13 Nisan 2016 Çarşamba

anı - günlük - eleştiri

İNSANLAR NİÇİN ANI YAZAR?
1- Kişinin kaybolup gitmesine gönlü razı olmadığı bir gerçeği ortaya koymak.
2- Yazma alışkanlığı içerisinde bulunmak.
3- Birlikte yaşadığı kişilerden kimilerine karşı duyduğu hayranlığı belirtmek.
4- Tarih ve kamuoyu karşısında hesaplaşmak, pişmanlık duygularını anlatarak
rahatlamak, bir çeşit günah çıkarmak.
5- Gelecek kuşaklara uyarılarda bulunmak, ders vermek.
Anılar aynı zamanda yaşanılan çağın toplumsal durumuna, kültürel özelliklerine
ilişkin önemli gözlem ve bilgileri de kapsar. Bu bakımdan, anı türünde yazılmış
eserler,çoğu kez okurlara bir çok tarihi olayları da canlı olarak anlatılırlar.
ANI – GÜNLÜK FARKI
Anıyı günlükten ayırmak gerekir.Günlük, günü gününe yazılan
olaylar,duygular,düşüncelerle oluşur. Anı ise genellikle, üstünden uzun yıllar geçmiş
olayları, durumları dile getirir.Bundan dolayı, gerçeğe uygunluk bakımından
günlüklerin daha inandırıcı olma şansı vardır.
TÜRK EDEBİYATINDA ANI
Eski edebiyatımızda bu türün ilk önemli eseri, Babür Şah’ın anılarını kapsayan
“Babürname” dir.Ebulgazi Bahadır Han’ın” Şecere-i Türki” si de bir anı kitabıdır.Yeni
edebiyatımızda anı türünden eserler, Tanzimat’tan sonra yazılmaya başlanmıştır.
1- Ahmet Rasim, Gecelerim- Falaka- Fuhş-i Atik
2- Halit Ziya, Kırk Yıl- Saray ve Ötesi- Bir Acı Hikaye
3- Hüseyin Cahit Yalçın, Edebi Hatıralar
4- Yakup Kadri , Anamın Kitabı- Gençlik ve Edebiyat Hatıraları-Vatan Yolunda-
Zoraki Diplomat- Politikada 45 Yıl
5- Yahya Kemal, Siyasi ve Edebi Portreler- Edebiyata Dair- Çocukluğum, Gençliğim,
Siyasi ve Edebi Hatıralarım
6- Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı- Mor Salkımlı Ev
7- Yusuf Ziya Ortaç, Portreler- Bizim Yokuş
8- Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları- Aşina Yüzler
9- Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez
BÖLÜM 14
103
10- Oktay Akbal, Şair Dostlarım
11- Salah Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu
12- Mina Urgan, Bir Dinazorun Anıları
GÜNLÜK
Bir kimsenin günü gününe tuttuğu, üzerine tarih attığı, günlük yaşamından kesitler
sunduğu notlara denir. Günlük dediğimiz tür, yazarın kendi kendisiyle alçak sesle
konuşmasından doğmuştur. Günlük; içe dönük ve dışa dönük günlükler olmak üzere
ikiye ayrılmaktadır.
Bunlardan dışa dönük günlükler yayımlanmak için tutulan günlüklerdir. Bu yönden de
günlükçü gözlerini kendi içine değil, dışa çevirir.Hemen her olay, olgu ya da insanlık
durumundan söz açar günlükçü. Böylece kendi zaman dilimi içindeki
devinimlerden,düşünsel akımlardan haber verilir bu tür günlüklerde.Bunun için de
bunların belgesel bir değeri vardır.
İçe dönük günlüklere, ruhbilimsel günlük de diyebiliriz. Bu günlükte, günlükçü
gözlerini kendi içine çevirir, kendini tanımaya çalışır. Bu türde yazılan günlüklere özel
günlük diyenler de vardır. Yazar, okuduğu bir kitaptan, bir dostundan ya da
arkadaşından bile söz ederken sürekli olarak kendini öne çıkarır. Günlükçü en gizli
sırlarını bile açıklamaya çalışır bu tür günlüklerde.Kıskançlığını, cimriliğini,
yetersizliklerini ya da yeteneksizliklerini yazmaktan çekinmez.
Yazarlardan, siyaset adamlarına, din adamlarından, kumandanlara, ünlü
kimselerden, idamlık mahkumlara değin nice kişiler günlük tutmuşlardır. Günlükler
yazarlarının yaşamlarına, yazıldıkları dönemlere ayna tutarlar. Bizde nedense
gelişmiş bir yazınsal tür değildir günlük. Ömer Seyfettin, Ruşen Eşref Ünaydın, Falih
Rıfkı Atay’ın çok sınırlı denemeleri vardır. Terimsel anlamıyla günceleriyle Nurullah
Ataç başarılı örneklerini vermiştir yazınımızda. Daha sonra Salah Birsel, Oktay Akbal,
Muzaffer Buyrukçu, Tomris Uyar...... ürünler vermiştir bu türde.
BİYOGRAFİ ( YAŞAM ÖYKÜSÜ )
Yaptıklarıyla, yaşayışlarıyla okurların ilgisini çekebilecek nitelikte olan kişilerin
(değişik kaynaklardan yararlanarak) yaşamlarını inceleyip anlatan düz yazı türüne
denir.Kuşkusuz sıradan kişiler değildir biyografisi yazılacak olanlar. Bunlar,
yaşadıkları dönemin siyasal, toplumsal etkinliklerine karışmış ya da çalışma ve
buluşlarıyla dönemlerini etkilemiş kimselerdir.Biyografi yazarlarının bu kişileri,
olabildiğince gerçeğe uygun bir biçimde, yansız bir yaklaşımla anlatması gerekir.
Biyografi yazma, birtakım ön çalışmalar yapmayı gerektirir. Önce yaşam öyküsü
yazılacak kişiyle ilgili kaynaklar, belgeler saptanır. Bunlardan yararlanılır. Bu yönden
de belgesel boyutludur biyografiler.Kişinin mektuplarından, günlüklerinden,
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
104
anılarından yararlanılabilir. O kişiyi tanıyanlardan, eş ve dostlardan yararlanılır.
Biyografi ikiye ayrılır.
1-SERGİLEYİCİ BİYOGRAFİLER
İşin içine düş gücünü karıştırmadan bir karakter oluşturma, o kişinin yaşam
serüveninİ olduğu gibi yansıtma işidir.Yazar, hiç değiştirmeden, o kişinin yaşamını
yönlendirmiş ve biçimlendirmiş olayları birbirine bağlantılı bir biçimde verir.Olaylarda,
tarihlerde gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kalır.
2-YAPINTISAL BİYOGRAFİLER
Yazar bu tür biyografilerde alabildiğince kendini siler, bunun yerine biyografisi
yazılanın iç dünyasına girer,onun gibi duymaya, onun gibi davranmaya
çalışır.Yaşanmış şeyleri biyografi yazarı düşsel bir düzen içerisinde
vermektedir.Bununla birlikte yerde, tarihte, kahramanın yaşam olaylarında bir
değiştirme yapmaz.
OTOBİYOGRAFİ (ÖZYAŞAM ÖYKÜSÜ)
Toplumsal yaşamın herhangi bir kesiminde, bilim ve sanat alanlarının herhangi bir
dalında etkinlik göstermiş, başarı kazanmış bir kimsenin kendi yaşamını anlattığı
düzyazı biçimine de otobiyografi denir.Biyografiden ayrılan yanı birincisinin üçüncü
kişili bir anlatımla verilirken, ikincisinin birinci kişili bir anlatımla biçimlendirilmiş
olmasıdır. Otobiyografilerin değeri,geniş ölçüde yazarın içtenliğine,gerçeğe
bağlılığına, doğallık ve yalınlığına bağlıdır.Otobiyografiler yaşanılanı “ben “ in içinde
kalarak verir.Otobiyografilerin en belirleyici yönü, yazarın kendi özel dünyasıyla
sınırlandırılmış olmasıdır.Yazar bu sınırlar içerisinde kalır,başkalarını anlatma, tanık
olduğu şeyleri öne çıkarma pek ilgilendirmez onu.Bunun yerine özel duygularını,
yönelim ve yönsemelerini anlatmaya ağırlık verir.Kısacası kendi öz yaşam serüvenini
kendi kalemiyle dile getirir.Otobiyografi bir yazı biçimi olarak bizim yazınımızda pek
gelişmiş değildir.Ancak son yıllarda bu türün başarılı bir örneğine “Böyle Gelmiş
Böyle Gitmez” adlı yapıtıyla Aziz Nesin vermiştir.
ELEŞTİRİ
Bir edebiyat ve sanat eserini çeşitli yönleriyle inceleyip, açıklamak, anlaşılmasını
sağlamak
ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazılara eleştiri (tenkit ) adı verilir. Bu alanda
sürekli eser veren yazarlara da “münekkit” ( eleştirici) denir.
Eleştiri edebiyat ve sanat eserlerini açıklama ve yargılama sanatı diye de
tanımlanabilir.Bu durumda,eleştirmen de başkalarının yazılarını yargılamakla kendini
görevli sayan bir yazardır.Eleştiri yazılarında bir edebiyat ve sanat eseri tanıtılır,
biçim ve öz bakımından özelliği açıklanır,edebiyat ve sanat eseri tanıtılır,biçim ve öz
bakımından özelliği açıklanır,edebiyat ve sanat tarihi bakımından önemi ve değeri
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
105
belirtilir;bu arada yetersizlikleri de ortaya konur. Başka bir deyişle edebiyat ve sanat
eseri üzerinde yorum ve değerlendirmeler yapılır.
ELEŞTİRİ TÜRÜNÜN GELİŞMESİ :
Bugünkü anlamda eleştiri türünün önce Batı edebiyatında başladığını
söyleyebiliriz.Eserleriyle bu yazı türünün gelişmesine katkıda bulunan ilk yazarların
tamamı Fransızdır. (Nicalos Boileau – Saint Beuve – Hippolyte Taine )
Türk edebiyatında eleştiri alanında yazı ve eserlere çok az rastlanır. Eleştiri örnekleri
bizde Tanzimat ile başlar.İlk eleştiri yazısını Şinasi yazmıştır. Onu, “ Edebiyatımız
Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir” başlığı altındaki yazısıyla (1866) Namık Kemal
ve “Şiir ve İnşa” makalesiyle Ziya Paşa izlemiştir.
Daha sonraki yıllarda Cevdet Paşa’nın “ Belagat-i Osmaniye” ve Recaizade Mahmut
Ekrem’in “Talim-i Edebiyat” adlı kitapları eleştiri alanında değişik görüşlerin ortaya
çıkmasına, hatta kalem kavgalarına yol açmıştır. Edebiyat- Cedide döneminde eleştiri
alanında daha belirgin bir canlılığa rastlarız.O yıllarda eleştirileriyle dikkat çeken
edebiyatçılar arasında Tevfik Fikret, Halit Ziya, Cenap Şahabettin, Mehmet Rauf,
Hüseyin Cahit Yalçın ve Ahmet Şuayip’i sayabiliriz.
Ancak edebiyatımızda eleştiri türü Batıdaki anlamıyla 1908’den sonra gelişmeye
başlamıştır.” Yeni Lisan”,”Milli Edebiyat”, “Milli Vezin “ gibi önemli sorunlar kimi şair
ve yazarları bu konuda yazılar yazmaya yöneltmiştir.(Fuat Köprülü, Ali Canip
Yöntem, Reşat Nuri Güntekin, Abdülhak Şinasi Hisar gibi)
Cumhuriyet döneminde eleştiri alanındaki uğraşlar şiir, roman, tiyatro ve sinema gibi
çeşitli sanat dallarını da kapsayacak biçimde yoğunlaşmıştır.Nurullah Ataç, Refik
Ahmet Sevengil, Sabri Esat Siyavuşgil, Hikmet Dizdaroğlu, Mehmet Kaplan,Vedat
Günyol gibi yazarlarımız eserleriyle eleştiri türünün gelişmesine katkıda
bulunmuşlardır. ( Adnan Benk, Rauf Mutluay, Mehmet Fuat, Metin And, Asım
Bezirci,Fethi Naci, Nejat Özön, Emin Özdemir, Doğan Hızlan da eleştiri yazarlarıdır.)
ELEŞTİRİ ÇEŞİTLERİ
TARİHİ ELEŞTİRİ :
Bu çeşit eleştirilerde üzerinde durulan edebiyat ve sanat eseri, kaleme alındığı çağ
veya dönemin özellikleri dikkate alınarak incelenir. Eserin edebi ve estetik niteliği,
yazarın görüş ve düşünceleri ait olduğu zaman diliminin
Zevk ve anlayışına göre açıklanır, yorumlanır.Bu çeşit eleştirilerde, yazarın yaşamı
ve çağdaşları ile olan ilişkisi de açıklanmaya çalışılır.
TOPLUM BİLİMSEL ELEŞTİRİ :
Bu eleştirilerde, ele alınan bir edebiyat ve sanat eserinin, toplumsal şartlar ve
değerler bakımından incelendiğini görürüz. Eleştirmen, incelediği esere yazıldığı
TÜRK DİLİ - II Sever ve diğerleri
106
zamanın toplumsal özelliklerini yansıtması gereken bir belge olarak bakar.Yargılar bir
takım toplumsal olay ve olgulara göre verilir.
ÖZYAŞAMSAL( BİYOGRAFİK) ELEŞTİRİ :
Bu eleştirilerde yazar ile eseri arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasına önem
verilir.Eserin ne gibi kişisel dürtüler veya etmenler altında oluştuğu açıklanmaya
çalışılır
RUH BİLİMSEL ELEŞTİRİ :
Bu çeşit eleştirilerde, eserle yazarın ruhsal yaşantısı arasındaki ilişkilerin
incelenmesi amaçlanır.Eleştirmen, sanatçının duygularını, yönelimlerini, sezişlerini,
içgüdülerini açıklamakla yetinmez, ayrıca eserde anlatılan kişilerin durum ve
davranışlarını da yine ruhsal açıdan betimlemeye çalışır.
İZLENİMCİ ELEŞTİRİ :
Bu eleştirilerde belirli ölçülere uyma zorunluluğu yoktur. Eleştirmen, ele aldığı konuyu
incelerken kendisini tamamıyla bağımsız ve özgür hisseder. Onun dayandığı tek
ölçüt kişisel beğenisidir.Okuduğu, incelediği eserden zevk almış veya onu bazı
yönlerden beğenmiş ise eseri o duygular içinde anlatmaya çalışır.
DİLBİLİMSEL ELEŞTİRİ :
Bu eleştirilerde eser, tarihi, toplumsal etmenlerle birlikte yazarın kişiliği de bir kenara
bırakılarak herşeyden önce bir dil ürünü olarak ele alınır. Eser, dilbilim açısından
gözden geçirilir. Eserde yer alan tipik kelime, deyim ve terimlerin durumu incelenerek
yazarın anlatım özellikleri belirlenir.
ÇOK YÖNLÜ (EKLEKTİK) ELEŞTİRİ :
Bu eleştirilerde edebiyat ve sanat eserleri değişik yönden
değerlendirilir.Eleştirmen,ele aldığı eseri değerlendirirken tek bir öğretiden, ilke veya
görüşten hareket etmez.Tarih, toplumbilim, ruhbilim vb. bilim dallarına özgü yaklaşım
ve yöntemleri sırası geldikçe kullanır.