17 Aralık 2019 Salı

masal - güzel ve çirkin

https://www.instagram.com/p/B6DGZjVne65/?utm_source=ig_web_button_share_sheet
güzel ve çirkin

5 Kasım 2019 Salı

tevfik fikret'e dair - derya atılmış

TEVFİK FİKRET’ E DAİR
(1867-1915)
Derya ATILMIŞ
ODTÜ ADT 2003 Mezunu
Edebiyat-ı Cedide akımının en önemli temsilcisi olarak anılan Tevfik Fikret, sanat ve
yaşam değerlerinin toplamıyla hem kendi kuşağını hem de gelecek kuşakları etkilemiştir.
Kuşkusuz, vatansever, özgürlükçü, idealist, hümanist, haksızlıklara karşı olan ve sanatına da
bunları yansıtarak gelecek kuşaklara ışık tutan bir şairdir.
Kimseden ümid-i feyz etmem dilenmem perr ü bal
Kendi cevvim, kendi eflakimde kendim tairim.
İnhina, tavk-ı esaretten girandır bıynuma.
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.
(Ümidim yoktur hiç kimseden, yardım destek istemem
Kendi olanaklarımla yaşarım,
Eğilmek, esaret halkası kadar ağır, skıcı gelir,
Düşünceleri, bilgi ve kültürü, vicdanı hür bir şairim.)
dörtlüğünde (Rübab-ı Şikeste Önsözü) kişiliğinin bütün yanlarını, yaşamının ve sanatının
ilkelerini bulmak olanağı vardır. Tevfik Fikret, örnek yaşayışı, özgün ve titiz davranışlarıyla
kamuoyunca yüceltilen bir insan, toplumsal sorunlara sorumlulukla eğilen bir yurtsever, yiğitçe
başkaldırmaların sesi olan bir yazar, ilerici ve insancı bir düşünce özüyle gününün
gereksinmelerine cevap vererek, yirminci yüzyıl Türk şiirinin izleyeceği başlıca öncü olmuştur.
Öğrenim hayatına Mahmudiye Rüştiyesi’nde başlayan Tevfik Fikret, Galatasaray
Lisesi’ni (o zamanki adıyla Mekteb-i Sultani) birincilikle bitirdi. Değişik yerlerde çeşitli
memurluklarda bulundu. 1891’de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca,
edebiyat çevrelerinde adını duyurdu. 1892’de Galatarasaray Lisesi’ne Türkçe öğretmeni olarak
atandı. 1894’te Malumat dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 1895’te hükümetin memur
maaşlarından kesinti yapmasına tepki olarak görevinden ayrıldı. Bir yıl sonra Servet-i Fünun
dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirildi, dergi onun yönetiminde Edebiyat-ı Cedide akımının
yayın organı durumuna geldi. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej’e giren Fikret, o
dönemde aydınlar üzerindeki yoğun baskılar nedeniyle dergideki görevinden istifa etti. 1906’da
Robert Kolej’in hemen yanında bir ev yaptırarak Aşiyan adını verdi; oğlu Haluk ve eşiyle beraber
buraya yerleşti. 1908’de II. Meşrutiyet’in ateşli savunucularından biri oldu. Meşrutiyetten sonra
Hüseyin Cahit Yalçın ve Hüseyin Kazım Kadri ile birlikte Tanin gazetesini kurdu. Gazete, İttihat
ve Terakki’nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıktı ve Tanin’den ayrıldı.
Daha sonra Galatasaray Lisesi Müdürlüğü’ne getirildi. O günlerde çıkan 31 Mart olayını protesto
etmek amacıyla bu görevinden de ayrıldı, ama öğrencilerinin ve Eğitim Bakanı Nail Bey’in
ısrarları üzerine görevine geri döndü. Bir süre sonra yeni eğitim bakanı ile anlaşamayarak
görevini bir daha dönmemek üzere bıraktı. İttihat ve Terakki iktidarına da karşı çıkarak Aşiyan’a
çekildi. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra öldü.
Küçük yaşlarda yazmaya başladığı ilk şiirlerinde iç dünyasını yansıtan Tevfik Fikret,
Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem’in şiir anlayışları arasında gidip gelen bir dönem
geçirmiştir. Daha sonra Fransız şiiriyle tanışmış ve özellikle François Coppe’den etkilenerek
kendi tarzını oluşturmaya başlamıştır. Fikret, aşırı titiz tutumu ve ayrıntılar üzerinde durmasıyla
kendine özgü bir üslup yaratmış, çağına damgasını vurmuştur. Biçimsel kaygıları hiçbir zaman
bırakmamış, sürekli yenilik aramıştır. Rübab-ı Şikeste’de toplumsal konulara ağırlık veren
şiirlerinin yanı sıra günlük konuşma diline yakın şiirleri de vardır. Betimlemelerindeki ayrıntı
ustalığı ressam kişiliği ile de ilgili olan Fikret’in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye
varan bir uyum görülür. Oğlu Haluk’un onun şiirlerinde büyük etkisi görülür. İkinci kitabı
Haluk’un Defteri ‘ndeki şiirler en iyimser ve en umutlu şiirleridir. Bu şiirlerinde Fikret oğluna ve
Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurtseverlik, hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütlemiştir.
Rübabın Cevabı’ndaki “Sis” şiirinde acı, zorbalık, baskı ve haksızlıkları anlatmış, “Tarih-i
Kadim’e Zeyl” şiirine de Mehmed Akif’in suçlamalarına karşılık vermiş, din ve doğa
konusundaki görüşlerini ortaya koymuş, kendisinin doğanın bir izleyicisi olduğunu söylemiştir.
Şermin ise Fikret’in yalın bir dil ve kısa dizelerden kurulu dolaysız bir anlatımın egemen olduğu
şiirlerinden oluşur.
Fikret 30 yaşlarındayken çevresindeki olumsuzluklardan etkilenmeye başlamış ve
sorunlarına çözüm aradıkça, dünya görüşü yaşadığı dönemin kültür koşullarını aşmıştır.
Özgürlük ve eşitlik anlayışı ezilen insanların çıkarları doğrultusunda toplumsal bir öz
kazanmıştır. Sınıfsal çıkarlara dayalı bir yönetim biçimini eleştirmiş, belli egemen sınıfın
koyduğu yasalara ve yönettiği devlete karşı çıkmıştır. Ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun
bırakılan kitlelerin kağıt üstündeki siyasal özgürlüklerinin bir anlamı olmadığını göstermiştir.
Fikret’in ilerici, aydın, özgürlükçü, eşitlikçi kişiliği Mustafa Kemal üzerinde de derin
etkiler bırakmıştır. Fikret’in şiirleri arasında, özellikle Sis, Tarih-i Kadim ve Ferda üzerinde
durmakta yarar var.
“Sis” aslında Fikret’in yaşadığı İstibdat döneminin kısa bir tablosunu
çizmektedir:
“Sarmış yine afakını bir dud-ı muannid
Bir zulmet-i beyza ki peyapey mütezayid”
(Ufuklarımı inatçı ve gittikçe çoğalan bir karanlık
sarmış.)
Tarih-i Kadim’e gelince, Atatürk Fikret’in bu şiirinden şöyle söz eder:
“Tevfik Fikret’in o Tarih-i Kadim’i yok mu, işte o dünyada yapılması gereken
bütün devrimlerin kaynağıdır.”
Fikret, Tarih-i Kadim’de, insanı ezen, tutsak eden, savaş, zulüm, baskı, taassup,
adaletsizlik gibi her şeye isyan etmiştir. Fikret’in tarih kavramı hep savaşları, vahşilikleri,
katliamları içerir. İnsanlığın bu korkunç ve kanlı serüveninde din, inanç ve geleneklerin istismar
edilmesi büyük rol oynar.
“Din şehit ister asuman kurban
Her zaman her tarafta kan kan kan”
Fikret yine Tarih-i Kadim’de gerçek özgürlüğe savaşsız ve sultansız bir dünyada
ulaşılacağını tasarlar.
“İşte hürriyet-i hakikiyye,
Ne muharip ne harb ü istila
Ne tasallut, ne saltanat, ne şeka”
(Gerçek hürriyet,ne savaşçı, ne savaş ve yayılma,
Ne saldırı, ne mıtlakiyet, ne de alçaklık ister.)
Fikret, gençliğin yarının en büyük güvencesi olduğuna inanmıştır.
Ferda senin, senin bu teceddüt, bu inkılap
Her şey senin değil mi ki zaten?...Sen ey sebab...
(Yarınlar senin,bu devrim bu yenileşme hep senin
Herşey senin değil mi ki zaten?)
Fikret gençliği “hayatın ümidi” olarak görür. Oğlu Haluk ile birlikte bütün Türk
gençliğini düşünür, ülkenin onların çabalarıyla kalkınacağına, ilerleyeceğine inanır. Çünkü
gençlerin elinde geleceği kurmak için “cennet kadar güzel bir vatan” vardır. Onu korumak
çalışan gençlerin ödevidir, çünkü
...Vatan gayur insanların omuzları üstünde yükselir.
Vatanın bütün umutları gençlerdir. Çünkü,
Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin.
Fikret’in saydığı değerler, gençlere ancak emanettir. Gelecek, gençlikten bunun
hesabını soracaktır. Çünkü yarın, ancak onu yaratanlar için vardır. Bu bakımdan gençliğin büyük
sorumluluğu çağını yakalamaktan geçer.
Asrın unutma, harikalar asrı feyzidir.,
Her yıldırımda bir gece bir gölge devrilir.
Bir ufku itila açılır, yükselir hayat.,
Yükselmeyen düşer, ya terakki, ya inhitat!
Yükselmeli dokunmalı alnın semalara,
Doymaz beşer dedikleri kuş itilalara..
Uğraş,didin düşün,ara, bul, koş, atıl, bağır
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!
(Yüzyılın harika bir ilerleme, bilgi ve kültürde harikalar
yaratma yüzyılıdır.
Her yenilikte bir bilgisizlik karanlığı aydınlanur,
Bir ilerleme ufku açılır, hayat yükselir.)
Son olarak, büyük eğitimci, Köy Enstitüleri’ne büyük emek veren, eski Milli
Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel’in, mezarının bulunduğu Aşiyan’da Fikret için
söyledikleri, onun kişiliğinin ve sanat yaşamıyla beraber düşünce yapısının da özeti gibidir:
“Fikret’in en belirli müsbet tarafı, garpçı ve ilerici bir insan oluşudur.
Menfi ciheti gibi bu da Fikret’in devamlı ve değişmez vasıflarından biridir ve başlıcasıdır.
Bunda Galatasaray’ın büyük etkisi muhakkaktır. Fakat o okulun verdiği eğitime bağlamak
doğru olmaz. Fikret’in sağduyusunu bu noktada takdirle görmemek kabil değildir. Fikret
güneşin artık garptan doğduğunu en iyi anlayanlarımızdan biridir. Dıştan bakışa göre bir
şaşkınlık gibi görünen bu anlayışın gerçeğe uygunluğu, Milli Mücadelemizi takip eden
yıllardaki inkılaplarımızla aydın ve keskin olarak meydana çıkmıştır. Yetiştirdiğimiz büyük
insanlar arasında Fikret daima var kalacaktır...”
Kaynakça : Ana Britannica, 20. Cilt, sf. 516
Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, 22. Cilt, sf. 8464
Prof. Dr.Zeki Arıkan:Tevfik Fikret ve Atatürk(Müdafaa-i Hukuk Dergisi,sayı 24)
* Bu yazı ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu yayın organı düşün dergisinin 12.sayısının 55-57
sayfalarında yayımlanmıştır.

tevfik fikret fotoğrafları






roman türü - test


1 ) Aşağıdakilerin hangisi roman türünün genel özellikleri arasında sayılamaz?
·        Aİç ve dış zaman kavramları söz konusudur.
·        BRomanda olaylar geniş ve ayrıntılı olarak anlatılır.
·        CŞahıs kadrosu geniştir.
·        DKarakter değil, tip ön plandadır.
·        EOlaylar bir ana olay etrafında birbirine bağlanır.
2 ) O zamanlar her gün binlerce kuş tutulurdu Florya düzlüğünde, binlerce kuş götürülürdü İstanbul’a, Eyüp Camii’nin, Yeni Camii’nin, Sultan Ahmet’in, Ayasofya’nın, Mihrimah Sultan’ın, Fatih Camii’nin önüne. Azat buzat, beni cennet kapısında gözet... İnsanlar saldırırdı kafeslere, birbirleriyle yarışırlardı bir kuş satın almak için. O zamanlar kuşçular İstanbul’a kuş dayandıramazlardı. Kiliselerin, havraların önünde de her gün binlerce kuş kafeslerinden, üstlerine dualar okunup salıverilir, arkalarından, özgürlüğe kavuşmuş sevinçli kuşların, kıvançla umutla bakılırdı...

O zamanlar kuşçuluk çocuklar için bayağı kârlı bir işti. O zamanlar insanlar daha iyiydiler denemez, kim bilir ama daha başkaydılar. Belki de kuşları daha çok seviyordular. Belki de yürekleri yufka, daha acımayla, daha sevgiyle doluydular. Belki de doğaya daha yakındılar, kim bilir... Şimdiki insanlara vız geliyor kafeslerde küçücük kuşların ölmesi, pazardan pazara, o da birkaç kişi, ölümden ölüme, o da birkaç kişi. (Yaşar Kemal, Kuşlar da Gitti)

Bu paragraf için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
·        ANesnel ve sanatsız bir dil kullanılmıştır.
·        BRoman türünden alınmış olabilir.
·        Cİlahi bakış açısıyla yazılmıştır.
·        DGeçmişteki bir duruma bakış içermektedir.
·        EAnlatıcı kuşları azat etmeye dinsel bir anlam yüklendiğini aktarmaktadır.
3 ) I. Roman, hem bir gerçekliğin hem de düş gücünün ürünüdür.
II. Yazar, anlattığı olayı, kişileri gerçekten olsa da bunları yeniden yaratarak verir. Bu bakımdan roman gerçek yaşamla tam olarak örtüşmez.
III. Romanın geçtiği sosyal çevre içerisinde dine, felsefeye, ahlaka, siyasete yer verilir.
IV. Romanda aslında romancının hayal gücü, sanatçı kişiliği, görgü ve bilgisiyle, zengin duygu ve düşüncesiyle yaratılan bir yaşam ortamı anlatılır.

V. Romanlarda anlatım sadece üçüncü kişi ağzıyla ve öznel olarak anlatılır.
Yukarıda romanla ilgili verilen bilgilerden hangisinde bir yanlış yapılmıştır?
·        AII
·        BV
·        CIV
·        DI
·        EIII
4 ) Aşağıda roman ve hikâyeye ilişkin yapılan karşılaştırmalardan hangisinde yanlışlık yapılmıştır?
·        AHikâye kısa ve orta uzunlukta bir yazı türüdür. Roman ise uzundur.
·        BHikâyede olaylar kısa bir zamanı kapsar, romanda ise genellikle uzun bir zaman söz konusudur.
·        CHikâye yoğun bir tür olduğundan olayın geçtiği dönemin siyasi, sosyal, tarih durumu hakkında bilgi edinilir. Romanda bu ayrıntılara yer yoktur.
·        DHikâyede genellikle bir tek olay anlatılırken, romanda birbirine bağlı olaylar anlatılır.
·        EHikâyede kişi sayısı romana göre daha azdır.
5 ) Roman ve hikâyenin benzerliklerinin değerlendirildiği cümlelerin hangisinde bilgi yanlışı yapılmıştır?
·        AAnlatmaya bağlı edebi metin türleridir.
·        BYazarı belli olan ürünlerdir.
·        COlayların geçtiği zaman ve mekân bellidir.
·        DGerçek veya gerçeğe yakın olayları konu alırlar.
·        EKahramanları olağanüstü varlıklardır.
6 ) Aşağıdaki romanlardan hangisi bir yönüyle ilk olma özelliği göstermez?
·        ACezmi
·        BKarabibik
·        CHuzur
·        DAraba Sevdası
·        EEylül
7 ) Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? (Oğuz Atay, Tutunamayanlar)

Bu paragraf için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
·        AKahraman bakış açılı anlatımla yazılmıştır.
·        BRoman türündeki bir eserden alınmıştır.
·        CBen kişili anlatıma yer verilmiştir.
·        DBir olay, zaman ekseni içinde sunulmuştur.
·        EFelsefi sorgulamalar içeren bir anlatıma yer verilmiştir.
8 ) Dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir. Hiçbir şey beni, hakkımdaki bir kanaati düzeltmek mecburiyeti kadar korkutmazdı. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür? (Sabahattin Ali- Kürk Mantolu Madonna)

Bu paragraf için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
·        AFelsefi sorgulamalar içeren bir anlatıma yer verilmiştir?
·        BBen kişili anlatımla kaleme alınmıştır.
·        CGözlemci bakış açılı anlatımla yazılmıştır.
·        DDuruma dayalı psikolojik açıklamalara yer verilmiştir.
·        ERoman türündeki bir eserden alınmıştır.
9 ) Goriot’nun sevgi duymuş bulunduğu yegâne adam olan kaynatası, dünyadan gitmiş bulunmasına rağmen karısına ihanet etmemeye onun yemini olduğuna emin bulunduğunu söylüyordu. Halin bu ulvi deliliği anlamaktan aciz olan adamları bu vaziyetle alay ettiler ve Goriot’ ya gülünç bir lakap taktılar. Pazar günü bol şarap içtikten sonra bu lakabı söylemeye kalkan adam, uncudan, omuzunun üzerine, kendisini Oblin sokağının bir köşesine başı önde olmak üzere yollayan bir yumruk yedi. Goriot’ nun kızlarına beslediği şuursuz fedakârlık hissi, kıskanç ve ince aşk o kadar malumdu ki, fiyat üzerinde hâkim kalmak için onu çarşıdan savmak isteyen rakiplerinden biri, kendisine Delphine’ e bir arabanın çarpmış olduğunu bir gün söyledi. Goriot benzi sapsarı, derhal hali terk etti. Bu yalan haberden duyduğu keder, sonra da yalanı anlayınca hissettiği sevinçle yalancıya karşı duyduğu gazap yüzünden birçok günler hasta oldu. Haberi vermiş adamın omuzu üzerine öldürücü yumruğunu indirmedi ise de müşkül bir vaziyette kendisini iflasa mecbur ederek halden kovdu. (Goriot Baba-H. Balzac)

Bu paragraf için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
·        AKahraman bakış açılı anlatımla yazılmıştır.
·        B3. kişili anlatımla kaleme alınmıştır.
·        CAnlatım anından geriye gidişler söz konusudur.
·        DGoriot ekseninde gelişen olay ve durumlara yer verilmiştir.
·        ERoman türündeki bir eserden alınmıştır.
10 ) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yanlış bir bilgi verilmiştir?
·        AEdebiyatımızda roman türü Cumhuriyet Dönemi’nde daha da yaygınlaşmış ve gelişmiştir.
·        BEdebiyatımıza roman, Tanzimat Dönemi’nde çeviri yoluyla girmiştir.
·        CKlasik bir romanda olayların sonuca bağlandığı bölüm romanın serim bölümüdür.
·        DZaman, mekan, kahraman ve olay romanın temel öğeleridir.
·        ERomanda anlatma, gösterme, özetleme gibi anlatım tekniklerinden faydalanılabilir.


26 Eylül 2019 Perşembe

dede korkut hikayelerinde egemenlik kavramı - bahadır özarslan

DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE EGEMENLİK KAVRAMINA AİT UNSURLAR Bahadır Bumin Özarslan* Özet Oğuz Türklerine ait hikâyelerden oluşan Dede Korkut Hikâyeleri, bugüne kadar pek çok edebiyat ve tarih araştırmasının konusunu oluşturmuştur. Türk kültür hayatını değişik açılardan yansıtan bu hikâyelerde, egemenlik kavramıyla ilgili unsurlar da yer almaktadır. Genel olarak bir iktidarın hükümranlığı olarak nitelendirilebilecek olan egemenlik, bir devletin temel varlık koşullarından biridir. Dede Korkut Hikâyelerinde açıkça bir devletin varlığından bahsedilmemiştir ancak üstün bir siyasî otoritenin varlığı anlaşılmaktadır. Hikâyelerden anlaşıldığı kadarıyla Oğuz Türklerinin bir devleti vardır ve bu devlet, öteden beri devam eden bir mekanizmadır. Bu durum, Türklerde devlet geleneğinin varlığının ve kökünün oldukça gerilere uzandığını bir kez daha göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Dede Korkut Hikâyeleri, Oğuz Türkleri, Türk kültürü, egemenlik, devlet Abstract Dede Korkut stories, formed of stories belonging to Oghuz Turks, have been the theme of quite a few researchs in literature and history up till now. Elements regarding sovereignty are also involved in these stories, reflecting the life of Turkish culture in terms of various points. Sovereignty, which may be described as the rulership of a power in general, is one of the basic existing provision of a state. In Dede Korkut stories, there isn’t spoken of the presence of a state but it is understood that there is a superior political authority. From the stories understood, Oghuz Turks have a state and this state is a mechanism, ongoing from of old. This fact shows one more time that, Turks have a tradition of state and its root extends to pretty much back. Key Words: Dede Korkut stories, Oghuz Turks, Turkish culture, sovereignty, state GİRİŞ “İki Musevî bir araya gelse şirket, iki Türk bir araya gelse devlet kurar.”∗∗ Dede Korkut Hikâyeleri, dokuzuncu ve on birinci yüzyıllar arasında geçen ve Türklerin Oğuz boyuna ait anlatmalardan oluşan hikâyeler topluluğudur. * Dr. Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Sosyal, Ekonomik ve Siyasal İlişkiler Ana Bilim Dalı Araştırma Görevlisi ∗∗ Çin atasözü Bahadır Bumin Özarslan 102 Vatikan ve Dresden nüshaları olmak üzere, bilinen iki adet yazılı kaynağı olan bu anlatmalar1, on iki hikâyeden oluşmaktadır. Hikâyelerin tam olarak hangi coğrafyada geçtiği bilinmemekle birlikte bu metinlerin Kuzeydoğu Anadolu ve Azerbaycan coğrafyası sınırları içinde cereyan etmiş olaylardan teşekkül ettiği tahmin edilmektedir. Bu hikâyelerde geçen kahramanlar, tarihte yaşamış kişileri bire-bir karşılamamakta; bahsi geçen olaylar, tarihî gerçeklerle bire-bir örtüşmemektedir. Ancak bütün bunlara rağmen hikâyelerin özelde Oğuz Türklerinin kültürünü, genelde ise Türk kültür hayatını pek çok açıdan yansıttığı görülmektedir (Ayrıntılı bilgi için bkz. Gökyay 1973: I-V, LXXIII-LXXXIII; Ergin 1994: 54-57; Sümer 1999: 363-374; Miyasoğlu 1991: 7-20; Develi 2006: 7-14). Hikâyelere bakıldığında, belirgin bir devlet ve sınırları yoktur ancak anlatmalar dikkatle incelendiğinde, bir devletin varlığının kabul edilebilmesi için gerekli olan egemenlik kavramına ilişkin örneklere rastlamak mümkündür. Bu çalışmada hikâyeler, egemenlik kavramı açısından incelenecektir. Öncelikle kısaca egemenlik kavramına değinilecek, ardından egemenlik algısını oluşturan unsurlar ele alınacaktır. Hikâyelerdeki örnekler değerlendirilerek egemenlik kavramını karşılayabilirliği sorgulanacaktır2. EGEMENLİK KAVRAMI “Egemen” kelimesinden türeyen ve eş anlamlı olarak dilimizde “hâkimiyet” kelimesiyle de karşılanan egemenlik kavramı, “egemen olma durumu, milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık” (Akalın vd. 2011: 759), “buyruğunu yürütme hakkı” (Arkın IV: 658) olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak bir kudretin, bir iktidarın en üstün olma niteliği olarak tarif edilebilecek olan egemenlik (Özman 1964: 658), başkalarına emirler vererek sözünü geçirmek ve onlara karşı üstünlük sağlamak olarak da tanımlanabilir (Hekimoğlu 2004: 29). Belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve ortak özellikleri olan insan topluluğunun devlet olarak nitelenebilmesi için, bu topluluk üzerinde tek ve üstün bir siyasî otoriteye ihtiyaç vardır. Üstün ve sınırsız olan bu güç, egemenliktir. Egemenlik kendisini emir, kumanda ve müeyyide uygulama yetkisi şeklinde gösterir (Akyılmaz 1988: 213). Soyut ve ideolojik bir kavram olan egemenlik, devletin varlık koşullarından biridir. Devletin sınırsız ve koşulsuz bağımsızlığa sahip olması, ülke içinde kendisiyle rekabet edecek başka bir gücün bulunmaması (Gözübüyük 2004: 15-16) demek olan egemenlik devlet içindeki en üstün buyurma kudretidir (Özbudun 2005: 83). 1 Berlin nüshası olarak bilinen bir başka nüsha ise Dresden nüshasının kopyası olduğu için burada ayrıca zikredilmemiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Gökyay 1973: I-V. 2 Hikâyelerin incelenmesinde, Miyasoğlu’nun ve Develi’nin metinleri esas alınmıştır. Dede Korkut Hikâyelerinde Egemenlik Kavramı 103 Egemenlik, devletin kendi yetkilerini ve temel hukuk kurallarını hür iradesiyle belirleyebilmesi demektir ve iki boyutludur. İlk boyutu, iç egemenliktir. Devletin ülke sınırları içinde, bütün diğer sosyal ve siyasal gruplara karşı üstünlüğü anlamına gelir (Teziç 2005: 119; Koçak 2006: 123). Devletin iradesi, ülke sınırları içindeki bütün şahısların ve toplulukların iradelerinden üstündür. Bu iradeyle rekabet edebilecek başka bir iktidar söz konusu olamaz (Özman 1964: 59). Egemenliğin ikinci boyutunu ise dış egemenlik oluşturmaktadır. Egemenliğin bu boyutu, devletin hiçbir başka devlete bağımlı olmaması ve diğer devletlerle hukuken eşit olması anlamına gelmektedir (Teziç 2005: 119-120; Salha 1993: 460). Dış egemenlik, devletler arasında eşitliği sağlaması ve devletlerin birbirlerinin işlerine karışmasının önüne geçmesi sebebiyle karışmama zorunluluğunu bünyesinde barındırır (Salha 1993: 461; Özman 1964: 59). HİKÂYELERDE EGEMENLİK KAVRAMINA İLİŞKİN ÖRNEKLER Dede Korkut Hikâyelerini egemenlik kavramı açısından ele aldığımızda, karşımıza birkaç değişik tasnif çıkmaktadır. Bunlar, şu şekilde sıralanabilir: Hiyerarşik İktidar Dede Korkut Hikâyelerinde, yukarıda da değinildiği üzere, belirgin bir devlet yoktur. Ancak anlatmalarda, bahsi geçen han ve bey isimleri içinde Bayındır Han dikkat çekmektedir. Hikâyelerde kullanılan “Hanlar hanı Bayındır Han” şeklindeki ifade ve Bayındır Han isminin geçtiği kısımlar, Bayındır Han’ın Oğuz boylarının tamamının liderliğini üstlendiğini göstermektedir. Yine Salur Kazan’ın da diğer beyler içinde daha üstün konumda olduğu, bir çeşit beylerbeyi olduğu anlaşılmaktadır (Gökyay 1973: CCCXXXVI; Ergin 1994: 23; Bayat 2000: 67; Develi 2006: 10; Dursun 2011: 114). Bu hiyerarşik ilişkide, en tepede Bayındır Han yer almaktadır. Diğer beyler, Bayındır Han’ın iktidarını kabul etmiştir. Bütün bu dikey yapılanmada, hikâyelerde geçen beylerin ve beylere bağlı halkların Bayındır Han’ın iktidarına/egemenliğine rıza gösterdiği anlaşılmaktadır. Bayındır Han’ın bu dikey ilişkide sahip olduğu iktidara ait değişik örneklere rastlamak mümkündür. Dirse Han Oğlu Boğaç Han hikâyesinde, Bayındır Han’ın Oğuz beylerini her yıl toplayıp misafir ettiği, toy tertip ettiği anlatılmaktadır (Miyasoğlu 1991: 33; Develi 2006: 19). Toy tertip etmek, her beyin yetki sınırları içinde olan bir mesele değildir (Bayat 2000: 70). Bu davetin, davete katılma açısından ihtiyarî bir davet ya da yalnızca geleneksel bir toplanma olmadığı anlaşılmaktadır. Zira bütün beyler, bu davete icabet etmektedir. Bu da davetin Bayındır Han’ın emriyle gerçekleştiğini göstermektedir3. 3 Toy adı verilen bu toplantılar, zamanla devlette bir kurum adı olarak ortaya çıkmış ve “kurultay” adını almıştır. Siyasî, iktisadî, kültürel, vb. meselelerle ilgili kararların alındığı bu Bahadır Bumin Özarslan 104 Bayındır Han’ın sahip olduğu iktidara bir başka örnek ise sefere çıkma izni vermesidir. Kazılık Koca Oğlu Yeğenek hikâyesinde, Bayındır Han’ın veziri olan Kazılık Koca, akın yapmak için Han’dan izin istemiş ve bu izni almıştır. Çıktığı akında tutsak düşünce, oğlu Yeğenek yine Bayındır Han’ın huzuruna çıkar ve babasının tutsak olduğu kaleye gönderilmesini talep eder. Bayındır Han bunun üzerine yirmi dört sancak beyini huzuruna çağırır ve bu sancak beyleriyle birlikte Kazılık Koca’nın oğlu Yeğenek’i kaleye gönderir (Miyasoğlu 1991: 152-154; Develi 2006: 77-78). Burada da yine Bayındır Han’ın savaş ilan etme kararı aldığı anlaşılmaktadır (Dursun 2011: 114). Bayındır Han’ın sahip olduğu iktidar gücüyle ilgili dikkat çeken bir başka husus da divanı toplaması ve kendisine bağlı vezirinin olmasıdır. Hikâyelerde muhtelif yerlerde geçen bu husus, Bayındır Han’ın divanı toplama yetkisine sahip olduğunu ve bu divana başkanlık ettiğini göstermektedir. Öte yandan vezirinin olmasından da Bayındır Han’ın, sahip olduğu iktidarı kullanırken yürütmeye ilişkin hususlarda görevlendirme yapabildiği ve kendisine yardımcı olan uzmanlar grubunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Yukarıdaki örneklerden de anlaşıldığı üzere, hikâyelerde bahsi geçen Bayındır Han, Oğuz beyleri içinde hiyerarşik olarak en üstte yer almakta ve sahip olduğu iktidarı, yürütme alanında da sergilemektedir. Emirler vermesi, savaş kararı alması, divanı toplaması ve kendisine bağlı veziri olması gibi örnekler, Bayındır Han’ın icraî gücünün olduğunu ve egemenlik yetkisini fiilen kullandığını açıkça göstermektedir. Coğrafî Sınırlandırma Hikâyelerde, coğrafî anlamda bir sınırın varlığı da anlaşılmaktadır. Söz gelimi Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı hikâyesinde, “Oğuz ili, Oğuz serhaddi” (Miyasoğlu 1991: 134-151; Develi 2006: 68-76); Kazılık Koca Oğlu Yeğenek ve Salur Kazan Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Çıkarması hikâyelerinde “Oğuz ili” (Miyasoğlu 1991: 152-158, 194-206; Develi 2006: 77-80, 101-107); Uşun Koca Oğlu Segrek hikâyesinde “Oğuz hududu, Oğuz serhaddi, Oğuz ili” (Miyasoğlu 1991: 183-193; Develi 2006: 95-100); Bay Büre Oğlu Bamsı Beyrek hikâyesinde “Oğuz diyarı” (Miyasoğlu 1991: 68-103; Develi 2006: 37-52) ve Begil Oğlu Emren adlı hikâyede, “Oğuz ülkesi(” Miyasoğlu 1991: 171-182; Develi 2006: 88-94) tabirleri geçmektedir. Bunun dışında anlatmalarda pek çok kez “kâfir illeri” şeklinde bahsedilmekte ve Oğuz illeri dışındaki coğrafyalara da işaret edilmektedir. Dolayısıyla sınırları belli olan bir ülkenin ve bu ülke dışında, “öteki” kabul edilen coğrafyaların olduğu anlaşılmaktadır. toplantıya katılmak, devlete sadakatin işareti kabul edilmekte; aksine bir durumda devlete itaatsizlik ve isyan olduğu varsayılmaktaydı. Nitekim Begil Oğlu Emren hikâyesinde Begil, Bayındır Han’ın divanından çıkarak asi olduğunu ilân etmiştir. Bkz. Miyasoğlu 1991: 172-173; Develi 2006: 89-90. Toyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Kafesoğlu 2011: 249-253; Özdemir 1999: 88-91; Doğan, 2005: 434-436 Dede Korkut Hikâyelerinde Egemenlik Kavramı 105 Egemenlik yetkisinin önemli bir boyutu da yukarıda bahsedildiği üzere iç cephesidir ve iç egemenliğin varlığı için sınırları belirlenmiş bir coğrafya gereklidir. Hikâyelerin dilinden, belirli sınırlara sahip bir ülkenin var olduğu, Bayındır Han’ın bu sınırlar içinde egemenliğini sürdürdüğü ve Oğuz ülkesi sınırları içinde Bayındır Han’ın herhangi bir egemenlik paylaşımına girmediği, bu anlamda rakipsiz olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, Bayındır Han’ın sahip olduğu egemenlik yetkisinin Oğuz ülkesiyle sınırlı olduğu da hikâyelerden çıkarılabilecek bir başka sonuçtur. Güvenlik ve Asayiş Dede Korkut Hikâyelerinde, güvenliğin ve asayişin sağlanması hususunda, Bayındır Han’ın egemenlik yetkisinden kaynaklanan bazı adımlar attığı görülmektedir. Yukarıda bahsi geçen sefere çıkma izni ve savaş ilanı dışında, Bayındır Han’ın Oğuz ülkesinin başbuğu olduğu anlaşılmaktadır. Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi isimli hikâyede, Basat’ın “Şanlı bayrak yücelten hanımız Bayındır Han. Vuruş günü önden giden alpımız Salur oğlu Kazan.” ifadeleri, Bayındır Han’ın aynı zamanda orduyu da idare ettiğini göstermektedir (Miyasoğlu 1991: 168-169; Develi 2006: 86). Ayrıca, yine aynı hikâyede, Oğuz ülkesi için tehlike olan Tepegöz’ün ortadan kaldırılmasına yönelik kararın (Miyasoğlu 1991: 159-170; Develi 2006: 81-87) üstün bir otorite tarafından alındığı ve alınan bu kararın da Oğuzların iç güvenliğini ve asayişini sağlamaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Güvenlikle ve asayişle ilgili bir başka örnek, Begil Oğlu Emren Hikâyesi’nde geçmektedir. Gürcistan’dan gelen haracı beğenmeyen Bayındır Han, Dede Korkut’un tavsiyesi üzerine gelen hediyeleri Begil isminde bir yiğide verir ve onu, Oğuz ülkesinin sınırlarını beklemek üzere görevlendirir. Aldığı görev üzerine Begil, Gürcistan sınırına yerleşerek asayişi ve iç güvenliği tesis eder. Düşmanları, Oğuz ülkesi sınırlarından içeriye sokmaz. Ayrıca, elde ettiği hediyeleri de Bayındır Han’a gönderir (Miyasoğlu 1991: 171-172; Develi 2006: 88). Yukarıdaki örneklerden anlaşıldığı üzere, Oğuz ülkesi içinde meşru silahlı güç kullanma yetkisi Bayındır Han tarafından kullanılmakta ve gerektiğinde asayişin ve iç güvenliğin temini için görevlendirme yapılmaktadır. Bunun dışında yine akın izni ve savaş kararı da Bayındır Han’ın uhdesindedir. Oğuz ülkesinin toprak bütünlüğünün korunmasına ve Oğuzların can güvenliğinin sağlanmasına yönelik tedbirlerin Bayındır Han eliyle hayata geçirilebilmesi, egemenlik yetkisinin bir izdüşümüdür. Gelir Temini ve Vergilendirme Dede Korkut Hikâyelerinde, egemenlik yetkisinin malî boyutlarıyla ilgili örneklere de rastlamak mümkündür. Kazılık Koca Oğlu Yeğenek hikâyesinde, Yeğenek ve Oğuz beyleri tarafından yapılan akında, bir hisar kuşatılır Bahadır Bumin Özarslan 106 ve ele geçirilir. Bunun üzerine hisar yağmalanır ve Bayındır Han’a da bu yağmadan bir pay ayrılır (Miyasoğlu 1991: 158; Develi 2006: 79). Buradaki yağmalama, günümüzdeki yağma suçundan farklı olup devrin savaş hukuku gereğince galip gelen tarafın yaptığı bir uygulamadır. Burada elde edilen ganimetten Bayındır Han’a pay ayrılması da egemenliği/iktidarı elinde tutan yöneticinin oluşturduğu bütçeye aktarılan bir gelir kalemi niteliğindedir. Aynı şekilde, Begil Oğlu Emren Hikâyesi’nde de sınır boylarını bekleyen Begil’in, düşmanlardan elde ettiği değerli eşyaları Bayındır Han’a göndermesi (Miyasoğlu 1991: 172; Develi 2006: 88), Oğuz ülkesinin bütçesine gelir temin edildiğini göstermektedir. Begil Oğlu Emren Hikâyesi’nde ise Bayındır Han ile Oğuz beylerinin bir arada olduğu bir sırada, Gürcistan’dan gelen haraçtan bahsedilir (Miyasoğlu 1991: 171; Develi 2006: 88). Hikâyede, “Gürcistan’ın haraca geldi.” şeklinde ifade edilen haraç da yine günümüzdeki anlamından farklıdır. Buradaki haraç, cizye ve yenilmiş olan düşmandan tahsil edilen bir vergi ve tazminat niteliğindedir (Gökyay 1973: CCCLXXIII). Dolayısıyla haraç, devrin dış ilişkilerinde bir devletin başka bir devletten aldığı vergi anlamına gelmektedir. Burada vergi alan devlet, değişik sebeplere ve usûllere bağlı olarak vergi aldığı devlete üstünlük sağlamış ve o devleti kendisine siyasî, malî, vb. açıdan bağımlı kılmıştır. Hikâyedeki anlatımda da benzer bir durum söz konusudur. Malî egemenlikle ilgili bir başka grubu ise beşte birlik ganimetin Bayındır Han’a ayrılması oluşturmaktadır (Pençik çıkartma olarak bilinen bu uygulamayla ilgili olarak bkz. Türkmen 2011: 252-253). Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek ile Begil Oğlu Emren hikâyelerinde ve yukarıda bahsettiğimiz Kazılık Koca Oğlu Yeğenek hikâyesinde, yapılan savaşlar sonrasında elde edilen ganimetin beşte biri Bayındır Han’a tahsis edilmiştir (Miyasoğlu 1991: 102, 158, 181). Yapılan bu tahsis Bayındır Han adınadır ancak aslında, Oğuz ülkesinin bütçesine aktarılan bir kazandırma, gelir temin etme niteliğindedir. Bilindiği üzere vergilendirme, devletin egemenlik yetkisinin malî alandaki görünümüdür (Öncel vd. 1997: 33). Egemenliğini sürdürebilmesi için düzenli malî kaynaklara ihtiyaç duyan devletin vergilendirme yetkisini kullanması siyasî bir zorunluluktur zira devletten beklenen kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için gereken kaynaklar, bu şekilde sağlanır (Çağan 1982: 4). Kamu ihtiyaçlarının yerine getirilmesi için gereken düzenli ve sağlıklı finansman, malî alandaki egemenliğin nişanesi olan vergilendirme yetkisi kullanılarak gerçekleştirilir (Palamut 2002: 221). Bu açıdan bakıldığında, Dede Korkut Hikâyelerinde geçen malî meseleler, egemenlik yetkisinin malî alanda da kullanıldığını göstermektedir. Dede Korkut Hikâyelerinde Egemenlik Kavramı 107 Suç ve Ceza Dede Korkut Hikâyelerinde, Oğuz ülkesi sınırları içinde bir ceza hukuku olduğu ve cezalandırma yetkisinin de üstün bir iradeye bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olması isimli hikâyede, Kazan Bey ile oğlu Uruz arasında geçen diyalogda, düşmanın kim olduğu sorusu cevaplandırılmaktadır. Oğlu Uruz’un “Düşman kimdir?” sorusuna karşılık Kazan Bey, “Düşman ona derler ki biz onları bulsak öldürürüz; onlar bizi bulsalar öldürürler.” cevabını verir. Bunun üzerine Uruz, “Baba, savaşta bey yiğitler adam öldürse kan sorarlar mı, dava ederler mi?” şeklinde ikinci bir soru sorar. Kazan Bey de “Oğul, bin kâfir öldürsen kimse senden davacı olmaz.” diyerek diyalogu tamamlar (Miyasoğlu 1991: 107- 128; Develi 2006: 55). Bu geçen diyalogdan anlaşıldığı üzere, Oğuz ülkesi sınırları içinde adam öldürme bir suçtur ve öldüren kişi, dava edilir (Türkmen 2011: 250-251; Dursun 2011: 120). Adam öldürmenin bir suç olduğu ve öldüren kişinin dava edildiği bir ülkede, suçun işlenip işlenmediğine karar veren ve suç işlenmişse ceza verme yetkisine sahip üstün bir otoritenin olduğu anlaşılmaktadır. Adam öldürme suçuyla ilgili örnek üzerinden, suç ve ceza sistemine bir diğer örnek de Dirse Han Oğlu Boğaç Han hikâyesinde karşımıza çıkmaktadır. Dirse Han’a, “Oğlun seni öldürmeden, sen oğlunu öldür.” şeklinde tavsiyede bulunan ve aslında suça azmettiren kişiler (Miyasoğlu 1991: 38-40; Develi 2006: 22-23), burada meşru müdafaa hakkının bulunduğuna işaret ederek öldürme fiilini hukuk dışı olmaktan çıkarmış olmaktadırlar. Bu da göstermektedir ki suçlara verilen cezalar önceden belirlenmiştir (Türkmen 2011: 250-251). “Suçta ve cezada kanunîlik” ilkesinin basit bir hâli olan yukarıdaki örneklerden, ceza hukukuyla ilgili önemli bir ilkenin hikâyenin geçtiği zaman diliminde de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi adlı hikâye, Oğuz ülkesinde suç ve ceza kavramlarının bir üst otorite tarafından denetlendiği ve gerektiğinde cebrî icra yoluyla yaptırımların uygulandığını gösteren bir örnektir. Hikâyede geçen Tepegöz’ün adam yakalaması, harâmî olması gibi eylemlerine karşılık üzerine kuvvet gönderilmesi (Miyasoğlu 1991: 159-170; Develi 2006: 81- 87), Oğuz ülkesinde başına buyruk bir yaşantının olmadığını ve bir düzen içinde sosyal hayatın devam ettiğini göstermektedir. Bu düzeni bozan eylemler karşısında alınan tedbirler, bir ülke sınırları içinde müeyyide uygulama yetkisinin varlığına işaret etmektedir. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME Oğuz Türklerinin yaşayışlarının konu edildiği Dede Korkut hikâyeleri, yalnızca gündelik yaşantıdan değil, aynı zamanda sosyal düzenden de kesitler sunan metinler topluluğudur. Bu sebeple bu hikâyeler sadece Türk Tarihi ile Türk Dili ve Edebiyatı alanlarının malzemesi değildir. Anlatmalar dikkatle incelendiğinde, Oğuzların tâbi olduğu hukuk düzeni de hikâyelerin önemli konularından biridir. Bu açıdan bakıldığında Bayındır Han, hiyerar- Bahadır Bumin Özarslan 108 şik bir düzen içinde töreyi uygulayan ve bunun sorumluluğunu taşıyan bir yöneticidir. Bu düzen, düzenin uygulayıcısı ve düzenin işleyişinin sorumlusu da yine töreyle, yani hukukla belirlenmiştir (Türkmen 2011: 253). Bu bağlamda, hikâyelerdeki bir başka dikkat çekici unsur da törenin Oğuzlar tarafından sahiplenilmiş olması ve törenin uygulamada bireyler tarafından da otomatik bir denetim aracı işlevi görmesidir (Törenin benimsenmesiyle, bireylerin toplum içindeki ilişkilerinde törenin kendiliğinden devreye girmesiyle ve denetim işlevi görmesiyle ilgili olarak bkz. Karatay 2011: 1-9. Benzer yönde bkz. Doğan 2005: 436-437, 439). Dede Korkut hikâyelerinde sosyal düzenin belirli kurallar dâhilinde işliyor olması, Oğuz Türklerinin idaresinde tek ve üstün bir otoritenin varlığına ve Oğuz ülkesinde bu otoriteyle rekabet edecek başka bir gücün bulunmadığına işaret etmektedir ki bu otorite, Bayındır Han eliyle temsil edilmektedir. Bayındır Han, hikâyelerin içinde sıklıkla bahsedilen bir kahraman olmasa da onun Oğuz ülkesinde emir, kumanda ve müeyyide uygulama yetkisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bayındır Han, Oğuzların yurdunda en üstün buyurma kudretine sahip kişidir. Bayındır Han’ın sahip olduğu bu egemenlik yetkisi, iç ve dış egemenliğin unsurlarını taşımaktadır. Egemenlik kavramına ait unsurların varlığı, hikâyelerde açıkça işlenmemiş olsa da Oğuzların bir devlete sahip olduğunu göstermektedir. Zira egemenliğin varlığı, bir devlete ait yetkilerin varlığını ve kullanılıyor olduğunu göstermektedir. Bu noktada, açıkça bir devletin zikredilmemesi, varlığı bilinen ve tartışma götürmez bir olgunun tekrarına bir gerek görülmemesinden kaynaklanmış olabilir. Dede Korkut hikâyelerine genel olarak bakıldığında, hikâyelerin ruhunda bir devlet algısı olduğu görülmektedir. Bu algının, hikâyelerin geçtiği dönemden daha gerilere uzandığı, yerleşik bir devlet geleneğinin olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Nitekim sekizinci yüzyıla ait olan ve Göktürkler döneminde kaleme alınmış Orhun Kitabelerinde de bu sosyal düzenin ve devlet anlayışının işlendiği bilinmektedir (Doğan 2005: 425-439). Bu veriler ışığında, Türklerde devlet anlayışının kadim ve köklü olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, son günlerde gündemi fazlasıyla meşgul eden terörizm belası üzerinden besleyen kişilerin ve kuruluşların, bildikleri ama unuttukları bu gerçeği hatırlamalarının kendileri için hayırlı olabileceği düşünülmektedir. KAYNAKÇA AKYILMAZ Bahtiyar (1988), “Milli Egemenlik Kavramının Gelişimi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. İhsan Tarakçıoğlu’na Armağan, II/1-2 (Haziran-Aralık). BAYAT Fuzûlî (2000), “Dede Korkut Kitabı’nda Devletçilik”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı. Dede Korkut Hikâyelerinde Egemenlik Kavramı 10