
olmuşlardır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 155
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2.4.1. Çağdaş Türk Edebiyatında Düzenli Nazım Biçimleri
Servet-i Fünun ve Fecr-i Âti dönemlerinde Batıdan alınan nazım biçimleri Türk şiirine
girdi. Öte yandan Türk edebiyatının Halk edebiyatı ve Divan edebiyatı nazım
biçimleri de uygulanmıştır.
2.4.1.1. Halk Şiirinden Alınan Nazım Biçimleri
1911 yılında başlayan Türkçülük akımı ile şairler halka ve Halk eEdebiyatına yönelirler.
Halk şiirini plânlı kompozisyonla, yeni içerikle ve yeni sanat anlayışıyla
işlerler. Şair mahlâsını kullanmaz. Yeni şiirde koşma, semaî ve mâni türleri çok işlenmiştir.
2.4.1.2. Divan Şiirinden Alınan Nazım Biçimleri
Yeni Türk şiirinde, neo klâsizm akımı ile Divan Şiiri yeniden gündeme gelmiştir;
ama şiirin içeriği yenidir. En çok murabba, şarkı, gazel, kaside, mesnevî, rubaî, muhammes
biçimleri kullanılmıştır. En bilinen uygulayıcıları Yahya Kemal, Turgut
Uyar, Attilâ İlhan, Orhan Veli. Ziya Osman Saba'dır.
2.4.1.2.1. Serbest Müstezat
Müstezat, Arapça "ziyade" sözcüğünden türetilmiş, aruzun belli kalıplarıyla yazılmış
artık dizeli bir tür gazeldir. Servet-i Funün edebiyatında müstezat yazımını
güçleştiren kurallar yıkılarak, serbest müstezat denilen biçimi kullanılmıştır. Servet-
i Fünun döneminde müstezat her tür aruz kalıbıyla yazılmıştır. Düzenli aruz
kalıpları yerine karma kalıplar kullanılmıştır. Ziyadeler düzenli olarak her dize sonunda
değil de gerektiği yerde kullanılır. Ziyadeler uzunluk olarak da birbirini
tutmaz.
2.4.1.3. Batı Şiirinden Alınanlar Düzenli Nazım Biçimleri
Servet-i Fünun döneminde Batıdan, düzenli nazım biçimi olarak sone, triyole,
terzarima ve dörtlük alınmıştır.
2.4.1.3.1. Sone
Sonede iki dörtlük, iki üçlük olmak üzere dört bent ve toplam 14 dize bulunur.
Uyak düzeni İtalyan ve Fransız tipi için son bentte küçük ayrılık gösterir: İtalyan tipi
sone abba abba ccd ede iken, Fransız tipi sone abba abba ccd eed biçiminde uyaklanır.
Türkler de sonenin uyak düzeninde değişiklikler yaparlar.
156 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Sonenin ilk yurdu İtalya'dır, oradan Fransız edebiyatına geçer; sonra tüm Avrupa
edebiyatlarına yayılır. Türk edebiyatı sone ile Fecr-i Âti döneminde tanışır.
Sone lirik konulara elverişli olduğu için girdiği her edebiyatta sevilerek
kullanılmştır. İki dörtlüğü konuya giriştir, üçlüklerde konu işlenir. Son dizesi duygu
yönünden şiirin en güçlü dizesidir.
2.4.1.3.2. Triyole
Triyole bir ikilik, iki dörtlük olmak üzere üç bölüm ve toplam 10 dizeden oluşur.
İlk dize hem birinci dörtlük ile uyaklıdır, hem de birinci dörtlük sonunda yinelenir.
İkinci dize hem ikinci dörtlük ile uyaklıdır, hem de ikinci dörtlük sonunda yinelenir.
Bu durumda uyak düzeni a1b1 aaaa1 bbbb1 olur.
Triyolede, dörtlükler sırasıyla ilk ikiliğe bağlı olduğu için, konu bütünlüğü vardır.
Son dizesi duygu yönünden şiirin en güçlü dizesidir.
2.4.1.3.3. Terzarima
Fransız edebiyatından alınan terzarima üçlüklerle yazılır. Üçlük sayısı sınırlı değildir,
yalnız şiir bir tek dize ile bitirilir. Örüşük uyak kullanılır: aba bcb cdc ded e.
Türk edebiyatında çok örneği yoktur.
2.4.1.3.4. Dörtlükler
Dörder dizeli bentlerden kurulan nazım biçimidir. Dörtlük sayısı sınırlı değildir.
Dörtlüklerde çapraz uyak (abab cdcd efef...) ya da sarmal uyak (abba cddc effe)
kullanılır.
2.4.2. Çağdaş Türk Edebiyatında Serbest Düzenli Nazım Biçimleri
Şimdiye dek sözü edilen nazım biçimleri dışında kullanılan biçimlerdir. Bu nazım
biçimlerinin kimileri yalnız kullanan şaire özgüdür. Kimilerini şair birkaç nazım
biçimi karmasıyla elde etmiştir. Kimilerinde alınan nazım biçimi dize kümelenişi,
uyak düzeni, ölçüsü yönünden değişikliğe uğratılmıştır.
2.4.2.1. Eşit Düzenli Nazım Biçimleri
Bunlar bentlerle yazılır. Şiirin sonuna dek ilk bentteki dize sayısı korunur. Bentlerdeki
dize sayısına göre; üçlüler, dörtlüler, beşliler, altılılar, yedililer, sekizliler
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 157
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
adlarını alırlar. Uyaklanışları da şairin isteğine göredir; düz, çapraz, sarmal ya da
örüşük uyaklara sokulamazlar.
2.4.2.2. Karışık Düzenli Nazım Biçimleri
Bunlar da bentlerle yazılır. Kimilerinde bentlerdeki dize sayısı sonuna dek korunur;
şiir sonuna dek üçlü (dörtlü, beşli...) bentlerle yazılır. Kimilerinde karma bentler
kullarılır; Ahmet Haşim'in Merdiven şirinde bentler üçlük, ikilik, üçlük, ikilik
olarak dizilmiştir. İstiklâl Marşı dokuz dörtlük, bir beşliktir...
2.4.3. Serbest Şiir
Şiirdeki ölçü, uyak bağından kurtulmuş şiirdir. Şiir, özgürlük yolunda ilk adımı
serbest müstezat ile Servet-i Fünun döneminde atmıştır. Bunları da kendi içinde
üçe ayırabiliriz:
a. Ölçülü, uyaklı olanlar
b. Ölçüsüz, uyaklı olanlar
c. Ölçülsüz, uyaksız olanlar
Ayrıca her biri de kendi içinde "uzun ve kısa heceleri düzenli olanlar" ve "uzun ve
kısa heceleri düzenli olmayanlar" olmak üzere ikiye ayrılır.
2.4.4. Öteki Türler
Bir şiirin benzerinin başka bir şairce yazılmasına nazire denir. İkinci yeni akımındaki
şairler Divan şiirlerine nazireler yazmışlardır. Yeni şiirin ölçüsü, uyağı, redifi
örnek aldığı şiirle aynıdır. Nazireler, bir şairin başka bir şaire duyduğu saygının
göstergesidir. Fakat birçok nazire şiir kuru bir taklit olmaktan öte gidememiştir.
Bir şiire, şaka ve alaylı nazire yazmaya tehzil denir. Yeni şiirin ölçüsü, uyağı, redifi
tehzil yaptığı şiirle aynıdır. Böylece ciddî bir şiire gülmece özelliği kazandırılır.
Başarılı bir tehzil yazmak zordur.
Divan edebiyatçılarından Havayî ile Sürurî, yeni edebiyatçılardan Fazıl Ahmet
Aykaç, Halil Nihat Boztepe iyi tehzil yapabilen şairlerdendirler.
Bir dize ya da beytin, başka bir şair tarafından başka bir nazım biçimiyle
tamamlanmasına tazmin denir.
158 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Divan edebiyatında, nesir cümleleri kadar uzun ölçülü, uyaklı, secili dizelerden
oluşan bir nazım biçimi daha vardır, buna bahr-i tavil denir. Yazımı güç bir tür olduğu
için örneği çok değildir.
Özet
Nazım türleri, üretildikleri edebiyat akımına göre türlere ayrılır.
Türk Halk edebiyatında başlangıçta mâni ve koşma olmak üzere iki ana biçim vardır. Koşma
ve türkü bunlardan türetilmiştir. Okuryazar halk şairleri, şiirlerinde aruzu kullanmışlardır.
Tekke şiirinde, halk şiiri ile nazım biçimleri kullanılır. Konusuna göre anılır.
Divan şiiri edebiyatımıza İran edebiyatından geçmiştir. Biçim olarak beyitler ya da bentler
kullanılır.
Çağdaş Türk edebiyatında, Halk şiirinden alınan nazım biçimleri vardır; fakat içerik değiştirilmiştir.
Divan şiirinden alınan biçimlerde hem dış yapı hem içerik ile oynanmıştır. Batı
şiirinden alınan biçimler vardır. Bir ara İkinci Yeniler, Divan şiiri nazım biçimlerini denemişlerdir.
Değerlendirme Soruları
1. Aşağıdaki uyak dizilişlerinden hangisi mâni tipindedir?
A. aabb
B. abba
C. abab
D. aaxa
E. axaa
2. Aşağıdaki nazım türlerinden hangisi Tekke edebiyatında kullanılmaz?
A. Nefes
B. Nutuk
C. Kalenderî
D. İlâhi
E. Şathiye
3. Serbest müstezat nazım şekli ilk olarak hangi dönemde kullanılmıştır?
A. Divan
B. Tanzimat'ın birinci dönemi
C. Tanzimat'ın ikinci dönemi
D. Servet-i Fünun
E. Fecr-i Âti
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I 159
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
4. Aşağıdaki nazım biçimlerinden hangisi Batı edebiyatından alınmamıştır?
A. Müstezat
B. Sone
C. Terzarima
D. Triyole
E. Dörtlük
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Kaynaklar için 6. ünitenin sonuna bakınız.
Değerlendirme Sorularının Yanıtları
1. D 2. C 3. D 4. A
160 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R - I I