23 Eylül 2012 Pazar

gölge oyunu ( karagöz ) - kütahya çeşmesi


-->
KÜTAHYA ÇEŞMESİ (GÜLME KOMŞUNA GELİR BAŞINA)
Tasvirler:
Karagöz
Hacıvat
Tiryaki
1.Çelebi
2.Çelebi
Laz
Himmet Dayı
Matiz (Tuzsuz Deli Bekir)
Zenne (Karagöz’ün Karısı)
Zenne (Hacıvat’ın Kızı)
Arap
Çeşme
Küp
Harar
Nâreke zırıltısı ve tef velvelesi ile göstermelik kalktıktan sonra Hacıvat semai söyleyerek gelir.
(Makam Segah)
Gördün de beni bend ettin
Ne suçum gördün terkettin vay
Ağyar ile ülfet ettin
Ne suçum gördün terkettin vay
Semaisi bittikten sonra perde gazelini okur;
Perde gazeli bittikten sonra devamla;
Hacıvat: Ahh efendim ne olurdu şu dört köşe perdede bana da bir arkadaş olsa, geliverse şu dört köşe perde üzre, o söylese ben dinlesem, efendim haddim olmayarak bendeniz söylesem o dinlese
Karagöz: (Pencereden) Şu Hacıvat’da benim oğlumun burnunu yese (çekilir)
Hacıvat: Bizi seyreden dostlar da gülseler eğlenseler, iş ne imiş diyelim işimizi mevlam rast getire. Yar bana bir eğlence medet, aman bana bir eğlence medetttt....
Karagöz: Hacıvat defol git şurdan aşağıya gelirsem görürsün gününü
Hacıvat: Ah bana bir eğlence medett...
Karagöz: (aşağıya atlar boğuşmaya başlarlar)
Hacıvat: Aman karagöz yapma çenem kırıldı
Karagöz: Kırılsın kerata
Hacıvat: Yapma birader boğacaksın beni
Karagöz: Geber kerata (Hacıvat kaçar Karagöz sırtüstü yerde yatar) Amannn... öldüm bayıldım, of aman keratayı kaçırdım ama galiba ben de poturlara kaçırdım. (Ayağa kalkar)Seni gidi sivri sakallı keçi suratlı herif seni. Gelmiş kapımın önünde Medine dilencisi gibi bağırır durur. Hele bir daha gel bak seni kuyruğundan tutup da Kaf dağının ardına kadar atmazsam ban da Karagöz demesinler... Amma da attık haa (Hacıvat gelir)
Hacıvat: Vay Karagözüm benim iki gözüm merhaba
Karagöz: Hoş geldin suda pişmiş balkaba(tokat)
Hacıvat: Aman Karagözüm beni gelir gelmez darb etmenizin sebebi mucibesi?
Karagöz: Bizim bekçinin ne poturu var ne de cübbesi (tokat)
Hacıvat: Yazıklar olsun sana Karagöz. Adam olmamışsın, haşa huzurdan şu dünyaya eşek gelmişsin eşek gidiyorsun
Karagöz: Ona yarabbi şükür
Hacıvat: Ne gibi?
Karagöz: Ya sen beygir gelmişsin de hergele gidiyorsun ya (tokat)
Hacıvat: Ama Karagözüm ben senin gibi değilim ben nereye gitsem bana itibar ederler ayağa kalkarlar
Karagöz: ban da kalkarlar
Hacıvat: Senin nene ayağa kalkarlar? Cahil echelin birisin
Karagöz: Halt etmişsin, ben reçeli de yerim güllacı da
Hacıvat: Öyle değil, yani ağzından çıkanı kulağın duymaz. Çünkü cahilin birisin okuyup yazmamışsın, mürekkep yalamamışsın
Karagöz: Onu yaladım
Hacıvat: Nerde yaladın
Karagöz: Geçen gün çeşme başına gittim orada bizim sakanın eşeği duruyordu imrendim suratını yaladım
Hacıvat Tu allah iyiliğini versin
Karagöz: Tükürme suratıma be
Hacıvat: bak Karagözüm sen benim kırk yıllık arkadaşımsın. Sana birkaç kelime öğreteyim de her nereye gidersen sana itibar etsinler
Karagöz: Öğret bakalım
Hacıvat: Dinle, bir kibar yere gittiğinde sana bir şey sorarlarsa ne diyeceksin biliyormusun?
Karagöz: Yoo...
Hacıvat: Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim, arada sırada da ne buyurulur a benim efendim diyeceksin
Karagöz: Sonra ne olacak
Hacıvat: İşte böylece sen adama olacaksın herkesin yanında itibarlı olacaksın
Karagöz: Olur Hacıvat, şey ne diyecektim
Hacıvat: Evet efendim
Karagöz: Evdedir efendim
Hacıvat: Öyle değil canım
Karagöz: Öyleyse dükkandadır efendim
Hacıvat: canım Karagözüm ben nasıl söylersem sen de öyle söyle
Karagöz: olur yaparım, nasıldı o
Hacıvat: Evet efendim
Karagöz: Evet efendim
Hacıvat: Aferin Karagözüm, öyledir efendim
Karagöz: Hayır ikindidir efendim
Hacıvat: İkindiyi bırak, öyledir efendim
Karagöz: İkindiyi bırak akşamı yakala, öyledir efendim
Hacıvat: Münasiptir efendim
Karagöz: Minas’ın değil Agop’undur efendim
Hacıvat: A Karagözüm Agop’u falan karıştırma, münasiptir efendim
Karagöz: Agop’u karıştırmam, Mıgırdıç’ı karıştırırım
Hacıvat: Canım münasiptir efendim
Karagöz: Münasiptir efendim
Hacıvat: Arada sırada ne buyurursunuz a benim efendim
Karagöz: Arada sırada burnumu yersiniz a benim efendim
Hacıvat: Ne dedin?
Karagöz: arada sırada dedim
Hacıvat: Şimdi seninle kibar bir konağa gitmişiz, konağın sahibi çok kibar bir adam, sohbet sırasında sana der ki, efendim ne buyurulur? O zaman sen ne diyeceksin?
Karagöz: Haberim yok derim
Hacıvat: Olmaz
Karagöz: Yaa?..
Hacıvat: Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim, arada sırada ne buyurulur a benim efendim diyeceksin
Karagöz: Boyuna böyle mi diyeceğim?
Hacıvat: Evet
Karagöz: yaparım öyleyse be Hacıvat
Hacıvat: Efendim zatıâlinizi çok iyi görüyorum
Karagöz: Evet efendim öyledir efendim, sonra neydi?
Hacıvat: Müna...
Karagöz: (keser) Münasiptir efendim, Sonra??...
Hacıvat: Arada...
Karagöz: (keser) arada sırada ne halt edersiniz a benim efendim
Hacıvat: Öyle halt karıştırma, ne buyurursunuz a benim efendim
Karagöz: Ne buyurursunuz a benim efendim ha?
Hacıvat: aferin Karagözüm
Karagöz: Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim, arada sırada ne buyurursunuz a benim efendim
Hacıvat: Çok güzel
Karagöz: Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim, arada sırada ne buyurursunuz a benim efendim
Hacıvat: Ne buyurulur a benim efendimi arada sırada söyleyeceksin
Karagöz: Evet efendim
Hacıvat: Yani sana
Karagöz: (keser) Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim
Hacıvat: Ama Karagöz biraz beni dinle
Karagöz: Evet efendim
Hacıvat: Biraz dinlerler
Karagöz: Evet efendim
Hacıvat: Ama biraz da beni dinle
Karagöz: Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim
Hacıvat: Ama beni dinlemiyorsun Karagöz
Karagöz: Evet efendim, öyledir efendim
Hacıvat: Beni kızdırıyorsun Karagöz
Karagöz: Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim
Hacıvat: Beni adam yerine koymuyorsun Karagöz
Karagöz:Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim
Hacıvat: (kızgın bir ifadeyle) ben adam değil miyim yani?
Karagöz: Evet efendim, öyledir efendim, münasiptir efendim
Hacıvat: Ben hayvan mıyım
Karagöz: evet efendim, öyledir efendim
Hacıvat: vay ben hayvanım haa?....
Karagöz: Evet efendim, öyledir efendim,
Hacıvat: Sen de eşek misin?..
Karagöz: Evet efendim, öyledir efen...(birden durur tokat atar Hacıvat gider) Yürrüüü, seni gidi idare fitilli mum bacaklı kerata seni, az kaldı beni de eşek yapacaktı, sen gidersen beni buraya mıhlamazlar, pamuk ipliğiyle hiç bağlamazlar, ben de çeker giderim köşe pencereme otururum, bakalım şimdi bu perdeden kimler gelir kimler geçer...(çıkar)
-Muhavere bitti-
Hacıvat: (içerden) Peki kızım ben şimdi o Karagöz olacak terbiyesizle (hem gelir hem söylenir) bir daha konuşmayacağımı söylerim
Hacıvat’ın kızı: (içerden) Hem söyle babacığım bir daha da evimize gelmesin, komşulardan utanıyoruz
Hacıvat: Sen merak etme kızım, (Karagözü çağırarak) bana bak Karagöz
Karagöz: (gelerek) Ne var Hacı cav cav
Hacıvat: Bak Karagöz, bundan sonra ben seninle konuşmayacağım
Karagöz: Niçin?
Hacıvat: Çünkü senin ev tarafın bozukmuş
Karagöz: Ne yapalım fakirlik, çatının bir tarafı çökmekte, kiremitler de akıyor, bende de metelik yok
Hacıvat: Öyle değil senin eve mahremâne girip çıkıyorlarmış
Karagöz: Muharrem ağa benim eski dostumdur, güzel de turşu yapar
Hacıvat: Turşucu Muharrem değil, inadına lafı ters anlama, gece yarısı sen uykuda iken kapıdan gizlice eve giren varmış, senin karın seni uyutup eve erkek alıyormuş, görmüşler bana da söylediler, işte bu kadar (gider)
Karagöz: Vay edepsiz utanmaz kerata vay, benim karımı bütün mahalleli bilir, sen halt etmişsin, ben şimdi gider karıma sorarım (eve girer, içerden) yahuu!
Karagözün karısı: (içerden) Huuu!
Karagöz: Bizim eve benden başka bir erkek geliyormuş öyle mi?
Karagözün karısı: O ne demek anlamadım?
Karagöz: Hacıvat dedi ki, bizim eve gece yarısından sonra biri giriyormuş
Karagözün karısı: O Hacıvat olacak fitne herif kendi kızını görsün sokaklarda. Hep oğlanlarla konuşuyor
Karagöz: Gideyim de Hacıvat’a müjde vereyim (perdeye gelir, kendi kendine) Acaba bu Hacıvat’ın dediği doğru mu yalan mı? Bir kere de komşulardan sorayım. Beni eskiden beri tanıyan mahallenin ihtiyarı var, onu çağırayım sorayım (gider, içerden) bana bak Kevserus efendi buraya gel (tekrar perdeye gelir)
Türkü söyleyerek Tiryaki gelir
(Makamı İsfahan)
Fesleğen ektim gül bitti
Karagöz: Hah mahallenin ihtiyarı geldi, hoş geldin
Tiryaki: (sağırcadır) Selamınaleyküm (uyur)
Karagöz: Aaa...! Adam uyudu, hey ihtiyar uyuma be...!
Tiryaki: Ne istiyorsun?
Karagöz: Sen beni tanırsın değil mi?
Tiryaki: Tanırım, tanırım (uyur)
Karagöz: herif beni uykuda tanıyor galiba (dürterek) Hey hemşerimm...
Tiryaki: Ne var, ne istiyorsun?
Karagöz: Ölünün körü var, uyuma da anlatayım
Tiryaki: Anlat bakalım kulağım sende.
Karagöz: Sen beni tanırsın, benim kadını da tanırsın, benim kadında bir kötülük, bir fenalık gördün mü? Onu söyle.
Tiryaki: Gördüm.
Karagöz: (hayretle) Neee?... Nasıl gördün?
Tiryaki: Geçen sabah hane-i acizaden geçerken yolum bir viranelik oldu
Karagöz: Anlamadım ya, neyse sonra?
Tiryaki: Bazı çocuklar ceviz oynuyorlardı
Karagöz: Eee.. Sonra?
Tiryaki: Derken aralarında bir münakaşa zuhur etti, münakaşa münâzaya, münâzaa müdarebeye intikal ederek birbirleriyle döğüşmeye başladılar, kiminin başı yarıldı kiminin gözü çıktı, kanlar içinde kalktılar, ben bunu gördüm.
Karagöz: (ferahlayarak) Ohh be, yarabbi şükür (kendi kendine) ben de senin karındaki kötülükleri gördüm diyeceksin sandım... daha neler gördün?
Tiryaki: (türkü söyleyerek gider) Ben yârimi gördüm divan yolunda...
Karagöz: Gideyim başka bir adam çağırayım. (Hacıvat tarafından gider.) Bana bakın orada aklı başında kim varsa gelsin, (der perdeye gelir)
Türkü söyleyerek kekeme Çelebi gelir
Üsküdara gider iken aldı da bir yağmur
Karagöz: Hah herhalde akıllı olacak. Bana bak oğlum, hoş geldin, merhaba...!
Çelebi: (kekeleyerek) me... me... mer... ha... ha.. ha.. ba..
Karagöz: Hoppala bu da başka bir çeşit. Oğlum sen beni tanırmısın?
Çelebi: Ta... ta.... nı.. nı.. rım
Karagöz: Benim karıyı da tanırısn değil mi?
Çelebi: Ta.. ta.. ta.. ta.. nı.. nıı.. nıı.. rımm.
Karagöz: Bir fenalığını, bir kötülüğünü gördün mü, işittin mi?
Çelebi: Göö.. gö. Gö. Görme.. dim..
Karagöz: İşitmedin de?
Çelebi: i.. i. İşişi.. işit.. me.. me..
Karagöz: (keserek) İşiyecek galiba..
Çelebi: işit, işit.. medim
Karagöz: Haydi uğurlar olsun öyleyse.
Çelebi: (türkü söyleyerek gider) Katip benim ben katibin el ne karışır
Karagöz: Şurda bizim Trabzonlu Hayrettin ağa var, onu çağırayım (gider içeriden) hayrettin ağa buraya gel
Laz türkü söyleyerek gelir
Endüm dere kenarına su verdüm da börülcene
Karagöz: Hah, geldi bizim hamsi düşmanı, hoş geldin hayrettin ağa merhaba
Laz: (çabuk çabuk konuşarak) Merhaba kardeşum, nasilsun eyimisun, hoşmisun. Pen Tirabizondan kalktım geldim Samsuna, Sansunda kopti pi firtina, kaptan dedi al pırıni sırina.Benim pirtilar finduk ile bahur idi bahuri attık denize gitti dibine funduğu attık kaldı ustüne mal mal finduk idi ama deniz suyu yedu da para etmedu
Karagöz: Dur dur kardeşim dur yahu, amma çene varmış sende be
Laz: Kelduk istanpula girduk bakurculuğa edemeduk girduk kalayciluğa
Karagöz: (lazın ağzını kapatarak) Dur kardeşim dur, bir kere beni dinle
Laz: Dinleyrum, laf tetuğun karşiliklu olur, sen tersun pen tinlerum, pen terum sen tinlersun
Karagöz: Daha ben bir şey demedim yahu, şimdi dinle, sen beni tanırsın değil mi?
Laz: Tanirum
Karagöz: Dur dinle, dediler ki benim kadın fena imiş, sen bizi tanırsın, benim kadından bir fenalık gördün mü onu söyle
Laz: Tetular ki senin kadinun fenadur ya ben ne deyum, pizum finduklar deniz suyu yedi da para etmedu
Karagöz: Defol şurdan, (laz kaçar), dikiş makinesi gibi tır tır konuşur, varayım bizim aktar Hacı baba var onu çağırayım (gider çağırır) Hacı Baba buraya gel
Arap maval okuyarak gelir
Yalel yalel yalellllll yalel
Yalel yalell yalellllllll
Karagöz: Tuuu
Arap: Selamun aleyküm sana bana
Karagöz: Aleyküm selam ötekine berikine
Arap: Beni sen şağırdi?
Karagöz: Evet ben çağırdım, senin adın ne?
Arap: Benim ismi hacı şamandıra
Karagöz: Benim ismim de Hacı Kandil
Arap: Maaşallah yaa hacı kandil efendiya
Karagöz: bana bak Hacı şamandıra sen beni tanırsın değil mi?
Arap: Ayva, tanır
Karagöz: Benim kadını da tanırsın değil mi?
Arap: Ayva, tanır
Karagöz: Dediler ki senin kadın berbat imiş
Arap: Ayva
Karagöz: Sen ne dersin, nasıl bilirsin?
Arap: Amma yeganim bunu sana kim suledi?
Karagöz: Hacıvat söyledi
Arap: Suledi amma kime suledi?
Karagöz: Bana söyledi
Arap: Nişun suledi?
Karagöz: Ne bileyim işte söyledi
Arap: Amma kime suledi?
Karagöz: (kızgın) bana söyledi
Arap: Suledi amma kime suledi?
Karagöz: (dişlerini sıkarak) banaaaaa
Arap: Amma ne suledi?
Karagöz: (tokat atarak) Şu herifin suratına vur dedi (arap kaçar, Karagöz kendi kendine) kim söyledi,kime söyledi, kime gideyim dostlar, ay biri geliyor
Himmet dayı türkü söyleyerek gelir
Dağda davar güderim emineme selam ederim
Eminem selamı da almazsa başımı da alır giderim
Eminem eminem tombul eminem göbeğinin altı çukur eminem
Himmet: Selamın aleyküm dayu
Karagöz: Aaleyküm selam dayu (kendi kendine) herifin boya bak çınar ağacı gibi
Himmet: Sen burda nidiyon?
Karagöz: Başımda bir dert var onu anlatacak adam arıyorum
Himmet: (boyu uzun olduğundan konuşulanları anlamaz) Anlamayon ne didün?
Karagöz: Derdimi anlatacak adam arıyorum
Himmet: Anlamayon ne diyon?
Karagöz: Zaten burdan oraya laf yetişmez ki gideyim evden merdiveni getireyim (eve gider karısına seslenir) yahuuuu
Karagözün karısı: ne var gene ne istiyorsun
Karagöz: Şu merdiveni ver
Karagözün karısı: Ben onu kırdım çamaşır yıkadım
Karagöz: Bak şimdi lazım oldu, gördün mü yediğin haltı
Karagözün karısı: Şaka söyledim kömürlükte duruyor
Karagöz: (merdiveni alır gelir, himmetin göğsüne dayar) Hah şöyle
Himmet: Ulan ne diyon?
Karagöz: sana laf yetiştirmek için iskele kuruyorum, bana bak sıkı dur (merdivene çıkar, burun buruna gelirler) Hah şimdi oldu, herifin burnu da pis pis akıyor
Himmet: Ne istiyon?
Karagöz: Sakın sallanma, dinle! Benim karım için...
Himmet: Karu degül avrat
Karagöz: Evet avrat, onun için (himmet sallanır) dur sallanma, bizim avrat, (Himmet geri çekilir, merdiven düşer himmet gider) Hay avradın batsın, (merdiveni eve götürür, bırakır gelir) A dostlar derdimi kime anlatayım, şurdaki meyhaneye gideyim belki orada akıllı biri vardır. (gider, gelir) birini buldum gelecek
Tuzsuz Deli Bekir türkü söyleyerek gelir
Nice sevmeyeyim dostlar bir acaip dili var
Yanağında gül açılmış etrafında hâli var
Bugün bana cevredersen yarın hak divanı var
Tuzsuz: (bir nâra atarak) E.......y gidi felekkkkkkkkkkkk heyyyyyyy
Karagöz: Deh.. gidi burnu dümbelek
Tuzsuz: Eyyytttt be dağ başında duman yiğit başında hâl eksik değildir dayı...
Karagöz: Öyledir ayı oğlu ayı
Tuzsuz: Söyle bakalım beni buraya niçin çağırdın? (hem konuşur hem sallanır) Hem öyle karşımda sallanma
Karagöz: Kim sallanıyor be?
Tuzsuz: Çabuk söyle ne istiyorsun, meyhane kapanacak
Karagöz: Herifin aklı fikri meyhanede
Tuzsuz: Söylesene bre
Karagöz: Söylüyorum, benim kadın için fenaymış dediler, sen ne dersin
Tuzsuz: Bir insan karısının iyi veya fena olduğunu bilmez mi bre
Karagöz: Bilir ama Hacıvat keratası söyledi de...
Tuzsuz: Gözünle görmediğine, kulağınla işitmediğine inanma işte bu kadar (gider)
Karagöz: Herif sarhoş ama aklı yerinde, (kendi kendine) Şimdi eve giderim, karıya derim ki ben İnegöl’e gidip alış veriş yapacağım derim savuşur bir yere saklanırım, bakalım bizim eve gelen giden var mı? (eve girer) Yahuu!
Karagözün Karısı: (içerden) Huuu
Karagöz: (içerden) Ben İnegöl’e gideceğim, tanesi on liraya kurbağa alacağım, Bursa’da tanesini beş liraya satip para kazanacagim, senin üstüne başina bayramlik alacagim haydi allaha ismarladik (perdeye gelir)
Karagözün Karisi: (içerden) Allah akillar versin, on liraya alacak, beş liraya satacak, para kazanacak da bana bayramlik alacak hay aklinla yaşa
Karagöz: Şu arka sokakta saklanirim, bakalim gelen giden var mi? (gider)
şarkı ile Çelebi gelir
Cigerde nâri hasret açti daglar
Firâkinla gözüm gönlüm kan aglar
Dayanmaz nâle-i cangâha daglar
(Çelebiyi Karagözün karisi karşilar)
Karagözün karisi: Vay benim sevgili beyim böyle yanik yanik şarkılar söyleyerek ne tarafa teşrif?
Çelebi: Güzelim, bunu bilmeyecek ne var? Sizden tarafa geliyordum, Acaba gül yüzünüzü görebilir miyim dedim, şükür karşima çiktiniz.
Karagözün karisi: Tam vaktinde geldiniz, bizim bunak Inegöl’e gitti
Çelebi: Ne yapacak orada?
Karagözün karısı: Tanesi on liraya kurbağa toplayacak Bursa’da tanesini beş liraya satacak, para kazanacak bana da bayramlik alacak
Çelebi: Böyle kazanca can kurban
Karagözün karisi: Gittigi çok iyi oldu, buyurun bize, evde kimsecikler yok
Çelebi: Ya gelirse?
Karagözün karisi: Kim bilir kaç günde gelir, buyurun biz zevkimize bakalim (gider)
Çelebi: Açk-i yarân muhabbet-i canân ben de gidiyorum yâr aşkina ya heyy (o da gider)
Karagöz: (meydana gelir) Vay canina, tevekkeli dememişler, kandinin fendi erkegi yendi
Karagözün karisi: (içerden) Efendim içkilerden hangisini seversiniz?
Çelebi: (içerden)Güzelim, adetim degil ama elinizden zehir olsa içerim
Karagöz: Ziftin pekini iç kerata
Karagözün karisi: (içerden) Çok dogru demişler, yâr elinden zehir olsa içilir diye
Karagöz: Şu kariya bak, oglana ne diller döküyor
Karagözün karisi: (içerden)Mastika, şarap, konyak, likör
Karagöz: Bizim ev meyhaneymiş de benim haberim yok
Çelebi: (içerden)efendim, afedersiniz hiç birini kullanmam
Karagözün karisi: (içerden) Yok canim mutlaka benim şerefime bir şeyler içeceksiniz
Karagöz: Olmaz olmaz, gideyim bu oglani kapi dişari edeyim (eve gelir, bu sirada perdenin ortasina çeşme kurulur)
Karagöz: (kapiyi çalar) Yahuuuu!
Karagözün karisi: (içerden) Amannn bizimki geldi
Çelebi: (içerden) Eyvahhh ben şimdine yapacagim
Karagöz: Yahu kapiyi açsana
Karagözün karisi: (içerden) Acele etme geliyorum
Çelebi: (içerden)Ben nereye gideyim?
Karagözün karisi: (içerden) Sen şu kapinin ardinda büyük küp var onun içine gir, bizimki içeri girer, yukari çikar sen de küpten çikar gidersin
Çelebi: (içerden) Peki (der küpe girer)
Karagöz: Yahu açsana kapiyi
Karagözün karisi: Açtim canim gir, hem ne çabuk geldin?
Karagöz: Giderken müneccimlere rastladim, üç ay yagmur yagmayacakmiş, Herkes şimdiden küplerini doldursun dediler, ben de küpü doldurmaya geldim
Karagözün karisi: Çok iyi ettin kocacigim, tenekeleri al çeşmeden doldur da getir
Karagöz: Ben küpü doldurup getirecegim
Karagözün karisi: Aaa! Koca küp gider mi? Kirarsin da küpsüz kaliriz
Karagöz: Hiç bir şey olmaz
Karagözün karisi: Canim koca küpü götüremezsin
Karagöz: Sen karişma ben götürürüm
Karagözün karisi: Olmaz olmaz küp gitmez
Karagöz: Öyle gider ki (küpü getirir, ortaya koyar) hah şöyle (içine bakarak) hay köpoglu, gideyim evden kovayi alayim, çeşmeden doldurup tepesine dökerim (gider)
Bir başka Çelebi şarkı söyleyerek Hacivat’ın evine doğru gelir
Gönlümü yıktın benim ey şivekâr
Sevmeseydim ben seni ey dil-fikâr
Âteşe saldın beni ah nazlı yâr
(Çelebi’yi Hacıvat’ın kızı olan zenne karşılar)
Zenne: Maaşallah beyim, böyle güzel güzel şarkılar söyleyerek ne tarafa?
Çelebi: (hep nazlanır) Biraz işim vardı da
Karagöz: (yavaşça gelir, küpün arkasında oturarak) Vay köpoğulları, Hacıvat’ın kızı
Zenne: Tabii her zaman işiniz olur, bizi aklınıza bile getirmezsiniz
Çelebi: Sizi hiç unutur muyum, her zaman aklımdasınız
Zenne: Bu akşam bize gelirsiniz artık değil mi?
Çelebi: Gelemem efendim, zirâ işlerim çok
Zenne: Olmaz olmaz mutlaka geleceksiniz
Çelebi: Israr etmeyiniz gelemem, hem evde babanız vardır
Zenne: Olsun, o afyonunu yuttu mu altı saat öldürseniz uyanmaz
Karagöz: (yavaşça) Kulakların çınlasın Hacı cav cav
Çelebi: Müsaade ediniz gideyim, inşallah başka bir akşam gelirim
Zenne: (yalvarır gibi) Ne olur geliniz, babamın bir samur kürkü var onu sana vereyim
Karagöz: (yavaşça) Hacıvat kulakların çınlasın
Çelebi: Teşekkür ederim istemem
Zenne: Ne olur beni kırmayınız, babamın gayet kıymetli bir kehribar tesbihi var, onu da sana vereyim
Karagöz: (yavaşça) Haydi tesbih de gidiyor
Çelebi: Lüzumu yok efendim istemem
Karagöz: (yavaşça) oğlan da çok nazlı haa
Zenne: Bu kadar katı yürekli olmayınız, babamın sandıkta bir kese içinde yün tane sarı sarı altınları var, onları da size vereyim, ne olur geliniz
Karagöz: Hadi ulan enayilik etme
Çelebi: Peki ama nasıl geleyim?
Karagöz: (yavaşça) Altınları duyunca oğlanın gönlü olmaya başladı
Zenne: Ben şimdi babama derim ki, yünlerimiz kirlendi şunları harara doldur, çeşme başına götür, yıkayayım derim. Babam da hararı buraya getirir, siz şuralarda bir yerlerde saklanın ben birkaç kere öksürürüm, siz de hemen gelip harara girersiniz, babam da alır eve getirir
Karagöz: (yavaşça) Vay kurnaz karı vayy
Çelebi: Peki ben şurada saklanırım (gider)
Zenne: (gider, içerden) babacığım yünlerimiz çok kirlendi, sen onları harara doldur çeşme başına götür, ben gider yıkarım
Hacıvat: (içerden) Çok güzel olur kızım (hararı meydana getirir, Karagözü görür) Karagöz sen ne yapıyorsun orada?
Karagöz: Haa?
Hacıvat: Ne işin var orada?
Karagöz: Ne vazifen a kerata
Hacıvat: Hadi git ordan, benim kızım gelip burada soyunacak yünlerini yıkayacak
Karagöz: Yıkasın bana ne?
Hacıvat: olmaz, olmaz kızım kollarını bacaklarını sıvayacak yün yıkayacak
Karagöz: Sıvasın, bacaklarını da açsın
Hacıvat: Sen ordan benim kızımın her tarafını seyret ha?
Karagöz: Canım ben burda o orada, arada koca çeşme duvarı var
Hacıvat: Hayır hayır olmaz, belki gözün ilişir bir tarafını görürsün. Benim kızımın yüzüne erkek sinek bile konmamıştır
Karagöz: Allah allah, peki öyle olsun, ben de giderim (gider)
Hacıvat: (evine gider, içerden) Haydi kızım çeşme başında kimseler yok
Zenne: Olur babacığım
Karagöz: (gelir küpün üstüne oturur)
Zenne: (Gelir Aaa.. der içeri kaçar, içerden) babacığım, babacığım!
Hacıvat: (içerden) Hayrola kızım bu telaşın ne?
Zenne: (içerden) Çeşmenin başında bir küp var, üstünde de Karagöz olacak o terbiyesiz oturuyor
Hacıvat: (içerden) Ben şimdi onun terbiyesini veririm (gelir) karagöz!
Karagöz: Ha?
Hacıvat: Ben sana git buradan demedim mi? Kızım geldi, seni görünce kaçtı eve geldi
Karagöz: Bana ne, kaçmasaydı
Hacıvat: Benim kızım senin bildiğin kızlardan değil, sokakta şimdiye kadar peçesini kaldırmamıştır, bu güne kadar kızımın yüzünü hiçbir erkek görmemiştir
Karagöz: Demek kızın bu kadar namuslu ha?
Hacıvat: Zahir
Karagöz: Ya benim karı?
Hacıvat: Herkes söylüyor aşiftenin birisi
Karagöz: Ya sizin altı aylık gebe kızınız ne alemde?
Hacıvat: Anlamadım ne dedin? Hem sen orada küp üstünde ne yapıyorsun?
Karagöz: Fal bakıp para kazanıyorum
Hacıvat: Ne falı?
Karagöz: Küp falı, kimin gönlünde ne varsa bu küp derhal söyler
Hacıvat: Bana bir fal bak bakayım
Karagöz: Paran var mı?
Hacıvat: Ne olacak
Karagöz: Bir lira ver bakayım
Hacıvat: Al bakalım (verir)
Karagöz: (küpe bakarak) Bu küp diyor ki, senin bir samur kürkün varmış
Hacıvat: (hayretle) Eyyy?
Karagöz: Bu kürk gidiyor
Hacıvat: (hayretle) Amma nereye gidiyor?
Karagöz: Beş lira ver söyleyeyim
Hacıvat: Al Karagözüm çabuk söyle
Karagöz: Ver bakalım (küpe bakarak) senin gayet kıymetli bir kehribar tesbihin var mı?
Hacıvat: Var
Karagöz: O da gidiyor
Hacıvat: Aman nereye gidiyor?
Karagöz: Kütahya safasına
Hacıvat: Bu Kütahya safası nerede?
Karagöz: Ver beş lira daha söyleyeyim
Hacıvat: (ağlar gibi) Al Karagözüm
Karagöz: (alır, küpe bakarak) Aman Hacıvat, işte bu fena
Hacıvat: Ne gibi?
Karagöz: Senin sandığında yüz tane çil çil altınların var mı?
Hacıvat: (ağlar gibi) Var, ne olmuş onlara?
Karagöz: Kirlenmiş de yaldızlanmaya gidecekler
Hacıvat: (hem ağlar hem gider) Eyvah benim kürküm, kehribar tesbihim, ille altınlarım...
Zenne: Ağlama babacığım her şeyin bir çaresi bulunur, O karagöz oradan gittiyse gideyim de şu yünleri bir temizce yıkayayım
Karagöz: Kızmış, geliyor, ben şurada saklanayım (gider)
Hacıvat: (gelir) Defolmuş.. (gider) Gitmiş kızım
Zenne: (gelir) Oh kimsecikler yok (öksürür)
Çelebi: (gelir) Ne var ne yok?
Zenne: (hararın kapağını açar) Girin içine (çelebi girer kapağı kapatır) gideyim babama haber vereyim, alsın gelsin (gider, içerden) babacığım yünleri yıkadım al da gel
Hacıvat: (içerden) Olur kızım (Hacıvat gelmeden Karagöz gelir, hararın üstüne oturur) Ne o Karagöz, benim hararımın üstünde ne işin var?
Karagöz: İçindekileri kimse çalmasın diye oturdum
Hacıvat: bana yardım et, şunu eve götürelim
Karagöz: Hakikaten senin kız hiç erkek görmedi mi?
Hacıvat: Karagöz, yine beni kızdırıyorsun. Benim kızım senin karın gibi değil, yeryüzünde bir tanedir
Karagöz: (gülerek hararın üstüne çıkar, tekmeler)
Hacıvat: İn ordan aşağı hararımı kıracaksın (harardan aman boğuldum diye sesler gelir)
Karagöz: Geber kerata
Hacıvat: Harardan bir ses geliyor
Karagöz: Güveler bağırıyor
Hacıvat: Güvenin sesi çıkar mı?
Karagöz: Bu güvelerin babasıdır bağırır, (kapağı açar) çık ulan dışarı!.. (çelebi çıkar)
Hacıvat: Aman Karagözüm bu da kim?
Karagöz: Sizin damat bey (çelebiye tokat atarak) defol kerata (çelebi gider)
Hacıvat: Aman birader namusum pây-ı mâl oldu
Karagöz: Buraya gel (küpün başına getirir) Şuradan bana kocaman bir taş getir
Hacıvat: Taşı ne yapacaksın?
Karagöz: Küpün içine atacağım (küpten aman atmayın diye ses gelir)
Hacıvat: içerden ses geliyor bunlar da kim?
Karagöz: Böcek böcek
Hacıvat: Nasıl böcek bu?
Karagöz: Sen şimdi görürsün nasıl böcek olduğunu (küpün içine seslenir) çık dışarı ulan (çelebi çıkar)
Hacıvat: Aman birader bu da kim?
Karagöz: Bu da bizim ortak efendi (tokat atarak) defol kerata (çelebi çıkar)
Hacıvat: Aman Karagözüm bu ne iş?
Karagöz: Buna gülme komşuna gelir başına derler. Ne senin kızında bir fenalık ne de benim karıda bir kötülük var. Bir zamanlar Kütahya Çeşmesi başında geçmiş bir olayı temsil ettik
Hacıvat: Öyleyse Karagözüm geçmiş olsun
Karagöz: Allah müstehakını versin (vurur)
Hacıvat: Hooş olsun külhani, yıktın perdeyi eyledin viran varayım sahibine haber vereyim heman (gider)
Karagöz: Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola, Ey Hacı cav cav bir daha yakan elime geçerse vaaay haline vay (Temenna ederek çıkar, arkada ışığın sönmesiyle oyun biter)
Not:Önemli olan oyunu yazılı olduğu şekliyle ezberleyip oynatmak değildir. Önemli olan karagöz oyunlarının en temel özelliği olan doğaçlama geleneğini kullanarak oyunun temel örgüsünü bozmadan uygun yerlerine güncel espriler ve motifler ekleyerek ilgi çeker bir hale getirmektir. Bu metinde örnek olarak kullanılmış olan müzikler de değiştirilip seyircinin ilgisini çekebilecek güncel müzikler kullanılabilir, ancak kullanılacak müziğin ilgili tiplemelerin genel karakteristiğine uygun olması gerekir.
Karagözün Kütahya çeşmesi oyunu Mehmet Muhittin Sevilen (Hayâlî Küçük Ali) tarafından yazılan Milli Eğitim basımevi tarafından 1969 yılında basılan KARAGÖZ adlı kitaptan alınmıştır.

tanzimat edebiyatı

Tanzimat Edebiyatı


Bir önceki ünitede gördüğümüz gibi, Türkiye'de Batılılaşma hareketi, 1839'da ilân
edilen Tanzimat Fermanı ile yaşamın her alanına yayılmaya başlamıştır. Batı tarzında
okulların açılması, yurtdışına öğrenci gönderilmesi, gazetelerin yayımlanması,
yabancı tiyatro topluluklarının İstanbul'a gelip oyunlar sergilemesi, batı uygarlığının
pencerelerini açmıştır. İşte 1938-1860 yılları arasında, bu ortamda yetişmiş aydınlar,
1860'tan sonra batılılaşmayı siyaset, toplum ve edebiyat olmak üzere üç alanda
birden sürdürdüler.
Edebiyatta batı etkisinin görülmeye başladığı bu döneme Tanzimat Edebiyatı diyoruz.
2. Tanzimat Edebiyatı (1860-1896)
Tanzimat Edebiyatının başlıca şair ve yazarları önce gazetelerde dilin ve edebiyatın
nasıl olması gerektiğini tartışmışlardır. Dönemin en önde gelen kişiliği Şinasi,
Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl (1860) ve yalnız başına çıkardığı
Tasvîr-i Efkâr'da Batı uygarlığına ulaşmak için bilgisizlikle yobazlığın ortadan
kaldırılması gerektiğini savunmuş; bunun için, gazete aracılığıyla halkın düzeyini
yükseltmeye çalışmıştır. Bu sırada halkın analayabileceği bir dile gereksinim duymuş
ve yeni, yalın bir düzyazının ortaya çıkmasına önayak olmuştur.
Namık Kemal ise "Lisan-ı Osmanî'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şamildir"
(Tasvir-i Efkâr, 1866) adındaki uzun makalesinde yapaylığı, gerçeğe dayanmaması
nedeniyle Divan Edebiyatını eleştirir. Türk edebiyatının yeniden düzenlenmesi
gerektiğini öne sürer. Bunun da yazı dilinin konuşma diline en kısa sürede dönüştürülmesiyle
olabileceğini belirtir. Ayrıca N. Kemal, edebiyatın bir ulusun devamının
güvencesi olduğunu öne sürerek, edebiyatta toplumsal yarar arama ilkesini ortaya
koyar.
Ziya Paşa, ünlü Şiir ve İnşa makalesinde Divan Edebiyatının ulusal bir edebiyat olmadığını,
çağdaş Türk edebiyatının Halk edebiyatına dayanarak kurulabileceğini
ileri sürer. Halkın düzeyine ve ifade biçimine gidilmesi gerektiğini savunur.
Görüldüğü gibi bu dönemin edebiyatçıları Batı edebiyatını örnek alırken, halkın
analayabilecği yeni bir dil ve anlatım da aramışlardır.
Bu dönemde Türk edebiyatında en dikkat çekici yan, yüzyıllardır ilk kez edebiyatın
toplum hizmetine girmesi olmuştur. Artık edebiyat, eski edebiyatın soyutluğundan,
kalıplarından kurtulmuştur. Böylece sanatçılar için daha özgür, yaratıcı
olmanın yolu açılmıştır.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 17
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Tanzimat edebiyatında 1875'e dek toplumsal yarar ilkesi geçerli olmuştur. Bu yıldan
sonra ise romantizmin etkisi kendini gösterir.
Batıya yönelme ile birlikte aydınlar bir Avrupa dili, özellikle de Fransızcayı öğrenme
çabası içine girdiler. Böylece Fransız kültürü ve edebiyatından etkilenme başladı.
Şair ve yazarlar bir yandan eski edebiyattan farklı ürünler verirken, bir yandan
da çeviriler yapmaya başladılar.
Önce, Fransa'da öğrenim gören Şinasi'nin Fransız şairlerden çevirdiği şiirleri kitaplaştırdığını
görüyoruz. Terceme-i Manzume (1858). Sonra, bir devlet adamı olan Yusuf
Kâmil Paşa bir Fransız romanı olan Telemak'ı çevirerek yayımlamıştır (1862).
Bunu dünyaca ünlü Sefiller, Robinson Cruzoe, Monte Cristo gibi romanların çevirileri
izler.
2.1. Tanzimat Edebiyatında Şiir
Konulardaki büyük değişikliğe karşın, Tanzimat şiiri teknik bakımdan Divan şiirinden
çok ayrılamamıştır. Hece ölçüsüne verilen yer artmış da olsa daha çok aruz
kullanılmıştır. Yeni nazım biçimlerinin yanında Divan nazmının özellikle gazel, terkib-
i bent, kıta biçimleri ve edebi sanatları da görülmektedir.
Tanzimat dönemi şairleri dili yalınlaştırmaya çalışmış, konuşma dili ve anlatımına
yönelmişlerdir. Biçim bakımından olduğu kadar, konu bakımından da eski şiirden
uzaklaşmaya çalışmışlardır. Özellikle Tanzimat'ın Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa'dan
oluşan ilk kuşağının şiirlerinde uygarlık, hak, adalet, yasa, özgürlük, vatan
gibi toplumsal konular ağır basar. İkinci kuşağın Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamit
gibi önde gelen şairleri ise Tanrı, madde, ruh gibi fizik ötesi konulara yönelerek
bu konuları ikinci plana atmışlardır.
Tanzimat Dönemi şiirinin en önemli temsilcisi kimdir?
Tanzimat döneminde yeni şiirin ilk temsilcisi olan Şinasi (1826-1871), Fransa'ya
gitmeden önce klâsik kasideler yazmıştır. Fakat Fransa'dan döndükten sonra kasidede
biçim açısından değişiklikler yapmış, ayrıca toplumsal kavramlara yer vermiştir.
Artık şiirleri duygusallıktan yoksundur, akılcılık öne çıkmıştır. Bu yönüyle
Şinasi Tanzimat'tan sonraki edebiyatımızda akılcılığın öncüsü olarak yerini almıştır.
Şinasi konuşulan Türkçe ile yeni bir şiir dili yaratmayı amaçlamışsa da bunda başarılı
olamaz. Ancak bu konuda öncülük etmesiyle, batılı Türk edebiyatının oluşmasına
katkılarıyla önem kazanmıştır.
Ziya Paşa (1829-1880); Tanzimatla birlikte gelen yeniliklere düşünce olarak bağlıdır.
Ancak uygulamada eskiye bağlı olduğu görülür. Uzun manzum önsözünden
dolayı 1874'te yayımladığı Harâbât adlı, antolojisi ile eski edebiyatın propaganda-
18 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
sını yapmakla suçlanır. Gerçekten de hece ile yazdığı birkaç şiir bir yana bırakılırsa,
Ziya Paşanın şiirleri biçim bakımından Divan nazmına bağlıdır.
Namık Kemal (1840-1888) ise yeniliğe hem düşünce yönüyle bağlıdır, hem de uygulama
yönüyle. Edebiyatımızın batılılaşmasını yürekten savunmuş; bütün edebî
türlerde eser vermiştir. "Toplum için sanat" anlayışıyla "özgürlük, vatan, yasa, hak, adalet,
ahlâk" konularını işlemiştir. Şiirlerinde kimi zaman yeni, kimi zaman da biraz eski
biçimleri kullanır. Vâveylâ, Hilâl-i Osmanî gibi kimi şiirlerinde dil, konuşma diline
yaklaşmıştır.
Tanzimat'ın ikinci kuşağındaki şairler toplum için sanat formülünden vazgeçmiş;
"sanat için sanat" anlayışına yönelmişlerdir. Bunda 1880'den sonra kendini
iyiden iyiye gösteren romantizmin olduğu kadar, II. Abdülhamit yönetiminin
baskıcı politik koşullarının da etkisi vardır.
Tanzimat şiirinin ikinci kuşağından önde gelen iki şairden biri Recaizâde Ekrem
(1847-1914) dir. Ekrem bütün türlerde eser vermiştir. R. Ekrem, şiirin tek amacının
güzellik olduğunu düşünür. Çünkü ona göre şiir ahlâka, mantığa uymak zorunda
değildir. Ama ahlâka aykırı da olamaz. Güzel olan her şey şiirin konusunu oluşturabilir.
Şiiri bir bütün olarak gören R. Ekrem, hem içeriğe hem biçime büyük önem verir. Biçimde
"müzeyyen" i, yani süslü olanı yeğler. Şiirin konuşma dilinden ayrı, kendine
özgü bir dile sahip olduğunu öne sürer. Onun bu düşüncesi, ilerde Servet-i Fünün
dilinin konuşma dilinden uzaklaşmasına yol açar.
Ancak Ekrem, kuramcı olarak öne sürdüklerini gerçekleştiremez. Bu nedenle edebiyat
tarihine iyi bir sanatçı olarak değil, iyi bir kuramcı olarak geçer.
Ekrem, divan nazmından vazgeçmese de yeni nazım biçimlerini dener.
R. Ekrem'e göre ölçü (vezin) içeriğe uygun bir ahenkte olmalıdır. Başka bir deyişle,
ölçünün müzik yönüyle değerlendirilmesi gerekir.
Ekrem'in izlediği başlıca konular aşk ve doğadır. Ayrıca kadın, Türk şiirinde gerçek
değerini Ekrem ile bulur. Böylece Türk şiirine ilk kez aile yaşamı girmiş olur.
Fransız romantiklerinin etkisi altında kalmıştır. Bu yüzden şiirleri melânkolik bir
havadadır. Yaşadığı acılar da buna eklenince, ünlü bir mersiye (ağıt) şairi oldu.
Şiirin yalnızca nazıma özgü olamıyacağı düşüncesiyle "mensur şiir" biçimini ortaya
koydu.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 19
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Tanzimat'ın ikinci kuşağında yer alan Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937), batılılaşma
hareketinde en önde giden şairlerdendir. Batı şiirinde gördüğü, Türk şiirinde
olmayan özellikleri hemen uygulamaya geçmiştir.
A. Hamit'in en çok işlediği konular "aşk" ve "doğa" dır. Doğa, Divan şiiirinde
bir motifken, Tanzimat'ın ilk kuşağında tasvir malmezesi olarak kullanılmıştır. Ancak
Hamit için duygu ve düşünceye seslenen, psikolojik ögelerle bir araya getirilen
önemli bir konu olmuştur.
Hamit'in şiirlerinde "ölüm" konusu geniş bir yer tutar. İlk eşi Fatma Hanım'ı yitirdikten
sonra yazdığı Makber, Ölü, Hacle gibi şiirlerinde ölümün verdiği acıyı, ölüm
ve öteki fizikötesi sorunlarla ilgili düşünceleri işler. Sonunda aklın evrenin gizlerini
çözmede yetersiz olduğu sonucuna vararak, Tanrı'ya, dine bağlanır.
Onun şiirlerinde az da olsa toplumsal ögeler bulunur. Bunlar kimi toplumsal aksaklıklar
(Garam, Bir Sefile'nin Hasbıhâli) ve vatanî duygular (İlhâm-ı Vatan)dır. Ancak
onun hem fizikötesi düşünceleri, hem de toplumsal sorunlarla ilgili düşünceleri
yansıtışı düzensizdir.
Hürriyet Kasidesi'nden
.....
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yi hürriyyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyyetten
Gönülde cevher-î elmâsa benzer cevher-î gayret
Ezilmez şiddet-î tazyîkten te'sîr-i sikletten
Ne efsun-kâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyyet
Esîr-î aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
Senindir şimdi cezbî kalbe kudret setr-i hüsn etme
Cemâlin tâ ebed dûr olmasın enzâr-ı ümmetten
Ne yâr-î cân imişsin âh ey ümmîd-i istikbâl
Cihânı sensin âzâd eyleyen bin ye's ü mihnetten
Senindir devr-i devlet hükmünü dünyâya infaâz et
Hüdâ ikbâlini hıfz eylesin her türlü âfetten
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyân ey yâreli şîr-î jiyân bu hâb-ı gafletten
.....
Namık Kemal
2.2. Tanzimat Edebiyatında Roman ve Öykü
Batılı anlamda roman da tiyatro gibi 1860'tan sonra başlar. Önce Fransız romanlarından
yapılan çeviriler örneklik eder. Sonra yerli romanlar ortaya çıkmaya başlar.
Fakat bu romanlar teknik bakımından pek başarılı sayılmaz.
20 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Edebiyat tarihimizde Türkçe yazılmış ilk roman Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı
Talât ve Fitnat'ıdır (1873).
Bu dönem romanlarında işlenen başlıca konular, batılılaşmanın yanlış anlaşılması,
aşk, kadınla erkek arasındaki eşitsizlik, kadının toplumdaki yeri, kölelik ve tarihsel
olaylardır.
Tanzimat yazarları romanın gerçeği vermesi gerektiği görüşündedirler. Çünkü
amaçlar toplumsal yarar sağlamaktır. Özellikle N. Kemal, tiyatro oyunu için düşündüğünü
roman için de yineler. Ona göre roman, toplumsal yarar sağlamak için bir
araçtır; yararlı bir eğlencedir.
Roman ve öykü yazarları gerçekçi konuları işlerler. Fakat işleyiş biçiminde romantizmin
ağır bastığı görülür. Gerçekçilik (realizm) ve doğalcılığın (natüralizm) doğru
tanımı ve uygulamasını yalnızca Nabizade Nazım'da görebiliriz. Kara Bibik adlı öyküsünün
önsözünde gerçekçiliğin ve doğalcılığın ne olduğunu anlatır.
Türk edebiyatında ilk gerçekçi(realist) öykü, Nabizade Nazım'ın Kara Bibik
(1890) adlı uzun öyküsüdür. İlk psikolojik roman da onun Zehra adlı eseridir.
Tanzimat yazarları kimi roman ve öykülerinde tarihi konu etmişlerdir.
Namık Kemal'ın Cezmi (1881) adlı romanı edebiyatımızın ilk tarihsel romanıdır.
Zehra'dan
.....
Eylûl ortalarına doğru İstanbul'a nakledildi. Fakat bu nakl-i mesken [ev taşınması] evin
eski istirahatını iade edemedi. Bir kara Zehra oradaki dert ortağı dert ortağı komşulerinden
cüda olmuş [uzak kalmış]olup bu hal zavallı kadını pek muazzep etmekte idi. Bundan başka
İstanbul'daki evin tertibat-i dahiliyesi [iç bölümleri] tetkik ve tecessüs [gözetleme] işinde
ika-i müşkilât eylemekte [zorluk çıkarmakta] idi.
Bu kış Suphi'nin hiçbir gece dışarıda kalmayışı da Zehra'nın şüphelerini, kıskançlığını büsbütün
tahris etmekte [arttırmakta] idi. Geçen sene bazı geceler ateş-i intizar [bekleme ateşi]
içinde geçirdiği demleri bu sene aramakta idi. O işkenceler ne kadar şehid olsa yine sevgili
zevcinin bir buse-i iltifatıyle [iltifat öpücüğiyle] safalara münkalip olurdu [değişiverirdi].
O intizarlar [beklemeler] âsab-ı tahammülüne [dayanma sinirlerine] ne kadar yorgunluk
vermiş bulunsa yine sevgili Suphi'sinin bir hande-i dilnevaziyle [gönül alan gülümsemeyle]
mübeddel-i istirahat olur [rahatlığa çevrilir] giderdi. Beklerdi ama bir ümit beklerdi.
daima da o ümidi der-aguş ederdi [kucaklardı]. Şimdi ise vakaa o intizarlardan, o yorgunluklardan
eser yok; fakat çektiği azap daima azap olmak üzere sürüp gidiyor idi. Yeislerine
karşı bir tesliyet yüz göstermemekte, ağlayıp yattığı halde hiçbir el yaşlarını silmemekte
idi.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 21
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Suphi, Sırrıcemal'e olan iptilâsını [tutkunluğunu] âdeta izhar [belli] idi. Zavallı Zehra'yı
canından bezdiren de bu ilân-i iptilâ [tutkunluğun açığa vurulması] idi. Kendisi gittikçe
azap içinde yıpranıp solmakta iken Sırrıcemal'in gittikçe neşeler içinde açılıp serpildiğini
görmekte idi. Hele beyinin gün geçtikçe kendisinden tebaütle [uzaklaşarak] Sırrıcemal'e
tekarrüp edişini [yaklaşmasını], aşikâre seyretmekte idi. Bu işkencelerin başlıca müsebbibini
Minire addettiğinden [saydığından] oğluna karşı olan gayz ü adaveti [kini ve düşmanlığı]
anası aleyhine de taslit etmekte ve kadıncağızı her vesile ile tahkir eylemekte idi.
Münire de sebebolduğu dahiyenin [belânın] vehametini teyakkun eylemiş [iyiye anlamış]
ise de iş işten geçmiş, ok yayından çakmış idi. Cehl ü gafleti yüzünden sevgili çocuklarının safa-
yi saadetlerini [saadet safalarını] mahv ü pâymal ettiğini [yok edip ayaklar altında
çiğnediğini] dövüne dövüne hükm ile âkıbetin bir felâkete müncer olmamasını [varmamasını]
Hak'tan tazarru ve niyaz eylemekte idi.
Suphi, Zehra'nın çılgınlıklarına, rekabetine [çekemezlik yarışına], gayzına filân ehemmiyet
vermez olmuş ve olanca meşguliyetini Sırrıcemal'e hasreylemiş idi. Gün geçtikçe bu kız
hakkındaki sevda-yi müştehiyanesi [istekli sevdası] hüküm ve kuvvetini teşdit eylemekte
[kuvvetlendirmekte], Sırrıcemal'in etvar-i şuhane ve harekat-i şuhane ve harekât-i müşevvikanesi
[kıvrak tavırları teşvik edici hareketleri] de gün geçtikçe inbasata gelmekte
[açılıp gelişmekte] idi.
.....
Nâbizâde Nâzım
Tanzimat roman ve öyküsünde dil bir ölçüde yalınlaştırılmaya çalışılmıştır. Özellikle
Ahmet Mithat halk için yazdığını açıklayarak, yalın sayılabilecek bir dil kullanmıştır.
Fakat gelişigüzel, özensiz yazması, yalınlaşmaya tepki uyandırmıştır.
Namık Kemal gibi, romanın bir sanat ürünü de olduğunu düşünen yazarlar, sanatlı
bir dil kullanmışlardır. Dil konusunda en başarılı yazar, olabildiğince Arapça ve
Farsça sözcüklerden, tamlamalardan uzaklaşan Nabizade Nazım'dır.
Tanzimat edebiyatının roman ve öykü yazarlarını ve başlıca romanlarını, öykülerini
şöyle sayabiliriz: Şemsettin Sami (Roman: Taaşsuk-ı Talât ve Fitnat), Ahmet Mithat
(Roman: Hasan Mellâh, Dünyaya İkinci Geliş, Hüseyin Fellâh, Felâtun Beyle Rakım
Efendi, Yeryüzünde Bir Melek. Öykü: Esaret, Gönül, Mihnetkeşan, Firkat, Bir Tövbekâr),
Nabizade Nazım (Roman: Zehra. Öykü: Yadigârlarım, Kara Bibik), Namık Kemal
(Roman: İntibah, Cezmi), Sami Paşazade Sezai (Roman: Sergüzeşt. Öykü: Küçük Şeyler),
Recaizade Ekrem (Roman: Araba Sevdası. Öykü: Muhsin Bey, Şemsa), Mehmet
Münci (Roman: Meraret-i Hayat), Mizancı Mehmet Murat (Roman: Turfanda mı,
Yoksa Turfa mı).
2.3. Tanzimat Edebiyatında Tiyatro
Türk tiyatrosu, Tanzimat'a dek Karagöz v e Orta Oyunundan oluşmuş bir halk tiyatrosu
biçimindedir. Tanzimat'la birlikte Avrupaî biçimler tanınmaya başlamıştır.
22 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1840'tan başlayarak, önce İtalya, Fransız tiyatroları kurulmuş; sonra Hacı Nazım,
Hasköy, Şark, Ortaköy gibi yerli tiyatrolar açılmıştır.
İlk Türk tiyatrosu 1867'de kurulan Osmanlı Tiyatrosu'dur. Sahibi Güllü Agop'tur.
Bu tiyatroda Namık Kemal, Âli Bey, Ahmet Mithat, Ebuzziya Tevfik, Şemsettin
Sami gibi yazarların oyunları sahneye konmuştur. İlk Türk operaleri Arif'in Hilesi,
Leblebici Horhor, Köse Yahya burada oynanmıştır.
İlk Türk tiyatro oyununu kim yazmıştır?
İlk Türk oyununu Abdülhak Hamit'in babası Hayrullah Efendi yazmıştır. Hikâye-i
İbrahim Paşa be İbrahim-i Gülşenî oyun dört perdelik küçük bir dramdır.
İkinci eser ise Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı güldürüsüdür. Oyunda hem batı tiyatrosunun,
Molière (Molyer) güldürülerinin etkisi görülür, hem de orta oyununun
izleri. Tiyatro eserini de gazete gibi halkı bilinçlendirmek için bir araç sayan Şinasi'nin
oyununun konusu "görücü usulüyle evlenme"dir.
Tiyatroyu hem bir eğlence, hem de düşünce yönüyle önemli bir kurum, adetâ bir
ahlâk ve dil okulu olarak gören Namık Kemal, hem düşünceleriyle, hem yazdığı
oyunlarla dikkati çeker: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Kara Belâ,
Celâleddin-i Harzemşah, Gülnihal.
Dönemin öteki tiyatro yazarlarından önde gelenleri şöyle sıralayabiliriz: Ali Haydar
(Sergüzeşt-i Perviz), Âli Bey (Kokana Yatıyor, Misafiri İstikal, Geveze Berber, Letâfet,
Recaizade Ekrem (Afîfe Anjelik, Atalâ yahut Amerika Vahşileri, Vuslat, Çok Bilen Çok
Yanılır), Ahmet Mithat (Eyvah, Açık Baş, Ahzı Sâr yahut Avrupa'nın Eski Medeniyeti,
Çerkez Özdenler, Bir Facia yahut Siyavuş, Çengi yahut Danıj Çelebi, Zîba), Şemsettin
Sami (Besa yahut Ahde Vefa, Seydî Yahya, Gave)
Tanzimat Edebiyatında roman, öykü, tiyatro dışında kalan türler nelerdir?
Şiir, roman, öykü ve tiyatro dışında kalan türler de görülür bu dönemde. Tanzimat
öncesinde az çok bu türlerde eser verilmişse de batılı anlamdaki örnekler ancak Tanzimat
edebiyatında görülür. Bu türlerin başında gülmece (mizah), yergi (hiciv),
edebî eleştiri, edebiyat tarihi ve gazetelerde yer alan makale, fıkra, deneme gelir.
Batılı anlamda gülmecenin yazarları Edhem Pertev Paşa (Avavanâme), Âli Bey (Lehçetü'l-
Hakaayık, Seyyarreler).
Yergide önde gelen yazarlar Ziya Paşa (Zafernâme), Namık Kemal (Hirrernâme,
Hürriyet Kasîdesi), Mehmet Eşref (İstimdad, Deccal, Hasbıhâl)'tir.
Ebedi eleştiride Ziya Paşa (Şiir ve İnşa, Harabat), Namık Kemal (Tahrîb-i Harabat, Takip),
Recaizade Ekrem (Tâlim-i Edebiyat, III. Zemzeme, Takrizat), Muallim Naci (Demdeme,
Istılahat-ı Edebiye) öne çıkarlar.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 23
?
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Edebiyat tarihi konusunda çalışan yazarlar ise Ebuzziya Tevfik (Numune-i Edebiyat-
ı Osmaniye), Abdülhalim Memduh (Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye), Recaizade Ekrem
(Kudernadan Birkaç Şair), Muallim Naci (Osmanlı Şairleri) ve Faik Reşat
(Eslâf)'tır.
3. Servet-i Fünun Dönemi Edebiyatı (1896-1901)
Servet-i Fünun, gerçekte, daha çok bilimsel yazıların yayımlandığı bir dergidir. Ancak
1896'da yazı işleri müdürlüğüne Tevfik Fikret'in getirilmesiyle bir edebiyat ve
sanat dergisi durumuna gelir. Zamanın önde gelen ve batılı tarzda bir edebiyattan
yana olan yazarlar bu dergide toplandığı için, Servet-i Fünun adı dönemin de adı
olur.
Edebiyat-ı Cedide nedir?
Servet-i Fünun dönemine verilen ikinci bir addır. Batılı edebiyat, yeni edebiyat anlamında
kullanılan bu terim, Servet-i Fünun'da yazan şair ve yazarların benimsemeleri
ile akım ve dönem adı olarak yerleşmiştir.
Servet-i Fünun şair ve yazarları, Tanzimat edebiyatıyla gelen batılı tekniği geliştirmişlerdir.
Sonuçta Servet-i Fünuncuların çabalarıyla Avrupaî tarzda bir edebiyat
oluşmuştur.
3.1. Servet-i Fünun Döneminde Şiir
Tanzimat şiirinde bir yandan eski, bir yandan yeni nazım biçimleri kullanılmıştı.
Servet-i Fünuncular ilk şiirlerinden sonra eskiyi bırakarak, yeni nazım biçimlerine
yönelmişlerdir. "Sone" gibi Fransız şiirinden aynen alınanların yanında, Divan şiirinden
alınıp değiştirilerek, Fransız şiirinin serbest nazım biçimi durumuna getirilen
"serbset müstezat" gibi biçimler kullanıldı. Ayrıca Divan şiirinde de Fransız şiirinde
de bulunmayan yeni nazım biçimleri yaratıldı.
Servet-i Fünun döneminde şiirin konusu alabildiğine genişletildi. Şair ilgi çekici
bulduğu her ögeyi şiire konu edebilmekteydi. Ancak hem mizaçları, hem de dönemin
baskıcı siyasal koşulları nedeniyle şairler bireysel duyguların anlatımına daha
çok yer verdiler. Bu yüzden:
Servet-i Fünun şiirinde en çok işlenen konular "aşk", "doğa" ve "aile yaşamı"dır.
Şairler "sanat, sanat içindir" anlayışına bağlıdırlar.
Toplumsal konular, dergi kapanıp topluluk dağıldıktan sonra, kimi şairlerce işlendi.
24 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Servet-i Fünun şairleri 19. yüzyıl Fransız şiirinde görülen romantizm, sembolizm
gibi akımlardan etkilendiler. Bu sırada getirdikleri kimi hayalleri kullanmak,
sanatkârane bir biçim yaratmak istediler. Bunun için de daha çok Arapça, Farsça
sözcük kullanarak, dili ağırlaştırdılar. Öte yandan aruza bağlılıklarını da sürdürdüler.
Servet-i Fünun hareketinin önderi Tevfik Fikret (1867-1915)'tir.
Tevfik Fikret, edebiyatımızın batılı kimlik kazanmasında, özellikle şiirin çağdaş bir
yapıya kavuşmasında büyük etkisi olan bir şairdir. Divan şiirinde anlamın beyitte
tamamlanması geleneğini değiştirmiş; müstezatı, Fransız şiirindeki serbest nazma
benzetecek serbest müstezat durumuna getirmiştir. Sonenin kullanımını arttırmıştır.
Şiire konuşma dilinin kimi özelliklerini sokmuştur. Ancak yine de Osmanlıcadan
koparmamıştır.
Dönemin önde gelen öteki şairleri Cenap Şehabettin (1870-1934), Hüseyin Siyret
Özsever (1872-1959), Hüseyin Suat Yalçın (1867-1942), Ali Ekrem Bolayır (1867-
1937), Süleyman Nazif (1869-1927), Faik Ali Ozansoy (1876-1950), Celâl Sahir Erozan
(1883-1935)'dır.
Sis
Sarmış yine âfâkını bir dûd-i muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyapey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyliyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-i mezâlim!
Ey sahn-i mezâlim... Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şa'şaa-i hâile-pîrâ!
Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;
Şarkın ezelî hâkime-i cazibedârı:
Ey kan'ı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-i sefâlet;
Ey Marmara'nın mâi der-âğûşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tâde-i zinde;
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titirer üstüne enzâr-ı temâşa.
Hâricden, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis:
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 25
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Üstünde coşan giryelerin hepsine bîhis.
Te'sis olunurken daha, bir dest-i hıyânet
.....
Tevfik Fikret
3.2. Servet-i Fünun Döneminde Roman ve Öykü
Bu dönemin romanlarında olay örgüsünün, konuların, konuşmaların başarılı bir biçimde
yer aldığı görülür. Bu nedenle Servet-i Fünun romanı Tanzimat romanından
daha sağlam bir tekniğe sahiptir.
Servet-i Fünun romancıları dönemin başlarında hem romantizmin etkisindedirler,
hem de baskıcı bir siyasal ortam içinde yaşamışlardır. Bu yüzden önceleri daha çok
bireysel konuları işlemişlerdir.
Sonraları gerçekçiliğe (realizm) yönelmiş, eserlerinde toplum yaşayışını vermeye
başlamışlardır. Toplumun nasıl batılılaştığını; batılaşmanın yanlış anlaşıldığını anlatmış;
batılı aile ve toplum yaşantısının doğru örneklerini göstermeye çalışmışlardır.
Servet-i Fünun döneminin en başarılı romancısı Halit Ziya Uşaklıgil (1867-
1945)'dir.
Uşaklıgil, ünlü romanı Aşk-ı Memnu (1900)'da varlıklı bir ailedeki batılı yaşam biçimini
anlatır. Mai ve Siyah (1897) adlı romanında ise o dönemin basını, bir Türk ailesinin
yaşayış biçimi ve bir şairin dünyası verilmiştir.
Bu dönem roman ve öykücüleri batılaşmadan sonra aşk konusunu işlemişlerdir.
Özellikle Mehmet Rauf (1875-1931) romanlarında bireylerin iç dünyasını ve romantik
aşkları konu edinmiştir. Onda toplumsal ögeler çok az yer alır; ağırlık psikolojik
içeriklidir.
Mehmet Rauf'un Eylül (1901) adlı eseri Türk edebiyatının en başarılı psikolojik
romanıdır.
Dil ve anlatım, Servet-i Fünun roman ve öyküsünün en zayıf yönüdür. Yazarlar sözlüklerden,
unutulmuş Arapça, Farsça sözcükleri bulup kullanmışlardır. Tanzimatta
Namık Kemal'le başlayan sanatlı anlatımı daha da ağırlaştırmışlardır. Bu yüzden
yer yer dil anlaşılmaz duruma gelmiştir.
Servet-i Fünun döneminin öteki roman ve öykü yazarlarını ve başlıca eserlerini şöyle
sıralayabiliriz: Hüseyin Cahit Yalçın (Roman: Hayal İçinde. Öykü: Hayat-ı Muhayyel),
Ahmet Hikmet Müftüoğlu (Roman: Gönül Hanım. Öykü: Haristan ve Gülistan,
Çağlayanlar), Safveti Ziya (Roman: Salon Köşelerinde. Öykü: Bir Tesadüf, Kadın Ruhu).
26 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3.3. Servet-i Fünun Döneminde Tiyatro
Servet-i Fünun, âdeta tiyatronun yok olduğu bir dönemdir. Buna Tazminat döneminde
Gedikpaşa'da yapılan Osmanlı Tiyatrosunu II. Abdülhamit'in yıktırması
(1884) , sanat ve düşünce yanı ağır basan oyunların oynanmasına izin vermemesi
yol açmıştır. Tiyatro topluluklarının kimisi İstanbul dışına gitmiş, kimisi dağılmıştır.
Sahnelerde ancak tulûat tiyatroları ve melodramlar kalabilmiştir.
Dönemin yazarları da bu yüzden tiyatro ile uğraşamamışlardır. Ancak 1908'den
sonra oyun yazmayı deneyen belli başlı sanatçılar Hüseyin Suat Yalçın (Şehbâl yahut
İstibdadın Son Perdesi, Kirli Çamaşırlar), Mehmet Rauf (Pençe, Cidâl), Cenap Şehabettin
(Yalan, Körebe), Halit Ziya Uşaklıgil (Kâbus), Ali Ekrem (Sukût, Mama Dadım
Darılır), Safveti Ziya (Payitahtın Kapısında)'dır.
II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimi yüzünden, bu dönemde gülmece, yergi gibi türlerde
eser verilmemiştir. Ancak 1908'den sonra Cenap Şehabettin, Hüseyin Suat
Yalçın, Süleyman Nazıf ve Doksan Beş'e Doğru, Rübab'ın Cevabı, Han-ı Yağma adlı şiirleriyle
Tevfik Fikret görünür.
Çok Bilen Çok Yanılır'dan
.....
İkinci Meclis
Evvelkiler-Azmi Efendi
AYŞE, (Azmi Efendiyi görünce bağırarak) — Anne... anne... annemi isterim...
YENGE, (Ayşe'ye takarrüple) — Sus... ayıptır ayıp...
(Ayşe korkarak köşeye siner).
AZMİ EFENDİ, (Ayşe'ye doğru gider) — Vay! nazeninim, akşam şerifler hayır olsun...
YENGE, (Azmi Efendiyi çekerek) — Namazı unutmayınız efendim...
AZMİ EFENDİ. — Hayır. Hiç unutur muyum? Fakat nazenimin bir kerecik yüzünü
göreyim de... pek iştiyakım var. (Ayşe'nin yanına oturur).
AYŞE, bağırarak. — Anne... şimdi bağırırım ha... bu herif kim?
AZMİ EFENDİ, (Yengeye dönerek) — Bu ne?.. Acep nazar mı değdi?..
YENGE, (Gülerek) — Yok efendim!.. kim bilir... birdenbire sizi görünce
korktu besbelli...
AZMİ EFENDİ. — Elmasım... canım... yavrum ne oldu sana bakayım?..
AYŞE. — Anne... baba... çekil oradan...
AZMİ EFENDİ, (Yengeye dönerek) — Ne idi elmasım, ismi?
YENGE, (mütebessiname) — Kendine sorun efendim. Âdet güveyler sorar,
gelinler söyler. Tadı öyle çıkar efendim!..
AZMİ EFENDİ. — Ha gerçek... elmasım, isminiz?
(Ayşe omuzlarını kaldırarak başını bir tarafa çevirir).
AZMİ EFENDİ. — Adınızı soruyorum canım...
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 27
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
AYŞE. — Kokmuş Ayşe işte. Sanki adımı bilip de ne olacak...
AZMİ EFENDİ. — Estağfurullah... senden başkası halt etmiş... (Ayşe'nin duvağına el
atarak) Ayşeciğim... aç da bir kere gül cemalini...
AYŞE, (Avazı çıktığı kadar bağırarak) — Anne!.. Baba!..
AZMİ EFENDİ, (Yengeye dönerek) — Vah! vah! vah! mutlak nazar değmiş!.. Dur
okuyayım bari...
AZMİ EFENDİ, (Biraz kızararak) — Şakayı sonra et... Hele bir kere duvağını aç...
aç da yüzünü göreyim...
AYŞE. — Açmayacağım işte...
AZMİ EFENDİ. — İsabet-i ayn1... isabet-i ayn... yavaş yavaş geçer inşallah... (Yengeye
hitaben) Yenge Hanım gelin de siz açın bari...
YENGE, (Duvağı açmak isteyerek) — Dur benim hanım kızım... Bak efendi
sana ne cici bebekler getirmiş...
AYŞE, (Sıkı sıkıya duvağı tutarak) — Açtırmayacağım işte... Haniya bebek
bakayım.
YENGE. — Yüzünü aç da... bebekler efendinin koynunda imiş... Sana verecek...
AZMİ EFENDİ, (Mütehayyirane2 kendi kendine) — Acayip! ne olmuş buna! Bu
mahkemede nasıl mâkul söylüyordu... bugünkü hali çocukça şeyler...
AYŞE, (Yengeye) — Bebeği göster... açarım!
YENGE, (Mütebessiname3 Azmi Efendiye bakarak) — Aldanmıyor... Azıcık
gösterin bari!..
AZMİ EFENDİ, (Mütehayyirane) — Neyi?
YENGE, (Kezalik) — Koynunuzdakini... hanıma bebek getirmediniz mi?
AZMİ EFENDİ, (Bir hayret-i müteessirane ile4 ) — Buna ne olmuş?.. Buna bir şey
olmuş... nazar mı değmiş?
YENGE, (Zorla Ayşe'nin duvağını kaldırarak. Azmi Efendi'ye) — Buyrun
ama... çok bakmayın gözleriniz kamaşır.
AYŞE, (Azmi Efendiye dilini çıkararak) — Bee!!!
AZMİ EFENDİ, (Gözlerini silerek baktıktan sonra) — Bu ne?.. Bu ne?.. Aman bu
ne?.. (Yengeye dönerek) Aman Allah aşkına bu ne?..
YENGE, (Gülerek) — İşte böyle...
.....
Recaizâde Ekrem
4. Servet-i Fünun Edebiyatı Dışında Kalan Edebiyat
Edebiyatımızın batılılaşmasını istemeyen ama halkın anlayabileceği bir edebiyat
oluşturma çabası içinde olan kimi şair ve yazarlar Servet-i Fünun topluluğuna katılmazlar.
İsmail Sefa (1867-1900), Nigâr Hanım gibi şairler Divan şiiri geleneğine bağlı kalırken,
Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869-1949) ve Mehmet Emin Yurdakul (1896-1944)
Servet-i Fünun şiiri ile halk şiirinin kimi ögelerini birleştirmeye çalışmışlardır. Mehmet
Akif Ersoy (1873-1836) ise büyük ölçüde Divan şiirine bağlı kalmakla birlikte
yer yer konuşma dilini kullanmasıyla dikkati çeker.
28 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
1. İsabet-i ayn, nazar değme.
2. Mütehayyirane, şaşkın
bir halde.
3. Mütelessimane, gülerek.
4. Bir hayret-i müteessirane
ile, kederli bir şaşkınlıkla.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu dönemde Servet-i Fünun dışındaki romancıların başında Hüseyin Rahmi Gürpınar
(1864-1944) gelir.
Hüseyin Rahmi, doğalcılığın (natüralizm) Türk romanındaki ilk büyük temsilcisidir.
Çok değişik toplumsal konuları işlediği romanları o dönemin toplum yapısını bütün
gerçekliğiyle gözler önüne serer.
Ahmet Rasim (1867-1932), Fatma Aliye (1864-1924), Güzide Sabri Aygün (1886-
1946)'da Servet-i Fünun dışında kalan roman ve öykü yazarlarıdır.
5. Fecr-i Ati Dönemi Edebiyatı (1909-1912)
Servet-i Fünun'dan sonra yetişen genç kuşak edebiyatçılar, 1909'da bir araya gelerek
Fecr-i Ati topluluğunu oluşturdular. Topluluk üyesi olan Ahmet Haşim, Ahmet
Samim, Tahsin Nahit, Celâl Sahir, Hamdullah Suphi, Refik Halit, Şehabettin Süleyman,
Yakup Kadri ile öteki şair ve yazarlar bir beyanname hazırlayarak, kendilerini
kamuoyuna tanıttılar.
Fecr-i Ati topluluğunun 24 Şubat 1910'da, Servet-i Fünun dergisinde yayımladıkları
beyanname, Türkiye'de bir ebedî toplulukça yayımlanmış ilk bildiridir.
Bu bildiride Fecr-i Ati topluluğunun amaçları dil ve edebiyatın gelişmesine çalışmak,
konferanslar düzenlemek, kamuoyunu aydınlatmak, Batının önemli eserlerini
çevirtmek, Batı'daki benzer oluşumlarla ilişki kurmaktır. Fakat topluluğun ömrü
kısa sürer. Fecr-i Ati, 1912'de dağılır.
5.1. Fecr-i Ati Döneminde Şiir
Fecr-i Ati şiirinin konusu, dili, ölçüsü Servet-i Fünundan farklı değildir. Yalnız Fecri
Ati şairleri sembolizmi tanımaya ve uygulamaya çalışmalarıyla Servet-i Fünun'culardan
ayrılırlar.
Fecr-i Ati şiirinin en önde gelen şairi Ahmet Haşim (1884-1933)'dir.
A. Haşim, şiirin dilinin müzik ile söz arasında ve sözden çok müziğe yakın olduğunu
öne sürer. Ona göre, sözcükler şiire anlamdan çok müzik değerleri ile girer. Konu,
ise bir araç olmaktan öteye gitmez.
Haşim, şiirlerinde çocukluk anılarını, aşk ve doğayı konu etmiştir. Dili önceleri Servet-
i Fünun şiiri gibidir. Ancak sonra konuşma Türkçesine yönelir. Müzik yönünden
yetersiz bulduğu için heceyi değil, hep aruzu kullanmıştır.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 29
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Hilâl-i Semen
Daha pek yavru, pek küçükken ben,
Büyük-annem tutardı alınımdan,
"Bana bak, böyle dil-berimin!" derdi.
Sonra, mâh-ı nev-incilâya bakar,
Leb-i mağmûmu bir bükâ saklar,
Bir hitâb-î semâyı dinlerdi.
Ey, hayâtımda her doğan derdi
Kalb eden bir ziyâ-yı hissîye,
Bu duâsıydı eski bir rûhun
Sis ve zulmette gizli âtiye.
Leyle-î gayb, sırr-ı müstakbel
Çeşm-i sâfında hasta bir çocuğun
Gizli fecrin ziyâsında emel,
Bir tesellî-i mihribân alacak,
O harâbât-ı târ ü sâkiteye
Doğacak belki bir ziyâ-yı şafak.
Böyle bir nev-hilâli seyr etti
O soluk göz ki şimdi topraktan
Seyr eder başka bir hilâl-i semen.
Ben ki efsâne-î tahayyülden
Hep hayâtımda bir emel taşıdım,
O solan şi'r-i sâf ü mağmûmu
hep o mâzîyle duymak isterdim
Gözünün samt-ı pür-sükûnunda.
Gel, bu şâmın gümüş sükûtunda
Bu sedeften hilâle karşı senin
Bir yeşil bûse saklayan gözünün
Göreyim cennetinde âtîmi.
Ahmed Hâşim
Fecr-i Ati'nin öteki şairleri Emin Bülent (1886-1942) Tahsin Nahit (1887-1919) ve
Mehmet Behçet (1890-1980)'tir.
5.2. Fecr-i Ati Döneminde Roman ve Öykü
Çok kısa süren Fecr-i Ati döneminde ilk göze çapan yazarlar Yakup Kadri ve Refik
Halit'tir. Ancak her ikisi de daha sonra Fecr-i Ati'den ayrılıp, Millî Edebiyat Hareketine
katılmışlardır.
Fecr-i Ati'ye bağlı kalmış roman ve öykü yazarları olarak Süleyman Cemil Alyanakoğlu
(1886-1940) ile İzzet Melih Devrim (1887-1966)'i sayabiliriz.
30 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
5.3. Fecr-i Ati Döneminde Tiyatro ve Öteki Türler
Fecr-i Ati, II. Meşrutiyetin ilânından sonraki yıllara rastladığı için tiyatro çalışmalarının
yoğunlaştığı bir dönemdir. Yurtseverlik, istibdat aleyhtarlığı gibi konuların işlendiği
oyunlar sahneleri kaplamıştır. Namık Kemal'in oyunları, özelilkle Vatan
yahut Silistre ve Akif Bey çok ilgi görmüş, çok oynanmıştır. Ancak Fecr-i Ati üyeleri
pek başarılı değildir. Şehabettin Süleyman (1885-1921) ve Tahsin Nahit bunların
önde gelenleridir. Teknik olarak daha iyi bir tiyatro yazarı olan Müfit Ratip (1887-
1917) ise genç yaşta öldüğü için az sayıda eser verebilmiştir.
Fecr-i Ati edebiyatında gülmecenin en başarılı örneklerini (Harman Sonu, Kırpıntı,
Şeytan Diyor ki) Fazıl Ahmet Aykaç (1884-1967) vermiştir. Ebedî eleştiride ise Yakup
Kadri, Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi, Mehmet Fuat, Şehabettin Süleyman
ve Müfit Ratip öne çıkmıştır.
Özet
Batı etkisiyle oluşturulan Tanzimat edebiyatı, Batılı edebiyata yakışır biçimde, sanatın dilini
ve toplumsal yararlılığını tartışarak başlatılmıştır. İlk resmi olmayan gazete bu dönemde
çıkartılmış; gazete aracılığı ile halkın bilinç düzeyini yükseltmek amaç edinilmiş; Divan
edebiyatı konuları bırakılarak özgürlük, vatan, adalet, eşitlik... gibi konular işlenmiştir.
Aydınlar, Halk edebiyatı ürünlerinden ve dilinden yararlanmışlar, fakat teknik açıdan Divan
şiirinin etkisindedirler.
İkinci dönemde, siyasal baskı ile halka açılamayan sanatçılarda, dil yeniden konuşma dilinden
ayrılır, fizik ötesi konular işlenir. İçeriğe göre biçim çalışmaları yapılırken, şiire ailenin
girmesi de bu dönemdedir. İlk mensur şiir denemeleri yapılır.
Batılı anlamda roman, öykü, tiyatro çalışmaları 1860'tan sonra Batıdan çevirilerle başlar,
adaptelerle tür bilgileri pekiştirilir, sonra da yerli konular işlenir. İlk uygulamalarda teknik
yanlışlar vardır. İçerik olarak batılılaşmanın yanlış anlaşılması, cariye, köle kadınlar ve aile
sorunları, aşk, tarih olayları... gibi konular işlenir. Düz yazıda sadeleşme bu dönemde başlar.
1875'ten sonra edebiyatımız Fransız romantiklerinin etkisine girer. Karagöz, Orta Oyunu
yanında Batılı tiyatrolar gösterilmeye başlar. Tiyatroya halk okulu anlayışıyla yaklaşılır.
Ayrıca hiciv, edebi eleştiri, edebiyat tarihi, makale, fıkra, deneme... türleri işlenir.
Servet-i Fünun şair ve yazarları batılı tekniği geliştirirler; terzarima, sone nazım biçimlerini
kullanırlar; şiirin konusunu "her şey" olabilecek kadar genişletirler, sanatı sanat için
kullanırlar. Romantizmin ve sembolizmin etkisindedirler. Divan şiirindeki müstezatı serbestleştirerek
kullanırlar, şiir dili ağır, ölçüsü aruzdur. Bu dönemde roman, realizmin etkisindedir,
konu ve dil olarak sağlamdır. İçerik olarak yine batılılaşmanın yanlış anlaşılması,
gizli aşklar ve birey sorunları... gibi yeni konular işlenir. Tiyatro, gülmece, yergi... yazı türleri
yine baskılı yönetim nedeniyle hemen hiç yazılmaz; tuluat, melodram türünde gösteriler
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 31
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
sürer. Tiyatro topluluklarının çoğu dağılır, kimileri İstanbul dışına çıkar. 1908'den sonra
bir iki oyun ile eleştiri yazılmıştır.
Aynı yıllarda batılılışmaya karşı olan yazar ve şairler de vardır. Bunlardan kimileri Divan
geleneğini sürdürür. Kimileri biçim olarak , kimileri konu olarak halk edebiyatına yönelir.
1909 yılında Fecr- Âti hareketi, Türk Edebiyatında ilk kez, bir bildiri ile başlatılır. Fakat
sanatçılar, bildiride belirtmelerine rağmen halka inemezler. Dil yalın değildir, aruz ölçüsünü
kullanırlar. Sembolizmin etkisindedirler. Fecr- Âti döneminde öykü ve romanda önemli
eser yoktur, tiyatro çalışmaları iyidir. Yurtseverlik, istibdat'ın kötülükleri konuları işlenir.
Gülmece, eleştiri türlerinde başarılı birkaç örnek vardır.
Değerlendirme Soruları
1. Aşağıdaki sanatçılardan hangisi Tanzimatın ilk dönem şairlerinden değildir?
A. Şinasi
B. Recaizade Mahmut
C. Ziya Paşa
D. Namık Kemal
E. Yusuf Kâmil Paşa
2. Tanzimatın ilk dönem şiirleri için aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?
A. Hece ölçüsüne verilen değer artmıştır.
B. Divan nazım biçimleri kullanılmıştır.
C. Dil, yalınlaştırılmaya çalışılmıştır.
D. Konuşulan Türkçe başarı ile şiirde kullanılmıştır.
E. Toplum için sanat anlayışı ile "özgürlük, vatan, hak, eşitlik" konuları şiire
girmiştir.
3. Tanzimatın ikinci dönem şiirleri için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
A. Şiirin tek amacı güzelliktir.
B. Hem Divan şiiri nazım biçimleri, hem batılı nazım biçimleri kullanılır.
C. Fransız romantizminin etkisinde şiir yazılır.
D. Konu olarak Tanzimatın ilk dönem şiirleri ile aynı konular işlenir.
E. Mensur şiirler yazılır.
4. Aşağıdakilerden hangisi "Kara Bibik" romanının yazarıdır?
A. Nabizâde Nazım
B. Recaizade Mahmut Ekrem
C. Şemsettin Sami
D. Sami Paşazade Sezai
E. Halit Ziya Uşaklıgil
32 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
5. İlk tarihi romanımız hangisidir?
A. Muhsin Bey
B. Akif Bey
C. Cezmi
D. Celâleddin-i Harzemşah
E. Vatan yahut Silistre
6. İlk özel Türk gazetesinin adı nedir? Hangi yılda çıkartılmıştır?
A. Tasvir-i Efkâr (1860)
B. Tercüman-ı Ahvâl (1866)
C. Tasvir-i Efkâr (1866)
D. Tercüme-i Manzume (1855)
E. Tercüman-ı Ahvâl (1860)
7. Aşağıdakilerden hangisi Servet-i Fünun dönemi şairidir?
A. Tevfik Fikret
B. Recaizâde Ekrem
C. Muallim Naci
D. Halit Ziya
E. Mehmet Rauf
8. Aşağıdaki yazarlardan hangisi romanda konu olarak birey psikolojisini işlemiştir?
A. Süleyman Nazif
B. Halit Ziya
C. Mehmet Rauf
D. Ahmet Rasim
E. Hüseyin Rahmi
9. Batılı Türk Tiyatrosunun istibdat nedeni ile adeta yok olduğu dönem aşağıdakilerden
hangisidir?
A. İkinci dönem Tanzimat Edebiyatı
B. Servet-i Fünun Edebiyatı
C. Divan Edebiyatı
D. Fecr-i Ati Edebiyatı
E. Milli Edebiyat
10. İlk Edebiyat bildirisi hangi topluluk tarafından yayınlanmıştır?
A. Tanzimat Edebiyatı
B. Servet-i Fünun Edebiyatı
C. Genç Kalemler Edebiyatı
D. Milli Edebiyat
E. Fecr-i Âti Edebiyatı
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 33
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Akyüz, Kenan. Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri I, Ankara: 1979.
Akyüz, Kenan. Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara: 1970.
Kurdakul, Şükran. Çağdaş Türk Edebiyatı 1, Ankara: 1992.
Mutluay, Rauf. 100 Soruda Türk Edebiyatı, İstanbul: 1978.
Nabi, Yaşar, Tevfik Fikret (Hayatı, Sanatı, Şiirleri), İstanbul, 1967.
Nabizâde, Nazım. Düzenleyen Mustafa Nihat Özün, Zehra, İstanbul: 1954, S. 65-
66.
Recaizade, Ekrem. Mustafa Nihat Özön, Çok Bilen Çok Yanılır, İstanbul: S. 126-
128.
Nabi, Yaşar. Tevfik Fikret, İstanbul: 1967.