29 Nisan 2016 Cuma

ahmet hamdi tanpınar - eşik

Eşik / Ahmet Hamdi Tanpınar


Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.

Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma...Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.

Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar...
İlhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle...
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun...
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni...
Bakışın, gülüşün, neş'en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün...

Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin...
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı...
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı...



Eşik,  Ahmet Hamdi Tanpınar (Şiir - Tam Alıntı) [51 kez ziyaret edildi.]
Kaynak: Eşik 

can yücel - belkim bir kertenkeleydim

Belkim Bir Kertenkeleydim / Can Yücel

Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kim bilir
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde çağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi
mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi
fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim.


Belkim Bir Kertenkeleydim,  Can Yücel (Şiir - Tam Alıntı) [109 kez ziyaret edildi.]
Kaynak: www.siraze.net 

cumhuriyet dönemi tiyatrosu

1. Tiyatro
Cumhuriyet döneminin ilk yılları oyun yazarları daha çok tarihimize ve efsanelerimize
yönelerek ulusçuluğu aşılayan düşünceler üzerinde durmuşlar, toplumsal sorunları,
değer yargılarının değişmesini ve ruhsal çelişkileri vermeye çalışmışlardır.
Bu konular arasında ruhsal çatışma ve çelişkilerin ağırlıkta olduğu göze çarpar.
Duygulu sözler, heyecan verici şiirsel konuşmalarla bir acıklı oyun havasında yazılan
bu oyunlarda, kişinin psikolojik durumu yansıtılmaya çalışılmıştır.
Oyunlarında, kişilerdeki ruhsal çatışmayı ilk ele alan yazarlarımızdan biri, bir önceki
kuşaktan bu yıllara geçen Halit Fahri Ozansoy'dur. Sönen Kandiller adlı oyununda
aşırı duygulu, heyecanlı, bunalımları olan kişileri incelerken bir yandan da
bu durumda oluşlarının nedenlerini psikolojik yönden açıklamaya çalışır. Halit
Fahri'yle birlikte, Vedat Nedim (Tor), Necip Fazıl, Nazım Hikmet de kişilerdeki
ruhsal bunalım ve çatışmaların değişik nedenleri üzerinde durmuşlardır.
Bu kuşağın yazarlarının ayrıca toplumumuzdaki değer yargılarının değişmesi sonucu
ortaya çıkan sorunlarla da ilgilendikleri görülüyor. Üzerinde en çok durulan
sorunlardan biri, Tanzimat döneminden başlayarak aydınların ve yazarların önemle
üzerinde durdukları konu, yüzeyde kalan, taklitçilikten öteye geçmeyen Batılılaşma,
bu yüzden kişilerin bayağılaşması, ikincisi de sermaye gücünün toplumun çeşitli
kurumlarını ve insanları nasıl değiştirdiğidir. Oyunların bir bölüğünde yanlış
Batılılaşmanın ortaya çıkardığı sorunlar sergilenirken, bir bölüğünde de gerçek Batı
uygarlığının nasıl anlaşılması gerektiği ortaya konmuştur. Daha önce adı geçen üç
yazarımız bu konulara da değinirken, onlara İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Reşat Nuri,
Sabahattin Ali, Nahit Sırrı eklenmiştir.
2. 1950'ye Kadar Türk Tiyatrosu
Cumhuriyetin onuncu yılına değin Türk yurdunu, Türk ulusunu sevmek biçiminde
gelişen ülkücülük de oyunlara konu olmuş, yazarlar bu duyguları aşılamak için kimi
zaman efsanelere, kimi zamanda masallara yönelmişlerdir. Bu oyunlardan Faruk
Nafiz'in manzum olarak yazdığı Akın, Türklerdeki herşeyden üstün olan yurt
sevgisini verirken, Özyurt Türk'lerinin adaletini, sanat sevgisini, yerleştikleri yerleri
bayındır bir duruma getirmek için gösterdikleri çabaları ortaya koymaya çalışır.
1930'lu yılların Türk Tiyatrosu'nun özellikleri nelerdir?
Yaşar Nabi'nin Mete; Behçet Kemal'in Çoban ve Atilla; Necip Fazıl'ın Sabır Taşı adlı
oyunları Türk'lerin erdemleri ve uygarlığını yansıtmak amacını taşırlar. Kardeş
kavgaları yüzünden yıkılan Osmanlı İmparatorluğunun acıklı durumu Yaşar Nabi'nin
İnkılap Çocukları'nda ele alınırken hareket noktası Anadolu olmak üzere
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O 167
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Türk gücünün övülüşünü de Necip Fazıl'ın Tohum; Faruk Nafiz'in manzum olarak
yazdığı Kahraman adlı oyununda buluyoruz.
Bu yılların yazarları arasında Selahattin Batu, mitolojiye ve masala yönelişiyle dikkati
çeker. Güzel Helena, Oğuzata, Kerem ile Aslı onun mitolojiden yararlanarak yazdığı
oyunlardır. Bu oyunlarda daha çok evrensel değerler üzerinde durmuştur.
Oyunlarda ele alınan konulara göre bir genelleme yaparsak Cumhuriyetin ilk yirmi
yılında, kişi ve toplumsal sorunları birlikte ele alınmıştır diyebiliriz.
1940'lı yıllara geldiğimizde üzerinde durulabilecek üç yazar görüyoruz. Bunlar Ahmet
Kutsi Tecer, Cevat Fehmi Başkurt ve Ahmet Muhip Dıranas'tır.
Çözülen aile yapısına çözüm olarak sağlam temellere dayalı aile tezi savunulur.
Bu yazarların en çok ele aldıkları konunun aile yapısıyla ilgili olduğu göze çarpıyor.
Değer yargılarının değişmesinin ve ekonomik koşulların aileyi etkileyişi üzerinde
durulmuş, maddi değere önem verdikleri için yanlış yolda giden aileler yanında,
yoksul ancak sağlam temellere oturmuş, düzgün bir yaşayışı olan aileler verilmiştir.
Aile konusunun yanında yine Batılılaşmanın yanlış anlaşılması konusunun da sürdürüldüğü
görülüyor.
1940'lı yıllarda Türk tiyatrosunda geleneksel Türk Tiyatrosu'nun izleri görülür.
Ahmet Kutsi Tecer, bu konuları, geleneksel Türk tiyatrosundan da yararlanarak,
Köşebaşı, Bir Pazar Günü, Satılık Ev adlı oyunlarında ele almıştır. Köroğlu ise, hak ve
adalet kavramını bir Türk efsanesinden yararlanarak ortaya koyduğu oyunudur.
Ahmet Muhip Dıranas, toplumumuzdaki geleneksel, ataerkil ailenin, değişen ve
modernleşen değerler karşısında ortadan kalktığını ortaya koyduğu Gölgeler adlı
oyunuyla tanınmıştır.
Bu üç yazar arasında en çok oyunu olan Cevat Fehmi Başkurt'tur. Yazar, ahlâk yönünden
ele alarak, değişen toplumumuzdaki paranın gücü ve bu gücün bireylere
yaptığı baskı üzerinde durmuştur. Bu sorunları daha çok, büyük kentlerde ve taşra
ilçelerindeki yaşam üzerinde durarak yansıtmıştır. Konuyu ahlak yönünden ele alışı
kişilerine de yansıyarak, ülkücü, meslek sahibi olan kişilerle, bilgisiz ve çıkarcı
olanlar karşılaştırılmıştır. Yer yer fantaziden de yararlanan yazarın en çok tanınan
oyunları arasında Büyük Şehir, Küçük Şehir, Paydos, Sana Rey Veriyorum, Tablodaki
Adam, Buzlar Çözülmeden, Hepimiz Birimiz İçin ve Ölen Hangisi'ni sayabiliriz.
3. 1950-1970 Arasında Türk Tiyatrosu
1950-60 yılları arasında roman yazarlarında olduğu gibi oyun yazarlarının sayısında
da büyük bir artış, konularda çeşitlenme göze çarpıyor. Yine toplum sorunları ön
168 C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
planda olmakla birlikte yazarların toplum sorunlarına değişik hareket noktalarından
yöneldikleri görülüyor. Kimi yazarlar bireyden toplum sorunlarına geçerken, kimileri
olaydan ve durumlardan hareket ederek toplumsal sorunlara yöneliyorlar. Kimi
yazarlar da evrensel sorunlar üzerinde durup, bu yoldan topluma gidiyorlar.
1950'li yılların tiyatrosunda köy sorunlarına eğilme görülür.
Bireyden topluma giden yazarlar olarak Oktay Rifat, Melih Cevdet, Haldun Taner,
Nazım Kurşunlu, Orhan Asena, Çetin Altan, Refik Erduran, Turgut Özakman ve
Nezihe Meriç'i görüyoruz. Bu yazarlar oyunlarının çoğunda kişideki ruhsal baskıları,
tedirginlikleri, iç çatışma ve bunalımları toplumsal koşullara bağlarlar.
Oktay Rifat ilk oyunu olan Kadınlar Arasında da, büyük kentleri ele alarak, bu kentlerdeki
toplum düzensizliğinin, ahlak çöküntüsünün aile üzerindeki etkisini gösterirken
hareket noktası kişidir. Onu izleyen oyunlarından Oyun İçinde Oyun, Birinci
Dünya Savaşı başlamadan hemen önce İstanbul'dan bir kesiti ele alarak değer yargılarındaki
değişmeyi, Batılılaşma çabasında olan ancak bir senteze ulaşamadığı için
yüzeyde bir Batılılaşmayla züppeleşen ve ona karşı yine senteze ulaşamadığı için
kendisini yenileyemeyen iki kişiyi karşılaştırarak verir. Çil Horoz ve Zabit Fatma'nın
Kuzusu'nda da kişilerden hareket eden yazar, Yağmur Sıkıntısı'nda aile yapısı içinde,
toplumdaki bozuk düzeni yansıtır.
Sorunlar bireyden topluma yönelir.
Melih Cevdet'in bireyden topluma yönelen iki başarılı oyunu İçerdekiler ile Mikadonun
Çöpleri'dir. İçerdekiler, tutuklanmış bir öğretmenden hareket ederek özgürlüğü
kısıtlanmış, ancak kişiliğini özgürlüğe kavuşturmuş bir insanla dışarıda dolaşmalarına
karşın toplumun belli kalıplarından kurtulamayarak özgülüklerini tadamayan
insanları karşılaştırır.
Bireyi hareket noktası olarak alan Haldun Taner Fazilet Eczanesi ve Huzur Çıkmazı
adlı oyunlarında değişen toplum koşulları karşısında bağnazca düşünceleri yüzünden
yanlış bir ahlak düşüncesiyle yaşamdaki değişikliklere karşı çıkanları verir.
Nazım Kurşunlu daha değişik konulara değinmiştir. Branda Bezi adlı oyununda,
kendilerine başlarını sokacak bir ev yapma çabasında olan yoksul insanların karşılaştıkları
güçlükleri yansıtırken, Çığ'da kız kaçırma sorununa değinmiştir. Bu oyununda
yine kişilerden hareket ederek, töreler ve alışkanlıklar yüzünden hemen hemen
yaşam hakkını yitirmiş olan genç kız ve kadınların değişik sorunlarına bu arada
evlenme sorununa değinir. Merdiven'de yine bireyden, özellikle küçük memurdan
hareket ederek toplumdaki aksaklıkları yansıtmıştır. Dumanlıda Telaki Var'da
ise yaşlı bir istasyon şefinin genç bir kadına duyduğu kıskançlıktan hareket ederek,
kişisel duyguları işlemiştir.
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O 169
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bireyden topluma yönelen yazarlardan biri olan Orhan Asena'nın tarihten yararlandığını
görüyoruz. Hürrem Sultan, Tohum ve Toprak, Atçalı Kel Mehmet, Şeyh Bedrettin
onun tarihsel olaylardan ve kişilerden hareket ederek dönemini verdiği oyunlardır.
Bunlarla birlikte tarihe yönelmeden toplum gerçeklerine yöneldiği iki oyunu
olarak da Kocaoğlan ve Öç'ü görüyoruz.
Oyunlarında köy sorunlarını da ele alan Necati Cumalı, Mine'de kadını bir mal gibi
kullanan ve bunu doğal sayan bir çevrenin yaşamını vermiştir. Bununla birlikte Yeni
Çıkan Şarkılar, Aşk Duvarı, Zorla İspanyol adlı oyunları ise toplum sorunlarından çok
bireyin iç dünyasını verir.
Çetin Altan ilk iki oyununda aileden hareket etmiştir. Çemberler'de ailenin yoksulluğun
ve dar bir yaşayış çemberi yüzünden aile bireyleri arasındaki çözülme, birbirinden
kaçış üzerinde durulmuştur. Yazar oyunda, bireyin direnme gücünü aşan
yaşam koşulları karşısında kaçışa yöneleceğini belirtir ve bireyin özgürlüğünü savunur.
İkinci oyunu Tahtaravalli'de ise insanın maddi değerler karşısındaki durumunu
yine aile sınırı içinde işler. Beybaba, Suçlular ve Mor Defter'de de insanın huzursuzluğa
ve yalnızlığa itilişinin çeşitli nedenleri üzerinde durmuştur.
Refik Erduran'ın bireyden çevreye ve topluma doğru genişleyen oyunları arasında
en tanınanı Cengiz Hanın Bisikleti'dir. Yazar bu oyunda eski yaşayış biçiminden kurtulamadığı
halde kurtulmak için çaba gösteren bir erkeğin tutumundan hareket
ederek Batılılaşmanın yanlış anlaşıldığını savunur. Karayar Köprüsü, Büyük Jüstünyen,
Uçurtmanın Zinciri adlı oyunlarında ise üstün yetenekleri olan kişilerin topluma
karşı olan sorumlulukları üzerinde durur. Kendisinin de içinde bulunduğu konu
olarak dürüst bir gazetecinin patronunca sömürülmesini İkinci Baskı adlı oyununda
ele almıştır. Tiyatromuz için yeni bir konu olan gazeteciliğin oyuna yansımasını
Sevgi Sanlı'nın Dilsizlerin Dili ve Recep Bilginer'in Gazeteciden Dost adlı oyunlarında
da görüyoruz.
Toplum dışına sürülmüş kişilerin toplumla uyuşmazlığını veren yazarlardan biri
olan Turgut Özakman, bu kuşağın yazarları arasında, aşağılık duygusunu toplumsal
koşullar açısından inceleyişiyle dikkati çeker. Güneşte On Kişi, Ocak, Paramparça,
Komşularımız bu konuyu aile yaşayışı çerçevesinde verdiği oyunlarıdır.
İlk oyunu olan Penbe Evin Kaderi'nde ve Kaneviçe'de kuşaklar arasındaki kopuşu,
yabancılaşmayı ele alan yazar, Duvarların Ötesinde adlı oyununda, toplumun suçlu
insanları bir kenara itişini eleştirerek onlara daha uygarca davranmak gerektiğini
savunur.
Bireylerden toplum sorunlarına giden kimi yazarların olaylar ve durumlardan da
toplum sorunlarına eğildikleri görüldüğü gibi doğrudan doğruya olaylardan toplum
sorunlarına giden yazarların oyunlarıyla da karşılaşıyoruz. Turgut Özakman,
Haldun Taner, Orhan Asena, Refik Erduran ve Çetin Altan bireylerden olaylara geçerken;
Orhan Kemal, Oktay Rifat, Rıfat Ilgaz, Recep Bilginer, Cahit Atay ile Oktay
Arayıcı olaydan hareket eden yazarlar olarak yer alıyorlar.
170 C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Osmanlı İmparatorluğu'nun yanlışları irdelenir.
Turgut Özakman'ın, Reşat Nuri Güntekin'in Değirmen adlı romanından değişiklikler
yaparak oyunlaştırdığı Sarıpınar 1914 bu konudaki en başarılı oyunudur.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, İstanbul'da oturan yöneticilerle Anadolu'daki kopukluğu
ortaya koymaya çalıştığı bu oyunu izleyerek aynı çizgideki ikinci oyunu da
Ulusal Kolej Disiplin Kurulu'dur.
Devlet kurumlarıyla halk arasındaki kopukluğu Orhan Asena, Sağırlar Sövüşmesi
adlı oyununda bu kopukluğu yansıtırken, Hacivat Politikacı'da bu kopmuşluğu halkın
kötüye kullanışını ve politikacının çıkarcılığını vurgular. Fadik Kız adlı oyununda
ise bir kızın toplumumuzun çeşitli aşamalarında nasıl sömürüldüğünü ortaya
koyar.
Haldun Taner, Lütfen Dokunmayın adlı oyununda ilk olarak bireyden olaylara geçmeye
başlamıştır. Devlet otoritesinin güçsüzlüğü ve politikacılar, Haldun Taner'i de ilgilendiren
bir konu olmuştur. Günün Adamı'nda, devlet adamlarına dayanarak büyük
vurgunlar vuranların açık gözlülüklerini belirtirken devletteki düzensizliği
eleştirir. Keşanlı Ali Destanı'nda da devlet otoritesi olmayan bir toplumda özellikle
yoksul çevrenin çektiği sıkıntıyı gözler önüne serer. Gözlerimi Kaparım Vazifemi
Yaparım ile Eşeğin Gölgesi olaylara daha değişik açıdan bakan iki oyunudur. Gözlerimi
Kaparım Vazifemi Yaparım'da Türkiye'de geçimini güçlükle sağlayan kişilerin
yıllar süren sömürülüşlerini güldürü havasında verirken, Eşeğin Gölgesi'nde hayali
bir ülkede sermaye patronlarının üstünlüğünü sergiler.
Refik Erduran, Ayı Masalı ve Direkler Arasında'da iki değişik konuyu ele almıştır.
Ayı Masalı'nda sınıflanmış bir toplumun çeşitli sorunlarını, Direkler Arasında adlı
oyunuyla ise kadının çarşaflı gezdiği zamanlardan günümüze değin gelen bir takım
sorunlara ve alışkanlıklara değinir.
Çetin Altan, yakından izlediği politikacıların çalışmalarını Komisyon adlı oyununda
eleştirir daha da ileri giderek taşlar.
Bu dönem tiyatrolarında olaydan hareketle toplum sorunları incelenir.
Romanlarında da toplumsal sorunlara ağırlık veren Orhan Kemal, roman ve öykülerini
oyunlaştırarak tiyatro alanına girmiştir. Sanatçının toplumsal bir kaygı taşıması
gerektiği düşüncesinde olan Orhan Kemal, toplum sorunlarını, olayları ön plana
alarak verme yoluna gitmiştir. Üç ayrı konuyu ele aldığı oyunlarından İspinozlar,
yoksul bir göçmen ailesiyle, zengin ancak görgüsüz bir ailenin karşılaştırılmasıdır.
72. Koğuş, bir cezaevi koğuşundan hareket ederek, insanları suça itenin
toplum düzeni olduğu düşüncesini ortaya koymaya çalışır. Kardeş Payı'nın konusu
ise kimi romanlarında da üzerinde durduğu Anadolu'dan büyük kentlere çalışmaya
giden işçilerin sömürülüşüdür.
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O 171
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Cahit Atay ve Oktay Arayıcı birer oyunlarında birbirine yakın konulara değinmişlerdir.
Cahit Atay Geristanda Var Bir Polis adlı oyununda yönetimdeki yozlaşmaya
ayak uyduramayan dürüst bir polisin içine düştüğü, onun sürülmeye değin götüren
durumları verir.
Oktay Arayıcı ise Seferi Ramazan Beyin Nafile Dünyası adlı oyununda bir başkomiserin
kendi kendisini nasıl yok ettiğini veriyor. Ele alınan başkomiser, sürekli olarak
yasalara uyulmasından söz eden ancak farkına varmadan kendisi yasaları çiğneyen,
dar ahlak anlayışıyla hareket eden ve çevresinde olanlarla ilgilenmeyen bir kişidir.
Bu durumuna bilgisizliği ve bilinçsizliği de eklenince yok olup gider.
Eğitimi eleştiren, yol gösterici oyunlar yazılır.
Rıfat Ilgaz, değişik durumlarıyla filme de alınan Hababam Sınıfı'nda, bir okul sınıfından
hareket ederek, toplumdaki düzensizlikleri ve değer yargılarını verir.
Recep Bilginer, devlet-vatandaş ilişkilerinde devleti değil, vatandaşı sorumlu tutan
bir yazar olarak karşımıza çıkıyor. Ben Devletim adlı oyununda, yönetimde yüksek
düzeydeki yöneticilerle kurulan ilişkilerde, vatandaşın haksızlık yapmadan ve
hakkını çiğnetmeden haksızlıkla savaşması gerektiğini ortaya koymaya çalışır.
Evrensel konular da ihmal edilmez.
Topluma yönelik oyunlar yazan yazarların üçüncü grubunu oluşturanlar ise evrensel
konulardan hareket ederek toplumu değerlendirenlerdir. Bu grupta Orhan
Asena dışında önceki gruplara girmeyen yazarlarla karşılaşıyoruz.
Bu yazarların başında Aziz Nesin geliyor. Aziz Nesin Biraz Gelirmisiniz?, Bir Şey Yap
Met, Düdükçülerle Fırçacıların Savaşı, Tut Elimden Rovni, Çiçu ve Hadi Öldürsene Canikom
adlı oyunlarında evrensel konuları işlemiştir. Değişik konuları ele alan yazarın
birbirine benzer konulu iki oyununu görüyoruz. Biraz Gelir misiniz? Ve Bir
Şey Yap Met adlı oyunlarında, toplumda küçük insan gözüyle bakılanların kendilerini
kabul ettirip başkalarına yararlı oluşlarını veriyor.
Aziz Nesin'i Şahap Sıtkı İlter, Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal ve Suat Taşer
izlerler. Şahap Sıtkı ve Behçet Necatigil sanatçı yaşamından kesitler vermişlerdir.
Şahap Sıtkı Ayrı Dünyalar adlı oyununda sanatçının evlilikle aile yaşamı ile bağdaşamayışı
ve nedenleri üzerinde dururken Behçet Necatigil ise Kutularda Sinek'te
kafasını ve hayal gücünü zorlamadan birşeyler yaratmaya çalışan bir sanatçıyla, sanata
ticaret hesaplarını karıştıran bir tüccar eleştiriciyi karşılaştırır. Yine Necatigil,
Arttırma Salonu adlı oyununda daha değişik bir konuya değinmiştir. Bu oyunda satacak
hiçbir şeyi olmayan bir öğrencinin "umut"unu açık arttırmaya çıkardığını görüyoruz.
Ancak "umut" bir genç kızın kendisinin "umut" olduğunu söylemesi üzerine
alıcı bulur. Alıcılar bir eşya olarak gördükleri genç kıza yüksek fiyatlar verirler.
Genç kızın, namuslu bir genç kız olduğunun anlaşılması açık arttırmayı durdurur.
172 C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Tiyatroda, aile sorunları da ele alınır.
Sabahattin Kudret Aksal'ın üç oyunu ise evlilik ve aile ile ilgilidir. Bunlardan Bir
Odada Üç Ayna bir aileyi kuruluşundan ele alarak, yeni kuşaklar yetiştirmesini ve
dağılıp yok oluşunu verir. Tersine Dönen Şemsiye evli bir erkeğin, kendisini bekar
olarak tanıttığı bir genç kıza yaklaşmasını, durumu fark eden karısının boşanma davası
açması üzerine tekrar evine dönüşünü, bir ailenin geçirebileceği sarsıntılardan
biri olarak verir. Kahvede Şenlik Var'da ise evliliğin bir çıkar anlaşması durumuna getirilişini
görüyoruz. Aksal'ın ilk oyunu Şakacı aynı çevrede yaşayan bireylerin birbirleriyle
olan ilişkilerini, çatışmalarını verip, bu ilişki ve çatışmaların hangi koşullar
altında çözülüp, gevşeyebileceğini gösterir. Aksal'ın yönetime ilişkin bir oyun
yazdığını da görüyoruz. Kral Üşümesi adlı oyununda yöneten-yönetilen ilişkileri
üzerinde duruyor.
Suat Taşer, Turgut Özakman ve Tarık Buğra birer oyunlarıyla bu yazarlara katılırlar.
Suat Taşer, Aşk ve Barış'ta genel düzeyde insanlar arasındaki barış ve sevgi ülküsünü
ele alır. Özakman atom bombalarının ve yok edici silahların insanları tehdit
edişini Tufan adlı oyununda yansıtır. Tarık Buğra'nın Ayakta Durmak İstiyorum'unda
da özgürlükleri için savaşan insanları buluyoruz.
1950-1970 yılları arasında romanlarda olduğu gibi oyunlarda da çeşitli sorunlarıyla
köyün konu olarak alındığını görüyoruz. Ağaların köylüyü sömürüşü ve onlar üzerindeki
baskıları, köy kadınlarının durumu, kan davası, köy yaşayışındaki değer çatışmaları
oyunlara konu oluyor.
Ağa-köylü ilişkisinde ağaların yanlış tutumları eleştirilir.
Oyunlardaki ağalar, genellikle romanlarda olduğu gibi, köylünün elindekini avucundakini
alan, kötü niyetli, köylüye eziyet eden, devletle olan ilişkileri kendi çıkarlarına
göre ayarlayan kişiler olarak görülürler. Devlet gücünü kendilerinden yana
çekmeyi de başarırlar. Henüz bilinçlenmemiş olan köylü ise yapılan baskıya ve sömürülüşüne
karşı koymayı düşünmez. Kimi oyunlarda da yeni yeni bilinçlenmeye
ağaya, muhtara baş kaldırmaya başlamışlardır.
Cahit Atay, Pusuda adlı bir perdelik oyununda, bir köy ağasının göz koyduğu kızı,
kızın öldürtülmesini, sevdiği gence kaptırmamak için, o gencin saf bir köylüye
verir. Ana Hanım Kız Hanım'da ise bilinçsiz ve saf bir köylünün, ağa sözüne kanarak
tek güvencesi olan ineği ile eşeğini elden çıkarışının izliyoruz.
Necati Cumalı, Susuz Yaz'da ağa ile köylü arasındaki su sorununu ortaya koyup, bu
sorunu köylünün yararına çözümlemeye çalışanların hapse bile girebileceklerini
belirtiyor. Yine yaygın olan ağanın, köylünün toprağını sömürüş teması Fakir
Baykurt'un aynı adlı romanından oyunlaştırılanYılanların Öcü'nde ele alınıyor. Zeki
Özturanlı'nın Batak Gölü adlı oyunu yine romanlara da konu olan ağa ile köylü
arasındaki balık avlama yüzünden çıkan çatışmayı ve köylünün yenilgisini anlatır.
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O 173
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Ağa-köylü çatışmasını veren oyunlar arasında Nazım Kurşunlu'nun Toprağın Kurbanları'nı,
Hidayet Sayın'ın Küçük Devler ve Penbe Kadın'ını sayabiliriz. Penbe Kadın'ı
öbür oyunlardan ayıran özelliği, bir köylü kadınının tek başına ağanın baskısına
direnişini vermesidir. Yazar, aynı zamanda köyde hükümetin temsilcisi olan
muhtarın çıkarı için haksız, ancak güçlü olandan yana olduğunu da ortaya koyuyor.
Sabahattin Engin'in oyununda ise değişik bir ağayla karşılaşıyoruz. Orda Bir Köy
Var Uzakta'da, önceki oyunlarda gördüğümüz, köylüye baskı yapan, onu sömüren
ağa yerine, iyi yürekli, hemen hemen yazarın idealinde yarattığı bir ağayla karşılaşıyoruz.
Köy kadınının sorunları tiyatro aracılığı ile topluma duyurulur.
Köy oyunlarının bir kısmı da, köy kadınının değişik sorunlarını yansıtıyorlar. Üzerinde
durulan sorunlar olarak, köy kadınının özgürlüğünün çok kısıtlı oluşu, kadının
bir mal gibi satılabildiği, genç kızların en iyi para verenle evlendirilmesi, kuma,
erkek çocuk anası olmadıkça kendisini çevreye kabul ettiremeyişi, kadınların erkeklerden
çok çalışmakla birlikte hiçbir konuda düşüncelerinin alınmayışı göze çarpıyor.
Değişik köy sorunlarıyla birlikte, köy kadınlarının sorunları üzerinde de en çok
Cahit Atay'ın durduğunu görüyoruz. Ana Hanım Kız Hanım'la birlikte, Sultan Gelin,
Yangın Memet, Kerpiç Memet adlı oyunları genç kızların evlenme sorunlarıyla, yaşama
hakkı hemen hemen elinden alınan kadını konu edindiği oyunlarıdır. Necati
Cumalı, Derya Gülü ve Nalınlar'da, Recep Bilginer İsyancılar'da, Turan Oflazoğlu
Keziban'da benzer konuları ele almışlardır. Güngör Dilmen ise Kurban adlı oyununda
kuma sorununa değinir. Nazım Kurşunlu da Çığ'da kız kaçırma sorununu
ele almıştır.
Köylerde kimi zaman kuşaktan kuşağa geçen kan davası da oyun yazarlarının üzerinde
durdukları bir konu olmuştur. Bu konuyu ele alan oyunlar olarak Necati Cumalı'nın
Ezik Otlar'ını, Ali Yürük'ün Çatallı Köy'ünü sayabiliriz.
Dini yanlış anlama eleştirilir.
Köy yaşayışını ele alan oyunlarda konu ne olursa olsun köylünün bilgisizliğinden
kaynaklanan, dinde tutuculuğun yaygınlaşmasına dikkatlerin çekildiği görülüyor.
Bu oyunların bir bölüğünde köylülerdeki ermişliğe inanış yansıtılıyor. Cahit
Atay'ın Ermiş Memet'i, Yaşar Kemal'in Yer Demir Gök Bakır adlı romanından uyarlanan
Uzun Dere'si; Hidayet Sayın'ın Topuzlu'su ermişlik konusuna değinen önemli
oyunlar arasında yer alıyorlar. Turan Oflazoğlu'nun Allahın Dediği Olur; Talip
Apaydın'ın Bir Yol; Bekir Büyükarkın'ın da Keçiler adlı oyunları dinin sömürülüşünü
yansıtan oyunlar arasında görünüyorlar.
Fikret Otyam'ın Mayın; Yaşar Kemal'in Teneke; Sedat Veyis Örnek'in Manda Gözü
adlı oyunları da değişik yönden köylüdeki değer yargılarının değişmesini verir.
174 C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu yılların politik eğilimli yazarları, genellikle toplumdaki bozuklukların toplumun
bilinçsiz oluşundan ve bireyin sorumsuzluğundan ileri geldiği düşüncesindedirler.
Bu yazarların bir bölüğü, toplum düzensizlikleri, dünya siyaseti ve içine düşülen bunalımların
nedenlerine eğilirken bir bölüğü de insanlık sorunlarına genel bir yöneliş gösterirler.
Kimi yazarlar da efsane ya da tarihe dayanarak çağın eleştirisini yapmışlardır.
Birinci gruptaki konulara eğilen yazarlar olarak Güngör Dilmen, Sermet Çağan,
Adalet Ağaoğlu, Kerim Korcan, Güner Sümer, Başar Sabuncu ve Vasıf Öngören'i sayabiliriz.
Güngör Dilmen, Ayak Parmakları, Canlı Maymun Lokantası; Sermet Çağan, Ayak Bacak
Fabrikası ve Öyle Bir Oyun; Adalet Ağaoğlu Evcilik Oyunu, Çatıdaki Çatlak, Tombala,
Bir Sessiz Adam; Kerim Korcan Linç; Güner Sümer, Yarın Cumartesi, Bozuk Düzen;
Başar Sabuncu, Şerefiye, Çark, Zenberek; Vasıf Öngören Asiye Nasıl Kurtulur adlı
oyunlarında bu konulara değinmişlerdir.
Efsane ya da tarihe dayanarak çağın eleştirisini yapan yazarlara bir göz attığımızda
yankılar uyandıran Midas'ın Kulakları, Midas'ın Altınları, Akad'ın Yayı, İttihat ve Terakki
oyunlarıyla Güngör Dilmen başta geliyor. Onunla birlikte Turan Oflazoğlu'nun
Deli İbrahim, Dördüncü Murat ve Sokrates Savunuyor adlı oyunları önem taşıyor.
Bu yazarlara Erol Toy, Pir Sultan Abdal ve Parti Pehlivanı; İsmet Küntay da Tozlu Çizmeler
adlı oyunlarıyla katılmışlardır.
1950-1970 yılları arasındaki yazarlardan Yıldırım Keskin İnsansızlar, Sedat Veyis
Örnek Pirinçler Yeşerecek, Başar Sabuncu Kargalar'la, genel olarak insanlık sorunlarına
değinenler olarak dikkati çekmişlerdir.
4. 1970'ten Sonra Türk Tiyatrosu
1970'ten sonra yayımlanan roman ve öykü sayısında görülen artış, oyunda da kendini
gösteriyor.
Oyunlara konu olarak, önceki yıllardan gelenlere Kurtuluş Savaşı, işçilerin sorunları,
12 Mart ve Türkiye dışındaki olaylar ekleniyor.
Kurtuluş Savaşı'na değinen yazarlar ve oyunlar olarak, Erol Toy'un, Parti Pehlivanı'nı,
İsmet Küntay'ın Tozlu Çizmeleri'ni; Ergin Orbey'in Birinci Kurtuluştan'ını; Erol
Toy'un İpteki'ni; Lale Oraloğlu'nun Yıl 1921'ini, Fazıl Hayati Çorbacıoğlu'nun Erkek
Satı'sını sayabiliriz. Bu oyunlarda Birinci Dünya Savaşı'ndan başlayarak, işgal altında
İstanbul, Çerkez Etem olayı, Kurtuluş Savaşı, Milli Mücadele sonrası durum,
Kubilay olayı öncesi artan konu olarak ele alınıyor.
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O 175
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
12 Mart olayları da, Adalet Ağaoğlu'nun, Kendini Yazan Şarkı, Cengiz Gündoğdu'nun,
Karar 71; Necati Cumalı'nın, Yürüyen Geceyi Dinle; Uğur Mumcu'nun anı
kitabından uyarlanan Sakıncalı Piyade ve Macit Koper'in Sabotaj adlı oyunlarında
öncesi, sonrasıyla ele alınmıştır.
Bu yıllarda oyunlarda ele alınan değişik bir konu da işçilerin sorunları oluyor.
Çoğu gerçek bir olaya dayanan, ayrıca belgesel nitelik taşıyan oyunlar arasında
Ömer Polat'ın, 1975'te 804 İşçi; Hüsamettin Çetinkaya'nın Hatboyu Şantiye; İsmet
Küntay'ın 403. Kilometre; Haşmet Zeybek'in, Alpagut Olayı; Ali Taygun'un, Fabrikalardan'ı;
Bilgesu Erenus'un Nereye Payidar ile Ortak'ını sayabiliriz.
Cumhuriyet dönemi yazarlarının bir bölüğünün de Türkiye dışındaki olaylarla ilgilenerek
bu olayları konu alan oyunlar yazdıkları görülüyor. Bu yazarlar arasında
da, Şili'de Av ile Ölü Kentin Nabzı adlı oyunlarıyla Orhan Asena; Gün Dönerken'le
Yavuzer Çetinkaya; Şahları da Vururlar'la Ferhan Şensoy; Marangoz'la Çetin Erginel
önem taşıyorlar.
Konusunu tarihten alan oyunlar yazılır.
Bu yıllarda, daha önceki yıllardan gelen Turan Oflazoğlu'nun IV. Murat, Kösem Sultan,
Genç Osman, Orhan Asena'nın Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe oyunları, tarihsel
konulu oyunlar olarak önem taşırken Adnan Giz, Ömür Satan Hüsam Çelebi, Küçük
Esma Sultan, Sokullu Ne Yapmalıydı adlı oyunlarıyla dikkati çekmiştir. Bu yılların tarihsel
konulu oyunlar yazan yazarları arasında, Fazıl Hayati Çorbacıoğlu (Koca Sinan),
Mehmet Akın (Hikaye-i Mahmut Bedrettin) yer alırlar.
Tarihsel konulu oyunlar yazanlarla birlikte değişik konulu oyunlarıyla dikkati çeken
yazarlar olarak Oğuz Atay, Nezihe Araz, Sadık Şendil, Oktay Arayıcı, Dinçer
Sümer, Ülker Köksal, Başar Sabuncu, Tarık Buğra, Vasfi Uçkan, Muzaffer İzgü,
İsmet Küntay, Lale Oraloğlu, Sevgi Soysal, Refik Erduran, Yıldırım Keskin, Murathan
Mungan, Macit Koper, Mehmet Keskinoğlu ... gibi adları sayabiliriz.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından başlayarak oyun yazarlarının ele aldıkları
konular gözden geçirilince roman ve öykü yazarlarıyla aralarında bir koşutluk
dikkati çekiyor.
Roman yazarlarının üzerinde durdukları konuları, sahneye koydukları oyunlarında
ele alan yazarlar, iletilerini topluma canlı olarak veriyorlar.
176 C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Rumuz Goncagül'den
SAHNE : 2
(Halet Rezaki'nin Dairesi, Apartman Merdiveni.)
.....
GÜLSÜN : (Kapıdaki isme bakar) Tamam burası. Çalıyorum.
İNSAF : Dur bir soluklanayım... Bir adresi bulana kadar canımız çıktı. Postacılar
günde bin adresi nasıl buluyorlar?
GÜLSÜN : Varlıklı da niye bu köhne apatmanda oturuyor anlamadım.
İNSAF : Eskinin varlıklıları hep buralarda otururlardı... Kalbim helecandan çatlayacak
neredeyse... Becerebilecek miyiz kız?
GÜLSÜN : Sen istedin.
İNSAF : (Derin bir soluk alır) Ya Allah bismillah, çal bakalım.
GÜLSÜN : (Zili çalar) Bing beng.
HALET : (Zile) Bu da kim şimdi? Ben rahat olayım diye hizmetkârı gönderdim.
İnadına kapı işledi bugün. (Kapı açma sesi) Şukırt, şıkırt. Kimi aradınız?
(İnsaf ve Gülsün aralıktan içeri bakarlar) Ne aradınız?
İNSAF : Hanım yok mu?
HALET : Yok.
İNSAF : İyi çarşaflarım var, yatak yüzlerim var.
HALET : İhtiyacımız yok.
İNSAF : Size göre paçalı donlarım var.
HALET : Yanlış yere geldiniz. Bu semtte, bu apartmanda öyle şeyler satılmaz.
İNSAF : Aman ne görüyorum, bu eve gelin geliyor.
HALET : (Duraksar, şaşkın) Nerden bildiniz?
İNSAF : Daha ne güzel şeyler görüyorum.
HALET : (Şaşkın) Allah Allh.
İNSAF : Neden şaşırdınız?
HALET : Neler görüyorsunuz?
İNSAF : Bir mektup var, bu evden biri yazmış. Çok şey ayan oluyor bana. Oturulacak
bir yer yok mu?
HALET : Yoksa siz... Bu işte bir oyun olmasın? Ama nasıl bildiniz? Medyum desem
durum ilgisiz. Hızır desem, Hızır erkektir.
İNSAF : Ama her kılığa girer.
HALET : (Gülsün'ü imleyerek) Peki o kim?
İNSAF : Yardımcım.
HALET : Bir dakika bekleyin lütfen. (Tabancayla döner) Güvenliğimi sağlamak
zorundayım. (Gülsün korkuyla homurdar, İnsaf'ın kolundan gidelim
gibisine çeker.)
İNSAF : Ne korkutuyorsun kızcağızı.
HALET : Asıl korkan benim. Ortalık eşkıya, soyguncu, hırsız dolu. Bir kısmı siyasi,
bir kısmı adi. Öyle akla gelmedik hileler buluyorlar ki.
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O 177
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
İNSAF : Bizde hırsız, uğursuz hali var mı?
HALET : Neme gerek. Ben tedbirimi alayım. Şimdi buyurun içerde oturun.
İNSAF : Tabanca zoruyla mı?
HALET : Rica ederim; bu kendim için... Şöyle kanepeye buyurun. (Gülsün'e) Siz
de şöyle geçin.
İNSAF : Duymaz, dilsizdir.
HALET : Ya, vah vah.
İNSAF : Otur kızım. Ben o soğuk şeyden korkarım. Onun karşısında konuşamam.
HALET : Peki belime koyayım.
İNSAF : (İçten) Koyma, bakarsın patlar, yaralanırsın.
HALET : Şöyle yanımda dursun.
İNSAF : Ah. Namlusu bize doğru olmaz.
HALET : Ne yapayım?
İNSAF : Sok altına. (Halet tabancayı altına alır) Başınız neden sargılı? Yüzünüzdeki
o kremler...
HALET : (Keser) Ah, affedersiniz bir dakikanızı istirham ediyorum. (Giderken
döner, tabancasını alır, uzaklaşır.)
İNSAF : Buraya kadar iyi becerdik değil mi? Off, yüreğim ağzımda duruyor. Varlıklı
evine bak. Soydan zengin belli. Halıların havı biraz gitmiş, ama bak bu
Keşan, şu da Buhara. Mobilya eski Frenk stili. Bunlar bohçacıdan ne alır?
Sözde kurnazlık düşündük. Bu babası herhalde. Ailesiyle birlikte oturduğunu
yazmış mıydı?
GÜLSÜN : Hayır.
İNSAF : Konuşmadan, kaşınla gözünle anlat.
HALET : (Gelir) Şimdi sizi dinliyorum efendim.
İNSAF : Sargınızı neden çıkardınız?
HALET : Ayıp olmasın.
İNSAF : Geçmiş olsun, nasıl yaralandınız?
HALET : Yara değil, başka bir şey. Adınızı bağışlar mısınız?
İNSAF : İn... (Gülsün'ün homurtusu üzerine düzeltir) Kifaye.
HALET : Hiç duymadığım bir ad. İnkifaye. Arap mısınız?
İNSAF : Hayır, yalnızca Kifaye. Yardımcımın adı da (Gülsün yeniden homurdanır)
Yok yok merak etme söyleyemem... (Bocalar) Adını beğenmez de
kızım.
HALET : Yardımcınız mı, kızınız mı?
İNSAF : Kızım sayılır. Aslında komşumun büyütmesidir. Benimle çalıştığı için...
Anlıyorsunuz ya.
HALET : Bu zavallı sağır, dilsiz önemli değil. Öteki konuya geçelim Kafiye Hanım.
İNSAF : (Düzeltir) Kifaye.
HALET : Ben edebiyatla ilgilendiğim için... Neyse, asıl konumuza gelelim. Nasıl
yapıyorsunuz, fal gibi bir şeye bakarak mı?
İNSAF : Gaipten okurum... Susun. (Başını tavana kaldırır, durur, bakar)
Elemtere Kelemtere, burada olmuşları olacakları göster bir kere. (Bir an susar)
Geliyorlar, görüyorum.
Karşılıklı mektuplar yazılmış. Evlenmek isteyen biri var bu evde.
HALET : Bunu söylemiştiniz.
178 C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
İNSAF : Gelin geliyor buraya. Tek annesi var hayatta onun. İkisi de hakikatli, sadakatli
insanlar. Kız, ayın on dördü gibi. Terü taze... Selvi boylu, inci dişli,
kiraz dudaklı. (Gülsün söylenenlerden kabarır)
HALET : (Sevinçle el ovuşturur) Hii, Allah.
İNSAF : Dili şeker, sesi şakrak.
HALET : Güveyi görünce beğenecek mi acaba, onu da söyler misiniz?
İNSAF : (Doğal) Mektubunda yazdığı gibiyse beğenir, neden beğenmesin? Bizim
öyle yukarlarda gözümüz yoktur. (Doğallığı fark edip toparlanır) Ama
yukardakileri görüyorum işte.
HALET : (Sevinci sürmektedir) İnci dişli, altın sesli, ceylan sekişli...
İNSAF : Çok sevindin.
HALET : Nasıl sevinmem. Kalbim çarpıyor. Bir dakika hapımı içip geleyim.
GÜLSÜN : (Halet'in gittiği yönü kollayarak) Kayınpeder uçuyor. Şeyi öğren anne,
oğlunun önceki karılarına ne olmuş, al ağzından?
HALET : (Gelir) Çarpıntım şimdi durur...
İNSAF : (Doğal) Şu haptan bir tane de ben alsa mıydım?
HALET : Getireyim mi?
İNSAF : Hayır. Susun. Ne görüyorum. İki kadın var. Daha önce aynı adamla
nikâh geçmiş başlarından. Doğru mu?
HALET : Doğru.
İNSAF : Bu evde kötülük görmüşler.
HALET : Hayır, asla. Onlar kaçtılar. Kötülüğü onlar ettiler.
İNSAF : Nasıl oldu, baştan sona bir anlatın bakayım; onlar mı doğru söylüyor, siz
mi?
HALET : İlki 'kültür dö Frans' ile yetişmişti. Bir süre sonra ev kadınlığı onu sıkmaya
başladı. Çalışmak istedi. Makul karşıladık. Bir magazinde, sanat, sinema,
tiyatro konularında yazıyordu. Zamanla evi ihmal etti. Boheme kaydı.
Sonra da bir film aktörüne kaçtı. İkincisi bir garantisi olsun istedi. Kırmadım.
Kartal'da bir arsamız vardı. Üstüne kapıladım. Bir gün biri geldi. Fabrikatörmüş.
Arsayı satın almak istedi. Üstüne fabrika kuracakmış. Bunun
konuşulması, satış şartları, pazarlık görüşmesi yemekleri, devir temlik işlemlerinin
kutlanması dersen, ben farkında değilim, işin seyri değişmiş. Sonunda
o da fabrikatörle gitti. Hareketli bir hayattan hoşlanmam. Arada bazı
sıkıntılı günlerimiz de oldu. Ne de olsa hazırdan yiyorduk. Ama onlara karşı
asla hoyratça davranmadım.
İNSAF : Belki oğlun davranmıştır.
HALET : Ne oğlu. Benim oğlum yok ki. Nerden çıktı bu soru şimdi?
İNSAF : Peki kimin karısıydı onlar?
HALET : Benim tabii.
İNSAF : Yani Halet Rezaki sen misin?
HALET : Neden öyle garipseyerek soruyorsunuz?
İNSAF : Ata nal çakıldığını görmüş, kurbağa da ayaklarını uzatmış.
GÜLSÜN : Anne. (Bayılır)
HALET : (Şaşkın) Dilsiz konuştu.
.....
Oktay Arayıcı
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O 179
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Özet
Cumhuriyetin ilk yıllarında ulusçuluk yönü ağır basan idealist oyunlar yazılır. 1930'lu yıllarda
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış nedenleri, Anadolu'daki uyanış, mitoloji ve evrensel
konular işlenir. 1940'lı yıllarda aile yapısı, idealizm ile paranın güçü arasındaki çatışmalar
ele alınır.
1950-1970'li yıllarda yazar sayısı artar. Buna koşut olarak konu çeşitlenir. Kimi yazarlar birey
sorunlarından toplumsal sorunlara geçiş yaparken; kimi yazarlar toplumsal sorunlardan
kişiye inerler, bir üçüncü küme evrensel sorunları ele alır. Eğitim ve sorunları ön plana
çıkar. Kuşaklar arası ve kentli köylü arası eğitim farkından doğan çatışmalar işlenir. Ebeveyn-
çocuk, kadın-erkek, ağaç-köylü, imam-muhtar-öğretmen ilişkileri işlenir. Böylece toplumdaki
bozuklukların temelinde; bireyin bilinçsizliğinin, bilinçli olanların da sorumluluktan
kaçmalarının yattığı vurgulanır.
1970'ten sonra 12 Mart olayı buna bağlı olarak Türk tarihini yeniden gözden geçirme, işçi
sorunları, Almanya'ya gidenlerin kültür çatışmaları, Almanya'da yetişmekte olan birinci,
ikinci kuşak sorunları işlenir.
Değerlendirme Soruları
1. "1940'lı yıllarda tiyatro eserlerinde aile yapısı işlenmiştir." Aşağıdaki bilgilerden
hangisi tiyatro oyunlarında çözülen aile yapısına çözümü içerir?
A. Değer yargıları değişmiştir, aileler bunu kabul etmeli,
B. Kuşak çatışması vardır, iki kuşak aynı evde barınmamalı,
C. Osmanlı kültürü ile Cumhuriyet kültürü karıştırılmamalı,
D. Aileler maddi değerlere değer vererek yanlış yollara sapmamalı,
E. Aile daha kuruluşunda sağlam temellere oturtulmalıdır.
2. Osmanlı İmparatorluğu'nun Tiyatro oyunlarında irdelenmesinin 1950'li yıllara
kalmasının nedeni ne olabilir?
A. Tanzimatın anca yorumlanması,
B. Demokrasinin getirdiği özgürlük ortamının değerlendirilmesi,
C. Osmanlı hanedanından kişilerin edebiyatla uğraşması,
D. Bilimsel Araştırmalardaki ilerlemelerin edebiyatçılara etkisi ve araştırmacı
yazarların artması,
E. Okur-yazar izleyici sayısının artması.
180 C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A T İ Y A T R O
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

dil edinimi - cafer bozkurt

ÇOCUKTA BİLİŞSEL GELİŞME VE DİL EDİNİMİ
Cafer BOZKURT*
 
         Biliyoruz ki son yüzyıl içerisinde geçmişten gelen birikimin verdiği ivme ile dilbilim konusunda çok yol alınmıştır. Dilbilim, dil üzerine yapılan bütün araştırmaları kap­samaktadır. Dilbilim, bu anlamda kendi içerisinde yapı bilgisi, anlam bilgisi, ses bilgisi, ke­lime bilgisi olmak üzere dörde ayrılmaktadır. Ayrıca dilbiliminin toplumsal dilbilim, kar­şılaştırmalı dilbilim, bilgisayar dilbilimi gibi alanları da vardır.
      Dil, tek başına insanlar arası iletişim sistemidir. Bu iletişimde amaç konuşucuyla din­leyicinin karşılıklı birbirlerini etkileme, bir konuyu ortaya koyma veya bir bildirimde bu­lunmasıdır.
      Dil öğreten bir kurum olarak TÖMER’in görevlerinden biri de dil dediğimiz bu aracın işleyişini, yapısını araştırmak ve tekrar dil öğretiminin hizmetine sunmaktır. Bu noktadan hareketle ben de dil ediniminin temelini oluşturan “Çocukta dil ve düşüncenin oluşumu” başlıklı konuyu irdelemeyi uygun buldum.
     Çocukta düşünce ve dilin gelişimi genel anlamda gelişim olgusunun içerisinde yer alır. Bu bakımdan ilk önce “Gelişim” olgusunu açıklamak istiyorum.
    Gelişim her şeyden önce evre ya da yaş kavramlarıyla açıklanmaktadır. Geçmişten geleceğe uzanan değişimi anlatmaktadır. Gelişim süreci bilişsel, duyuşsal ve devinimsel olmak üzere üç bölümde incelenebilir. Bu üç süreç birbirinden ayrı değildir. Birinin eksikliği bu sürecin işlemesini kötü yönde etkileyecektir.
 Değişim ise biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyo-kültürel, sosyo ekonomik birçok değişkenin karşılıklı etkileşimiyle ortaya çıkar. Bununla birlikte insandan insana değişen özgül genetik yapı, sosyo / kültürel, sosyo / ekonomik ve coğrafik koşullardan gelen et­kilenimler de işe karışmaktadır. Jean Piaget ise, gelişimin belirli bir dengenin sonunda ortaya çıktığını savunmaktadır. Gelişim ona göre denge ve uyumun periyodik düzeylere ulaşmasıyla belirginleşir.
      Bunun yanı sıra gelişime etki eden etmenler vardır. Bunlar kalıtımsal ve çevresel et­menlerdir. Kalıtım etmeni anne ve babanın genetik özelliklerinin kalıtım yoluyla çocuğa geçmesi şeklinde açıklanmaktadır. Çevre etmeni ise daha büyük bir alanı kapsamaktadır. Çevre etmeni çocuğun içinde doğduğu ve ailenin üyesi olduğu sosyo-kültürel-ekonomik ve coğrafik koşullardır. Çevre etmeni çocuğun bilişsel duyuşsal ve devinimsel gelişimini önemli ölçüde etkilemektedir.
     *         AU. TOMER Kayseri Şubesi Türkçe Okutmanı.
    Başta da söylediğim gibi, gelişim, bedensel, duyuşsal ve bilişsel gelişim olarak üç ana başlıkta toplanmaktadır. Ancak burada daha çok çocuğun bilişsel gelişimi ve parelelinde dilsel gelişimi üzerinde duracağız.
     Çocukta bilişsel gelişim, yani zeka doğumundan itibaren başlar, ama ilk aylardaki dav­ranışlar zekanın bir ürünü değildir.
  Nedir zeka?
Bu konuda değişik görüşler vardır. Bir grup psikolog zekayı soyut bir genel yetenek olarak tanımlar. Genel yetenek ise, soyut düşünme, problem çözme, yeni koşullara uyma gibi yeteneklerin bileşkesidir.
      Ikinci tanımımıza göre zeka, genel yetenek ile birçok özgül yetenekten oluşmuştur. Şzgül yetenekler ise sayısal, sözel, görsel, işitsel ve devinimsel yeteneklerdir. Spor, müzik, yazın, resim, mekanik yetiler bunların somut örnekleridir.
      Thuston’a göre ise zeka, birçok düşünsel yetenekten oluşmuştur. Bunlar sayısal ilişkileri kavrama, karışık materyaller içinde ayrıntılan görme, sözel yetiler, bellek, akıl yürütme vb. yetilerdir.
     Bu tanımlar sonucunda zekanın çok karışık yapısı ve işlevi olduğunu anlıyoruz.
Ünlü psikolog J. Piaget zihnin gelişimini dört döneme ayınr. Her bir dönem de birkaç evreden oluşur. J. Piaget’ye göre, zihin gelişiminin dört dönemi şunlardır:
          1.  Duyusal-devinim dönemi
2.  İşlem öncesi dönem
3.  Somut işlemler dönemi
4. Soyut işlemler dönemi
     
   Burada sırasıyla bu dönemler üzerinde duracağız.
İlk olarak çocukta bilişsel gelişiminin ilk temeli olan duyusal devinim dönemini ele alalım. Bu dönem 0-2 yaş arasında görülür. Bu dönemde, çocuğa, duyulan ve onların ha­reketleri egemendir. Yani, çocuğun düşünmesi duyu organları ile sınırlıdır. Bu dönemde çocuk nesneyi duyulan aracılığıyla gerçekler dünyası ile etkileşimde bulunur ve yavaş yavaş ilkel de olsa nesne, zaman ve uzay hakkında belirli belirsiz kavramlar geliştirir. Bu kav­ramlar, henüz çocuğun organları ve bunları uzanabildiği çevre ile sıkı sıkıya ilgili ve sı­nırlıdır. Piaget’ye göre zihin gelişiminin temeli bu zamanda atılır. Çünkü çocuk her şeyi ilk defa yapmakta ve bunlardan yeni edinimler sağlamaktadır. Onun için bu dönemde çocuğun hareketleri özgür bırakılmalıdır.
      İkinci dönemimiz olan işlem öncesi dönem çocuğun iki-yedi yaş dönemidir. Piaget bu dönemi ikiye ayınr.
    2-4 yaş arasına “Simgesel işlev” dönemi adını verir. Bu dönemde çocuk, birinci dö­nemden çok daha değişik davranır. Artık çocuk bir nesnenin yerine, yeni bir simge (sembol) geliştirmeye başlar. Bu bir “sözcük” ya da “işaret” olabilir. Yanında bulunmayan köpekten söz ederken “hay hay” ya da “buu” diyebilir. Çocuğun bu hareketi taklit etmesi de yapılan bir iştir.
     Çocuğun saklanan bir şeyi arayıp bulması, bu “Simgesel işlev” döneminin bir be­lirtisidir. Çocukta oluşan simge kişiseldir ve simgelediği nesneye çok benzer, hiç değilse, onu andırır. Çocuk oyunlarında bu simgenin işlevi açıkça görülür.
      Bu dönemde çocukta çeşitli usavurma biçimlen görülür. Bunları üç guruba ayırmak mümkündür.
          1. Çocuk, bir durumu, daha önce görüp yaşadığı eski olaylara benzeterek “uslamlama” yapar:
2 yaşındaki bir çocuk, babasına seslendiğinde cevap alamayınca, daha önceki ya­şantılaını anımsayarak “Baba duymadı” diyebilir. Bu, eski yaşantılardan yararlanılarak ya­pılan bir usavurma biçimidir.
 
II. Çocuk gerçekleri kendi isteğine göre değiştirerek usavurur:
Örneğin, canı şeker isteyen bir çocuk babasının kendisine şeker almasını sağlamak için başının ağndığı ve şeker yiyince geçeceğini öne sürer. Babası şeker alıp verdiğinde ise ba­şının ağrısının geçtiğini söyler. Çocuk böylelikle şekerle baş ağnsı arasında olmayan bir ilişki kurarak gerçekleri değiştirir.
          III. Burada ise çocuk kendine özgü bir düşünce sistemi geliştirir. Örneğin çocuk ken­disine her önlük takıldığında yemek verileceğini düşünür ve önlük takılmadığında yemek yemeyecektir. Çünkü çocuk burada yemekle önlük arasında bir bağ iurmuştur. (Pavlov’un köpek deneyi buna örnektir).
     Çocuklar 5-7 yaşları arasında artık nesneleri sınıflandırabilecek bir zihin düzeyine eri­şirler. Örneğin çokgen ve eğrilerden oluşan parçalar verildiğinde, çocuk bunu benzerliklerine bakarak, iki ayrı küme yapabilmektedir. Ancak bu durum çocuktan çocuğa değişiklik gös­terir.
     Üçüncü dönem ise somut işlemler dönemidir. 7-11 yaşlarını kapsar. Bu dönemde çocuk büyüklük, uzay, ağırlık, hacim, sayı ve zaman konularında akıl ve ilkel bir mantık yürütmeye başlamaktadır. Somut nesnelere kavramsal işlemler uygulayabilecek duruma gelecektir. Nesneleri belirli özellikleriyle sınıflayabile~ektir.
      Değişmezlik ilkesine ulaşan çocuk, artık nesneleri algısal olarak özümlemekten çıkmış, kavramsal olarak özümlemeye başlamış demektir. Bunun yanında, tümdengelim yöntemiyle de akıl yürütebilmektedir. Gene de, bu yaş dönemi için çocuk somut gerçekliğe bağlıdır.
     Son olarak çocuğun il yaşın sonlarına doğru başlayan soyut işlemler dönemini in­celeyeceğiz. Bu dönem ergenlik dönemini de içine alarak, on sekiz yaşlarına değin uzanır. Bu dönemde, somut işlemler dönemi aşılmış, soyut işlemler dönemine geçilmiştir. Do­layısıyla da nesnelerin çeşitli simgelerini kullanarak bunlarla çeşitli işlemler yapabilecek düzeye giderek ulaşacaktır. Bu dönemde çocuk, çeşitli hipotezler, olasılıklar geliştirir, çeşitli seçenekler üzerinde düşünebilir. Mantıksal düşünce yönünden tümevarımın yanısıra tüm­dengelimi kullanabilir duruma gelecektir. Piaget somut işlemlerden, soyut işlemler aşa­masına ulaşabilme sürecine büyük ölçüde nöro-fizyolojik değişikliklerle, toplumsal kültürel etkenlere bağlamaktadır. Bu süre aynı zamanda, erginin yetişkin gibi düşünmeye başladığı bir dönemdir. 0 içinde bulunduğu zamanın ötesinde, gerçek dünyanın ötesinde düşüne­bilmekte, yeni kavram ve simgelerle yeni düşünce biçimleri oluşturabilmektedir.
      Yukarıda belirttiğim Piaget’nin bilişsel gelişimle ilgili kuramının dışında çocukta bi­lişsel gelişime etki eden başka etmenlerden de kısaca söz etmek istiyorum. Genel anlamda bunlar; zeka-kalıtım ve çevre ilişkisi, zeka-cinsiyet ilişkisi ile zeka ve sosyo-ekonomik dü­zeydir.
     Çocuk bir toplum içerisinde doğa. Doğduğu andan itibaren çevresiyle etkileşime girer. Çocuğun anne ve babasından aldığı gensel özelliklerden kaynaklanan etki dışında, çocuğun zekası, içinde bulunduğu çevredeki göstergelerin çeşitliliğine de bağlıdır. Annesi, babası ve çevresindeki insanlardan sürekli ilgi, sevgi, çeşitli uyarı ve etkinlik biçimleri gören çocuğun zeka gelişiminin daha sağlıklı olduğu gözlenmiştir.
      Kız ve erkek çocuklarda zeka gelişimi aynı süreci takip etmektedir, fakat yapılan araş­tırmalar zamanla erkek çocukların zeka düzeyinin arttığını, kız çocuklarının zeka düzeyinin düştüğünü göstermektedir. Buna gerekçe olarak erkeklerin toplumsal statüden kaynaklanan bağımsızlık, zorluklarla başa çıkabilmeyle ilgili yaşam biçimleri, direnç, yarışma vb. tutum ve davranışları kızlardan daha yüksek düzeyde olması gösterilmektedir. Kadının toplum içindeki rol ve statü sorunu, zeka gelişiminde de hayli etkin olabilmektedir.
      Sürekli bilişsel etkinlik, canlılık ve hareketliliğinin zeka yeteneğini gelişken ve diri tut­tuğu bir gerçektir. Edilgenlik ve bağımlılığı körükleyen kültür ve toplumsal yaptırımlar kız çocuklannın zeka gelişimine ve başarı güdülenmelerine olumsuz etki yapabilmektedir.
      Ayrıca anne ve babanın eğitim düzeyi ve arkadaşlık ettiği çocuklar da, çocuğun zeka gelişimine etki etmektedir.
     Çocuğun zeka gelişimine sosyo-ekonomik çevrenin etkisini ise araştırmalarla tespit etmek oldukça zordur, ama yine de zeka gelişiminde çocuğun beslenme ve bakımın belirli ölçüde önemli olduğu bir gerçektir. Alt ve orta sosyo-ekonomik sınıflarda bu açıdan göreli olarak üst gelir gruplarına göre düşük düzeyde olduğu düşünebilir. Bunların yanısıra alt ve orta sosyo-ekonomik gruplarda ortaya çıkabilecek uyaran eksikliği, başarı güdüsü, çalışma ortamı ve ailenin ilgi eksikliği, çocuğun düşünce süreçlerinin yeterince önemsenmemesı, daha az bağımsız davranış veya davranışların sıklığı Çocuğun zeka gelişimini kötü yönde et­kileyebilmektedir.
      Bu saydığım etmenler dışında siyasi, kültürel, coğrafik etmenler de Çocuğun zeka ge­lişimini bir şekilde etkileyecektir.
     Çeşitli süreçlerden geçen çocuk bunlara paralel olarak dil ediniminde de gelişme sağ­layacaktır. Dil dediğimiz ve insanın düşünmesini kolaylaştıran göstergeler bütünü ancak ço­cuğun bedensel, bilişsel ve duygusal gelişimiyle mümkündür. Orneğin fiziksel açıdan ge­lişmemiş, daha doğrusu dil dediğimiz yapıyı ifade edecek, dil, ses telleri vb. organları gelişmemiş bir çocuk konuşamayacaktır. Aynı şekilde bilişsel alanda bir gelişme gös­terememiş bir çocuk dil dediğimiz göstergeleri öğrenme ve kullanma yetisini gös­teremeyecektir. Dolayısıyla düşünemeyen bir insan konuşamayacak belki de sadece anlamsız sesler çıkaracaktır.
     Çocuğun bilişsel gelişimiyle dilsel gelişimi arasında bedensel ve duyuşsal gelişimden iaha kuvvetli bir bağ vardır. Çünkü düşünmenin araları sözcüklerdir. Aydınlanma Çağı fi­[ozoflarından Humboldt’a göre de ‘Dil ve düşünce ayrılmaz bir bütündür”. Dil ve düşünce .şleyiş bakımından birbirine muhtaçtır, yani birbirlerinin aracı durumundadırlar. İnsanın düşünebilmesi için çeşitli göstergelere ihtiyacı vardır, bunlar da sözcüklerdir, yani dildir. Zeka ;östergelerle düşünür, düşünürken nesnelerin yerine göstergeleri koyar. Nesnelerin yerine ;östergeleri koymak zekanın işlemesini kolaylaştırır. Buna göre düşünce işlevini yerine ge­irebilmek için dile muhtaçtır.
          ÇOCUKTA DİLİN GELİŞİMİ
     Çocuk, ilk iki yıl süresince dış nesnel gerçekliğe bağlıdır. Bu nesneler somuttur. Do­~unduğu, gördüğü, kısaca duyularıyla algıladığı her şey var, bunun dışında ise her şey yok Iemektir. Çocuğun bütün duyusal beçerileri, bu gerçeklik yaşantısından bağımsız nesneler Iünyasının olduğunu anladığı an kavramlaştırma ve simgeleştirme işlemlerini gerçek an­amda yapmaya başlayacaktır. Bu süreç somuttan soyuta doğru gelişir. Dil bu soyutlamalann racıdır. Nesneleri simgeleştirme, kavramlaştırma, bilişsel süreci hızlandırmak için ge­~klidir. Bu sürecin başlaması ise çocuğun nörofizyolojik ve konuşma organlarının gelişmesi e toplumsallaşma sürecinin sağlıklı işlemesine bağlıdır. Çünkü dil diğer değişkenlerin ya­ısıra toplumsallaşma ile birlikte öğrenilerek kazanılmaktadır.
      Gelişim dönemi boyunca çocuk somut nesnelere tepki verir. Ben merkezcidir. Her şeyi endi dünyasının bir parçası olarak görür. Daha sonra kendi dünyasının yanısıra kar­.sındakinin de bir dünyası olduğunu farkeder. Artık geçmiş olayları hatırlayarak kes­rimlerde bulunabilecektir.
      2-5 yaşları arasında sözcük kullanmaya başlayacaktır. İkinci yılın başında sözcüklerden ışlayan ifadeler kullanabilecektir. Tek heceli seslerden başlayan ifade gücü, sessiz harfleri kullanabilecek düzeye ulaşacak, giderek sözcükler oluşacaktır. Hecelerinde sözcüklerin be­lirginleşmesiyle birlikte, acıyı, tatlıyı, hoşlanmayı ve rahatsızlanmayı anlatan seslerin giderek farklılaştığı gözlemlenecektir. Ağlamak, gülmek ve bağırmakla, karşısındaki insanların farklı tepkileri olduğunu ayır edecektir. Farklılaşma süreci giderek düşünsel farklılaşmayı da ge­tirecektir.
     Çocuk kendi sesini ve başkalarının sesini ve davranışlarını taklit etmeye başlayacaktır. Omeğin, annesinin sesine benzer bir ses çıkaracaktır. Çünkü annenin sesi ona güven ver­mektedir. 0 sesi taklit ederek bu güveni tazeleyecektir. (Jersild 1979; Cüceloğlu 1991; Charles 1992).
     Çocuklar başlangıç yıllarında, canlı ya da cansızları kendilerinin duyu ve algılama alanları içinde oluşan kendilerine özgü seslerle adlandırılırlar. Sözgelimi suya “buu”, ÇiÇeğe “çiçi” diyebilirler. Konuşma fizyolojisinin toplumsallaşmayla birlikte sözcük ve tümcelerin kullanımında olgunlaşma ve giderek sözcüklerin tek anlamlı olduğunu ayırdetme, ses ile sözcüklerin tek anlamlılığını kabul etme başlayacaktır. Bu dönemde çocukların kullandıkları kelimelerin yüzde yetmişinin tek heceli olduğu saptanmıştır. Yüksek zekalı çocuklar üze­rinde yapılan başka bir araştırmada ise bu çocukların uzun cümle kurabildikleri ve çok sayıda sözcükle konuşabildikleri gözlenmiştir. (Jersild 1979).
     Çocuklar ilk olarak isimleri, sonra filleri, en son sıfatları öğrenirler. Ayrıca anlaşılan sözcük sayısı, kullanılan sözcük sayısından daha çoktur. Bunların yanı sıra çocuk daha önce öğrendiği dil kuralını yeni kelime ve giderek anlamsız sözcüklere uygulayarak yeni yapılar oluşturabilmektedirler.
      Küçük çocuklann “ben” zamirini çok kullandıkları bilinir. Bu özellik, belirli yaş ço­cuklarda “ben merkezciliğin” aşılamış olmasından kaynaklanır. Toplumsallaşma süreci ge­liştikçe ben merkezcilik azalacak ve çocuk öteki zamirleri de kullanır duruma gelecektir. 2-4 yaş arası çocuklar sözcükleri mutlak anlamda kullanmaktadırlar. Yani bir sözcük bir nes­nenin göreli ismidir. Çocuk kendisini nesnelerden ayrı düşünemediği gibi, bir sözcüğü de nesnesinden ayrı düşünememektedir.
      İşlem öncesi döneminin (2-4 yaş arası) ikinci aşamasından sonra çocuklar, artan top­lumsallaşma süreciyle birlikte yeni iletişim becerileri geliştirmeye başlayacaklardır. 6-7 yaşlar ise ben merkezciliğin gerilediği, onun yerine işbirliğinin geliştiği bir dönemdir. Başka insanlarla ilişkiler dil gelişimini arttırır. Bununla birlikte etken sözcük dağarcığında da hızlı bir artış olur. Böylelikle zeka ile dile egemen olma arasındaki ilişki yaşla birlikte giderek gelişecektir.
      Somut işlemler dönemi, sözcük il e gerçek arasındaki ilişkinin ayırdedilmeye başlandığı dönemdir. Somut işlemler döneminin sonlarında çocuk görsel algılardan daha çok, düşünme süreçlerini kul.lanmaya başlayacaktır.
    Soyut işlemler döneminde ise simgeleştirme işlemleri yüksek düzeylere ulaşacaktır. Çocuk sınıflama, gruplama, kavramlaştırma süreçlerine bağlı olarak, dille düşünce arasında ilişkileri yüksek düzeyde kullanabilmeyi öğrenecektir. (Jersild 1979; Sandstram 1971; Cü­celoğlu 1992; Charles 1992).
      Bütün bu bilgilerin ışığında “Çocukta dil ve düşüncenin gelişimini” ayrı ayrı in­celemenin mümkün olmadığını görmekteyiz. Çünkü çocukta dilin gelişimi, düşüncenin ge­Iişimine paraleldir.
      Buna göre dil, düşüncenin hem aracı hem de düşüncenin gerçekleşmesinin ön koşuludur. ~Wilhelm von Humboldt).
 
        KAYNAKÇA
 
1.    Wilhelm von Humboldt’ta Dil-Kültür Bağlantısı; Akarsu, Bedia; Remzi Kitabevi,
1984.
2.    Eğitim Sürecinde İnsan ve Psikolojisi; Topses, Gürsen; Arsu Ofset, 1992.
3.    Dil Denen Mucize; Porzig, Walter; Çev: Prof. Dr. Vural Ulkü; Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 631 Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1986, Cilt 1-11.
4.    Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim; Prof. Dr. Doğan Aksan; TDK Ya­yınları: 493; Ankara, 1995; ISBN 975-16-0278-0
5.   Dil Yazıları; Türk Dil Kurumu Yayınları; Ankara; 1988; Cilt 1-11.
6.    Psikolojide İlk Adım; Ozbağ, Lütfi; İnkılap ve Aka; İstanbul, 1983.
        7.     Eğitim Psikolojisi; Binbaşıoğlu, Cavit; Kadıoğlu Matbaası; Ankara, 1992; 8. Basım.

25 Nisan 2016 Pazartesi

ilgeçler

EDATLAR


Tanımı


Tek başlarına anlamları olmayan, başka kelimelerle öbekleşerek değişik ve yeni anlam ilgileri kuran, birlikte kullanıldıkları kelimelere cümlede anlam ve görev kazandıran kelimelere edat denir.

Bazı dil bilgisi kitapları bağlaçları, edatları ve ünlemleri bir araya getirerek edatlar başlığı altında şu şekilde sınıflandırır:

Bağlama edatları                   bağlaçlar
Sonçekim edatları                 edatlar
Ünlem edatları                      ünlemler

Özellikleri ve Örnekler


]Türkçede isimler ve fiiller anlamlı kelimelerdir. Edatlar ise tek başlarına anlam ifade etmezler; ancak cümlede anlam kazanır veya sadece diğer kelimelere anlam katarlar.

“için, kadar, -E kadar, gibi, göre, ile, üzere, yalnız, -E karşı, sanki, ancak, -dEn beri, -E doğru”

]Kelimeler arasında çeşitli anlam ilişkileri kurduğu için edatlara yardımcı kelimeler de denir.

Ders çalışmak için odasına çekildi.   (amaç)
Kurt gibi acıkmıştım.                        (benzerlik)

]Edatlar önceki kelimeyle sonraki kelime arsında anlam ilgisi kurar. Bağlaçtan ve zarflardan farkı, yeni bir anlam ilgisi koruyor olmasıdır.

Sözlüden yine zayıf almış.                  (zarf)
Eve gittim, fakat onu bulamadım.    (bağlaç)
Konuşmak üzere ayağa kalktı.          (edat)

]Edatlar cümleden çıkarılınca cümlenin anlamında bir eksiklik, daralma veya bozulma olur.

Güneş gibi başı göklere erdi. →edat çıkarılınca→  Güneş başı göklere erdi.

]Tek başlarına kullanamazlar. Başka kelimelerle birleşerek sıfat ya da zarf görevli öbekler oluştururlar.

Dağ gibi adam yok oldu gitti.            (sıfat öbeği)
Sen de benin kadar çalışsan...           (zarf öbeği)

]Tek başlarına iken isim, sıfat, zarf, bağlaç olarak kullanılabilir. Bu durumda edat olmaktan çıkar:

Karşı köyde akrabaları vardı.           sıfat
Derenin karşısına geçtik.                   ad
Her söylenene karşı çıkıyor.              birleşik fiilde isim
Bana doğruyu söyle.                          isim
Doğru söze ne denir?                         sıfat
Lütfen doğru oturun.                         zarf
Beride bir adam duruyor.                  isim
Beri taraf oldukça dikenli.                 sıfat
Biraz beri gel.                                    zarf
Bir ömür boyu yalnız yaşadı.             zarf
Biz bu dünyada hep yalnızız.              isim
Parkta oturan yalnız adam onun babasıydı.             sıfat
Meyveler güzel, yalnız biraz renksiz.                         bağlaç

]Bazı edatlar sadece hâl ekleri ile birlikte kullanılırlar. Bazıları da üzerlerine ek alabilirler:

-e kadar, -e doğru, -den beri
bu kadarını, senin gibisi

]Cümlede veya isim tamlamasında isim görevi alabilir; ek-fiil alarak yüklem olabilir.

Bu paranın ne kadarı sizin?   (iyelik eki almış, isim gibi kullanılmış, nesne olmuş)

Her şey bıraktığım gibiydi. (ek-fiilin “di”li geçmiş zaman çekimi ile isim gibi kullanılmış, yüklem olmuş)

]Edat grupları (edat ve edattan önceki kelimenin oluşturduğu kelime grubu) cümlede çoğunlukla zarf veya edat tümleci olur.

Sabaha kadar ders çalıştık.   (zarf tümleci)
Eve doğru yürüdüm.              (edat tümleci)


Başlıca Edatlar



“ile”


] “Araç, alet, neden, zaman, birliktelik” ilgisi kurar.

Ankara’ya uçakla giderler.               (araç)
Bizi boş vaatlerle kandırdılar.           (araç)
Hasan yaşlı annesiyle oturuyordu.    (beraberlik)
Arabanın gürültüsüyle irkildi.           (neden)
Baharla birlikte leylekler de geldi.    (zaman)

] “-le” şeklinde bitişik de yazılabilir.

Çocuk ile→çocukla
Araba ile→arabayla

] “ne ile, kiminle” sorularına cevap verir.

Sözünüzü balla kesiyorum.    (araç)
Yar ile sohbet ne güzel.          (birliktelik)

Not: “ile” kelimesi “ve” gibi kullanılırsa bağlaç olur.

Bir kola ile simit aldım.          (kola ve simit)

Soyut bir kelimeyle öbekleşirse edat değil “durum zarfı” olur.

Öfkeyle kalkan zararla oturur.   (nasıl, öfkeli ve zararlı)
Sevinçle boynuma sarıldı.      (nasıl, sevinçli bir hâlde, durum zarfı)


“gibi”


Benzetme edatlarındandır.
Yalın hâldeki kelimelerle birlikte kullanılır.
Benzetme, eşitlik anlamları katar.

] Birlikte kullanıldığı kelime ile birlikte sıfat, zarf ve isim olabilir.

Adamın demir gibi bileği vardı.                    (sıfat, benzetme)
Kurşunlar, yağmur gibi yağıyordu.               (zarf, benzetme)
Uyandığı gibi yataktan fırladı.          (zarf, anında, zaman anlamı katmış)

] İsim veya zarf gibi kullanıldığında cümle öğeleri oluşturur. Bu durumda ek alabilir.

O anda utançtan ölecek gibiydi.                   (isim, yüklem)
Onun gibisi nerede bulunur?                         (isim, özne)

]Bu edatın yerini bazı ekler alabilir:

Şöyle garip bencileyin.                                  (benim gibi)
Kadın bir gülüşü vardır onun.                    (kadın gibi)


“sanki”


Benzetme edatıdır.
“san” ve “ki”nin birleşiminden oluşmuştur.
Bu edatı bulunduran cümlelerde “sanmak, zannetmek” anlamları vardır.
“benzetme, uyarı, sözüm ona, sözde, inanmama” anlamları katar.

Sanki gece olmuş.                              Gibi, öyle zannedersin
Biri kapıyı çalıyor sanki.                    gibi, öyle zannediliyor
Sanki bütün kabahat benim.             sözde, inanmama, öyle zannediliyor
Aldın da ne kazandın sanki?             uyarı, ne kazandığını sanıyorsun?
Gelseydi ne olurdu sanki?                 ne olacağını sanıyordu ki?
Sanki bu da mı güzel?                                   Öyle mi sanıyorsun?
Kısa öyküde daha başarılı sanki       öyle gibi.


Not:sanki” edatıyla “gibi” edatı bir arada kullanılırsa anlatım bozukluğu ortaya çıkar:

Sanki beni dövecek gibiydi. (yanlış)
“Beni dövecek gibiydi.” ya da “Sanki beni dövecekti.”


“kadar, -E kadar”


Benzetme edatlarındandır.
Yalın hâldeki veya –E yönelme eki almış kelimelerle kullanılır.
“kadar” şeklinde kullanıldığında üzerine ek alabilir.

] “Karşılaştırma, benzerlik, eşitlik, yaklaşıklık, ölçü” anlamları katar.

Biz de onlar kadar başarılıyız.           (eşitlik, benzerlik, ölçüsünde)
Gül kadar güzelsin.                           (benzerlik)
Mektubu okuyunca köyünü görmüş kadar sevindi.  (gibi)
Bir ton kadar kömür almış                (ölçü, aşağı yukarı)
Yüz kadar asker evin önünden geçti. (ölçü, aşağı yukarı)

] Birlikte kullanıldığı kelimeyle isim, sıfat ya da zarf oluşturur.

Biz bu kadarına da alışığız.               (isim)
İçmiş kadar olduk.                             (zarf)
Ne kadar güçlü bir adam...               (zarf)
Evin deniz kadar havuzu var.           (sıfat)

] Ad tamlamasında ad (tamlanan) olarak da kullanılabilir.

Vefasızlığın bu kadarını da görmemiştim. (isim, ad tamlamasında tamlanan)

] “kadar” kelimesi zarf tümleci de yapar, edat tümleci de:

Dershaneye kadar gidelim.    (edat tümleci)
Akşama kadar çalıştık.          (değin anlamında, zarf tümleci)


“için”


“Amaç, neden, özgülük, görelik, karşılık” bildirir.
“Hakkında, nedeniyle, yüzünden, maksadıyla” anlamlarını ifade eder.
Yalın hâldeki ya da iyelik eki almış kelimelerle birlikte kullanılır.
İsim olarak kullanıldığında üzerine ek alabilir.

] Bu edatla kurulan söz öbekleri, cümlede genellikle edat tümleci olarak kullanılır.

Çalışmak için başvurdu.        (amacıyla, başvurunun amacı, sebebi)
Sınavı kazanmak için çalışmak gerekir.       (sınavı kazanmanın şartı)
Sıkıldığı için dışarı çıktı.                    (neden, dışarıya çıkmanın sebebi)
Bu ayakkabıyı babam için aldım                   (özgülük)
Bu iş için kaç lira ödedin?                             (karşılık)
Senin için sorun yok tabi.                              (görelik)
Bizim için ne diyorlar?                                  (hakkımızda)
Sizin için üç kişilik yer ayrıldı.                       (aitlik)
Tüm bu hazırlıklar bizim içindi.                    (isim, yüklem)
Vatan için ölenler yüreğimizde yaşarlar.      (amaç, özne)

] “-E” yönelme hâl eki ve “üzere”, “-E göre”, “diye” edatları bazı durumlarda bu edatın yerini tutabilir:

Bu ayakkabıyı babam için aldım → babama aldım.
Uyumak için odasına çekildi→uyumak üzere
Senin için iyi bir gündü→sana göre
Ne için söyledin sanki?→ne diye


“üzere, üzre”


] “Amaç, koşul, zamanda yakınlık, gibilik” anlamları katar.

Sorunu halletmek üzere gidiyorum.              (amaç, için)
Kitabı yarın vermek üzere alabilirsin.           (şartıyla, koşul)
On dakika konuşmak üzere kürsüye çıktı.    (için, amaç)
Acele edin, güneş batmak üzere.                   (zamanda yakınlık)
Konuştuğumuz üzere yarın buluşacağım.     (gibilik)

] Bu edatın üzerine ek gelebilir:

Tam da yola çıkmak üzereydik.

“-E göre”


Yönelme hâl ekiyle birlikte kullanılır, yani bu eki almış kelimelerden sonra gelir.
Kendi üzerine de ek alabilir.

] “Görelik, uygunluk, yönünden, bakımından ve karşılaştırma” anlamları katar.

Başbakana göre enflâsyon düşük.     (açısından)
Ayağını yorganına göre uzat.            (bakarak, ölçüsünde, uygunluk, kadar)
Allah dağına göre kış verir.               (uygunluk)
Anlatılanlara göre ikisi de suçluymuş.  (bakılırsa, yönünden)
Siz bana göre daha gençsiniz.           (karşılaştırma)
Kemal, Hasan’a göre daha uzundu.  (karşılaştırma)
Bana göre ayakkabınız var mı?        (uygunluk)

] “-cE” eki bu edatın yerini tutabilir.

Bence bu iş burada biter.                   (bana göre)


“karşı”


] “-E” yönelme hâl ekiyle kullanılarak “için, hakkında, yönelme, ilgili olma” anlamları katar.

Edebiyata karşı ilgim vardı.              (hakkında, yönelik)
Denize karşı bir balkonu var.                        (yönelik)

] Zaman bildiren kelimelere eklenip “doğru, sularında” anlamları katar ve zarf öbeği oluşturur.

Yağmur sabaha karşı yeniden başlamıştı.     (doğru)
Sabaha karşı uyuyabildim.                            (zarf öbeği)

Not: “karşı” kelimesi isim ve sıfat olarak kullanılabilir; birleşik fiil yapabilir.

Karşı köyde akrabaları vardı.           (sıfat)
Derenin karşısına geçtik.                   (ad)
Her söylenene karşı çıkıyor.              (birleşik fiil)


“diye”


Amaç ve neden ilgileri kurar.

Terfi edeyim diye yağcılık yapıyor. (amaç)
Yağmur yağıyor diye dışarı çıkmadı. (neden)


“doğru”


] Yönelme eki ile birlikte kullanılarak yön bildirir.

Ormana doğru yürüdük.
Bana doğru bakıyor.

] Zamanda yakınlık bildirerek zarf öbeği de oluşturur.

Akşama doğru geldiler. (zarf öbeği)

] Ad, sıfat ve zarf da olabilir. Bu durumlarda edat değildir.

Bana doğruyu söyle.              isim
Doğru söze ne denir?             sıfat
Lütfen doğru oturun.             zarf


“dolayı, ötürü”


] Ayrılma hâl ekiyle birlikte neden ilgisi kurar.

Zayıflıktan dolayı sık sık hastalanıyor.
Çalışmadığından ötürü canı sıkılıyor.

] “-den” ekiyle de aynı anlam sağlanır.
Sıkıldığımdan dışarı çıktım.


“karşın, rağmen “


Yönelme ekiyle birlikte karşıtlık ilgisi kurar.

Çok uğraşmama karşın başaramadım.
Tanımamasına rağmen onu takdir ediyordu.


“beri”


] “-dEn” ayrılma hâl ekiyle birlikte eylemin başlangıç yerini ve zamanını belirler.

Dün akşamdan beri görülmedi.
Okuldan beri hiç susmadı.
Yıllardan beri bu köyde yaşamaktalar.
Kar, sabahtan beri yağıyor.

] “beri” kelimesi ad, sıfat, zarf  da olabilir. Bu durumda edat değildir.
Beride bir adam duruyor.
Beri taraf oldukça dikenli.
Biraz beri gel.


“yalnız”


İsim, sıfat, zarf ve bağlaç olarak kullanılabilen bu kelime “sadece, bir tek” anlamına gelmek şartıyla edat olarak da kullanılabilir. Bu yönüyle diğer kelime türlerinden ayırt edilebilir.

Bir ömür boyu yalnız yaşadı.             (tek başına, zarf)
Biz bu dünyada hep yalnızız.              (tek başına, isim)
Parkta oturan yalnız adam onun babasıydı. (tek, sıfat)
Meyveler güzel, yalnız biraz renksiz.             (ama, bağlaç)

Cebinde yalnız yol parası vardı.        (sadece, edat)
Beni yalnız sen anlarsın.                    (sadece, bir tek)


“ancak”


“yalnız, sadece, özgülük, sınırlandırma, olsa olsa” anlamları katar.

Seni ancak ebediyyetler eder istiab   (sadece)
Onu ancak para ilgilendirir.              (sadece, bir tek)
Bu işten ancak Hasan Usta anlar.     (sadece)
Bu kömür ancak üç ay yeter.                        (en fazla, olsa olsa)
Sabah çıktılarsa akşama ancak gelirler.       (belki, ihtimal)


“değil”


İsim cümlelerinin yüklemini olumsuzlaştırır.

Yolumu kesen bu değildi.

Olumsuz eylem cümlelerini olumlu; olumluları da olumsuz yapar:

Bu haberi duymamış değiliz.              duymuşuz
Bu haberi duymuş değiliz.                  duymamışız


“mi”


Soru edatıdır.
Farklı anlam ilgileri kurar.
Ek alabilir.

Babanız İstanbul’dan döndü mü?                 soru
Onu gördüm mü sinirleniyorum.                   zaman
Sıcak mı sıcak bir havaydı.                           pekiştirme
Çalıştın mı her şeyi başarırsın.                      koşul