23 Ocak 2011 Pazar

nadirî - haletî - cevrî

Ganizade Nadiri

; dîvân şâiri. 1572 (H.980) yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Şiirlerinde Nâdirî mahlasını kullanmıştır. Babası Abdülganî Efendi, Bolu’nun Gerede kazâsında ilim ve fazîlet sâhibi şâir bir kimseydi. İlk tahsile babasıyla başlayan Nâdirî, Hoca Sâdeddîn Efendiden okuyarak icâzet almıştır. Şeyhülislâm Sun’ullah Efendinin dâmâdıydı. Sâdeddîn Efendiden mezun olduktan sonra, İstanbul’da Papazoğlu Medresesine tâyin edildi. Daha sonra birçok medresede vazîfe yapan Nâdirî en son 1601’de Süleymâniye’de dördüncü medresede müderrislik yaptı. 1602 senesinde Selânik kâdılığına tâyin edildi. Sadrâzam Yemişçi Hasan Paşanın isteği üzerine azlolundu. 1604 senesinde Selânik kâdılığına iâde edildi. Aynı sene Mısır (Kâhire) kâdılığına tâyin oldu. 1605 senesinde Edirne kâdılığına getirildi. 1607 senesinde İstanbul kâdısı, 1608’de de Galata kâdısı oldu. Buradan Anadolu kazaskerliğine yükseltildi. İki sene bu görevi yürüten Nâdirî, 1614’te azledildi. 1615 senesinin ortalarında Parvadi kazâsı arpalık olarak verildi. 1617 senesinde Anadolu kazaskerliğine tâyin olundu. Sultan İkinci Osman Han zamânında 1619’da şeyhülislâm olan Yahyâ Efendinin yerine Rumeli kazaskeri, nihâyet 1620’de tekâüd (emekli) oldu. 1624 senesinde tekrar Rumeli kazaskerliğine getirildi. 1626 senesinde 56 yaşında vefât etti. Kabri İstanbul’da Âbid Çelebi Mescidi hazîresindedir. Resmî vazîfelerinde devlet ve milletin menfaatlarını koruyup, bunun için çalıştığından, menfaatçılar ve kötü düşünceli kimseler tarafından devamlı haksızlıklara uğrayan ve bu hâli kasîdelerinde belirten Nâdirî, hat sanatında da mâhirdi. Sülüs, nesih, rik’a, celî ve ta’lik hatlarında tanınmıştır. Âlim ve kültürlü bir kimse olan Nâdirî, geniş hayâl gücüne sâhip bir şâirdir. Eserlerinde duygudan çok düşünce hâkimdir. En samîmi ve duygulu şiirleri dînî şiirleri ve mi’râciyelerdir. Şiirleri şekil ve vezin bakımından da kusursuz sayılabilecek bir mükemmelliktedir. Kasîdelerinde çoğunlukla bütün bölümler mevcuttur. Aruz veznini başarıyla kullanmıştır. Nâdirî’nin Mesihî, Hâleti, Fuzûlî, Ma’nî gibi şâirlere nazîreleri vardır. Kendisi de, devrinde beğenilip sevilirdi. Ayrıca kasîdelerine Nef’î ve Nev’izâde Atâî, Azmizâde Hâletî gibi devrinin üstâdları tarafından nazîreler yazılmıştır. Eserleri:Dîvân: İlk yetmiş dört beyti mi’râciyedir. Üçüncü Murâd Han, Üçüncü Mehmed Han, Birinci Ahmed Han, Birinci Mustafa Han, İkinci Osman Han ve devletin ileri gelenleri için söylediği otuz yedi kasîde yer alır. Terci-i bend; mersiye, tahmis, kıt’a, kıt’a-ı kebir, gazeller ve rubâîler de bulunmaktadır. Şehnâme: Mesnevî tarzında yazılmış devrinin târihî olaylarını anlatır.Münşeât: Çeşitli şahıslara yazılmış mektuplar. Kalemiyye Risâlesi: Arabîdir. Tefsîr-i Beydâvî’ye yaptığı hâşiye, bir başka eseridir.

Azmizade Haletî

On altıncı asır Osmanlı âlim ve şâiri. Pîr Mehmed Azmi Efendinin oğlu olduğundan Azmizâde diye bilinir. 1570 senesinde doğdu.
Asıl adı Mustafa olan Hâletî, iyi bir medrese tahsîli görerek yetişti. Hoca Sa’deddîn Efendiden icâzet (diploma) aldı. Yirmi bir yaşında iken kırk akçe maaşla Hâce Hâtun Medresesi müderrisliğine (hocalığına) tâyin edildi. Birçok medresede ve Sahn-ı Süleymâniye’de müderrislik yaptıktan sonra 1602’de Şam, iki sene sonra da Kâhire kâdılığına (hâkimliğine) tâyin edildi. Mısır Emîr-ül-Ümerâsı Hacı İbrâhim Paşa, asker isyânı netîcesinde şehid düşünce onun yerine geçti. Fakat asâyişi temin edemediği için azledildi. İki sene açıkta kalan Hâletî, 1606’da Bursa kâdılığına getirildi. Bursa’nın, Kalenderoğlu tarafından kuşatılarak yağma edilmesinden sonra şehirden ayrılmak mecbûriyetinde kaldı.

1611’de Edirne kâdısı olan Hâletî, Yahyâ Efendinin yerine İstanbul kâdılığına getirildi. Daha sonra Mısır kâdısı oldu. Sultan Dördüncü Murâd’ın cülûsundan (tahta geçmesinden) bir ay sonra Anadolu kazaskerliğine getirildi ise de bir sene sonra ayrılmak mecbûriyetinde kaldı. 1627 senesinde Rumeli Kazaskerliğine tâyin edilen Hâletî, bir sene sonra Silistre arpalığı ile emekliye ayrıldı. 1631 senesinde İstanbul’da vefât etti. Sofular’da evinin karşısında tâmir ettirdiği mektebin bahçesine defnedildi.
Meslekî hayâtı yüksek mevkîlerde geçmekle berâber, gerek devrinin içinde bulunduğu sosyal, idârî ve siyâsî durum; gerek idâre kâbiliyetinden mahrum olması, gerekse bâzı ters işlerin netîcesinde bu mevkîlerde uzun süre kalamamıştır. Talebesi olan Atâî, Şakâyık Zeylinde onun hakkında; “Doğru, çalışkan, ilme ve kültüre son derece düşkün, geniş bilgili, cömert, iyi niyetli, sözü, sohbeti dinlenir bir zât idi.” demektedir.
Devrinin ileri gelen âlimlerinden olan Hâletî Efendinin ölümünden sonra evindeki kütüphânede bilfiil okunup kenarlarına not konulmuş, açıklamalar yapılmış üç-dört bin eser bulunmuştur. Âlimliği yanında, diğer meşhur bir yönü de şâirliğidir. Hâletî, gazel ve kasîdelerinden çok, rubâîleriyle tanınmış bir şâirdir. Özel ve meslekî hayatında karşılaştığı acılı hâdiseler ve hayâl kırıklıklarından akisler taşıyan Dîvân’ındaki rubâî dışındaki şiirlerinden çoğunluğunda yüksek bir şâir hüviyeti görülmez. Dîvân’ı ve Üçüncü Sultan Mehmed’e sunduğu kasîdesi, edebî bakımdan önemli bir değer taşımakla berâber devrinin Nef’î, Nâbî, Neşâtî gibi meşhur şâirlerinin eserleriyle karşılaştırılınca, nisbeten sönük kalır. Hâletî, tasavvuf konularını, Türk şâirleri içinde hemen hemen hiç kimsenin başaramadığı bir ustalıkla rubâîler ile ifâde etmiştir.
Azmizâde Hâletî’nin Dîvân’ı yanında çeşitli ilmî eserleri de vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) Menâr Şerhi Hâşiyesi, 2) Dürer ve Gürer Hâşiyesi, 3) Muğn-il-Lebîb Şerhi, 4) Enîs-ül-Ârifîn fî Tercümet-i Ahlâk-i-Muhsinî, 5) Hidâye ve Miftâh şerhlerine Ta’likât, 6) Sâkînâme, Şehnâme vezninde yazılmış yaklaşık 520 beyitten meydana gelmiş uzun bir manzûmedir. On beş ayrı makâleden meydana gelmiştir. 7) Münşeât: Resmî yazılardan meydana gelen yazı ve mektupları ile kendi hayâtı ve yaşadığı devrin olayları anlatılmaktadır.
Haletî denince akla hemen gelen Rubâîyât-ı Hâletî’dir. Kâfiyelerini son harflerine göre tertib etmiştir. Meşhur şâir Nedim bile onun için:“Hâletî, evc-i rubâîde (rubâî burcunda) uçar ankâ gibi” demektedir.

Cevrî

on yedinci asır Osmanlı şâir ve hattatı. İstanbul’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. İstanbul’da medrese tahsilini tamamladıktan sonra, Dîvân-ı Hümâyûn kâtibi oldu. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Şiirlerinden ziyâde güzel hat yazısı ile şöhret buldu.
Şiirlerinin konusu daha çok ilâhî aşka dâirdir. Gazellerde samîmî düşüncelerini işler. Tasavvuf konularına da yer vermiştir. Mevlevî olmakla berâber, bir tekke şâiri gibi görünmez. Sanata önem vermiştir. Bâkî ve Şeyhî’nin tesirinde kalmıştır. Şiir dili sağlam ve pürüzsüzdür.
İyi bir hattattır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin Mesnevî’sini yirmi iki defâ yazmıştır. İstanbul kütüphânelerinde Cevrî hattı ile pek çok yazma eser bulunmaktadır. Üçüncü Selim Hanın Şeyh Gâlib’e hediye ettiği Mesnevî, Cevrî hattı ile yazılmıştır. 1654 senesinde vefât etmiştir.
Eserleri: Dîvân’ın İstanbul kütüphânelerinde yirmiden fazla nüshası mevcuttur. Günümüz harfleri ile basılmıştır.Hilye-i Cihâryâr-i Güzîn, dört büyük halîfenin hayâtını, üstünlüklerini anlatan manzum bir eserdir. Melhame, astronomi kitabıdır. Nazm-ı Niyâz, on iki Arabî ayın özelliklerini anlatır. Tercüme-i Ahvâl-i Hâce Hâfız-ı Şîrâzî ile Cevrî Târihi diğer meşhûr eserleridir.