11 Mayıs 2016 Çarşamba

sait faik abasıyanık

''Yazı yazmayı iş saydığım için başka iş yapmamaya karar vermiştim...
Kim ne derse desin...
yalnız yazımla geçinmek kararını kafamdan sökemez.''
11 Mayıs 1954...ölümünün 62. nci yılında özlemle, saygıyla...



Sait Faik Abasıyanık (1906-1954)
23 Kasım 1906'da Adapazarı'nda dünyaya geldi. İstanbul'da 11 Mayıs 1954'te sirozdan yaşamını yitirdi. İlköğrenimini Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi'nde yaptı. İki yıl Adapazarı İdadisi'nde öğrenim gördü. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ailesi İstanbul'a yerleşince İstanbul Sultanisi'ne girdi.Onuncu sınıfta bir öğretmene yapılan şaka yüzünden sınıfı dağıtılınca Bursa Erkek Lisesi'ne geçti, 1928'de buradan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi EdebiyatFakültesi'nde bir süre eğitim gördü. Ekonomi öğrenimi için İsviçre Lozan'a gitti. Kısa süre kaldı ve Fransa'ya geçti. 3 yıl Fransa'da Grenoble'da yaşadı. Eğitimini yarım bırakarak 1933'te İstanbul'a döndü. Kısa bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı. Babasının desteğiyle girdiği ticarette de başarılı olamadı. Daha sonra hiçbir işle uğraşmadı. Geçimini babasından kalan mirasla sürdürdü. Yaşamını Şişli'de Bulgar Çarşısı'ndaki apartman ve Burgaz Ada'daki köşklerinde annesiyle geçirdi.
Şiir yazmaya İstanbul Sultanisi'ndeki öğrencilik günlerinde başladı. Öyküye Bursa'daki öğrencilik zamanında geçti. İlk öyküsü "Uçurtmalar" 9 Aralık 1929'da Milliyet gazetesinin sanat sayfasında yayınlandı. 1934-1940 arasında Varlık, Ağaç, Servet-i Fünun, Uyanış, Ses, Yeni Ses, Yaprak, Yenilik gibi dergilerde yayınlanan öykülerinle tanınmaya başladı. Sait Faik ilk ürünlerini ortaya koyarken, Türk öykücülüğünde durum şöyleydi: Bir yanda Ömer Seyfettin'in "milli hikayecilik" etkisi sürüyordu. Refik Halit Karay'dan F. Celalettin'e uzanan gülmece ağırlıklı "fıkra-öyküler yönelimi" vardı. Sabri Ertem ve Sabahattin Ali ile yerine oturan "gerçekçi yönelim" ve Memduh Şevket Esendal'ın içten ve yalım anlatımı. Sait Faik bu ortamda ilk öyküleriyle gözlemci bir yazar olarak belirdi; ama kısa sürede öyküyü olaydan sıyırmaya yöneldi. Bu yönelişinde onun gerçeği ya da durumu bir anlatıcıdan, kendi "ben"inden geçirme eğiliminin de büyük payı vardı. Bu, öykülerinde doğal bir öznelleşme süreci hazırladı. O "ben" evrensel bir insanlık duygusunun odağı olduğu için, insanlığın tüm çelişkilerini, bunalımlarını öyküsünün temeline yerleştirdi. Ona göre her şey insanı sevmekle başlar. İlk dönem ürünü öykü kitaplarında Adapazarı ile İstanbul'daki çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlattı.
Sonraki yapıtları giderek bir şiirsellikle doldu. "Lüzumsuz Adam", "Mahalle Kahvesi", "Havada Bulut" gibi eserlerinde esnaf, işsizler gibi dertli insanlara, toplumun acı çeken kesimlerine yöneldi. "Kumpanya" ile öykülerine giren karakterler arttı. Gezgin tiyatro topluluğu, cambazhane çalışanları, emekli miralay, Galata, Samatya, Yedikule'deki deri işçileri, meyhaneler, sabahçı kahveleri, çımacılar, garsonlar. "Son Kuşlar"da bir tür düş kırıklığı hissedilir. Sait Faik, toplumsal düzenin çirkinlikleri, sahtelikler, adaletsizlikler karşısında direnen insanın yalnızlığını keşfeder. Sonraki kitaplarında bu karamsarlık artar. "Alemdağda Var Bir Yılan"la gerçeküstücülüğe yöneldi. Hikayedeki konu ve olay akışını iyice ortadan kaldırdı. Öykülemeyi ruhsal değişiklikler yoluyla yaptı. Gerçeküstücü öğelerle kişinin yalnızlığı ve bunun yarattığı acıları irdeledi. Öykü, roman ve şiirlerini yaşamın hakkını vermek için yazdı. Sürekli kullandığı anatema yaşama sevinci oldu. Sıradan insanlar, işsizler, hamallar, balıkçılar, sokak kadınları, kimsesiz çocuklar, emekçiler ve küçük burjuvalar onun insanlarıdır. O bu insanlarda evrensel insanı yakaladı. Aynı zamanda bir İstanbul öykücüsüdür. Doğa güzellikleri karşısında başı döner. Toplumsal sorunlar onu bireysel planda bir hayıflanmaya sürükler. Böyle anlarda karamsar bir tablo çizer. Toplumsal çelişkiler karşısındaki tavrı öfke, yenilgi ve kaçış olur.
Ölümünden sonra Burgaz Ada'daki evi müze haline getirildi. Annesi "Sait Faik Hikaye Ödülü" oluşturdu. Çağdaş edebiyata katkılarından dolayı Amerika'daki Uluslararası Mark Twain Derneği'nin onur üyeliğine seçildi. 

Sait Faik Abasıyanık Eserleri:

ÖYKÜ
  • Semaver (1936)
  • Sarnıç (1939)
  • Şahmerdan (1940)
  • Lüzumsuz Adam (1948)
  • Mahalle Kahvesi (1950)
  • Havada Bulut (1951)
  • Kumpanya (1951)
  • Havuz Başı (1952)
  • Son Kuşlar (1952)
  • Alemdağ'da Var Bir Yılan (1954)
  • Az Şekerli (ölümünden sonra, 1954)
  • Tüneldeki Çocuk (1955)
  • Mahkeme Kapısı (Adliye röportajları) (1956)
  • Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977, derleyen Muzaffer Uyguner)
  • Açık Hava Oteli (1980, Konuşmalar-mektuplar derleyen Muzaffer Uyguner)
  • Müthiş Bir Tren (1981, deleyen Muzaffer Uyguner)
ŞİİR:
  • Şimdi Sevişme Vakti (1953)
ROMAN:

  • Medar-ı Maişet Motoru (1944, ikinci baskı 1952'de "Birtakım İnsanlar" adıyla)
  • Kayıp Aranıyor (1953)
  • Yaşamak Hırsı

9 Mayıs 2016 Pazartesi

milli edebiyat döneminde şiir

1. Milli Edebiyat Döneminde Şiir
Edebiyatımızda halkın anlayabileceği bir dille, halk için yazmak ilkesi Tanzimat döneminde
Şinasi ile başlamıştır, Şinasi'nin, daha çok düzyazı dili üzerinde durmakla
birlikte şiirlerinde de elinden geldiğince Türkçe sözcükler kullanmaya çaba gösterdiği
görülür. Ziya Paşa ise bizim şiirimizin halk şarkıları, taşralarda çöğür şairleri
arasında "deyiş", "üçleme", "kayabaşı" denilen şiirler olduğunu belirleyerek şiirimizin
halk diliyle ve hece ölçüsüyle yazılması gerektiğine dikkatleri çekmiştir. "... Bizim
tabiî olan şiir ve nesrimiz taşra halkiyle İstanbul ahalisinin avâmı arasında hâla dirmaktadır.
Bizim şiirimiz, hangi şairlerin vezinsiz diye beğenmedikleri halk şarkıları ve taşralarda
çöğür (=saz) şairleri arasında "deyiş" ve "üçleme" ve "kayabaşı" denilen nazımlardır."...
Ancak, sanat yapma kaygısının ağır basması bu girişimlerin sürdürülmesini engellemiştir.
Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati dönemlerinde ise şiir dili konuşma dilinden
iyice uzaklaşmış, aruz ölçüsü egemenliğini sürdürmüştür.
Tanzimat'ta ortaya konulan, halk için yazma ilkesini yeniden canlandıran halk içinden
yetişmiş bir şair olarak Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944) olmuştur. Ancak
Servet-i Fünun şiirinin tutunduğu, sevildiği sırada halkın anlayabileceği bir dille ve
halk şiiri ölçüsüyle şiir yazmayı benimsetebilmesi oldukça güç bir iş olmakla birlikte
bu güçlükten yılmayan Mehmet Emin, Türkçe Şiirler (1900) adlı kitabıyla edebiyatımızdaki
yerini sağlamlaştırmış, konuşma Türkçesini hece ölçüsünü savunanlarca
desteklenmiştir.
Biz Nasıl Şiir İsteriz?
"Köroğlu" ne? Anadolu dağlarında görünen,
Hep evleri, yapıları çamurlara bürünen
Köycüklerde renc-berlerin yurdlarında okunur
Bir kitab ki ya bir yetim keçisini çaldırtır,
Ya bir çiftçi çocuğunu ıssız dağa kaldırtır,
Öyle şeyler belletir ki akıllara dokunur (1).
"Fâtih" nedir? İstanbul'un surlarının altında,
Kara Deniz Boğazı'nda, Hisar'ların sırtında,
Gayet güzel düşünülmüş, gayet iyi duyulmuş
Bir şiir ki şehîdlerin al kanıyle yazılmış;
Bir kılıç ki kitabının alt yanına asılmış;
Bir altından heykeldir ki bir odaya konulmuş (2).
Biz o şi'ri isteriz ki çifte giden babalar,
Ekin biçen genç kızlarla odun kesen analar,
Yanık sesin dinlerlerken gözyaşların silsinler;
Başlarını açık, beyaz sînesine koysunlar;
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 47
(1) Köroğlu ismindeki kitab
(Bu not şâire aittir.).
(2) "Fâtih Türbesini
Ziyâret" ser-nâmeli şi'r-i
güzîn (Bu not şâire aittir.).
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Yüreğinin, özleriyçün çarpındığın duysunlar,
Bu çarpıntı, bu ses nedir? Neler diyor? Bilsinler.
Mehmet Emin YURDAKUL
Çiftçilik
__ Altın, altın...
__ Hayır kardeş, sen bu fikri değiştir;
Altın devri çoktan geçti, şimdi demir devridir.
Dîvânedir o tenbel ki, demirlere hor bakar;
Ondan sonra gece, gündüz altın diye sayıklar.
Şu gördüğün hâkir şeyler: Tohum, öküz, bel, orak...
Senin akıl ummaklığın bunlar ile olacak;
Bunlar saçmış, bunlar saçar her ocağa bereket;
Sen bunları şu dünyâda her şeyden çok takdis et.
Eğer biri elindeki sapınını isterse,
"Ağırınca işte altın! Onu bırak, at!..." derse...
Buna asla tamah etme, el uzatma sakın sen.
Çiftçi olmak büyük şeydir, ekin yurdu şenletir;
Sapan azîz bir âlettir, alın teri bir zevktir;
Sen bu zevki bulamazsın başka yolda gidişten!
Mehmet Emin YURDAKUL
Mehmet Emin'den sonra 1911'de Genç Kalemler dergisinde Turan adlı şiirini yayımlayarak
"Bütün Türkçülük" düşüncesini benimsediğini duyuran Ziya Gökalp
(1876-1924), şiirde hece ölçüsünü ve Türkçeyi yerleştirmekte Mehmet Emin'den daha
etkili olmuştur.
Vatan
Bir ülke ki câmiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar mânâsını namazdaki duânın
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'ân okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ'nın...
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok,
Her ferdinde mefkûre bir, lisan, âdet, dîn birdir...
Meb‘ûsânı temiz, orda Boşo'ların sözü yok.
Hudûdunda evlâdları seve seve can verir;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
48 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermâye,
Sanatına yol gösteren ilimle fen Türk'ündür;
Hirfetleri birbirini dâim eder himâye;
Tersâneler, fabrikalar, vapur, tiren Türk'ündür;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Ziya GÖKALP
Lisân
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması
En saf, en ince bize.
.....
Lisânda sayılır öz
Herkesin bildiği söz;
Mânâsı anlaşılan
Lûgate atmadan göz.
.....
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.
.....
Ziya GÖKALP
Mehmet Emin ile Ziya Gökalp'in ulusallaşmaya katkılarını arkadaşlarınızla tartışınız.
Milli Edebiyat hareketinin kendini benimsettiği yıllar olan 1911-1917 yılları arasında
ise değişik eğilimlerin bir arada olduğu göze çarpıyor. Milli edebiyat şairleri kendilerini
kabul ettirmeye çalışırken, Fecr-i Ati şairleri ünlerini sürdürdükleri gibi,
Servet-i Fünun şiirini yaratan Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin'in de şairlik güçlerini
ellerinde tuttukları dikkati çekiyor. Ayrıca Fecr-i Ati topluluğunun dağılmasıyla,
topluluk şairlerinden kimileriyle, genç kuşak şairlerinden kimilerinin Milli Edebiyat
anlayışı dışında yeni hareketler yaratma girişiminde bulundukları görülüyor.
2. Nayiler
Yeni eğilimlerden biri Nayiler adı altında ortaya çıkarılmak istenen harekettir. Halit
Fahri, Selahattin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi, Yakup Salih, Hasan Sait gi-
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 49
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
bi gençlerin destekledikleri bu hareket ulusal edebiyatın oluşmasını "ulusal geçmişe
bağlanış" ta görür. Bu görüşün temelinde, Türk edebiyatının ilk dönemlerine inerek,
13. yüzyılın büyük mutasavvıflarından Mevlana Celalettin Rumi ile Yunus Emre'nin
şiirlerindeki içten söyleyişi, coşkulu, gizemli havayı şiirlerinde yaşatmak
yatar. Şahabettin Süleyman'ın, Sefahat-ı Şiir ve Fikir dergisinde (1914 s.1) "Nayiler –
Yeni Bir Gençlik Karşısında" başlıklı makalesiyle tanıttığı bu topluluk, düşüncelerini
ortaya koyacak yapıtlar veremeden dağılmıştır.
3. Nev-Yunanilik (Havza Edebiyatı)
İkinci bir eğilim, Türk edebiyatını temelinden batılılaştırmak amacıyla, "Eski Yunan
edebiyatını örnek almak"tır. Yahya Kemal'le Yakup Kadri benimsedikleri bu eğilime
Eski Akdeniz uygarlığıyla ilgili olduğu için Havza Edebiyatı ya da Nev-Yunanilik adını
vermişlerdir. Bu eğilimin örnekleri de Yahya Kemal'in "Sicilya Kızları" ve "Biblos
Kadınları" adlı şiirleri ile Yakup Kadri'nin "Siyah Saçlı Yabancı ile Berrak Gözlü Genç
Kızın Sözleri" başlıklı yazısı ile sınırlı kalmıştır. Nayilik gib Nev Yunanilik de dönemini
etkileyen bir gelişme göstermemiştir. Şiirimizde tek temsilcisi Salih Zeki Aktay
olarak görülür.
Sicilya Kızları
Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû,
Alınlarında da çepçevre gülden efserler,
Yayar bu mahfile a‘sâbı gevşeten bir bû;
Ve gözleriyle derinden bakar, gülümserler
Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû...
Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar,
Somâki kurnalarından gümüş sular dökülür;
Ve hep civâra serilmiş kadîfe dîvânlar
İçinde, bûseden ölmüş vücûdlar bükülür,
Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar...
Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını;
Füsûn-ı nevm ile, görmez bu âteşîn ravza
İçinde dalgalanan huzûz-ı rehâvetle hâvz-dan havza,
Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını...
Yahya KEMAL
Nev Yunanicilerin ulusal şiiri oluşturmada hangi görüşü desteklediğini tartışınız.
Bu iki eğilimin yanı sıra "Milli Edebiyat"tan ne anlaşıldığı konusunda değişik görüşler
göze çarpıyor. "Milli Edebiyat"tan yana olan şairlerin kimileri Milli edebiyatı eski
50 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Türk tarihine, efsane ve geleneklerine bağlanma olarak benimseyip bu doğrultuda
şiirler yazmışlardır (Mehmet Emin, Ziya Gökalp, M. Nermi). Kimilerinin Osmanlı
İmparatorluğunun parlak dönemlerini yaşatmağa yöneldiği görülüyor (Yahya
Kemal, Enis Behiç). Bir üçüncü grup da ulusallaşmayı "halk şiirine dönüş" kabul
ederek halk şiirine benzer örnekler vermişlerdir (Rıza Tevfik, Faruk Nafiz, Orhan
Seyfi, Yusuf Ziya).
Selîm-nâme'den
Sefer
- 1514 -
Tebrîz'e doğru çıktı sefer şâh-râhına
Ervâh pey-rev oldu cîhan pâdişâhına
At üzre geçtiğin göricek leşker-î guzât
Râm oldu şîrler gibi yâvuz nigâhına
Yek-ser gazâ kılıncı kuşanmış bir ümmetin
Câlis budur erîke-i âlem-penâhına
Münkaad edip serîrine maşrıkla mağribi
Bir devlet armağân edecektir ilâhına
Âhir ağardı tan yeri re's-î cibâlden
Ser-hadde yol göründü Acem taht-gâhına
.....
Sahrâ-yı Çaldıran'da gazâ vardır erteye
Ey berk müjde ver feleğin mihr ü mâhına
Meydân-ı cenge sâye-resân oldu tûğlar
Reh-yâb-ı mülk-i Nûşirevân oldu tûğlar
Yahya KEMAL
Göz Âşinâlığı
İsmini bilmezdim, fakat tanırdım:
Ne yosma bir çiçek takışı vardı!
Kızıl saçlarını ateş sanırdım;
Güneş nûru gibi yakışı vardı.
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 51
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Öyledir gün şafak söktüğü zaman,
- Göllerde gölgeler çöktüğü zaman!-
Saçını çözüp de döktüğü zaman,
Dalga dalga düşüp akışı vardı.
Hüsnünde bir edâ var ki âsîydi.
Beni harâb eden o edâsıydi;
Sevdâlı gönlümün âşinâsıydı,
Yüzüme bir şirin bakışı vardı.
Rıza TEVFİK
Mâniler
Gözlerin mâvi mine,
Vuruldum perçemine.
Aşkın beni çevirdi
Aslı'nın Kerem'ine!
Çıkar şu elbiseni,
Böyle istemem seni
Öptüğüme kızdınsa
Geriye al bûseni!
Sağ derken sola düştüm,
Açık bir kola düştüm,
Ben Âdem'le Havvâ'nın
Düştüğü yola düştüm!
Nâz edip beni üzme,
Öyle gözünü süzme,
"Gel öpeyim!" deyince,
Dudaklarını büzme!
Yoktur ellerde gözüm,
Sorma ki: Nerde gözüm?
Sînendedir vatanım,
Doğduğun yerde gözüm!
Yusuf ZİYA
1917 yılı haziran ayında bu değişik eğilimlerdeki çalışmaları birleştirmek amacıyla
Şairler Derneği'nin kurulduğunu görüyoruz. Kurucuları arasında Ömer Seyfettin,
Hakkı Tahsin, Salih Zeki gibideğişik sanat anlayışı taşıyan şair ve yazarlar bulunan
dernek, üyelerinden konuşma dilini, hece ölçüsünü kullanmalarını istemeyi ilke
edinmiştir. Bir çok edebiyat hareketini kamuoyuna tanıtmakta büyük rol oynayan
Servet-i Fünun dergisiyle birlikte, Yeni Mecmua (1917), Büyük Mecmua (1919) ve
52 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Dergah (1921) dergisindeki sürekli yayınlarla, şiirde dil ve ölçünün ulusallaştırılması
sorunu Cumhuriyetten önce hemen hemen çözümlenmiş gibidir.
İğde Dalları
"Evlerinin önü iğde dalları
İğde boynun eğmiş Hakk'a yalvarı" - Türkü
-
Ey yıldızlar önünde boynunu büken dallar!
Bu sabah sizden geçen rüzgârlar geldi sandım.
Ağır, ağır süzülen meltemlerde bir sır var;
Kalbimde ilk açılan o ilkbahârı andım...
İnce iğde dalları, altın iğde dalları!
Yanık çiçeklerinde gönülden izler kalır,
Açılır koncaların dallarda sarı, sarı;
Aşkın yanık kokusu boşluklara dağılır.
Gizli bir âyet varmış dallarının üstünde.
Daha güneş doğmadan gelip okurmuş kuşlar.
Altın yıldızlarının açıldığı bir günde,
Kadınlar ilk büyülü aşkı ondan duymuşlar...
Kaç senedir kalbimde uyuyan hayâl gibi,
Karşı boş bahçelerde bir ince kız gezindi.
Periler bahçesinde görülen bir hâl gibi,
Bir ânda parıldadı yine bir ânda sindi.
Gümüş yapraklı dallar, altın çiçekli dallar!
Üstüne eğilip de onun elâ gözleri
Ateş renkli lâleye söylediği bir sır var;
Her ilkbahâr doğarken anarım o sözleri...
İlk esen rüzgârları berâber dinlemiştik,
Berâber toplamıştık al, yeşil çiçekleri.
Ateş renkli lâleye gizli bir şey demiştik.
Kovalayıp tutarken uçan kelebekleri...
Esen tâze rüzgâra, şakıyan bir bülbüle
Uyarak söylemişti gönül bestelerini.
Yaprakların içinde kızaran konca güle
Uzanıp incitmişti kâfurdan ellerini...
Salih Zeki AKTAY
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 53
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
4. Beş Hececiler
Bu yıllarda çoğunluğu oluşturan şairlerin, Osmanlıca ve aruz ölçüsünden, Türkçeye,
hece ölçüsüne geçtikleri görülüyor. Bu nedenle şiirlerinde doğal olarak dil ve ölçü
ikiliğine rastlanmakla birlikte 1917'den sonra genç şairler, şiirlerinde Türkçe ve
hece ölçüsünün en güzel örneklerini vermişlerdir. Bir kaç yılı kapsayan çok kısa süre
içinde ulaşılan bu başarıda, Cumhuriyet'in ilk yıllarında da şiir yazmayı sürdüren
ve Beş Hececiler ya da Hecenin Beş Şairi olarak adlandırılan şairlerin etkisi büyüktür.
Bir topluluk oluşturmayan, aynı özellikleri taşıdıkları için bu adla adlandırılan
şairler " Halit Fahri (Ozansoy) (1891-1971), Enis Behiç (Koryürek) (1892-1949), Orhan
Seyfi (Orhon) (1890-1972), Yusuf Ziya (Ortaç) (1895-1967) ve Faruk Nafiz
(Çamlıbel) (1898-1973)'dir.
Balkan Savaşı'ndan başlayarak Birinci Dünya Savaşı yılları Türkçe ve hece ölçüsüyle
şiir yazma eğilimini güçlendirmiş, Beş Hececi şairlerin kimileri ulusal duyguları
kamçılayan şiirler yazarken kimileri de Anadolu'ya yönelmişlerdir. Bu yönelmede
genel olarak Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında başlayan Anadolu edebiyatının
etkisinden söz edilebilir. Bu şairler arasında değişik yanlarıyla dikkati çekenler Faruk
Nafiz ve Enis Behiç'tir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında adını duyuran Faruk Nafiz aruzdan heceye kolayca
geçen şairlendendir. 1915'te yayımlanan ilk şiir kitabı Şarkın Sultanları'nda toplanan
şiirleri aruz ölçüsüyle yazılmış olmakla birlikte bir yıl sonra yayımladığı Dinle
Neyden'deki bütün şiirleri hece ölçüsüyledir. İki ölçüyü de başarılı olarak kullanan
şairin hece ölçüsüne bağlılığı sürekli olmamış, şiirde müziğe önem verişi onu
zaman zaman aruz ölçüsüne döndürmüştür. Değişik nazım biçimleri kullanan Faruk
Nafiz o yıllarda egemen olan, yukarıda değindiğimiz "Milli Edebiyat" anlayışlarından
üçünü de benimsemiş görünür. Lirizmin ağır bastığı şiirlerinde aşkla birlikte
değişik temalar işlemiş Anadolu'ya olan sevgisini dile getirmiştir. Konuşulan Türkçenin
bütün özelliklerinin egemen olduğu şiirlerinde seçtiği temaya uygun bir söyleyiş
göze çarpar. Han Duvarları adlı şiiri Anadolu'yu en güzel yansıtan şiirlerden biridir.
Beş Hececiler bir topluluk adı mıdır? Neden?
Han Duvarları
- Osmanzâde Hamdi Bey'e -
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakîka araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervan-saraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümde duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
54 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık;
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zircirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına,
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık.
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar,
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihâyetsiz bir ova ağarttı benzimizi,
Yollar bir şerid gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, dâimâ yol... bitmiyor düzlük yine.
Ne civârda bir köy var, ne bir evin hayâli;
Sonun ademdir, diyor insana yolun hâli.
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde takırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmışım, kalmışım, yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin vîran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir devâ bulmak için bağrındaki yaraya,
Toplanmıştı garibler şimdi kervan-saraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir parıltı gördü mü gözler hemen daralıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 55
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Şisesi is ağlamış bir lâmbanın ışığı,
Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer âyet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı:
Fânî bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın mânîler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazîn günde erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı,
Bu dört mısrâ değildi, sanki dört damla kandı.
Ben garib çizgilerle uğraşırken baş başa,
Rastlamıştım duvarda bir şâir arkadaşa:
"On yıl var ayrıyım Kına Dağı'ndan
Baba ocağından, yâr kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Hudûdtan hudûda atılmışım ben"
Altında da bir târih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imzâ yerinde başka bir ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudûd kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş.
Araya gitti, diye içlenme bahârına;
Hudûdtan götürdüğün şân yetişir yârına!...
.....
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Enis Behiç, adını Balkan Savaşı yıllarında duyurmaya başlamış, ortama uygun olarak
ulusal konulu şiirler yazmıştır. Bu şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanan Enis Behiç,
Ziya Gökalp'le tanıştıktan sonra kısa sürede hece ölçüsüne geçmiştir. Bundan
sonra Enis Behiç'i Milli Edebiyatçılar arasında görürüz. Hece ölçüsünü kullanmada
değişiklikler yapan şair önce halk şairlerinin ve Milli Edebiyat şairlerinin çok kullandığı
onbirli ölçünün duraklarını değiştirmiştir. 6+5 olarak kullanılan durakları
7+4 biçimine soktuğu gibi, aynı şiirde değişik hece ölçüsü kullanmayı da denemiştir.
Değişik temalı şiirleri arasında kendine en çok ün kazandıranlar, ulusal temalı
olanlardır. Çanakkale Şehitliğinde, Venedikli Korsan Kızı, Gemiciler… gibi şiirleri en çok
bilinenlerdir. 1927'ye değin yazdığı şiirlerinden bir bölümünü Miras adlı kitabında
bir araya toplamıştır. Miras'ın ikinci baskısı, daha sonraki şiirleri de eklenerek,
Miras ve Güneşin Ölümü (1951) adıyla yapılmıştır. 1927-1946 arasında bir durgunluk
dönemine giren şairin yeniden şiir yazmaya başladığında şiir çizgisini değiştirdiği
görülür. Bu değişmede bir Mevlevi büyüğü olan Çedikçi Süleyman Çelebi'nin ruhundan
aldığı esinlerin büyük etkisi olmuştur. Dini ve tasavvufi bir içerik kazanan
56 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
şiirlerinde dil ağırlaşmış, aruz ölçüsüne dönülmüştür. Bu şiirlerini de Varidat-ı Süleyman-
Çedikçi Süleyman Çelebi Ruhundan İlhamlar (1949,1951) adıyla yayımlanmıştır.
Çanakkale Şehîdliğinde
- İbrâhim Alâeddîn'e -
Ey şimdi köyünden pek çok uzakta,
Ey şimdi bir yığın kara toprakta
Uyanmaz uykuya dalan yiğitler!
Şehîdlik şânını alan yiğitler!
Yan yana dizilen mezarlarınız
Zemîne semâvî iftihâr olmuş.
Dünyâya kapanan nazarlarınız
Tanrı'nın mağfiret nûruyla dolmuş.
Ne alçak görünür şu fâni hayât,
Baktıkça samîmî uzletinize.
Bir ânda coşarak ağlarım, heyhât!..
Günah-kâr gözyaşım lâyık mı size?..
Hayır, sanmayın ki bu gözyaşlarım
Kirletmek istiyor merkadinizi.
Ey benim kaybolan arkadaşlarım,
Ben görmek isterim bir daha sizi.
Lâ'net, gözlerimde duran gölgeye;
Ağlarım bu gölge silinsin diye.
Âh, o gölgedir ki hayâta tapar;
Gözümün nûrunu sizlere kapar;
Beni bir vefâsız riyâ-kâr yapar!..
Enis Behiç KORYÜREK
Orhan Seyfi, Yusuf Ziya ve Halit Fahri Milli Edebiyat hareketinin geliştiği, yerleştiği
yıllarda yetişen şairler olarak konuşulan Türkçeyi, hece ölçüsünü benimsemişlerdir.
İlk şiirlerini Fecr-i Ati'nin etkisiyle aruz ölçüsünde yazan şairler, aruzu bırakıp
heceye yönelmekte güçlük çekmemişlerdir. Orhan Seyfi, aruz ölçüsüyle yazdığı
Fırtına ve Kar'ın yanında ile hece ölçüsüyle yazılmış masalın en güzel örneklerinden
biri olan Peri Kızıyla Çoban Hikayesi adlı şiirleriyle tanınmıştır. Aruza Veda adlı şiiriyle
aruz ölçüsünü bırakıp heceye ve konuşulan Türkçeye yönelen Halit Fahri'nin, şiirlerinde
bireysel duygulanışlara fazlaca yer verdiği görülür.
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 57
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Fırtına ve Kar
Fırtına: Kudurmuşsan denizden intikam al!
Ufuklardan zalâm al!
Ağaçlar yık, bulutlar çâk çâk et!
Bütün dünyâyı istersen helâk et,
Fakat yalnız
Benim sessiz ve ıssız
Şu hücremden çekil, hülyâmı bozma,
Benim ru'yâmı bozma!
Nedir tehevvürün ey bâd,
Bu bitmeyen feryâd,
Bu sayhalar, bu gırîv?..
Ey dîv,
.....
Kar: Dışarda yorgun adımlar... Çalındı sonra kapım;
"Aceb gelen bu zaman kim?.." dedim, gidip açtım.
Görünce kalbimi oynattı bir küçük lerziş.
Garîb çehreli, â'sâr-dîde bir dervîş!
Elinde buzdan asâ, koltuğunda bir ney var;
Omuzlarında uzun, bembeyaâz uzun saçlar..
- Ne var, dedim, nereden geldin ihtiyâr, ne adın?
Neden bu korkulu yollarda böyle geç kaldın?
- Uzak, uzak... dedi, mechûl, uzak ufuklardan
Sürüklüyor beni rûhumda duyduğum hicrân!
Kutubların geçerek müncemid denizlerini,
Ümîdimin aradım her tarafta izlerini.
Yabancı yolların üstünde ağladım, koştum;
Bahârın âşıkıyım, "kış" tır ismim ey dostum!
- Sana meş'ûm bir haber dervîş:
Sevgilin gitti çok zamân evvel...
Belli, yorgunsun ihiyâr, bana gel,
Misâfir ol bu gece!
.....
Orhan Seyfi ORHON
Peri Kızı ile Çoban Hikayesi
Çok eski bir zamanda, Bu kız öyle güzel ki,
Oğuz Han hükümdarmış. Çıldırtır aşkı belki.
İşitmiştim, Tûran'da O kadar muhayyel ki,
Bir peri kızı varmış. Akıllara zararmış.
58 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu nazlı peri kızı, Cefâ imiş âdeti,
Bu güzellik yıldızı, Hiç yokmuş merhameti.
Her gönülde bir sızı Sevmeyen bu âfeti,
Bırakarak yaşarmış. Sevenden bahtiyârmış.
Issız dağlarda gezer, Vurulurmuş kalbinden,
Yokmuş izinden eser. Bir kere onu gören.
Bâzan göründüğü yer, Âşıkları, tâhmînen,
Bir sihirli pınarmış. Gür saçları kadarmış.
Yüzü penbe bir şafak, Gençlerin yüzü solmuş,
Gülse güller açacak.. Gözleri yaşla dolmuş.
Yaşarmış ilden uzak, Aşkı bir âfet olmuş,
Dostları çobanlarmış. Bütün cihânı sarmış..
.....
Orhan Seyfi ORHON
Beş Hececi şairler, serbest şiire geçilinceye değin kendilerinden sonra gelen şairleri
hece ölçüsü ve Türkçe kullanma bakımından etkilemişlerdir.
"Milli Edebiyat" şiirinin ilkelerini benimseyen şairler olarak Beş Hececiler'e Salih
Zeki Aktay, Ali Mümtaz Arolat, İhsan Raif, Şükufe Nihal, Ahmet Hamdi Tanpınar,
Ömer Bedrettin Uşaklı, Halide Nusret Zorlutuna, Necmettin Halil Onan gibi
şairleri ekleyebiliriz.
Nilüfer
Gecenin sularında
Mehtâb bir nilüferdir;
Açılmış bir kederdir
Gecenin sularında.
Benzi uçuk, kalbi sâf,
Teni elmastan şeffâf,
Mehtâb bir nilüferdir
Gecenin sularında
Rengi kış, bakışı yaz,
Sevgililerden beyaz,
Açılmış bir kederdir
Gecenin sularında
Gecenin sularında
Mehtâb bir nilüferdir,
Açılmış bir kederdir
Gecenin sularında.
Ali Mümtaz AROLAT
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 59
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Yağmur
Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde,
Bir parça uzaklaş kederlerinden.
Bir rûh gülümsüyor gibi derinden,
Mehtâbın ördüğü saatler nerde?
Varsın bahçelerde rüzgâr gezinsin,
Yağmur ince ince toprağa sinsin,
Bir başka âlemden gelmiş gibisin,
Dalmış gözlerinle pencerelerde.
Ahmet Hamdi TANPINAR
Uyusam
Birdenbire uyandım,
Kalbimdeki alevi yine duyarak yandım;
Yine duydum başımda sonsuz başağrısını,
Âh, bu ağrı, kemirdi ömrümün yarısını!
Sabah...
Serin, ince rüzgârlı, pembe renkli bir sabah...
Bahâr...
Gülleri, bülbülleri, neş'esiyle ilkbahâr...
Benim rûhumda yalnız acı ve derin bir âh,
Tâze dudaklarımda soluk bir tebessüm var...
Ey rüzgâr,
Istırâbım çok derin...
Eserek serin serin,
Geçtin yanan alnımdan; esmenin zamânı mı.
Uyandırmasaydın ya uyuyan hicrânımı.
Eserken serin serin,
Birdenbire uyandım,
Kalbimdeki alevi yine duyarak yandım;
Yine duydum başımda sonsuz başağrısını,
Âh, bu ağrı, kemirdi ömrümün yarısını...
Uyandım da canlandı büsbütün ıztırâbım...
Uyuyorken uyuyor hicrân telli rübâbım...
Dalsam, duymadan seni, sonu yok bir uykuya...
Uyusam doya doya...
Şüküfe NİHAL
60 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Sevgilime
Yolunda gençliğim sönse de, yine
İçimde kız senin aşkın var, yeter.
Baygınlık çöksün de kirpiklerine
O kumral saçlarla beni sar, yeter.
Varlığın uçarken en şakrak çağa
Dolaştım bakıştan, nûrdan bir ağa;
Beni öldürmeye ve yaşatmağa
O baygın gölgeli bakışlar yeter...
Karşında hasretle gelsem dize de,
Anlatsam şu gönül ne felek-zede.
Bahâr yollarında ikimize de
Menekşe türbeli bir mezar yeter...
Ömer Bedrettin UŞAKLI
Temenni
Ben ki sessiz, habersiz gönül bağladım size,
Şimdi ne zaman dalsam derin gözlerinize,
Birdenbire rûhumu çılgın arzûlar sarar,
Atılmak ister gibi karanlık bir denize.
Düşündüğüm sizsiniz her gün, her gece şimdi.
Bu dünyâda saâdet siz demek bence şimdi.
Rûhunuz eş olmamış, diyorlar, benim gibi
Size yalnız gönlünü veren bir gence şimdi.
Aczimi anlatsam da yolumdan dönmem geri,
Tuttunuz can köşemde hükm edecek bir yeri.
Bir kere gözlerime baksanız anlardınız
Sizin için kalbimde canlanan emelleri.
Her aşk için, gönlünüz kapanmış bir saraymış;
Sevenler kapısında uzun yılları saymış.
Ben de, bunu düşünüp diyordum ki: Allah'ım,
Keşke, sizi bu kadar güzel yaratmasaymış.
Necmettin Halil ONAN
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 61
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
5. Öteki Şairler
Şiirlerini 1918'den sonra yayımlamağa başlayan Yahya Kemal ise daha değişik bir
çizgide görülür. Milli Edebiyat hareketinin ilkelerine tam olarak uymamakla birlikte
konferanslarıyla hareketi desteklemiştir. Tarihte Osmanlı İmparatorluğu'nu temel
alan Yahya Kemal, Birinci Dünya Savaşı sonlarındaki yenilginin çöküntüsünü
yaşayan Türkler'i güçlendirmek için ulusal tarihi tema alan şiirler yazmıştır. Açık
Deniz'den başlayarak, Akıncı, Mohaç Türküsü, İstanbul'u alan Yeniçeri'ye Gazel, Süleymaniye'de
Bayram Sabahı… gibi şiirleri; bu temayı işlediği tanınmış şiirleridir. Tarihe
yönelik temaların yanında sonsuzluk, aşk ve ölüm en çok işlediği konulardır.
Özellikle tarihsel temalı şiirlerinde Divan şiiri koşuk biçimini kullanan Yahya Kemal
Ok şiiri dışında hep aruz ölçüsü kullanmıştır. Koşuk biçimleri gibi dili de şiirlerin
temasına göre değişir. Tarihsel temalı şiirlerinde, yansıttığı döneme uygun
bir dil kullanırken, konuşma Türkçesinin güzel örneklerini verdiği şiirleri de vardır.
Dile olan egemenliğiyle şiirimize değişik bir söyleyiş getirmiştir.
Süleymâniye'de Bayram Sabahı
Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,
Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye'de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aks ettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.
Gecenin bitmeği yüz tutuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var... ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerde açılmış nice yerlerdendir;
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık,
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüyüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrı'nın ma'bedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
.....
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvablı biri,
Dinliyor vecd ile tekrâr alınan tekbîri;
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü'min neferin!
Kimdi? Bânîsi mi, mi'mârı mı ulvî eserin?
Tâ Malazgird Ovası'ndan yürüyen Türk Oğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli.
Hem büyük yurdu kuran, hem koruyan kudretimiz,
62 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Her zaman varlığımız, hem kanımız, hem etimiz.
Vatanın hem yaşayan vârisi, hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde tesellî gibi o.
Hem bu toprakta, bugün bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Yahya KEMAL
Mâhûrdan Gazel
Gördüm, ol meh dûşuna bir şal atıp Lâhûr'dan,
Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan.
Nerdübanlar bûsiş-î nermîn-i dâmânıyle mest,
İndi bin işveyle bir kâşâne-î fağfûrdan.
Atladı, dâmen tutup, üç çifte bir zevrakçeye;
Geçti sandım mâh-ı nev âyîne-î billûrdan.
Halk-ı Sa'd-âbâd iki sâhil boyunca fevc fevc
Va'de-î teşrîfine alkış tutarken dûrdan,
Cedvel-î Sîm'in kenârından bu âvâzın Kemâl,
Koptu bir fevvâre-î zerrin gibi mâhûrdan.
Yahya KEMAL
Özet
Ulusal şiirin ilk temelini Tanzimat döneminde Şinasi atmıştır, fakat asıl uygulayıcısı
1911'de Mehmet Emin Yurdakul olmuştur. Onu Genç Kalemler Dergisi'nde yazan Ziya
Gökalp izlemiştir. Ziya Gökalp Türkçülüğü benimsetmekte Mehmet Emin'den daha başarılı
olmuştur. Aynı yıllarda Servet-i Fünun, Fecr-i Ati gibi topluluklarda yer alan kimi şairlerin
değişik görüşlerde yeni topluluklar kurdukları görülür.
Bunlardan biri Nayicilerdir ki ulusallaşmayı ulusal geçmişe bağlanmakta arayarak Mevlana'yı,
Yunus Emre'yi anlamaya çalışırlar. Nev-Yunaniler; olgun, estetik Türk şiirini bir
Türk rönesansı yaratmakta ararlar ve Eski Yunan şiirinin kurallarını, Türk şiirine uygula-
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R 63
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
maya kalkarlar. Bir grup şair, Türk tarihi ve Türk geleneklerini yeniden canlandırmakla ulusal
şiire ulaşmaya çalışırken, bir grup şair Osmanlı İmparatorluğu'nun parlak döneminden
şiir için bir gelecek umar. Bir başka grup ise Halk şiirine eğilir.
1917'de bütün bu küçük kümeleri bir araya toplayabilmek için Şairler Derneği kurulur. Bütün
bu çalışmalar sonucu dilde belirgin bir ölçüde ulusallaşma görülür. Beş Hececiler bu dönemde
yetişir, fakat artık hece ölçüsünü kullanan şairler beş sayısının çok üstündedir. Şiirin
konusu ulusallaşır, Anadolu'ya yönelinir.
Yahya Kemal, Neo Klâsik akımın etkisiyle şiirler yazar. "Ok" şiiri dışta tutulursa aruz ölçüsünü
kullanır, fakat konusunu Türk tarihinden alarak ulusal şiiri destekler.
Değerlendirme Soruları
1. "Bizim asıl şiirimiz halk şarkılarıdır" görüşünü aşağıdaki şairlerden hangisi savunmuştur?
A. Ziya Paşa
B. Ziya Gökalp
C. Namık Kemal
D. Mehmet Emin Yurdakul
E. Faruk Nafiz Çamlıbel
2. Şiirde halka ilk eğilim hangi dönemde olmuştur?
A. Servet-i Fünun Dönemi
B. Tanzimat'ın ilk dönemi
C. Tanzimat'ın ikinci dönemi
D. Milli Edebiyat Dönemi
E. Cumhuriyet Edebiyatı Dönemi
3. Aşağıdaki gruplardan hangisinin şiiri ulusallaştırmak gibi bir kaygısı yoktur?
A. Nayiler
B. Nev Yunanîler
C. Şairler Derneği
D. Beş Hececiler
E. Servet-i Fünuncular
4. Aşağıdakilerden hangisi Hecenin Beş Şairinden biri değildir?
A. Faruk Nafiz Çamlıbel
B. Enis Behiç Koryürek
C. Ziya Osman Saba
D. Orhan Seyfi Orhon
E. Yusuf Ziya Ortaç
64 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A Ş İ İ R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

milli edebiyatın doğuşu

1. Giriş
Bildiğiniz gibi, Tanzimat döneminde, Türk toplumu hızlı bir batılılaşma hareketi
içine girmiştir. İmparatorluk dağılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tehlike "Osmancılık"
düşüncesinin gelişmesine yol açmıştır. Bu düşünce devlet yönetimince,
özellikle II. Abdülhamit tarafından da desteklenmiştir.
Öte yandan 1856'da Islahat Fermanının Hiristiyanlara yeni haklar tanıması, müslümanlar
arasında tepkiye yol açmıştır. Böylece İmparatorluk içindeki müslümanları
gözeten "İslamcılık" düşüncesi ortaya çıkmıştır. İslamcılık, II. Meşrutiyet döneminde
daha da gelişmiş ve Mehmet Akif'in temsilciliğiyle edebiyata yansımıştır.
Ali Suari, Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa gibi kimi aydınlar ise başka bir düşünceyi
işlemeye başlamışlardır. "Türkçülük, başka bir deyişle "Milliyetçilik".
2. Türkçülük (Milliyetçilik) Düşüncesi
Tanzimat'tan önce, Türk deyince Osmanlı İmparatorluğundaki Türkler anlışılmıştır.
Tanzimat döneminde ise sözcüğün anlamı genişlemiş; dünyada yaşayan bütün
Türkler için kullanılmaya başlanmıştır. Pek çok aydın, edebiyatçı, dildeki Arapça ve
Farsça etkisinden yakınmıştır. Türk dili üzerine sesini ilk yükselten aydınlardan biri
Ali Suavi'dir. Ali Suavi, Türkçenin dünyanın en eski ve en zengin dillerinden biri olduğunu
öne sürmüştür. Arapça, Farsça kuralların dilden çıkarılmasını, yazılarda
kısa cümleler kullanılmasını; ezanın, hutbelerin, namaz surelerinin Türkçeleştirilmesini
istemiştir.
1876'da Abdülhamit'in tahta çıkması, ardından Meclis-i Mebusan'ı kapatması ile
başlayan istibdat yönetimi, Türkçülük akımının uzun bir durgunluk dönemine girmesine
yol açar. 1896'dan sonra Türkçülük düşüncesi gelişmesini sürdüren Ahmet
Cevdet'in çıkardığı İkdam gazetesinde başlığın altına "Türk gazetesidir" sözü
eklenir. İkdam'da bu düşünceyi destekleyen yazıların yanı sıra Osmanlıca-Türkçe
tartışmalarına yer verilir. Selânikte çıkan Çocuk Bahçesi adlı dergide de Mehmet
Emin, Rıza Tevfik gibi şairler yalın bir Türkçeyi ve hece ölçüsünü savunurlar. Onların
karşısında ise Osmanlıcayı ve aruzu savunan Hüseyin Cahit, Ömer Naci gibi
edebiyatçılar vardır.
Bunlar üzerine hükümet dil tartışmalarını yasaklar. Fakat bilginler, aydınlar
Türk tarihi ve dili üzerine çalışmalarını sürdürürler.
Özellikle Abdülhamit istibdatı yüzünden yurt dışına giden aydınlar, oralarda yayınlar
yaparak bu düşünceyi işlemekten geri durmazlar. Akçuralı Yusuf (1879-
1935), Kahire'de Üç Tarz-ı siyaset (Osmancılık-İslamcılık-Türkçülük) adıyla önemli
bir kitap yayımları (1907)
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 37
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Türkçülük düşüncesi, Balkan Savaşına dek, daha çok kültürel alanda etkili olmuş;
edebiyatçılar ve fikir adamlarınca işlenmişti. Ancak 1912'de Balkan Savaşının yenilgiyle
sonuçlanması üzerine siyasal alanda da kendini göstermiştir. Balkan yenilgisiyle
İmparatorluktaki hristiyanların milliyetlerinin farkına vararak teker teker
kopmaya başlamaları Osmancılık düşüncesinin yanlışlığını ortaya koydu. Öte yandan
Arnavutlar ve Araplar arasındaki ayaklanmalar İslamcılığın da kurtuluş için
çözüm olmadığını gösterdi. 19. yüzyılda Avrupa'ya egemen olan milliyetçilik düşüncesine
koşut olarak, Osmanlı İmparatorluğunda Türkçülük akımı ivme kazanmaya
başladı.
Türkçüler, ilk olarak 1908'de "Türk Derneği" adında bir dernek kurdular.
Kurucuları arasında Akçuraoğlu Yusuf, Ahmet Mithat, Necip Asım, Rıza Tevfik
gibi adların bulunduğu dernek, 1911'de aynı adla bir dergi çıkardı. Bu derginin ilk
sayısında "Türk Derneği Beyannamesi" başlığı altında, dilin yalınlaştırılması için
yapılması gerekenleri madde madde açıkladılar. Bunlardan kısa şu noktalar vurgulanıyordu:
• Osmanlı Türkçesinin bütün Osmanlılar arasında kullanılan ulusal bir dil olabilmesi
için, Türk dilinin nitelikleri ortaya konacak, geçirdiği değişme evreleri
araştırılacaktır.
• Dildeki Arapça ve Farsça sözcükler atılmayacak; ancak Türkçe karşılıkları
bulunanlar kullanılmayacaktır.
• Derneğin yayınlarında en yalın Osmanlı Türkçesi kullanılacaktır.
• Resmi yazışmalarda, ilân ve levhalarda halkın kolaylıkla anlayabileceği bir
Türkçenin kullanılması hükümetten istenecektir.
Bu düşünceler uygulanabildi mi?
Bu düşünceler istenen biçimde uygulamaya geçirilememiştir. Ancak daha sonraki
dilde yalınlaşma için bir adım olduğu açıktır. 1911'de Mehmet Emin'in başkanlığında
"Türk Yurdu" derneği kuruldu. Bu dernek de kendi adıyla bir dergi çıkardı. Daha
sonra da en uzun süre yaşayan, Türkiye'de milliyetçiliğin gelişmesinde en etkili dernek
olan "Türk Ocağı" kurulur. Ayrıca halkın düzeyine inmeyi amaçlayan bir dergi
çıkarılır: Halka Doğru (1913). İktidardaki İttihat ve Terakki Partisi de bu hareketi desteklemektedir.
Böylece milliyetçilik hareketi hızla gelişir.
3. Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi
Milliyetçiliğin dil ve edebiyatla ilişkisi, 1911'de Selânik'te çıkmaya başlayan Genç
Kalemler adlı dergi ile kurulmuştur. Derneginin başında Ömer Seyfettin ve Ali
Canip bulunmaktadır.
"Milli edebiyat" adı ilk kez Genç Kalemler'de kullanılır.
38 M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ
?
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ömer Seyfettin'in Mektubu
"Sevgili Cânib Bey, 15 Kânunisâni 1326. Yakorit
Cevâbınızı almadan işte ben size yazıyorum. Size bir teklifim var. Kanaatlerineze pek yakın
olduğu için hemen kâbul edeceksiniz sanıyorum. Bakınız ne! Biraz izâh edeyim:
Edebiyattan nefret ettiğimi ve bu nefretimin iğrenç, tiksindirici bir nefret olduğunu yazmıştım.
Bu nefretim edebiyata olmaktan ziyâde, lisânadır. Bizim lisânımız-her zaman düşündüğümüz
gibi-berbâd, perişan; fenne, mantığa muhâlif bir lisândır. Garp edebiyâtını biraz tanıyan,
mümkün değil bu nefretten kurtulamaz.
Bu lisânı zaman ve vâkıfâne bir sa'y tasfiye eder. Ben işte edebiyattan vazgeçtikten sonra tetebbu
edeceğim fenlere, ilimlere çalışırken bu tasfiyeye yardım edeceğim. "..............." ve
”..............." gibi nura, hakikate muhtaç Türkleri Asya'nın karanlıklarına götürmeye çalışacağım.
Sa'yimin esasını teşkil edecek noktalar pek basit: Arapça ve Farsça terkiplerin hiç
lüzûmu yoktur. Bunlar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teşhir edecek fikri yoksa onları
çok kullanılır. Eğer terkipler terk olunursa tasfiyede büyük bir adım atılmış olmaz mı?
Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Cânim Bey, edebiyatta, lisânda bir ihtilâl vücuda getirelim.
Ah büyük fikir, sa'y sebhat ister...
Ömer Seyfeddin
Ulusal (milli) bir edebiyat yaratma görevini üzerine alan dergi, böyle bir edebiyat
için önce dilin ulusallaştırılması (millileştirilmesi) gerektiği gerçeğini ortaya çıkarır.
Genç Kalemler'in üyeleri derginin "Yeni Lisan" başlıklı ünlü başyazısında, dilin yalınlaştırılarak
Osmanlıcadan kurtarılması gerektiğini öne sürerler.
Bunun koşullarını madde madde açıklarlar.
• Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça dilbilgisi kuralları kaldırılmalı;
• Türkçeye girmiş Arapça sözcükler Arapça dilbilgisi değerlerine göre değil,
Türkçedeki kullanışlarına göre dikkate alınmalı;
• Arapça ve Farsça sözcükler asıllarındaki söylenişlerine değil, Türkçedeki
söylenişlerine göre yazılmalı;
• Konuşma diline girmiş Arapça ve Farsça sözcükler atılmamalı, bilimsel terimlerde
Arapça kullanılmasında sakınca görmemeli;
• Başka Türk lehçelerinden sözcük alınmamalı;
• Konuşmada İstanbul ağzına uyulmalıdır.
Genç Kalemler'in genç üyeleri dilin böylece yalınlaşacağını düşünmektedirler. Bu
hareketin başında Ömer Seyfettin, edebiyat ile dili birbirinden ayırmaz. Zamanın
edebiyatının ulusal olmayışına neden olarak eski ve yapay dili gösterir. Gereksiz yabancı
kuralların dili hasta ettiğini öne sürer. Bu yüzden genç edebiyatçılardan, bu
hasta, yapay dilden uzaklaşmalarını ister. Ömer Seyfettin'e göre ulusal bir edebiya-
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 39
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
tı, ancak bu dilden uzaklaşan edebiyatçılar oluşturabilir. Ayrıca edebiyatın konusununda
halkın yaşayışından alınması gerektiğini öne sürerler. Çünkü Tanzimat'a
dek İran'ın taklitçisi olan Türk edebiyatı, Tanzimat'tan sonra da Batının taklitçisi olmuştur.
Artık bunlardan kurtularak, yaratma aşamasına geçmek ve Türk halkının
yaşayışına yönelmek gerekmektedir. Şiirde Genç Kalemler ile Fecr-i Ati arasında
önemli bir ayrım yoktur. Çünkü Genç Kalemler'in şairleri "estetik bir haz" aracı saydıkları
şiirde Fecr-i Aticiler gibi bireyci anlayışı sürdürürler. Sonraları aruz yerine
hece ölçüsünü getirirlerse de hecenin benimsenmesi uzun bir süre almıştır.
Bu harekete Servet-i Fünuncular, Fecr-i Aticiler büyük bir tepki gösterirler.
Başta Köprülüzade Mehmet Fuat Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin ve Yakup
Kadri olmak üzere birçok yazar, sert bir eleştiriye girişirler. Çünkü bu kişiler, sanat
eserlerinin uluslararası olması nedeniyle edebiyatın ulusal olamayacağını düşünmektedirler.
Yeni Lisan'ın de edebiyat dili değil, bilim dili olabileceğini öne sürerler.
Yakup Kadri, sanatın kişisel ve saygıdeğer olduğu görüşündedir. Bu yüzden dildeki
yalınlaşmaya kesinlikle karşı çıkar. Fakat bir yıl süren tartışmaların sonunda
Hamdullah Suphi, Celâl Sahir, Yakup Kadri, Köprülüzade Mehmet Fuat, Refik
Halit, Yeni Lisan hareketini kabul ettiklerini bildirirler. Genç Kalemler 1912'de kapanmış,
yazarları da İstanbul'a gitmişlerdir. Balkan yenilgisinin kendilerini doğruladığını
görerek, Millî edebiyat hareketini Türk Yurdu gibi öteki milliyetçi dergilerdeki
yazılarıyla sürdürmüşlerdir. Yeni yetişen gençlerin de katılmasıyla Millî edebiyat
akımı genişleyerek, edebiyatımızın yeni bir döneme girdiğini gösterir.
40 M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ
Genç Kalemler Dergisinin İç Kapağı
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
4. Ziya Gökalp'in Dil Anlayışı
Ünlü düşünür Ziya Gökalp (1876-1924), önceleri Bütün Türkçülük görüşünü benimsemiş;
yazılarıyla, şiirleriyle, üniversitede verdiği derslerle geniş bir kitleye düşüncelerini
aktarmıştır. Genç Kalemler'de yayımladığı Turan adlı şiiri, Gökalp'in düşüncelerini
yansıtmasıyla dikkati çekmiştir. Fakat Gökalp, Türkiye'nin varlığını
tehlikeye düşürebileceğini anlayarak Turancı anlayıştan vazgeçer. Aşırılıktan uzak,
ırkçılığa karşı bir milliyetçilik anlayışında karar kılar.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabının bir bölümünü Türk dili ve edebiyatına
ayırmıştır.
Eskiden beri tartışılan dil konusunda öne sürülen düşüncelerden uygun bulduklarını
ilkeleştirmiştir. Bunlardan öne çıkanları şöyle belirtebiliriz:
• Ulusal bir dilin oluşturulabilmesi için halk edebiyatında kullanılan dil alınacak;
• Yazıda İstanbul hanımlarının konuştuğu dil kullanılacak;
• Halk dilinde Türkçe karşılığı olan Arapça, Farsça sözcükler, tanımlamalar
atılacak;
• Halkın diline girmiş Arapça, Farsça sözcükler korunacak; bunların yerine eski
Türkçeden dönmüş sözcükler alınmayacaktır.
• Yeni terimler gerektiğinde, halkın dilinde bulunmadığı zaman -tamlama olmamak
koşuluyla- Arapça ve Farsça sözcükler alınabilecektir.
Gördüğünüz gibi, Ziya Gökalp dil konusunda ılımlı bir yol izlemiştir. Osmanlıcaya
karşı çıkmakla birlikte, dilin parçası olmuş yabancı kökenli sözcüklerin korunması
gerektiğini savunmuştur.
Örnek:
YAZI DİLİ VE KONUŞMA DİLİ
Türkiye'nin millî dili "İstanbul Türkçei"dir; buna şüphe yok! Fakat, İstanbul'da iki Türkçe
var: Biri konuşulup da yazılamayan "İstanbul lehçesi", diğeri yazılıp da konuşulmayan
"Osmanlı lisanı"dır. Acaba, millî dilimiz bunlardan hangisi olacaktır?
Bu suale cevap vermeden, dilimizi, başka dillerle mukayese edelim: Başka diller de, milletlerinin
başkentlerine âit dillerdir. Fakat, başka başkentlerin hepsinde, konuşulan dille yazılan dil
aynı şeydir. Demek ki, konuşma diliyle yazı dilinin birbirinden başka olması, sırf İstanbul'a
mahsus bir haldir. Bütün milletlerde bulunmayıp da yalnız bir millette tesadüf edilen bir hal
normal olabilir mi? O halde, İstanbul'da gördüğümüz bu ikilik bir dil hastalığıdır.
Her hastalık tedavi edilir; o halde, bu hastalığın da tedavisi lâzımdır. Fakat bu tedaviyi yapabilmek,
yani dildeki ikiliği ortadan kaldırmak için, şu iki şeyden birini yapmak lâzımdır: Ya,
yazı dilini aynı zamanda konuşma dili haline getirmek, yahut konuşma dilini aynı zamanda
yazı dili haline koymak.
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 41
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bu iki şıktan birincisi mümkün değildir; çünkü, İstanbul'da yazılan dil, tabiî bir dil değil, Esperanto
gibi sun‘î bir dildir. Arapça, Acemce ve Türkçenin sözlüklerini, gramerlerini, sentakslarını
birleştirmekle husule gelen bu Osmanlı Esperantosu nasıl konuşma dili olabilsin?
Her mânâ için en az üç anlamlı kelime, her terkip için en az üç şekil, her edat için en az üç lâfız
bulunan bu sun'î lüzumsuzluklar halitası nasıl canlı bir dil haline girebilsin?
Demek ki, İstanbul'da yazı dilinin konuşma dili haline geçmesi mümkün değil. Bunun
mümkün olmadığı, yüzyıllarca uğraşıldığı halde, başarıya ulaşılamamış olmasından
bellidir. Farzımuhal olarak birtakım müstebitçe kanunlarla İstanbul ahalisi, bu acayip yazı
diliyle konuşmağa başlamış olsaydı bile, yine bu yazı dili, gerçekten millî dil olamazdı. Çünkü
onu, konuşma dili olarak, yalnız İstanbul'un değil, bütün Türkiye'nin kabul etmesi lâzım
gelirdi. Bu kadar büyük bir cemiyete ise, zorla, hiç bir şey kabul ettirilemezdi.
O halde, yalnız bir şık kalıyor: Konuşma dilini yazarak yazı dili haline getirmek!
Zaten halk muharrirleri, bu işi eskiden beri yapıyorlardı. Osmanlı edebiyatının yanında,
halk diliyle yazılmış bir Türk edebiyatı altı, yedi yüzyıldan beri mevcuttu. Demek ki, dil ikiliğini
kaldırmak için, yeniden hiç bir şey yapmağa lüzum yoktu. Osmanlı dilini hiç yokmuş gibi
bir tarafa atarak, halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini aynıyle millî dil saymak
kâfi idi: işte Türkçüler, dilimizdeki ikiliği kaldırmak için, şu prensibi kabul etmekle yetindiler:
İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları dili yazmak. bu
suretle yazılacak olan İstanbul'un konuşma diline «Yeni Lisan», sonra «Güzel Türkçe», daha
sonra «Yeni Türkçe» adları verildi.
5. Millî Edebiyatın Temel Nitelikleri
1911'de Genç Kalemler dergisinin genç yazarlarınca başlatılan Yeni Lisan hareketi gelişerek
Millî Edebiyat akımı başlatılmıştır. Ulusal bir dil ve edebiyatın geliştirilmesinin
amaçlandığı bu dönem, yeni Türk edebiyatının önemli bir aşamasını oluşturmuştur
"Millî Edebiyat" adını almış olan bu dönemin belli başlı nitelikleri nelerdir?
• Konuşma dilini yazı diline döndürme düşüncesi zamanın yazarlarının büyük
çoğunluğunca benimsenmiş; böylece Osmanlıcadan Türkçeye dönülmüştür.
• Şiirde Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanılmış; aruz ölçüsünden
heceye geçilmiştir. Ancak bir geçiş dönemi özelliği olarak, zaman zaman her
ikisi de kullanılmıştır.
• Halkın yaşamı edebî eserlere konu edilmiştir. O zamana dek olayların geçtiği
yer hep İstanbul iken, yazarlar artık İstanbul dışına da eğilmeye başlamışlardır.
• Ayrıca Türk tarihi ve gelenekler de yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır.
Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin, Ali Kemal gibi birkaç muhalif dışında zamanın
bütün şair ve yazarları Millî Edebiyat hareketine katılmışlardır. Edebiyatın ulu-
42 M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
sallaştırılması çabası büyük ölçüde amacına ulaşmıştır. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti
kurulurken, ağır bir edebî dil yerine konuşma dili kullanılmaya ve halkın yaşayışı,
sorunları konu edilmeye başlanmıştır.
Özet
Tanzimat dönemine kadar "Türk" terimi, Osmanlı İmparatorluğundaki Türkleri,
Tanzimat döneminde "Türk" terimi bütün Türkleri karşılar olmuştur. Dildeki Arapça
Farsça sözcüklerin atılmasını; ezanın hutbelerin, namazdaki surelerin Türkçe olmasını,
yazıda kısa cümleler kullanılmasını ilk öneren Ali Suavi'dir. Osmanlıca'yı
savunanlar da olunca hükümet dil tartışmalarını yasaklar. Akçuralı Yusuf ve onun
gibi düşünenler yayınlarını yurt dışında yaparlar. 1908'de Türk Derneği kurulur.
1911'de derneğin dil üzerindeki ilkeleri bir beyanname ile açıklanır. Aynı yıl Türk
Yurdu derneği kurulur. Onu Türk Ocağı izler.
1912'deki Balkan yenilgisi, siyasileri Osmanlıcılıktan Milliyetçiliğe çeker. İttihat ve
Terakki Partisi bu hareketi destekler.
1911'de Selânik'te çıkarılan Genç Kalemler dergisi yazarları edebiyatın ulusallaşması
için önce dilin ulusallaşması tezinden hareketle konularını da halka dayandırırlar.
Onlar ne doğunun ne de batının taklitçisi olmak istemezler. Bu görüşe sanatın
evrenselliğini savunan Servet-i Fünuncular ile Fecr-i Atici'ler karşı çıkar. Bir yıl sonra
onlar da ulusal görüşü desteklemeye başlarlar.
Milli görüşü destekleyenlerden birisi de Ziya Gökalp'tir. Önce Turancılık görüşünü
savunur, sonra bu aşırılığın zararlı olabileceğini düşünerek Türkiye Türkçülüğünü
benimser. İlkelerini Türkçülüğün Esasları adlı bir kitapta toplar. Bu kitabın bir bölümünü
de Türk Dili ve Edebiyatına ayırır. Birçok dilci ve edebiyatçıyı bu amaçta birleştirmeyi
başarır. Cumhuriyet kurulurken konuşma dilini ilke edinmiş, halkın sorunlarını
konu edinen bir edebiyat hazırdır.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.
1. Siyasilerin önce Türkçülük akımına karşı çıktıkları halde, sonradan desteklemelerinin
nedeni nedir?
A. Edebiyatçı siyaset adamları vardı.
B. Balkan Savaşı'ndaki yenilgi hem Osmanlıcılık, hem İslâmcılık düşüncesinin
yanlışlığını ortaya koydu.
C. II. Abdülhamit Osmanlıcılık düşüncesini desteklediği için.
D. II. Meşrutiyet ilân edilmişti.
E. 1876'da Meclis-i Mebusan kapatılmıştı.
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 43
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

orhan pamuk'un kırmızı saçlı kadın romanında kişi adları

KIRMIZI SAÇLI KADIN ROMANINDA KİŞİ ADLARI

ASUMAN ÇELİK , KAHRAMANIN ANNESİ
CEM ÇELİK, KAHRAMAN
MAHMUT USTA, KUYUCU
HAYRİ BEY, TEKSTİLÇİ
ALİ , KUYUCU ÇIRAĞI
DENİZ AĞABEY, KİTAPÇI
TURGAY, KIRMIZI SAÇLI KADININ ERKEK KARDEŞİ
GÜLCİHAN, KIRMIZI SAÇLI KADIN
AKIN ÇELİK, KAHRAMANIN BABASI
AYŞE, KAHRAMANIN KARISI
MURAT, İRAN’A İŞ YAPAN ARKADAŞI
FİKRİYE HANIM, TOPKAPISARAYI KÜTÜPHANESİ MÜDİRESİ
HAŞİM HOCA, EDEBİYAT PROFOSÖRÜ
SIRRI SİYAHOĞLU, MATBAACI-TABELACI
NECATİ BEY, SÜHRAB’IN AVUKATI
ENVER YENİER, KAHRAMANIN OĞLU
SERHAT, TİYATRO SEVER GENÇ (KAHRAMANIN OĞLU)
TURHAN, KIRMIZI SAÇLI KADININ DEVRİMCİ SEVGİLİSİ

SALİH, MAHMUT USTANIN ÜVEY OĞLU