13 Nisan 2016 Çarşamba

batı edebiyatı

1. Giriş
Bilinen en eski dönemlerden günümüze kadar Batılı ulusların nazım ve düzyazı
türlerinde ortaya koydukları edebî ürünlerin tümüne birden Batı edebiyatı adı verilir.
Batılı uluslar, temelde aynı uygarlığa, Batı uygarlığına bağlı oldukları için, düşünüş
ve duyuş tarzları da pek çok noktada ortak özellikler göstermektedir. Bu bakımdan
genel bir kavram olarak Batı edebiyatından söz edilebilir.
Bu ünitede Batılı ulusların edebiyatları , dönemlerine ve ayrı ayrı edebî anlayışlarına
ve akımlara göre incelenerek, sonuçta Batı edebiyatı adlı bütüne ulaşılacaktır.
2. Klâsik Batı Edebiyatı
En eski zamanlardan Rönesans dönemine kadar Batı edebiyatı , Yunan ve Lâtin edebiyatlarıyla
temsil edilmiştir. Batılı ulusların yazı dilleri ve millî edebiyatları ise aşağı
yukarı Rönesans döneminde ortaya çıkmıştır. Onun için batı edebiyatının ilk örnekleri
Yunan ve Lâtin edebî metinleridir.
2.1. Yunan Edebiyatı
Yunan edebiyatı birkaç dönemde incelenebilir:
2.1.1. I. Dönem (M.Ö. IX. - VII. yy.)
M.Ö. IX-VIII. yüzyıllarda Homeros ve Hesiodos gibi iki büyük şair yetiştirmiş olan
Yunan edebiyatının en önemli türü şiirdir. Şiirler vezinli, ancak kafiyesizdir. Şiir
türleri içinde de en çok görülen destan (epik şiir) dır.
Destan nedir ?
Bir milletin ortak tarihinde önemli izler bırakan savaş , doğal afet , türeyiş , ölüm ,
büyük başarı ya da yenilgileri ve bu olaylarda önemli rol oynamış büyük kahramanların
hayatlarını manzum hikâyeler hâlinde anlatan metinlere destan denir.
Ulusların ortak bilinçlerinde yaşayan destanlarda olay ve kişiler genellikle mitolojik
ve menkıbevî nitelikte olağanüstü bir karaktere sahiptir.
Homeros , M.Ö. IX. yüzyılda yaşamış , Hem Yunan edebiyatının hem de dünya edebiyatının
en büyük destan şairlerinden biridir. İzmir'de doğmuş ve İonia bölgesinde
B A T I E D E B İ Y A T I 229
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
yaşamıştır. İlyada ve Odysseia adlı iki destanı vardır. Bu destanlar , Yunanlıların
temel kültürel kaynakları arasında yer alır. İlyada destanında, Yunanlıların Troia'lılarla
10 yıl savaşıp, sonunda onları yenmeleri anlatılır. Odysseia destanında ise İthaka
adasının kralı olan Odysseus'un 10 yıl süren Troia Savaşı dönüşünde yolda
karşılaştığı olaylar ve ülkesine döndüğünde kendisinin yokluğunda olan bitenler
anlatılır. Bu destanlarda mitolojik tanrıların insanlarla olan değişik ilişki biçimlerine
, insanların ve tanrıların duygu , düşünce , hayal , özlem , tutku , öfke , kin ve sevinçlerine
, olağanüstü ve tarihsel birtakım olaylara yer verilir.
Hesiodos M.Ö.VIII. yüzyılda Askra kasabasında yaşamıştır. Didaktik (eğitici-öğretici)
şiir türünün kurucularındandır. Şiirleriyle halka adaletli davranma , iyilik
yapma , çok çalışma gibi olumlu değerleri aşılamaya , öğüt vermeye çalışmıştır. Hesiodos'un
İşler ve Günahlar , Theogonia adlı iki eseri vardır.
2.1.2. II. Dönem (M.Ö. VII. - VI. yy.)
M.Ö. VI. yy. da yaşamış olan Sappho, bu dönemin ünlü ozanlarındandır. Midilli
adasında doğmuş, genç kızların eğitimi için çalışmıştır; zengin bir ailenin kızıdır.
170 parçadan oluşan şiirlerinde en çok aşk temasını işlemiştir. Yunan edebiyatının
önde gelen lirik şairlerindendir.
M.Ö. VI. yy.da yaşamış olan Aisopos (Ezop) , Anadolu'da Phrigia'da doğmuş ,
Mısır , Asya , Yunanistan'a seyahatlar yapmış; tanrı Apollon'a karşı geldiği için
uçuruma yuvarlanarak öldürülmüştür. Gezdiği Doğu ülkelerinden öğrendiklerinden
, gözlemlerinden edindiği materyallerle düzyazı tarzında fabl (masal) ler
yazmıştır. Tek eserinin adı Fabller olup fabl türünün kurucusudur.
Fabl nedir?
Kişileri insan gibi konuşup davranan hayvan , bitki ve cansız varlıklardan oluşan,
kıssadan hisse çıkarıp ders vermeyi amaçlayan masaldan kısa öykülere denir.
Bu dönemin diğer önemli şairleri arasında Alkalos (M.Ö. VII. yy.) ve Anakreon
(M.Ö. VI. yy.) sayılabilir.
2.1.3. III. Dönem (M.Ö. VII. - VI. yy.)
Yunan edebiyatı en parlak ürünlerini M.Ö. V.-IV. yüzyıllarda vermiştir.
Aiskhylos (M.Ö. 525-456) , dönemin en büyük tragedya şairidir. İlk defa, tragedyanın
aktör sayısını ikiye çıkararak, koro yerine diyaloğu ön plâna geçirmiştir. Maske,
aktörün yüzünü saklayan bir alet olmaktan çıkıp, onun karakterini de yansıtır ol-
230 B A T I E D E B İ Y A T I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
muştur. Eserlerinde tanrıların belirleyici gücüne önem vermiş; dünyayı ve insanları
tanrıların, olması gerektiği gibi, iyi bir şekilde yönettiği , tanrılara isyan edenlerin
cezalandırılması gerektiği tezini savunarak, yerleşik düzeni , gelenekleri ve toplum
ahlâkını benimsemiştir. Ona göre insanlar tanrılar tarafından belirlenen alınyazılarını
kabullenmek zorundadırlar. Ele geçen yedi tragedyası şunlardır : Yalvaran Kızlar
Persler, Thebai'ye Karşı Yediler , Zincire Vurulmuş Prometheus , Oresteia trilogia , Agamemnon
, Kheephoroi , Eeumenides.
Sophokles (M.Ö. 495-406) de tragedyayı geliştirerek oyuncu sayısını 3'e , korodaki
şarkıcıların sayısını da 12'den 15'e çıkarmış; trilogia denilen üçleme yazma biçimini
kaldırmıştır. Aiskhylos'un tragedyalarında insanlar tanrılara boyun eğmek
zorunda iken, Sophokles'in eserlerinde insanlar alınyazıları ve tanrılarla mücadele
ederler. Ancak sonunda yenilen insanlar olur. Elde Kral Oidipus , Oidipus Kolonos'ta ,
Antigone , Aias , Elektra , Trakhisli Kadınlar ve Philoktetes adlı yedi eseri bulunmaktadır.
Üçüncü büyük tragedya şairi olan Euripides (M.Ö. 480-406) , insan-tanrı mücadelesi
yerine insanın kendi kendisiyle olan mücadelesine yer vermiştir. İnsan kendi ihtiraslarıyla
mücadele hâlindedir , ancak yenik çıkar. Başlıca eserleri şunlardır : Medeia
, Hippolytos , İphigeneia Aulis'te , phigeneia Tauris'te , Orestes , Elektra , Hekabe , Andromakhe.
İlk büyük komedya şairi Aristophanes (M.Ö. 445-385) 'tir.
Aristophanes, gelenekçi bir anlayışa sahip olup sanat , siyaset ve felsefe alanlarında
yapılan yeniliklere ve yenilikçilere saldırmıştır. En önemli komedileri : Atlılar , Eşek
Arıları , Kuşlar , Kurbağalar , Bulutlar , Barış , Lysistrate.
2.1.4. IV. Dönem (M.Ö. III. - II. yy.)
Büyük kütüphanelerin , meşhur sanatçı ve bilginlerin bulunduğu İskenderiye, "İskenderiye
Çağı" da denen bu döneme damgasını vurmuştur. Pastoral nazım türünün
kurucusu olan Theokritos (M.Ö. III. yy.) yazdığı kısa şiirlerinde doğa sevgisini
işlemiştir. Şiirlerine Eidyllia (kısa şiirler) adı verilmiştir.
Pek çok ülke gezmiş olan Herodotos (M.Ö. 482-425) , tarih türünün kurucusu olup ,
Tarih adlı eserinde gezdiği ülkeler ve halkları hakkında bilgi vermiştir. Hitabet türünde
Demosthenes (M.Ö. 385-322); felsefede ise Sokrates (M.Ö. 470-399) , Eflatun
(M.Ö.429-347) ve Aristoteles (M.Ö. 384-322) dönemin önde gelen isimlerindendir.
B A T I E D E B İ Y A T I 231
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2.1.5. V. Dönem (M.Ö. II.-M.S.II. yy.)
"Yunan-Lâtin Çağı" adı verilen Roma egemenliğinin sürdüğü bu dönemde en
önemli yazar , biyografi yazarı olan Plutarkhos (46-120)'tur. Paralel Hayatlar adlı eserinde
eski Yunan kültürünü canlandırmaya , ahlâk ve insanlık dersi vermeye çalışmıştır.
2.2. Lâtin Edebiyatı
Romalılar Yunanistan'ı M.Ö. 250'li yıllarda siyasî anlamda egemenlikleri altına aldıktan
sonra Lâtin edebiyatı , daha çok Roma'da Yunan kültür ve edebiyatının etkisiyle
ve taklidiyle oluşmuştur. Eski Atina'da Yunan sanatçıları daha özgür ortamlarda
ürün veriyorlardı. Onlar kendi dönemlerinde yaşayan kişileri , yöneticileri
serbestçe hicvedip eleştirebiliyorlardı. Ancak Roma'da Lâtin komedya şairleri bu
bakımdan özgür değillerdi.
Lâtin edebiyatının ilk önemli sanatçıları arasında tragedya şairi Ennius (M.Ö. 240-
170), komedya şairi Plautus (M. Ö.184) ve Terentius (M.Ö. 159) yer alır. Bunlar
Yunan sanatçılarını örnek almışlardır. Daha sonra Lucretius (M.Ö. 98-53) didaktik
nazım, Catullus (M.Ö. 78-54) lirik nazım türünde ; Vergilius (M.Ö. 70-19) pastoral
, epik ve didaktik nazım; Horatius (M.Ö. 64-8) lirik ve didaktik nazım; Ovidius
(M.Ö. 43-M.S. 18) lirik nazım türlerinde ve mitolojide ; Cicero (M.Ö.106-43) hitabet
türünde; Sallustius (M.Ö. 86-34) , Titus Livius (M.Ö. 59-M.S. 19) ve Tacitus
(54-129) tarih yazıcılığında; Seneca (M.Ö. 4-M.S. 65) da felsefe ve tragedyada önde
gelen isimlerdendir.
3. Alman Edebiyatı
3.1. Rönesans Dönemi Alman Edebiyatı
Bu dönemde Luther (1483-1546) İncil'i Latinceden Almancaya çevirerek edebî almanca
için önemli bir zemin hazırlamış oldu.
3.1. Romantik (Coşumcu) Dönem Alman Edebiyatı
Goethe (1749-1832), özellikle şiir ve romanlarıyla romantizm akımını başarılı bir şekilde
temsil etmiştir. Lirizme, aşk maceralarına, halk edebiyatı unsurlarına ve birtakım
felsefî yorumlara yer vermiştir. Başlıca şiirleri Roma Eyejileri ve Divan adlı eserlerinde
toplanmıştır. En önemli tiyatro eseri Faust, en önemli romanı da Genç Werther'in
Acıları adını taşır.
Alman edebiyatının diğer önemli romantik sanatçıları arasında Schiller (1759-
1805), Schlegel Kardeşler (Wilhelm 1767-1845, Friedrich 1772-1829), Heine (1798-
1856) gibi şairler; Hoffmann (1776-1822) gibi romancılar; Kleist (1777-1811), Hebbel
(1813-1883) gibi tiyatrocular sayılabilir.
232 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3.3. Gerçekçi (Realist) Dönemde Alman Edebiyatı
Alman edebiyatında Fontane (1819-1898), Storm (1817-1888), Hauptmann (1862-
1946) gerçekçi yazarlar arasında gösterilir.
Gerçekleri olduğu gibi yansıtmanın üzerinde durmuşlardır. Günlük olayları ve ayrıcalığı
olmayan kişileri işlemişlerdir. Günlük konuşma dilini kullanmışlar ve abartılı
coşkulardan kaçınmışlardır. Bütünü görmeyi ve düşündürmeyi amaçlamışlardır.
3.4. 20. Yüzyıl Alman Edebiyatı
Şiir türünde bu yüzyılda Alman edebiyatının en önemli şairlerinden birisi Rainer
Maria Rilke (1875-1926)'dir. En çok aşk, ölüm, tabiat gibi temalara yer vermiş; lirik
bir uslûbu benimsemiş ve Alman halk şarkıları geleğine ait unsurlardan yararlanma
yoluna gitmiştir.
Roman türünde Thomas Mann (1875-1955), Hesse (1877), tiyatro türünde ise
Brecht (1898-1956) belli başlı yazarlar arasında yer alırlar.
SU ÇARKI
Bu toprağın büyüklerini
Anlatır bize koçaklamalar
Yıldızlar gibi çıkarlar
Düşerler yıldızlar gibi
Tek avuntu bu dalga geçme
Yükümlüyüz onları beslemekle
Gelene ağam deriz gidene paşam
Ya inilir ya çıkılır "ne gam"
Çark dediğin hep dönecek
Yukarda kalmaz yukardaki
Su aşağıdan yazık ki
Durmadan çarkı döndürecek
Efendiden geçilmezdi alanlar
Kaplanlar mı istersin sırtlanlar mı
Kartallar ya da domuzlar
Nemize gerek besledik hepsini
Hamam hep o bildiğimiz eski hamam
Tellâklar değişiyor yalnız
Ya bunalıyoruz sıcaktan ya soğuktan titriyoruz
Başka efendi istemiyoruz söydeşi hiç istemiyoruz
B A T I E D E B İ Y A T I 233
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çark dediğin hep dönecek
Yukarda kalmaz yukardaki
Su aşağıdan yazık ki
Durmadan çarkı döndürecek
Büyükler kafa kafaya tokuşuyorlar
Kanlı dövüşler oluyor sandalye için
Aç kurt diyorlar başkalarına
Kendilerini iyi kişi sayıyorlar
Öfkelendiklerini görüyoruz tellim
Dövüştüklerini birbirleriyle
Beslemek istemezsek onları daha
Anlaşıveriyorlar birden birleşiyorlar
Çünkü artık çark dönmeyecek
Duracak bu eğlenceli oyun
Kurtulan gücüyle sonunda su
Kendi işini kendi görecek
BERTOL BRECHT
3.5. 20 Yüzyıl Avusturya Edebiyatı
Önde gelen bir yazar, Franz Kafka (1833-1924)'dır. O da varoluşçu yazarlar gibi insanın
saçma ve kötü bir dünyadaki trajedisine, bunalımlarına, kişinin çağına, ailesine,
işine yabancılaşması temalarına yer vermiştir. Onun en önemli teması "yabancılaşma"
dır. Başlıca Eserleri: Değişim (1915), Hüküm (1916), Ceza Sömürgesi (1919), Bir
Taşra Doktoru (1920), Dava, Şato, Amerika.
4. Amerikan Edebiyatı
4.1. Romantik Dönem Amerikan Edebiyatı
Amerikan edebiyatında ilk büyük sanatçılar bu dönemde yetişmeye başlamıştır.
Moby Dick romanlarıyla Herman Melville (1819-1891), şiirleriyle Edgar A. Poe
(1809-1849) ve Walt Whitman (1816-1892); şiir ve denemeleriyle R. W. Emerson
(1803-1882) başlıca romantik sanatçılardandırlar.
4.2. Gerçekçi Dönem Amerikan Edebiyatı
Gerçekçilik, önce romantizmle iç içe görünür. Nathaniel Hawthorne (1804-1864) ve
Moby Dick romanıyla tanınan Melville romantizmi ve gerçekçiliği eserlerinde dengeli
biçimde kullanan yazarlardır. Gerçekçilik akımını daha sonra sürdüren öteki
yazarlar Hanry James (1843-1916), Louise May Alcott (1832-1898)'tur.
234 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
4.3. 20. Yüzyıl Amerikan Edebiyatı
20. yüzyılda Amerika'da özellikle roman ve hikâye türlerinde daha çok ürün verilmiştir.
Mark Twain (1835-1910), Tom Sawyer'in Maceraları (1876), Missisippi'de Hayat
(1833) gibi eserlerinde daha çok mizahî bir uslûbu benimsemiştir. O'henry (1862-
1910) ise küçük hikâye türünde büyük bir üne sahiptir. Olaylarda sürpriz unsuruna
ve yalın bir anlatıma önem verir.
Jack London (1876-1916), Vahşetin Çağrısı (1903), Uçurum Halkı (1903) ve Martin
Eden (1909) gibi romanlarının konularını daha çok kendi yaşantılarından ya da
çevresinden almıştır.
John Steinbeck (1902-1968), toplumcu gerçekçi bir Amerikan yazarıdır. Yoksul ve
sömürülmüş kitlelerin, işçilerin sorunlarına, bireysel ve sosyal dünyalarına eğilmiştir.
Daha çok California çevresine yer vermiştir. Başlıca romanları şunlardır: Kenar
Mahalle (1935), Farelere ve İnsanlara Dair (1937), Gazap Üzümleri (1939), Sardalya
Sokağı (1945).
Ernest Hemingway (1898-1961) de ezilen yığınların sorunları, adalet, baskıyla boyun
eğmeme gibi konuların yanında uluslararası savaşların kötülüğü, tabiatın güzelliği
ve yaşama sevinci temalarına ağırlık vermiştir. Başlıca romanları: Bahar
Selleri (1926), Güneş Gene Doğar (1926), Silâhlara Veda (1929), Çanlar Kimin İçin Çalıyor
(1940), İhtiyar Adam ve Deniz (1953).
Şiir türünde ise en önemli Amerikan şairlerinden biri olan Ezra Pound (1885-1972)
tüm dünya milletlerinin kültürlerinden yararlanma yoluna gitmiş ve imgecilik
(imajizm) akımının öncüleri arasında yer almıştır. Ayrıca I. Dünya Savaşı yıllarında
faşizmi desteklemesiyle ünlüdür.
GÖZLER
Efendimiz dinlen artık, yorgunuz yorgun,
Duyalım biraz da rüzgârın parmaklarını
Üstümüzü örten şu durgun
Şu kurşun gibi ağır kapaklarda.
Dinlen artık kardeş, gün ağırıyor bak dışarda!
Soldukça soluyor sarı ışık
Eridikçe eriyor mum.
Salıver bizi, dışarda en tatlı renkler,
Yosun yeşili, çiçek renkleri,
Ağacın altı serinlik.
B A T I E D E B İ Y A T I 235
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Salıver bizi, tükeniriz yoksa
Akıp duran tekdüzeliğinde
Kara kuru baskıların
Ak kâğıt üzerinde.
Salıver bizi, biri var ki
Bir gülüşünün verdiğini vermez sana
Yıllanmış bilgisi tüm okuduklarının
Ona bakalım ona.
EZRA POUND
(Çeviren: Bülent ECEVİT)
5. Fransız Edebiyatı
5.1. Rönesans Dönemi Fransız Edebiyatı
Villon (1431 ?), Ortaçağın sonlarında ve Rönesansa geçiş süreci içinde yaşamış
önemli Fransız şairlerinden birisidir. Şiirleri Küçük Vasiyetname ve Büyük Vasiyetname
adlı kitaplarda toplanmıştır.
Asıl yeni Fransız şiiri, XVI. yüzyılda Lâtinceyi bırakıp Fransızca ile şiir yazma davasını
güden ve La Pleiade adındaki edebiyat okulunu kuran yedi şairin şiirleriyle başlar.
Bu grubun en önemli şairlerinden birisi Ronsard (1524-1585)'dır. Başlıca eserleri
Aşklar, Odlar, Egloglar adlarını taşır. Bu dönemin önde gelen Fransız romancısı
Rabelais (1490-1553)'dir. Gargantua ve Pantagruel adlı romanları ünlüdür.
Rönesans dönemi Fransız edebiyatının en önemli ismi hiç şüphesiz deneme türünün
öncüsü Montaigne (1533-1592)'dir. Denemeler adlı eserinde yer alan metinlerinde
Hristiyanlıktan ve geleneksel düşünce biçimlerinden farklı olarak bağımsız
insan düşüncesini ortaya koyan örneklere yer vermiştir. İnsan ve toplumla ilgili hemen
her konuda alışılmışın dışında yeni yaklaşımlar getirmiştir.
5.2. Klâsik Dönem Fransız Edebiyatı
Pierre Corneille (1606-1684), Klâsisizmin ilkelerini uygulayan ilk büyük tragedya
şairidir. Onun oyunlarındaki kişilerin, tutkularıyla görevleri çatışır. Ancak sonunda
güçlü iradeleriyle tutkularını bastırırlar. En önemli eserleri Le Cid, Horace, Cinna
ve Polyeucte'tür.
İkinci önemli tragedya şairi Jean Racine (1639-699)'dir. Racine'in oyun kişileri tutkularının,
yazgılarının ve tanrıların esir olurlar. Başlıca eserleri And Romaque, İphigenie,
Phedre'dir.
236 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Moliere (1622-1673) ise komedya alanında başarılı ürünler vermiştir. Toplum ve
insandaki gülünç âdetleri, çirkin ve kötü huyları, kusurları sergileyerek, güldürerek
düşündürmeyi, eğlendirerek öğretmeyi amaç edinmiştir. Başlıca eserleri şunlardır:
Gülünç Kibarlar. Kadınlar Mektebi. Zorla Evlenme, Tartuffe, Don Juan, Zoraki Hekim,
Cimri, Hastalık Hastası.
La Fontaine (1621-1695) özellikle Aisopos'tan yararlanarak yazdığı fablleriyle
ünlüdür. En önemli eseri Fabller'dir.
La Rochefoucauld (1613-1680) özdeyiş (vecize), Boileau (1636-1711) eleştiri türünün,
Descartes (1596-1650) ve Pascal (1623-1662) felsefe alanının önde gelen isimlerindendir.
5.3. Romantik Dönem Fransız Edebiyatı
En önemli romantik sanatçı Victor Hugo (1802-1885)'dur. O, Cromwell adlı dramınının
önsözünde romantizmin temel ilkelerini ortaya koymuştur. Şiir, roman ve
oyunlarında tabiat, özgürlük, vatan, milliyetçilik gibi temalara yer vermiştir. Sefiller
adlı romanında seçkin sınıftan olmayan halktan ve toplum dışında kalmış
insanların da dünyalarına, duygu ve düşüncelerine yer vermiştir.
Hugo'nun yanında Lamartine (1790-1869) ve Musset (1810-1857) de şiir türünde
etkili olmuş şairlerdendirler.
5.4. Gerçekçi Dönem Fransız Edebiyatı
Honore de Balzac (1799-1850) her ne kadar romantik edebiyat döneminde yaşamış
olsa da gerçekçiliğin (realizmin) müjdecisi olmuştur. Balzac kişileri ve toplumu en
ince ayrıntılılarıyla incelemiş, olayları ve olguları eleştirel bir tutumla sergilemiş, insanlararası
ilişkileri dikkatli bir gözle gözlemleyerek romanlarını yazmıştır. En
önemli romanları: Goriot Baba ve Vadideki Zambak'tır.
Gerçekçiliğin müjdecilerinden bir başka yazar da Henri Beyle Stendhal (1783-
1842)'dir. O da gördüklerini olduğu gibi, süslemeden yalın bir dil ve üslûpla aktarmıştır.
İnsanı içinde yaşadığı sosyal çevreden koparmadan vermiştir. Stendhal'e göre
"roman, yol boyunca gezdirilen bir ayna olup, gördüklerini aynen yansıtır". Başlıca
romanları: Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı.
Gustave Flaubert (1821-1880), romanlarında gözlemlediklerini kendi duygu ve düşüncelerine
yer vermeden sergilemeye, hayatı olduğu gibi aktarmaya çalışmıştır.
En önemli romanı Madam Bovary'dir.
B A T I E D E B İ Y A T I 237
!
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Guy de Maupassant (1850-1893) da özellikle küçük hikâye türünde gerçekçi ürünler
vermiştir. Hikâye türünde klâsik kurguya dayalı "Maupassant tarzı hikâye" denilen
bir çığır açmıştır. Yani hikâye, sürükleyici bir merak unsuru barındırır. Giriş,
gelişme, sonuç bağlamında devam edip etkili, çarpıcı ve vurucu bir sonla biter. Bu
tarz hikâyede "olay" unsuruna önem verilir.
Emile Zola (1840-1902), müspet bilimlerin deneysel olguculuğunu edebiyata uyarlayarak,
doğalcılık (natüralizm) adı verilen gerçekçiliğin farklı bir anlayışını başlatmıştır.
Doğalcılığın (natüralizm) temel ilkesi şudur: Gerekirciliğe (determinizm) göre
nasıl müspet bilimlerde aynı koşullar aynı sonuçları doğurursa, kişiler ve toplumlar
da içinde bulundukları doğal ve sosyal çevrelerinin ürünüdürler.
Yani bir kişinin karakterinde, kimlik ve kişiliğinde doğuştan getirdiği biyolojik ve
fizyolojik özelliklerinin yanında sosyal çevresinden aldığı eğitim ve kültür de belirleyici
rol oynar. Zola bu yöntemi uygulayarak Meyhane, Germinal gibi deneysel roman
denilen örnekler vermiştir.
19. yüzyıl Fransa'sının en büyük ozanlarından Charles Baudehire ise sembolizmin
ve gerçeküstücülüğün öncüsü olmuştur.
5.5. 20. Yüzyıl Fransız Edebiyatı
Alman filozofu Heidegger'in ortaya attığı varoluşçu felsefeyi bu yüzyılda bazı Fransız
yazarları edebiyata uyarlamışlardır. Varoluşçu düşünce kısaca şöyle ifade edilebilir:
İnsan dünyaya geldikten sonra kendi varlığını gerçekleştirir, kendi özgün kişiliğini,
özünü, bilincini kendisi oluşturur. İnsana kendisinden başka yol gösterebilecek
kimse yoktur. Onun için özgürdür.
Jean Paul Sartre (1905-1980), insan doğasının en önemli unsurlarından biri olan özgürlük
kavramını işlemiş, insan özgürlüğünün yasak ve yasalarla sınırlandırılamayacağını
öne sürmüştür. Başlıca eserleri romanda Bulantı (1938), Özgürlük Yolları
(1945); hikâyede Duvar (1930); Oyun: Sinekler (1942), Saygılı Yosma (1945), Kirli Eller
(1948) dir.
Yine varoluşçu bir romancı olan Albert Camus (1913-1960) ise daha çok saçma kavramını
irdelemiştir. Ona göre insanın içinde yaşadığı evren saçma, mantıksız, akıldışı
ve anlamsız bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla insan hayatı da saçmadır. İnsan hayatının
anlamı, ancak saçmalık ve haksızlıklara başkaldırarak ortaya çıkar. İnsan
salt doğruluk, iyilik, dostluk, barış, adalet için yaşamalıdır. Başlıca eserleri romanda
Yabancı (1942), Veba (1947), Düşüş (1956); tiyatroda Yanlışlık (1944), Caligula' (1945)
dır.
238 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Simone de Beauvoir (1908-1986), varoluşçu açıdan kadının sosyal, siyasî ve cinsel
sorunları üzerinde durmuştur. Aynı zamanda feminist hareketin de öncülerindendir.
Başlıca eserleri şunlardır: Konuk Kız (1943), Mandarenler (1954).
Andre Malraux (1901-1976), İnsanlık Durumu, Büyük Yol, Umut, Melekle Savaş gibi
eserlerinde olumsuz koşulların hâkim olduğu güleryüzlü cehennemin de insanın
yalnızlığını, kaderiyle başbaşa kaldığı dramatik macerasını anlatır.
İNSAN VE DENİZ
Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.
Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşî haykırışında denizin.
Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin iç hazinelerin?
Ama işte gene binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulmayan kardeşler!
CHARLES BAUDELAIRE
(Çeviren: O. V. Kanık)
6. İspanyol Edebiyatı
6.1. Rönesans Dönemi İspanyol Edebiyatı
İspanyol yazarlar Rönesans devrinde daha çok roman ve tiyatro türlerinde eser vermişlerdir.
Rojas, Celestina (1499 ve 1526) adlı romanında pek çok engeller sebebiyle
kavuşamayan iki sevgilinin başından geçenleri konu edinir. Hem İspanya'da hem
de Avrupa'da gerçek dışı kişilerin kahramanlıklarını ve aşklarını konu edinen abartılı
pek çok şövalye romanı yazılmıştır. Ayrıca çobanların gerçek dışı aşk ilişkilerini
konu edinen çoban romanları da yazılmıştır.
İspanya'nın bu dönemdeki en önemli roman yazarı Cervantes (1547-1616)'tir.
B A T I E D E B İ Y A T I 239
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Cervantes'in Don Kişot (1605) adlı romanı modern romanın başlangıcı sayılmaktadır.
Cervantes, gerçekle hayalin çatışması temeline kurulu olan romanda sövalyeliğin
eleştirisi ve yergisinin yanında insan gerçeğinin pek çok boyutlarına yer verir.
Tiyatroda ise Lope de Vega (1562-1635) en önemli isimdir.
6.2. Gerçekçi Dönem İspanyol Edebiyatı
En önemli realist yazar Miguel de Unamuno (1864-1936)'dur. Yaşamanın amacı, insanın
sonsuzluk ve ölümsüzlük arzusu gibi temalara ağırlık vermiştir. Sis adlı romanı
önemlidir.
6.3. 20. Yüzyıl İspanyol Edebiyatı
Bu yüzyılın en önemli iki şairi Juan Ramon Jimenez (1881) ve Federico Garcia
Lorca (1899-1936)'dır. Jimenez'in şiirlerinde eski Endülüs İslâm uygarlığının kalıntılarının
izlerine rastlamak mümkündür. Şiirde mısranın önemsizliğine inanır. Manzum
hikâyelere ve mensur şiire önem vermiştir. Lorca, halk kültür ve edebiyatından,
folklordan yararlanmıştır.
AYAĞI KARINCALI
Yalnız bir kadın sanmıştım önce
Oysa kocasını aldatan biri
Irmağın orda buluştuk
Gece, Santiago gecesi,
Işıklar sönüp birer birer
Yanmaya durunca ateşböcekleri,
Son birikintisinde şehrin
Dokundum uykulu memelerine
Türkülü çiçeklerin dalları gibi
Göğsü gözlerime açılıverdi.
Ve on iki hançerin bir kerede
Yırttığı ipek gibi sinirli
Hışırtısı kulaklarımda
Kolalanmış eteklerinin.
Işıksız tepeleri ağaçların
Yollar boyunca kocaman kocaman
Ve ufuk köpeklerin ufku
Irmaktan ötelere havlıyordu.
Ne varsa üstünden atlayıp geçtik.
240 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Böğürtlenler, dikenler, karaçalılar.
Saçındaki topuzun yere yatınca
Yumuşak toprakta açtığı çukur,
Ben boyunbağımı attığım zaman
Çözüşü onun da düğmelerini,
Sıra silahlı kemerime gelince
Sıyrılışı giysilerinden art arda,
Sümbüllerin mi kurbağaların mı
Olamaz hiçbirinin böyle bir teni,
Ne de billurun ay ışığında
Sunabildiği var bu ışıltıyı
Kalçaları altımda kaçışıyordu
Hani ürkmüş balıklar gibi
Bir yanı tutuşmuş, ateş çemberi
Bir yanı buza kesmiş, sepserin,
O gece dörtnala gördüm kendimi
Sedeften, küçük bir taya binmişim
Gördüm, ne dizgin ne de üzengi
At koşturuşlarımın en güzelini.
Neler anlattı sevişirken
Ama söylememem erkeğim ben
Hem böyle ağzı sıkı görünmemi
Aydınlık akıl da istiyor zaten.
Öpüşlere, toz toprağa bulanmış
Uzaklaştık kıyının ordan
Süsenler silahlarını ayarlıyordu
Gecenin esintilerine karşı.
Dürüst bir Çingene olarak
Üstüme düşeni yaptım ben de
Koca bir dikiş sepetini
Armağan ettim ayrılırken,
Ama kuşkusuz sürekli bir aşkı
Aklımın ucuna bile getirmemiştim,
Çünkü hâlâ, evli değilim, diyordu
Kocasına bunu bunu yapıp da
Yürüdüğümüzde ırmağa doğru.
FEDERICO GARCIA LORCA
(Çeviren: Cemal Süreya)
B A T I E D E B İ Y A T I 241
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
7. İngiliz Edebiyatı
7.1. Rönesans Dönemi İngiliz Edebiyatı
İngilizcenin yazı diline dönüşmesinde büyük katkıları olan ve Canterbury Hikâyeleri
adlı eseri bulunan Chaucer (1340-1400) İngiliz edebiyatında Rönesansa zemin hazırlayan
yazarlardan birisidir.
"Elizabeth Dönemi "adı verilen XVI. yüzyılda tiyatro ve şiir türlerinde önemli eserler
ortaya konmuştur.
Rönesans dönemi İngiliz edebiyatının en önemli tiyatro yazarı Shakespeare
(1564-1616)'dir.
Shakespeare dram ve komedya türlerinde hem nazım, hem düzyazı, hem de her ikisini
birlikte kullanarak başarılı oyunlar yazmıştır. Oyunlarının tamamı beşer perdeden
oluşur. Kin, aşk, dostluk, yükselme, öç alma gibi hemen hemen tüm insanî
boyutları derinlemesine irdelemiştir. Başlıca dramları arasında Romeo ve Juliet, Hamlet,
Macbeth, Othello, Kral Lear; en önemli komedyaları arasında da Venedik Taciri,
Yanlışlıklar Komedyası sayılabilir.
Marlowe (1564-1593) ve Ben Jonson (1573-1637) da dönemin önemli tiyatro yazarları
arasında yer alırlar.
İlk büyük İngiliz şairi olan Edmund Spenser (1552-1599) ise pastoral türde yazdığı
şiirlerini Çoban Takvimi, alegorik bir destanını da Peri Kraliçesi adlı eserlerinde topladı.
Tasvir ve ruh çözümlemelerinde başarılı olan ve üslûba önem veren dönemin
son büyük şairi John Milton (1608-1674)'un en önemli eseri Kaybolmuş Cennet adlı
konusunu Tevrat'tan aldığı dinî destanıdır.
Montaigne gibi deneme türünde başarılı ürünler veren Bacon (1561-1626)'un en
önemli eseri ise Denemeler'dir.
HAMLET'ten
Perde I, Sahne II
HAMLET
Ah bu katı, kaskatı beden bir dağılsa,
Eriyip gitse bir çiy tanesinde sabahın!
Ya da Tanrı yasak etmemiş olsa
Kendi kendini öldürmesini insanın!
Tanrım! Ulu Tanrım! Ne bulantıcı, ne berbat,
Ne tatsız, ne boş geliyor bu dünya bana!
242 B A T I E D E B İ Y A T I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ah ne iğrenç, ne iğrenç! Bakımsız bir bahçe ki
Azgın bitkileri tohuma kaçmış,
Pis, kaba ne varsa tabiatta sarmış içini.
Bu muydu olacak iki ay sonra ölümünden?
O kadar bile değil, iki ay bile olmadı.
O yüce kralı bir düşün, bir de buna bak!
Biri güneş tanrısı, öteki bir orman şeytanı!
Nasıl da severdi annemi?
Esen yellerden sakınırdı yüzünü.
Yerler, gökler; unutsam olmaz mı bunları?
O da nasıl düşlerdi babamın üstüne?
Sevgiyle beslendikçe artar gibiydi sevgisi.
Öyleyken bir ay içinde... Düşünmesem daha iyi.
Kadın zaaf demekmiş meğer! Kısacık bir ay...
Daha eskimedi o gün giydiği pabuçlar
Babamın tabutu ardında yürürken,
Niobe gibi, iki gözü iki çeşme...
Nasıl olur, o kadın, evet aynı kadın
(Tanrım, beyinsiz bir hayvan bile
Daha fazla acı çekerdi) amcamla evleniyor;
Babamın kardeşiyle; öyle de bir kardeş ki
Ben Herakles'e ne kadar benzemezsem
O da o kadar benzemiyor babama.
Bir ay içinde... Yalancı göz yaşlarının tuzu
Daha yakarken kızarmış gözlerini
Evleniyor bu adamla. Ne kıyasıya bir acele bu!
Ne azgın bir atılış haram döşeğine!
İyi değil, iyilik de çıkamaz bundan.
Ama boğ kendini, yüreğim; dilimi tutmak gerek!
Horatio, Marcellus, Bernardo girerler.
HORATIO
Selâm, efendimize!
HAMLET
Hoş geldiniz... Aman, Horatio, sen misin?
Aldanıyor muyum yoksa?
HORATIO
Ta kendisi, efendimiz, her zamanki kulunuz.
B A T I E D E B İ Y A T I 243
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
HAMLET
Hayır dostun. Dost diyelim birbirimize.
Wittenberg'ten hangi rüzgâr attı seni buraya,
Marcellus?
HAMLET
Çok sevindim gördüğüme, (Bernardo'ya) Hoş geldiniz.
Peki ama, ne diye ayrıldınız Wittenberg'ten?
HORATIO
Serseriliğimizden, sevgili efendimiz.
HAMLET
Düşmanınıza söyletmem bunu sizin için,
Kendiniz için söylemenize de
Razı olmuyor kulaklarım.
Hiç de serseri olmadığınızı bilirim.
Ama Elsinore'da ne arıyorsunuz?
Gitmeden susuz içmesini öğretmeliyim size.
HORATIO
Babanızın cenazesine gelmiştim, efendiniz.
HAMLET
Haydi, alay etme arkadaş benimle;
Annemin düğününe gelmişsindir.
HORATIO
Doğrusu biraz çabuk oldu bu düğün.
HAMLET
Ekonomi, Horatio, ekonomi!
Cenaze sofrasında sıcak yenen yemekler
Düğün sofrasında soğuk verildi.
Öyle bir günü görmektense, Horatio,
En büyük düşmanımı cennette görmeye razıydım.
Babam, babamı görür gibi oluyorum!
W. SHAKESPEARE
244 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
7.2. Klâsik Dönem İngiliz Edebiyatı
Klâsisizm akımı İngiltere'de çok kısa sürmüştür. Bu akımın İngiliz edebiyatında iki
önemli temsilcisi vardır: Şiir ve oyunlarıyla Drydon (1631-1700) ve şiirleriyle Pope
(1688-1744).
7.3. Romantik Dönem İngiliz Edebiyatı
İngiltere'nin kuzeybatısında yer alan göller bölgesinde bir süre yaşamış olan ve
bundan dolayı kendilerine "Gölcüler" denilen Wordsworth (1770-1850), Coleridge
(1772-1834) gibi sanatçılar, ayrıca Lord Byron (1788-1824), Shelley (1792-1822)
ve Keats (1795-1821) gibi şairler bu akımın başlıca temsilcileri arasında yer alırlar.
7.4. 20. Yüzyıl İngiliz Edebiyatı
20. yüzyılda İngiliz edebiyatı en çok roman türünde başarılı ürünler vermiştir.
J. Conrad (1857-1941) macera ve deniz romanları yazmıştır. İrlandalı romancı James
Joyce (1882-1941) ise klâsik roman kurallarını bir tarafa bırakarak, modern roman
tarzının örneklerini vermiştir. Kronolojik zaman akışını değil, insanın bilinçaltının
belirlediği zaman sistemini esas almıştır. İnsanın iç dünyasını kendi mantıkî
gerçekliği içinde olduğu gibi sunmaya çalışır. Bir olaydan başka bir olaya, bir zamandan
başka bir zamana atlar, kalemini çağrışımların emrine verir, bazen dilin
gramatikal sistemini bozar, başka dillerden alıntılar yapar, kahramanların iç konuşmalarına
geniş yer verir. Onun romanları alışılmış klâsik roman kurgusuna uymaz.
Dublinler (1914) adlı eserinde on beş hikâye yer almaktadır. Üçü çocukluk, dördü
genlik, dördü orta yaşlılık, dördü de sosyal hayatla ilgilidir. Kitap, bütün bir roman
olarak da okunabilir. Diğer önemli eseri ise Ulysses (1922) adlı romanıdır. O bu romanında
Dublin özelinde çağdaş dünyanın bir destanını verirken, asıl olarak modern
bireyin zihinsel hayatını tüm yoğunluğu ve düşünce karmaşıklığı ile sunmaktadır.
Eserleri genellikle Dublin kenti etrafında yoğunlaşır.
V. Woolf (1882-1941) önemli bir İngiliz kadın roman yazarıdır. O da James Joyce gibi
bilinç akımı tekniğine başvurmuştur. "Acı" ve "yalnızlık", "kadın sorunları" temalarına
ağırlık vermiştir. Romanlarında insan zihninin herhangi bir günde algıladığı
şeyleri aktarmaya çalışır. Eserlerinin başlıcaları Jacob'ın Odası (1922), Perde Arkası
(1941), Mrs. Dalloway, Orlando, Dalgalar, Yıllar'dır.
B A T I E D E B İ Y A T I 245
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
8. İtalyan Edebiyatı
8.1. Rönesans Döneminde İtalyan Edebiyatı
Rönesansın ilk önemli temsilcilerinden biri Dante (1265-1321)’dir.
Yazı dilini halkın diliyle oluşturmuş olan Dante, İtalyan edebiyatının kurucusu
sayılır.
Rönesansın ilk temsilcilerinden biri de lirik şiirin en büyük ozanlarından olan Petrarca
(1304-1374) dır. Dante gibi o da Laura adlı bir kadına âşık olmuş ve hemen hemen
tüm şiirlerinden bu kadının aşkını terennüm etmiştir. Halkın konuşma diliyle
Laura’nın aşkı için yazılmış şiirleri Canzoniere (Türküler) adı altında toplanmıştır.
Bunların çoğu sone tarzındadır.
Boccacio (1313-1375), küçük hikâye tarzının önde gelen bir yazarı olarak tanınmıştır.
Hikâyelerinde dinî konular yerine insanın sorunlarına, insanların türlü durumlarına:
tutku, öfke, sevinç, kötülük gibi değişik boyutlarına yer vermiştir. Başlıca
eseri Decameron (On Gün) adını taşır. Bu kitabında veba hastalığından kaçıp sağındıkları
evde on kişinin anlatmış olduğu yüz hikâye yer alır.
Bunlardan başka destan türünde Ariosto (1474-1533) ve Tasso (1544-1595) iki
önemli isimdir. Bunlar konularını Ortaçağdan almış olmalarına rağmen işleyiş, şekil
ve teknik bakımından klâsik kurallara bağlı kalmış, Yunan ve Lâtin edebiyatlarını
örnek almışlardır. Ariosto'nın Çılgın Orlondo, Tasso'nun Kutarılmış Kudüs adlı
destanları ünlüdür.
Ayrıca iktidarın korunması konusunu işlediği Prens adlı eseriyle Macchiavelli
(1469-1527) adlı siyaset yazarını da anmak gerekir.
8.2. Klâsik Dönemde İtalyan Edebiyatı
XVII. yüzyılda girdiği gerileme döneminin ardından, İtalyan edebiyatında 18. yüzyılda
klâsiksizmin etkileri kendini gösterir. Klâsisizme bağlı ürün veren üç önemli
sanatçı vardır: Goldoni (1707-1793) komedya, Alfieri (1749-1803) tragedya, Parini
(1729-1799) ise yergi türünde yazmışlardır.
8.3. Romantik Dönemde İtalyan Edebiyatı
Güldürüde Carlo Goldoni (1707-1793) romanda Alessandro Manzoni (1785-1873),
anı türünde Silvio Pellico (1788-1854) ve şiirde Giacoma Leopardi (1798-1837) başlıca
romantik sanatçılardandır. Manzoni, şiir ve oyun türlerinde de ürün vermekle
birlikte en önemli eseri bir romandır: Nişanlılar. Leopardi ise hüznü, acıyı, doğa
sevgisini anlatan karamsar şiirleriyle tanınır.
246 B A T I E D E B İ Y A T I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
8.4. 20. Yüzyıl İtalyan Edebiyatı
Fillippo Marinetti (1876) Avrupa ülkelerinde de etkisi görülen fütürizm akımının
kurucusudur.
Fütürizm akımına göre, modern zamanların makine ve onun hız sistemine bağlı
kalarak çağın ve geleceğin hızlı ve dinamik yaşanması gerekir.
Makine çağının hız ve dinamizmi fütürizmin itici gücü olmuştur. Şiirde mısraların
düzenlenişi ve müzikal yapısı fabrika işleyişini, sistemini ve makine seslerini çağrıştırmalıdır.
20. yüzyıl İtalyan edebiyatının öncülerinden sayılan Alberto Morario, yapıtlarında
genel olarak orta sınıfı işlediğini görürüz. Bu sınıfın içinde bulunduğu ahlâk çöküntüsünü,
kişinin bencilliği yüzünden yalnız kalışını anlatır.
BİLİNÇSİZ
Bir işe kalkışıldı mı o iş önceden düşünülmüş demektir: Eylem bazı bitkilerin toprak üstünde
görünen yeşil kısmı gibidir, ama çekip koparmaya kalkınca derin kökleri olduğunu görürsünüz.
Ne kadar düşündüm acaba o mektubu yazmak için? Altı ay, evet, o adam Cassia yolu üstünde
yirminci kilometredeki villayı yaptıralı altı ay oluyor. Aslında bu düşünce de bana dağ
başında tepemsi bir yerdeki yeni villayı görünce gelmişti. O günlerde, filmler ve resimli romanların
etkisiyle olacak, kafamda kavak yelleri esiyordu. Üstelik, ben yaşlarda bir kız olan
Santina'ya da kendimi beğendirmem gerekiyordu. Demiryolu bekçisinin kızıydı Santina,
alığın biriydi; ama güzeldi ya da bana öyle görünüyordu. Birlikte gezdiğimiz bir akşam villayı
göstererek "Önümüzdeki günlerde bu villayı yaptırana bir tehdit mektubu yazmak istiyorum"
dedim. "Ne demekmiş o?" "Korkutucu... Ya paraları çıkarsın yahut canına okuruz...
Gözdağı vermek için." "Ama yasak değil mi?" diye sordu şaşkınlıkla; "Yasaksa yasak... Ne
önemi var bunun? Parayı bırakacağı yeri bildiren bir mektup... Ee, ne dersin?" Onu biraz olsun
etkilenmiş, ürkmüş göreceğimi umuyordum; ama tersine, sanki ona dünyanın en olağan
işini önermişim gibi biraz düşündükten sonra, "Ben bu işte varım, ne kadar isteyeceksin" demez
mi!? Demek olağan sayıyordu bunu; ondan aşağı kalmak istemedim ben yde. "Bilmiyorum...
Yüz, iki yüz bin." Ellerini çırptı: "Ne güzel... Bana da bir şeyler alırsın artık." "Elbette."
"Ee, ne bekliyorsun öyleyse, ne duruyorsun?" "Düşünecek zaman bırak" dedim sonunda.
Böyle işte, bir şaka yüzünden o mektubu yazmak zorunda kalmıştım.
Villanın sahibi sık sık arabasıyla Storta'dan, annemin manav dükkânının önünden geçerdi.
Boyalı kartonlardan yapılıp panayırlarda takılanlara benzeyen koca bir burnu, kapkara pos
bıyıkları vardı. İri yarıydı, devetüyü renkli paltosuyla tam bir ayı. Villanın bodrumu güzel
kokular yapılan bir laboratuvardı. Gerçekten alt kat pencerelerinden yemek kokuları yerine,
bu türlü kokular geliyordu. Hiç hoşlanmamıştım adamdan, bu da başka bir nedeniydi mektubu
yazmamın. Ama ona ne kadar bozulsam da, yüz bin liret yüzünden Santina beni ne kadar
B A T I E D E B İ Y A T I 247
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
kışkırtsa da o günlerden birinde, villa'dan az uzakta, üç maskeli adam bir soygun yapmamış
olsalardı, bu mektubu yazmazdım. Gazeteler her şeyi yazıyordu. Romalı bir tüccar olan
şoför kaçmaya çalışırken öldürülmüş; araba bir çukura saplanmış, yolcuların nesi var nesi
yoksa alınmıştı. "Şimdi o mektubu yazmanın tam sırası" dedim Santina'ya o akşam. Şaşkınlıkla
"Niçin?" diyordu. "Çünkü" dedim, "mektubu soygunculardan biri yazmış gibi yapacağız;
olanlar yüzünden adam korkacak ve paraları sökülecek." Santina'nın hayran hayran
bana baktığını görünce ekledim: "Göreceksin, yüreklilik-yüreksizlik yok... Yalnız bilinçlilikbilinçsizlik
var... Bilinçlilik yüreksizliktir, bilinsizlik yüreklilik. O adam şimdi bilinçsiz...
Dağ başında, yalnız bir villada oturmanın ne demek olduğunu, sözün gelişi; kolayca soyulabileceğini
bilmiyor, daha doğrusu biliyor, ama anlamış değil... Bu yüzden bilinçsiz yani yürekli...
Ben mektubumla, onu bilinçli ya da yüreksiz yapacağım... Birden bire tehlikede olduğunu
fark edecek, o zaman korkacak ve paraları sayacak." Aylardan, hatta yıllardan beri hep
düşündüklerimdi bunlar; sözler ağzımdan sanki bir kitapta okumuşum gibi çıkıyordu; Santina,
hayranlığını belirtti gerçekten: "Söyle bana, bunların hepsini nasıl düşünebiliyorsun?
Çok zekisin!" Koltuklarım iyice kabarmıştı: "Bu bir şey mi? Beni tanımıyorsun daha."
Öylesine sevinmiştim ki dakika geçirmedim. Santina'yla Storta'daki tütüncüye gittik, hemen
oracakta, bir masada mektubu yazdık: "Ölü soyucu, uzun zamandır peşindeyiz ve paranın
çok geldiğini biliyoruz. Sonunun Vaccarino'nunkine benzemesini istemiyorsan, Cassia
yolunda otuzuncu kilometre taşının altına, yarınki salı günü, gece yarısından önce yüz bin
liret bırakırsın. Maskeli adam."
Vaccarino, önceki gün öldürülen tüccardı. Santina bir milyon isteyelim diyordu, ama olmazdı
bu: Ona, bir milyon için bir adamın kelleyi koltuğa alabileceğini; yüz bin içinse, epey
düşüneceğini, sonunda da paralara kıyacağını açıkladım.
Santina evine gitti; ben de, biraz daha Storta'da dolandıktan sonra, hava kararınca, bisiklete
atladığım gibi o adamın villasına yollandım. Kıştı. Güney batmaktaydı, batı kıpkızıl, ağaçlarsa
kara görünüyordu. İki ağaç arasında da alacakaranlık, ama ortaklık açık...Villanın parmaklıklarına
uçar gibi vardım, bisikletten inmeden bir elimle bir direğe tutundum, ötekiyle
mektubu deliğe attım. Yol, tam burada, iki dönemeç arasında, düz uzanır. Ben mektubu deliğe
atarken, dönemeçlerden, Roma yönündekinden, villa sahibinin arabası çıkıverdi.
ALBERTO MORAVIA
(Çeviren: Egemen Berköz)
9. Rus Edebiyatı
9.1. Klâsik Dönem Rus Edebiyatı
Kantemir (1708-1744) ve Lomonosov (1711-1765) şiir türünde, Krilov (1768-1844)
fabl türünde, Fonvizin (1744-1792) de komedya türünde bu akımı Rusya'da temsil
etmişlerdir.
248 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
9.2. Romantik Dönem Rus Edebiyatı
Hemen hemen her edebî türde eser vermiş olan Puşkin (1799-1837), en önemli romantik
Rus sanatçısıdır.
Puşkin, romantizmi (coşumculuk) Rus halkının yaşamından yerel renkler alarak
zenginleştirmiştir. Ayrıca canlandırdığı kişilikleri eleştirel bir tutumla vermesi; insanın
bencilliğini, çıkarcılığını, insan ile toplum arasındaki ilişkiyi anlatması nedeniyle
gerçekçiliğin hazırlayıcısı sayılmıştır. En ünlü eserleri Bahçesaray Çeşmesi, Çingeneler,
Yüzbaşının Kızı, Maça Kızı'dır.
9.3. Gerçekçi Dönem Rus Edebiyatı
Realizm akımı Fransız edebiyatından sonra en önemli sanatçılarını Rus edebiyatından
yetiştirmiştir.
Nikoloi Gogol (1809-1852) özellikle yergi üslûbuyla toplumunun kokuşmuş, bozulmuş
yöntemlerini eliştirmiştir. Müfettiş adlı oyunu ve Ölü Canlar adlı romanı
ünlüdür.
Fiodor Mihayloviç Dostoyevski (1822-1881) ise toplumdan çok, birey olarak insanın
ruh dünyasını hem tabiî hem de sosyal çevresi içinde en ince ayrıntılarına kadar
sergiler. Psikolojik tahlilleri oldukça başarılıdır. Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler,
Ölü Bir Evden Anılar en ünlü romanlarıdır.
Bir başka önemli realist yazar Lev Nikoleyeviç Tolstoy (1828-1910), özellikle köylülerin
dünyasını yazmıştır. Başlıca romanları: Harp ve Sulh, Anna Karenina, Hacı Murat.
Anton Çehov (1860-1904) daha çok hikâye ve tiyatro türlerinden ürün vermiştir.
Hikâye türünde "Çehov tarzı hikâye" denilen bir çığır açmıştır.
Bu tarz hikâyede giriş, gelişme, sonuç gibi kronolojik bir düzenlemeye itibar edilmiz;
bir anı, bir durumu, ortamı, hayatın bir kesitini, olayların en çarpıcı yanını etkili
bir şekilde vermeyi amaçlar. Üslûpta şiirsellik ve deneme türünü andıran bir anlatımı
vardır. "Olay" yerine "durum" ögesine ağırlık verilir. Hikâyelerinden seçmeler 4
cilt hâlinde MEB'da yayımlanmıştı. En önemli oyunlari ise Vişne Bahçesi, Vanya Dayı
ve Martı'dır.
Diğer önemli Rus realist yazarlar arasında İvan Turgenyev (1818-1883) ve Maksim
Gorki (1868-1936) sayılabilir.
B A T I E D E B İ Y A T I 249
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
9.4. 20. Yüzyıl Rus Edebiyatı
Fütürüzmin Rus edebiyatındaki önemli temsilcisi Mayakovski (1893-1930) olmuştur.
Şiirde Pasternak (1890-1960); hikâye ve romanda ise Zoşçenko (1895-1958),
Şolohov (1905) ve Soljenitsin (1918) önde gelen sanatçılar arasında yer alırlar.
ORKESTRA ŞEFİ HAKKINDA
Lokantada elektrikten hava kızıla döndü.
Koltuklara kadınların yumuşaklığı yayılmıştı.
Ortaya birdenbire incinmiş orkestra şefi fırlıyarak
Müzisyenlere ağlama emri verdi.
İri bir som balığı parçasını
sakalına tatlı tatlı götürenin
boru yağlı suratına
bir avuç madeni gözyaşı fırlattı.
Hıçkırıklar arasında altın dişlerinden
çığlığa basmağa vakit bulamadan,
oradakiler trombonların, zurnaların hırpalamasıyla
üstüne basarak geçtiler.
Sonuncu, kapıya varmadan,
yanağı sos tabağında ölünce
orkestra şefi büsbütün çıldırdı,
müzisyenlere hayvanlar gibi ulumalarını emretti.
Sonra sarhoş bir gövdenin dişleri arasına,
boruyu bakırdan bir simit gibi soktu;
üflüyor, göbeğin içinde
hıçkırıkların çılgınca uğuldamasını dinliyordu.
Ertesi sabah patron öfkesinden aç acına,
hesabını kesmeye gelince
orkestra şefi mosmor olmuş
avizenin üstünde sallanıp daha da çok morarıyordu.
VLADİMİR MAYAKOVSKİ
(Çeviren: Nihal Layaza Talay)
250 B A T I E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Özet
Batı uygarlığını oluşturdukları için, Batılı ulusların düşünüş ve duyuş tarzları temelde ortak
özelliklere dayanmaktadır. Bu yüzden Batı edebiyatı adıyla genel bir kavram ortaya çıkmıştır.
Batı edebiyatı, Batılı ulusların nazım ve düzyazı türlerinde yarattıkları edebî ürünlerden
oluşur.
Batı edebiyatının başlangıcı Klâsik Batı edebiyatını oluşturan Yunan ve Lâtin edebiyatlarına
dayanır. Rönesansla birlikte, ulusların edebiyatı Alman edebiyatı, Fransız
edebiyatı, İspanyol edebiyatı, İngiliz edebiyatı, İtalyan edebiyatı gibi adlarla kendi
başlarına gelişimlerini sürdürürler.
Amerikan ve Avusturya edebiyatlarında ise ilk büyük sanatçılar 19. yüzyılda yetişmeye başlamıştır.
Batı edebiyatını oluşturan ulusların edebiyatları rönesans, klâsik, romantik, gerçekçi ve 20.
yüzyıl olmak üzere birbirini izleyen dönemler içinde ele alınabilir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını, verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Batılı yazarlardan Aisopos (Ezop) ve Andersen hangi türde ürün vermişlerdir?
A. Roman
B. Hikâye
C. Fabl
D. Şiir
E. Tiyatro
2. Boccacio hangi dönem İtalyan yazarıdır?
A. Klâsik Dönem
B. Romantik Dönem
C. Rönesans Dönemi
D. 20. yüzyıl
E. Gerçekçilik Dönemi
3. Deneme türünün öncüsü olarak kim kabul edilmektedir?
A. Montaigne
B. Dante
C. Cervantes
D. Gargantua
E. Maupassant
B A T I E D E B İ Y A T I 251
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

halk edebiyatı - 1

Halkbilim (Folklor) ve Halk
Edebiyatı
Yazar
Metin TURAN
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Bu ünitede yer alan konu başlıklarıyla ilgili değişik kaynaklardan
bilgiler edinmeye çalışın.
• Çağdaş sanatçılarımızın halk edebiyatı ve halkbilim kaynaklarından
nasıl yararlandıklarını görmek için, Yaşar Kemal, Kemal
Bilbaşar, Ahmed Arif, Enver Gökçe gibi yazar ve şairlerimizin yapıtlarını
okuyunuz.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Halkbilimle halk edebiyatının ilişkisi, özellikle ortak (anonim) halk edebiyatı ürünlerinin;
masal, ninni, efsane, fıkra, atalarsözü, deyimler vb. derlenmesi, toparlanması,
tasnifi ve bunların irdelenmesi bağlamında işlev kazanır. Bunun yanı sıra
Türk halk edebiyatının iki önemli kolu olan âşık edebiyatı ve dinsel halk edebiyatı
da bir yandan edebiyat tarihinin araştırma alanına girerken, diğer taraftan halkbilimin
çalışma alanları içerisinde ele alınmış, öylece değerlendirilegelmiştir. Bu çerçeve
daha çok halk edebiyatı ürünlerinin hangilerinin halkbilimin alanına girdiğine
ilişkin bir saptamadır. Daha geniş bir açıdan bakıldığında, günümüzde örnekleri
çokça görülen değerlendirme ve incelemelerde, halkbilim çağdaş edebiyat ürünlerine
de eğilme gereksinimi duymuş; çağdaş edebiyatın yaratılmasında yeğlenen
yaklaşımlarda halkbilimsel ögeler de bu disiplin içerisinde ele alınmaya başlanmıştır.
Bu bakımdan halkbilim, halk edebiyatı ürünlerine yaklaşırken, bütünüyle geçmişte
kalan, geçmişte yaratılan ve sadece ortak (anonim) ürünlere değil, bugünkü ürünlere
de eğilmektedir. Halk ozanlarının şiirlerinin ve hikayelerinin ele alınması gibi...
Çünkü ne halk kültürü, dolayısıyla edebiyatı, durağandır ne de halkbilim. Sürekli
bir yenilenme ve gelişme içerisinde olan bu bilim kolları dinamik bir yapı göstermektedirler.
Ulusal edebiyatların karakterini halk kültürü belirler. Çağdaş Türk edebiyatının
ulusal nitelikteki yapıtlarında da bu özellik görülür. Halk kültüründen beslenen ulusal
ve evrensel nitelikteki yapıtlarda, yerellik gibi kimi özellikler görülse de, yetkince
işlenmiş bu geleneksel form ve izleklerin o yapıta ayrı bir zenginlik kattığı kolaylıkla
söylenebilir.
2. Halkbilim (Folklor)
Folkor terimini ilk kez 1846'da bağımsız bir bilim dalına ad olarak İngiliz arkeolog
William J. Thoms (1803-1885) kullandı.
Halkbilim, diğer sosyal bilim dalları gibi sınırlı bir tanım aralığına sıkıştırılamayacak
kadar geniş bir içeriğe sahiptir. Yine de, tanımlanmaya çalışılırsa; bir ülke ya da
belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel ürünleri konu
edinen, bunları kendisine özgü yöntemleriyle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen,
yorumlayan ve son aşamada da bir bireşime vardırmayı amaçlayan bir bilimdir.
Halkbilim halkın geleneklerini, göreneklerini, inançlarını, törelerini, törenlerini, yazın
ürünlerini içine alır. Halkbilim, bugünün halk kültürü değerlerini de araştırıp
inceler. Toplumsal yaşamdaki değişiklikler kültüre de yansır. Halkbilim bu kültürler
arasında karşılaştırmalar yaparak aradaki bağları, kültürün geçirdiği evrimi ve
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 3
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
değişimi, günümüzde aldığı yeni biçimi ortaya koyar. Bu anlamda, geçmişle gelecek
arasındaki ilişkinin kavranmasında önemli bir işlev görür.
Bir ülkenin, bir yöre halkının, bir etnik grubun yaşamının bütününü kapsayan ve temelinde
o halkı oluşturan insanların ortak ve yaygın davranış kalıplarını, yaşama
biçimini, belirli olaylar ve durumlar karşısındaki tavrını, çevresini ve dünyayı algılayışını
açıklamada; geleneksel ve törensel yaşamı düzenleyen, zenginleştiren,
renklendiren bir dizi beceriyi, beğeniyi, yaratıyı, töreyi, kurumu, kurumlaşmayı
göz önüne sermede halkbilimin önemli bir rolü vardır. Bir ucuyla geçmişe, bir ucuyla
da zamanımıza uzanan gelenekler, görenekler, âdetler zincirini saptamada; bu
zincirin köstekleyici ya da destekleyici halkalarını tek tek belirlemede; halk kültürünün
atar damarlarını yakalayarak bunlardan özgün ve çağdaş yaratmalar çıkarmada
da halkbilim ilgilenenlere zengin kaynaklar sunar.
Halkbilim çalışmalarında ilk ciddi adım 17. yüzyılda atılmıştır. İlk kez Fransız Charles
Perrault (1628-1700) halk masallarını derleyip yayımlamıştır. Aradan geçen uzun
bir süreden sonra Walter Scott (1772-1832) derlediği masalları, edebi bir tarza dönüştürmekle
isim yapmıştır. 18. yüzyılın sonlarına doğru Alman Johnn Gottifield
Von Herder (1743-1803) halkbilime bilimsel olarak yaklaşan bilinçli ilk büyük isim olmuştur.
Masalların yanı sıra diğer halkbilim ürünleri ile ilgili çalışmalar da yapan Wilhelm
Grimm (1788-1859) ve Jacob Grimm (1785-1865) kardeşlerin Alman halkbilimine
katkıları ise çok önemlidir.
Disiplinli halkbilim çalışmaları Almanya'da Grimm kardeşlerin Alman masalları,
efsaneleri konusundaki derlemeleriyle; İsviçre'de 1886'da İsviçre halk gelenekleri
derneğinin kuruluşuyla; Rusya'da 19. yüzyıldan sora dilciler, edebiyatçılar ve tarihçiler
tarafından gösterilen çabalarla başlar. Bu konuda geniş araştırmaları bulunan
W. Radloff, Türk halkbilimi için de çok değerli dokümanlar toplamıştır.
Türk halkbilimiyle ilgili çalışmaları da, biz daha kendi kültürümüzün araştırmasını
yapıp değerini ortaya koymamışken, bu konuya eğilen Rus, Macar ve Alman uzmanlar
yapmışlardır. Bu konuda özellikle Macar bilim insanı Ignoz Kunos'un büyük
katkıları olmuştur. Türk halk edebiyatını bir bilim konusu olarak ele alan; masalları,
türküleri, meddah hikayelerini, seyirlik oyunları, bir ulusun sanat yaratmalarını
besleyip güçlendirecek, onlara "ulusal" nitelik kazandıracak, aynı zamanda uluslararası
kültür alışverişini anlamayı sağlayacak belgeler olarak değerlendiren; Türk
halkbiliminin ilk temel taşını koyan Kunos'tur. Batılı bilim adamlarının, Kunos'un
açtığı yoldan yürüyerek, Türk halk edebiyatını oluşturan her türden metni derleme
ve inceleme çabaları 19. yüzyılın sonlarından bu yana süregelmiştir: Macar Gyula
Nemeth, Alman Georg Jacob, Fredrich Giese, Theodor Manzel, Helmut Ritter ve daha sonraki
kuşaktan Otto Spies, Walter Ruben, Wolfram Eberhard, Fransız Georges Dumézil, Jean
Deny, Edmond Saussey, Henry Glassie vb. bu arada anılmalıdır.
4 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
2.1. Türkiye'de Halkbilim Çalışmaları
Türkiye'de halkbilim çalışmalarının henüz bir yüzyılı yoktur. Ülkemizde halkbilim
ilk kez Ziya Gökalp tarafından Halka Doğru dergisinin 10 Temmuz 1329 (23 Temmuz
1913) tarihli sayısında yayımlanan "Halk Medeniyeti" başlıklı yazısıyla gündeme
geldi. Folklor terimi ise ilk kez Rıza Tevfik [Bölükbaşı]'in 20 Şubat 1913 tarihli Peyam
gazetesinin edebiyat ekinde yayımladığı "Folklor" başlıklı yazısında kullanıldı.
Özellikle ülkemiz için çok genç bir bilim dalı olan halkbilimle ilgilenen ilk örgüt,
1927 yılında Ankara'da kurulan ve daha sonra adı Türk Halk Bilgisi Derneği'ne çevrilen
Anadolu Halk Bilgisi Derneği olmuştur. Bu dernek ilk önce folklor derleyicilerini
yetiştirmek ve yönlendirmek amacıyla Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber adlı kılavuz
(1928) ardından da Halk Bilgisi Mecmuası (1928, 1 sayı) yayımladı. 1923 yılında
halkevlerine devredilene değin bu dernek iki derleme gezisi düzenlemiş ve
Halk Bilgisi Haberleri (19 sayı) adlı süreli yayınının yanı sıra 13 adet de kitap ve
broşür yayımlamıştır.
Ülkemizde genel folklor alanındaki çalışmalar, müzik folkloru sahasındaki disiplinli
çalışmalarla başlar. Halk türkülerini toplama, notaya alma, yayınlama yolundaki
hareketlerin ve bu konuyla ilgili yayınların önemini belirten yazıların ilki, 5
Mart 1915 tarihli Yeni Mecmua'nın Çanakkale Özel Sayısı'ndaki Musa Süreyya
Bey'in bir makalesidir. Halkbilimin bir iş halinde uygulanması Dr. Rıza Nur'un
Milli Eğitim Bakanı olduğu 1920 yılında başlar.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan türküleri toplama yolundaki çalışmalar,
1916 yılında kurulmuş olan "Darü-l Elhan" (İstanbul Konservatuarı) ın bu konuya
eğilmesi ile disiplinli ve yaygın bir şekil alır. 1926-1927-1928-1929 yıllarında zamanın
ünlü müzik bilginlerinin de katıldığı dört araştırma gezisi düzenlenir. Bu
araştırma gezisinde toplanan türküler 15 defter halinde yayımlanır.
1960'lardan sonra ise halkbilimiyle ilgili çalışmalar yapan dernekler çoğalmış, ülkemizin
değişik il ve ilçelerinin yanı sıra üniversitelerimizde de topluluk halinde çalışmalarını
sürdürür olmuşlardır. Üniversite öğrenci dernekleri arasında Boğaziçi
Üniversitesi Folklor Kulübü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halkbilimi Topluluğu
dergi ve kitap yayınlarıyla, alan araştırmaları ve halk oyunu toplulukları kurmalarıyla,
Türk folkloruyla ilgili toplantılar düzenlemeleriyle; Mimar Sinan Üniversitesi
Türk Halk Sanatları Araştırma Derneği araştırma gezileri ve sergileriyle dikkat çekmektedirler.
Anadolu Üniversitesi Halkbilim Araştırmaları Merkezi, araştırmalar yapmakla,
oyun ve müzik toplulukları yetiştirmekle bu çalışmalara katılmaktadır.
1966 yılında Milli Folklor Enstitüsü adı ile kurulan ve bugün Kültür Bakanlığı bünyesinde
Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü olarak çalışmalarını
sürdüren önemli bir örgüte nihayet kavuşmuş durumdayız.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 5
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2.2. Akademik Çalışmalar
Üniversitelerimizde ilk halkbilim çalışmaları 12 Aralık 1924'te İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi'ne bağlı olarak kurulan Türkiyât Enstitüsü tarafından yapılmıştır.
Enstitü, M. Fuad Köprülü'nün başkanlığında Türk halk edebiyatıyla ilgili
önemli eserler yayımlamıştır. Ancak üniversitelerimizde halkbilimin akademik bir
disiplin olarak ilk kez ele alınmasını Pertev Naili Boratav başlatmıştır. Boratav,
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, 1938 yılında başlattığı
halk edebiyatı derslerini 1948 yılında folklor kürsüsüne dönüştürmüş, ne var ki,
üniversiteye bilimdışı çevrelerin müdahalesi sonucu bu kürsü 1948 yılında kapatılmıştır.
Ülkemizde 32 yıl kapalı tutulan halkbilim bölümü ancak 1980 yılında yeniden açılmıştır.
Günümüzde Ankara Üniversitesi ile Hacettepe Üniversitelerinde bağımsız
bilim dalı olarak eğitim verilmekte, akademik çalışmalar yürütülmektedir. Bu üniversiteler
dışında Atatürk, Fırat, Erciyes, Selçuk, Cumhuriyet ve Balıkesir üniversitelerinde
de halkbilim dersleri okutulmaktadır.
3. Halk Edebiyatı Kavramı
Halk edebiyatı kavramıyla nasıl bir edebiyatı anladığımızı açıklamak için öncelikle
halk kavramının ne anlama geldiğini algılamak gerekir. İlkçağlarda halk, hükümdarlarla
ona bağlı çevreler dışında kalan, henüz sınıflara ve tabakalara ayrılmamış
geniş yığınlardır. Halk ortak bir dili konuşan, gelenek ve görenekleriyle ortak etkinliklerde
buluşan; ortak şeylere gülüp ortak şeylere ağlayan; günlük yaşamındaki
ekonomik ve sosyal düzeyle biribirinden çok farklı olmayan insanlar topluluğu olarak
tanımlanabilir. Kuşkusuz böyle bir kavram ve böyle bir tanımlama, bu çerçevenin
dışında da bir insan topluluğunun varlığını akla getiriyor. Öyledir de.
İlkel toplumlar dediğimiz topluluğu oluşturan bütün bireylerin aynı yaşam biçimini
sürdürdüğü; birlikte avlanıp avladığını birlikte yediği, birlikte ektiğini birlikte tükettiği;
birlikte savaşıp elde ettiklerini birlikte paylaştıkları bir dönemden, üretim
araçları, işbölümünün yaygınlaşması ve değişim araçlarının gelişmesiyle, üretimi
kendi gereksinimi olduğu kadar başka birilerinin de isteği olduğu için, avladığını
ya da ekip biçtiğini kendisine yetenden başka, yöneten ya da hakim olan için de ürettiği
bir döneme geçerken, halkla halk olmayan ayrımı da belirmeye başlamıştır. Kaba
hatlarıyla çizdiğimiz bu görüntü, Türk toplumunda da özellikle göçebe yaşamdan
yerleşik yaşama geçmeyle belirginleşmeye başladı ve kentlerle birlikte soylu
bir tabaka da oluştu. Özellikle İslamiyetle birlikte Türklerin düşünüş biçimi de değişmeye
başladı, bu inancın gerekleri doğrultusunda yapılanmaya gidildi. Şehir ve
kasabalarda kurulan medreseler, başlangıçta çok büyük bir kitle oluşturmasa da siyasal
iktidar açısından etkin olan bir topluluk oluşturdu. Bu topluluk, İslam düşüncesiyle
ilgili bilgi ve birikimlerinden dolayı farklı bir düzeyde olunca, geniş toplumsal
kesimlerle bu kesim arasında ortak değerler azalmaya başladı. Üstünlük duygu-
6 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
suna kapılan medreseliler, halkı "havas" ve "avam" diye ikiye ayırarak düşünsel olduğu
kadar yaşama biçimi ve kültürüyle de farklılığın artık belirginleşmeye başladığını
işaretlediler.
Özellikle XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı saray çevresine egemen olmaya başlayan
Arap ve Fars aydınları beraberlerinde kendi kültürlerini de getirdiler. Türk toplumuna
yabancı olan bu kültür, Osmanlı saray çevresi ile yöneticileri tarafından yeğlenince
bu çevrede kabul gördü; ancak halk geleneksel duyarlığını, estetik ve sanatsal
yeteneğini yitirmeksizin bir gereksinim olarak duyumsadığı ürünlerini üretmeyi
sürdürdü. Bu, dil ve kültür ayrılığı, eğitim görmüş çelebiyi temsil eden Hacivat ile
sağduyu sahibi anlayışlı halkı temsil eden Karagöz'ün nükteli konuşmalarında kolaylıkla
görülür.
Oluşan bu yeni "seçkinci" kesim, dili Arapça ve Farsça sözcüklerce kuşatılmış, içeriği
yaratıcısının düşünde yorumladığı bir dünya olan ve hayat bulduğu sosyal-siyasal
çevrenin yaşama biçimine denk düşen bir edebiyat, sanat yarattı. Divan ya da saray
edebiyatı adıyla andığımız bu edebiyat, kuşkusuz bütün Osmanlı coğrafyasının
öyle ya da böyle edebiyatı, sanatıdır. Ne var ki, bu edebiyat ve sanatta geniş bir
toplum kesiminin yaşadıklarından uzak bir yaşama biçimi, estetik ve ideolojik anlayış
vardır. İşte halk edebiyatı, bu geniş toplum kesimine uzak 'seçkinci' anlayışın
karşısında, tarihsel ve toplumsal ortaklıklardan beslenen diliyle, içeriğiyle, zorlama
etkenlerin olmadığı, en önemlisi de, yarattığı halkın ulusal özünü taşıyan edebiyattır.
Avrupa'da 16. yüzyılda Rönesansın, 1789 yılında da Fransız Devriminin yaşanması
yeni bir düşünce oluşturmuş, aydınlarda halk yaşamına karşı ilgi uyandırmıştır.
Aynı zamanda bu süreçte Avrupa'da 'halk' ve 'ulus' kavramları günümüzdeki anlamıyla
kullanılmaya başlanmıştır. Oysa, ekonomik ve siyasal sıkıntı içerisindeki Osmanlı
böyle bir süreci yaşayamadı.
'Halk Edebiyatı' kavramının dilimizde kullanılışı ise, yüzyılımızın başlarından daha
eskiye gitmez. Elçin'in (1997) "halk edebiyatı kavramı" üzerinde dururken altını
çizdiği gibi, Avrupa'nın akılcı ve teknik üstünlüğüne dayanan yeni uygarlığı
karşısında bütün Türk dünyası ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu gerilemek, parçalanmak
durumuna gelince, zaman içinde "siyasi Tanzimat" adını verdiğimiz bilinç
doğdu. Bu bilincin ardından gelen "edebi Tanzimat" kuşağı 3 Kasım 1839'da
ilan edilen Tanziman Fermanının yarattığı ortamda 1789 ilkelerini ve bu ilkelerle
doyurulan fikirlerini gazeteyle, çeviri ve sanat yapıtları ile Türk halkına yaymaya
başladılar. Şinasi'nin "Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye"si, Ziya Paşa'nın "Şiir ve İnşâ"sı,
Namık Kemal'in tiyatroları ve "Vatan" gibi makaleleri, mutlak rejimden meşrutiyete
doğru giden yolda, aslında var olan "halk"ı ve "ulus"u Avrupalı bir görüşle arayan
yapıtlardır.
Folklor, Türkiye Türklerinde 1908'den sonra Türkçülük ve milliyetçilik hareketi
içinde kendini gösterdi. Doğal olarak Türkiye'de halk edebiyatı kavramının dilimiz
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 7
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ve düşüncemizdeki tarihsel derinliği bu tarihten daha öteye gitmez.
Bugün bu kavramla biz, divan edebiyatı dışında kalan ortak ürünlerle: mani, türkü,
ağıt, atalar sözü, destanlar, masallar, hikayeler, fıkralar, bilmeceler, ninniler, beddualar,
vb gibi; söyleyeni belli saz ve tekke şiiri kapsamındaki ürünleri; köy orta oyunu
dediğimiz temsilleri: Meddah, Karagöz ve Ortaoyunu'nu anlıyor, değerlendiriyoruz.
4. Halk Edebiyatının Kaynakları
Türk halk edebiyatı ürünlerini değişik kaynaklardan elde ediyoruz. Her ulus gibi
Türk ulusununun da yazısı ve yazılı edebiyatı yokken, bugün edebiyat adı altında
değerlendirdiğimiz ürünlerin görevlerini üzerine alan yaratmaları vardı. Bunlar
çok uzunca bir süre sözlü kaynaklarla taşınageldiler. Bu ürünlerin yazıya geçirilmeleri
aşağı-yukarı 7. yüzyıldır. Ağıtlar, kısaltılıp yoğunlaştırılarak mezar taşlarına;
hakanların, ünlü kişilerin büyük işlerinin anlatıları ise anıtlara kazılarak halk yaşamının
izleri halk edebiyatı ürünleriyle birlikte yazılı hale getirilmeye başlanmıştır.
Bu bakımdan, halk edebiyatının kaynaklarına eğildiğimizde yazılı ve sözlü olmak
üzere iki kaynak karşımıza çıkar.
4.1. Sözlü Kaynaklar
Halk edebiyatının masal, tekerleme, ninni, mani, fıkra, bilmece, atasözü, beddua,
vb. gibi sözlü ürünlerinin çok büyük bir bölümü özellikle ileri yaşlardaki insanlarımızdan
elde edilen ürünlerdir. Bu yaşlı insanlar, dedelerinden, ninelerinden ya da
anne-baba ve o çevredeki yaşlı kimselerden duydukları bu ürünleri yeni bir kuşağa
aktarmada önemli bir kaynaktır. Halkbilim ve halk edebiyatı araştırmacıları bu yaşlı
kaynaklardan derledikleri metinleri yazılı hale getirerek halk edebiyatı kaynağını
zenginleştirirler. Ayrıca çeşitli yörelerimizde, radyo, gazete ve televizyon gibi görsel-
işitsel iletişim araçlarının yaygın olmadığı dönemlerde, halkın başlıca eğlence
ve bir anlamda da eğitim kaynağı olan bu ürünler anlatıcı ve sorucularının, bugün
sayıları giderek azalsa da, belleğinde yer etmiştir. Bu usta anlatıcıların yanı sıra halk
ozanları, özellikle de saz şairleri sözlü halk edebiyatı ürünlerinin günümüze taşınmasında
başlıca kaynaklardır.
4.2. Yazılı Kaynaklar
Halk edebiyatımızla ilgili yazılı kaynaklar oldukça çeşitlidir. Şöyle bir sıralayacak
olursak bunların başlıcaları şunlardır:
• Orhun Abideleri : Türk kültürü ve edebiyatıyla ilgili yazılı kaynakların en
eskisini Türk gelenek ve adları konusunda bilgiler taşıyan ve 8. yüzyılda dikilen
Orhun Abideleri oluşturmaktadır.
8 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Divânü Lûgati't -Türk: Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072 tarihinde yazımı
tamamlanan bu sözlük, Türk halk edebiyatının değişik türlerinden örnekler taşıması
bakımından önemli bir kaynaktır.
• Sûrnameler: Düğünlerden, şenliklerden, eğlencelerden, halk sporlarından
sözeden çoğunlukla minyatürlü yazma yapıtlardır. Halk tiyatrosu, halk eğlenceleri
yönünden zengin bilgi kaynaklarıdır.
• Menâkıpnâmeler, vilâyetnâmeler: Halk kültüründe eren ve evliya gibi üstün
bir değeri olan Sarı Saltuk, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Mevlana
gibi kişilerin yaşamlarını anlatan yapıtlardır.
• Falnâmeler: Gelecekten haber verme konusunda inanışları ve uygulamaları
içine alan yazma yapıtlardır.
• Mesnevîler: Halk hikayeleri, fıkraları yönünden çok zengin kaynaklardır. Divan
şairlerinin halk hikayelerini mesnevi şeklinde işlemeleriyle oluşmuşlardır.
Örneğin Mevlana'nın ünlü Mesnevisi, halk hikayeleri ve fıkralar bakımından
çok zengin bir kaynaktır.
• Cönkler : Halk edebiyatımızın en önemli yazılı kaynaklarını cönkler oluşturmaktadır.
Birer defter olan cönkler alttan yukarıya doğru, uzunlamasına açılan
ve okuma-yazma bilen bir halk edebiyatı gönüllüsü tarafından düzenlenmiş
kaynaklardır. Cönkler tek bir halk edebiyatı türü üzerine düzenlenmemişlerdir;
tam tersine destanlar, koşmalar, ağıtlar, türküler, atalar sözü, maniler, fıkralar,
masallar gibi halk edebiyatı ürünleri bakımından oldukça zengin ürünleri
birarada bulundurmaktadır. Bu bakımdan, bu kaynaklarda halk edebiyatının
bütün ürünlerini bulmamız olasıdır.
5. Halk Edebiyatının Özellikleri
Türk halk edebiyatı ürünlerinin ortak özelliklerinin başında, anlaşılır bir Türkçeyle
söylenmiş ya da yazılmış olmaları gelir. Halk edebiyatı ürünlerinin büyük bir bölümünü
nazımla söylenmiş türkü, ağıt, ninni, mani, koşma, koçaklama vb. türler oluşturduğu
için, bu türlerde başlıca ölçü hece ölçüsüdür.
Özellikle 16. yüzyıldan sonra, kimi halk şairlerinin gerek ilişkide oldukları medrese
kültürü ve çevresinin etkisi, gerekse divan şairlerine özenmelerinden kaynaklanan
hece dışında ve ağdalı bir dille söyleme özellikleri görülmüştür. Fakat bu, halk edebiyatı
ürünlerinin özellikleri sıralanırken temiz bir Türkçeyle söylenmiş olduklarının
belirtilmesine engel değildir.
Halk edebiyatı ürünlerinin dil ve biçim dışında bir diğer özelliği ise büyük bir bölümünün
bireysel değil imece usulüyle yaratılmalarıdır. Bu imece usulüyle yaratım,
kimi adlara ait gösterilen şiirlerde de böyledir. Bir şiirin, bir masalın, bir türkünün,
bir fıkranın birden çok söyleniş şeklinin olması da bu ortak yaratma niteliğinden ileri
gelmektedir. Bugün Karacaoğlan, Pir Sultan, Yunus Emre gibi adı belli halk ozanlarımıza
ait şiirlerin bile birden çok söyleniş şekilleri vardır. Bu ozanlarımız etrafında
bir Karacaoğlan şiirinden çok Karacaoğlan şiir geleneği ya da Pir Sultan şiir geleneği
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 9
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
vurgulamasının yapılması da bu gerçeklikten ileri gelmektedir. Yani, halk benimsediği,
kendi duygu ve düşüncesiyle bütünleştirdiği ürünlere yenilerini eklerken, ona
gönlünde yer etmiş bu adlardan birini yakıştırmaktan kaçınmamıştır.
6. Edebiyatın İçinde Halk Edebiyatının Yeri
Bütün ulusların edebiyatlarında olduğu gibi, Türk edebiyatında da halk edebiyatı
geleneğinden sürekli yararlanılmaktadır. Bunun tersini düşünmek doğru olmaz.
Çünkü bugün bile, insanın çocukluğunda tanıştığı ilk edebiyat ürünleri ninni, tekerleme,
masal gibi halk geleneğine dayalı ürünlerdir. Böyle bir gelenek içerisinde
yetişen sanatçı, çok aykırı bir yapıt sunsa da, düşünsel dünyasının derinliklerindeki
bu birikimlerin izleriyle tanışıklığını hiç bir zaman yok sayamayacaktır.
Bu kaçınılmaz gerçeğe daha bilinçli bir biçimde yaklaşarak iletmek istediği düşünsel
ve estetik iletileri halkbilim ve halk edebiyatı ürünlerinden özellikle yararlanarak
okuyucusuna ulaştıran sanatçılar da vardır. İngiltere'de Macperson'un ve
Percy'nin İngiliz halk türkülerini örnek alarak geliştirdikleri edebiyat dili, Almanya'da
Klopstock ve Herder'in epik şiirden ve halk türkülerinden yararlanarak geliştirdikleri
edebiyat geleneği, klasik edebiyatın sıkı kaidelerinin kırılmasına ve ulusal
bir edebiyatın yaratılmasına yol açmıştır. Puşkin'in Rus edebiyat dilini yaratmada
halk edebiyatından ne büyük yardımlar gördüğü bilinen bir gerçektir. Puşkin,
dadısı Rodionovna'dan, ta çocukluğunda dinlediği masallar için "bunların her biri
bir şiirdi", atasözleri için ise "dilimizin altın madeni" demektedir. Puşkin'den sonra
gelen büyük Rus yazalarının hepsi, Lermontof, Gogol, Turgenyev, Tolstoy ve Dostoyevski
"halkın ruhu ile kaynaşmanın" yolunu Puşkin'in açtığı gelenekten öğrenmiştir.
Ülkemiz edebiyatında, halk edebiyatı ürünlerinin konu, biçim ve biçeminden yararlanarak
özleri sağlam, dili ve anlatımı güçlü yapıtlar veren sanatçılarımızın içerisinde
Ömer Seyfettin, Ahmet Rasim, Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar
adları akla ilk gelenlerdir.
Günümüz edebiyatçıları içerisinde sadece ülkemizde değil, dünyanın bütün ülkelerinde
işlediği temalar kadar işleyiş biçimi bakımından da örnek gösterilen Yaşar
Kemal, özgünlüğünü destan ve halk hikayeciliği geleneğinden yararlanarak var
etmiştir. Yaşar Kemal'in Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufçuk Yusuf , Yılanı Öldürseler,
İnce Memed, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu, vb. romanları halk edebiyatının
zengin dil birikimini yansıtmaktadır. Ayrıca sözlü kültürde var olan Karacaoğlan,
Köroğlu, Ala Geyik efsanelerini derleyerek yazdığı Üç Anadolu Efsanesi halk
edebiyatının çağdaş edebiyat içerisindeki yerini göstermesi bakımından önemli yapıtlardır.
Bu listeye yine Yaşar Kemal'in yapıtlarından Ağrı Dağı Efsanesi'ni, Filler
Sultanı ile Küçük Karınca'yı da eklemek gerekir.
Halk edebiyatı geleneği ve halkbiliminden edebiyatımızda sadece Yaşar Kemal bu
denli yararlanmamıştır. Çağdaş Türk edebiyatı içerisinde önemli yerleri olan Nazım
10 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Hikmet'in Sevdalı Bulut, Şeyh Bedrettin Destanı, Ferhat İle Şirin, Yusuf ile Menofis
adlı yapıtları, Sabahattin Ali'nin Hasan Boğuldu adlı öyküsü, Samim Kocagöz'ün
kimi öykü ve romanları, Aziz Nesin ve Muzaffer İzgü'nün birçok gülmece öyküsünde
halk edebiyatının zengin örneklerinden yararlanılmıştır. Ahmed Arif, Enver Gökçe,
Necip Fazıl Kısakürek, Bekir Yıldız, Ümit Kaftancıoğlu, Niyazi Akıncıoğlu, Kemal Tahir,
Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Ali Kemal Gözükara, Osman Şahin, Kemal Bilbaşar, Abbas Sayar,
Onat Kutlar, Necati Cumalı, Abdülkadir Bulut, Hasan Hüseyin, Gülten Akın ve daha
genç kuşaktan Murathan Mungan, Ömer Civano, Müslüm Çelik gibi şair ve yazarlarımızın
yapıtlarında da bu geleneğin belirgin izleri vardır.
Aşağıda Akın'ın (1982) yazısında da halk yazınının çağdaş yazına kaynaklık ettiğine
ve önemine değinilmiştir.
Okuma Parçası
Yoz Bir Kültürü Egemen Kılmak İçin
Gülten Akın
Günümüz sanatını besleyecek bir kaynak olarak halk edebiyatı konusu, ürkütücü genişlikte
bir konu. Ben salt, kendi alanım olan edebiyatı, özellikle şiiri kapsayacak biçimde konuyu sınırlandırmak
istiyorum.
"Her kültür, belli bir toplumun ekonomisiyle siyasasının ideolojik planda yansımasıdır."
Kültürün bir görünümü olan sanat da öyle.
Halk edebiyatının en güçlü olduğu, ürünlerinin en bol olduğu dönem, kuşkusuz halkların
uluslaşma sürecine girmeden az önceki , aşiret, boy, kabile biçiminde yaşadıkları dönemdir.
Dünyamızdan gelip geçen insanlar, halklar bu çok sancılı evreyi ürünleriyle sonsuza aktarmışlardır.
İlkel insanın büyü, dua, dans, ezgi biçimlerinde, işine yardımcı kıldığı, hayatını
değiştirmede başvurduğu sanat, daha ileri bir evrede de aynı toplumsal amaçla yapılıyordu.
Yaşadığı olayları anlatıyordu insan. O olayların benzerini belki bir daha yaşamamak istiyordu.
Tarihini, birlikte yaşadıklarına ya da kendinden sonraya kalacak olanlara, çocuklarına aktarmak
istiyordu. Bunu en etkin biçimde yapması gerekiyordu. Bir de artık, yaylak, güzlek,
kışlak saydığı yurt saydığı yerlerin dışına taşmışlığı vardı. Savaşların, sürgünlerin, iskanların,
salgınların onulmaz acılarını taşıyordu. Yakarıyor, isyan ediyor, öfkeleniyordu, yiğitliğini
yüceltiyordu, alay ediyor, yergiler diziyordu. İkinci boyutta, bireysel yaşamı sürüyordu.
İlk boyuttan etkilenerek ve onu etkileyerek. Sevda vardı. Hastalık, ölüm vardı. Zulüm vardı.
Ayrılıklar, özlemler, kavuşmalar vardı. Her biri için, sayılamayacak kadar çok deyiş dedi.
Destan, masal, efsane söyledi. Güç kazanmak, kazandırmak için, yeniden o olayı yaşıyor olmak
için, yaşamı kalıcı kılmak için...
Sonra bu söylenenler, yazıya da döküldüler. Hem yazılı, hem sözlü ürünler günümüze dek
geldi.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 11
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
O toplumsal koşullar, bir daha geri gelebilir mi, gelmiş midir? Uluslaşma süreçlerinin geçildiği,
sınıfsal çelişkilerin yaşandığı, bu çelişkilerin özel yaşamda da bir yığın değişiklik oluşturduğu
çağımızda, at, avrat, silah yiğitliği; mecnunluk, leylâlık kalmış mıdır? Ya değer ölçüleri,
sağtöre, insan ilişkileri?
Diyor ki birileri, o koşullar bir daha gelmeyeceğine göre, o sanat da yapılamaz. Doğru bu. Ancak,
kapsamı bir iyice genişletiliyor bu savın, o günün halk yazını, çağdaş yazına kaynaklık
edemez 'e kadar.
Pir Sultan'ın, Karacaoğlan'ın şiirleri, Köroğlu, Dadaloğlu'nunkiler, Kazak Abdal yergileri,
onca aşık deyişleri, efsaneler, destanlar, masallar hâlâ bunca geçerliyken (halk içinde değil
yalnız, seçkinci çevrelerde de) nasıl düşünülebilir böyle?
Bana yeryüzünden haksızlığın zulmün kalktığını söyle, Pir Sultan'dan vazgeçeyim. Bana
insanların artık usla, mantıkla davrandıklarını söyle, Leylek koduk doğurmuş/Ovada zurna
çalar/Balık kavağa çıkmış/Söğüt dalın biçmeye... diyen Kaygusuz'dan vazgeçeyim.
Bana, İsrail oğullarının kendi çektiklerini silip; kara elleriyle, yeni bir soykırımı Filistin'de
tarihe yazdıklarını unuttur, halk şiirinin çoğundan vazgeçeyim.
Yüzyılların geçmesi insanlığın tarihinde, masaldaki bir arpa boy yol kadar kısa demek ki. Demek
ki insan henüz niceliklerde dolaşıyor. Yeterli bir birikimi oluşturamadı, nitelik değişimini
gerçekleştiremedi. Doğrusu bu.
Şu var ki, halk edebiyatının bu güne kaynaklık etmesi demek halk şiirinin benzeri şiiri yazmak
demek değildir. Dünyada ve ülkemizde usta sayılan yazarlara ozanlara bakın, halk edebiyatı
kaynağından nasıl yararlanmışlar. Endülüs ("Cante flamenco"ları) olmasa, Lorca
olur muydu? Anadolu efsaneleri olmasa Yaşar Kemal olur muydu? Mitoloji olmasaydı, Yunan
sanatı?...
............
Konumuzun bir de öteyüzü var, değinmeden geçemeyiz. Halk sanatının, halk edebiyatının
ürünleri, dünyanın çok yerinde ve ülkemizde, belli çevrelerce hızla yozlaştırılıyor. Egemen
kültürü oluşturma görevini de üstlenen bu çevrelerin, öyle, halkın değerlerinin nitelikçe değiştirilip
yükseltilmesi, halkın yaşamının da yükselmesine yardımcı olunması gibi bir sorunları
yok. Herşeyi, paraya çevrilir mal olarak gördüklerinden, ellerini değdirdikleri güzellik
çirkinliğe dönüşüyor. Bastıkları çimen kuruyor. Halkın müziğine, şiirine, efsanesine, masalına
musallat oluyor onlar. Yoz bir kültürü egemen kılmak için.
12 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Özet
Avurapa'da 18. yüzyılda başlayan halkbilim ve etnografya çalışmaları, ülkemizde ancak 20.
yüzyılın başlarında görülür. Kırık dökük çalışmalarla geçmişi 300 yılı aşan, fakat bilim olarak
100 yılı bulmayan folklor konusundaki uğraşılar, bizde de ilk zamanlar kişisel ve disiplinsiz
çalışmalarla yürüyordu. İlki 1926 yılında başlatılan ve 1927, 1928, 1929 yıllarında yinelenen
müzik bilginlerinin katıldığı araştırma gezileriyle halkbilime disiplinli ve yaygın bir
şekilde yaklaşıldığı görülür.
Halkbilimle uğraşacak özel bir organizasyon 1 Kasım 1927 yılında , Ankara'da "Halk Bilgisi
Derneği" adı altında kuruldu ve bir süre sonra da bu derneğin İstanbul, İzmir gibi büyük
kentlerde şubeleri; Sinop, Samsun, Sivas ve Erzurum'daki temsilcilikleri izledi. 1928'de ise
"Halk Bilgisi Mecmuası" yayınlandı.
10 Nisan 1931'de "Türk Ocakları"nın kapatılmasından sonra, 19 Şubat 1932'de halkevlerinin
açılması üzerine, yurtta geniş bir halkbilim çalışmaları başlatıldı. Kısa zamanda yurdun
her yanına yayılan bu çalışmalar, özellikle Türk halk kültürü ürünlerinin derlenmesi bakımından
önemli bir işlev görmüştür.
Halk edebiyatının kaynaklarına eğildiğimizde, halkbilimle ortak kaynaklardan beslendiklerini
kolaylıkla görürüz. Halk edebiyatı ürünlerinin hemen tamamı halkbiliminin de ilgi alanına
giren ürünler olmaktadır. Bu bakımdan halkbilim ile halk edebiyatının yakın bir ilişkisi
vardır. Özellikle sözlü yollardan elde edilen ve yaratıcısı bilinmeyen halk edebiyatı ürünlerinin
halkbilim disiplini içerisinde ele alınması bu bakımdan önemlidir.
Halk edebiyatı deyimi, özellikle 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı saray ve çevresine egemen
olmaya başlayan Arap ve Fars kültürünün oluşturduğu "Divan Edebiyatı" geleneğine karşıt
kullanılan bir kavramdır. Kentleşme ve buna bağlı olarak gelişen işbölümü toplumdaki
egemenlik ilişkilerini de şekillendirmiş; düşünce dünyaları ve yaşama biçimleri bakımından
birbirlerinden ayrılan özelliklerde sınıflar oluşturmuştur. Halk edebiyatı, bu toplumsal yapılanmada
siyasal ve askeri bakımdan egemenliği elinde bulunduramayan üretici, geniş toplum
kesimlerinin yaratmış olduğu bir edebiyattır.
Halk edebiyatı ürünlerinde anlaşılır bir dil her zaman en belirleyici etmen olmuştur.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 13
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Halkbilimin (folklorun) içeriğini anlamak bakımından, aşağıda belirtilenlerden
hangileri doğrudur?
I. Bir ülke ya da belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki
kültürel ürünlerini konu edinir.
II. Halkbilim bugünün halk kültürü ürünlerini de inceler.
III. Halkın yaşama biçimini, belirli olaylar karşısındaki tavrını, çevresini ve
dünyayı angılayışını açıklamada bize yardımcı olur.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
2. Halkbilim konusunda yapılan çalışmaların Türkiye'deki düzeyiyle ilgili aşağıda
belirtilenlerden hangileri doğrudur?
I. Türkiye'de folklor terimi ilk kez Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın 20 Şubat 1913
tarihli Peyam gazetesinin edebiyat ekinde yayımladığı 'Folklor' başlıklı yazıda
kullanıldı.
II. Üniversitelerimizde ilk kez 1938 yılında Pertev Naili Boratav tarafından
bağımsız ders olarak okutulmaya başlandı.
III. Halkbilimiyle ilgili çalışmalar yapmak üzere kurulan ilk dernek 1927 yılında
kurulan Anadolu Halk Bilgisi Derneği olmuştur.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Sadece II ve III doğrudur.
E. Hepsi doğrudur.
3. Halk edebiyatı kavramını anlamak bakımından aşağıda verilen bilgilerden
hangileri doğrudur?
I. Halk edebiyatı kavramı, üretim araçlarının gelişmesi ve işbölümünün
yaygınlaşmasıyla oluşan farklı düşünce ve yaşama biçimlerinin sonucu
doğmuştur.
II. Halk edebiyatı kavramı, dilimizde divan edebiyatına karşı kullanılan bir
kavramdır.
III. Halk edebiyatı kavramının içerisine ağıt, ninni, bilmece, türkü, destan,
masal vb. sözlü yolla üretilen ürünlerle, halk ve tekke ozanlarının ürünleri
girer.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Hepsi doğrudur.
D. Sadece III doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
14 H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
4. Halk edebiyatının kaynakları konusunda aşağıda belirtilenlerden hangileri
doğrudur?
I. Masal, ninni, fıkra, bilmece anlatan yaşlı kimseler.
II. Cönkler.
III. Falname, mesnevi ve Surname gibi halk kültürüne ilişkin ürünlerin kaydedildiği
yapıtlar.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
5. Halk edebiyatının edebiyat içindeki yerini anlamak bakımından aşağıda belirtilenlerden
hangileri doğrudur?
I. Türk edebiyatında halk edebiyatına yönelme özellikle Tanzimat Fermanı'yla
birlikte gündeme gelmiştir.
II. Halbilim ve halk edebiyatı ürünlerinden yararlanan sanatçılar, geleneğin
yolaçıcı niteliklerinden hareket etmişlerdir.
III. Türk edebiyatında halk kültürü geleneğinden yararlanan yazarlar arasında
Yaşar Kemal, AhmedArif, Enver Gökçe, Kemal Bilbaşar anılabilir.
A. Hepsi doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Sadece III doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Acıpayamlı, Orhan. Halkbilim Terimleri Sözlüğü. Ankara Üniversitesi Basımevi,
1978.
Akın, Gülten. "Yoz Bir Kültürü Egemen Kılmak", Hürriyet Gösteri, Sayı 23, 1982.
Alangu, Tahir. Türkiye Folkloru Elkitabı. İstanbul: Adam Yayınları, 1983.
Arık, Remzi Oğuz. Müze, Tarih ve Folklor Çalışmaları Kılavuzu. Ankara: CHP
Halkevleri Yayınları, 1947.
And, Metin. Geleneksel Türk Tiyatrosu. Ankara: Bilgi Yayınları, 1969.
Avcı, A. Haydar. Halkbilimi Konuları ve Araştırma Yöntemleri. Ankara: Berhem
Yayınları, 1992.
H A L K B İ L İ M ( F O L K L O R ) V E H A L K E D E B İ Y A T I 15
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

düşünce yazısı türleri

1. Giriş
İki türlü anlatımdan biri yazılı anlatımdır. Bir duygunun, bir düşüncenin, bir hayalin,
bir isteğin yazı ile anlatılmasına yazılı anlatım denir. Yazılı anlatım da kendi içinde
türlere ayrılır. Yazılı anlatım türleri, bir yazılı anlatımın biçim ve içerik özelliklerine
göre içine girdiği türlerden oluşur. Anlatım türlerinin çağın gereklerine göre
zamanla arttığını ya da kimi yazılı anlatım türlerinin artık kullanılmaz olduğunu biliyoruz.
Söz gelimi gazete ile kitle iletişimi bulunmadan önce makale, fıkra, röportaj...
gibi yazılı anlatım türleri de bilinmiyordu.
Yazılı anlatım kendi içinde üç kümeye ayrılır: Düşünce değeri olan yazılar, sanat değeri
olan yazılar, yazışmalar. Ayrıca her küme içinde-yazının amacı, yazının uzunluğukısalığı,
dilin kullanımı bakımından- belli kural ve ölçülere bağlı kalınan türler
vardır.
Bu üç kümedeki yazı türlerinden bildiklerinizin listesini yapınız
Bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kurallar:
• Yazar yapmacıklıktan uzak olmalı, halkın anlayacağı dil ile yazmalı, yazıyı
söz oyunlarıyla süslememelidir.
• Yazarın anlatımı açık olmalıdır. Bunun için de yazar, kullandığı dilde yetkin
olmalı, sözcükleri iyi seçmeli, dilbilgisi yanlışları ile anlatımı bozmamalıdır.
Cümleleri doğru kurmalı, gereksiz yere uzatmamalıdır.
• Anlatım kesik kesik, tutuk olmamalı. Akıcı bir anlatım yakalanmalıdır.
• Her yazıda, yazım kuralları doğru uygulanmalı, noktalama işaretleri doğru
kullanılmalıdır.
Toplumu, bilimsel, siyasal, sanatsal ya da sosyal bir konu üzerinde düşündürmeyi,
tartıştırmayı, bu yolla gerçeklere ulaştırmayı, amaçlayan yazı türlerine düşünce
yazıları denir. Topluma haber iletmeyi amaçlayan yazılar da bu kümede ele alınır.
Yazar ya da haberci, okuyucusunu bilgilendirmek ister. Düşünce yazıları duygusal
boyutlu yazılar değildir, bir gözlem ya da deneyime dayalı yazılardır. Yazarın
sanatlı anlatım kaygısı yoktur. Genellikle gazetelerden tanıdığımız yazı türleridir.
Birçoğu sonradan kitaplaşır.
Gazete haberleri düşünce yazılarından sayılabilir mi?
Gazete yazıları denilince akla ilk gelen haber yazılarıdır. Haber yazıları da bizi düşündürür.
Hem de diğer düşünce yazılarının yazılmasında katkısı büyüktür. Bu nedenle
düşünce yazılarını incelemeye haberden başlamak yerinde olur.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 107
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. Haber
İnsanlar arası ilk ilişkilerden biri haberleşmedir. Bugün hayvanlar dünyası gözlendiğinde
yine aynı gerçekle karşı karşıya kalırız. Leyleklerin göç katarlarının idaresi;
arılardaki, karıncalardaki iş bölümü; anaç tavuğun yavrularını büyütmesi başka
nasıl açıklanır? İlk insanlardan günümüze haberleşme dumandan, davuldan, kuştan,
atlı postalardan, motorlu postalardan; günlük gazetelere, sesli radyo haberlerine,
görüntülü televizyon haberlerine, bilgisayar ağlarına uzanan bir gelişme göstermiştir.
Günlük gazetelerde, belli aralıklarla yayınlanan dergilerde, meslek kuruluşlarının
belli aralıklarla yayınladığı bültenlerde; radyo ve televizyonlarda belli zaman
aralıklarıyla sunulan bültenlerde halka duyurulmak üzere yayımlanan yazılara haber
denir. Yayın organlarının en büyük desteği haberdir. Hiç bir yayın organı habersiz
düşünülemez. Bir haberin değeri okuyucu sayısıyla belirlenir. Bu nedenle her
olay haber olmayabilir. Belli bir okuyucu kitlesine ulaşabilecek olaylar haber sayılır.
Yayın ile yayım arasındaki farkları tartışınız!
Halka günlük olayları haber verme geleneğinin -şimdilik- Atina'da başladığı
sanılmaktadır. Eski Atina'da, halk günün belirli saatinde, bir meydanda toplanır,
hatip kendilerine o günün haberlerini yüksek sesle söylerdi. Eski Osmanlı'daki
"tellâl çağırmak", "tellâl çıkartmak" işi de, halka duyurulması gerekli haberleri
ulaştırmak için haberci göndermekten başka bir şey değildi. Tellâl mahalle aralarına
girer, sokak sokak gezer, böylece haberi vatandaşın ayağına götürürdü. Günümüzde
aynı işi belediyeler; acil durumlarda, haberin hemen iletilmesi için resmi daireler
en çok da pazarlamacılar uygarlığın teknik olanaklarını da kullanarak hâlâ
yapmaktadırlar.
Görülüyor ki, haber kaynağını yaşamdan alır. Genel olarak bu kaynaklar üçe ayrılır:
1. Resmi Haberler, 2. Özel Haberler, 3. Ajans Haberleri. Resmi haberler, resmi ve özel kuruluşlardaki
yetkili kişilerden alınan haberlerdir. Özel haberler, halk arasından
toplanır. Ajans, haber toplama ve yayma işleriyle uğraşan kuruluştur. Haberde;
yurtiçindeki, yurtdışındaki önemli ya da ilginç olaylar kısa ve özlü bir biçimde halka
sunulur, gerekirse resimle, fotoğrafla desteklenir. Haber yazıları, anlattığı olayın türüne
göre ad alır: Siyasal haberler, ekonomik haberler, bilimsel haberler, teknoloji
haberleri, sanat haberleri, spor haberleri, sosyal haberler... vb. Skandal ve dedikodu
haberleri... gibi halk arasında heyecan yaratan haberler vardır, böyle haberlere sansasyonel
haber denir. Haberin anlatımı çoğunlukla resmi olmak zorundadır. Haber
toplayana, haber yazana muhabir denir.
Gazeticilikte bir haberde aranan ilkeler nelerdir?
Gazete haberlerinde uyulması gereken ilkeler vardır. Bir haberde bunların eksiksiz
verilmesi gerekir:" Ne?/Kim?; Neyi?/Kimi?; Nasıl?; Niçin?; Nerede? ;Ne zaman?"
sorularının yanıtları haberde bulunmalıdır.
108 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Ne/Kim: Habere kaynak olan olayın kimin başından geçtiği ya da neyin bir
olay sonucunda etkilendiği bildirilmelidir. Örneğin: "Vezüv yanardağı patladı",
"Tarihi Zeus Heykeli kaçırıldı." "Atatürk Bütün Yurtta ve Dış Temsilciliklerimizde
Anıldı. "
• Neyi/Kimi: Habere kaynak olan olay kimi, neyi etkiledi. "Bakanlar Kurulu,
memur maaş katsayısını görüştü.", "Milli Eğitim Bakanı, resim çalışmalarıyla
uluslararası başarı kazanan beş öğrenciyi kutladı."...
• Nasıl: Habere kaynak olan olayın yapılış, meydana geliş sürecinin anlatıldığı
bölümdür.
• Niçin: Her olayın bir nedeni vardır. En kötü olayları gerçekleştirenler bile,
bir nedenin arkasına sığınırlar. Doğada nedeni çözülemeyen olaylarla bilim
adamları hâlâ uğraşmaktadır; kanserin oluş nedenleri, ozon tabakasının delinmesinin
nedenleri...
• Nerede: Yeryüzü bir yerdir. İnsan bir yerde doğar. Bütün olaylar bir yerde
geçer. Yer bilgisi haberlerde genelden, tikele doğru verilir; ülke, il (varsa ilçe, köy),
mahalle, semt, cadde, sokak, ev, mutfak...
• Ne zaman: Yine bütün olaylar bir zamanda meydana gelir. Zaman bilgisi de
haberlerde genelden, tikele doğru verilir; yıl, ay, gün, saat, dakika...
Haber yazmak çok önemlidir. Muhabir, bu ilkeleri uygularken okuyucu ile bağını
koparmamak zorundadır.
Haber yazısının belirleyici özellikleri nelerdir?
• Haber plânı tersine dönmüş pramit diye bilinir. Tersine dönmüş pramitte, haberin
giriş bölümünde olay birkaç cümle ile özetlenir. Gelişme bölümünde sözü
uzatmadan gerekli ayrıntılar verilir. Sonuç bölümünde ise olayın etkisi, olaya el
koyma anlatılır.
• Haber ilginç olmalıdır. Haberin başlığı da ilginç olmalı, başlığa gözü takılan
okuyucu, gerisini okumak için can atmalıdır.
• Haber duyulmamış olmalıdır. Okuyucu duyduğu bir olayı ikinci kez okumaz.
• Haber önemli olmalıdır. Haberin ilgilendirdiği okuyucu kitlesi çok olmalıdır.
• Haber doğru olmalıdır. Muhabir haberi tarafsız yazmalı, habere yorum
katmamalıdır. Yorum köşe yazarlarının işidir.
• Haber yazılarında, muhabir okuyucuyu haberle başbaşa bırakmalı, okuyucusuna
kendi varlığını hissettirmemelidir.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 109
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3. Makale
Makale, temeli düşünce olan yazı türüdür. Makalede konu sınırlaması yoktur. Bir
düşünce, toplumsal bir olay, bilimsel bir gerçek, söz sanatları, plastik sanatlar, makalenin
konusu olur. Makaleler bir tezi savunma yazılarıdır. Bu nedenle yapısı, ortaya
atılan bir görüş ve bu görüşü destekleyecek düşüncelerle örülür.
Makalenin ülkemizde tanınması, gazetenin yayınlanmasıyla olmuştur. Makaleler
köşe yazılarındandır. Gazetelerin ilk sayfalarındaki makaleye başmakale denir. Gazetenin
başmakalesi genellikle aynı yazar tarafından yazılır. Gazetenin dünya görüşünü
ve olaylara bakış açısını belirler. Gazetenin okuyucu sayısı üzerinde de etkilidir.
Kimi insanlar, başyazar gazete değiştirdiğinde ya da beğendikleri makale
yazarı artık eskisi kadar etkili ve tutarlı yazmadığında gazetelerini değiştirirler. Bu
yüzden makale yazmak çok önemlidir. Makale yazarı, okuyucu ile bağını koparmamak
zorundadır.
Makalenin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Düşünsel plânla yazılır.
• Yazar anlattıklarının doğruluğuna güvenmeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine
oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
• İşlenen konu kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı
olmalıdır.
• Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma,
tanık gösterme gibi nesnel verilerden yararlanmalıdır.
Küresel Çevre Kirlenmesi
Günümüzün dünyasında çevre kirliliği, tüm gezegeni kaplayan boyutlara ulaşmış durumda.
Dünyanın birçok bölgesinde insanlar, çevre felaketine karşı korumasız, nükleer tehdit ve
radyasyondan habersiz bir yaşam sürmektedir. Bilim adamları ise bu olumsuzlukların devamı
halinde dünyadaki tüm canlıların ciddi biçimde tehdit altında olduğunu vurguluyorlar.
Halbuki insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam ve doğal çevre ile uyum içinde sürmüştür.
Ancak dünyadaki toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı karşısında ekolojik sistemin
bu hassas dengesi giderek bozulmuştur. Bu tehlikeli gelişmenin seyircisi durumunda
olan insanlık ise dünyada dengeli bir çevrenin korunamaması halinde tüm canlıların varlığının
sürmesinin olanaksızlığını acaba ne zaman anlayacak?
Bu yılın yaz başlarında başlayan yağmur dönemi dünyayı etkisi altına aldı. Barajları, setleri
ve köprüleri yıkan seller ölümcül sonuçlara yol açtı. Bir süre önce Trabzon'da yaklaşık üç saat
süren yağmur, Sürmene ilçesi ve haritadan silinen Beşköy beldesinde büyük mal ve can
kaybına neden oldu, ocakları söndürdü...
110 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Yağışların etkili olduğu bir başka ülke olan Çin'in birçok bölgesinde barajlar yıkıldı. Harekete
geçirilen askeri birlikler setleri yıkarak sel sularının kırsal kesime yayılmasını sağlamaya
çalıştılar. Sel, eylülün ortasında da Meksika'nın Chiapas eyaletinin Valdivia köyünü yok etti.
Dünyadaki benzer sel baskınlarının verdiği zararlar ürkütücü boyutlara ulaştı. 240 milyon
kişiyi etkilediği söylenen bu yazın selleri, resmi açıklamalara göre şimdiye kadar 2 binin üzerinde
insanın ve sayısı bilinmeyen diğer canlıların yaşamlarına mal oldu. Yaklaşık 14 milyon
kişi evini terk etmek zornuda kaldı. Bu durum, insana, Çinlilerin "Su ile şaka olmaz" özdeyişini
hatırlatıyor.
Gün geçmiyor ki çevre felaketi haberlerde yer almasın. Büyük Okyanus'ta 30 metreye kadar
yükselen dalgalar sahilleri yerle bir etti. Deniz dibindeki deprem ya da yanardağların patlamasından
meydana geldiği söylenen bu dev dalgalara karşı uyarı ağları da para etmiyor.
Hatırlanacağı gibu bu dev dalgalar, 1993'te Endonezya'da bir adanın tamamını kapladı ve 2
bin kişinin yaşamını yitirmesine yol açtı. Yine Gine'de yaşamını yitirenlerin sayısı ise 3 bini
aştı.
Dev dalgalara yol açan depremin merkezi Büyük Okyonus'ta idi. Ama yer kabuğu, dünyanın
başka bölgelerinde harekete geçecek şekilde etki alanını genişletti. Örneğin haziran başında
başlayan depremlerin, dünyanın dört bir yanını salladığı ortaya çıktı. Ülkemiz de bundan
nasibini aldı.
Bu ve buna benzer felaketler bize, geleceğimizi bu günden tahmin etmenin olanaksızlığını
gösteriyor.
Ozondaki delinme ve hava kirliliğinin yaşamda olumsuzluklara neden olabileceği ve doğal
yaşamın temellerini dinamitleyeceğini küresel gözlükle niçin göremiyoruz?
Küresel çevre sorunlarının çözümü konusunda her ülkenin, çağdaş yöntemlerle halkını bilgilendirmesi
bir görev olmalıdır.
Sanayinin kent içinden uzaklaştırılmasına ve milli parkların gereği gibi korunup doğal hali
ile tutularak toplumun yararlandırılmasına öncelik verilmelidir.
Üçbinlinli yılların insanları için, doğayla çok daha büyük uyum içinde yaşanacak rüzgârgüneş
enerjisinden yararlanacak doğal konut yapımına geçilemez mi? Bu sahada yeni arayışlar
içinde olmalıyız.
Doğanın intikamının daha büyük olmaması ve acının yoksul ülkelere çektirilmemesi için insanların
bir an önce kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor.
Ölümcül etkileri yıllardır sürmekte olan 'Çernobil' olayından kim sorumlu? Bugün 'Çernobil'den
on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya'nın
batısındaki Karaçay Gölü, bir saatli bombadan farksızdır. Gölün altında, yaklaşık yüz metre
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 111
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmektedir.
İnsanların yazgıları ile ilgili dehşet dolu olası tehlikelere karşı evrensel yurttaş girişimlerinin
etkinliği attırılmalıdır.
Hepimizin paylaştığı bu dünyayı, bu gezegeni gelecek kuşaklara kirli ve çirkin bırakmaya
hakkımız var mı? Geleceğe bir borcumuz yok mu? Hatalarımızın bedelini henüz doğmamışlara
ödetmemeliyiz.
Doğa ananın yasalarına yeterince duyarlılık göstermeli ve doğal afetlerini ciddiye almalıyız.
Doğal zenginliklerle dolu olması gereken bir dünyadan daha fazla yoksun olmamalıyız.
(Şaban Ali Yaşaroğlu, Cumhuriyet, 3 Ekim 1998)
4. Fıkra
Bu yazı türünü, halk arasında anlatılan kısa, güldürücü, ders verici olay
anlatılarıyla karıştırmamak gerekir. Gazetelerdeki köşe yazılarındandır. Her gün
aynı köşe ya da sütunda yayınlanır. Siyasal, ekonomik, eğitim... gibi günlük toplumsal
konular ayrıntıya girilmeden kısaca işlenir.
Fıkranın belirleyici özellikleri nelerdir?
• Makale gibi düşünsel plânla yazılır. Fakat makaleden kısa yazılardır.
• Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorunda değildir. Bilimselden çok kişisel görüşünü
açıklar, okuyucusunu kendisi gibi düşündürme kaygısı yoktur.
• Günübirlik yazılardır, en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur.
• Yazar, yapmacıklıktan uzaktır. Anlatım yalın ve sade bir dille yapılır.
• Anlatım yazarın kendine özgü olmalıdır.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Kahraman Ebe
Maraş'ın Bertiz Bucağına bağlı köylerdeki 10 tifolu çocuğu tedavi ederken 20 yaşındaki genç
ve güzel köy ebesi aynı hastalığa yakalanarak ilaçsızlık yüzünden ölmüştür. Yolları, belleri
kar tutmuş, köyün şehirle bağlantısı kesilmiştir. Elinde ancak çocukları tedavi edecek kadar
ilaç bulunan Döndü Çomar adındaki genç ve güzel ebe çocukları kurtarmış, fakat kendini
kurtaramamıştır.
Döndü Çomar hatıra defterine şunları yazmıştır:
"Doktor yüzü görmeyen, senenin 6 ayında dış dünya ile her türlü bağlantısı kesik olan bu
masum insanlara elimden geldiğince yararlı olmaya çalışıyorum. Çevrede 10 tane tifolu yavru
var. Doktor olmadığı için aileleri ile birlikte bu yavrular hayat umutlarını bana bağlamış-
112 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
lar. Onların yüzüne baktıkça üzüntüden kahroluyorum. Elimde çok az sayıda ilaç var. Yollar
açılıncaya kadar bunlarla idare etmeme imkân yok. Güç bir görev yüklendiğimin farkındayım.
Ama kendimi çok kuvvetli hissediyorum."
Issız ve sahipsiz Anadolu... Aşağı yukarı bütün köyleri böyledir. Kış geldi mi, şehirlerle bağlantısı
kesilir, yalnızlığa ve kaderine bürünür. Bertiz bucağına bağlı köylere bir ebe gidebilmiş
nasıl gidebilmişse. Başkalarında ebe de, ilâç yoktur. İnsanlar, hayvanlar, kırılır da kimsenin
haberi bile olmaz.
Tuhaf bir raslantı, genç ebe Döndü Çomar'ın ölüm haberinin geldiği gün gazeteler Tıp Bayramını
yazıyordu. Ankara'da ve İstanbul'da kutlanan bayram sırasında köylerimizin sağlıktan
yoksun durumunu bildiren ölüm haberi de geldi. Bilmiyorum, doktorlarımızın yüreğini
bu kahraman genç ebenin hayat hikâyesi burkmuş mudur? Gözleri ağlamaklı okudum ben
haberi.
Ebe, çocukları tedavi ederken kendinin de hastalığa yakalandığını anlıyor. Elinde ilâç yoktur.
Çaresizdir. Çaresizliğini biliyor, fakat ne yapsın? Oturup hatıra defterine ölmeden şunları
yazıyor:
"Tanrıya binlerce teşekkür, 10 yavru yeniden hayata kavuştu. Bu arada elimde ilâç da kalmadı.
Üç gündür hastayım. Tifoya yakalandığımı sanıyorum. Yollar kapalı, şehre inemem. Ayrıca
çocukları uzaktan da olsa kontrol etmem gerekiyor. Her an, her dakika ölüme biraz daha
yaklaştığımı hissediyorum. Ölüm beni hiç, ama hiç korkutmuyor. Görevini yapan insanların
iç huzurunu duyuyorum. Bu arada bana inanan, beni seven insanların arasında rahatça ölebilirim."
Ne bilinçli, ne görev duygusu ile dolu bir ölüme gidiştir bu!... İnsanların kafasında bu bilinç
oldu mu, ölüme gidiş değil, ölümsüzlüğe gidiş oluyor. Bütün tarihe geçen kahraman hemşirelerin
şanlı destanları arasına bu da katılacaktır.
Bu köylerden birine, ikisine veya Bertiz bucağına bu kahraman ebenin adı konmalıdır. Bir de
heykeli dikilmelidir. başka bir türlü kahramana minnet borcumuzu ödeyemeyiz. Köylüler çok
sevdikleri bu ebenin anısına saygı örneği olarak İçişleri Bakanlığı'na başvurmalı, adının bucağa
konmasını ve heykelinin dikilmesini istemelidirler.
(Mehmed Kemal. Vatan Gazetesi. 1965)
5. Eleştiri
Eleştiri de temeli düşünce olan yazı türüdür. Konu sınırlaması yoktur. Sanat, edebiyat
ya da düşünce yazılarının içeriği ile bu içeriğin işlenişini, değerli ve değersiz
yönlerini ortaya koyan bir yazı türüdür. Yazarın yazıyı kendine göre, yazıyı ilgilendiren
topluma göre, kendi alanındaki diğer çalışmalara göre değerlendirdiği
yazılardır.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 113
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Eleştirinin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Düşünsel plânla yazılır.
• Konu, yazının sonuna dek değerlendirilmesi yapılan esere bağlı kalmalıdır.
Eser ile ilgili, değerli ve değersiz diye gösterilen yargılar, eserden alınacak örneklere
dayandırılmalıdır.
• Yazar, yargılarında belirli ölçülere bağlı kalmalı, eleştirileri nesnel olmalı,
"beğendim, hoşuma gitti"... gibi öznel değerlendirmelerden kaçınmalıdır. Bunun
yanında eleştiri yazısını okutacak olan elbette eleştiri yazarının kendine özgü
konuyu ele alış biçimi, kendine özgü yorumlayışı ve anlatımındaki
üslûbudur.
• Eleştirisi yapılan çalışma, bütün boyutlarıyla ele alınmalı, kendi türü içindeki
bilimsel, sanatsal, toplumsal yere oturtulmalıdır. Alanındaki diğer çalışmalarla
karşılaştırılarak bu türe kattıklarıyla, kendisinden beklendiği halde
katamadıklarıyla ele alınmalıdır.
Bu da gösteriyor ki eleştiri yazarı, her konuda eleştiri yazısı yazamaz, ancak uzmanı
olduğu alanda yazabilir. Eleştiri yazarının alan bilgisi, eleştirdiği çalışmayı yapanın
alan bilgisi ile en azından aynı düzeyde olmalıdır.
Yazınsal Yaratmada Bireyin İşlevini Nasıl Anlamalı?
Bir yapıtın açıklanmasında yazarın yaşamöyküsü, yapıtın anlaşılmasında temel bir öğe değildir;
yazarın düşünce ve niyetlerinin bilinmesi de bu yapıtın anlaşılmasında temel bir öğe
olamaz. Yapıt, önemli bir yapıt olduğu ölçüde, kendi gücüyle yaşar ve anlaşılır ve çeşitli toplumsal
sınıfların düşüncelerinin çözümlenmesiyle de doğrudan doğruya açıklanabilir.
Bir yazın ya da felsefe yapıtında bireyin işlevini yadsımak, yadsımak mı demektir? Kuşkusuz
hayır. Ne var ki, bütün gerçekler gibi bu işlev de eytişimseldir (diyalektiktir), dolayısıyla onu
neyse öyle anlayıp kavramaya çalışmak gerekir.
Yazın ya da felsefe ürünlerinin, yazarlarının yapıtları olduğunu yadsımayı kimse düşünemez;
ne ki bunların da kendi mantıkları vardır, dolayısıyle keyfe bağlı yaratmalar değillerdir
hiç de. Yazınsal bir yapıtta hem kavramsal bir dizgenin iç bağlantısı, hem de bir canlı varlıklar
dizgesinin iç bağlantısı vardır; bu bağlantı, bunların birtakım bütünler oluşturduğunu
gösterir; bu bütünlerin parçaları, birbirlerine göre, birbirlerinin yardımıyle, özellikle temel
özleri yardımıyle anlaşılıp kavrayabilirler. Böylece, bir yandan şu sonuç çıkar ortaya: Yapıt
ne denli büyük olursa o denli de kişisel olur; çünkü, ancak çok zengin ve güçlü bireylik, henüz
oluşmakta bulunan ve topluluğun bilincinde pek az belirlenmiş olan bir evreni düşünüp görebilir
ve son ayrıntılarına dek bunu yaşayabilir. ama bir yandan da şu sonuç çıkar ortaya:
Bir yapıt ne denli büyük bir düşünür ya da yazarın kaleminden çıkmışsa o denli de kendi gücüyle
kendini anlatabilir; dolayısıyle tarihçinin, yapıtı yaratanın yaşam öyküsü ya da düşüncelerine
baş vurmasına hiç gerek kalmaz. En güçlü kişilik, düşünsel yaşamla en iyi özdeşleşen
kişiliktir, toplumsal bilincin etken ve yaratıcı bütün temel güçleriyle en çok özdeşleşen
kişilik. Bir yapıtın güçsüz ve tutarsız yanlarını anlamak söz konusu olduğunda ancak, yazarın
kişiliğine ve yaşamının dış koşullarına baş vurmak zorunluluğu doğar çok kez.
114 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Böylece, Goethe'nin pek yazınsal bir değer taşımayan bir sürü benzetme oyunları, hatta
Faust'un birtakım cılız, güçsüz yanları, yazarın Weimar sarayında karşı karşıya bulunduğu
zorunluklarla açıklanabilmektedir. Ama Goethe artık kendine yaraşır düzeyde bulunmadığı
andadır ki Weimar bakanı yapıtta ön sıraya geçip varlığını duyurur.
Demek, toplumla bireyi, tinsel değerlerle toplumsal yaşamı birbirine karşıt görmek şöyle
dursun, gerçek, bunun tam tersidir. Toplumsal yaşam, yaratma gücünün en son noktasına
eriştiğinde, her ikisi de, en yüce biçimleri içinde birbirleriyle kaynaşmış olurlar; yazın alanında
bu böyledir, felsefede, siyasal alanında da böyle. Racine ya da Pascal'ı Port-Royal'dan
nasıl ayırabilirsiniz. Munzer'i Köylüler Savaşından, Luther'i din devriminden,
Napoléon'u imparatorluktan ve Fransız Devrimiyle eski rejim arasındaki sürekli kavgadan?
Tersine, topluluk ortaklığa dönüştüğünde, birey güçsüzleşip göze batar duruma geldiğinde
aradaki karşıtlık iyice derinleşir. Ama o zaman da, yazınsal yaratma tarihinde, derin
bilginleri çok ama yazınsal düşünce tarihçisini pek az ilgilendirebilecek olan yazılarla karşı
karşıya bulunuruz artık..
( Lucien Goldmann. Matérialisme dialectique et histoire de la littérature,
Çeviren: Tahsin SARAÇ, Türk Dili Dergisi, Eleştiri Özel Sayısı , Mart 1971)
6. Deneme
Denemeye özgü bir konu türü yoktur. Özgürce seçilen bir konuda, yazarın kendi
kendiyle konuşma havası içinde yazdığı yazı türüdür. Yazının konusu yazarın o anda
aklına geliveren bir konu görünümündedir. Öğretici ve düşünsel yanı da vardır.
Denemenin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Makale gibi düşünsel plânla yazılır. Fakat makaleden kısa yazılardır.
• Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorunda değildir. Bilimselden çok kişisel görüşünü
açıklar, okuyucusunu kendisi gibi düşündürme kaygısı yoktur.
• Günübirlik yazılardır, en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur.
7. Söyleşi
Makaleye benzer bir yazı türüdür. Konusu daha çok genel ya da günlük sanat olaylarıdır.
Fakat konu, tez ve savunma amacı güdülmeden ve karşılıklı konuşma havası
içinde, sıcak bir dille yazılır. İnsanlar karşılıklı konuşmayı sevdiklerinden, söyleşi
türündeki yazıları okumayı severler. İyi bildiği ve herkesin ilgilendiği bir konuda
çoğu kişi söyleşi yazabilir. Bunun için bir konuda, ne söyleneceğini bilmenin yanısıra,
nasıl söyleneceğini bilmek gerekir. Söylenecekler, küçük şakalarla daha çekici
duruma getirilebilir. İyi bir dinleyici olmak, iyi bir söyleşi yazmak için önemlidir.
Usta bir söyleşi yazarı çok ağır konuları bile herkesin okuyup anlayabileceği bir duruma
getirir.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 115
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Söyleşinin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Düşünsel plânla yazılır.
• Yazar anlattıklarının doğruluğuna, okuyucusu ile olan bağına güvenmeli,
anlattıklarını günlük konuşma havasıyla, fakat mantık çerçevesinden ayrılmadan
anlatabilmelidir.
• Kolay okunabilir bir uslup yakalayabilmelidir.
Sözden Söze
Mektuptan açılmış talihim, bir tane daha geldi. Öteki gibi değil bu. Bir kere yazan gizlemiyor
kendini, kim olduğunu söylüyor: İsmet Zeki Eyüboğlu adında bir genç. İstanbul Bilim-
Yurdunda yani Üniversitesinde okuyormuş. Sonra da benimle eğlenmiyor, alaya almıyor beni,
över gibi gözüküp alttan alta iğnelemeğe kalkmıyor. Çıkışıyor bana, çıkışıyor ya, haklı olarak
çıkışıyor. Eski yazılarımı, şu öz-Türkçe yazılarımı beğenirmiş, yenilerine sinirleniyor,
şöyle diyor:
"Geçen günkü Nokta dergisinde Ulus'tan aktarılmış bir yazınızı okudum. Ne çok üzüldüm
bilseniz! Yoksa sizi de mi elden kaçırdık? Nerde o eski güzelim öz-Türkçe sözler, nerde o yazınızdaki
edebiyat, ahlâk, hak, sanat, merak, şiir gibi tatsız-tutsuz Osmanlıca sözler.
Niçin şunun bunun sözüne bakıp da düşüncelerimizi değiştiriyorsunuz? O yeni sözleri beğenmeyenler
var diye mi yazmak istemiyorsunuz? Günün birinde bir kişi çıkıp size: "Beğenmedim
bu sesinizi" dese ona bakıp da sesinizi değiştirecek misiniz? Ne derse desin el gün.
Biz yolumuza bakalım.
Daha böyle çok şeyler söylüyor. O mektubu okurken tatlı bir duygu sardı içimi, "mektup" değil
de "beti" dediğim günleri andım. Doğru söylüyor, iyi söylüyor o genç. Utandım kendi
kendimden inandığım yoldan dönmenin yeri mi vardı? Bu çıkışmalarına karşılık ne diyeyim
de bağışlatayım suçu mu? Var benim de bir özrüm, gelgelelim gençler anlamaz, anlamamaları
daha da iyidir. Gene söyleyelim ben.
A çocuğum, ben yaşlandım, kocadım da onun için saptım yolumdan. Bilin ki sevinerek olmadı
bu. Gene durup durup o yola özlemle bakıyorum. Bir sevgilinin bir daha evine varamayacağınız
bir sevgilinin yoluna nasıl bakılırsa öyle bakıyorum. Biliyorum ki doğru oradadır;
güzel oradadır, ancak ben yoruldum, dizlerim kesildi. Bir de o işi başaramayacağımı anladım.
Yalnızdım, pek yalnız kaldım. Beni tutanlar, benim o yolda gitmemi dileyenler vardı, uzaktan
seslenmekle yetiniyorlardı. Beni özendirmek istemelerine ne denli sevinirsem sevineyim,
yanımda kimseyi görememek üzüyordu beni.
Doğrusu, büsbütün de bırakmadım o yolu. Böyle Arapça, Farsça tilcikleri kullandığım yazılarımda
gene o sevdiğim, kimini de kendim uydurduğum tilciklere yer veriyorum. Biliyorum,
yetmez bu, en doğrusu gene eskisi gibi öz-Türkçe yazmaktır. Onu yakında, bir dergide
gene deneyeceğim.
116 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Çok sevindim o mektuba. Birkaç yıl benim yürüdüğüm bir yolu bırakmak, istemeyenler olmasına
çok sevindim. Gençler unutsun benim emeklerimi, onları hiçe saysınlar, Arapça,
Farsça tilciklerden kaçınmadığım bir suda sevgiliden geliverecek bir esenleme gibi yüreğimi
aydınlatır, güneşler doğurur gönlümde.
İtalyan yazarı Luigi Pirandello'nun bir iki oyununu görmüşsünüzdür, hikâyelerini okudunuz
mu? Bay Feridun Timur onlardan otuz altısını dilimize çevirmiş, Millî Eğitim Bakanlığı
da bastırmış. Hepsini okumadımsa da okuduklarım çok hoşuma gitti, diyebilirim ki o
yazarın oyunlarından daha çok beğendim hikayelerini. Oyunlarında yüksekten atmayı andırır
bir hal vardır. Hikâyeleri öyle değil, Pirandello onlarda kişilerini daha iyi gösteriyor, canlandırıyor.
Oyunlarında hep bir görüşü savunmak, okuyanları, yahut seyircilerini düşündürmek
ister. Hem de çözümlenemeyeceğini söylediği meseleler üzerinde düşündürmek ister.
Bir gerginlik vardır oyunlarında, hikâyeleri ise öyle değil, onlardaki kişiler daha canlı,
okuyana daha yakın. Herhalde bana öyle geldi.
Bay Feridun Timur da iyi çevirmiş dilimize. Belli ki İtalyanca cümleye bağlı kalmak istememiş,
her yerde değilse bile çok yerde: "Bizim dilimizde nasıl söylemeli?" diye düşünmüş. Örneğin
bir yerde: "Don Lollo hiddetten küplere biniyordu." diyor. "Küplere binmek" deyimi
sanmam ki İtalyancada olsun. Daha böyle çok buluşlar var Bay Feridun Timur'un çevirisinde.
Ama belli ki daha genç bir yazar, o cesareti daima gösteremiyor, bazan acemiliklere düşüyor.
İşte bir örnek: "Don Lollo bu sözlere olmaz diyordu. Nafile; olan olmuştu; fakat nihayet kabul
etti ve ertesi sabah şafakla beraber, âlet ve edevat torbası sırtında olduğu halde, Zi Dima Locası
Primosole'ye geldi. Nihayet kabul etti." den önce bir "fakat" koymanın ne yeri var?
Hele: "avandanlığı sırtında" demek dururken "âlet ve edevat torbası sırtında olduğu halde"
demenin cümleye bir ağırlık verdiğini nasıl anlamıyor? Daha böyle kusurlar var Bay Feridun
Timur'un çevirisinde, "haykırmak" sözünü çok kullanıyor, hem de "bağırmak" yerine
kullanıyor. Gene o hikâyenin bir yerinde: "Küpten olmamak için ihtiyarı orada mevkuf mu
tutacaktı?" diyor. Burada "mevkuf" sözü hiç yakışıyor mu? "kendisi küpten olmasın diye
ihtiyarı hürriyetinden mi edecekti" diyemez miydi?
Bir de şunu söyleyelim. "Ciddi Bir Şey Değil" adlı hikâyede şöyle bir cümle var: "Her defasında
bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair yemin üstüne yemin ediyor, ahdü peyman
ediyor, yeniden âşık olmamak için kahraman bir deva araştıracağını söylüyordu." Bay Feridun
Timur böyle konuşmaz elbette "düşmeyeceğine yemin etti ."der. Düşmeyeceğine dair
yemin etti." demez. Belki İtalyanlar öyle der, biz demeyiz. "Kahraman deva" da ne oluyor?
belli, Fransızların "remède hèroique" dedikleri, İtalyancada tıpkısı olabilir, Türkçede öyle
denmez, başka bir şey arasın.
Luigi Pirandello'dan "Seçme Hikâyeler" de böyle ufak tefek kusurlar var, gene de o kitap tatlı
tatlı okunuyor, Bay Feridun Timur'u iyi çevirmenlerimizden, yani mütercimlerimizden sayabiliriz.
Hele bir şeye çok sevindim: ikinci ciltte dil birinci cilttekinden çok daha iyi. Demek
ki Bay Feridun Timur'un çevirileri günden güne iyileşecek. Ben adını yeni duyduğuma göre
kendisinin bir genç olduğunu sanıyorum, bundan sonraki çevirileri elbette daha kusursuz
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 117
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
olur. Siz de okuyun o hikâyeleri, eğlenirsiniz, hele ikinci cildin başındaki Donna Mimma'dan
başlarsanız, bütün kitabı okumak hevesi uyanır içinizde.
(Nurullah ATAÇ. Söyleşiler, TDK, 231, Ankara 1964 )
8. Röportaj
Gazete ve dergilerde yayımlanın yazı türlerinden biridir. Öğretici yazı türüdür. Bir
olay, bir durum; yerinde gezip görülerek, olayla ya da durumla ilgili değişik kişilerle
konuşularak, soruşturularak yazılır.Röportaj hem gezi yazılarının hem makalenin
özelliklerini taşır. Makale gibi dayandığı sağlam bir düşünceyi, bir tez vardır.
Yazar; sorunu yerinde inceleyerek, gezip görerek, halkla, varsa mağdurla ve yetkili
kişilerle konuşarak; fotoğraf, belge, istatistik bilgiler... gibi bilgilerle destekleyerek
okuyucunun bilgisine sunar. En çok kamuoyu toplayan gazete yazısıdır.
Çok yönlü anlatım olanakları vardır. Bu yönüyle diğer düşünce yazılarından zengindir.
Uzunluğu çoğu zaman makaleden çoktur. Bazen bir röportaj yazısı gazetenin
iç sayfalarından birinde dizi halinde günlerce yayınlanır. Okuyucunun
sıkılmadan, merakla, okuduğu bir yazı bir türüdür.
Röportaj yazmak çok önemlidir. Bu nedenle de röportaj yazarının toplumsal sorumluluğu
diğer yazarlardan daha çoktur. Röportaj yazarlığı ayrı bir ustalığı ve yan
alan becerilerini gerektirir. Yazar evindeki köşesine çekilip yazmaz yazdıklarını.
Röportaj yazarı eline ayağına çabuk olmak zorundadır. Yazar bir yandan evinde çalışırken
bir yandan kütüphanede, arşivde, devlet dairesinde, iş yerlerinde araştırma
yapacak; diğer yandan da olay yerinde incelemeler yapacaktır. Hem fotoğrafçı titizliği
ile çalışacak; hem de yerine göre kimi zaman sevecenlikle, kimi zaman ısrarlı
ama hiçbir zaman sırnaşık ve terbiyesiz olmadan, haddini bilerek, insan haklarını da
çiğnemeden soruşturma yapacaktır. Bütün bunların yanında röportaj yazarı, okuyucu
ile bağını koparmamak zorundadır.
Röportaj türünün belirleyici özellikleri nelerdir?
• Röportaj da düşünsel plânla yazılır.
• İşlenen konu; toplumsal, sanatsal olay ya da olgu olmalıdır.
• Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma, bilgi toplama ve fotoğraflarla
desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı,
önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
• Röportaj yazarı; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım
ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Okuyucuya konunun
önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme
gibi nesnel verilerden de yararlanmalıdır.
• Röportaj yazıları zamanla tarihsel belge olabilir.
• Fotoğraf ya da belge kullanılabilir.
118 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
9. Gezi
Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini
anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler.
Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. İnsanlar hep uzak ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını,
insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini ve yarattıkları kültür eserlerini
merak etmişlerdir. Bir nedenle başka ülkelere giden kişilerle karşılaştığımızda,
onları soru yağmuruna tutmamız bundandır. Günümüzde televizyon görüntüleri
dünyanın birçok kültürünü yanıbaşımıza getirdiği halde, hâlâ gezi anılarını dinlemenin
ya da okumanın tadı başkadır.
Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları vardır. Uzunluğu çoğu zaman kitap
olacak kadardır. Gazetenin iç sayfalarından birinde dizi halinde günlerce
yayınlandığı da olur. Okuyucunun sıkılmadan, merakla okuduğu bir yazı türüdür.
Gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu yerleri görme isteği
uyandırmak çok önemlidir. Gezi yazarlığı ayrı bir ustalığı gerektirir. Yazar gezdiği
yerlerin ilginç özelliklerini hemen farkedecek kıvrak bir zekâya ve kültür birikimine
sahip olmalıdır.
Gezi yazısı ile röportaj arasındaki ayrılıklar nelerdir?
Gezi yazılarıyla röportaj birbirine karıştırılmamalıdır. Gezi yazısında ilgi çekici yerler
anlatılır. Röportajda olduğu gibi, sorunları deşmek, arkasındaki sorunları duyurmak,
kamuoyu oluşturmak amacı güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma anıya ve
günlüğe de benzer, fakat onlardan ayrı bir yazı türüdür.
Gezi yazısının belirleyici özellikleri nelerdir?
• Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi için
yapılan hazırlıklar; yolculuk, yolculuk sırasında görülen ilgi çekici olaylar;
varış, varıştaki ilk izlenimler...
• Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı
olmak önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görülmüş,
yazılmış olabilir. İkinci gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki
farklara bile değinmek gerekir. Bu da gezi yazılarının zamanla tarihsel belge olduğunu
ortaya koymaktadır.
• Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile, bilgi toplama ve fotoğraflarla
desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her
anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
• Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici
anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Ayrıca
okuyucuya değişikliği gösterebilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme
gibi nesnel verilerden de yararlanabilir.
• Resim kullanılmalıdır.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 119
?
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Kırıkkale'ye Giderken
Ankara kalesi, telsiz direkleri ve bir tünel... Yarım dakika karanlık. Ankara geride kaldı. Bu
yol, bütün bozkırı geçer, Karadeniz'e dek ulaşır.
İsmet Paşa yıllardır fikir döktü, ray döşedi. şimdi ben, bu ray üstünden fikir taşıyan kültür
savaşının zırhlı trenine yetişmek için kilometrelerin sekişini sayıyorum. Tren yolunda... Gezici
eğitim sergisi Kırıkkale istasyonunda...
Tren yolunda dediğim zaman dudaklarımızda yabansı bir kıvrıntı seziyor gibiyim. Sezmeye
de gerek yok gerçekten:
"Tren yolunda da laf mı a canım." diyebilirsiniz.
Eğer siz, bir zamanlar Yahşıhan'a dek böyle gidip gelen eski tren bozuntusunu anımsarsınız
hiç de böyle düşünmezsiniz.
Hele benim gibi Yahşıhan yolunda tuhaflıklara tanık olmuşsanız...
Size, istasyonların kimi bodurumsu, kimi kavaklar gibi birbirlerinin sırtından sırıtan uzun
dallı ağaçlarından, çeşmelerinden, bayrak direklerinden, makaslarından, telgraf direklerine
tünemiş güvercinlerinden, yol kenarında doygun doygun treni seyreden öküzlerden, özgür
ve neşeli sıpalardan söz edeceğimize bizim orta Anadolu'ya kültür ve yeninin aşkını taşıyan
trene rast gelinceye dek bugünkü güzel trenin yerindeki o eski tren ve ray bozuntusundan söz
edeyim, her halde canınız sıkılmaz.
Yıl 1921, İnönü ile Sakarya savaşının araları... Ankara'dan Kayseri'ye doğru bir akın var.
Kağnı, kağnı, kağnı..... Yollardan, dağlardan, taşlardan gıcırtıdan geçilmiyor.
Mumyalanmış bir eşeğe benzeyen cılız, sanki tenekeden yapılma bir lokomotif, ince, uzun
hörgücünü kaldırmış, bitkin develeri anımsatan vagonlar da bunların arasında Kayseri yolunu
tutuyor.
Her nedense o zaman burada işleyen dekovilde, sudan geçmeyen hayvanın inadına benzer bir
inat vardı. Zaman zaman tutarağı tutardı. Bakarsınız, tıpış tıpış giderken birdenbire zınk yerinde
sayar. Bir ses duyulur:
"Lokomotifin suyu tükendi. Allah'ını seven su getirsin!..."
Kovalarla, ibriklerle, testilerle bir sürü halk su aramaya çıkar, su bulunmayan bir yerde ise
herkes mataralarındaki, testilerindeki, teneke ya da toprak ibriklerindeki suları lokomotife boşaltırlar.
Mübarek, yürümeye başlar. Ama yürüyüş de ne yürüyüş!...
Trenin üstünde pinekleyen ihtiyarlar, kimi zaman şöyle konuşurlardı:
"Tren giderken indim, aptes bozdum, elimi yudum, trene bindim."
120 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
"Aptes tazeledim, yine geldim, yetiştim."
Yokuş bir yere gelindi mi bir ses yükselirdi:
"Allah'ını seven vagonları ardından itsin!"
Yüzlerce adam trenden iner, trenin durduğunu gören köylüler de gelir. Helesa yelesa ile treni
yürütürlerdi. Trenin kömürü tükenip yöreden çalı çırpı topladığımızı da ben bilirim.
Bunları söylerken sadece bir anıyı anlatıyorum. Dün süngüsünü tüfeğine çaputla bağlayıp
düşmana saldıran bir ulusun o günü böyle geçerdi.
Şimdi İsmet Paşa'nın döşediği raylar üstünde fikir gibi hızlı, düzenli ve rahat trenle Kırıkkale'ye
yaklaşıyoruz.
Makinenin, tekniğin dokunduğu yer, çölün ortasında bile olsa yepyeni bir uygarlığı fışkırtıveriyor.
Kırıkkale işte böyle bozkırın ortasında baca, fabrika, asfalt, geometri, boyalı ev,
sağlam tavan, iş gömleği giyen alın terli insan demektir. Kırıkkale bana, kopmuş bir film parçasının
sarı bakkal kâğıdına yapıştırılması etkisini yaptı. Kırıkkale, başlı başına minnacık bir
fabrika yuvasıdır. Sağı solu, önü arkası bozkırdır.
İstasyon kalabalık... Siyahlar giyinmiş öğretmenler, iş gömlekli işçiler, ustalar, mühendisler,
bereli kadınlar, irili ufaklı çocuklar vagonların çevresinde toplanıyorlar...
[Sadri Etem (Ertem). "Kırıkkale'ye Giderken",Türk Dili Dergisi, Gezi Özel Sayısı,
1 Mart 1973.]
10. Anı
Yazar kendi başından geçen olayları ya da kendi yaşadığı dönemde ortaya çıkan
kültürel, sosyal, siyasal ... olayları ve teknolojik gelişmeleri kendi gözlemlerine ve
görüşlerine bağlı kalarak anlatırsa anı dediğimiz bir yazı türü ortaya çıkar. Yazar bu
olaylar karşısındaki duygularını okuyucularıyla paylaşmak ister.
Anı türünde yazar kişisel öykülerinin yanısıra belli bir dönemi kişisel aynasından
yansıtır. Yazar, anılarını yazarken, anlattığı dönemle ilgili tüm yazılı kaynaklardan,
canlı kaynaklardan, fotoğraf... gibi belgelerden yararlanır. Bu nedenle anı türündeki
bir yazı tarih bilmine de kaynak olur; fakat yazar, yazdıklarını yüzde yüz belgelendirmek
zorunda değildir. Kimi anılarda yazar, geçmişi yönlendiren olayları, ünlü
sanatçı ya da politik kişileri anlatır. Önemli kişilerin anlatıldığı anılara anı portre
denir.
Anı türünün belirleyici özellikleri nelerdir?
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 121
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Anılar iddia ve ispat yazıları değildir.
• Anılarda yaşanmakta olan değil, yaşanmış olaylar anlatılır..
• Geçmişi anlattığı için tarihe ışık tutar. Kimi olaylar tarihi olaylardır.
Anı
Lisede Adnan'ı tanıyorum da, Orhan'ı tanımıyorum. Bizden çok büyük sınıfta okuduğu
için, fazla iz kalmamış hatırımda, Melih'le Oktay öyle değil. İkisinin de hatırımda kalan izleri
var. Melih tiyatro ile uğraşırdı. Oktay, Atatürk'ün önünde başarılı bir tarih sınavı vermişti.
Orhan'ı ilk Monno Vanna piyesini okul adına oynarken gördüm. Ercüment Behzat ona
önemli bir rol vermişti, ama neydi, şimdi bilemem. Başarılı oynadığını söylüyorlardı. Bir şairin
başarılı aktörlüğünü kavrayamamıştım, çocukluk. Bir adam ya şair olurdu, ya aktör benim
o zamanki anlayışıma göre... Şairlik çok büyüktü, gözümde. Başka işle paylaşamazdım.
Şimdi öyle değil tabiî...
Şiirlerim yayımlanmaya başladığı zaman, Orhan'la eşit konuştum. Bu eşitliği Orhan koydu.
Ben koyamazdım. Ne yalan söyleyeyim Orhan'ın ilk denemelerini ben anlayamadım.
Nurullah Ataç övmeye başladığı zaman da anladım. Nâzım bizim gözümüzde sevgiliydi.
Sevgiliydi ama, etkisinde kalmaktan da korkuyorduk. Orhan'ın bir çığır açtığının çok sonraları
farkına vardım. "Ağaca bir taş attım/ Düşmedi taşım/ Taşımı isterim/ Taşımı isterim" şiirini
ciddiye alamıyordum. Şiir benim için bir eylemdi. Tek başına bir uğraş değildi o yaşlarda.
Orhan da bu anlayışımı bildiğinden olacak üstüme varmazdı. Hatta ciddî bir tartışmaya
bile girmek istemezdi. Çocukluğuma mı verirdi, yoksa teşvik mi ederdi, hâlâ kestiremiyorum.
Bugünse, Orhan'ın yeri edebiyatımızda bellidir. Benim düşüncemde bir değişiklik olmamıştır.
Hâlâ aynı kanıdayım. Onun içindir ki, işi fıkracılığa döktüm. Başka eylemlerim ağır bastı.
Bugün Orhan olsa ne derdi, bilmem.
Anlayışlarımızın farklı oluşu dostluğumuza engel olmadı.
Bir gün Orhan, Sait Faik'in bir piyesinden söz etmişti. Sait mi okumuştu ona, anlatmış mıydı?
Geçmiş gün unuttum. Pencere kenarında, Kürt Mehmet'te oturmuş konuşuyorduk.
Yağmur yağıyordu. Orhan Tercüme Bürosundan, ben gazeteden ayrılmıştım. İkimiz de yarı
yarıya işsiz sayılırdık. Orhan, Doğan Kardeş Yayınlarına sattığı Nasrettin Hoca'nın telif
ücretini bekliyordu. Ben de bir gazeteden alacağım parayı. Sabahleyin uğramış, idare müdüründen:
"Yarın gel..." cevabını almıştım.
"Ben:
"Ah bir yarın olsa..." diyordum.
Orhan:
"Ah postacı havaleleri bir dağıtmaya başlasa...".diyordu.
Durup dururken birden:
"Sait'in bir piyesi var, bilir misin? dedi.
"Bilmiyorum, Sait piyes yazmış mı?
"Yazmış..."
122 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Aklım, fikrim parada:
"İyi..."
İlgilenmediğimi görünce anlatmaya başladı:
"Sait'in piyesinde hareket var, laf yok. Bir kelimelik konuşmayla da bitiyor. Böyle yağmurlu
bir günde kalabalık bir caddede insanlar koşuşuyor. Beyoğlu olacak... Taksiler, hususiler, bağıran,
çağıran, kadınlar, kızlar... deme gitsin... büyük bir kalabalık... İşte bu kalabalık arasından
bir adam çıkıyor. Omuzunda bir tek yorganı... Ondan başka göze batar bir şeyi yok. Vitrinlere
baka baka, sahnenin önüne doğru geliyor, sırtındaki yorganı indirip seyircilere doğru
uzatıyor, hüzünlü bir sesle:
- Satıyorum... diyor.
Piyes de bitiyor."
İstanbul'da idi. Bir gün haberini aldık. beyin kanamasından ölmüş. Cebinden para, pul, banka
cüzdanı değil, at yarışı dergisi çıkmış.
(Mehmed Kemal. Türk Dili Dergisi, Anı Özel Sayısı, 1 Mart 1972.)
11. Günlük
Yazarların kendi kendileriyle dertleşme, hesaplaşma, konuşma isteklerini kağıt
üzerinde yapmalarından doğmuş yazılardır. Bu nedenle yayımlanmak amacı güdülmez,
fakat yazarın ilerlemiş yaşlarında ya da yazar öldükten sonra bir şekilde yayımlanır.
Günümüzde kimi yazarlar günlüklerini yayımlamak için de yazarlar.
Günlüklerde yazarın kendisini buluruz. Yaşadığı günler içindeki sevincini, öfkesini,
kaygılarını, umutlarını içtenlikle anlatır. Günlükler, yazarın yaşadığı dönem için
önemli bir belgeseldir de aslında. Yazarın sözünü ettiği olaylar artık tarih olmuştur.
Günlüğün belirleyici özellikleri nelerdir?
• Günlükler iddia ve ispat yazıları değildir.
• Günlüklerde yaşanmakta olan anlatılır.
• Yayımlandığında, artık geçmişi anlattığı için bu yazılar da tarihe ışık tutar.
Kimi olaylar tarihi olaylardır.
12. İnceleme
İncelemenin kapsamı çok geniştir. Her yazı türünün inceleme ile bir bağlantısı
vardır. İnceleme bilgisi olmadan makale, fıkra, eleştiri, gezi, röportaj, anı gibi yazı
türleri yazılamayacağı gibi; öykü, roman, tiyatro gibi gözlem gücünün kullanıldığı
sanatlı yazı türlerinde de başarılı olunamaz; konferans, açıkoturum, panel, sempozyum,
açıklama (brifing) gibi sunuşlar yapılamaz; tutanak, rapor gibi yazışmalar
yazılamaz.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 123
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
İncelemeyi eser oluşturma yöntemi dışında, ayrı bir uğraşı alanı olarak da
kullanıyoruz. Bu alanda çalışanlar; olmuş olayları, oluşturulmuş eserleri değerlendirirler
ki, bu konuda verilmek istenen de budur. İncelemeye monografi de denir. İnceleme
sözlü ya da yazılı yapılabilir. Kalıcı olması için yazılı olması ve bir düzen
içinde verilmesi sağlıklıdır. İncelemenin biçimi eserin türüne göre de değişir. Bu anlamda
bir makale, bir şiir, bir roman, bir senaryo... incelenebilir, sonuç herbirinde
kendine özgü bir düzen içinde yazılır. İncelemeyi yapan kişi teknik olarak yer yer
makale gibi, yer yer söyleşi gibi yazma olanağına sahiptir.
İnceleme yazıları eleştiri yazılarıyla karıştırılmaktadır. Eleştiri yaparken inceleme
yöntemlerinden yararlanılır, fakat incelemede eleştirme amacı güdülmez. Yalnızca
incelemesi yapılan kişinin dünyaya ve olaylara bakış açısı yakalanmaya çalışılır. İncelemede
önemli bir kişinin, bir dönemin yalnız bir özelliği üzerinde durulur. Bir
sanatçıdaki hem yalnızlık duygusu, hem ilerici kişilik aynı incelemede ele alınamaz.
İncelemesi yapılan, her ne ise, bir bütün olarak ele alınmalı, sonuca öyle
varılmalıdır. Bir sanatçıdaki yalnızlık duygusu hakkındaki yargı, o sanatçının bütün
eserleri incelenmeden verilemez. Bir roman inceleniyorsa yarısı incelenip, yarısı
inceleme dışı bırakılamaz. İncelenen konu daha önce başkaları tarafından incelendi
ise, onların da gözden geçirilmesi gerekir.
İncelemede bir yöntem belirlemek gerekir. Bu yöntem incelenen eserin türüne göre
ayrılık gösterebilir. Bir makale ile bir romanın, bir roman ile bir şiirin incelenmesi
aynı sorularla olamaz. Söz gelimi; bir makale incelemesinde ana düşünce, yardımcı
düşünceler ele alınırken; romanda ana olay; ikinci derecedeki, üçüncü derecedeki
olaylar ve bu olayları yaşayan kahraman, ikinci derecedeki, üçüncü derecedeki kahramanlar;
olayın geçtiği yer, zaman... ele alınır. Şiir inceleniyorsa nazım türü, nazım
biçimi, ölçüsü, uyağı ele alınır. Fakat incelenecek yazının türü ne olursa olsun sözcük
bilgisi, cümle bilgisi gibi gramer incelemeleri yöntem olarak biraz daha birbirine
yakındır.
İncelemede eleştirme amacı güdülmez!
Kitap incelemesi için hazırlanmış bir plân şöyledir.
A: Dış Yapı İncelemesi
Yerleştirme:
• Eserin adı, bir eserden alındı ise kaynağının adı, kaynaktaki sayfa numaraları,
basıldığı yer, yıl; boyutları.
• Eserin yazarı, yazarın sanatı, sanat yaşamındaki evreler; varsa, çevirmeni.
• Eserin yazıldığı dönem, yazarı etkileyen, eserine yansıyan önemli olaylar.
• Eserin türü.
124 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
B: İç Yapı İncelemesi
• Eserin konusu
• Eserin teması
• Eserdeki dünya görüşü
• Eserdeki hayal örgüsü
• Eserin bölümleri
• Ana düşünce (olay), yardımcı düşünceler (olaylar)
• Eserde altı çizilecek diğer düşünce, olay, benzetme, sembol... vb.
• Eserin anlatım özellikleri
• Kullanılan sözcüklerdeki öznellik - nesnellik; sözcükler arası soyut - somut
ilişkiler; sıfatların, zarfların, bağlaçların kullanımı; kurduğu tamlamaların
özellikleri...
• Eserde sözdizimiyle sağlanan iç ahenk (Şiir için: ölçü, uyak, alliterasyon, asonans...)
İyi bir incelemede, incelenecek mataryele bol bol Kim/ Ne, Kimden/Neden, Niçin,
Nasıl, Nerede, Ne zaman... vb. sorular sormalıyız. İnceleme plânı, incelemeyi yapan
kişinin araştırma boyutuna ve isteğine bağlı olarak ufak tefek ayrılıklar göstermekle
birlikte, ortak ilkelere uymalıdır:
İnceleme yazılarında uyulacak ilkeler nelerdir?
• Düşünsel plân uygulanmalıdır.
• Bol döküman incelenerek sonuca ulaşılmalıdır.
• Nitelik olarak belirtilen her özellik örneklerle desteklenmelidir.
• Konu dışına çıkılmamalıdır.
• İnceleme sonucu elde edilen bilgileri herkese benimsetmek gibi bir amaç güdülmemelidir.
• İnceleme bittikten sonra yapılan değerlendirmede yazar, incelemeden elde
ettiği sonuçları belirtmelidir. Her incelemede ele alınan konunun bir yönü
aydınlatılmış olur. İnceleme yapmak, inceleme yazılarını okumak bizim de ufkumuzu
açar. Söz gelimi edebiyat eserlerini incelemek bizim edebiyat kültürümüzü
arttırır, edebiyat eserlerine, sanata bakış açımızı etkiler.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
13. Biyografi
Biyografi, ünlü sanatçıların, ülkesine ve insanlığa yararı dokunmuş kişilerin yaşam
öyküsünü anlatan eserdir. Bazen bir makale kadar kısa, bazen bir kitap olacak kadar
uzun çalışmalardır. Biyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler
hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda
çalışacaklara ve yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 125
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Biyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimi daha katmak demektir.
Onların başarılarının nedenlerini çözeriz; düşünceleri uğruna, bilgi uğruna,
sanat uğruna, nelere göğüs gerdiklerine tanık oluruz. Kendi düşüncelerimiz, bilgimiz,
sanatımız için nasıl mücadele edeceğimize karar veririz. Biyografide yapılmış
yanlışları görürsek, aynı yanlışları tekrarlamamış oluruz.
Biyografinin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Düşünsel plânla yazılır.
• Biyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak
bilgilere yer verilmez.
• Kaynak olarak, eğer yaşıyorsa, ünlü kişinin kendine ulaşılır; eserleri, anıları
incelenir; değilse onun yakınlarına, onu tanıyanlara ulaşılır. Varsa daha önce
yazılmış biyografi ve inceleme yazıları incelenir.
• Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır. Kendi subjektif olamayacağı gibi,
derlediği bilgilerden de subjektif olanları ayıklar.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
14. Otobiyografi
Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı eserdir. Kaynak olarak
kişi kendini ve aile büyüklerinden aldığı bilgileri kullanır. Otobiyografi yazmak
çok güçtür, çünkü insanın kendinden sözederken objektif olması zordur. Otobiyografiler
sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler
aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yazarın
yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder.
Otobiyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimini, yaşayanın
ağzından katmak demektir. Onların; başarılarının nedenlerini çözeriz.
Otobiyografinin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Otobiyografi düşünsel plânla yazılır.
• Otobiyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol
açacak bilgilere yer verilmez.
• Derlenen bilgiler bilimsel araştırma yöntemiyle bir araya getirilmelidir.
• Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
15. Bibliyografi
Günümüzde bilimde, teknolojide ve sanatta yaşanan gelişmeler sonucu basılı yayın
o kadar arttı ki artık bunların hepsini bir kitapta toplamak mümkün değildir. Günümüzde
her bilim kendi bibliyografisini hazırlamaktadır. Hatta bilimlerin alt
126 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
kollarının da bibliyografileri hazırlanmaktadır. Örneğin; Türkiye Türkçesi içinde
Anadolu Ağızları ayrı bir çalışma alanıdır. 1867 yılından beri çalışılan bu alandaki
basılı yayın adlarını toplama çalışmaları 1940'lardan beri sürmektedir. Böylece Anadolu
Ağızları Bibliyografisi oluşmuştur. Anadolu Ağızlarını araştıracaklar, bu bibliyografiler
yardımıyla alanlarındaki yazılı kaynaklara ulaşmakta güçlük çekmezler.
Ayrıca bir yazarın bütün eserlerinin bibliyografisi hazırlanabilir. Bu anlamda bütün
bilim ve sanat dalları, alt kolları, bilim adamları ve sanatçılar düşünüldüğünde bibliyografi
oluşturmak da ayrı bir bilim alanı olmuştur denilebilir.
Bibliyografide eserler yazarların soyadları gözönüne alınarak alfabe sırasıyla
yazılır. Kitap birden fazla yazarlı ise ilk yazarın soyadı dikkate alınır. Kitap tanıtımında
ise: Kitabın adı, yazarın adı, konusu, bölümleri (varsa), cilt sayısı, baskı
sayısı, basım yeri, basım yılı, sayfa sayısı, eserin boyutları, fiatı, resimli olup olmadığı,
kapak kompozisyonu, dizgi, baskı ve kâğıt nitelikleri verilir. Eğer eser bir makale
ise: Yazarın soyadı, ön adı, eserin adı, eserin yer aldığı dergi, kitap vs. adı, basım yeri,
basım yılı, eserin yer aldığı sayfalar, eserin boyutları verilir.
Son zamanlarda kitap boyutlarındaki standart ölçüler kalkmakla birlikte hâlâ kitap
boyutlarını; küçük boy, orta boy, büyük boy olmak üzere üç türde toplayabiliriz. Buna
göre roman ve öykü kitaplarının boyutu küçük, ders kitaplarının boyutu orta, ansiklopedilerin
boyutu büyüktür.
Bir Kitabın Bibliyografi Bilgisi:
Kitabın adı: Söylev (Nutuk)
Yazarın soyadı, ön adı: Kemal ATATÜRK
Konusu: Kurtuluş Savaşı
Cilt: I (1919 - 1920), II (1920 - 1927), III (Vesikalar)
Baskı sayısı: Yedinci Baskı
Basım yeri: Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Devlet Kitapları Müdürlüğü, İstanbul, Milli
Eğitim Basımevi.
Basım yılı: 1967
Sayfa sayısı: IV+1280
Eserin boyutları: Küçük boy
Fiatı: 800 x 3 = 2400 kuruş
Resimli olup olmadığı: Bir Atatürk resmi var.
Kapak kompozisyonu: Resimsiz
Dizgi, baskı ve kâğıt nitelikleri:
Bir Makalenin Bibliyografi Bilgisi:
Yazarın soyadı, ön adı: AZMUN, Yusuf
Eserin (makalenin) adı: Türkmen Halk Edebiyatı Hakkında
Eserin yer aldığı kitap adı: Reşit Rahmeti Arat İçin
Basım yeri: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 19, seri:I, Sayı: A 2,
Ankara,
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 127
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Basım yılı: 1966
Eserin yer aldığı sayfalar: 32- 83
Eserin boyutları: Orta.
İnceleme yazı türünün belirleyici özellikleri nelerdir?
• Yerleştirme eksiksiz olmalı, konunun (eserin/kişi/olay/akım...) adı, bir eserden
alındı ise kaynağının adı, kaynaktaki sayfa numaraları, basıldığı yer, yılı,
boyutları eksiksiz olarak verilmelidir.
• Eserin konusu kısaca fakat içeriğini yansıtacak biçimde verilmelidir. Varsa
bölümleri yazılmalıdır.
• Yazarı objektif olmalı, subjektif bilgiler katmamalıdır.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Özet
Bir duygunun, bir düşüncenin, bir hayalin, bir isteğin yazı ile anlatımasına yazılı anlatım
denir. Yazılı anlatım da kendi içinde türlere ayrılır. Gazetenin kitle iletişiminde kullanılmasıyla
birlikte yazılı anlatım türlerinde bir hayli artış olmuştur. Bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak
genel kurallar vardır, bunlar: Yazarın yapmacıklıktan uzak olması, halkın
anlayacağı dil ile yazması, yazıyı söz oyunlarıyla süslememesi, kullanılan dilde yetkin
olması, sözcükleri iyi seçmesi, dilbilgisi yanlışları ile anlatımı bozmaması, cümleleri doğru
kurması, yazıyı gereksiz yere uzatmaması, akıcı bir anlatımı yakalaması, yazım kurallarını
doğru uygulaması, noktalama işaretlerini doğru kullanmasıdır.
Toplumu, bilimsel, siyasal, sanatsal ya da sosyal bir konu üzerinde düşündürmeyi,
tartıştırmayı, bu yolla gerçeklere ulaştırmayı, heber vermeyi amaçlayan yazı türlerine düşünce
yazıları denir. Düşünce yazılarının çoğu duygusal boyutlu değildir, gözlem ya da deneyime
dayalı yazılardır. Yazarın sanatlı anlatım kaygısı yoktur. Genellikle gazetelerden
tanıdığımız yazı türleridir. Haber, makale, fıkra, eleştiri, deneme, şöyleşi, röportaj, gezi,
günlük, anı, incleme, biyografi, otobiyografi, bibliyografi... türündeki yazılar düşünce yazıları
arasında yer alırlar.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.
1. Aşağıdakilerden hangisi yazılı anlatımın kurallarından değildir?
A. Yalın halk diliyle yazılmalı,
B. Anlatım açık olmalı,
C. Dilde yetkin olunmalı,
D. Yazı sanatlarla süslenmeli,
E. Anlatım tutuk olmamalı.
128 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
2. Aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?
A. Haber plânı tersine dönmüş pramit diye bilinir.
B. Haber önemli olmalıdır.
C. Hiç bir yayın organı habersiz düşünülemez.
D. Haber kaynağını yaşamdan alır.
E. Haber toplayana, haber yazana sanatçı denir.
3. Aşağıdakilerden hangisi makalenin özelliklerinden değildir?
A. Düşünsel plânla yazılmasa da olur.
B. Yazar anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir.
C. Yazar anlattıklarının doğruluğuna güvenmelidir.
D. Her anlatılan önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
E. Karşılaştırmadan yararlanılmalıdır.
4. İyi bir eleştiri yazısında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
A. Yalın bir dille anlatılmalıdır.
B. Taklit edilmiş olmamalıdır.
C. Anlatımı özentili olmalıdır.
D. Yergilerde sataşma olmamalıdır.
E. Yazar, bu alandaki terim niteliğindeki sözcükleri iyi bilmelidir.
5. Aşağıdakilerden hangisi denemenin özelliklerinden değildir?
A. Makaleden kısa yazılardır.
B. Kişisel görüş ağırlıklıdır.
C. Günü birlik yazılardır.
D. Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorundadır.
E. Okuyucusunu kendisi gibi düşündürme kaygısı yoktur.
6. "Makaleye benzer bir yazı türüdür. Konusu daha çok genel ya da günlük sanat olaylarıdır.
Konu tez ve savunma amacı güdülmeden ve karşılıklı konuşma havası içinde, sıcak
bir dille yazılır." Bu cümleler hangi yazılı anlatımın tanımıdır?
A. Fıkra,
B. Günlük,
C. Röportaj,
D. Deneme,
E. Söyleşi.
7. İyi bir röportaj yazısında aşağıdakilerden hangisi bulunur?
A. Betimlemeli anlatım kullanılır.
B. Öykülemeli anlatım yolu kullanılmaz.
C. Süslü bir dil kullanılır.
D. Özentili bir dil kullanılır.
E. Anlatım yollarının birinden diğerine geçiş yapılmaz.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 129
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
8. Aşağıda verilen bilgilerden hangisi gezi yazısı ile ilgilidir?
A. Bir olay, bir durum; yerinde gezip görülerek yazılır.
B. Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır.
C. Özgürce seçilen bir konunun konuşma havası içinde yazılmasıyla oluşur.
D. Çok yönlü anlatım olanakları yoktur.
E. Perde arkasındaki sorunları duyurmak amacı güdülür.
9. Aşağıdaki bilgilerden hangisi anı türü yazılarla ilgilidir?
A. Yazdıklarını yüzde yüz belgelendirmek zorunda değildir.
B. Politik kişiler anlatılamaz.
C. Yaşanmakta olanlar anlatılır.
D. Yazar kendi gözlemlerine bağlı kalmaz.
E. Yazarın duyguları okuyucuları ilgilendirmez.
10. Aşağıdakilerden hangisi inceleme türünün bir özelliğidir?
A. İncelemenin biçimi eserin türüne göre değişmez.
B. İncelemenin biçimi eserin türüne göre değişebilir.
C. İncelemede önemli bir kişinin yalnız bir özelliği üzerinde durulmaz.
D. İnceleme düşünsel plânlı bir yazı değildir.
E. İncelemede bir yöntem belirlemek gerekmez.
11. " Ünlü sanatçıların, ülkesine ve insanlığa yararı dokunmuş kişilerin yaşam
öyküsünün bir araştırmacı tarafından yazıldığı yazı türü aşağıdakilerden hangisidir?
A. Otobiyografi,
B. Bibliyografi,
C. Biyografi,
D. Anı,
E. Özgeçmiş.
12. "Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı esere .........
denir." Bu cümledeki boşluğa aşağıdaki sözcüklerden hangisi gelmelidir?
A. Biyografi,
B. Anı,
C. Özgeçmiş,
D. Otobiyografi,
E. Günlük.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Ateş, Kemal. Örneklerle Türkçe Kompozisyon Bilgileri, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, No: 353, Ankara, 1985.
130 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Başka, Özcan. İnsan Dili ve Ötesi, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1988.
Emir, Sabahat. Örnekleriyle Kompozisyon Yazma Sanatı, Ofset, İstanbul, 1985.
Garipoğlu, Kemal. Örnekli Kompozisyon, İstanbul, 1977.
Hengirmen, Mehmet. Türkçe Kompozisyon Yazım-Test-Ulgulama, Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1980.
Yörük ,Yaşar. Güzel Konuşma Yazma Kılavuzu, Ankara, 1978.
Sarıca, Salih, Mustafa Gündüz. Güzel Konuşma Yazma Kompozisyon, İstanbul,
1992.
Özdemir, Emin. Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986.
Özdemir, Emin. Okuma Sanatı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1983.
Tansel, Fevziye Abdullah. İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Milli Kültür Yayınları,
Ankara, 1962.
Yıldırım, Hüseyin. Öğretmen Rehberi, C. I, II, Ankara Yayınevi, Kültür Matbaası,
Ankara, 1966.
Par, Hikmet Arif. Plânlı Yazma Sanatı Komposizyon, İstanbul, 1974.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Anı Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:
246, Ankara, Mart 1972.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Deneme Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi,
Sayı: 118, Ankara, Temmuz 1961.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Divanü Lûgat-it Türk Özel Sayısı. Aylık Dil ve Edebiyat
Dergisi, Sayı: 253, 1 Ekim 1972.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Eleştiri Özel Sayısı I, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi,
Sayı: 142, Ankara, Temmuz 1963.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Eleştiri Özel Sayısı II, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi,
Sayı: 234, Ankara, Mart 1971.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Gezi Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:
256, Ankara, Mart 1978.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:
127, Ankara, Nisan 1962.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Mektup Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:
154, Ankara, Temmuz 1964.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ - I D Ü Ş Ü N C E D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 131
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ