29 Nisan 2016 Cuma

dil edinimi - cafer bozkurt

ÇOCUKTA BİLİŞSEL GELİŞME VE DİL EDİNİMİ
Cafer BOZKURT*
 
         Biliyoruz ki son yüzyıl içerisinde geçmişten gelen birikimin verdiği ivme ile dilbilim konusunda çok yol alınmıştır. Dilbilim, dil üzerine yapılan bütün araştırmaları kap­samaktadır. Dilbilim, bu anlamda kendi içerisinde yapı bilgisi, anlam bilgisi, ses bilgisi, ke­lime bilgisi olmak üzere dörde ayrılmaktadır. Ayrıca dilbiliminin toplumsal dilbilim, kar­şılaştırmalı dilbilim, bilgisayar dilbilimi gibi alanları da vardır.
      Dil, tek başına insanlar arası iletişim sistemidir. Bu iletişimde amaç konuşucuyla din­leyicinin karşılıklı birbirlerini etkileme, bir konuyu ortaya koyma veya bir bildirimde bu­lunmasıdır.
      Dil öğreten bir kurum olarak TÖMER’in görevlerinden biri de dil dediğimiz bu aracın işleyişini, yapısını araştırmak ve tekrar dil öğretiminin hizmetine sunmaktır. Bu noktadan hareketle ben de dil ediniminin temelini oluşturan “Çocukta dil ve düşüncenin oluşumu” başlıklı konuyu irdelemeyi uygun buldum.
     Çocukta düşünce ve dilin gelişimi genel anlamda gelişim olgusunun içerisinde yer alır. Bu bakımdan ilk önce “Gelişim” olgusunu açıklamak istiyorum.
    Gelişim her şeyden önce evre ya da yaş kavramlarıyla açıklanmaktadır. Geçmişten geleceğe uzanan değişimi anlatmaktadır. Gelişim süreci bilişsel, duyuşsal ve devinimsel olmak üzere üç bölümde incelenebilir. Bu üç süreç birbirinden ayrı değildir. Birinin eksikliği bu sürecin işlemesini kötü yönde etkileyecektir.
 Değişim ise biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyo-kültürel, sosyo ekonomik birçok değişkenin karşılıklı etkileşimiyle ortaya çıkar. Bununla birlikte insandan insana değişen özgül genetik yapı, sosyo / kültürel, sosyo / ekonomik ve coğrafik koşullardan gelen et­kilenimler de işe karışmaktadır. Jean Piaget ise, gelişimin belirli bir dengenin sonunda ortaya çıktığını savunmaktadır. Gelişim ona göre denge ve uyumun periyodik düzeylere ulaşmasıyla belirginleşir.
      Bunun yanı sıra gelişime etki eden etmenler vardır. Bunlar kalıtımsal ve çevresel et­menlerdir. Kalıtım etmeni anne ve babanın genetik özelliklerinin kalıtım yoluyla çocuğa geçmesi şeklinde açıklanmaktadır. Çevre etmeni ise daha büyük bir alanı kapsamaktadır. Çevre etmeni çocuğun içinde doğduğu ve ailenin üyesi olduğu sosyo-kültürel-ekonomik ve coğrafik koşullardır. Çevre etmeni çocuğun bilişsel duyuşsal ve devinimsel gelişimini önemli ölçüde etkilemektedir.
     *         AU. TOMER Kayseri Şubesi Türkçe Okutmanı.
    Başta da söylediğim gibi, gelişim, bedensel, duyuşsal ve bilişsel gelişim olarak üç ana başlıkta toplanmaktadır. Ancak burada daha çok çocuğun bilişsel gelişimi ve parelelinde dilsel gelişimi üzerinde duracağız.
     Çocukta bilişsel gelişim, yani zeka doğumundan itibaren başlar, ama ilk aylardaki dav­ranışlar zekanın bir ürünü değildir.
  Nedir zeka?
Bu konuda değişik görüşler vardır. Bir grup psikolog zekayı soyut bir genel yetenek olarak tanımlar. Genel yetenek ise, soyut düşünme, problem çözme, yeni koşullara uyma gibi yeteneklerin bileşkesidir.
      Ikinci tanımımıza göre zeka, genel yetenek ile birçok özgül yetenekten oluşmuştur. Şzgül yetenekler ise sayısal, sözel, görsel, işitsel ve devinimsel yeteneklerdir. Spor, müzik, yazın, resim, mekanik yetiler bunların somut örnekleridir.
      Thuston’a göre ise zeka, birçok düşünsel yetenekten oluşmuştur. Bunlar sayısal ilişkileri kavrama, karışık materyaller içinde ayrıntılan görme, sözel yetiler, bellek, akıl yürütme vb. yetilerdir.
     Bu tanımlar sonucunda zekanın çok karışık yapısı ve işlevi olduğunu anlıyoruz.
Ünlü psikolog J. Piaget zihnin gelişimini dört döneme ayınr. Her bir dönem de birkaç evreden oluşur. J. Piaget’ye göre, zihin gelişiminin dört dönemi şunlardır:
          1.  Duyusal-devinim dönemi
2.  İşlem öncesi dönem
3.  Somut işlemler dönemi
4. Soyut işlemler dönemi
     
   Burada sırasıyla bu dönemler üzerinde duracağız.
İlk olarak çocukta bilişsel gelişiminin ilk temeli olan duyusal devinim dönemini ele alalım. Bu dönem 0-2 yaş arasında görülür. Bu dönemde, çocuğa, duyulan ve onların ha­reketleri egemendir. Yani, çocuğun düşünmesi duyu organları ile sınırlıdır. Bu dönemde çocuk nesneyi duyulan aracılığıyla gerçekler dünyası ile etkileşimde bulunur ve yavaş yavaş ilkel de olsa nesne, zaman ve uzay hakkında belirli belirsiz kavramlar geliştirir. Bu kav­ramlar, henüz çocuğun organları ve bunları uzanabildiği çevre ile sıkı sıkıya ilgili ve sı­nırlıdır. Piaget’ye göre zihin gelişiminin temeli bu zamanda atılır. Çünkü çocuk her şeyi ilk defa yapmakta ve bunlardan yeni edinimler sağlamaktadır. Onun için bu dönemde çocuğun hareketleri özgür bırakılmalıdır.
      İkinci dönemimiz olan işlem öncesi dönem çocuğun iki-yedi yaş dönemidir. Piaget bu dönemi ikiye ayınr.
    2-4 yaş arasına “Simgesel işlev” dönemi adını verir. Bu dönemde çocuk, birinci dö­nemden çok daha değişik davranır. Artık çocuk bir nesnenin yerine, yeni bir simge (sembol) geliştirmeye başlar. Bu bir “sözcük” ya da “işaret” olabilir. Yanında bulunmayan köpekten söz ederken “hay hay” ya da “buu” diyebilir. Çocuğun bu hareketi taklit etmesi de yapılan bir iştir.
     Çocuğun saklanan bir şeyi arayıp bulması, bu “Simgesel işlev” döneminin bir be­lirtisidir. Çocukta oluşan simge kişiseldir ve simgelediği nesneye çok benzer, hiç değilse, onu andırır. Çocuk oyunlarında bu simgenin işlevi açıkça görülür.
      Bu dönemde çocukta çeşitli usavurma biçimlen görülür. Bunları üç guruba ayırmak mümkündür.
          1. Çocuk, bir durumu, daha önce görüp yaşadığı eski olaylara benzeterek “uslamlama” yapar:
2 yaşındaki bir çocuk, babasına seslendiğinde cevap alamayınca, daha önceki ya­şantılaını anımsayarak “Baba duymadı” diyebilir. Bu, eski yaşantılardan yararlanılarak ya­pılan bir usavurma biçimidir.
 
II. Çocuk gerçekleri kendi isteğine göre değiştirerek usavurur:
Örneğin, canı şeker isteyen bir çocuk babasının kendisine şeker almasını sağlamak için başının ağndığı ve şeker yiyince geçeceğini öne sürer. Babası şeker alıp verdiğinde ise ba­şının ağrısının geçtiğini söyler. Çocuk böylelikle şekerle baş ağnsı arasında olmayan bir ilişki kurarak gerçekleri değiştirir.
          III. Burada ise çocuk kendine özgü bir düşünce sistemi geliştirir. Örneğin çocuk ken­disine her önlük takıldığında yemek verileceğini düşünür ve önlük takılmadığında yemek yemeyecektir. Çünkü çocuk burada yemekle önlük arasında bir bağ iurmuştur. (Pavlov’un köpek deneyi buna örnektir).
     Çocuklar 5-7 yaşları arasında artık nesneleri sınıflandırabilecek bir zihin düzeyine eri­şirler. Örneğin çokgen ve eğrilerden oluşan parçalar verildiğinde, çocuk bunu benzerliklerine bakarak, iki ayrı küme yapabilmektedir. Ancak bu durum çocuktan çocuğa değişiklik gös­terir.
     Üçüncü dönem ise somut işlemler dönemidir. 7-11 yaşlarını kapsar. Bu dönemde çocuk büyüklük, uzay, ağırlık, hacim, sayı ve zaman konularında akıl ve ilkel bir mantık yürütmeye başlamaktadır. Somut nesnelere kavramsal işlemler uygulayabilecek duruma gelecektir. Nesneleri belirli özellikleriyle sınıflayabile~ektir.
      Değişmezlik ilkesine ulaşan çocuk, artık nesneleri algısal olarak özümlemekten çıkmış, kavramsal olarak özümlemeye başlamış demektir. Bunun yanında, tümdengelim yöntemiyle de akıl yürütebilmektedir. Gene de, bu yaş dönemi için çocuk somut gerçekliğe bağlıdır.
     Son olarak çocuğun il yaşın sonlarına doğru başlayan soyut işlemler dönemini in­celeyeceğiz. Bu dönem ergenlik dönemini de içine alarak, on sekiz yaşlarına değin uzanır. Bu dönemde, somut işlemler dönemi aşılmış, soyut işlemler dönemine geçilmiştir. Do­layısıyla da nesnelerin çeşitli simgelerini kullanarak bunlarla çeşitli işlemler yapabilecek düzeye giderek ulaşacaktır. Bu dönemde çocuk, çeşitli hipotezler, olasılıklar geliştirir, çeşitli seçenekler üzerinde düşünebilir. Mantıksal düşünce yönünden tümevarımın yanısıra tüm­dengelimi kullanabilir duruma gelecektir. Piaget somut işlemlerden, soyut işlemler aşa­masına ulaşabilme sürecine büyük ölçüde nöro-fizyolojik değişikliklerle, toplumsal kültürel etkenlere bağlamaktadır. Bu süre aynı zamanda, erginin yetişkin gibi düşünmeye başladığı bir dönemdir. 0 içinde bulunduğu zamanın ötesinde, gerçek dünyanın ötesinde düşüne­bilmekte, yeni kavram ve simgelerle yeni düşünce biçimleri oluşturabilmektedir.
      Yukarıda belirttiğim Piaget’nin bilişsel gelişimle ilgili kuramının dışında çocukta bi­lişsel gelişime etki eden başka etmenlerden de kısaca söz etmek istiyorum. Genel anlamda bunlar; zeka-kalıtım ve çevre ilişkisi, zeka-cinsiyet ilişkisi ile zeka ve sosyo-ekonomik dü­zeydir.
     Çocuk bir toplum içerisinde doğa. Doğduğu andan itibaren çevresiyle etkileşime girer. Çocuğun anne ve babasından aldığı gensel özelliklerden kaynaklanan etki dışında, çocuğun zekası, içinde bulunduğu çevredeki göstergelerin çeşitliliğine de bağlıdır. Annesi, babası ve çevresindeki insanlardan sürekli ilgi, sevgi, çeşitli uyarı ve etkinlik biçimleri gören çocuğun zeka gelişiminin daha sağlıklı olduğu gözlenmiştir.
      Kız ve erkek çocuklarda zeka gelişimi aynı süreci takip etmektedir, fakat yapılan araş­tırmalar zamanla erkek çocukların zeka düzeyinin arttığını, kız çocuklarının zeka düzeyinin düştüğünü göstermektedir. Buna gerekçe olarak erkeklerin toplumsal statüden kaynaklanan bağımsızlık, zorluklarla başa çıkabilmeyle ilgili yaşam biçimleri, direnç, yarışma vb. tutum ve davranışları kızlardan daha yüksek düzeyde olması gösterilmektedir. Kadının toplum içindeki rol ve statü sorunu, zeka gelişiminde de hayli etkin olabilmektedir.
      Sürekli bilişsel etkinlik, canlılık ve hareketliliğinin zeka yeteneğini gelişken ve diri tut­tuğu bir gerçektir. Edilgenlik ve bağımlılığı körükleyen kültür ve toplumsal yaptırımlar kız çocuklannın zeka gelişimine ve başarı güdülenmelerine olumsuz etki yapabilmektedir.
      Ayrıca anne ve babanın eğitim düzeyi ve arkadaşlık ettiği çocuklar da, çocuğun zeka gelişimine etki etmektedir.
     Çocuğun zeka gelişimine sosyo-ekonomik çevrenin etkisini ise araştırmalarla tespit etmek oldukça zordur, ama yine de zeka gelişiminde çocuğun beslenme ve bakımın belirli ölçüde önemli olduğu bir gerçektir. Alt ve orta sosyo-ekonomik sınıflarda bu açıdan göreli olarak üst gelir gruplarına göre düşük düzeyde olduğu düşünebilir. Bunların yanısıra alt ve orta sosyo-ekonomik gruplarda ortaya çıkabilecek uyaran eksikliği, başarı güdüsü, çalışma ortamı ve ailenin ilgi eksikliği, çocuğun düşünce süreçlerinin yeterince önemsenmemesı, daha az bağımsız davranış veya davranışların sıklığı Çocuğun zeka gelişimini kötü yönde et­kileyebilmektedir.
      Bu saydığım etmenler dışında siyasi, kültürel, coğrafik etmenler de Çocuğun zeka ge­lişimini bir şekilde etkileyecektir.
     Çeşitli süreçlerden geçen çocuk bunlara paralel olarak dil ediniminde de gelişme sağ­layacaktır. Dil dediğimiz ve insanın düşünmesini kolaylaştıran göstergeler bütünü ancak ço­cuğun bedensel, bilişsel ve duygusal gelişimiyle mümkündür. Orneğin fiziksel açıdan ge­lişmemiş, daha doğrusu dil dediğimiz yapıyı ifade edecek, dil, ses telleri vb. organları gelişmemiş bir çocuk konuşamayacaktır. Aynı şekilde bilişsel alanda bir gelişme gös­terememiş bir çocuk dil dediğimiz göstergeleri öğrenme ve kullanma yetisini gös­teremeyecektir. Dolayısıyla düşünemeyen bir insan konuşamayacak belki de sadece anlamsız sesler çıkaracaktır.
     Çocuğun bilişsel gelişimiyle dilsel gelişimi arasında bedensel ve duyuşsal gelişimden iaha kuvvetli bir bağ vardır. Çünkü düşünmenin araları sözcüklerdir. Aydınlanma Çağı fi­[ozoflarından Humboldt’a göre de ‘Dil ve düşünce ayrılmaz bir bütündür”. Dil ve düşünce .şleyiş bakımından birbirine muhtaçtır, yani birbirlerinin aracı durumundadırlar. İnsanın düşünebilmesi için çeşitli göstergelere ihtiyacı vardır, bunlar da sözcüklerdir, yani dildir. Zeka ;östergelerle düşünür, düşünürken nesnelerin yerine göstergeleri koyar. Nesnelerin yerine ;östergeleri koymak zekanın işlemesini kolaylaştırır. Buna göre düşünce işlevini yerine ge­irebilmek için dile muhtaçtır.
          ÇOCUKTA DİLİN GELİŞİMİ
     Çocuk, ilk iki yıl süresince dış nesnel gerçekliğe bağlıdır. Bu nesneler somuttur. Do­~unduğu, gördüğü, kısaca duyularıyla algıladığı her şey var, bunun dışında ise her şey yok Iemektir. Çocuğun bütün duyusal beçerileri, bu gerçeklik yaşantısından bağımsız nesneler Iünyasının olduğunu anladığı an kavramlaştırma ve simgeleştirme işlemlerini gerçek an­amda yapmaya başlayacaktır. Bu süreç somuttan soyuta doğru gelişir. Dil bu soyutlamalann racıdır. Nesneleri simgeleştirme, kavramlaştırma, bilişsel süreci hızlandırmak için ge­~klidir. Bu sürecin başlaması ise çocuğun nörofizyolojik ve konuşma organlarının gelişmesi e toplumsallaşma sürecinin sağlıklı işlemesine bağlıdır. Çünkü dil diğer değişkenlerin ya­ısıra toplumsallaşma ile birlikte öğrenilerek kazanılmaktadır.
      Gelişim dönemi boyunca çocuk somut nesnelere tepki verir. Ben merkezcidir. Her şeyi endi dünyasının bir parçası olarak görür. Daha sonra kendi dünyasının yanısıra kar­.sındakinin de bir dünyası olduğunu farkeder. Artık geçmiş olayları hatırlayarak kes­rimlerde bulunabilecektir.
      2-5 yaşları arasında sözcük kullanmaya başlayacaktır. İkinci yılın başında sözcüklerden ışlayan ifadeler kullanabilecektir. Tek heceli seslerden başlayan ifade gücü, sessiz harfleri kullanabilecek düzeye ulaşacak, giderek sözcükler oluşacaktır. Hecelerinde sözcüklerin be­lirginleşmesiyle birlikte, acıyı, tatlıyı, hoşlanmayı ve rahatsızlanmayı anlatan seslerin giderek farklılaştığı gözlemlenecektir. Ağlamak, gülmek ve bağırmakla, karşısındaki insanların farklı tepkileri olduğunu ayır edecektir. Farklılaşma süreci giderek düşünsel farklılaşmayı da ge­tirecektir.
     Çocuk kendi sesini ve başkalarının sesini ve davranışlarını taklit etmeye başlayacaktır. Omeğin, annesinin sesine benzer bir ses çıkaracaktır. Çünkü annenin sesi ona güven ver­mektedir. 0 sesi taklit ederek bu güveni tazeleyecektir. (Jersild 1979; Cüceloğlu 1991; Charles 1992).
     Çocuklar başlangıç yıllarında, canlı ya da cansızları kendilerinin duyu ve algılama alanları içinde oluşan kendilerine özgü seslerle adlandırılırlar. Sözgelimi suya “buu”, ÇiÇeğe “çiçi” diyebilirler. Konuşma fizyolojisinin toplumsallaşmayla birlikte sözcük ve tümcelerin kullanımında olgunlaşma ve giderek sözcüklerin tek anlamlı olduğunu ayırdetme, ses ile sözcüklerin tek anlamlılığını kabul etme başlayacaktır. Bu dönemde çocukların kullandıkları kelimelerin yüzde yetmişinin tek heceli olduğu saptanmıştır. Yüksek zekalı çocuklar üze­rinde yapılan başka bir araştırmada ise bu çocukların uzun cümle kurabildikleri ve çok sayıda sözcükle konuşabildikleri gözlenmiştir. (Jersild 1979).
     Çocuklar ilk olarak isimleri, sonra filleri, en son sıfatları öğrenirler. Ayrıca anlaşılan sözcük sayısı, kullanılan sözcük sayısından daha çoktur. Bunların yanı sıra çocuk daha önce öğrendiği dil kuralını yeni kelime ve giderek anlamsız sözcüklere uygulayarak yeni yapılar oluşturabilmektedirler.
      Küçük çocuklann “ben” zamirini çok kullandıkları bilinir. Bu özellik, belirli yaş ço­cuklarda “ben merkezciliğin” aşılamış olmasından kaynaklanır. Toplumsallaşma süreci ge­liştikçe ben merkezcilik azalacak ve çocuk öteki zamirleri de kullanır duruma gelecektir. 2-4 yaş arası çocuklar sözcükleri mutlak anlamda kullanmaktadırlar. Yani bir sözcük bir nes­nenin göreli ismidir. Çocuk kendisini nesnelerden ayrı düşünemediği gibi, bir sözcüğü de nesnesinden ayrı düşünememektedir.
      İşlem öncesi döneminin (2-4 yaş arası) ikinci aşamasından sonra çocuklar, artan top­lumsallaşma süreciyle birlikte yeni iletişim becerileri geliştirmeye başlayacaklardır. 6-7 yaşlar ise ben merkezciliğin gerilediği, onun yerine işbirliğinin geliştiği bir dönemdir. Başka insanlarla ilişkiler dil gelişimini arttırır. Bununla birlikte etken sözcük dağarcığında da hızlı bir artış olur. Böylelikle zeka ile dile egemen olma arasındaki ilişki yaşla birlikte giderek gelişecektir.
      Somut işlemler dönemi, sözcük il e gerçek arasındaki ilişkinin ayırdedilmeye başlandığı dönemdir. Somut işlemler döneminin sonlarında çocuk görsel algılardan daha çok, düşünme süreçlerini kul.lanmaya başlayacaktır.
    Soyut işlemler döneminde ise simgeleştirme işlemleri yüksek düzeylere ulaşacaktır. Çocuk sınıflama, gruplama, kavramlaştırma süreçlerine bağlı olarak, dille düşünce arasında ilişkileri yüksek düzeyde kullanabilmeyi öğrenecektir. (Jersild 1979; Sandstram 1971; Cü­celoğlu 1992; Charles 1992).
      Bütün bu bilgilerin ışığında “Çocukta dil ve düşüncenin gelişimini” ayrı ayrı in­celemenin mümkün olmadığını görmekteyiz. Çünkü çocukta dilin gelişimi, düşüncenin ge­Iişimine paraleldir.
      Buna göre dil, düşüncenin hem aracı hem de düşüncenin gerçekleşmesinin ön koşuludur. ~Wilhelm von Humboldt).
 
        KAYNAKÇA
 
1.    Wilhelm von Humboldt’ta Dil-Kültür Bağlantısı; Akarsu, Bedia; Remzi Kitabevi,
1984.
2.    Eğitim Sürecinde İnsan ve Psikolojisi; Topses, Gürsen; Arsu Ofset, 1992.
3.    Dil Denen Mucize; Porzig, Walter; Çev: Prof. Dr. Vural Ulkü; Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 631 Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1986, Cilt 1-11.
4.    Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim; Prof. Dr. Doğan Aksan; TDK Ya­yınları: 493; Ankara, 1995; ISBN 975-16-0278-0
5.   Dil Yazıları; Türk Dil Kurumu Yayınları; Ankara; 1988; Cilt 1-11.
6.    Psikolojide İlk Adım; Ozbağ, Lütfi; İnkılap ve Aka; İstanbul, 1983.
        7.     Eğitim Psikolojisi; Binbaşıoğlu, Cavit; Kadıoğlu Matbaası; Ankara, 1992; 8. Basım.