20 Kasım 2009 Cuma

cumhuriyet dönemi şairleri


Ahmet Kutsi TECER (1901-1967)

4 Eylül 1901'de Kudüs'te doğdu. ilk ve orta öğrenimini Kırklareli'nde Numune Mektebi İdadisi'nde, lise öğrenimini Kadıköy Sultanisi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi Felsefe Bölümü'nden ve İzmir Halkalı Ziraat Okulu'ndan mezun oldu. Bir bursla Fransa'ya gittı, Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde eğitim gördü. Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı. Sıvas Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı. Sivas'ta görevliyken Halkevleri aracılığı ile folklor çalışmalarını ve halk şairlerini örgütleme çalışmalarını başlattı. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi üyeliği, Devlet Konservatuarı Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Adana ve Urfa'dan milletvekili seçildi. İki yıl öğrenci müfettişi olarak Fransa'da kaldı. Unesco Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. Türkiye'ye döndükten sonra bir süre daha öğretmenlik yaptı. 23 Temmuz 1967'de İstanbul'da öldü. Edebiyat dünyasına şiirle giriş yaptı. İlk şiirleri 1921'den sonra Dergâh ve Milli Mecmua dergilerinde yayımlandı. Sonraki yıllarda Varlık, Oluş, Yücel ve Ankara Halkevi'nin çıkardığı, Ülkü gibi dergilerde şiirlerini ve folklor araştırmaları yayınladı. Hecenin Beş Şairi'ne bağlanmayarak sanatını tek başına kurdu; samimi ve ince, duygu ve memleket şiirleriyle tanındı, heceye yeni imkanlar aradı. Halk edebiyatı ve folklor konularında çeşitli incelemeler yaptı, oyunlar yazdı. İlk ve en önemli oyunu Köşebaşı'nda Batı'ya özentiyi eleştirdi. Ünlü halk ozanımız Aşık Veysel'in keşfedilip Türkiye'ye tanıtılmasında önemli rolü vardır.

Yapıtları:Şiir: Şiirler (1932) ,Tüm Şiirleri (Hazırlayan: Vecihi Timuroğlu, 1980) Oyun: Yazılan Bozulmadan (1947) ,Köşebaşı (1948) , Bir Pazar Günü (1959) ,Köroğlu (1959) İnceleme: Köylü Temsilleri (Köy seyirlik oyunları derlemesi, 1940)

Orda bir köy var uzakta
Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.

Orda bir ev var, uzakta,
O ev bizim evimizdir.
Yatmasak da, kalkmasak da
O ev bizim evimizdir.

Orda bir ses var, uzakta,
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.

Orda bir dağ var, uzakta,
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.

Orda bir yol var, uzakta,
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.
Ahmet Kutsi Tecer

Orhan Şaik GÖKYAY (1902- 1994)

16 Temmuz 1902'de İnebolu'da doğdu, İlk öğrenimini Kastamonu'da tamamladı. Kastamonu İdadisinin (lisesi) dokuzuncu sınıfta eğitimini yarıda bırakıp Özel İdarede memurluğa başladı. Sonra yeniden okumaya karar verdi, Ankara İlköğretmen Okulu'nu bitirdi. Piraziz, Samsun ve Balıkesir'de öğretmenlik yaptı. Yüksek öğrenimini, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Kastamonu, Malatya, Edirne, Ankara, Eskişehir ve Bursa'da edebiyat öğretmenliği yaptı. Devlet Konservatuvarı müdürlüğü, İngiltere'de öğrenci müfettişliği ve okutmanlık görevlerinde bulundu. "Irkçılık ve Turancılık" davasından yargılandı. İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde edebiyat öğretmeni iken yaş haddinden emekli oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi tarafından kendisine fahri doktorluk unvanı verildi. Marmara ve Mimar Sinan üniversitelerinde divan edebiyatı dersleri verdi. Özellikle Türk Halk Edebiyatı ile ilgili araştırmalarıyla tanındı. 2 Aralık 1994'de İstanbul'da öldü. İlk şiiri 1922'de Kastamonu 'Açıksöz' gazetesinde ve Balıkesir’de kendisinin yayınladığı "Çağlayan" dergisinde yayınlandı. Atsız Mecmua, Çağlayan, Çağrı, Çığır, Gösteri, Kopuz, Oluş, Orhun, Türk Dili, Ülkü, Yarın ve Yücel dergilerinde yazdı. Edebiyat tarihimiz ile ilgili araştırmalarıyla, özellikle Dede Korkut Masalları'nı yalınlaştırması ile dikkat çekti. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri saz ve tekke şiirini kavramış bir gönül adamının ustalıklı tadını taşırlar. Yapıtları : Birkaç Şiir-Poems (1976) Dede Korkut (İstanbul, 1938)
Dedem Korkut'un Kitabı(İstanbul, 1973) Katip Çelebi'den Seçmeler (İstanbul, 1968) Destursuz Bağa Girenler (Dergâh yayınları, İstanbul 1982)

YAS

Dökün yaprağınızı dallarım dökün,
Akın yaslı yaslı sularım akın.
Bükün boynunuzu bayraklar bükün,
Bir alınmaz kalem vardı yıkıldı...

Durmadan çalkanan bir kızıl deniz
Bir damla yaş gibi duruyor sessiz,
Vatan ufkundaki en güzel çeyiz,
En şanslı süs baktım yarı çekildi.

Kara haber; tipi eser, savrulur,
Bir yanardağ gibi içim kavrulur,
Vatanın kaderi bende yuğrulur,
Yas olup, yaş olup gözden döküldü.

Gökyay'ım derdiyle adını anar,
Bir kararsız kuştur dalına konar
Neresinde bilmez bir yara kanar,
Saran gitti boyuncuğu büküldü.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA (1914-2008)

26 Ağustos 1914 yılında İstanbul'da doğdu. Babası subay olduğu için ilk öğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da, orta öğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulunda tamamladı. Kuleli Askeri Lisesi'ni ve Harp Okulu'nu bitirdi. ön yüzbaşı iken 1950 yılında kendi isteği ile ordudan ayrıldı. Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü'nde, Çalışma Bakanlığı'nda İş Müfettişi olarak çalıştı (1960). İstanbul Aksaray'da Kitap Kitabevi'ni kurdu, yönetti. Türkçe adlı bir dergi çıkardı (1960-1964). Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyesiydi.
İlk yazısı bir hikâyedir, 1927'de Yeni Adana gazetesinde yayınlandı Yavaşlayan Ömür adlı ilk şiiri 1933'te İstanbul dergisinde çıktı. Aile, Ataç, Çağrı, Devrim, İnkılapçı Gençlik, Kültür Haftası, Türkçe, Türk Dili, Türk Yurdu, Varlık, Vatan, Yeditepe, Yücel, Yenilik, Yön, gibi dergi ve gazetelerde şiirlerini yayımladı.
Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiç bir edebî akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını ördü. Çok yazan ve üreten bir şair kimliğiyle, bağımsız kalarak hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştır. Onun sanat anlayışını şu cümlesi özetler: "Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir."
Şiirlerinde mağara devri insanlarından günümüz insanına dek insanın, iç ve dış dünyasını benzersiz anlatımıyla işledi. İlk yapıtından başlayarak Türk şiirine yepyeni bir anlam, kavrayış ve ses getirmiştir. Şiirimizin en verimli sanatçısıdır, şiirini sürekli olarak yenileyen özelliği ile Türk Şiirinin Ses Bayrağı nitelemesine değer görüldü.

Bugüne kadar kendisine bir çok ödül verilen şair 1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından "En iyi Türk Şairi" seçildi. 15 Ekim 2008'de Marmara Üniversitesi İstanbul Hastanesi'nde kronik böbrek yetmezliği ve kateter enfeksiyon sebebiyle 94 yaşında öldü.
Yapıtları: (Bazıları) Havaya Çizilen Dünya (1935)
Çocuk ve Allah (1940) Daha (1943) Çakırın Destanı (1945) Taşdevri (1945) Üç Şehitler Destanı (1949)
Toprak Ana (1950) Aç Yazı (1951) İstiklâl Savaşı-Samsun'dan Ankara'ya (1951) İstiklâl Savaşı-İnönüler (1951) Sivaslı Karınca (1951) İstanbul- Fetih Destanı (1953) Anıtkabir (1953) Asû (1955) Delice Böcek (1957) Batı Acısı (1958) Hoo'lar (1960) Özgürlük Alanı (1960) Cezayir Türküsü (1961) Aylam (1962) Türk Olmak (1963) Yedi Memetler (1964) Çanakkale Destanı (1965) Dışardan Gazel (1965) Kazmalama (1965) Yeryağ (1965)
Açıl Susam Açıl (1967) Kubilay Destanı (1968) Haydi (1968) 19 Mayıs Destanı (1969) Cinoğlan (19819 Hin ile Hincik (1981) Güneş Doğduran (1981) Çıplak (1981) Yunus Emre'de Olmak (1981) Nötron Bombası (1981) Koşan Ayılar Ülkesi (1982)
Dişiboy (1985) İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler (1985)
Takma Yaşamalar Çağı (1986) Uzaklarla Giyinmek (1990)
Dildeki Bilgisayar (1992)

Ödülleri:
1946 CHP Şiir Yarışması Üçüncülük Ödülü 1956 Yeditepe Şiir Armağanı (Asu) 1958 TDK Şiir Ödülü (Deli Böcek)
1966 TMTF Turan Emeksiz Armağanı 1967 International Poetry Forum (Uluslararası Şiir Forumu Pitsburg, ABD) Yaşayan En İyi Türk Şairi 1973 Arkın Çocuk Edebiyatı Yarışması Üstün Onur Ödülü 1974 Struga 13. Şiir Festivali Altın Çelenk Ödülü 1974 Milliyet Sanat Dergisi Yılın Sanatçısı Ödülü 1977 Sedat Simavi Vakfı Ödülü (Peride Celal ile paylaştı) 2005 Vehbi Koç Ödülü
2008 Kültür Bakanlığı Hizmet Teşekkürü Ödülü

BU ELLER MİYDİ

Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi.
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.

Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların.
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.

Topraktan evler yapan bu eller miydi
Ki şimdi değmekte toprak olan evlere.
El işi vazifelerin önünde
Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.

Kaybolmus o çizgilerden
Falcının saadet dedikleri.
O köylü çakısının kestiği yer
Söğüt dallarından düdük yaparken...

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi.

Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini.
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allaha açılan !

BEKLESEM

Seni değil görsem de tek,
Hayalini çiçeklesem.
Hem güneş, hem ay bilerek,
Seni beklesem, beklesem.

Gönül sevgi denen çağda,
Hangi tılsım var bu bağda.
Yazın kırda, kışın dağda
Seni beklesem, beklesem.

Ölüm gözlerimde solsa,
İçim mısralarla dolsa
Ne gün olsa, ne yıl olsa;
Seni beklesem, beklesem

SİVASLI KARINCA

Koca Kızılırmak köpüre köpüre
Akıyordu,
Bir telgraf direği dibinde,
Zamanlar kadar telaşsız ve köpüksüz,
Yürüyordu,
Sivaslı bir karınca.

Karşı kıyıdan parlak,
Kişniyordu,
Atlar doru doru,
Atların şarkısından ayrılmış,
Yürüyordu,
Atların mesafesini anlamaz.

Sesi, adımlarının sesi, memnun ve bahtiyar,
Duyuluyordu,
Kahraman.
Bir açlığın ayaklarınca aziz,
Yürüyordu
Yeryüzünden.

Rahat gidişinden belli,
Biliyordu,
Dağı, suyu, otları, lezzetle.
Başka karıncalardan kopmuş,
Yürüyordu,
Başka karıncalara.

Gayretle, çalışmakla, yorulmazlıkla,
Benziyordu,
Afrika'dakine, Çin'dekine, Paris'tekine,
Kara toprağın alnı üstünde, kara,
Yürüyordu,
Alın yazısından daha hür.

Yoktu fikirlerden, davalardan haberi,
Yürümüyordu,
Rüyası hiç.
Buğday tanesi üzre,
Yürüyordu,
Sivaslı bir karınca.


Attila İLHAN (1925-2005)

15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. İlk ve ortaokulu İzmir'de ve babasının işi nedeniyle farklı kentlerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfta kız arkadaşına Nazım Hikmet şiiri göndermesi nedeniyle 1941’de üç hafta gözetim altında kaldı, 1ki ay hapiste yattı. Okuldan uzaklaştırıldı. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verildi. Danıştay kararıyla okuma hakkını tekrar kazandı. İstanbul Işık Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken Paris’e gitti. Dönüşte başı polisle derde girdi ve sık sık gözaltına alındı. Gerçek gazetesinde yayımlayan bir yazısından nedeniyle hakkında soruşturma açılınca Paris’e gitti. Dönüşte bir süre daha Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Son sınıfta öğrenimini yarıda bırakarak gazeteciliğe başladı. Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazdı. Askerlik sonrası sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Ali Kaptanoğlu adıyla onbeşe yakın senaryo yazdı. Babasının ölmesi üzerine İzmir'e döndü ve Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. 1968’te evlendi, 15 yıl evli kaldı. 1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. 81’e kadar Ankara’da kalan yazar daha sonra İstanbul’a yerleşti ve gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından beri köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi’nde sürdürdü. 10 Ekim 2005'te öldü. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü kazandı. Üniversite yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı yayınladı. İzmir'de Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın Ucu adlı kitaplarını yayınlandı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak, Fena Halde Leman’ı Ankara’da yazdı. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür senaryosunu yazdığı dizilerdi.

Yapıtları:Şiir: Duvar Sisler Bulvarı Yağmur Kaçağı
Ben Sana Mecburum Belâ Çiçeği Yasak Sevişmek
Tutuklunun Günlüğü Böyle Bir Sevmek Elde Var Hüzün Korkunun Krallığı Ayrılık Sevdaya Dâhil
Kimi Sevsem Sensin Roman: Sokaktaki Adam ,Zenciler Birbirine Benzemez
Kurtlar Sofrası ,Aynanın İçindekiler ,Bıçağın Ucu , Sırtlan Payı ,Yaraya Tuz Basmak ,Dersaadet’te Sabah Ezanları
O Karanlıkta Biz ,Fena Halde Leman ,Haco Hanım Vay
Allahın Süngüleri-Reis Paşa Öykü: Yengecin Kıskacı Deneme-Anı: Abbas Yolcu , Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler
ANILAR VE ACILAR ,Hangi Sol ,Hangi Batı ,Hangi Seks
Hangi Sağ , Hangi Atatürk ,Hangi Edebiyat ,Hangi Laiklik
Hangi Küreselleşme Attilâ İlhan’ın Defteri: Gerçekçilik Savaşı , ‘İkinci Yeni’ Savaşı , Faşizmin Ayak Sesleri ,Batı’nın ‘Deli Gömleği’
Sağım Solum Sobe ,Ulusal Kültür Savaşı ,Sosyalizm Asıl Şimdi ,Aydınlar Savaşı ,Kadınlar Savaşı Cumhuriyet Söyleşileri: Bir Sap Kırmızı Karanfil ,Ufkun Arkasını Görebilmek , Sultan Galiyef , Dönek Bereketi
Yıldız, Hilâl ve Kalpak Çevirileri: Kanton’da İsyan (Malraux) ,Umut (Malraux)
Basel’in Çanları (Aragon)
Ödülleri: 1946 Cumhuriyet Halk Partisi Şiir Yarışması İkincilik 1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü

SAKLI SEVDA

cam yeşili bir kız çok kirpikli
saçları nasıl karanlık bir kızıl
örtülü bir güzellik benzeri olamaz
dudaklarındaki kan etkiliyor asıl
duyarlığı alıngan gönlü ikircikli
ne yazsam ona tutsak
adı şehnaz

belki kadın belki çocuk iyice kuşkulu
hangi tutku buğulamış camlarını
bazen ne çok var bazen ne kadar az
kan kırmızı yaşayıp yaz akşamlarını
okşaması boğulmak öpmesi uğultulu
sabah olsam ona tutsak
adı şehnaz

saklı sevda sevdaların en saklanmışı
birbirimizde fena boğuluyoruz
hiç kimse birbirimizin yerini tutamaz
benimle yaşayamadığı ona uygunsuz
hiçbir şeye değişmem onunla yaşanmışı
uygunsam ona tutsak
adı şehnaz

saklı bir sevdadır bulduk sığındık
bu büyüylü bir aşk çünkü yasak
gizli bir mutluluk ki ne söylesem az
bin yılda yaşasak hiç de yaşamasak
varımız yoğumuz aşkımız artık
hayatım ona tutsak
adı şehnaz

Üçüncü Şahsın Şiiri

gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım

akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
Attila İlhan

Turgut UYAR (1927-1985)

4 Ağustos 1927'de Ankara'da doğdu. İlköğrenimini İstanbulda, Orta öğrenimini Konya Askeri Okulu ve Bursa Işıklar Askerî Lisesi'nde tamamladı. Yükseköğrenimini Askerî Memurlar Okulu'nda tamamlayarak orduya katıldı. Posof, Terme, Ankara'da personel subayı olarak çeşitli görevlerde bulundu. 1958’de ordudan ayrıldı. Çeşitli devlet memurluklarında buldu. Türkiye Selüloz ve Kağıt Sanayii'nin Ankara şubesinde çalışmaya başladı. Emekliye ayrılıp İstanbul'a yerleşti. Yaşamını serbest yazar olarak sürdürdü. 22 Ağustos 1985'te İstanbul’da öldü. İkinci Yeni Şiir akımının önde gelen şairlerindendir. Yedigün dergisinde çıkan hece ölçüsüyle yazılmış şiiriyle yazın dünyasına girdi. Kaynak dergisinin düzenlediği yarışmada ikincilik kazanınca dergilerde daha sık sık görünmeye başladı. Sonraları sürekli olarak Varlık dergisinde yazdı. Şiirlerini Yeditepe, Pazar Postası, Dost, Değişim, Türk Dili, kuruculurı arasına katıldığı Dönem ve Papirüs, Yeni dergi'de yayımladı. Hece ölçüsüyle yazdığı ve toplumsal konuları işlediği ilk iki kitabında yer alan şiirlerinde dile egemen, dize kurmada başarılı göründü. Genellikle eski kaynakların çevre izlenimlerinde aradığı bu döneminde ilgiyle izlendi. 1955'ten sonra, değişik duyguların yoğunlaştığı kişisel bir anlatım dünyasında yapmacık ve özentili davranışların ötesinde kalmayı başardı. Hem öz hem biçim yönlerinden çeşitli açılımlar gösteren bir şir düzeyine ulaştı. Bir ara yeni dil olanakları içinde divan şiiri geleneğini sürdürmek isteyen şairler arasına katıldı. Sonra öykü-şiir denilebilecek uzun soluklu parçalarında toplumsal temaları başarı ile işledi. Kayayı Delen İncir'de söz konusu dönemde yaşanan sınıfsal mücadelenin yansımalarını görüyoruz.

Yapıtları :Şiir: Arz-ı Hal (1949) Türkiyem (1952-1963) Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959) Tütünler Islak (1962) Her Pazartesi (1968)
Divan (1970) Toplandılar (1974) Toplu Şiirler (1981, ilk dört kitaptaki şiirleri) Kayayı Delen İncir (1982) Dün Yok mu (1984)
Büyük Saat (Son yazdıklarıyla birlikte bütün şiirleri 1984) İnceleme: Bir Şiirden (1984) Çeviri: Lukretius - Evrenin Yapısı (Tomris Uyar'la birlikte)
Ödülleri: 1963 Yeditepe Şiir Armağanı / Tütünler Islak ile
1975 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü / Lucretius'tan Evrenin Yapısı çevirisi ile (Tomris Uyar'la birlikte) 1981 Behçet Necatigil Şiir Ödülü / Kayayı Delen İncir ile 1984 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü / Büyük Saat ile

Arz-ı hal
Ben de günahkar kullarındanım Allahım...
Bir "Kulhuvallahi" bilirim dualardan,
Bir de "Yarabbi şükür" demeyi doyunca,
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkar kullarındanım Allahım!...

Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!...
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!...

Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!...
Meleklerin sana bunları söylemezler.
Artık, pek yarattığın gibi değil dünya
İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya:
Ne olursun hoşuna gitmediyse eğer,
Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!...

Sana bir şey soracağım, affet, Allahım!...
Beş vakit kızlar doluyor camilerine,
Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli masum kızlar...
Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar;
Sen tutulmadın mı, içlerinden birine?
Sana bir şey soracağım, affet, Allahım!...

İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!...
Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca
Sen, bizim için hala o ezeli sırsın.
Sen de, bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın...
Herkesin kederi, gailesi boyunca.
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!...

GÖĞE BAKMA DURAĞI İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

Edip CANSEVER (1928-1986)

8 Ağustos 1928' de İstanbul' da doğdu. Kumkapı Ortaokulunda başladığı ortaöğrenimini, 1946' da İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Girdiği Yüksek Ticaret Okulu'nu bitirmeden ayrıldı. 1950' de Kapalıçarşı'da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976' dan sonra ise yalnızca şiirle uğraştı.
İlk şiiri 1 Mart 1944'te "İstanbul" dergisinde yayımlandı. "İstanbul", "Yücel", "Fikirler, "Edebiyat Dünyası" dergilerinde yayımlanan gençlik şiirlerini İkindi Üstü (1947) adlı bir kitapta topladı. Arkadaşlarıyla birlikte, sekiz sayı çıkardıkları "Nokta" dergisi (15 Ocak 1951 -15 Kasım 1951), şiirinin yeni bir evreye giriş dönemine rastlar. İlk kitabından yedi yıl sonra yayımladığı Dirlik Düzenlik' te (1954) kendisine özgü bir şiir evreni kurduğu görüldü. Sürekli yazan, yayımlayan bir şair olarak otuz yıla yakın bir süre ilgileri hep üstünde tuttu, şiirlerinin yanı sıra şiir üzerine yazdıkları, söyledikleriyle de tartışmalara neden oldu. 28 Mayıs 1986' da İstanbul' da öldü.
1957'de yayımlanan Yerçekimli Karanfil adlı kitabıyla 1958 Yeditepe Şiir Armağını'nı; 1976' da yayımlanan Ben Ruhi Bey Nasılım adlı kitabıyla 1977 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü'nü, 1981' de bütün şiirlerini bir araya getiren Yeniden adlı kitabıyla da 1982 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü aldı.,
Şiirlerinde bireyin arayışlarını, umutsuzluklarını, uyumsuzluğa varan yaşam ilişkilerini yansıtmaya çalıştı. Çevresindeki insanların yaşayışlarını etkileyecek, dünyaya bakışlarını değiştirecek bir şiirin aranışı içinde, kapalı bir imge anlayışına yaslanan, bu yüzden yadırganan, "anlamsız" diye nitelenen yapıtlar verdi.
Gerçi şiirselliği düşüncenin alaca bölgelerinde ararken kapalı söyleyişlerin sınırında dolaşıyordu, ama kesinlikle anlamsızlıktan yana değildi. Tersine şiirlerinde anlatmaya, hatta öykülemeye büyük yer veriyor, düzyazı olanaklarından, oyunlardan, konuşmalardan bol bol yararlanıyordu. Çağdaş şiir akımlarındaki gelişmelerle birlikte, yazdıklarının büyük oranda aydınlığa çıktığı görülerek bir düşünce şairi olarak nitelendi.

Yapıtları: İkindi Üstü (1947) Dirlik- Düzenlik (1954) Yerçekimli Karanfil (1957) Umutsuzlar Parkı (1958) Petrol (1959) Nerde Antigone (1961) Tragedyalar (1964) Çağrılmayan Yakup (1966)
Kirli Ağustos (1970) Sonrası Kalır (1974) Ben Ruhi Bey Nasılım? (1976) Sevda ile Sevgi (1977) Şairin Seyir Defteri (1980)
Yeniden (1981,toplu şiirler) Bezik Oynayan Kadınlar (1982)
İlkyaz Şikâyetçileri (1984) Oteller Kenti (1985)
Gül Dönüyor Avucumda (1987,ölümünden sonra)

Ödülleri: 1958 Yeditepe Şiir Armağanı 1977 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü 1982 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü

ÇAĞRILMAYAN YAKUP

I

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi.

Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaşlı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Bilmiyorum
Bilmiyorum, bilmiyorum
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
Onlar işte hep boyuna koşuyordu
Birileri çıkıyordu ordan burdan

Hiç çıkmamak halinde ve olgun
Birileri çıkıyordu
Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
Bir pencerenin sokağa doğru içinde
Bu uyum korkunçtur Yakup!
Yakubun olması korkunçluğudur bu
Dünyanın insana doğru içinde
Yakup, Yakup!
Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum
Lambayı söndürmesinler, geliyorum
Siz bütün lambaları yakın, evet
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp değil ya
Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
Bir ölünün günü boyayan renginde
Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
Kayalardan dondurmalar sorduğum
Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
Kim bilir ne diyordum
(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
Bir baykuş tarafından
Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
Ben ne oluyordum.)

Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
Bunu Yakup söyledi
Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense
Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
Kızgın kağıtların üstüne
Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
Ölüyordu ve bir de
Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
Kendimi koruyordum
Bunu bana Yakup söyledi
Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup
Ben
Bunu hep biliyorum
Bunu hep biliyorum ve işte
Özgürüm, cezasız duruyorum.

II

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.

Taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
Eski taş merdivenleri. Yanımdan bir sürü adam
Geçti ve kolayca gittiler
Müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
Yanan güneşin altında
Onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
Ve sordum
Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun
Ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
Yakup ve onlar nasıl olsunlar. İşte ben taş merdivenleri
Kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
Durmadan kendimle karıştırıyordum
Kimse beni tutup çıkarmıyordu
Vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
Anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
Yoruldum! bunu sanki biri söyledi
Yakubun biri
Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Kendime bir isim düşünerek
Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır bu kimse değil
Ancak gelebildim

Aşağıda bir luna park kımıldıyordu. Ah kurbağalara bakmam gecikecek
Luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
Bu uyum korkunçtur Yakup
Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup
Yakuup!
Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup
Kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
Nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
Güneşe kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını çok yakıyordu ki
Adam içinden bağırdıkça dünya
Ters yönden yaratılıyordu, diyebilirim
Bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
Kan kalp
Kırmızı top
Yakıcı dönüşümler çıkaran
Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
Öyle değil mi Yakup
Hemen hemen öyleydi, Yakup bunu söyledi
İyi ki söyledi. Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
O benim ayaklarımı.. taşlardan
Bir kurtarabilsem
Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Bir zamansızlığın Yakuba doğru içinde
Saat on yediyi ve yirmi biri
Gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Her saniyedeki ve işte her saniyedeki
Ben, yani Yakubun o dağılgan şekli
Nerdeydim.

Bilmem ki. Bir avukat benim ellerimi tuttu. Gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
Kim bilir bir çağın neresinden burada. Anlaşılması
Yoktu ki. Kendine özgü bir duruşu
Yoktu ki. Pek güçlü kolları vardı yalnız
Ne diyordum, ben işte Yakup
Çekiverdi beni taş hamurun içinden
Pek öyle gürültüyle değil
Bir başka yapışkanlığın içine
Çekiverdi beni
Göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
Sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
Kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
Bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
Onu ben çok iyi görüyordum. Ama çarşaflar, öyle bir takım kıpırdanmalar
araya
giriyordu
Engelliyordu bizi
Ter içindeydik. Ellerimden çekiyordu. Ter içindeydik
Beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi Ben'i
Ter içindeydik
Terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
Üstümüzde olgun ve kararsız su tanecikleri bulunan
Biz Yakup
Biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
Kurbağalara geldik.

III

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Masalarda oturmuşlardı. Ben oradan geliyorum
Yazı makineleri, kağıt sesleri
Ben oradan geliyorum.

Önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
Sonra bir yer bulup oturdum. Hadi bir sigara içeyim dedim
Olmaz, dedi mübaşir kılıklı kurbağanın biri
Belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi
Öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
Bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
Olmaz ki, Yakup!
Peki Yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
Herkesin durduğu bir yere gittim. Ben Yakup
Ya onlar kimdi
Aralarına aldılar beni. Artık ben hiçbir şey göremiyordum
Biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekçe bir yere oturmuş
Onu ben duyuyordum
Duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
Ve "Yakup" sesini ancak anlıyordum. Yakubun ötesinde
Birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
Anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
Sonra bir şey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış
olmalıyım
Ben, yani Yakup
Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
Diye düşündüm ya ben
Ben, yani Yakup
Bütün gücümle bunu bağırdım
Ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
Bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
Daha başka yerlerime de baktılar
Sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
Ben, Yakup, beni hiç kimse çağırmadı
Sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. Şimdi
Hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
Yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
Ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
Bağırdım, bağırdım, bağırdım
Tanrının ayak izleri!
Tanrının ayak izleri!

IV

Kurbağalara bakmaktan geliyorum. Ben Yakup
Bunu Yakup söyledi
Yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
Gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
Bir kırlangıç onu kirletmese
Ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
Onları hiç sevmem
Ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
Odamın düşünülmesi halinde bile
Kimseler yoktur
Biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
Ve biraz da çarşılar
Ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
Bitmesin
Çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
Kirli ve eski
Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
İntiharlara doğru büyüyen içinde
Ben, yani Yakup
Kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
Açgözlü, mor kurbağalara
Akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki
Bir bardak da süt içeceğim. Sonra
Bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
Ben
Gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup
Uyumak istiyorum.

Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.

(Çağrılmayan Yakup’tan)

Cemal SÜREYA (1931-1990)

Asıl adı Cemalettin Seber'dir. 1931 yılında Erzincan'da doğdu. 1938 Dersim isyanı sonrasında ailesiyle birlikte Bilecik'e sürülen Süreya, yedi yaşında, sürgünden altı ay sonra annesini kaybetti. Şair onun ölümü için "küçük kalbimdeki kuş ölmüştü" der ve hayatı boyunca sevdiği her kadında annesini arar, sevdiği her kadın öbür yarısıyla annesi olur. Bu arayış "Beni öp sonra doğur beni" de doruğa ulaşır. İlkokulun iki buçuk senesini İstanbul'da halasının yanında gizlice okumak zorunda kaldıktan sonra, olayın fark edilmesi üzerine Bilecik'e dönerek eğitimini burada tamamladı. Bilecik Ortaokulu'nu bitirerek Haydarpaşa Lisesi'ne parasız yatılı girdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü'nü bitirdi. Maliye Bakanlığı'nda müfettişlik, darphane müdürü, Kültür Bakanlığı'nda yayın kurulu danışma üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yaptı. Papirüs dergisini üç kez çeşitli aralıklarla çıkardı. Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000'e Doğru gibi yayın organlarında şiir ve yazılarını yayımladı. İlk şiiri 8 Ocak 1958'de Mülkiye dergisinde çıktı. Şiirlerindeki şekil, içerik ve anlatım özellikleri ile İkinci Yeni şiirine katıldı. Bu akımın önde gelen şairlerinden biri oldu. Bireyin iç dünyasının gizli yanlarını ironik bir söyleyişle dile getiren şair, Göçebe'de yoğun bir anlatıma yöneldi. Dil ve biçim oyunlarıyla kurulu daha sonraki şiir çizgisi giderek yalın bir düzeye erişti. Çağrışımsal öğelerle kurduğu akla dayalı şiirlerinin toplumsal eleştiri yönü ağır bastı. İnsan-toplum gerçekliğinin özel durum ve 'an'larını nükteli bir dil ile yansıttı. Geleneğe karşı olmasına karşın geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Şahsiyetli bir şiir dili vardır. Canlı halk dilini kullanması, onu okuyucuya yaklaştırır. Üslubundaki mizah ve istihza, ona ayrı bir özellik kazandırmaktadır. 9 Ocak 1990 tarihinde İstanbul'da öldü. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu.

Yapıtları:
Üvercinka (1958) Göçebe (1965) Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973)
Sevda Sözleri (1984, Uçurumda Açan ile birlikte toplu şiirleri)
Güz Bitiği (1988) Sıcak Nal (1988) Sevda Sözleri (1990, 1995, tüm şiirleri, ölümünden sonra) Ödülleri: 1959 Yeditepe Şiir Armağanı 1966 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü 1988 Behçet Necatigil Şiir Ödülü

ELMA

Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul'da bir duvar

Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise

İstanbul'da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci'nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine

Adımın bir harfini atıyorum

Can YÜCEL (1926-1999)

1926 yılında İstanbul`da doğdu. Türkiye'nin ilk Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in oğlu olan Can Yücel, orta öğrenimini Ankara Erkek Lisesi'nde tamamladıktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü'nde okudu. İngiltere'de Cambridge Üniversitesi`nde eğitimini sürdüren Yücel, bir süre Londra'da BBC Radyosu'nda çalıştı. Türkiye'ye dönüşünde Bodrum'da turist rehberliği yapan Yücel, daha sonra İstanbul'a yerleşti ve bağımsız çevirici olarak yaşamını sürdürdü. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde ÖDP`nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. Yücel, 12 Ağustos 1999'da öldü. Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Yöne, Ant, İmece, Papirus adlı dergilerde yazdı. Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği, Yazko Edebiyat ve Yeni Düşün dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965"ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. İlk şiirlerini 1950 yılında "Yazma" adlı kitapta toplayan Can Yücel, "toplumsal sorunların yarattığı izlenimlerin ağırlığından kurtulmak istermiş gibi" kimi taşlama, kimi bıçak ile işleyen duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti.

Yapıtları: Şiir: Yazma (1950) Sevgi Duvarı (1973) Bir Siyasinin Şiirleri (1974) Ölüm ve Oğlum (1976) Şiir Alayı" (1981) Rengarenk (1982) Gökyokuş (1984) Canfeda" (1987) Çok bi Çocuk (1988)
Kısadevre (1990) Kuzgunun Yavrusu" (1990) Çeviri: Her Boydan (1959)

Anayasası İnsanın

Kan yasası bu insanın
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan

Can yasası bu insanın :
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İllede yaşayacaksın!

Us yasası bu insanın :
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
düşmanı dost kılacaksın!

Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman

Cahit KÜLEBİ (1917-1997)

20 Aralık 1917'de, Tokat'ın Zile ilçesinin Çeltek Köyü’nde doğdu. Gerçek adı Mahmut Cahit'tir. Soyadı yasası çıkınca 'Külebi' soyadını aldı. İlkokulu Niksar'da, liseyi Sivas'ta bitirdi. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Antalya Lisesi'nde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, Ankara Gazi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Milli Eğitim Müfettişi oldu. İsviçre’ye kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak atandı. Yurda dönünce Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1972'de emekliye ayrıldı. 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu'nda çalıştı. 1976'dan sonraki dönemde Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı’ydı, 12 Eylül'de görevinden istifa etti. SODEP kurucuları arasında yer aldı, ancak kurucu üyeliği veto edildi. 20 Haziran 1997'de Ankara’da öldü. İlk şiirini Sivas Erkek Lisesi'nin 'Toplantı' adlı dergisinde yayımladı. Daha sonra Varlık Dergisi'nde yayınlanan şiirlerinde de aynı imzayı kullandı. 1950-1954 arasında Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış, Kültür Dünyası gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ünlendi. Bazı şiirlerinde Mahmut Cahit, Nazmi Cahit, Cahit Erencan imzalarını da kullandı. Kendine özgü bir şiir dili, rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla dikkat çeken, titiz bir şiir işçisi olarak tanındı. Halk şiirinden, türkülerden yararlanarak çağdaş bir şiir oluşturmuş, konu olarak yurt sevgisini, insan ve doğa sevgisini işlemiştir. Şiirlerinde çocukluğunun ve gençlik yıllarının geçtiği yörelerden izlenimlerini yansıtmıştır. 1940 Edebiyat hareketi içinde etkin bir rol oynadı, hiçbir gruba ve eğilime katilmadı, buna rağmen şiirini kabul ettirdi.

Yapıtları:Şiirleri: Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
Yeşeren Otlar (1954), 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü
Süt (1965) Şiirler (1969) Türk Mavisi (1973) Sıkıntı ve Umut (1977) Yangın (1980), Yeditepe Şiir Armağanı
Bütün Şiirleri (1982) Güz Türküleri (1991) Bütün Şiirleri (1997)
Güzel Yurdum (1996) Zerdali ağacı Kamyonlar Kavun Taşır Anı: İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986) Düz Yazı: Şiir Her Zaman (1985) Ecenin Günlüğü Ödülleri: 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü / Yeşeren Otlar ile
1981 Yeditepe Şiir Armağanı / Yangın ile

SIVAS YOLLARINDA

Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sıvas yollarında geceleri.

Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sıvas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.

Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şoförler söver,
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider

Hikâye
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!

Behçet NECATİGİL (1916-1979)

16 Nisan 1916'da İstanbul Fatih'te doğdu. İlkokula, Beşiktaş Cevri Usta Mektebi'nde başladı, Kastamonu'da Erkek Öğretmen Uygulama Okulu'nda tamamladı. Kastamonu Lisesi'nde başladığı ortaöğrenimini, Kabataş Lisesi'nde tamamladı ve lisenin edebiyat kolunu birincilikle bitirdi. Yüksek Öğretmen Okulu'na girdi ve okulun kontenjanından Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı bölümüne devam etti. "Deutscher Akademischer Austauschdienst"in davetlisi olarak Berlin'e gitti, edebiyat öğrenimini orada tamamladı.
Necatigil, Kars Lisesi'nde başladığı edebiyat öğretmenliği görevini Zonguldak Lisesi'nde sürdürdü. Askerlik görevini yedek subay olarak İzmir'de yaptı. Askerlik sonrası öğretmenlik görevini Pertevniyal Lisesi'nde, Kabataş Erkek Lisesi'nde yaptı ve İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde atandı. Ekim 1972'de buradan emekli oldu. 13 Aralık 1979'da İstanbul'da öldü.
Çağdaş Türk şiirinde başlı başına bir yer edinen Behçet Necatigil; mütevazi bir yaşam tarzını seçti, doğumundan ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları hatırlatmaya; ev-aile -yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal yaşantılarını iletmeye, duyurmaya harcadı, duyarlıklı, içli bir şiir evreni kurdu. Bireyin yaşam karşısındaki acılarını, özlemlerini, umutlarını yansıtan içten, dokunaklı söyleyişi, değişik tekniğiyle özgün bir kişilik yarattı. Tedirginlikleri, dışa açılmaları anımsamaları, güçsüzler karşısında duyarlığı, kendini dinlemeleriyle lirizmin üstat düzeylerine ulaşan bir şiir ortamında sundu, şiirimizinden yeni söyleyiş olanakları çıkararak yeni biçimler aradı.
İlk şiiri lisede öğrenciyken, Varlık dergisinde çıkan Necatigil, şiire adanmış bir ömür sürdürdü. Hep saklı tuttuğu, koruduğu özel bir alandı şiir onun için. Yazılar, çeviriler, oyunlar, dersler de girse araya; şiir için yaşadı, şiir için yazdı, şiiri hayat bilgisine dönüştürmeye çalıştı. Şiir ve yazıları; Varlık, Yenilik, Yeditepe, Türk Dili, Yeni Dergi, Yeni Edebiyat, Cumhuriyet , Milliyet-Sanat dergi ve gazetelerinde yayımlandı.
Almanca'dan yaptığı çevirileriyle de kültür yaşamımızı zenginleştiren Necatigil; şiirlerinin yanı sıra radyo oyunları yazdı, Türk edebiyatının yazarlar, eserler sözlüklerini hazırladı. Eski Toprak ile 1957 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Yaz Dönemi'yle de Türk Dil Kurumu 1964 Şiir Ödülü'nü kazandı. Yapıtları, ölümünden sonra, Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri tarafından "Bütün Eserleri" adıyla yayına hazırlandı (Cem Yayınevi, 1981). Bütün Yapıtları, 1995'te, Yapı Kredi Yayınları'nca yeniden yayınlanmaya başladı. Ölümünden sonra ailesi tarafından konulan Necatigil Şiir Ödülü 1980'den beri verilmektedir.


Yapıtları: Şiir: Kapalı Çarşı (1945) Çevre (1951) Evler (1953)
Eski Toprak (1956) Arada (1958) Dar Çağ (1960) Yaz Dönemi (1963) Divançe (1965) İki Başına Yürümek (1968) En/Cam (1970)
Zebra (1973) Kareler Aklar (1975) Beyler (1978) Söyleriz (1980)
Seçme şiirleri: Sevgilerde (1976).
Düzyazı: Bile/Yazdı (1979)
Radyo oyunları: Yıldızlara Bakmak (iki oyun, 1965) Gece Aşevi (beş oyun, 1967) Üç Turunçlar (altı oyun 1970) Pencere (dört oyun 1975)
Araştırma/İnceleme: Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960,17. basım, 1998) Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1979)
Çeviri şiirleri: Yalnızlık Bir Yağmura Benzer (1984)
Ödülleri: Yeditepe Şiir Ödülü (1957)
Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü (1964)

Çağın Tanığı Olmak
Fırlat at uzağa
Döner gelir bumerang.

Yukardan aşağı, boş küpler,
Soldan sağa
Hangi harfleri koymalı
Ki çözülsün bilmece?

Diş diş
Kalıntı çağ mazgalları
Sonra yeni katmanlar
Bir intihar gibi içerde.

Aldatışı yakınların
Bilinseydi
Kime inanacaksın
Ki hangi yolları yürümeli?

Çocukluk, gene ancak çocukluk
Gerçi o da acı
Ama iyi ki var
Yerine hangi mutlu yaşantı?

O nineler, o kızlar, o evler
De yoksa
Kimin bu toprak
Çok düşünmüşümdür.

Onu benden, beni ondan ayıran
Düzenler
Bırakmaz bizi bize, bölücü
Olmuş nice değerler, ben de ölmüşümdür.

İçindeyim, diretiyorum çağa
Size ne miyim ben, siz bana nesiniz?
Bir hayal, bir masal mı eski
Ama ben görmüşümdür.

Fırlat at uzağa
Döner gelir bumerang.

Behçet Necatigil

HÜTHÜT

Sanki düğün olmuştur
Sevmiş, sevilmiş, yenmiş, yenilmiş
Çekmiş, çektirmiş
Oyun hüzün olmuştur.

Düştür doğaldır içlenme
Bezginlik göllerinde bir gece
Karanlıkta senin de
Yüzdüğün olmuştur.

Ay peşinde
Bitkin akşamlar nikotin
Düşer bir gün giyotin
Aksâdeler giyindiğin olmuştur.

Süleyman ve Sabâ, hüthüt ve Belkis
Söylerdi sorsaydık, geç git, bunlar - -
Necatigil yok şimdi
Belki bir gün olmuştur.

Hilmi YAVUZ (1936- )

14 Nisan 1936'da İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki eğitimini yarıda bıraktı. İngiltere'ye gitti. BBC'nin Türkçe bölümünde çalıştı. Londra Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne bağlı University College Felsefe Bölümü’nde yüksek öğrenimini tamamladı. Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli yayınevleri ve ansiklopedilerde görev aldı. Cumhuriyet, Milliyet, Yeni Ortam gazeteleri ve çeşitli dergilerde "Ali Hikmet" imzasıyla inceleme, eleştiri ve denemeler yazdı. Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı, Uygarlık Tarihi ve Felsefe okuttu. Halen Zaman gazetesinde kültür yazılarına ve Bilkent Üniversitesi, Türk Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi (senior lecturer) olarak çalışmaya devam etmektedir. Şiire lise yıllarında başladı ve ilk şiirleri Kabataş Erkek Lisesi'nde edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil yönetiminde çıkan "Dönüm" dergisinde yayınlandı. Bu dönemde daha çok İkinci Yeni akımının etkisinde imgeci şiirler yazdı. Sonraki bir arayış içine girdi. Dünyaya bakışı ve siyası düşüncelerinde yaşadığı değişiklik şiirlerine de yansıdı. Gelenekçilikle çağdaş bir bakışı kaynaştıran, biçim ve özün dengelendiği özgün, yoğun ve yetkin bir düzey sergiledi. İslam mistisizmi, özellikle de tasavvuftan damıtılmış şiirle kendine özgü bir sözcük dağarcığı ve şiir dili geliştirdi.

Yapıtları: Şiir: Bakış Kuşu (1969) Bedreddin Üzerine Şiirler (1975)
Doğu Şiirleri (1977) Yaz Şiirleri (1981) Gizemli Şiirler (1984)
Zaman Şiirleri (1987) Söylen Şiirleri (1989) Ayna Şiirleri (1992)
Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize (1989, toplu şiirler)
Gülün Ustası Yoktur (1993, toplu şiirler 1) Erguvan Şiirler (1993, toplu şiirler 2) Çöl Şiirleri (1996) Akşam Şiirleri (1998) Yolculuk şiirleri (2001) Hurufi şiirler ( 2004) Büyü'sün Yaz (2006) Deneme-İnceleme: Felsefe ve Ulusal Kültür (1975)
Roman Kavramı ve Türk Romanı (1977) Kültür Üzerine (1987)
Yazın Üzerine (1987) Denemeler Karşı Denemeler (1988)
Dil'in dili (1991) İstanbul Yazıları (1991) Okuma Notları ( 1992)
İstanbul'u dinliyorum (1992) Modernleşme,Oryantalizm, İslam(1998)
Yazın,Dil ve Sanat ( 1999) İslam ve Sivil Toplum Üzerine Yazılar (1999) İnsanlar,Mekanlar,Yolculuklar(1999) Özel Hayat'tan Küreselleşmeye(2001) Budalalığın Keşfi (2002)
Kara Güneş ( 2003) Sözün Gücü ( 2003) Yüzler ve İzler ( 2006) Anı - günce: Geçmiş Yaz Defterleri (1998) Ceviz Sandıktaki Anılar(2001) Bulanık Defterler (2005) Anlatı: Taormina (1990) Fehmi K.'nın Acayip Serüvenleri ( 1991)
Kuyu(1994) not: Bu üç anlatı, can yayınlarından 1995 yılında ,'üç anlatı' adı altında basılmıştır.

Ayrıca Hilmi Yavuzla yapılan söyleşiler ve biyografik eserler:
Şiir Henüz (söyleşi- derleme,1999)
Doğu'ya ve Batı'ya yolculuk(söyleşi,2003)
Şiirim gibi Yaşadım (biyografi ,2006)

Ödülleri: 1978 Yeditepe Şiir Armağanı 1987 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü 2004 Şili Cumhurbaşkanlığı Şeref Madalyası (Pablo Neruda’nın 100. doğum yıldönümü dolayısıyla)

NÂZIM HİKMET

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

18 Kasım 2009 Çarşamba

15 Kasım 2009 Pazar

haldun taner - konçinalar

Haldun TANER (1915-1986)

16 Mart 1915'te İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Devlet tarafından Almanya'ya Heidelberg Üniversitesi'ne gönderildi bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde eğitim gördü. Hastalanarak yurda döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başladı. Edebiyat Fakültesi’nde, Gazetecilik Enstitüsü’nde, LCC Tiyatro Okulu’nda edebiyat ve sanat tarihi dersleri verdi. İki yıl Viyana’da Max Reinhardt Tiyatro Akademisi’nde öğrenim gördü. Viyana’daki bazı tiyatrolarda reji asistanı olarak çalıştı. Dönüşünde Gazetecilik Enstitüsü’ndeki derslerine devam etti. Devekuşu Kabare'yi, Bizim Tiyatro'yu, Tef Kabare Tiyatrosu'nu kurdu. Küçük Dergi'yi çıkardı. Gazetelerinde köşe yazıları yazdı. 7 Mayıs 1986'da, İstanbul'da öldü.

Yazın yaşamı skeçlerle başladı. "Töhmet" adlı İlk öyküsünü "Haldun Yağcıoğlu" takma adıyla Yedigün dergisinde yayımladı. Skeç, öykü, oyun, kabare, senaryo, hiciv, fıkra, köşeyazısı türlerinde ürün verdi. Öykü ve yazılarını Yedigün, Ülkü, Yücel, Varlık, Küçük Dergi, Yeni İnsan dergileri ile Yeni Sabah, Milliyet ve Tercüman gazetelerinde yayınladı. Sinemaya da uyarlanan Keşanlı Ali Destanı adlı epik oyunu ile dünya çapında ünlendi. Geleneksel Türk sanatlarıyla dünya sanatını birleştiren, halk diliyle yazan Haldun Taner, açık seçik ve içten yazdı, kafasına ve kalemine özen gösterdi, ironiyi her zaman kullandı, halkçılığıyla ve siyasi edebi grupların dışında kalmasıyla sevildi, eserleri dünya dillerine çevrildi. Türkiye'de epik tiyatro türü ve kabare tiyatrosunun öncüsüdür. Haldun Taner'in eserlerinde gözlemin, mizahın ve yerginin önemli yeri vardır. Büyük şehrin düzensiz ve çelişkilerle dolu yapısını, görgüsüzlük ve bilgisizliğini yansıtan öyküleriyle tanınmıştır. Yeni İstanbul, Atlantis, Varlık, Sait Faik, Türk Film Dostları Derneği, TDK, Bordighera Avrupa Mizah Festivali, Sedat Simavi ödülleri kazandı.

Yapıtları:

Öykü:
Yaşasın Demokrasi (1949)
Tuş (1951)
Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu (1953)
Ayışığında Çalışkur (1954)
Onikiye Bir Var (1954)
Konçinalar (1967)
Sancho’nun Sabah Yürüyüşü (1969)
Kızıl Saçlı Amazon (1970)
Yalıda Sabah (1983)

Oyun:
Günün adamı
Dışardakiler (1957)
Ve Değirmen Dönerdi (1958)
Fazilet Eczanesi (1960)
Lütfen Dokunmayın (1961)
Huzur Çıkmazı (1962)
Keşanlı Ali Destanı (1964)
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım (1964)
Zilli Zarife (1966)
Vatan Kurtaran Şaban (1967)
Bu Şehr-i İstanbul Ki (1968)
Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1971)
Astronot Niyazi (1970)
Ha Bu Diyar (1971)
Dün Bugün (1971)
Aşk-u Sevda (1973)
Dev Aynası (1973)
Yâr Bana Bir Eğlence (1974)
Ayışığında Şamata (1977)
Hayırdır İnşallah (1980)

Fıkra-Gezi-Söyleşi:
Devekuşuna Mektuplar (1960)
Hak dostum Diye başlayalım Söze (1978)
Düşsem Yollara Yollara (1979)
Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil (1979)
Yaz Boz Tahtası (1982)
Çok Güzelsin Gitme Dur (1983)
Berlin Mektupları (1984)
Koyma Akıl Oyma Akıl (1985)
Önce İnsan Olmak (1987)
Dinlemek Üzerine

Ödülleri:
1953 - New York Herald Tribune Uluslararası Hikaye Yarışması Türkiye
Birinciliği /"Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu" ile
1955 - Sait Faik Hikaye Armağanı / "Onikiye Bir Var" ile
1956 - Varlık Dergisi En Beğenilen Öykü Yazarı ödülü
1972 - Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü / "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı" ile
1983 - Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü - Pervev Naili Boratav'la birlikte -
Bordighera Müzik Festivali Hikaye Ödülü / "Sancho’nun Sabah Yürüyüşü" ile



KONÇİNALAR

İskambil destesinin en sevdiğim kağıtlarından biri, üzerine The Jolly Jocker yazılı, o delişmen, o uçarı, o biraz cambaz, biraz sihirbaz, bir miktar da düzenbaz, ama neşe dolu, hayat ve hareket dolu, kanısıcak delikanlıdır. Ne yazık ki, Joker'lere Kanasta'dan, Kumkan'dan, Remi'den başka oyunlarda yer verilmiyor. Verilse, her girdikleri oyuna renk ve hareketlilik,canlılık ve şaklabanlık katarlardı.

Jolly Joker'ler bir yana, destenin en itibarlı kağıtları, bilindiği gibi, Beyler yani Aslar oluyor. Ayıp değil ya, ben Aslardan oldum bittim hoşlanmam. Belki kendim hiçbir zaman As olamadığım, As olamayacağım için. Kabul etmeli ki, onların dördünde de bir Kral havası, bir Padişah cakası vardır. Hele bazı takımlarda bunları daha da bir şatafatlı resmederler.

Karamaça Beyinde uğursuz bir şeyler sezilir. Onun sarayında herhalde birtakım karanlık dalavereler dönüyor, gece, mahzenlerinde, bir sürü kelleler uçuyor olmalıdır.
İspati Beyini ben bir Bizans prensine benzetirim.
Bunlara oranla, Kupa Beyi daha bir bizden gibidir. Kupa Beyi herhalde Osmanlı soyundan olmalı.

Karo Beyine gelince, bakınız, o bir Selçuk Sultanıdır. Çelebi, zarif, nazik...Aksi gibi, Tekel damgasını da hep onun üstüne vurular. Buna karşın öylesine soylu ve kibar bir havası vardır ki, damgası olmayan bir Karo Beyi görsek, bayağı yadırgar, bir eksiklik duyarız.

Resimli kağıtlar içinde kanım en çok Kupa Kızına kaynar. Kupa Kızı, etine dolgun, duru-beyaz, hanım-hanımcık bir tazedir. Üniverisiteyi felan bir kalem geçin, güç hal ile bitirdiği ortadan sonra, liseyi bile okuyamamıştır. Olsa olsa sanat enstitüsü mezunudur. Herkesin okumaya merakı olmasa, buncağızın da başka marifetleri var: Dikişle nakışın her türlüsü, örgü işlerinin daniskası...Eteği belinde, bütün evi o çeviriyor. Yeni yetişirken mahalledeki oğlanlarla mektup alıp verdiği olmuş gerçi. Cahillik işte. Hoş görmeli. Ama evlenince eşi bulunmaz bir hayat arkadaşı olacaktır. Buna eminim. Bir kere kocasına karşı ukala ukala karşılık vermez. Sonra bu cins kadınlar çocuklarına da düşkün olurlar. Daha ne?

Onunla evlendiğiniz taktirde, kaynınız Kupa Oğlu olacaktır ki, Allah için, uslu akıllı, yumuşak başlı, kendi halinde bir çocuktur.
Babaları Kupa Papazına gelince, sizden iyi olmasın, pek babacan pek cana yakın bir adamdır. Hoş fıkralar anlatıp göbeğini hoplata hoplata güler. Daha coşarsa, küt küt karşısındakinin sırtına vurur. Evde teklif tekellüf hak getire...Sen de sen , ben de ben. Candan insanlardır vesselam. Öyle bir aileye damat girmek isterim.

İspati Kızına gelince, bakın ondan her türlü sinsilik umulur. Siz onun öyle sakin ve masum göründüğüne bakmayın, o ne hin oğlu hindir o, o ne içten pazarlıklı aşiftedir o... İskambil üstünde gördüğünüz onun bayramlık resmi. O, bu masum erdem pozunu, fotoğrafçıda resim çektirirken bir, bir de pazarları kiliseye giderken takınır. Şöyle kulağınızı verin de bir dinleyin mahalleyi. Maçanın Oğlu ile sinema localarında, plaj kabinlerinde yapmadığı kalmamış. Hal böyle iken, yine de bilmeyenlere karşı kendini dirhem dirhem satar. İspatinin Oğlu ablasının kirli çamaşırlarını herkesten iyi bilir, bilir ama gel gör ki ablası da onun kumar borçlarını öder, evden şunu bunu götürüp satışını gizler. Babaları da zaten itin biri. Bu yaşa gelmiş hala sefih, kumarbaz, birgün olsun ayık gezdiği görülmemiş. Tencere dibin kara hikayesi, kimin kime ne demeye hakkı var.

Karolara gelince, onlar kişizade, görmüş geçirmiş bir ailedir. Bakmayın şimdi biraz düştüklerine. Babaları hariciyeden emekli. Sanırım eski konsoloslardanmış. Eski usul, uyaklı, sanatlı bir İstanbul Türkçesi konuşur. Kızları, nörsler, matmazellerle, el bebek gül bebek büyütüldü. Beş yıldır İngiliz filolojisine gidiyor, bitiremedi. Bitiremez de elbet. Allah'ın günü kantinde ha ha ha, hi hi hi, akşamüstü de oğlanlarla altı buçuk matinesi... Erkek kardeşini sorarsanız, al onu vur ona. Karonun oğlu da, hoppala paşam, hoppala beyim dadılar tayalarla şımartılmış, kuş sütüyle beslenmiş, beyaz tüysüz, oğlandan çok kıza yakın, tasvir gibi bir güzel. En iyi okullara verdiler okumadı. Günahı boynuna, birtakım uygunsuz, serseri heriflerle geziyormuş. Allah bilir, eroin de çekiyordur. Gözlerinin her zaman baygın bakışını ben pek hayra yoramıyorum. Öyle efendi babanın çocuğu böyle soysuz çıksın, yazık, çok yazık...

Maçalar bir ermeni ailesidir. Gedikpaşa'da oturuyorlar. Peder koyu bir katolik papazı. Basbariton, tumturaklı bir sesi vardır. Oğlu Mahmutpaşa'da bir tuhafiye mağazası işletiyor. İspati kızı ile serüvenlerine yukarda az buçuk dokunduk. Ablası Maça Kızı, esmer, kara kaşlı, kara gözlü, gerçi sıcak, gerçi güzel, ama neme gerek, duasında yakarışında, dini bütün bir tazedir. Belli ki, babasına çekmiş. İstavrozunu bir gün göğsünden eksik etmez. Kardeşinin İspati Kızıyla yaptıklarını duysa, utancından yerin dibine geçer. Öylesine kaba sofu ki, yersiz rüyalar gördüğü zaman bile, bilinçaltının kendine oynadığı bu oyuna içerler, sabahleyin apar topar aklanıp paklanıp tövbe bağış diler. İyi bir drahoması var. Şimdi, genç değil şöyle kırkını, kırk beşini aşmış, efendiden ağırbaşlı bir kısmet bekliyor. Hayırlısı. (Bakmayın,Maça Kızının adı edebiyata kötü geçmiş. Onun kendisine yorulan uğursuz kadın, çok bilmiş dul, yuva yıkan vampdişi nitelikleri ile ilişiği yoktur. İftira, söylenti. Hele bizim klasik Tekel takımlarındaki Maça Kızının , İspati Kızınınki gibi numaradan değil, gerçekten masum, yüzüne bakınca bana büsbütün hak vereceksiniz.)

Resimli kağıtlardan sonra, ilk ağızda, Onlularla Dokuzlular gelir. Onlularla Dokuzlular, resimli kağıtlar içinde önemli oyunlara katılma ayrıcalığına sahip, başlıca kağıtlardır. Bundan ötürü de hallerinde görgüsüzce bir çalım, budalaca bir kurum sezilir. Haydi Onlular Asların halktan yetişme vezirleridir diyelim. Ya Dokuzlara ne buyrulur? Bunlar, kendilerini sayıdan bile saymadıkları halde yine de oyunlarına alan, oyunlarına alıp onlara öbür resimsiz kağıtlardan üstün bir değer sağlayan aristokrat kağıtlara yaranmaktan, siftinmekten hoşlanırlar. Bu hallariyle Dokuzları, efendilerinin önünde yerlere kadar eğilen ama saray parmaklıkları dışındaki halka tepeden bakan, mabeyinciler ya da üksek uşaklar sınıfından saymak yanlış olmaz sanırım.

Dokuzlular mabeyinci ya da yüksek uşak olursa Sekizlilerle Yedilere de, el ulaklığı, bahçıvan yamaklığı gibi daha aşağılık işler düşüyor.

Bütün bunlardan sonra sıra nihayet Konçinalara gelir. Konçina diye, bilindiği gibi, Altıdan aşağı kağıtlara deniyor. Konçinalar, adı üstünde işte, Konçinadırlar. Geçin Bezik gibi, Poker gibi kibar oyunları, Aşçı İskambili gibi en bayağı oyunlarda bile hiçbir işe yaramaz, üzgün ve küskün, oyunu dışarıdan seyrederler. Diyeceksiniz ki, Pinakl'da, Kanasta'da oyuna alınıyorlar ya... Ben ona oyuna alınmak mı derim. Zavallılar, çıtır kozların at oynattığı alanlarda habire gelip gider, ayak altında dolaşıp trafiği tıkar, itilip kakılır, muştalanır dururlar. Kısacası aburcuburdurlar. Böyle oynamaktansa ben yeşil çuhanın üstüne kapanıp yüzüstü uyuklamayı yeğlerim. Konçinalar bu bakımdan iskambillerin paryasıdır. Var oluşlarının nedeni salt öbür kağıtlara basamak olmak, onların üstün durumlarını sağlamaktır. Alt basamak olmasa üst basamak neye kime öğünecek?

Konçinaların bu içler acısı durumu bana oldum olasıya dokunmuştur. Kaldı ki, deste içinde hüküm süren bu derebeylik düzenini bugüne bugün İnsan Hakları Bildirisi ile uzlaştırmaya da imkan yoktur. Nitekim, usta oyuncu geçindiğim sıralarda onları paryalardan kurtarıp eşitliğe kavuşturacak, böylece desteyi de iyi kötü çağımızın demokrasi gidişine uyduracak yeni oyunlar aradığım oldu. Hatta, öyle bir oyun bulayım ki diyordum, Birliler asıl değerlerine indirilsin, Beşliler kızları, Dörtlüler oğlanları alabilsin, alay bu ya, gereğince bir kılkuyruk Üçlü, dört papazı birden sustaya durdurabilsin. Fakat olmuyor beyler.
Aslarda o küçük dağları ben yarattım diyen heybet, Papazlarda o bütün güvenini sakaldan, asadan, baltadan alan azamet varken, o güdük, o sümük, o boynu bükük Konçinalar onlara bir türlü el kaldıramıyorlar. Sinmiş bir kere içlerine. Alışkanlık deyin, çekingenlik deyin, aşağılık daha doğrusu, Konçinalık kompleksi deyin, yapamıyorlar işte, ellerinden gelmiyor.

Bunu anladığım günden beri yeni oyunlar aramaktan, eskilerini de oynamaktan vazgeçtim. Her kağıda eşit değer tanıyan biricik oyun olduğu için şimdi yalnız Pasyans açıyorum.


Haldun TANER







10. sınıf dil anlatım dersinin ilk üç ünitesi ile ilgili test

1 ) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır?
A) Sorunlara, onun daha nesnel bir tavırla yaklaşacağını ve çözüm getireceğini umuyordum.
B) Son günlerde tanık olduğum bazı olaylar, onunla ilgili görüşlerimin değişmesine yol açtı.
C) Amaçlarına ulaşabilmek için her türlü engeli aşmaya çalışan bu gençlere imreniyorum.
D) Araştırmamı istediğim yönde sürdürebilmem için öncellikle, yararlanacağım kaynakları saptamalıyım.
E) Bu soru ben ve benim gibi sınava girmiş olan birçok kişinin kafası karıştırdı.

2 ) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır?
A) Dürüst biri olduğundan dün de bugün de kuşkuya düşmüyorum.
B) Hukukçu olmadığımdan, işin bu yönünü sizinle tartışamam.
C) Bu konuda bir araştırma yapılmasını, hazırlanacak raporun ilgili kuruluşlara gönderilmesini istedim.
D) Ben, öyle olduğunu düşünüyor, öyle olduğuna inanıyorum.
E) Anımsanacağı gibi, bir yıldan beri bu konuda yazılar yazıyor, ilgilileri uyarıyorum.

3 ) Öğrenciyi, düşünmeye ve yaratıcı olmaya yönelten ve herhangi bir konu üzerinde eleştiri yapmasını sağlayan bir anlayış, eğitim sistemimize henüz yerleşmedi.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisinden kaynaklanmaktadır?
A) Dolaylı tümlecin cümlenin başında kullanılmamasından
B) Öznenin birden fazla sözcükten oluşmasından
C) Gereksiz yere bağlaç kullanılmasından
D) Tamlayan eksikliğinden
E) Gereksiz yere zarf tümleci kullanılmasından

4 ) Sofraya hep birlikte otururduk. Tahtadan, yuvarlak bir yer sofrasına ayaklarımızı altımıza alıp yan oturarak yaklaşırdık. Sofra örtüsünü dizlerimizin üzerine çekerdik. Babam bağdaş kurarak baş köşede otururdu. Beni sağına, kız kardeşimi de soluna alırdı. Karşısında annem otururdu. Babam, yemeğe başlamadan içimizden biri yanılıp da yemeğe uzanacak olursa, hiç acımadan kaşığının tersini, uzanan elin sırtına indirirdi.
Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerin hangisinde verilenlerden yararlanılmıştır?
A) Betimleme-öyküleme B) Öyküleme-örnek verme
C) Betimleme-açıklama D) Açıklama-öyküleme
E) Açıklama –örnek verme

5 ) Bir vapur yanaşıyor. Eminönü’ndeki vapur iskelesine. Martılar ona çığlıklarıyla eşlik ediyor. Günün ilk ışıklarıyla birlikte insanlar birer ikişer dolduruyorlar kaldırımları. Yol kenarındaki taksiler, gecenin yorgunluğunu atıyor. Caminin avlusunda güvercinler… Galata köprüsündeki emektar kahvede sabah çayları içiliyor; buharlar yükseliyor bardaklardan, pencereden içeriye dolan güneşle birlikte. Ah, bir de bu deniz kokusu….
Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi yoktur?
A) Nesnelere, insanlara özgü nitelikler yükleme
B) Betimleyici bir yol izleme
C) Çeşitli duyulara seslenme
D) Gözlem gücüyle ayrıntılar seçme
E) Örneklerden ve karşılaştırmadan yararlanma

6 ) (I) Kendisine (II) söylenen bu (III) sözü duyar duymaz oturduğu (IV) yerden (V) ayağa kalktı, kürsüye yöneldi.
Bu cümlede, altı çizili sözcüklerin hangisi gereksiz kullanılmıştır?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.

7 ) Bu küçük kasaba geniş ve derin bir (I)vadinin içinde kurulmuştu. Dik, kayalık tepenin üstündeki çok (II)eskilerden kalma (III)kalesi görkemiyle etkiliyordu (IV)insanı . Alçacık damlı (V)dükkânların bulunduğu tarihi çarşısı da birçok yönden görülmeye değerdi.
Bu parçada numaralanmış sözcüklerin hangisi , bir varlığın neye ait olduğunu belirten ek almıştır.?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.

8 ) Türkçede bir cümlenin öznesi, birinci ve üçüncü tekil kişiden oluşuyorsa, yüklemi birinci çoğul kişi olur.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bu kurala uymamaktan kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır?
A) O akşam ben kendi odama, Fatma da kendi odasına çekilmişti.
B) Teyzemlerin yeni evlerine taşınmasından sonra siz bu eve yerleştiniz.
C) Havalar böyle giderse bir süre daha kahvaltımızı balkonda yapabileceğiz.
D) Ben de bir tabak alıp sofraya oturayım.
E) Babasıyla annesi, bu evi üç yılda zar zor yaptırabildiler.

9) Yanlış bir şey yapsam da kızmaz; ama inanılmayacak kadar anlayışlıdır.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisinden kaynaklanmaktadır ?
A) Yüklemin geniş zamanlı olmasından
B) Cümleciklerin ortak özneli olmasından
C) Yanlış ilgeç kullanılmasından
D) Gereksiz yere bağlaç kullanılmasından
E) “bile” yerine “da” bağlacı kullanılmasından

10) Festival süresince(I) her gün(II) düzenli olarak(III) çıkacak olan(IV) “ İlk Çekim” adlı siyah-beyaz dergi sinemaseverlere ücretsiz(V) dağıtılacak.
Bu cümledeki altı çizili sözlerden hangisi çıkarılırsa cümlenin anlamında daralma olmaz?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.

11) On altıncı katta asansörden indik. Bana odayı gösterecek çocuğun peşinden yürüyordum. Çocuk kısa bir koridoru geçti, bir odanın önünde durdu. Ben de durdum. Kapıyı açtı, içeri girdik. Perdeler sıkı sıkıya kapalı. Çocuk perdeleri açıp dışarıyı göstermek istedi. Engel oldum. Lambaları yaktı. Banyonun kapısını açtı. Bir şey isteyip istemediğimi sordu. İstemediğimi söyledim. Bahşişini verdim, gitti.
Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi yoktur?
A) Duyguları yansıtma
B) Eylemleri oluş sırasına göre verme
C) Gözlem gücünden yararlanma
D) Değişik yapılı cümleler kullanma
E) Birinci kişinin ağzından anlatma

12) Aşağıdaki cümlelerin hangisi öznel bir yargıdır?
A) Yunus Emre’nin bu şiirinde “bulut”un gizli gizli ağlamasından söz edilerek buluta insan niteliği verilmektedir.
B) Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun bu şiirlerinde doğadaki, nesnelerin özellikleri insanlar için kullanılmıştır.
C) Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları”nda birçok kez kişileştirmeye başvurduğu görülmektedir.
D) Ahmet Haşim ‘in “Sonbahar” şiirindeki kişileştirme de çok ilgi çekicidir.
E) Behçet Necatigil’in bu dizelerinde sokaklar için “gülümseyen” sözcüğü kullanılarak kişileştirme yapılmıştır.

13) “Artık” sözcüğü aşağıdaki cümlelerin hangisinde ad olarak kullanılmıştır?
A) Yemek hazır, artık sofraya oturabiliriz.
B) O bardaktaki artık suyu dökebilirsin.
C) Yemek artıklarını değerlendirmemiz gerekir.
D) Havalar ısındı, artık kar yağmaz.
E) Sus artık, biraz da beni dinle!

14) (I)Bu dönem tiyatro yazarları, okusun diye değil, sahnede oynansın diye oyun yazarlardı.(II) Tiyatro oyunları, değerli edebiyat örnekleri sayılmadığı için bunlar genellikle yayımlanmazdı.(III) Bu gün çoğunluk için film senaryoları neyse, o sıralarda yazılan tiyatro oyunları da oydu.(IV) İşte bu yüzden o çağda üretilen tiyatro oyunlarının çoğu yok olup gitti. (V) O dönemde yazılanlardan elimizde sadece bu oyunlar kaldı.
Yukarıda numaralanmış cümlelerin hangilerinde, altı çizili sözcüğün atılması cümlede anlam değişmesine yol açar?
A) I. ve II. B) I. ve III. C) II. ve III. D) III.ve IV. E) IV. ve V.

15) Çekim eki almış her sıfat adlaşmıştır.
Aşağıdaki cümlelerin hangisindeki altı çizili sözcük bu kurala örnek gösterilebilir?
A) En büyük zevki rahatça koltuğuna oturup televizyon izlemekti.
B) Evleri caddeye çok yakın, daracık bir sokağın başındaydı.
C) Aralarında nedeni bilinmeyen bir soğukluk vardı.
D) Birden başlayan sıcaklar herkesi bunalttı.
E) Kumaşlardan kırmızılı olanı daha çok beğendim.
16) Aşağıdaki dizelerin hangisinde yorum söz konusu değildir?
A) Alabildiğine insan kalabalığı vardı, Bir aydınlık geleceğe bakıyordu.
B) Bir ılık güz öğlesinde, Şanlı haki urbası üstünde
C) Koymuştu kılıcını içine kınının, Yürüyordu arasında sevgili halkının
D) İzmir'e girişini Atatürk'ün, Bir kahve duvarındaki resimde gördüm
E) Işıktı sevinçti türküydü, Görseydiniz o resimde o Atatürk'ü
17) Çayönü kazısında(I) ortaya çıkarılan buluntular,(II)insanlığın, avcılık(III) ve toplayıcılıktan yerleşik yaşama geçiş(IV) aşamasını(V) göstermektedir.
Bu cümledeki altı çizili sözcüklerden hangisinin kökü, sözcük türü yönünden öbürlerinden farklıdır?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.

18) Sergide tanıtılan antika eşyalar, geçmişte insanların inançlarını ve beğenilerini de yansıtıyor.
Bu cümledeki anlam karışıklıkları aşağıdakilerden hangisiyle giderilebilir?
A) "tanıtılan" sözcüğünden sonra "çok değerli" getirilerek
B) "geçmişte" sözcüğünden sonra "yaşamış" getirilerek
C) "antika" sözcüğü atılarak
D) "inançlarını" sözcüğü yerine "geleneklerini" getirilerek
E ) "de" sözcüğü atılarak

19) Gürültüden uzak, doğal güzelliklerle dolu parkın (I)bir köşesinde, yaşlı (II)bir hanım masanın üstüne koyduğu romanını (III)bir karış uzaktan okumaya çalışıyor; (IV)bir şişman, spor giyimli (V)bir adam da dalgın uzaklara bırakıyordu.
Bu cümledeki anlatım bozukluğunu gidermek için altı çizili sözcüklerden hangisi atılmalıdır?
A) I B) II C) III D) IV E) V
20) (I) Okur, onun yapıtlarını okurken kendisini, yıllanmış çamların olduğu bir ormanda kuş sesleri ve reçine kokularının arasında bulurdu.
(II) Seçtiği ilginç ayrıntılarla, yaptığı benzetme ve karşılaştırmalarla, yapıtlarında okura, doğanın temiz havasını soluturdu.
(III) Öykülerinde Anadolu'nun köylerinde, kasabalarında yaşayanların değişik sorunlarını göstermeye çalışırdı.
(IV) Roman ve öykülerinde, günlük yaşamın sıkıntıları içinde bunalan kişileri işlerdi.
Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangileri, sanatçının betimlemelerindeki aynı niteliği yansıtmaktadır?
A) I. ve II. B) I. ve III. C) II. ve III. D) II. ve IV. E) III. ve IV.
21) Aşağıdaki cümlelerden hangisi, söyleyenin kişisel düşüncesini içermemektedir?
A) Sanatçılar arasındaki olağanüstü uyum, onların oda müziğine olan eğilimlerinin bir kanıtıydı.
B) Sanatçılar, iki bölümden oluşan bu yapıtı, yarın da bu salonda seslendirecekler.
C) Bestecinin üslubunu bütün yönleriyle yansıtan bu yapıtı, yepyeni bir yorumla sundular.
D) Bu konserde dinlediğimiz ezgiler, içimizde yepyeni bir yaşama sevinci uyandırdı.
E) Yapıtın ezgilerindeki kıvraklık, onu seslendirenlerin katkısıyla dinleyicileri adeta büyülemişti.
22) Bu yasadan, özel ve kamu kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisiyle giderilebilir?
A) "yasadan" dan sonra "bütün" sözcüğü getirilerek
B) "ve" sözcüğü kaldırılarak
C) "ve" yerine, "kuruluşlarla" sözcüğü getirilerek
D) "çalışanlar"dan sonra "kesinlikle" sözcüğü getirilerek
E) "yararlanacak" yerine "yararlanabilir" sözcüğü getirilerek

23) Beyin zarı iltihapları iyi tedavi edilmezse, ölüme hatta sara nöbetlerine yol açabilir.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisiyle giderilebilir?
A) "sara nöbetlerine" sözü ile "ölüme" sözcüğü yer değiştirerek
B) "yol açabilir" yerine "neden olabilir" sözü getirilerek
C) "sara" sözcüğü kaldırılarak
D) "zarı" yerine "zarının" sözcüğü getirilerek
E) "edilmezse" yerine "edilmediğinde" sözcüğü getirilerek

24) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde "ilk kez" sözü gereksiz kullanılmıştır?
A) Onu ilk kez bu kadar üzgün görüyordum.
B) Uçağa ilk kez bineceği için çok heyecanlıydı.
C) Bu kıyı kasabasına ilk kez gidiyordum.
D) Böyle bir yarışmaya ilk kez katılıyorum.
E) Onunla ilk kez bir arkadaş toplantısında tanıştık.

25)Aşağıdaki cümlelerin hangisinden altı çizili sözcük çıkarılırsa cümlenin anlamında bir değişme olmaz?
A) Buradaki gerçek, kanımca sanat gerçeğidir.
B) Her şey sanki aynı anda olup bitiyor gibidir.
C) Bunun nereden kaynaklandığını kestirmek oldukça güçtür.
D) Oyunda ayrıca, gülünç bulunabilecek mantıksızlıklara rastlanıyor.
E) Yaşamdaki gerçek ile sanattaki gerçek çoğunlukla aynı değildir.

26) Daha çok varlıklı aileler otururdu burada. Panjurları inikti evlerin. Her şeyi sessizce karşılamaya hazır gibiydiler. Ama birazdan sokaklar canlanmaya
başlardı. İlkin evler, sonra sokaklar, sonra bütün kent. Her yeni sabah sanki eriyip giden yaşamı onarmak içindi.
Yukarıdaki parça için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Kişisel bir anlatım vardır.
B) Betimleme yapılmıştır.
C) Örneklere yer verilmiştir.
D) Gözlemlere yer verilmiştir.
E) Kişileştirmeye başvurulmuştur.

27) Gök, iyiden iyiye kararmıştı. (I) Yağmurun tülden duvağına artık akşam sarınmaktaydı. (II) Ateş, deminki
hızı kesilmişçesine, nazlı ve yorgun alevlerini kapağın orasından burasından dışarıya çıkarıp odanın karanlığını kandırmaya çalışıyordu. (III) Sandalyelerden birinde küçük kızın kurusun diye astığı montu, diğerinde ise önlüğü asılıydı. (IV) Küçük kız, kollarında sar› tüylü kedisiyle uyuyakalmıştı. (V) Yağmursa bardaktan boşanırcasına yağıyordu.
Bu parçada numaralanmış cümlelerin hangilerinde insana özgü nitelikler, başka varlıklara aktarılarak verilmiştir?
A) I. ve II. B) I. ve III. C) II. ve IV. D) III. ve IV. E) IV. ve V.

38) (I) Sonbahar, kendisinden sonra gelecek kış mevsiminin gizli telaşını yaşatıyor doğaya. (II) Amasra’da
bir Roma yapıtı olan Kuşadası Yol Anıtı sarı bir örtüyle kaplanıyor. (III) Hasankeyf’teki Artukoğulları zamanından kalma cami, minaresindeki son leyleği yolcu ediyor. (IV) Kaçkarlarda yağmur
fazla mesai yapmaya başlıyor. (V) Bolu Dağları’nda, Istrancalar’da gezinirken yerlerde ağaç gövdelerinin hüzünlü yüzlerini, acılı bakışlarını görüyoruz.
Bu parçada numaralanmış cümlelerin hangisinde insana özgü bir nitelik doğaya aktarılmamıştır?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.

39 (I) Minibüsle, sabahleyin yola çıktık. (II) Yeşilin, açığından koyusuna değin bütün tonlarıyla bezenmiş ağaçların süslediği yamaçlardan, tepelerden
geçtik. (III) fırıl fırıl akan derecikleri aşa aşa sonunda yeryüzü cennetine vardık. (IV) Çevresini irili ufaklı ağaçların kuşattığı mavi, duru, büyük göle bakan bir yamaçta durduk. (V) Kameramızı çıkarıp bu manzarayı görüntüledik.
Yukarıdaki numaralanmış cümlelerin hangilerinde betimlemeye yer verilmemiştir?
A) I. ve II. B) I. ve V. C) II. ve III. D) II. ve IV. E) III. ve IV.

40) Aşağıdaki cümlelerin hangisinden “onları” kelimesi çıkarılırsa anlam bozulur?
A) Evdekileri telefonla arayıp, konu hakkında onları uyardı.
B) Bavula eşyaları özenle yerleştiriyor, onları kırıştırmıyordu.
C) Bahçedekileri eve çağırdı, onları evde ağırladı.
D) Sorunlar gittikçe büyüyor, onları çözmekte zorlanıyordu.
E) Arkadaşlarını gün geçtikçe daha iyi tanıyor, onları anlıyordu.

41) "Her ne kadar şehir dışına taşınmışsa bile beklenen rahatlığa kavuşulamamıştır."
Bu cümledeki anlatım bozukluğunu gidermek
için aşağıdaki değişikliklerin hangisi yapılmalıdır?
A) "kavuşulamamıştır" yerine "ulaşılamamıştır" sözcüğü getirilmelidir.
B) "taşınmışsa" yerine " taşınsa" sözcüğü getirilmelidir.
C) "beklenen" yerine "beklediğimiz" sözcüğü getirilmelidir.
D) "taşınmışsa bile" yerine "taşınılmışsa da" sözü getirilmelidir.
E) "bile" den sonra "nasılsa" sözcüğü getirilmelidir.

42) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır?
A) Hava kirliliğine karşı çeşitli önlemler alınabilir.
B) Çevre sorunlarıyla ilgili toplantılar yapılmalıdır.
C) Bu gaz, havada yoğun oranda bulunur.
D) Akarsularımız sanayi atıklarıyla kirleniyor.
E) Gençler, doğanın korunması konusunda bilinçleniyor.

43) Fiyatlar çok pahalı olduğu için satışlar çok durgun.
Bu cümledeki anlatım bozukluğunu gidermek için aşağıdaki değişikliklerden hangisi yapılmalıdır?
A) “çok” sözcükleri atılmalı.
B) “durgun” yerine “az” sözcüğü getirilmeli.
C) “olduğu için” yerine “olduğundan” sözcüğü getirilmeli.
D) ”satışlar” yerine “alışveriş” sözcüğü getirilmeli.
E) “pahalı” yerine “yüksek” sözcüğü getirilmeli.

44) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır?
A) İlk karşılaşmamızda bana bu kadar yakınlık göstermesine çok şaşırmıştım.
B) Bu kadar yetenekli bir çocuğu, sanata yönlendirmekle çok iyi bir iş yaptığını düşünüyor.
C) Geçirdiğim rahatsızlığı, büyük bir başarıyla ameliyat ederek sağlığıma kavuşturdu.
D) Bu aşamada, olayları doğal akışına bırakmanın doğru olacağı kanısındaydı.
E) Aralarındaki sorunların görüş farklılıklarından kaynaklandığını biliyordu.

45) Bu sorunun çözümünde yapabileceğim rol çok önemli.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisinden kaynaklanmaktadır?
A) Yüklemin geniş zamanlı olmasından
B) Gereksiz yere işaret sıfatı kullanılmasından
C) İsim cümlesi olmasından
D) Yanlış sözcük kullanılmasından
E) Gereksiz yere belirteç kullanılmasından

46) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde ikileme diğerlerinden farklı bir görevde kullanılmıştır?
A) Çocuk, olur olmaz yerlerde annesini kızdırıyor.
B) Öyle her yerde bilir bilmez konuşma.
C) İrili ufaklı güller vazoda duruyor.
D) Kızına davullu zurnalı düğün yaptı.
E) Canlı canlı balık satıyordu adam.

47) Yeryüzünde İstanbul kadar güzel bir kent bulmak çok güç.
Bu cümle ile ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
A) Ad cümlesidir. B) Bileşik sözcük kullanılmıştır.
C) Adeyleme yer verilmiştir. D) Belgisiz sıfat kullanılmıştır.
E) Bağlaç vardır.

48) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde altı çizili sözcük, sıfatı derecelendiren bir belirteçtir?
A) Yazar daha sonra da bu çalışmanın bir ilk olduğunu söyledi.
B) Adam bizimle çok çirkin konuşuyordu.
C) Kendimi bu günlerde pek mutlu hissediyorum.
D) Geride kalanlara, daha parlak bir ışık altında bakmayı istiyorum.
E) İyi bir insanla dost olmanın sevincini duyuyorum içimde.

49) Aşağıdakilerden hangisinin kökü ad değildir?
A) Yanlışlık B)Yavrulamak C)Yöneltilen D)Yakınlık E) Yaşamak

50) Aşağıdaki cümlelerde bulunan bileşik sözcüklerden hangisi oluşum yolu açısından diğerlerinden farklıdır?
A) Kendini çok açıkgöz sanıyor.
B) Karadeniz yine sel altında kalmış.
C) Bilgisayarla oynarken uyumuş.
D) Yemeğe akbaba gibi saldırdı.
E) Hem kaba hem de boşboğazdı.

51) Türemiş sıfatlar, adlarla fiillerin kök ya da gövdelerine yapım ekleri getirilerek oluşturulur.
Aşağıdaki atasözlerinin hangisinde bu yolla
yapılmış bir sıfat vardır?
A) Güneş balçıkla sıvanmaz.
B) Korkunun ecele faydası yoktur.
C) Her ağacın meyvesi olmaz.
D) Mızrak çuvala sığmaz.
E) İşleyen demir pas tutmaz.

52) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde küçültme adı kullanılmıştır?
A) Küçücük odasında çok mutluydu.
B) Kıyıdan birçok adacık görünüyor.
C) Bu daracık yollarda yürümek zor.
D) Sıcacık çörekleri hemen yedik.
E) Minicik elleriyle çiçek toplamış.

53) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde soru anlamı bir sıfatla sağlanmamıştır?
A) Kaç senedir burada oturuyorsun?
B) Ne tür müzik dinlemeyi seversin?
C) Kimi aradığımı bilmiyor musun?
D) Ona hangi soruları sordun?
E) Sınavı kaçıncı girişte kazandın?

54) I.Teyzelerin dün sinemaya gittiler.
II.Çiçeklerine yazın bolca su vermelisin.
III.Kalemlerini başka kutuya yerleştirdi.
IV.Ceketimizi dolaba astım.
V.Evleri bize çok yakındır.
Yukarıdaki cümlelerin hangilerinde altı çizili sözcüklerin aldığı ekler, onlara hem ikinci, hem de üçüncü tekil kişiye ait olma anlamı katmıştır?
A) I. ve II. B) I. ve V. C) II. ve III. D) III. ve IV. E) IV. ve V.
55) (I) İhtiyar Adam ve Deniz, Ernest Hemingway’e Nobel ödülü kazandıran romanlarından biri. (II) Psikolojik yanı ağır basan ve sinemaya uyarlanması
neredeyse olanaksız görünen bu roman, ünlü bir yönetmence sinemaya uyarlanmış. (III) Filmde, balıkçılıkla geçinen ihtiyar bir adamın yaşamı,
ilgi çekici bir biçimde anlatılmış. (IV) Uzun süredir balık yakalayamayan ihtiyar adam, son kez şansını denediğinde büyük bir balık avlaması ve onu karaya çıkarmak için gösterdiği insanüstü çaba, izleyiciyi oldukça etkiliyor. (V) İhtiyar Adam ve Deniz, izlenmeye değer en iyi filmlerden biri.
Yukarıdaki parçada numaralanmış cümlelerin hangisinde öznellik yoktur?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.
56) (I) Bedri Rahmi, tanıdığı insanlara, dostlarına, arkadaşlarına “reis” diye seslenirdi. (II) Resimleriyle, şiirleriyle, yazılarıyla, dostça söyleşileriyle sanat
dünyamızın unutulmaz reisiydi o. (III) Yeryüzüne katkısı olan insanlardandı. (IV) Birkaç renk, birkaç çizgi, birkaç dize... Yetmez mi ardı sıra bıraktıkları? (V) Ölümsüz bir sanatçıdan, daha başka ne kalabilir?
Bu parçada numaralanmış cümlelerin hangisinde öznellik söz konusu de¤ildir?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.
57) Aşağıdaki dizelerin hangisinde yorum söz konusu değildir?
A) Alabildiğine insan kalabalığı vardı
Bir aydınlık geleceğe bakıyordu
B) Bir ılık güz öğlesinde
şanlı haki urbası üstünde
C) Koymuştu kılıcını içine kınının
Yürüyordu arasında sevgili halkının
D) İzmir’e girişini Atatürk’ün
Bir kahve duvarındaki resimde gördüm
E) Işıktı sevinçti türküydü
Görseydiniz o resimde Atatürk’ü

58) (I) Dolmabahçe Sarayı’ndaki resim koleksiyonları birkaç sergiyi dolduracak kadar zengin. (II) Geçen yıl açılan “Osmanlı Sarayı’nda Yabancı Ressamlar” sergisinin bu y›l ikincisini izleyeceğiz. (III) Orientalist
ressamların, uluslararası sanat pazarında
son iki yıldır ne denli yüksek değerlere ulaştıklarını ilgililer ve koleksiyoncular biliyor sanırız. (IV) Bu denli zengin bir koleksiyonun kapsamlı bir katalogu artık kaçınılmazdır. (V) Ülkemizdeki sanat çevresi bunun beklentisi içindedir.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerden hangisi kişiden kişiye değişen bir yargı değildir?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.

59 )Daralan gecede
Boş yere aramak sevinci
Beraberken acıyan
Ayrılınca neden böyle çekici
Bu şiir parçasının son iki dizesinde işlenen duygu, aşağıdaki cümlelerin hangisinde anlatılmaktadır?
A) Memleketime gittiğimde kendimi evimde hissediyorum; ama bir yandan da buraları özlüyorum.
B) Aradan zaman geçtikçe zaten birbirimize uygun olmadığımızı, beraber yapamayacağımızı anlıyorum.
C) insan, birlikteyken karşısındakini hoş görmeye çalışıyor, onun kusurlarını kolayca affediyor.
D) şimdi başka bir şehirde yaşadığımız için az görebildiğim annemi çok özlüyorum.
E) Evliliğimiz sırasında bana kötü gelen yanları, şimdi affedilebilir, hatta sevimli görünüyor.

60) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde,
"-lik, -lık, -lük, -luk" eki, bir sıfata eklenerek soyut bir ad türetmiştir?
A) Haydi çocuklara bir babalık da sen yap!
B) Sonunda gölgelik bir yer buldular.
C) Adam bir kurnazlık daha yapmış.
D) Salatalık malzeme almaya gitmiştim.
E) Aralarında hiçbir akrabalık ilişkisi yok.

61) "Yüce dağ başında yanar bir ışık "dizesinde "baş" sözcüğü insandan doğaya aktarılarak kullanılmıştır.
Aşağıdakilerin hangisinde, buna benzer bir kullanım yoktur?
A) Masanın ayağı hâlâ tamir edilmemişti.
B) Fırtınadan, Çanakkale Boğazı’nı geçemedik.
C) Bu yemeğe bir baş soğan yetermiş.
D) Gözleri artık iğnenin gözünü seçemiyordu.
E) Nezle olduğu zaman burnu kıpkırmızı olur.

62) (I)"Kitaplık" adlı derginin son sayısında,İlhan Berk eví konusunda yorumlarda bulunuyor. (II)Dergide Gülten Akın'ın biri uzun,üç şiirini okuyorum. (III)Derya Çolpan, şiirleri kitaplaşmadan fark edilmiş,ödüllendirilmiş, değerlendirilmiş bir şair olarak dergide yerini almış.(IV)Şiirlerini okuyunca bu ilgiyi hak ettiğini, hatta daha da övülesi olduğunu anlıyorum. (V)Derginin "Dosya" bölümünde Cemal Süreya ile eskiden yapılmış bir söyleşinin yanı sıra, hakkında yazılmış yazılara da yer verilmiş.
Bu parçada numaralanmış cümlelerden hangisinde, öznel bir yaklaşım söz konusudur ?
A) I B) II C) III D) IV E) V 63) Aşağıdaki altı çizili sözcüklerden hangisinin kökü sözcük türü bakımından diğerlerinden farklıdır ? A) Gündelik yaşamaya alıştırıldık.
B) Huysuzluğu yüzünden dışlandı.
C) Çocuksu özellikleri vardı.
D) Son günlerde anılarını yazıyor.
E) Çöplük neredeyse patlayacak.

64) Bir topluluğa "ulusal" kimliğini veren, onu "o" yapan, kültürüdür. Kültür de toplumla birlikte devinir, dönüşür,yeni boyutlar kazanır. Kimi zaman yozlaşmaya yüz tutabilir, değişik kültürlerin boyunduruğuna girebilir. Ancak, bir toplum yok edilmedikçe kültürü de kolay kolay ortadan kaldırılamaz. Dünya kültür tarihinde bir kültürü toptan yok etme amacına yönelik eylemlere örnek bulmakta ve göstermekte zorluk çekmekteyiz.
Bu paragrafın konusu aşağıdakilerin hangisidir ?
A) Kültürün kalıcı olabilmesinin koşulları
B) Kültürlerin birbiriyle ilişkisi ve etkileşimi
C) Kültürün insanda yol açtığı değişimler
D) Kültürün toplumla iç içeliği
E) Kültürel yozlaşmanın nedenleri

65) “Bizi, sert bakışlarıyla tepeden tırnağa süzdü.”
Aşağıda altı çizili sözcüklerden hangisi, bu cümledeki “sert” sözcüğünün kullanımıyla özdeştir ?
A) Şu sırta ulaşınca kamp kurarız.
B) Güzel, yumuşak bir sesi vardı.
C) Radyonuzun sesini biraz kısın.
D) Serin bir rüzgâr esiyordu.
E) Bursa, yeşil bir cennet gibidir.

66) Aşağıdakilerin hangisinde, sözcüklerin yerinde kullanılmamasından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu yoktur ?
A) Sergide yaptığı tablolar çok beğenildi.
B) Fotoğrafçılık hakkında kısaca bildiklerini açıkladı.
C) Filmi ödül kazanınca sevinçten havalara uçtu.
D) Okulda yazdığı kitapların hepsini tanıttı.
E) Çok başı ağrıdığı için erkenden yattı.

67) Aşağıdakilerin hangisinde soyut bir durum, somutlaştırılarak anlatılmıştır ?
A) Dil olmadan düşünemeyeceğimiz gibi, özgür de olamayız. B) Erhan Beşer’in son kitabındaki kişiler her yerde rastlayabileceğimiz kadar canlı ve sahici.
C) Denizyıldızları, buradan, sanatçı bir elden çıkmış sanat eserleri gibi görünüyor.
D) Özgürlük bir ağaçtır, sulanmadığında kuruyuveren; kurutulduğunda bir daha zor canlanan.
E) Çölde su arayıp bulamayanların çaresizliği vardı yüzünde. 68) Aşağıdaki cümlelerde bulunan bileşik sözcüklerden hangisi, iki eylemin kaynaşmasından oluşmuştur ?
A) Amcası, vurdumduymaz bir adamdı.
B) Yurtsever bir insan olarak tanınır.
C) Sonunda onu da alaşağı etmişler.
D) Bu konuda bizi sıkboğaz etmeyin.
E) Karşı taraf, ateşkesi bozdu.

69) Trakya, çalışmayı da eğlenmeyi de biliyor.
Bu cümledeki altı çizili sözcüğün anlamca kullanılışına benzer bir kullanım aşağıdaki cümlelerin hangisinde vardır ?
A) Konya, çocukluğumun masal kentidir.
B) Çanakkale, Boğaz’ın sularında kendi güzelliğini seyrediyor.
C) Mersin, sırtını Toroslar’a dayamış, baharı yaşıyor.
D) Malatya, kayısı ve politikacısıyla ünlüdür.
E) Samsun, bu 19 Mayıs’ı da coşkuyla kutladı.

70) “Ey benim eski duygularım, eski düşüncelerim neden böyle uzaksınız benden!”
Bu cümledeki eski sözcüğü ile altı çizili sözcüklerden hangisi türce aynıdır ?
A) Bu, İstanbul’un nadir görünen karlı havalarındandı.
B) Babam, biraz sonra seni arayacak.
C) O gece erken yattım; fakat rahat uyuyamadım.
D) Ay, sanki yapraklara sürünerek geliyordu.
E) Aşağısı baş döndürecek kadar derindi.

Derleyen: Bülent Demiryapan
Lüleburgaz Lisesi Uzman Edebiyat Öğretmeni


A B C D E
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70