13 Nisan 2016 Çarşamba

şiir türleri

1. Giriş
Edebiyat, söz ile yazıya dayanan sanatlı bir anlatım biçimidir. Sanat, düşünceye
biçim verme işidir. Düşünce maddeye biçim veriyorsa plâstik sanatlar, harekete biçim
veriyorsa harekete dayalı sanatlar, sese biçim veriyorsa ses sanatları, söze biçim veriyorsa
söze dayalı sanatlar oluşur.
Sanat
Plâstik Sanatlar Hareket Sanatları Ses Sanatları Söz Sanatları
Resim Dans Müzik Edebiyat
Heykel Bale Opera [Şiir
Seramik Jimnastik Tiyatro vb. Öykü
Mimarlık vb. Pantomim vb. Roman vb.]
Yukarıdaki çizelgeye göre edebiyat; söze biçim veren sanattır. Duygu ve düşünceleri
dile getirmenin yine iki türü vardır: şiir ve düz anlatım. Her ikisi de çok önceden
yalnız sözlü idi; çünkü yazının kullanılmadığı dönemlerde başka anlatım türü yoktu.
Yazı kullanılmaya başlanınca, yazılı anlatım ile anlatılanlar daha emekli ve daha
kalıcı oldu. Öyle ise edebiyatın iki anlatım türü vardır: sözlü anlatım, yazılı anlatım. Bu
bilgilere göre tanımlarsak, edebiyat, duygu ve düşüncelerin sözlü ya da yazılı olarak
en güzel, en etkili biçimde anlatımıdır. Ancak her edebiyat ürününün sanat değeri
yoktur, kimilerinde düşünce yönü ağır basmaktadır. Buna göre de edebiyat
eserlerini aşağıdaki gibi ayırabiliriz.
Edebiyat
Sanat Değeri Taşıyanlar Bilgi ve Haber Değeri Taşıyanlar
Şiir Makale
Öykü Fıkra
Roman Deneme
Tiyatro eseri vb. Eleştiri vb.
2. Şiir
Şiir; eskilere göre ölçülü, uyaklı, özel dizilişli dizelerden oluşan söz söyleme sanatıdır;
yenilere göre ise yalnız ahenkli söz söyleme sanatıdır. Demek ki eski şairler
şiirde ahengi ölçü ve uyakla sağlıyorlardı; ritmi de durakla. Ayrıca nazım şekli, nazım
birimi gibi şiirin dış yapısını ilgilendiren teknik özellikleri de kullanıyorlardı.
Terim olarak şiire önce koşuk, Osmanlı döneminde nazım, sonraları şiir, günümüzde
ise kimileri şiir derken, kimileri Türklerin kullandığı ilk terime dönerek
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 79
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
koşuk demektedir. Şair için önce kam, baksı, şaman, ozan; Osmanlı döneminde nazım,
şair denildi. Günümüzde ise kimileri şair derken, kimileri ozan adını kullanmaktadır.
Şiir de türlü yönleriyle ele alınıp incelenebilir. Konularına göre, edebiyat akımlarına
göre, teknik özelliklerine göre, üretildiği döneme göre...
Şiir
Konularına Göre Şiir Türleri Teknik Özelliklerine Göre Şiir Türleri
Lirik şiir Şiirde ölçü türleri
Epik şiir Şiirde uyak türleri
Didaktik şiir Şiirde redif türleri
Pastoral şiir Nazım şekline göre şiir türleri
Satirik şiir
Dramatik şiir
Edebiyat Akımlarına Göre Şiir Türleri Üretildiği Döneme Göre Türk Şiirinin Türleri
Klâsik şiir İslâmiyet Öncesi Türk şiiri
Romantik şiir Halk şiiri
Parnasyen şiir Divan şiiri
Sembolik şiir Tanzimat şiiri
Dadaist şiir Servet-i Funun şiiri
Sürrealist şiir Cumhuriyet şiiri
1940 Sonrası şiiri
Çizelgedeki her kümeyi gözden geçirelim.
3. Konularına Göre Şiir Türleri
Şiirde her konu işlenebilir. Şair isterse duygularını, isterse güzel bir görünümü, isterse
bilgisini şiirle anlatabilir. Konularına göre; lirik, epik, didaktik, pastoral, satirik,
dramatik şiir olmak üzere altı türlü şiir vardır; fakat şiirin düşünceden çok duyguya
seslendiği düşünüldüğünde, insanların duygu yoluyla da eğitildiği gerçeğine bakıldığında
bu türler birbirinden kesin çizgilerle ayrılamaz. Ancak bir şiirde bu altı
özellikten en çok hangisi öne çıkarsa, şiir o türde yazılmış sayılır.
3.1. Duygusal (Lirik) Şiir
Hayal gücü, ahenk ve duygulardan oluşan şiire lirik şiir denir. Şair özenle seçtiği
sözcük, sözcüğün mecaz anlamları, sözcükler arası anlam bağları ve ritmle okuyanı
ya da dinleyeni kendi duygu dünyasına çekmeyi başarır. Şiir bir etkiye karşı tepkinin
ürünüdür; öyleyse şair kendi duymadığı bir duyguyu anlatamaz. Ne ki şair bizi
80 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
yoklayıp geçen ya da yoğunlukla yaşadığımız duyguları yazarak kalıcı yapan kişidir.
Lirik şiirlerde işte bu duygu daha belirgindir. Şiir Türkçe Sözlük'te “1. Zengin
sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan anlatım biçimi; 4.
Düş gücüne, gönle seslenen; duygu ile coşku uyandıran, etkileyen yön" diye tanımlanır.
Bu tanımlara göre her şiir biraz liriktir.
Aşağıdaki şiiri okuduktan sonra sizde uyandırdığı duyguları ve izlenimleri yazınız.
Kitabe-i Seng-i Mezar
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler,
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rûzigâr ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı
Kahve ocağında el yazısıyla:
"Ölüm Allahın emri
Ayrılık olmasaydı."
Orhan Veli
Duygu insanın doğasında var olduğuna göre, insanda duygunun tarihi düşünceden
öncedir. Belki de insanlığın ilk şiirleri liriktir. Eldeki verilere göre ilk şiirlerde
duygu o kadar önde idi ki, şiirdeki duygu müzik ile de desteklendi. Eski Yunan'da
şiirin lyr denilen dört telli saz eşliğinde söylendiğini, lirik şiir teriminin de bundan
türediğini biliyoruz. Batı'da toplumuna göre şiir; gitar, lavta, fülüt eşliğinde
söylenmekteydi. Eski Yunan'da şiir koroları da vardı. Şiir, şarkı gibi besteli olarak
solo ya da koro söylenirdi. Eski Yunan'da şiirin bu dönemine eolien dönemi, müziğin
yanı sıra şiire toplu dansın da katıldığı ikinci dönemine dorilen dönemi, lirik şiirin yalnızca
okunduğu dönemine ise İskenderiye dönemi denilmektedir. Orta Çağda Batı şiiri
yine musiki ile birleşir. Eski Türklerde ait olduğu boya göre kam, ozan, baksı gibi
adlar alan şairler, şiirlerini kopuz denilen saz eşliğinde söylüyorlardı. Dinleyenlerdeki
duyguyu daha coşturmak için dans da ederlerdi. Günümüzde şarkı, türkü,
opera, bale, müzikli oyun gibi türlerde şiir ile müziği bir arada duyuyoruz. Şiir söylemek
ya da okumaktaki ses tonlaması, konuşmaktan ya da okumaktan ayrı olmakla
birlikte müziksizdir.
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 81
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.1.1. Lirik Şiirin Özellikleri
Eskiler lirik şiiri biçimine göre, eleştirici dediğimiz yeniler özüne göre tanımlamaktadırlar.
Lirik şiir duyguya dayanır, ölümsüzlüğünü de buna borçludur; çünkü hemen
hemen lirizme dayanmayan şiir yoktur. Bir şiir hem epik, hem lirik, hem pastoral
olabilir. Duygudaki canlılık, sıcaklık okuyanı ya da dinleyeni de saracak kadar
coşkulu olmalıdır. Şair bunu, kurduğu şiir cümlelerinde seçtiği sözcüklerle, hatta
seslerle sağlar. Şiirdeki duygu kişiseldir; yani bir olay, bir durum karşısında şair ne
duyuyorsa o. Bu nedenle şiir dili ne kadar resmî olursa olsun içtenliğini yitirmez:
Bir Bahar Akşamı
Bir bahar akşamı rastladım size, İçimde uyanan eski bir arzu,
Sevinçli bir telâş içindeydiniz. Dedi ki yıllardır aradığım bu.
Derinden bakınca gözlerinize, Şimdi soruyorum büküp boynumu,
Neden başınızı öne eğdiniz? Daha önceleri neredeydiniz?
Şarkı sözü
Lirik şiirin konusu eskiden aşk, ölüm, kahramanlık, din gibi konularla sınırlı iken,
günümüzde konu alanı çok genişlemiştir. İnsanla, evrenle ilgili her konuda lirik şiir
yazılabilir:
Hiç uyarmadan Kızaran nara benzersin dalın tepesinde
Kasırga nasıl sökerse En yüksek dalında unutulmuş, bir ağacın.
Meşeleri kökünden Hayır, unutulmuş değil, yetişilememiş.
Öyle sarsıyor yüreğimi aşk."
Sappho (Çeviren: Azra Erhat, Orhan Veli)
Eski Türk şiirinden bir örnek Bugünkü Türkçeye çevrilişi
Üdig mini komıttı Aşk beni coşturdu heyecanlandırdı;
Sakınç manga yumıttı Dert bende toplandı.
Könglüm angar emitti Gönlüm ona meyletti;
Yüzüm mening sargarur Yüzüm benim sararıyor.
. . . . . . . . . .
Bardı közüm yarukı Gözümün nuru sevgilim gitti.
Aldı özüm konukı Özümün konuğunu aldı.
Kanda erinç kanı-kı Nerede ki nerde?
Emdi udın odgarur Şimdi uykularım kaçıyor.
82 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Kördi meni emleyü Beni gördü, tedavi etti;
Bakdı manga imleyü Bana baktı, selâmladı..
Kaldım köngül tumlıyu Gönlüm donup kaldı.
Kadgu meni torgurur Kaygı beni zayıflatıyor.
3.2. Destansal (Epik) Şiir
Bir ulusun başından geçen tarih olaylarını, toplum ile ilgili sorunları, doğal afetleri
ve bu olaylarda kahramanlık gösterenleri anlatan tarihsel olmakla birlikte olağanüstülüklerle
efsaneleşmiş, masallaşmış bir şiir türüdür. Eski Yunan'da bu tür şiire
epos, Batı'da epope, Türk Edebiyatında destan denir. Epik şiirin üç yönü vardır: konusunun
kahramanlığa dayanması, olağanüstülük, kompozisyon.
Epik şiirde konu kahramanlıktır.
Epik şiirin konusu tarihten alınır. Fakat tarihe dayalı olaylar halkın hayal gücü ile
beslene beslene dilden dile dolaşırken gelişir, genişler, yücelir; gerçekle ilgisi azalıp
olağanüstülük kazanır. Ana olay destanın çekirdeği, diğer olaylar destanın kolları
olur. Eski Yunan'da bunlara epizot denir.
Bütün olaylı anlatımlarda olduğu gibi epik şiirdeki olay da çok canlı ve hareketlidir.
Bir ana olay ile bu ana olayı engellemeye çalışan ya da ana olaya yardımcı olan pek
çok yan olay akışı vardır. Batı'da epizot denen bu yanlara olay Türk destanlarında kol
denir. Epik şiirin uzunluğu bu epizotların çokluğuna bağlıdır.
Dede Korkut Hikâyeleri'ndeki her hikâyeyi daha büyük bir destanın epizotları
olarak düşenebiliriz misiniz? Neden?
Yaşanmış olayın üzerinden uzun yıllar geçmeden destan oluşamaz; bu nedenle destan
kahramanı çok eski zamanlarda yaşamış bir kişidir. Kahramanın, bu koca zaman
diliminde, anlatıla anlatıla kötü nitelikleri varsa da kalmaz, ideal insan tipi hatta
yarı Tanrı tipi ortaya çıkar. Kahramanda karakter değil tipleme vardır. Epik şiirde
ulusal özellikler, gelenekler vardır; kahramanı da ulusaldır. Epik şiirlerde anlatıldığı
dönemlerin uygarlığından izler bulunur. Söz gelimi, Oğuzların demiri işlediklerini
Ergenekon destanından öğreniyoruz. Epik şiirin bir kahramanla gelişmesi, yaşaması
olanaksızdır. Bu yüzden ikinci, üçüncü dereceden kahramanlar; hatta hayvan
kahramanlar başkahramana yardımcı olurlar.
Epik şiirin en belirgin özelliği nedir?
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 83
?
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Olağanüstülük, epik şiirin en belirgin özelliğidir.
Epik şiirde olaylar olağanüstüdür; duygular, düşünceler olağanüstüdür. Oğuz Kağan
bir ışık olarak yeryüzüne inen, sonradan güzel bir kız olan peri kızı ile evlenir,
Dede Korkut Hikâyeleri'nde insan ile hayvan arası Tepegöz adında bir dev vardır, Köroğlu'nun
atı uçar, Yunan epiğindeki Tanrılar ölümsüzdür, Prometheus'un ciğerini
bir kuş her gün yer bitirir, ciğer ertesi güne kadar tamamlanır, Prometheus ölmez...
Epik şiirlerde işte bu olağanüstü yaratıklarla birlikte yaşayan ya da olağanüstü
devlere karşı savaşan ve çoğu kez onları aklıyla yenen yine olağanüstü kahramanlar
vardır.
Epik şiirde nasıl bir anlatım görülür?
Epik şiirin anlatımı öykülemedir. Doğa, eşya ve kişi betimlemeleri kısaca, olay anı
ise daha ayrıntılı verilir. Karşılıklı konuşma ya da söylev türü konuşmalar vardır.
Kimi epik şiirlerin, dilden dile dolaşırken yazıya geçirilinceye kadar, şiir biçimi bozularak,
düz anlatıma dönüşmüştür.
Epik şiirler, oluşum tarihine göre doğal epik ve yapay epik olmak üzere ikiye ayrılır.
Doğal epikler o kadar eski tarihte oluşmuştur ki ilk söyleyeni unutulmuş, her anlatandan
bir şeyler eklenerek genişlemiştir. Kırgızların Manas Destanı uzunluk bakımından
belki de en uzun olanıdır. Yazıya geçirilmişi 16.000 beyit kadardır; hâlâ da gelişmesini
sürdürmektedir.
Daha yeni olaylar için de epik şiirler yazılır. Bunlardaki olay da yazan da bellidir.
Oluşma aşamasında yazıya geçtiği için, artık yapıları değişmeden yıllarca kalabileceklerdir.
Böyle epik şiirlere yapay epik denilmektedir. Doğal epik türü için Türk Destanları,
Yunan Destanları, Fin, Alman Destanları gösterilebilir.
Bunlar için daha geniş bilgi, Halk Edebiyatı kitabınızın ilgili bölümünde verildiğinden,
burada yalnız Türk edebiyatındaki yapay destanlardan bir örnekle yetinilecektir.
84 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Kurtuluş Savaşı Destanı'ndan
Saat 2.30 Ve Afyon önünde
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, Altıgözler Köprüsü'nün altından
ne ağaç, ne kuş sesi, gündoğuya dönerek
ne toprak kokusu vardır. ve Konya tren hattına rastlayıp yolda
Gündüz güneşin, Büyükçobanlar köyünü solda
gece yıldızların altında kayalardır ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp gider.
ve şimdi karanlıkta daha bizim Düşündü birdenbire kayalardaki adam
ve dünya karanlıkta daha bizim kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri,
daha yakın kim bilir onlar ne kadar büyük
daha küçük kaldığı için ne kadar uzundular?
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten Birçoğunun adını bilmiyordu,
evimize, aşkımıza ve kendimize dair yalnız Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel
sesler geldiği için Selimşahlar Çiftliğinde ırgatlık ederken Manisa'da
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
okşayarak gülümseyen bıyığını Dağlarda tek
seyrediyordu Kocatepe'den tek
dünyanın en yıldızlı karanlığını. ateşler yanıyordu.
Düşman üç saatlik yerdedir ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Ve Hıdırlık tepesi olmasa şayak kalpaklı adam
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek. nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Şimali garbîde Güzelim dağları öcalıcı, güzel ve rahat günlere inanıyordu
ve dağlarda tek ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
tek ateşler yanıyor. birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde Paşalar onun arkasındaydılar.
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde O, saati sordu.
şimdi yalnız suların yaptığı Paşalar "üç" dediler.
bir yolculuk var. Sarışın bir kurda benziyordu.
Akarçay belki bir akarsu Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
belki bir ırmak Yürüdü uçurumun başına kadar,
belki küçücük bir nehirdir. eğildi, durdu.
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip Bıraksalar
kılçıksız yılan balıklarıyla İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Yedişahitler Kayası'nın gölgesine girip Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
çıkar, Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
ve kocaman çiçekleri eflâtun
kırmızı . . . . .
beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların içinden akar.
Nazım Hikmet Ran
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 85
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.3. Öğretici (Didaktik) Şiir
Bilgilendirmek, öğretmek amacıyla yazılmış şiirlere didaktik şiir denir. Sözcük
Grekçe "didasko"dan türetilmiş. Konusu düşüncedir. Kimi şiirlerde duygu ile öğreticilik
iç içedir. Günümüzde öğretici eserler düzyazı ile yazılıyor. Eskiden yararlı
düşünceler de belleklerde kolay kalması için küçük şiir dizeleriyle söylenirdi. Atasözlerinin
bügünkü söyleniş biçimleri bile bu gerçeği doğrular niteliktedir:
Ak akça kara gün içindir. Az veren candan, çok veren maldan.
Sakla samanı, gelir zamanı. Yere bakan, yürek yakan.
Tencere dibin kara, seninki benden kara. Baskıdaki altından askıdaki salkım yeğdir.
Eli boşa "Ağa uyur"derler; Kazanırsan dost kazan,
eli doluya "Ağa buyur" derler. düşmanı anan da doğurur.
Bunun yanında ilk sözlü sanat ürünlerinin şiir olduğu düşünülürse, öğretici nitelikteki
ilk eserlerin de şiir olması çok doğaldır. Zaten yazılış nedeni ne olursa olsun, her
sanat eserinde en azından güzel, özlü söz söyleme, iyi bir örnek olma özelliği ile bir
eğiticilik, öğreticilik vardır. Sanat eserini söyleyen ya da yazan bunu amaçlamasa bile
ortaya çıkan gerçek budur. Yine de çok eskilerden beri ahlâk, din, felsefe, bilim konularında
öğretmeyi amaçlayan şiirler de yazılmıştır.
Öğretici ilk şiir ne zaman, kim tarafından yazılmıştır?
Batıdaki ilk öğretici şiir örneğini İ.Ö. 8. yüzyılda yaşayan Hesiodos'ta buluyoruz.
Hesiodos ahlâk ve din bilgileri verir.
İki Kavga
Bu dünyada kavganın bir türlüsü değil O, eli ağır bir adamı bile iş görmeye kışkırtır.
İki türlüsü vardır. İnsan birini tanıdı mı över, Zira biri bir başkasını çift sürmeye ekin ekmeye,
Öteki ayıplanmalı; ruhları ayrıdır onların. Evini barkını düzmeye çalışan bir zengini gördü mü,
Biri cengi ve öldürücü savaşı türetir, Çalışmak hevesine kapılır. Komşusu mal mülk
O fenasıdır. Hiçbir ölümlü sevmez onu; ancak zorla edinmeye
Ölümsüzlerin buyruğu üzerine tapınır bu ağır kavgaya. Çalışan insan komşusuna imrenir.
Ötekini karanlık gece daha önce doğurdu, Bu kavga hayırlıdır ölümlülere.
Göklerde yüksek tahtında oturan Kronosoğlu, onu. Çanakçı çanakçıya gıpta eder, dülger dülgere
Dünyanın köklerine yerleştirdi; insanlar için Dilenci dilenciyi kıskanır, şair şairi.
çok daha hayırlı olarak. Ey Perses, sen bu öğütleri yerleştir aklına
Kötüye düşkün kavga, gönlünü işten alıkoymasın.
Hesiodos
86 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
İ.Ö. 270'te Aratos doğa olaylarını şiir diliyle anlatır. Astronomi ile meteoroloji olaylarını
yazar. Lâtin Edebiyatında Lucretius (İ.Ö. 99), fizik ve ahlâk üzerine yazar,
Virgillius tarım bilgisi verir.
Türk Edebiyatında da didaktik şiirin başarılı ürünleri vardır. Bunlar önceleri dinî ve
ahlâkî eserlerdir. Sonraları efsane, fıkra, masal ve yergi şiirleri de yazılmıştır. Yusuf
Has Hacip'ten Tevfik Fikret'e, Aşık Veysel'e pek çok şair didaktik şiir yazmıştır.
Promete
Kalbinde her dakika şu ulvî tahassürün Meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
Minkar-ı âteşini duy, daimâ düşün: Yüklen, getir -ne varsa- biraz meskenet-fiken,
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? Bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?.. Esmâr-ı bünye-hîzini, boş durmasın elin.
Yükselmek âsûmâna ve gülmek ne tatlı şey! Gör dâima önünde esâtir-i evvelin
Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramânını...
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını.
Müştâk-ı feyz ü nûr olan âtî-i milletin
Tevfik Fikret
Fabl türünün ortaya çıkış nedeni de eğitim, öğretimdir. Bu konuda daha çok bilgi
için Yazılı ve Sözlü Anlatım kitabındaki "Sanat Değeri Olan Yazılar" konusuna
bakınız.
3.4. Doğa Şiiri (Pastoral Şiir)
Kırları; çobanların yaşamını, aşklarını, üzüntülerini, sevinçlerini anlatan şiirlere
pastoral şiir denir. İlk pastoral şiirler pek gerçekçi değildi, olağanüstülükler vardı; fakat
anlatımı yalın idi, söz oyunları ile süslenmezdi. Pastoral şiir; monolog biçiminde
ise idil, diyalog biçiminde ise eglog adını alır. İdillerde çobanın aşkı yine onun ağzından
anlatılır, monolog olduğu için, doğal olarak eglogdan daha kısadır. Eglogda
çobanlar karşılıklı konuşarak kır yaşamının güçlüklerini anlatırlar. Ayrıca bir çoban
öldüğünde arkasından arkadaşlarının söylediği ağıtlar vardır; bunlara eleji denir.
Bu kurallara uygun şiirler Yunan edebiyatında Theokritos, Lâtin edebiyatında Vergilus
tarafından yazılmıştır. Günümüzde köy, kır, çoban yaşamını anlatan her şiiri
pastoral sayıyoruz.
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 87
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bingöl Çobanlarına
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum, Gün biter, sürü yatar ve sararan ayla,
Bu dağların en eski âşinasıdır soyum. Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
Bekçileri gibiyiz ebencet buraların, - Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al!
Bu tenha ovaların, bu vahşi kayaların Diye hıçkırır kaval:
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi. Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun,
Her gün aynı pınardan doldurup testimizi, Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla. Hulyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni; Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini. Madem ki kara bahtın adını koydu çoban!
Arzu başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek,
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek, Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Dolaşıp dururuz aynı daüssılayı Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı. Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda, Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
Bir çamlıkta söylemiş son sözlerini babam, Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda, Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam. Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.
Kemalettin Kamu
3. 5. Yergi Şiiri (Satirik Şiir)
Edebiyatta şiirle bir kimseyi, bir düşünceyi, bir durumu açık ya da kapalı biçimde,
iğneli bir dille yerme sanatına yergi denir. Her yergide bir uyarı olduğu için öğretici
özellik de bulunur. Yergi şiirine Halk edebiyatında taşlama, Divan edebiyatında
hiciv denir. Tarihin her döneminde her zaman yergi şiiri söylenmiştir ya da
yazılmıştır. Eski Yunan'da Diogenes'in yergileri vardır. 18. yüzyılda Batı'da Voltaire
iyi bir yergici idi. Türk edebiyatında, yergi denilince akla Nef'î gelir.
Geçenlerde bir derin vadide Bana Tahir Efendi kelp demiş
Jean Frenon'u bir yılan ısırdı İltifat, bu sözde zâhirdir
Ne oldu dersiniz sonra? Mâliki mezhebim benim zirâ
Can veren yılan oldu. İtikatımca kelp tâhirdir
Voltaire Nef'î
3.6. Dramatik Şiir
Dramatik şiirin konusu olaydır. Konuyu tiyatro gibi canlandıran şiirlerdir. Eski Yunan'daki
tragedyalar ile başlayan dramatik şiir, günümüzde manzum tiyatrolarla
varlığını sürdürmektedir. Batıda Cornille, Shakespeare vardır. Türk edebiyatında
şiir ile yazılan tiyatro Tanzimat edebiyatında başlar. Namık Kemal, Abdülhak Hamit,
Faruk Nafiz dramatik şiirin ilk örneklerini verirler.
88 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Elektra'dan
Koro Koro
Ey talihsiz bir babanın evlâdı, Elektra! Fakat hiçbir zaman
Kurnaz ananın dinsizce hepimizi bekleyen Hades bataklığından,
kurduğu tuzağa düşen Agamemnon'a ne gözyaşları, ne de yalvarmalarla
ne bitmez tükenmez gözyaşlarıyla ağlıyorsun? babamı yukarıya alamayacaksın.
Oysa sen kendini bırakıyor,
Elektra çaresiz dertlere doğru gidiyorsun,
Sonsuz iniltilerle perişan oluyorsun.
Ey soylu ailelerin kızları! Dertlerinden böyle kurtulamazsın.
Acımı avutmak için buraya geldiniz; Acıdan haz mı duyuyorsun?
biliyorum, anlıyorum, gözümden
bir şey kaçmıyor, ama vazgeçemiyorum. Elektra
Zavallı babama ağlamaktan kendimi alamıyorum.
Gafil! Babamın acıklı ölümünü
unutuyor musun?
Sophokles (Çeviren: Azra Erhat)
Vatan -yahut- Silistre'den
Âmalimiz, efkârımız ikbal-i vatandır,
Serhaddimize kal'e bizim hak-i bedendir.
Osmanlılarız, ziynetimiz kanlı kefendir.
Kavgada şehadetle bütün kâm alırız biz!
Osmanlılarız, can veririz, nam alırız biz!
Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda.
Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda.
Her kûşede bir şîr yatar toprağımızda
Kavgada şehadetle bütün kâm alırız biz!
Osmanlılarız, can veririz, nam alırız biz!
Namık Kemal
4. Edebiyat Akımlarına Göre Şiir Türleri
Güzel sanatlardaki her akım, güzel sanatların bir kolu olan edebiyatı, dolayısıyla şiiri
de etkilemiştir. Böylece akımlara paralel olarak klâsik şiir, romantik şiir, parnasyen
şiir, sembolik şiir, dadaist şiir, sürrealist şiir gibi süreçler yaşanmıştır.
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 89
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bu konuda ayrıntılı bilgi için, elinizdeki kitabın "Yazın Akımları" ünitesine bakınız.
5. Teknik Özelliklerine Göre Şiir Türleri
Şiir; ölçülü, uyaklı, özel dizilişli dizelerden oluşan sanat eseridir. Bu tanıma göre şiirin
teknik özellikleri; şiirin ölçüsü ile, uyağı ile, dizelerin dizilişi ile ilgili özellikleridir.
Şiirin ahengini ve ritmini ölçü ile uyak sağlar. Öyle ise şiiri teknik özelliklerine
göre incelemek gerektiğinde ele alınacak ilk özelliği ölçüsüdür; ikincisi de uyağı.
Ayrıca şiir, nazım şekline, nazım birimine göre de incelenebilir.
Millî edebiyat akımından önce, halkın ürettiği edebiyat ile aydının ürettiği edebiyat
birbirinden çok ayrı olduğu için, diğer edebiyat ürünlerinde olduğu gibi, şiirde uyulan
kurallar bakımından Halk edebiyatı ile Divan edebiyatının arasında büyük farklar
vardır. Bu nedenle şirin teknik bilgileri verilirken, bu iki edebiyata göre ayrı ayrı
gözden geçirilmelidir.
5.1. Şiirde Ölçü
Ölçü ile şiir öyle bütünleşmiştir ki, şiir denilince akla gelen ilk özelliklerden biri ölçüdür.
Şiirin dizelerindeki hecelerin sayısına, yapısına ve durağına bağlı denklikle
sağlanan ahenk ile ritme ölçü (vezin) denir. Türk şiirinin ulusal ölçüsünde dizelerdeki
hece sayısının ve duraklarının denkliği yeterli sayılmış; bu ölçüye hece ölçüsü
denmiştir. Halk şiirinde genellikle hece ölçüsü kullanılmıştır. Divan şiirinde kullanılan
aruz ölçüsü'nde ise dizedeki hece sayısının ve duraklarının denkliğinin yanı sıra
hecelerin karakteri de göz önünde tutulmuştur.
5.1.1. Hece Ölçüsü
Türk şiirinin ulusal ölçüsü hece ölçüsüdür. Hece ölçüsünde dizelerdeki hece sayısının
ve duraklarının denkliği yeterlidir. Bu nedenle hece ölçüsüne parmak hesabı
da denilir. Türk dilinin yapısına uygun bir ölçüdür.
Hece ölçüsünün kuralları nelerdir?
• Dizelerdeki hece sayısı eşit olur.
• Hece sayısı yedili, sekizli on birli kalıplardan oluşur. Çok az beşli ve karışık
kalıba rastlanır.
• Dizelerdeki heceler, kalıp içinde belli duraklara ayrılır. Şiirde sözcüğün bu
duraklarda bitmesi gerekir. Duraklar sözcük ortasında bitmez. Dizedeki hece
sayısı çift ise durak genellikle heceleri eşit böler: 8 = 4+4. Dizedeki hece sayısı tek
ise genellikle hece sayısı çok olan durak ya da duraklar önde, hece sayısı az olan
durak sonda bulunur: 7 = 4+3, 11 = 6+5, 11 = 4+4+3. Beşli, altılı, yedili kimi zaman
da sekizli kalıplarda durak olmadığı da olur.
90 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
beşli (duraksız) yedili (4 + 3) sekizli (4 + 4)
Bilmem nideyüm Koşmat bizim / yolumuz Kara gözlüm seni saran
Işkun elinden Sıcak akar / suyumuz Kullar erer muradına
Kanda gideyüm Sevip sevip / ayrılmak Dudağından bade alan
Işkun elinden Yoktur öyle / huyumuz Diller erer muradına
Yunus Emre Canimen manisi Minhaci
(Eskişehir-Koşmat)
on birli (6+5 ya da 4+4+3) karışık
Demirciler / demir döver / örs ünen (4 + 4 + 3) Boş ver aldırma 5 (2 + 3)
Ben yarime / darılmışım / hırs ınan Alırım diye kandırma 8 (5 + 3)
Atı doru / kucağında / fesleğen Hiç aklımdan çıkmıyor 7 (4 + 3)
Gördüm yarim / yaylalardan / geliyor Adalar'daki dondurma 8 (5 + 3)
Elif Kınacı'dan alınma Canimen manisi
Ağılın önüne / gelmiş mi davar (6 + 5) Yare ipek dikem göğsü dar olsun (6 + 5)
Koymuş helkeyi de / yar davar sağar Biri çivit mavi biri al olsun (4 + 4 + 3)
Kurbanım bir daha / sarılsak ne var Ben kadir Mevlâ'dan bir yar isterem (6 + 5)
Kollarım boynunda / kalır mı sandın Ağzı şeker dudakları bal olsun (4 + 4 + 3)
Durmuş Tombak'tan alınma Durmuş Tombak
• Sonraları aydın şairler hece kalıplarıyla da oynamış, dizelerdeki hece sayısını
5 ile 19 arasında kullanmışlardır.
Aşağıdaki şiirlerin hece kalıplarını inceleyiniz.
Atatürk'ten
Türk'ü ölümden Yaptığı ordu Bu memleketi,
Odur kurtaran, Düşmanı kovdu, Cumhuriyeti,
Odur yeniden Ulusu, yurdu, Canıyla etti,
Türklüğü kuran. Odur yaratan. Bize armağan.
. . . . . . . . . .
Hasan Ali Yücel
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 91
Canimen: Eskişehir Türkmen
köylerinde kızlı erkekli,
karşılıklı mani atışarak
çekilen bir tür halay.
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Haziran'dan Melânkoli'den
Her akşam bulutlar Ne bir dost, ne bir sevgili
Bilmez telâşımı, Dünyadan uzak bir deli...
Her akşam bulutlar. Beni sarar melânkoli
..... Kafamın içersi ölür.
Bir gün geleceğim Sabahattin Ali
Alıp şu başımı,
Bir gün geleceğim.
Cahit Külebi
Fahriye Abla'dan
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Ahmet Muhip Dıranas
5.1.2. Aruz Ölçüsü
Aruz ölçüsünde ahenk, şiirin dizelerindeki hece sayısına, yapısına ve durağına bağlı
denklikle sağlanır. Bu demektir ki aruz ölçüsünde dizedeki hece sayısının ve duraklarının
denkliğinin yanı sıra hecelerin açık ya da kapalı oluşları da göz önünde
tutulur. Bu durum Arap dilinin özelliğinden kaynaklanır. Araplar fa'ale sözcüğünün
türevleri olan fa'lün, fâ'ilün, fa'ilâtün, fe'ilün, fe'ilâtün, fe'ûl, fe'ûlün, mefâ'ilün,
müstef'ilâtün sözcükleriyle (tef'ileleriyle) bahr denilen aruz kalıpları oluşturmuşlardır.
Arap aruzunda on dokuz bahr vardır. Her bahr için ayrıca kalıplar türetilir.
Arap aruzu çok zengindir. Farslar aruzu Araplardan almış, Farsçanın özelliklerine
uydurmuşlardır. Türkler de Farslardan aldıkları Acem aruzunu işleyerek, Türk aruzunu
oluşturmuşlardır. Türk aruzunda bu kalıplardan altı tanesi çok kullanılır.
Şeyh Galip kalıp sayısını dokuza çıkarmıştır.
Aruza göre kaç türlü hece vardır?
Aruzu anlamak için Arapçanın hece yapısını bilmek gerekir. Arapçada temel olan
ünsüzlerdir. Arap Alfabesinde ünlü olarak yalnız elif vardır; â harfine karşılıktır.
vav hem v hem de û yerine kullanılır; ye ise hem ye hem de î yerine kullanılır.
Ancak kelimedeki ünlü kısa ise harfle de gösterilmez, ünsüzün üstüne ya da altına
hareke konulur. Arapçada temel olarak iki türlü hece vardır: açık hece, kapalı hece.
Açık hece ünlüyle biter, kapalı hece ünsüzle biter. Bunlar da ünlülerinin uzun ya da
kısa oluşuna göre ayrılır; böylece Arapçanın hece türü dörde çıkar.
92 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Türkçede iki türlü açık hece vardır; bir ünlüden oluşan açık heceler (a-, e-, ı-,
ü-...), bir ünsüz + bir ünlüden oluşan açık heceler (sa, ne- li, to...). Aruzda Türkçenin
açık heceleri kısa açık hece sayılır, değeri yarım sestir. Bunlara benzer heceler
Arapça ve Farsçada da vardır.
• Türkçede uzun ünlü yoktur; Arapça ve Farsçada vardır. Ya bir uzun ünlüden
kurulmuş ya da bir ünsüzle bir uzun ünlüden kurulmuş hecelerdir. Her ikisinin
de değeri tam sestir. Aruz uygulamasında ( _ ) ile gösterilir: â, î, û; mâ, rî, bû...
• Türkçede dört türlü kapalı hece vardır; bir ünlü + bir ünsüzden oluşan kapalı
heceler (el, iş, or, ut...), bir ünsüz + bir ünlü + bir ünsüzden oluşan kapalı heceler
(say, der, lir, doy...), bir ünlü + iki ünsüzden oluşan kapalı heceler (alt, ilk, ört,
üst...), bir ünsüz + bir ünlü + iki ünsüzden oluşan kapalı heceler (Türk, dört, kırk,
dinç, vanç...). Aruzda Türkçenin bu kapalı heceleri hep bir tam ses değerindedir.
• Arapça ve Farsçada uzun ünlülü kapalı heceler vardır; bir uzun ünlü + bir
ünsüzden oluşan kapalı heceler (âb, âf, ûd...), bir ünsüz + uzun bir ünlüden oluşan
kapalı heceler (kâ, dî, bû, bî...), bir ünsüz + uzun bir ünlü + bir ünsüzden oluşan
kapalı heceler (mâr, yâr, bûy, şîr...), bir ünsüz + bir uzun ünlü + iki ünsüzden
oluşan kapalı hecelerdir (dôst, pôst). Aruz uygulamasında bu heceler kimi zaman
bir, kimi zaman bir buçuk ses değerindedir, bir buçuk ses değerinde olanlar
( ˘ _ ), ( _ ˘ ) ile gösterilir: mâr, sîm, hûn....
5.1.3. Aruzda Kalıplar
Bu açıklamalara göre aruzda kalıp parçaları (tef'ileler) şöyle gösterilir.
fa'lün: ( _ _ ) : ma'lum (mâlum), saygın...
fâ'ilün: ( _ . _ ), ( _ ˘ _ ) : kâtibân, mâvi kuş...
fa'ilâtü: ( _ . _ . ), ( _ ˘ _ ˘ ) : dizlerinde, gözlerinde...
fa'ilâtün: ( _ . _ _ ), ( _ ˘ _ _ ) : nâzenînin, gelmiyorsun...
fe'ilün: ( . . _ ), ( ˘ ˘ _ ) : gazelin, yakamoz...
fe'ilâtün: ( . . _ _ ), ( ˘ ˘ _ _ ) : şerefinden, sokağından...
fe'ûl: ( . _ ), ( ˘ ) : elîm, çetin...
fe'ûlün: ( . _ _ ), ( ˘ _ _ ) : Muhammet, çocukluk...
mef'ûlü: ( _ _ . ), ( _ _ ˘ ) : paymâne, gönlümde...
mef'ûlün: ( _ _ _ ) : nâşâdın, Mehmetçik...
mefâ'ilü: (. _ _ .), ( ˘ _ _ ˘ ) : şehinşâhı, bahârında...
mefâ'ilün: (. _ . _ ), ( ˘ _ ˘ _ ) : mürüvvetin, iniş yokuş...
mefâ'îlün: (. _ _ _ ), ( ˘ _ _ _ ) : tasavvurdan, kömür gözlüm...
müfteilün: (_ . . _ ), ( _ ˘ ˘ _ ) : cevr-i cefâ, haykırayım...
müstef'ilün: (_ _ . _ ), ( _ _ ˘ _ ) : dâr-ül fünûn, yalın ayak...
mütefâilün: (. . _ . _ ), ( ˘ ˘ _ ˘ _ ) : mütemâdiyen, neşelendiler...
müstef'ilâtün: ( _ _ . _ _ ), ( _ _ ˘ _ _ ) : ey serv-i sîmin, kumsalda gezmek...
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 93
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bu kalıp parçaları birleştirilerek aruz kalıpları (bahr) oluşturulur. Bu kalıplar da düz
kalıplar, yarı karışık kalıplar ve karışık kalıplar olmak üzere üç türlüdür.
5.1.3.1. Düz Kalıplar
Pek çok kalıp vardır: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün, fâilâtün fâilâtün fâilün, fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün, feûlün feûlün feûlün feûl, mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün,
mefâîlün mefâîlün mefâîlün feûlün, müstefilün müstefilün müstefilün müstefilün gibi.
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayri - Fuzûlî
˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ /˘ ˘ _ _ / _ _
Feilâtün / feilâtün / feilâtün / fa'lün
Eşin var, âşiyânın var, bahârın var ki beklerdin - Mehmet Akif Ersoy
˘ _ _ _ / ˘ _ _ _ / ˘ _ _ _ / ˘ _ _ _
Mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün
Şu bakır zirvelerin ardından - Ahmet Haşim
˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / _ _
Feilâtün / feilâtün / fa'lün
5.1.3.2. Yarı Karışık Kalıplar
Mefâilün feûlün mefâilün feûlün, mef'ûlü mefâîlün mef'ûlü mefâîlün, mütefâilün feûlün
mütefâilün feûlün vb. kalıplar bulunmaktadır.
Yine zevrak-i derûnum kırılıp kenâre düştü - Şeyh Galip
˘ ˘ _ ˘ _ /˘ _ _ /˘ ˘ _ ˘ _ /˘ _ _
Mütefâilün feûlün mütefâilün feûlün
5.1.3.3. Karışık Kalıplar
Feilâtün mefâîlün feilün, mef'ûlü mefâilün feûlün, mef'ûlü mefâilü feûlün, mefâilün
feilâtün mefâilün feilün, mef'ûlü fâ'ilâtü mefâ'îlü fâ'ilün...
Derdin nedir gönül sana bir hâlet olmasın - Nedim
_ _ ˘ / _ ˘ _ ˘ / ˘ _ _ ˘ / _˘ _
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Bugün açız yine evlâtlarım, diyordu peder, - Tevfik Fikret
˘ _ ˘ _ /˘ ˘ _ _ / ˘ _ ˘ _ / ˘ ˘ _
Mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
94 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Akşam, yine akşam, yine akşam - Ahmet Haşim
_ _ ˘ / ˘ _ _ ˘ / ˘ _ _
mef'ûlü mefâîlü fe'ûlün
Aruz ölçüsünün kuralları nelerdir?
5.1.4. Aruzun Kuralları
Aruz ölçüsünün kuralları hece ölçüsünden ayrıdır. Bunlar şunlardır:
• Aruz ölçüsü ile yazılmış bir dizeyi vezin kalıplarına göre ayırmaya takti denir.
Bu ayırmada sözcük değil, hece göz önünde bulundurulur. Kalıp, sözcüğü
bir hecesinden bölebilir. Aşağıdaki örnekte çeşmime sözcüğü ölçü gereği
çeş - mime olmuştur:
Bağa sensiz / varamam çeş /mime âteş / görünür - Neşatî
˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _
Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün
• Mısraların son heceleri açık da olsa uzun hece sayılır:
Mehtâbı sürükledik sularda - Yahya Kemal
_ _ ˘ / ˘ _ ˘ _/ ˘ _ _
Mef'ûlü mefâilün fe'ûlün
• Farsça tamlamalarda bulunan tamlama i' si, ölçüde uzun okunması gerekiyorsa
uzun, kısa okunması gerekiyorsa kısa okunur:
Hayât-ı tâze ömr-i câvidansın - Nedim
˘ _ _ _/˘ _ _ _ /˘ _ _
mefâîlün mefâîlün fe'ûlün
Şimdi ay bir serv-i sîmindir suda - Faruk Nafiz Çamlıbel
_ ˘ _ _ / _ ˘ _ _ / _ ˘ _
Fâilâtün fâilâtün fâilün
• İki yarım ses, bir tam sese eşit sayılır, bu nedenle kimi zaman feilün ( ˘ ˘ _ )
kalıbı fa'lün ( _ _ ) olur.
Gece, Leylâ'yı ayın on dördü,
˘ ˘ _ _ /˘ ˘ _ _ / _ _
Fe'ilâtün fe'ilâtün fa'lün
.....
Dedi "Tenhâda bu ses nolsa gerek," - Yahya Kemal
˘ ˘ _ _ /˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _
Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 95
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Fe'ilâtün ( ˘ ˘ _ _ ) kalıbıyla başlayan şiirlerin kimi dizelerinde baştaki
fe'ilâtün kalıbı fâ'ilâtün ( _ ˘ _ _ ) olur.
Geçen ˘ akşam eve geldim. Dediler: Seyfi Baba
˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _
Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün
Hastalanmış yatıyormuş. - Nesi varmış acaba? - Mehmet Akif Ersoy
_ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _
Fâ'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün
• Met (uzatma, kabartma): Uzun hecenin bir yerine bir buçuk ses değerinde
uzatılmasıdır. Met daha çok Arapça, Farsça sözcüklerde yapılır. Fakat var,
yok; az, çok gibi kimi Türkçe sözcüklerde de yapıldığı görülür. Bir de sonu çift
ünsüzle biten Arapça, Farsça, Türkçe sözcüklerde met yapılabilir. Divan şiirinde
met kusur değil, sanat sayılır. Aşağıdaki örnekte yar hecesi bir buçuk ses
değerindedir.
Yâr hem-sohbet ˘ olmazsa Fuzûlî ne acep - Fuzulî
_ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _ _ / ˘ ˘ _
Fâ'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün
• Sekt-i melih (ahenk kırıklığı, güzel durma): Şairler mef'ûlü mefâ'ilün fe'ûlün
kalıbını kullanırken, en çok da mesnevilerde, şiiri tekdüzelikten kurtarmak
için, arada bir, ilk kalıbın sonundaki -lü ile ikinci kalıbın başındaki me- açık
hecelerini birleştirirler. Böylece mef'ûlü mefâ'ilün fe'ûlün kalıbı mef'ûlün fâ'ilün
fe'ûlün olur.
Bir yoldu parıldayan gümüşten,
_ _ ˘ / ˘ _ ˘ _/ ˘ _ _
Mef'ûlü mefâilün fe'ûlün
Gittik bahs açmadık dönüşten. - Yahya Kemal
_ _ _ / _ ˘ _ / ˘ _ _
Mef'ûlün fâ'ilün fe'ûlün
5.1.5 . Aruzun Sorunları
Aruz ölçüsü sözcükteki kapalı ve açık hecelerinin belli bir düzen içinde alt alta gelmesiyle
oluşan bir ahenk içerir. Bu nedenle Türkçe sözcükleri aruz kalıplarına uydurmak
güçtür. Türkçeyi aruzla bağdaştırabilmek için, birkaç küçük hile yapılır;
bunlara aruzun sorunları denir.
96 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
5.1.5.1. İmale (Çekme)
Aruz ölçüsünde hiçbir zaman üç açık hece yan yana bulunmaz. Bu, Arap dilinin
özelliğinden kaynaklanan bir kuraldır. Türkçede bol bol açık hece vardır. Bu nedenle
Türkçe sözcükleri aruz kalıplarına uydurmak için kimi zaman açık bir hece uzatılarak
kapatılabilir. Buna imale denir. Divan ve Tanzimat şiirinde imale kusur sayılmamıştır.
Fakat Servet-i Fünun ve sonrasında kusur olarak görülmüştür.
Ki gören dir zihî kara tarla - Şeyhî
˘ ˘ _ _ / ˘ _ ˘ _ / _ _
Fe'ilâtün mefâ'ilün fa'lün
5.1.5.2. Vasl (Ulama)
Dizedeki bir sözcüğün sonu ünsüzle bitiyor, kendinden sonraki sözcük ünlü ile başlıyorsa,
vezin gereği ilk kelimenin sonundaki ünsüz, ikinci hecenin başına taşınarak
aslında kapalı olan hece açılır. Aşağıdaki örnekte güm ötsün sözcükleri arasında ulama
vardır.
Felekler güm güm ˘ ötsün başına hum-hâneler dönsün - Bâki
˘ _ _ _ / ˘ _ _ _ / ˘ _ _ _ /˘ _ _ _
Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün
5.1.5.3. Zihaf (Kısma)
İmalenin tersidir. Ölçü gereği Arapça ve Farsçadaki uzun hecenin kısaltılmasıdır.
Aşağıdaki örnekte -lû- hecesi bir ses değerinde iken kısa okunmaktadır..
Hâb-gâh eyler gazâle pehlû-yı şîr-i neri
_ ˘ _ _ /_ ˘ _ _ /_ ˘ _ _ /_ ˘ _ /
Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâilün
5.1.5.4. Kasr (Kısaltma ve İnceltme)
Ölçü gereği uzun bir heceyi kısaltmak ve ünlüsünü inceltmektir: şâh > şeh, mâh >
meh, gâh > geh gibi. Kasr, yine ölçü gereği İstanbul > Sıtanbul, Aristo > Risto sözcüklerinde
yapılır. Bunlar kusur sayılmaz; fakat dünyâ'nın dünye olması kusurdur.
Zâhid o meh-veş bir nûrdur kim
Büttür demezsin îmân edersin - Şeyh Galip
_ _ ˘ _ _ / _ _ ˘ _ _
Müstefilâtün müstefilâtün
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 97
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bu şehr-i Sıtanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır - Nedim
_ _ ˘ / ˘ _ _ ˘ / ˘ _ _ ˘ / ˘ _ _
Mefûlü mefâîü mefâîü feûlün
Aşağıdaki dizelerin aruz ölçüsüne göre kalıplarını bulmaya çalışınız.
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür-ihtizâz - Tevfik Fikret
Mevsim sonu öyle bir zaman ki
Gâib bir mûsikiydi sanki - Yahya Kemal
5.2. Şiirde Uyak (Kafiye)
Şiirde çoğunlukla dizelerin sonunda, kimi zaman da dizelerin başında ya da içinde;
anlamca ayrı en az iki sözcük arasındaki ses ya da seslerin benzeşmesine uyak
denir. Yüzyıllarca uyak ile şiir öyle birlikte kullanılmıştır ki, şiir denilince akla gelen
ilk özelliklerinden biri de uyaktır. Uyağa Divan edebiyatında kafiye, Halk edebiyatında
ise daha çok ayak da denir. Çünkü çoğu kez uyak bir sonraki dizenin oluşmasına
yardımcı olur. Yine uyak kullanımı bakımından Divan şiiri, Halk şiiri ile
çağdaş şiir arasında büyük farklar vardır.
5.2.1. Dizilişlerine Göre Uyak Türleri
Uyak dizilişleri nazım biçimlerine göre olmakla birlikte kendi içinde düz, çapraz,
sarmal, örüşük uyak gibi türlere ayrılır.
Şiirin nazım birimindeki bütün dizeler kendi içinde uyaklanırsa, buna düz uyak
denir: aaaa-bbbb, aaa-bbb...
Diyorlar'dan Türkü'den
Ölürsem yazıktır sana kanmadan a Akşam olur, güneş batar şimdi buradan; a
Kolların boynumda halkalanmadan a Garip garip kaval çalar çoban dereden; a
Bir günüm geçmiyor seni anmadan, a Pek körpesin, esirgesin seni yaradan; a
Derdine katlandım hiç usanmadan... a
Diyorlar: "Kül olmaz, ateş yanmadan, a Gir sürüye, kurt kapmasın gel kuzucağım; b
Denizler durulmaz dalgalanmadan." a Sonra yardan ayrılırsın ah yavrucağım b
Orhan Seyfi Orhon Ziya Paşa
Nazım birimi dörtlük olan bir şiirde uyak, birer dize atlayarak kurulursa çapraz uyak
oluşur: abab-cdcd...
98 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Koşma'dan Su'dan
Bir daha o fırsat geçer mi ele? a Kalbinden kalbime akan bir sesti a
Dün gördüm, bugün de göresim geldi! b Akşam gölgesinde çağlayan o su. b
Gülüşü o kadar hoştu ki hele, a Sesini en tatlı yerinde kesti a
Lebinden koncalar deresim geldi! b Bizi sonsuzluğa bağlayan o su... b
Yusuf Ziya Ortaç Şükûfe Nihâl
Nazım birimi dörtlük ya da üçlük olan bir şiirde uyak, her birimde, ilk dize ile son
dizede aynı olursa sarmal uyak denir. Ara dize ya da dizelerde uyak ilk dizeden ayrıdır:
abba cddc...
Nilüfer'den Kurt'tan
Gecenin sularında a Ah! Artık benim de benzim sarı, a
Mehtâp bir nilüferdir, b Damar kanımı dolaştırmıyor. b
Açılmış bir kederdir b Hiçbir kıyıya ulaştırmıyor b
Gecenin sularında. a Beni Şehrazad'ın masalları. a
Ali Mümtaz Arorat Orhan Veli Kanık
Örüşük uyak edebiyatımıza Fransız edebiyatından geçmiş, ilk kez Servet-i Fünun
edebiyatında terza-rima nazım biçiminde kullanılmıştır. Uyak dizilişi; aba-bcbcdc-
ded... dır:
Berk-i Hazan'dan
Bir varak-pâre-yî hazan-dîde a Sandı kim sarsar-î gusûn-efken b
Ayrılıp sâk-ı meyve-bârından b Başka bir yerde eylemiş izhâr c
Düştü bir şâirâne ümmîde a Ana mahsûs tâze bir gülşen b
Cenap Şehâbettîn
Ünite başından beri yazılmış şiirleri uyak dizilişlerine göre inceleyiniz.
5.2.2. Ses Benzerliklerine Göre Uyak Türleri
Çağdaş şiirden önceki Türk edebiyatının hemen her döneminde uyak kullanılmıştır.
İlk şiirlerde dize başı uyağı da vardır:
Munçulayu teg yılayu savlar öze (Bunun gibi büyülü sözler ile, böylesi
Mundag yanlıg usik ekşer padak öze harf, hece ve dizelerle olağanüstü
Mungadınçıg öggülüg siz anaçıma övgüye değersiniz ey anacığım; fakat
Munçaka ögdi şlok ödünür men ben ancak bu kadar övgü şiiri
(XI. yüzyıl Türk şiiri) sunabildim.)
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 99
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Yukarıdaki örnekte dizelerde mun- sesleri ile dize başında, her dizede dördüncü
hecenin sonlarındaki -g- ile dize içinde ses benzerliği sağlanmıştır.
Yarattı yaşıl çeş ((Tanrı) firuze gibi (ökleri) yarattı, beyaz yüzük taşları
Savurdı ürüng kaş gibi (yıldızları) serpiştirdi. Kara Kuş gezegeni (de)
Tizildi Kara Kuş bunların arasına dizildi. Gece gündüz üzerinde dolaşır.)
Tün kün üze yörgenür
(XI. yy. Türk Şiiri)
Yukarıdaki dize sonlarındaki -ş- ile şiirin ahengi sağlanmıştır. Ayrıca y, t seslerinin
çokluğu; yarattı, savurdı, tizildi sözcüklerindeki çekim benzerliği ile ürüng, tün, kün
sözcüklerinin -n ünsüzüyle bitirilişi hemen dikkati çekiyor.
Makarada ipliğim,
Dolan da gel kekliğim.
Pek mi burnun büyüdü,
Su yolunda öptüğüm?
Eskişehir (Sarısungur köyü)
Bu örnekte de hem dize sonlarında uyak vardır, hem birinci dize ile dördüncü dizenin
dördüncü hecelerinde benzeşen da sesleri yer almaktadır. da aynı zamanda
ikinci dizenin üçüncü hecesinde de bulunmaktadır.
Şu dörtlüklerdeki ses benzerliklerini bulunuz.
I Gönlünü Şirinin aşkı sarınca, II Varsın bahçelerde rüzgâr gezinsin
Yol almış hayatın ufuklarınca; Yağmur ince ince toprağa sinsin,
O hızla dağları Ferhat yarınca Bir başka âlemden gelmiş gibisin,
Başlamış akmaya çoban çeşmesi Dalmış gözlerinle pencerelerde.
Faruk Nafiz Çamlıbel Ahmet Hamdi Tanpınar
5.2.2.1. Yarım Uyak
Şiirin ahengi, dize sonlarında, belli aralıklarla yinelenen bir ünsüz ile sağlanıyorsa,
buna yarım uyak denir. Eskiden kültürlü şairler yarım uyağı uyaktan saymazlardı;
fakat halk şairleri yarım uyağı başarı ile kullandılar.
Türkü'den
Kuru kütük yanmayınca tüter mi?
Ak göğsün üstünde çimen biter mi?
Vakti gelmeyince bülbül öter mi?
Öter gider bir gözleri sürmeli...
Karacaoğlan
100 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Yukarıdaki örnekte tüter, biter, öter sözcüklerindeki -t- ünsüzü koşmanın uyağını
oluşturmaktadır.
• Kimi zaman yarım uyakta bir ünsüz yerine iki ünsüz benzeşir, bu durumda
şiirin ahengi daha da arttırılmış olur:
Hayvanlar Destanı'ndan
Bak kelerle kirpilerin derdine,
Tâ beseher kurbağanın virdine,
Atmasalar Kaf Dağı'nın ardına
Yıkardı âlemi hemen ejderha.
Aşık Ömer
Şiirin ahengi -rd- çift ünsüzü ile arttırılmış.
• Şiirin ahengi, dize sonlarında, belli aralıklarla yinelenen bir kısa ünlü ile sağlanıyorsa
da yarım uyak oluşur:
Koşma'dan
Güzelin derdinden eylemem şekva,
Bana yâr gerektir, gerekmez dünya.
Dost için ölürsem gam değil bana,
Yâr uğruna vermiş serin desinler.
Mecnunî
Bu şiirin ahengi, dize sonlarında yinelenen kısa - a ünlü ile sağlanmış. Bu nedenle
yarım uyaklı bir şiirdir.
• Yarım uyaktaki ünsüzlerden biri, diğer dizelerdeki uyak sağlayan iki ünsüzle
boğumlama noktası bakımından benzeşirse, bu durumda yarım uyak biraz daha
zayıflar. Fakat bu durumdaki dizeler arasında da yarım uyak var sayarız;
çünkü uyak tanımında "en az iki dize arasındaki ses benzerliği"nden söz edilmektedir.
Koşma
Garip yiğit yârin anar eğlenir,
Âdet budur: Yâre varan söylenir.
Sensiz yola gitmem, yolum bağlanır,
Dağ başı dumandır hey kara gözlüm.
Aşık
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 101
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Şiirin ahengi - g- ünsüzü ve boğumlama noktası buna yakın olan -y- ünsüzü ile
sağlanmış.
5.2.2.2. Tam Uyak
Şiirin ahengi, dize sonlarında belli aralıklarla yinelenen bir ünsüz ve bir ünlü ile sağlanıyorsa
buna tam uyak denir.
Demen Mecnûn'a fenn-i aşkı ekmil etti kâmildür (Mecnun için, aşk bilimini eksiksiz öğrendi demeyin.
Benüm yanumda ol divâne bilmez nesne câhildür Benim yanımda o deli hiçbir şey bilmez kara cahildir.)
Hayâlî
Yukarıdaki örnekte kâmil, câhil sözcüklerindeki -i- ünlüsü ve -l- ünsüzü şiirin uyağını
oluşturmaktadır.
• Arapçadan, Farsçadan Türkçeye geçen sözcüklerdeki uzun ünlülerle sağlanan
uyak da tam uyak sayılır. Eski şiirimizde kültürlü şairler tam uyağı bol bol
kullanmışlardır.
Işk bir âhen kafes biz tûtî-i gûyâsıyuz (Aşk bir demir kafes, biz [içinde]
Derd bir gül-zârdur biz bülbül-i şeydâsıyuz papağanıyız. Dert bir gül bahçesidir, biz [o
bahçenin] aşktan çıldıran bülbülüyüz.)
Zâtî
Yukarıdaki örnekte şair gûyâ, şeydâ sözcüklerindeki -â- ünlüsü ile şiirin uyağını sağlamıştır.
Şiirin uyağı tam uyaktır.
• Bir de tam uyaktaki ünsüzlerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünsüzle
benzeşirse ya da ünlülerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünlüyle
boğumlama noktası bakımından benzeşirse, tam uyak biraz zayıflar. Fakat
yine de dizeler arasında tam uyak var sayılır.
Pire Destanı'ndan
Mutaflar hep derildiler şaştılar,
Görüldüler et hamalları kaçtılar,
Ayağına yüz çift manda koştular,
Gövdesi çok, çekilecek hal değil
Aşık Ömer
Örneğimizde şiirin ahengi, -ş- ünsüzü ile boğumlama noktası ş'ye yakın
olan -ç- ünsüzü ve -a- ünlüsü ile boğumlama noktası a' ya yakın olan -o- ünlüsü;
yani aş, aç, oş ses ikilileri ile sağlamış.
102 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
5.2.2.3. Zengin Uyak
Şiirin ahengi, dize sonlarında, belli aralıklarla yinelenen ikiden çok sesle sağlanıyorsa
buna zengin uyak denir. Divan şiirinde ve çağdaş şiirde bol bol kullanılır.
Şâm-ı zülfünle gönül Mısrı harâb oldı diyu (Zülfünün gecesi ile gönül ülkesi
Sana iletdi kebûter haberi döne döne harap oldu diye güvercin, bu haberi
döne döne uçarak sana ulaştırdı. Sen
Sen durub raks idesen karşuna ben boynum eğem kalkıp oynayasın, ben boynumu
İne zülfün koça sen sîm-beri döne döne büküp karşında durayım. Zülfün
göğsüne dökülsün, gümüş göğüslü
güzeli döne döne kucaklasın.)
Necâti
Yukarıdaki örnekte şiirin ahengi haberi, beri sözcüklerindeki -b-, -e-, -r-, -i- ses
birliği ile sağlanmıştır, şiirin uyağı zengin uyaktır.
• Arapçadan, Farsçadan Türkçeye geçen sözcüklerdeki bir ünsüz ve bir uzun
ünlü ile sağlanan uyak da zengin uyak sayılır.
Yandı dü cihân âteş-i âhumla ve lîkin (Hem dünya hem ahiret (iki cihan) ahımın
Ben senün eyâ şâh-ı cihân yandum elünden ateşiyle yandı ve lâkin, ey cihan padişahı,
ben senin elinden yandım. Ey sâki! Bana şu
Şol sunduğun âteş midir ey sâkî bana kim şu sunduğun ateş midir ki, sen eline kadehi
Sen aldın ele câm hamân yandum elünden alır almaz ben yandım.)
Ahmet Paşa
Şiirin ahengi, -â- uzun ünlüsü ve -n- ünsüzü ile sağlandığından zengin uyak
sayılır.
• Zengin uyaktaki ünsüzlerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünsüzle
ya da ünlülerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünlüyle boğumlama
noktası bakımından benzeşebilir. Bu durumda zengin uyak biraz zayıflar; fakat
yine de dizeler arasında zengin uyak var sayılır.
Mani
Kekliği bıçakladım,
Tüyünü saçakladım.
Yari koynumda sandım,
Yastığı kucakladım.
Eskişehir -(Sarısungur köyü)
Şiirin ahengi -ç- ünsüzü, boğumlama noktası ç 'ye yakın olan -c- ünsüzü
ve -a- ünlüsüyle sağlanmıştır.
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 103
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
5.2.2.4. Tunç Uyak
Bir dizenin sonundaki bir sözcük başka bir dizenin sonundaki sözcüğün sonunda
geçiyorsa, buna tunç uyak denir. Cinaslı uyak aynı zamanda bir söz sanatıdır. Halk
şirinde, divan şiirinde ve çağdaş şiirde bol bol kullanılır.
İstiklâl Marşı'ndan Mâniler'den
Bastığın yerlerı "toprak" diyerek geçme, tanı! Gözlerin mavi mine,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Vuruldum perçemine.
Sen şehîd oğlusun, incitme yazıktır atanı, Aşkın beni çevirdi,
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Aslı'nın Kerem'ine
Mehmet Akif Ersoy Yusuf Ziya Ortaç
5.2.2.5. Cinaslı Uyak
Şiirin ahengi, dize sonlarında belli aralıklarla yinelenen sesteş sözcüklerle sağlanıyorsa,
buna cinaslı uyak denir. Aynı zamanda bir söz sanatı olan cinaslı uyak Halk şirinde,
Divan şiirinde ve çağdaş şiirde bol bol kullanılır:
Rintlerin Akşamı'ndan Mani
Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç: Avluya kuyu kazdım,
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç. İçine düşeyazdım.
Yahya Kemal Ayrılık mektubunu
Hem ağladım hem yazdım.
Ünite başından beri yazılmış şiirleri uyak türlerine göre inceleyiniz.
5.3. Redif
Yukarıdaki örneklerde uyak oluşturan ses ya da sesler koyu gösterildi. Birçoğunda
koyu seslerden sonra da harf kaldı. İşte bu sesler rediftir. Şiirde ahengi sağlamak için
dize sonlarında benzeştirilen seslerin anlamları ya da görevleri aynı ise bu benzeşmeye
redif denir. Redif, şiirin ahenk ögelerindendir. Kimi şiirler kafiyesizdir; şiirin
ahengini yalnız redif sağlar. Fuzulî'nin Su Kasidesi gibi kimi divan şiirleri de
redifine göre ad alır. Kimi divanlarda şiirler redifi oluşturan son harfe göre alfabetik
sıraya dizilir.
Şiirde kimi zaman ahenk yalnız redif ile sağlanabilir.
104 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Yinelenen seslerin özelliğine göre redif kendi içinde ek redif, sözcük redifi, sözcük öbeği
redifi, nakarat gibi türlere ayrılır.
5.3.1. Ek Redif
Şiirin ahengi, dize sonlarındaki sözcükleri üzerine getirilmiş aynı görevdeki yapım
ya da çekim eki ile tamamlanıyorsa ek redif oluşur.
I. Türkü'den II. Güzelliğin On Par'etmez
. . . . .
Dilberân ahd ü vefâyı Tabirin sığmaz kaleme,
Unuturlar, unuturlar. Derdin dermandır yâreme.
Edip uşşaka cefâyı İsmin yayılmaz âleme,
Unuturlar, unuturlar. Aşıklarda meşk olmasa.
Mahtumi Aşık Veysel
İlk örnekte vefâyı, cefâyı sözcüklerindeki -ı eki, ad durum eklerinden belirtme eki olduğu
için ek rediftir. Ekteki -y- ünsüzü yardımcı sestir. İkinci örnekte ise kaleme,
yâreme, âleme sözcüklerindeki -e eki, ad durum eklerinden yönelme eki olduğu
için ek rediftir.
5.3.2. Sözcük Redifi
Şiirde ahenk, dize sonlarına getirilmiş aynı anlam ve görevdeki bir sözcük ile tamamlanıyorsa,
sözcük redifi oluşur.
Hep Gölge
. . . . .
Gece ... hep gölge, ger-â-ser gölge...
Leylin ezlâl-i elem dârıyle
Kaldı senden bu muğber gölge...
Mehmet Fuat Köprülü
Yukarıdaki birinci örnekte olmaz, ikinci örnekte ise gölge sözcük redifidir.
5.3.3. Sözcük Öbeği Redifi
Şiirde ahenk, dize sonlarına getirilmiş aynı anlam ve görevdeki birden çok sözcük
ile tamamlanıyorsa, sözcük öbeği redifi oluşur.
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 105
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bir Günün Sonunda Arzu'dan
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam.
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam.
Ahmed Haşim
Yukarıdaki şiirde Akşam, yine akşam, yine akşam dizesi sözcük öbeği redifini oluşturmaktadır.
5.3.4. Nakarat
Nakarat, bir şarkı ya da türküde, her nazım biriminden sonra yinelenen, şiirde
bütünlüğü sağlayan bir ya da iki dizelik bölümdür. Bir şarkı ya da türkü bestelendiğinde
nakaratlar arasında beste ayrılığı yoktur. Kavuştak ya da vasıta da denilir;
çünkü bir birimi sonraki birime bağlar.
Zeynep Türküsü
Zeynep bu güzellik var mı soyunda?
Elvan elvan güller açmış koynunda.
Arife gününde bayram ayında
Zeynebim, Zeynebim, allı Zeynebim!
Yedi köy içinde şanlı Zeynebim!
Söğüdün yaprağı narindir narin,
İçerim yanıyor dışarım serin,
Zeyneb'i bu hafta ettiler gelin.
Zeynebim, Zeynebim, allı Zeynebim!
Yedi köy içinde şanlı Zeynebim!
Halk Türküsü
Özet
Sanat, düşünceye biçim vermektir; edebiyat söze biçim veren sanattır. Edebiyatta duygu ve
düşünceler şiirle, düzanlatımla dile getirilir: Her ikisi de çok önceden yalnız sözlüdür. Ancak
her edebiyat ürününün sanat değeri öne çıkmaz; kimilerinde düşünce yönü ağır basar. Buna
göre edebiyat eserleri, sanat değeri taşıyanlar (şiir, öykü, roman, tiyatro vb.), sanat değeri taşımayanlar
(makale, fıkra, deneme, eleştiri vb.) olmak üzere ikiye ayrılır.
Şiir; eskilere göre ölçülü, uyaklı, özel dizilişli dizelerden oluşan söz söyleme sanatıdır.
Yenilere göre ise yalnız ahenkli söz söyleme sanatıdır. Şiir de konularına, edebiyat akımlarına,
teknik özelliklerine, üretildiği döneme göre türlere ayrılabilir.
106 Ş İ İ R B İ L G İ S İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Konularına göre; lirik şiir, epik şiir, didaktik şiir, pastoral şiir, satirik şiir, dramatik şiir olmak
üzere altı türlü şiir vardır; fakat bu türler birbirinden kesin çizgilerle ayrılamaz.
Güzel sanatlardaki her akım, güzel sanatların bir başka kolu olan edebiyatı, dolayısıyla şiiri
de etkiler. Böylece akımlara paralel olarak klâsik şiir, romantik şiir, parnasyen şiir, sembolik
şiir, dadaist şiir, sürrealist şiir gibi şiir süreçleri yaşanmaktadır.
Şiir; ölçülü, uyaklı, özel dizilişli dizelerden oluşan sanat eseri olduğuna göre, şiirin teknik
özellikleri, şiirin ölçüsü ile, uyağı ile, dizelerin dizilişi ile ilgili özellikleridir.
Değerlendirme Soruları
1. "Şiirde çoğunlukla dizelerin sonunda, kimi zaman da dizelerin başında ya
da içinde, anlamca ayrı en az iki sözcük arasındaki ses ya da seslerin benzeşmesine
......... denir."
Bu cümledeki boş yere aşağıdakilerden hangisi gelmelidir?
A. İmâle
B. Uyak
C. Ulama
D. Kısma
E. Kısaltma
2. Kültür şiirimizdeki uyak uygulamasını Türkçeleştiren, uyağın Halk
edebiyatındaki gibi göze göre değil, kulağa göre düzenlenmesi gerektiğini
benimseyen edebiyatçılar grubu aşağıdakilerden hangisidir?
A. Tanzimat edebiyatçıları
B. Millî edebiyatçılar
C. Fecr-i Âti edebiyatçıları
D. Servet-i Fünuncular
E. Çağdaş edebiyatçılar
3. " Garip yiğit yârin anar eğlenir.
Âdet budur: Yâre varan söylenir.
Sensiz yola gitmem, yolum bağlanır.
Dağ bağı dumandır hey kara gözlüm."
(Âşık)
Yukarıdaki dizelerde koyu yazılan sesler hangi tür uyak sayılır?
A. Cinaslı
B. Redif
C. Yarım
D. Tam
E. Tunç
Ş İ İ R B İ L G İ S İ 107
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ