6 Mayıs 2017 Cumartesi

anlam değişmeleri

1. GİRİŞ
Duygularımızı, düşüncelerimizi, isteklerimizi sözcükler, sese bürünmüş kavramların
oluşturduğu dil aracılığıyla yansıtmaya çalışırız. Bir ulusun söz varlığı, ses bayrağı
olan, dün-bugün-yarın arasında köprü görevi üstlenen dil, bu büyülü varlık, bizlere
sınırsız yeni kavramlar üretme, yeni bağlantılar kurma, birbirinden farklı anlam
dünyaları yaratarak konuşma ve yazma olanağı sunar.
Dil üzerinde yapılan çalışmalar ancak İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün
(1857-1913) çabaları sonucu bilimsel bir çerçeveye oturmuştur. Genel Dilbilimin
kurucusu Saussure’e göre dil “bireyler arasında iletişim sağlayan bir kurallar ve
göstergeler bütünüdür.” (1965:33). Dar anlamıyla sözcük diye de tanımlayabileceğimiz
gösterge (signe) “sürekli olarak birbirini hatırlatan, çağıran iki öğenin birleşiminden
meydana gelmiş, iki yönlü, iki yüzlü bir varlıktır.” (Aksan, 1978:24). Göstergenin
kavram, bir başka deyişle anlam yönünü gösterilen (signifié) ve bu kavramı
adlandırmaya yarayan ikinci yüzünü gösteren, (signifiant) yani ses imgesi oluşturur.
Zihinsel özellik taşıyan anlam ve ses öğeleri birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Biri
olmadan ötekinin varlığından söz edilemez.
Dil yalnızca göstergelerden oluşan bir dizge değil, toplumsal bir kurumdur da. Aynı dili
konuşan bireyler arasında bir iletişim aracı olan dil toplumun ortak malıdır. İnsanlar gibi
toplumlar da çeşitli yönlerden birbirlerinden farklı olduklarından, nesnelerin
adlandırılması, kavramların ses dizgesi biçiminde aktarılması da farklı olacaktır. Alman
dilbilimci Humbolt’un deyişiyle, “her dilin kendine özgü dünyayı anlama ve anlatma
yolu vardır.”(Başkan, 1967:157)
2. DİLİN EVRİMİ
Dil toplumsal bir olgu olduğuna göre değişmez bir varlık değildir. Kuşaktan kuşağa
farklı koşullar içinde gerçekleşen öğrenme süreci içinde toplumların sözcük dağarcıkları
da değişir. Bazı sözcükler göndergenin (référent) yok olmasıyla kullanımdan çıkar,
bazıları anlam kaymasına uğrar, söz varlığına yeni sesler eklenir. Dil serpilir, gelişir,
zenginleşir. Bu değişimin nedenlerini nüfus hareketleri, göçler, toplumu derinden
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 149
etkileyen olaylar (savaşlar, devrimler), ticari ilişkilerin gelişmesi, yeni siyasal koşullar,
bilimsel ve teknik alandaki dönüşümler gibi dış etkenlerle açıklayabiliriz.
Tarihsel süreçte bu değişimler çoğu kez öylesine yoğunlaşır ki yeni bir dil ortaya
çıkabilir. Örneğin halk Latince’si yayıldığı, konuşulduğu coğrafyada çağlar boyunca
birçok evrim geçirmiş ve Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rumence gibi
kökenleri, sözdizimleri aynı, ama telaffuzları apayrı yeni dilleri doğurmuştur. Bu
değişim sırasında toplumca benimsenen yenilikler kural olmuş, eski kurallar
geçerliliğini yitirmiştir. Kısaca “dil artzamanlı bir boyutta oluşmuş ve kesintisiz bir
değişim süreciyle özdeşleşmiştir.” (Vardar, 1982:85)
Anlam değişmeleri eşzamanlı (synchronique) ya da artzamanlı (diachronique)
yöntemle ele alınabilir. Eşzamanlı yöntem “bir arada bulunan ve dizge oluşturan
öğeleri, aynı toplumsal bilincin algıladığı mantıksal ve ruhsal bağıntıları” incelerken,
artzamanlı yöntem “aralarında bir dizge oluşturmadan birbirinin yerine geçen ardışık
öğelerin bağıntılarını” araştırır. (Saussure, 1965:140). Bu tanımlamaları anlambilime
uygularsak sözdiziminin ve edebi sanatların sağladığı olanakları kullanarak yarattığımız
anlam değişmelerini eşzamanlı yöntemle; zaman içinde iç ve dış nedenlerle dilde
meydana gelen anlam ve ses değişmelerini artzamanlı bakış açısıyla inceleyebiliriz.
3. ANLAMIN EVRİMİ
Dil sonsuz sayıda sözcüğün, sonlu sayıda kuralın oluşturduğu bir değerler sistemidir.
Dilde sözcüğün yansıttığı, zihnimizde uyandırdığı kavramlardan her birine anlam
diyoruz. Anlam değişmesi ise, “bir kelimenin anlattığı kavramdan az ya da çok
uzaklaşması, onunla uzak-yakın ilgisi bulunan, ya da bulunmayan yeni bir kavramı
yansıtır duruma gelmesidir.” (Baylon-Fabre, 1978:205).
Zaman içinde ve genellikle de bir dilden başka bir dile aktarımlar sırasında göstergenin
iki öğesi, gösterilen ve gösteren düzeyinde -bazen her iki düzlemde de- değişiklikler
olabilir. Bu değişimin olması kaçınılmazdır. Toplumsal bir sözleşmenin ürünüyse eğer,
“kullanılan her şey gibi dil de değişir, belli bir toplumsal bağlam ve süre içinde evrim
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
150
geçirir, durmaksızın yenilenir.” (Vardar, 1982:85). Değişmezlik, bugün hiçbir toplum
tarafından kullanılmayan, konuşulmayan dillerin -Latince, Sanskritçe gibi- özelliğidir.
Latince’de “toprak kap, saksı, testi” anlamına gelen “testa” Fransızca’ya “tête”
biçiminde girmiş ve “kafa, baş” anlamını almıştır. Böylece değişim hem gösterilen
“toprak kap > kafa” hem de gösteren “testa > tête” düzleminde gerçekleşmiştir. Olayın
bir başka boyutu ise tête “chef = kafa” sözcüğünün yerini alırken anlatımsal değer
bölümünden temel anlam bölümüne, chef anlam daralmasıyla temel anlam bölümünden
toplumsal anlamlı değer bölümüne aktarılmıştır. (Guiraud, 1984:37). Bu iteleme
sırasında chef kafa anlamını tête sözcüğüne kaptırmıştır. “Türk kafası, baş başa”
söylemlerini tête sözcüğünü kullanarak “tête de turc”, tête à tête” biçiminde çevirirken,
“baş hemşire”, baş hekim” ifadelerini “infirmière en chef”, médecin en chef” şeklinde
tercüme ediyoruz.
Latince “capra = keçi” sözcüğü Fransızca’da “chèvre = keçi” biçiminde
söylenmektedir. Görüldüğü gibi değişme yalnızca gösteren “capra > chèvre”
düzleminde meydana gelmiştir.
Düz değişmece yani métonymie yoluyla yalnızca gösterilen düzeyinde anlam
değişmeleri yaratabiliriz. “Poubelle” artık Seine eski Belediye Başkanının adı değil
gösterilen düzleminde gerçekleşen değişmeyle “çöp tenekesi” anlamındadır. Ancak
toplumun tüm bu dil olaylarının sonuçları üzerinde uzlaşması ve evet demesi gerekir;
yoksa başlangıçta bireysel çıkışlı olan bu önerilerin yaşama şansı yoktur.
4. ANLAM DEĞİŞMELERİNİN NEDENLERİ
Anlam değişmeleri genellikle uzun bir zaman dilimi içinde gerçekleşir. Bunun için
bazen yüzyıllar gerekebilir. Linguistik Metodu adlı eserinde Özcan Başkan yapılan bir
araştırmada “1000 yıl içinde dildeki temel sözcüklerin % 19 oranında yitime, anlam ve
ses değişimine” uğradığını göstermektedir. (1964:160-164). Eşzamanlı olarak bir
kavrama ad verme, ona başka anlamlar yükleme olayının bilinçli bir eylem olduğunu ve
hatta dili ustalıkla kullananların, bilimsel sözcüklerin dışındaki dil birimlerine
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 151
bağlamsal anlamlar verebileceğini yukarıda belirtmiştik. Dil içinde artzamanlı olarak
gerçekleşen anlam kaymaları ise bambaşka olgulardır.
Anlam değişmesini dil dışı nedenler ve dil içi etkenler olmak üzere iki eksende
açıklayabiliriz. Gönderge dil dışı bir olgudur. Yaşamın, dış dünyanın gerçeklerini,
somut nesneleri, soyut kavramları adlandırır, anlamlandırırız. Göndergeyi gösteren ve
gösterilen şeklinde bir ses öğesi ve bir anlam öğesiyle dilsel bir araç haline getirir,
gösterge biçiminde ifade etmeye çalışırız. Kısaca bir cisim, bir isim ve bu ismin
zihnimizde uyandırdığı bir resimle karşı karşıyayız. Dil dışı dünyanın ürünü olan
gönderge bilimsel ve teknik alandaki gelişmeler, toplumsal anlayışlardaki farklılaşmalar
yüzünden evrimleşebilir.
Fransızca’da “fusil = tüfek” adını çakmaktaşından alır. Çakmaktaşı kavı tutuşturur,
barutu ateşler. Bu düşünce ateşli bir silahın yaratılmasında ilk adımı oluşturur. 1630
yılında “delikli demir çıkar, mertlik bozulur.” Gönderge “çakmaktaşı” evrimleşir,
tüfeğe dönüşür. Bu evrim sırasında gösterenle onun kavramsal içeriği arasındaki bağıntı
kopar. Silahla çakmaktaşı arasındaki bağıntı silinince tüfek yalnızca belli bir biçimi olan
(havalı, yaylı, otomatik) ateşli bir silah durumuna girmiştir. Darmesteter bu anlam
değişmesini catachrèse = kaydırma olarak adlandırır. Bu dil olayında bir ad örneğin
“fusil”, çeşitli biçimlerde kurulan bir benzerlik bağıntısı aracılığıyla bir başka olguya -
burada “tüfek”- ilişkin olarak da kullanılabilmiştir.
Anlam kaydırması yoluyla adlandırma dilde en çok kullanılan, çok anlamlılığa yani
sözcüğün anlam alanının genişlemesine yol açan dil olaylarından biridir. Teknik
gelişmelerin, göndergenin yani cismin niteliğini değiştirdiğine her zaman tanık
oluyoruz. Dil dışı olguda görülen değişmenin dilde de etkisini göstermesi kaçınılmazdır.
Gönderge değişmekte ancak göndergeye ad olan gösteren aynı kalmakta, yalnızca
gösterilen düzeyinde bir değişiklik söz konusu olmaktadır.
Fransızca’da iki veya dört tekerlekli, atla veya büyük baş hayvanlar aracılığıyla çekilen,
tarımsal gereksinmeler için kullanılan araç “char = araba, kağnı” olarak
adlandırılmaktadır. Zaman içinde gönderge evrimleşmiş ve “savaş arabası” anlamını
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
152
almıştır. XIX. yüzyıl başında nesne zırhla kaplanmış, ahşap tekerlekler yerini paletlere
bırakmış, üzerine bir motor ve ateşli silahlar konmuştur. Bu evrime karşın, nesne aynı
adla “char” anılmaya devam etmiştir. Gönderge “kağnı, araba, savaş arabası”
anlamlarından “tank” anlamına ulaşmıştır. Fransızca önceleri bu yeni nesneyi
İngilizce’den aldığı “tank” sözcüğüyle adlandırmıştır. Ancak kullanıcıların ısrarlı
çabalarıyla “char” “tank” sözcüğünü dil dışına itmiştir.
“Diller çağlarına parelel olarak gelişir. Yansıttıkları kültür yaşamı doğrultusunda
zenginleşir veya zayıflar ve sönerler. Çağdaş toplumların önemli özelliklerinden biri de,
dillerinin ard arda uğradığı değişimlerdir.” (İnce, 1996:173). Göndergeye ilişkin
bilgilerimiz, deneyimlerimiz, alışkanlıklarımız, belli konulardaki düşüncelerimiz
zamanla değişime uğrayabilir. Sözcüklerin duygusal değeriyle birlikte kavramsal içeriği
de etkileşim geçirir. Guiraud’nun da vurguladığı gibi, Yunanca “elektra = ışık”
sözcüğünden türeme “elektrik” anlayışımız Franklin’inkinden çok farklıdır bugün.
Çağdaş fizik “atom” sözcüğünün maddenin parçalanamaz en küçük parçası şeklindeki
tanımını tümüyle değiştirmiştir. Günümüz bilim adamları atomu bir Pythagoras, bir
Einstein gibi algılamıyorlar artık. “Demokrasi, özgürlük, insan hakları” gibi soyut
kavramlar Perikles’ten bu yana, çevreden çevreye, kuşaktan kuşağa, ülkeden ülkeye
farklı anlam içerikleriyle kullanılmaktadır.
Toplumları oluşturan farklı sınıflar, kişiler arasındaki davranış, tutum değişiklikleri gibi
psikolojik etmenlerin izlerini dilde de görebiliyoruz. Saray yaşamının sona ermesi,
efendi-uşak arasındaki ilişkilerin psikolojik boyutunun bozulmasıyla “cuistre =
çeşnicibaşı”, “goujat = uşak”, “domestique = sırdaş” hem statülerini, hem anlamlarını
yitirmişlerdir. Sözlükler bu kelimelerin anlamlarını artık “cuistre = bilgiç, türedi”,
“goujat = hödük, hoyrat”, “domestique = uşak” olarak vermektedir. Burjuva
yaşamında evli veya bekar soylu bayanlar için kullanılan “madame”, sıradan hanımlara
verilen “mademoiselle” sıfatları günümüzde artık medeni durumu gösteren hitap
şekilleri olmuştur. Osmanlı döneminde “Padişah Efendi”, “Ahmet Mithat Efendi” gibi
deyişlerde soyluluk ifade eden “efendi” sözcüğü aynı yolu izleyerek anlam
kötülemesine uğramış ve günümüzde “müstahdem, hizmetli” anlamını almıştır.
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 153
Anlam değişmeleri dilsel nedenlerden de kaynaklanabilir. Ses ve anlam evriminin
rastlantıları aynı bağlamda anlamları karışan biçimler yaratabilir. Bu durumda dilde
eşadlılar çatışması ortaya çıkar. Guiraud’ya göre, “bu olaya tepki gösteren dil
sözcüklerden birini yenilemeye yönelir.” (1984:66). Latince “nautare = yüzmek” ve
“nodare = düğüm yapmak” fiilleri Fransızca’ya geçerken “nouer” şeklini almışlardır..
Eşsesliliğin getirdiği anlam karmaşasını dil iteleme yoluyla aşmaya çalışmıştır.
“Nouer” “düğüm yapmak” anlamını korumuş, “yüzmek” kavramı kendisine ad olarak
gene Latince’den gelen “navigare > nager” fiilini bulmuştur. XVI. yüzyıla kadar hem
insanların, hem deniz taşıtlarının sudaki hareketlerini anlatmak için kullanılan “nager”
XVI. yüzyıldan itibaren anlam daralmasına uğramış ve gemiler için olan anlamını
“naviguer” fiiline terketmiştir. Latince “mulgere = süt sağmak” ile “molere = öğütmek”
de Fransızca’da “moudre” gibi tek biçime dönüştüğünden “moudre = sağmak”
anlamını kaybetmiştir.
Özellikle halk yakıştırmacası (étymologie populaire) sonucu ortaya çıkan yanlış
kökenleme anlam değişmelerinin nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Faubourg = varoş” sözcüğü önce “faux bourg= yalancı kasaba”, sonra “fors-bourg=
kasabanın dışında” şeklinde düşünülmüş, “coute-pointe = pike örtü” yanlış kökenleme
sonucu aynı anlamda fakat farklı yazımlı “courte-pointe” sözcüğüne dönüşmüştür.
Sözcükteki coute “courte = kısa” sıfatıyla karıştırılmıştır. Dilimizde de halk
yakıştırmalarının getirdiği anlam olaylarına rastlıyoruz. “Taht-al kala” aslında “kale
altı” demektir. Ancak İstanbul’daki serbest döviz piyasasının kalbi bugün Tahtakale
diye anılmaktadır. “Hint hurması” anlamına gelen “temr-i hindi” “demir hindi”ye
dönüşmüştür. “Demokrat” sözcüğünü Anadolu insanı “demirkırat”a, İngilizce’den
dilimize 1950 yıllarında giren “bulldozer” kelimesini, aracın yaptığı işten olsa gerek,
güzel bir yakıştırmacayla “yoldüzere” çevirivermiştir.
Dilden dile aktarımlar sırasında sözcüklerin dil düzeylerinde de kaymalar görüyoruz.
Fransızca’ya Flamanca’dan geçen “bouquin < boek = kitap”, Almanca’dan alınan
“rosse < ross= at”, İspanyolca’dan devşirilen “hâbleur < hablar = masal anlatıcısı”
sözcükleri günlük dilden argoya geçmişler ve son iki sözcükte gördüğümüz gibi köken
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
154
anlamlarını da yitirmişlerdir. Fransızlar için “rosse = ciğeri beş para etmez adam”dır
bundan böyle, “hâbleur” ise bir “palavracı”.
Sözcüklerin kendilerine özgü bir yaşamları vardır. Kimi gelişir, kimi solar, kimi çok
güçlü komşularının etkisinde kalır, onunla etkileşime girip yaşama şansını yitirebilir.
Guiraud’nun konuk sözcükler diye tanımladığı özellikle komşu ülkelerin, yakın
kültürlerin dillerinden alınan kelimeler, ana dili kullananların ulusallaşma niyetleriyle
dildeki yerlerini yeni sözcüklere bırakabilirler. Örneğin Fransızca’dan seçtiğimiz ikinci
sıradaki sözcükler dile birincileri iteleyerek girmişlerdir. Enseigne > drapeau,
cousturier>tailleur, embarcadère>gare, arer>labourer, ive>jument, glai>glaieul,
aronde>hirondelle, quérir>chercher, choir>tomber, fantastin>piéton, avette>abeille.
Berber sözcüğü Fransızca’da sırasıyla “barbier”, “perruquier”, “coiffeur”
dönemlerini yaşamıştır. Yakında berber dükkanlarının üzerinde “capilliculteur”
levhasını görürsek hiç şaşırmayacağız.
Türkçe’mizdeki “aşevi” yerini önce İtalyanca’dan gelen “lokanta”ya, sonra
Fransızca’dan giren “restaurant”a terketmiştir. “Güvey” unutulmuş “damat” baş
köşeye kurulmuştur. “Sağır, işitme özürlü, işitme engelli” ifadeleri aslında aynı
kavramın örtmece (euphémisme) yoluyla adlandırılmasıdır. Dili arılaştırma çabaları
sözcüklere ad verme, kavramlara anlam yükleme olgusunun bir başka boyutunu
gösterir. “Investissement, computer, hafriyat, salâhiyet” gibi misafir kelimeler
yerlerini çoktan “yatırım, bilgisayar, kazı, yetki” gibi sıcak ve bizden olan sözcüklere
bırakmadılar mı?
Nedenlerini kapsamlı biçimde anlattığımız anlam değişmelerini şimdi sırasıyla
inceleyebiliriz.
4.1. ANLAM DARALMASI = RESTRICTION DE SENS
Anlam daralmasını, sözcüğün eskiden anlattığı nesnenin, kavramın ancak bir bölümünü
anlatır duruma gelmesi şeklinde tanımlayabiliriz. Vendryes anlam daralmasını “genel
anlamdan özel bir anlama geçiş” olarak özetlerken (1921:235), Aksan. “anlamlı bir
birimin daha sınırlı bir kapsam içermeye başlaması, önceleri yalnızca bir gösteren ile
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 155
karşılanmaya çalışılan birçok gösterilenin bu anlam demetindeki anlamlarından birini
veya birkaçını yitirmesi” şeklinde değerlendirmektedir. (1982-III:215-216). Anlam
daralması Türkçe’de en çok rastlanan anlam olaylarından biridir.
“Oğlan, oğul, oğlak” sözcükleri “oğ = doğma, yaratma” kökünden türemişlerdir. Uygur
ve Dede Korkut metinlerinde “çocuk, evlât” anlamında hem erkek (urı oglan) hem kız
çocuklar (kız oglan) için kullanılan “oglan=doğan, yavru, çocuk” sözcüğü anlam
daralmasına güzel bir örnektir. XVIII. yüzyıldan bu yana sözcük yalnızca erkek
çocuklar için kullanılmaktadır. (Aksan, 1978:137) “Arı oğul verdi, oğul balı, kız oğlan
kız, oğul yatağı” gibi ifadeler bu doğma eylemiyle ilgilidir.
Önceleri “zerdali, kayısı, şeftali, erik” gibi taş çekirdekli meyveleri adlandırmak için
kullanılan “erik” sözcüğünde de benzer dil olayını görüyoruz. Kapsama alanı daralan
sözcük bugün genel anlamdan özel anlama geçerek aynı adla anılan meyveye ad
olmuştur. (Aksan, 1978:137).
Eski Türk metinlerinde insanlar ve hayvanlar için “gecelemek, yerleşmek, yer tutmak”
anlamlarını içeren “konmak” sözcüğü bugün yalnızca uçan şeylerin (uçak, kuş gibi)
yere inmesini anlatmak için kullanılmaktadır. (Aksan, 1978:138). Ancak konmak
eyleminin türevleri olan “konaklamak, konak, konut, konuk” dilimizdeki yerlerini
sözcüğün ilk anlamından hareketle almışlardır. Görüldüğü gibi sözcük çok anlamlılıktan
tek anlamlılığa düşmüş, anlam alanı daralmıştır.
Eskiden, özellikle Orta Anadolu köy ve kasabalarında düğün, dernek zamanı “davet
etmek, çağırmak” anlamında “okumak” fiili kullanılırdı. “Davet etmek” fiilinin dilde
kökleşmesiyle artık ortak dilde kullanılmıyor olmasına karşın, bu sözcük Eskişehir,
Kütahya, Konya, Isparta, Afyon illerinde bahsettiğimiz anlamında ve türevleri olan
“okucu, okuyucu, okuntu” biçiminde işlevini sürdürmektedir. (Aksan, 1978:141).
N. Üçok anlam değişmeleri üzerine yaptığı bir incelemesinde dilimize Çağatayca’dan
giren “çapkın < çapgun” kelimesinde anlam daralması olduğundan söz etmektedir.
“Çap = yüzmek, peşinden koşmak” eyleminden türeyen sözcük günümüzde yalnızca
“kadın, erkek peşinde koşan kişi”ler için kullanılmaktadır. (1947:75).
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
156
Fransızca’da XIII. yüzyıla kadar “yatak çarşafı, örtü, keten kumaş, kefen” kavramlarını
anlatmak için kullanılan “linceul” sözcüğü anlam daralmasına uğramış, genel anlamdan
özel anlama geçmiştir. Sözcüğün ilk üç anlamına sözlüklerde artık rastlamıyoruz.
Daralma nedeniyle anlam evreninde meydana gelen boşluğu “étoffe, tissu” sözcükleri
doldurmuştur. Aynı şekilde “poulain” “hayvan yavrusu” anlamını “tay”a bırakmıştır.
Latin halk dilinde “tragere”, klasik Latincede “trahere” “alttan, üstten çekmek,
metallerden lif, ipek kozasından tel çekmek, çıkarmak, sağmak” anlamlarını içeren ve
Fransızca’ya ses değişmesiyle “traire” şeklinde geçen sözcük “süt sağmak” dışındaki
anlamlarını XIII. yüzyıldan itibaren yitirmiştir. Anlam evreninde meydana gelen
boşluğu sözcüğün türevleri ve ”tirer” fiili karşılamaktadır. Bu örnekte hem gösteren,
hem gösterilen düzleminde değişikliğe tanık oluyoruz.
Kökenleri bakımından Latince’de “ponere = yere koymak”, “cubare = üzerine yatmak”,
”mutare = değiştirmek” gibi toplumun tüm kesimleri tarafından kabul görmüş genel
anlamlar toplumsal katmanlaşmaya uğramışlar ve yalnızca kırsal bölge insanı
tarafından kullanılmaya başlanmışlardır. (Guiraud, 1984:70). Anlam daralmasıyla
birlikte ses değişimine de uğrayan bu sözcükler bugün “pondre = yumurtlamak”,
“couver = kuluçkaya yatmak”, “muer= deri, tüy değiştirmek “ gibi bağlamsal anlamlar
kazanmışlardır.
Fransızca’da kullanılan “négociateur” sözcüğünün köken anlamı “tüccar, satıcı,
arabulucu”dur. Zaman içerisinde sözcük “satıcı, tüccar” anlamını gene aynı kökten
gelme “négociant” sözcüğüne devretmiştir. “Négociateur” anlam daralmasıyla
günümüzde diplomatik bir terim olarak ”arabulucu” anlamıyla genel dilde yerini
almıştır.
Latince “Vita = hayat” ile akrabalığı olan “vivenda = hayat veren, insanı besleyen,
gıda, besin” sözcüğü gösteren düzeyinde ses değişikliğine (vivenda > viande),
gösterilen düzeyinde de anlam daralmasına uğramıştır. Fransızca’da “viande” sözcüğü
bugün “her türden gıda, besin” değil, yalnızca “et” anlamındadır. Örneğin XVI. yüzyıl
yazarlarından Rabelais, Gargantua ve Pantagruel adlı eserinde “viande” sözcüğünü
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 157
köken anlamıyla kullanmaktadır: “Les poires sont vivande très salubre = armut sağlığa
yararlı bir besindir.”
Anlam alanı daralırken sözcük kuvvetli anlamdan zayıf anlama doğru da
kayabilmektedir. Bu artzamanlı dil olayını Fransızca’dan seçtiğimiz bazı kelimelerden
hareketle incelemeye çalışalım.
XVI. yüzyıl metinlerinde “öldürmek, katletmek” gibi korkutucu anlamları olan
“meurtrir” günümüzde “yaralamak, berelemek, incitmek” kavramlarını karşılar hale
gelmiştir. Türevleri olan “meurtre = cinayet”, “meurtrier = kaatil” genel dilde kuvvetli
anlamlarıyla yaşamaya devam etmektedirler.
Klasik dönem (XVII. yüzyıl) trajedi yazarlarından Racine Latince “gehenna =
cehennem“ sözcüğünden türeme “gêner” fiilini genellikle “işkence etmek” şeklinde ve
kuvvetli anlamıyla kullanmaktadır. “Et le puis-je, Madame? Ah! Que vous me gênez! =
Elimden ne gelir, Hanımefendi? Bana öylesine işkence ediyorsunuz ki!” Ancak
Fransızca öğrenenler ya da konuşanlar bu kelimenin günümüzdeki “rahatsız etmek,
sıkmak, engellemek, güç duruma düşürmek” şeklindeki zayıf anlamlarından
yararlanmaktadırlar.
Gene Racine’ den aldığımız “la mort ne vous étonne-t-elle point? = ölüm sizi
korkutmuyor mu?” cümlesinde de gördüğümüz gibi kökeninde “korkutmak, altüst
etmek, felç etmek” gibi güçlü anlamlar içeren “étonner” eylemi kuvvetli anlamlarını
kaybetmiş, “şaşırtmak, hayrete düşürmek” şeklinde daha zayıf anlamları yüklenmiştir.
4.2. ANLAM GENİŞLEMESİ = ELARGISSEMENT DE SENS
Dilbilim sözlükleri anlam genişlemesini, “anlamlı bir birimin daha geniş bir kapsam
içermeye başlaması; dar bir anlamdan genel bir anlama geçiş”, diye
tanımlamaktadırlar. Bu dil olayında, bir varlığın bir türünü ya da bir bölümünü anlatan,
kullanım alanları dar olan kavramları gösteren sözcükler; zamanla o varlığın bütününü,
bütün türlerini anlatır duruma gelir. Sınırlı bir toplum kesimi tarafından kullanılan
sözcük zaman içinde toplumun tüm katmanlarınca kullanılır hale gelir. Kavram alanı
dar olan sözcüğün anlam alanı zaman içinde genişler, ancak anlam alanı genişlerken
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
158
kavramları karşılama gücü düşer. Sözcüğün ilk anlamı esas alınarak, anlam alanındaki
genişlemeler veya genelleşmeler artzamanlılık yöntemiyle incelenebilir.
Temel anlamı “domuzu avlayıp, yetiştirip etini satan kişi” olan “bouc > boucher”
sözcüğü anlam genelleşmesiyle her türlü eti satan kişi “kasap” anlamını kazanmıştır.
“Epicier” yalnızca “baharat işleriyle uğraşan kişi” değil XVIII. yüzyıldan beri her
türlü ihtiyacımızı karşıladığımız mahallemizin “bakkal”ıdır.
Uçakların hava alanına inişini anlatmak için kullanılan “atterrir” fiili uzay
çalışmalarıyla birlikte genelleşmiş ve gezegenlere iniş için de kullanılır olmuştur. Bir
denizcilik terimi olan “baliser = işaret şamandırası koymak” kara ve hava
taşımacılığını da kapsar hale gelmiştir.
Fransızca’da “panier” yalnızca “ekmek taşıdığımız sepet”, “vacarme” “Flaman
askerlerin savaş sırasında çıkardığı patırtı, gürültü”, “grenier” tahılların konulduğu
“buğday ambarı”, “cadeau = hanımlara hediye amacıyla verilen süs eşyası” değildir
artık. Anlam genelleşmiş, özelden genele geçmiş, sırasıyla “sepet”, “gürültü”,
“ambar”, “hediye” gibi genel anlamlara kavuşmuştur.
Latince “arripare < ripa = kıyı” sözcüğü yalnızca “kıyıya varmak” kavramını belirtmek
için kullanılmaktaydı. Fransızca’da XII. yüzyıldan itibaren “arriver < rive = kıyı”
şekline dönen fiilin toplumsal anlam alanı oldukça genişlemiş ve ”varmak, ulaşmak,
gelmek” kavramlarının tümünü kucaklamıştır. Geçişli, geçişsiz özelliklerinin getirdiği
anlam değişmeleriyle Fransızca’nın kullanım sıklığı en yüksek fiilleri arasına girmiştir.
Sözcüğün anlamı başlangıçta tektir. Yeni kavramlara ad vermemiz gerektiğinde
başvuracağımız iki yol vardır. Ya yeni gösterenler bulacağız, ya da var olan bir
gösterenin anlam alanına yeni anlamlar yükleyeceğiz. Yani anlam alanını
genişleteceğiz. Bu işlem bazen zincirleme olarak yapılabilir. Örneğin “bureau < bure”
sözcüğünün ilk anlamı “kalın kumaş, aba” dır. Sırasıyla “bureau = kumaş” adını önce
üzerine örtüldüğü nesneye vererek “masa”, masa içinde bulunduğu mekanın adını
alarak “çalışma odası”, çalışma odası içinde çalışanların tümünü ifade edecek şekilde
“işyeri” anlamlarını kazanmıştır.
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 159
Anlam genişlemesinin temelinde kavramlar arasında bir benzerlik, bitişiklik söz
konusudur. Bu savımızı Fransızca’dan seçtiğimiz “grève” sözcüğü ile açıklamaya
çalışalım. “Kumsal” sözcüğün ilk anlamı, temel anlamıdır. XIX. yüzyıl Avrupa’da
sanayi toplumuna geçildiği, işçi-işveren ilişkilerinde zıtlıkların görülmeye başladığı
dönemdir. Ücretlerinin artırılmasını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyen işçiler
bu taleplerini Fransız İhtilali sırasında darağaçlarının kurulduğu Seine nehri kıyısındaki
kumsallarda dile getirmişlerdir. Eylemin yapıldığı yer “grève = iş bırakma” şeklinde
eyleme ad olmuş ve sözcüğün anlam alanı geometri tabiriyle bir birim genişlemiştir.
Latince “spritus = nefes” anlamındaki sözcük bu anlamını koruyarak, ancak gösteren
boyutundaki değişmeyle Fransızca’ya “spritus > esprit” şeklinde geçerken anlam
alanını da genişletmiş ve “ruh, düşünüş, bellek, genel anlayış, nükte” kavramlarını da
kucaklar duruma gelmiştir. Türkçe'de olduğu gibi Fransızca'da da “yürek = coeur”
sözcüğü hem organ adıdır, hem de “cesaret” anlamındadır. Burada Corneille’in ünlü
eseri Le Cid’de geçen “Rodrigue, as-tu du coeur? = Rodrigue, cesaretin var mı?”
cümlesini hatırlatmadan geçemeyeceğiz.
Göndergenin ve onu kullanan toplumun evrimleşmesi anlam genişlemesinin
temellerinden birini oluşturmaktadır. “Tüy” 1175 yılında Latince “pluma = tüy”
sözcüğünden Fransızca’ya “plume ” olarak giren kelimenin ilk anlamıdır. Yazarlar
eserlerini kaz tüyünden yapılma divitleri mürekkep hokkasına batırarak yazmaya
başlamışlar ve “plume” 1487 yılından itibaren “divit” anlamını da yüklenmiştir.
1840’dan sonra kuş teleğinden kalemler terk edilmesine karşın bu sözcük anlamlarını
yitirmemiş ve dolmakalem uçları da aynı adla anılır olmuştur. Zaman içinde gönderge
değişmiş, gösterge evrim geçirmiştir. Tüm bu dil olaylarını, göndergenin değişmesini,
göstergenin (gösteren + gösterilen) evrimleşmesini art zamanlı bir sözlükten
izleyebiliriz: Plume (1175 < lat. Pluma): 1. (Kuşlarda) Tüy. 2. (1487) Kuş teleğinden
kalem, divit. 3. (1840) Mürekkep kalemi ucu.
Bilim, sanat alanındaki ilerlemeler sırasında bazı sözcükler temel anlamlarını koruyarak
değişik kavramları ifade edebilmektedirler. Ağacın gövdeye bağlanan bölümlerine ad
olan “branche = ağaç dalı”, ırmak, nehir, göl ve denizde suyun hareketlerini anlatan
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
160
“onde = dalga”, “mordre = ısırmak” fiilinden türeme “morceau = ısırılan parça”
sözcükleri somut anlamdan soyut anlama geçerek anlam alanlarını zenginleştirmişlerdir.
Günlük yaşantımızda “anlambilim dilbilimin alt dalıdır”, “uzun dalga Ankara radyosu”,
“yukarıdaki parçada yazar aşk temasını işlemektedir” şeklindeki cümleleri anlam
alanının genişlemesinin verdiği rahatlıkla hem Türkçe’de, hem Fransızca’da sıkça
kullanıyoruz.
Türkçe’de “anlam daralmalarının tersine anlam genişlemelerine az rastlanır.” (Aksan,
1978:142). Önceleri yalnızca güreş karşılaşmalarında elde edilen başarıya verilen
“mükafat” anlamında kullandığımız “ödül” sözcüğünü anlamını genelleştirerek yaşamın
her alanına yayıyoruz. “Nobel fizik ödülü”, “Antalya altın portakal ödülü” gibi.
“Nesil” sözcüğü Arapça “nesl = uçkur, bel bağı, kuşak” sözcüğünden gelir. “Genç
kuşaklar, kuşak çatışması” deyişlerindeki anlamını sözcük, Dil Devrimiyle birlikte
kazanmıştır. Aynı şekilde “yolluk” sözcüğünün köken anlamı “düğünde gelin evinin
damada gönderdiği halı, evlerde girişe serilen uzun, dar halı, kilim”dir. Anlam
genişlemesiyle kelime günümüzde “yola giden kimseye verilen akça, yiyecek”
anlamlarını da kazanmıştır.
“Cep delik, cepken delik”, “beni cepte indirir misiniz?”, “cebim yanımda değil”
cümlelerinde kullandığımız “cep” sözcüğündeki anlam genişlemesi bu dil olayının
Türkçe’deki en özgün örneklerinden biridir. Cebin temel anlamı, ad aktarması yoluyla
(métonymie) “trafiği kolaylaştırmak için yaya kaldırımlarında veya yollarda yapılan
taşıt yanaşma yeri”, eksiltme yoluyla (ellipse) “cep telefonu” anlamlarını kazanmış ve
genel dilde yerini almıştır. Yan anlamların genel dilde yerini alabilmesi için olmazsa
olmaz koşulun toplumsal uzlaşma olduğunu burada yinelemek istiyoruz.
Anlam genişlemesinin bir türü olan genelleşme yoluyla kişi, bölge adları tür adına
dönüştürülebilir. Özel isim bölgede üretilen ürüne, kişinin gerçekleştirdiği buluşa ad
olabilir. İletişim sırasında sözcüğün kökeniyle ilgili bilgiler aklımıza bile gelmez. Oysa
“camélia” adını bu bitkiyi Asya’dan Fransa’ya getiren misyoner P.Camelli’ye,
“guillotine” Fransız İhtilalinin ünlü doktoru M.Guillotin’e borçludur. Elektriksiz
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 161
günlerin kadim dostu “mum”, patlarlı motorların vazgeçilmez parçası “bougie” adını
Cezayir’deki bir kentten almıştır. İsviçreli ünlü saat yapımcısı Lepaute’un güzel eşi
Hortense ismini bahçelerimizin, evlerimizin pembe, beyaz süsü “hortensia = ortanca”
çiçeğine, 1560 yılında Fransa’nın Lizbon büyükelçisi olan ve İmparatoriçe Catherine de
Médicis’ye ilk tütünü ikram eden Jean Nicot adını ciğerlerimizin uğursuz konuğu
“nicotine”e vermiştir. “Cravate” sözcüğünün Hırvat (Croate) süvarilerinin
giysilerinden esinlenerek XIV. Louis döneminde Fransa’da kullanılmaya başladığını,
Türkçe’deki “portakal”, “kolonya”, “tül”, “fayans” sözcüklerinin aslında “Portugal”,
“Cologne”, “Tulle”, “Faience” özel adlarından türeme olduğunu köken araştırması
yaptığımızda öğrenebiliyoruz. Alman bilim adamı Röntgen, Kont Zeppelin, denizler
tanrıçası Okeanos “röntgen”, “zeplin”, “océan = okyanus” biçiminde dilde çoktan
yerlerini aldılar.
Samsun, Tokat, Bitlis, Kavaklıdere, Tekirdağ, Champagne, Cognac, Bordeaux gibi
yer adları isimlerini o bölgede üretilen sigara, içki gibi ürünlere ad aktarması yoluyla
vermişlerdir. Göz (suyun gözü), boğaz (Çanakkale Boğazı), burun (Hamsi Burnu),
ağız (fırının ağzı), bel (Köroğlu Beli), ayak (masanın ayağı) gibi organ adlarını deyim
aktarması yaparak metaforik anlamlarda her zaman kullanıyoruz. Diller bu yolla anlam
genişlemesine uğramış binlerce sözcüğe sahiptir.
4.3. BAŞKA ANLAMA GEÇİŞ = TRANSFERT DE SENS
İki anlamın ölçülemez, karşılaştırılamaz duruma gelmesi olarak tanımlayabileceğimiz
başka anlama geçiş olayı genellikle dilden dile aktarımlar sırasında ortaya çıkar. Anlam
kayması da dediğimiz bu dil olgusunda sözcükler eskiden yansıttığı kavramdan tümüyle
ayrılarak yeni bir kavrama ad olur.
Latince “coxa = balta” sözcüğü zaman içinde ses değişimine uğrayarak Fransızca’ya
“cuisse = kalça” biçiminde geçmiştir. Ancak sözcük bu anlamını da yitirmiş ve
günümüz Fransızca’sında “but, baldır” anlamını kazanmıştır. Fransızca bu boşluğu
Almanca’dan aktardığı “hanka > hanche = kalça” sözcüğü ile doldurmuştur.
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
162
Latince’de “yanak” anlamına gelen “bucca” Roman dillerinde yaşamını sürdürmüş
Fransızca’ya “bouche = ağız”, İtalyanca’ya “bocca = ağız” anlamında geçmiştir.
Sözcük hem gösteren düzeyinde ses, hem gösterilen boyutunda anlam değişmesine
uğramıştır. Görüldüğü gibi sözcük anlam daralmasına veya anlam genişlemesine
uğramadan ilk anlamından tümüyle uzaklaşmış, farklı bir anlama kavuşmuştur. Latince
“necare = öldürmek” sözcüğü de yukarıda anlatmaya çalıştığımız dil olaylarıyla
karşılaşmış ve Fransızca’ya “noyer” şeklinde geçerken bambaşka bir kavramı
kucaklamış ve “suda boğmak” anlamını almıştır. Latince “quadrum = kare”den türeme
“cadran” “küçük çember, saat” anlamında kullanılmaktadır. Köken anlamı “korumak,
himaye etmek = tutari” den gelen “tuer” Fransızca’da “öldürmek” anlamındadır.
“Tutelle = himaye, vesayet”, “tuteur = vasi” aynı kökten türetilmişlerdir.
Dilimizde de başka anlama geçiş olayını sıkça görüyoruz. Fransızca’da “vapeur =
duman, su buharı” anlamındaki sözcüğü “vapur”, “appartement = bina” anlamındaki
sözcüğü “kat, daire” anlamıyla ve yanlış bir aktarmayla Türkçe’mize almışız. “chauffer
= ısıtmak, kızdırmak” fiilinden türeme “chauffeur” “lokomotiflerde kazana kömür
atan” kişidir. Ancak bugün Türkçe'de “sürücü” anlamında kullanıyoruz Fransızca’da
“photographe” resim çeken kişiye verilen addır. Resim anlamındaki sözcük ise
“photographie”dir. En az çaba ilkesi gereği sözcüğü “photo” biçiminde kısaltmış ve
fotoğraf çeken kişiye bu adı vermişiz. Aslında “photo” sözcüğünün anlamı yapılan iş
sonucu elde edilen ürün yani “resim” olmalıydı.
Eski Türk metinlerinde nesneler için kullanılan “kırmak, kesmek, koparmak”
anlamındaki “üzmek” eylemini bugün yalnızca insanlar için kullanıyoruz. (Aksan,
1978:144). Tonyukuk yazıtlarında “düşünmek, üzerinde durmak, yaslanmak”
kavramlarını yansıtan “sakınmak” sözcüğü Türkçe’de hiçbir ses değişikliğine
uğramadan varlığını sürdürmekte, ancak anlam değişmesiyle “esirgemek, korumak”
kavramlarını karşılamaktadır. (Aksan, 1982-III:214-215). Anlam kaymaları genellikle
toplumsal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu dil olayında kapsam söz konusu olmadan
başka anlama geçiş dikkat çekicidir. Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğüne göre “duman”
anlamında “tütmek” fiilinden türeme “tütün” sözcüğü bu anlamını yitirmiş ve “tütün =
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 163
tabac” bitkisine ad olmuştur. Aynı şekilde Yunanca “avlaki = sabanla açılan yarık,
hendek” anlamındaki sözcük Türkçe’ye “evlek” şeklinde girmiştir. Ancak sözcük başka
anlama geçerek, tarımla uğraşanların çok iyi bildiği “yarım dönüm” kavramını karşılar
duruma gelmiştir.
4.3.1. ANLAM İYİLEŞMESİ = ENNOBLISSEMENT DE SENS
Sözcüğün eskisine göre daha iyi bir anlam taşır duruma gelmesine anlam iyileşmesi,
anlam güzelleşmesi, anlamın soylulaşması diyoruz.
Bu anlam değişmesinin en ilginç örneğini Türkçe’ye Fransızca’dan, Fransızca’ya da
Latince’den giren “mareşal < maréchal < maris calcus” sözcüğünde görüyoruz.
Kökeninde “at bakıcısı, nalbant” olarak anlamlanan sözcük, XIII. yüzyıldan itibaren
anlam güzelleşmesine uğramış ve günümüzde “ordudaki en yüksek aşama”yı” gösterir
duruma gelmiştir. İlk anlamıyla günümüzdeki kullanımını birbirinden ayırmak için
Fransızca’da “nalbant” anlamında “maréchal ferrant” kelimesi tercih edilmektedir.
Dil toplumsal olaylardan fazlasıyla etkilenir. Fransız Devrimi toplumsal kurumların
tümünü etkilerken, dilde de önemli değişimlerin nedeni olmuştur. XVII. yüzyıla kadar
“hizmetli, protestan papazı, hademe” anlamlarında kullanılan “ministre” sözcüğü
devlet örgütündeki yeniden yapılanmalarla birlikte anlam güzelleşmesine uğramış
bugünkü anlamı olan “kabine üyesi, bakan” anlamını kazanmıştır.
“Connétable” son iki hecesindeki “étable = ahır” dan da anlaşılacağı gibi sarayda
atlarla ilgilenen kişi “hara başı” anlamındaydı. Toplumsal yaşamın etkileri kuşkusuz
dilde de kendini gösterecektir. Artık ölmüş bir sözcük olarak sözlüklerde yerini almış
olmasına karşın, bir dönem soyluluk ifadesi olarak “başkomutan” anlamında
kullanılmıştır.
Köktürk yazıtlarında “fena, kötü, perişan” giderek “hırsız” anlamlarını içeren “yabız,
yavız” sözcüğü ses değişmesiyle “yavuz” şeklini almış, bu arada da kötü anlamını
yitirerek anlam iyileşmesi yoluyla günümüzde “iyi, güzel huylu, eli açık, yiğit”
anlamlarını yüklenmiştir. (Aksan, 1982-III:217). Suat Yalaz’ın çizgileriyle 60’lı
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
164
yıllarda okuduğumuz Karaoğlan’ın serüvenlerindeki kötü yürekli Camoka’nın adının
hep “yabız” şeklinde anıldığını bugün bile anımsıyoruz.
“Emgek > emek” sözcüğünde de bir anlam iyileşmesi, anlam güzelleşmesi görüyoruz.
Eski Türk kavimlerinde “acı, eziyet” kavramlarına ad olan “emgek” daha güzel, daha
soylu bir anlam içeriğine kavuşarak “özenli, alın teri gerektiren iş” anlamını
yüklenmiştir. Kötü (péjoratif) anlam içeriğinden iyi (mélioratif) anlama geçmiştir.
(Aksan, 1978:146).
4.3.2. ANLAM KÖTÜLEŞMESİ = DEGRADATION DE SENS
Anlam iyileşmesinin tersi olan anlam kötüleşmesiyle bütün dillerde olduğu gibi
Fransızca ve Türkçe’de de karşılaşıyoruz. Latince’de “misafir, yabancı” anlamlarını
içeren “hostis > hostilis” Fransızca’ya “hostile” şeklinde geçerken XV. yüzyıldan
itibaren anlam kötülenmesine de uğramış ve “düşman” manasında kullanılmaya
başlamıştır. Etimoloji sözlükleri bu anlam kötüleşmesinin gerekçesini Romalıların
Latince konuşan dost komşularıyla giriştikleri uzun savaşların sonuçlarına
bağlamaktadır. “Eski dost düşman olmaz” şarkısı dilde aynı doğrultuda
gerçekleşmemiştir.
Fransızca’daki “valet” XII. yüzyıla kadar sarayda “haralardan sorumlu subay”
anlamını taşıyordu. Soylu bir anlamı, soylu bir kişiliği vardı. Ancak bu sözcüğün
izleyen yüzyıllarda “uşak” anlamında kullanıldığını görüyoruz. 1611 yılından itibaren
“valet” XII. yüzyıl öncesini hatırlatırcasına görkemli giysileri içinde roi ve dame’dan
sonra oyun kağıtlarındaki yerini almıştır. Toplumsal anlayıştaki, değer yargılarındaki
değişimin dilde etkisini hemen gösterdiğine burada da tanık oluyoruz.
Artzamanlı yöntemle yaptığımız bir incelemeyle “braconnier”, “vilain”, “pédant”,
vulgaire” sözcüklerindeki anlam kötülemesini izleyebiliriz. “Braconnier” “köpekle av
yapan” şeklindeki masum anlamını çoktan kaybetmiş ve “yasak olan araç gereçlerle av
yapan kişi” anlamını almıştır. Ortaçağda “geniş topraklara sahip” olan “vilain”
köylülere uyguladığı baskılardan olsa gerek artık onların gözünde “soysuz, alçak,
aşağılık, iğrenç” bir toprak ağasıdır. Çocukları eğiten, onlara yeni şeyler öğreten
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166 165
“pédant = öğretmen” bu güzel anlamlarını yitirmiş ve sözlüklerde de gördüğümüz gibi
“bilgiçlik taslayan, ukalâ” biri olup çıkmıştır. Aynı şekilde Türkçe’ye Arapça’dan giren
ve “akıllılar” anlamındaki “ukalâ” pejoratif değere sahiptir. “Herkesin bilip kullandığı,
halk arasında yaygın, halka özgü” anlamlarını içeren “vulgaire” sözcüğünü nedense
hep “bayağı, adi, avam” şeklindeki aşağılayıcı anlamlarıyla hatırlıyoruz.
Dilimize Farsça’dan giren “canavar < canıvar” önceleri sözcüğün köken anlamıyla
“canlı, mahluk” anlamında kullanılıyordu. Ancak günümüzde sözcük anlam
kötülenmesine uğrayarak, özellikle kırsal bölgelerde, “yabani hayvan, kurt” anlamında
kullanılmaktadır. (Aksan, 1978:146).
Bebeklerini erken yaşlarda kaybeden aileler yeni doğan çocuklarına “tanrıya adanmış”
anlamında “Satılmış” adını koyarlardı. Ancak sözcük edilgen çatıya –mış son eki
getirilerek yapılmış bir sıfat gibi algılandığından, artık ad olarak pek
kullanılmamaktadır. Gazi Üniversitesine 2001-2002 öğretim yılında kayıt yaptıran
12300 öğrenci arasında Satılmış adına rastlanmamıştır. Aynı anlamda kız çocuklarına
verilen “Satı” adıysa sadece 3’tür.
Türkçe sözlükler “keleş” için “iyi huylu, yakışıklı” anlamlarını veriyor. Ancak sözcük
bu güzel (mélioratif) anlamını yitirmiş ve anlam kötülemesine uğrayarak sözcüğün
temel anlamını bilmeyenlerce aşağılayıcı (péjoratif) anlamıyla kullanılır olmuştur. Oysa
annesi Keloğlan’ı “kel oğlum, keleş oğlum” diye sevmez miydi?
5. SONUÇ
Dil bir iletişim aracıdır. Duygu ve düşüncelerimizi başkalarına aktarmamızı sağlar.
Sözcüklerin ve kuralların oluşturduğu bu gizemli sistemin en zayıf halkasını kelimeler
ve yüklendikleri anlamlar oluşturur. Sözcüklerin tek başlarına bir anlamları yoktur.
Eşzamanlılık düzleminde anlam, sözcüğün aynı bağlamdaki diğer sözcüklerle kurduğu
ilişkilere ve bunları kullananlar arasındaki artzamanlı bir uzlaşmaya bağlıdır. Demek ki,
bir adın birden çok anlamı olabilir, ancak belli bir bağlamda bu anlamlardan sadece biri
gerçekleşebilir.
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 23, Sayı 1 (2003) 147-166
166
Dil imzalanmamış toplumsal bir anlaşmanın ürünüdür. Toplumla birlikte yaşamını
sürdürür. Onunla beraber gelişir, zenginleşir ve giderek evrimleşir, değişime uğrar. Bu
değişim sözdizimsel, yani yapısal düzeyde değil, anlamsal düzeydedir. Türkçe ve
Fransızca yüzyıllardır kendilerine özgü cümle yapılarını korumalarına rağmen, her iki
dilde de bazı sözcüklerin yüklendikleri anlamlar zaman içinde genelleşmiş, genişlemiş,
daralmıştır. Kimileri anlam güzelleşmesine, anlam kötüleşmesine uğramış, kimileri
bambaşka anlamlara geçmiştir. Bütün bu dil olaylarının temelinde toplumsal, bilimsel,
ruhsal ve elbette dilsel anlayıştaki değişimlerin izleri görülmektedir.
Bugünü dünün sözcükleriyle ifade edemeyeceğimiz gibi, yarının dünyasını da bugünün
anlamlarıyla anlatamayız. Toplumsal değişim sürecine dil de ister istemez ayak
uyduracaktır.
KAYNAKLAR
Aksan, D. (1982). Her Yönüyle Dil I.II.III., Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Aksan, D. (1978). Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ankara: Erol Ofset Matbaacılık.
Aksan, D. (1961) “Anlam Alışverişi ve Türkçe”, Belleten 188, 206-273.
Başkan, Ö. (1967) Lengüistik Metodu, İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Baylon, C., Fabre, P. (1978). la Sémantique, Paris: Nathan,.
Darmesteter, A. (1889). La Vie des Mots, Paris: Librairie Ch. Delagrave.
Eyuboğlu, İ.Z. (1998). Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İstanbul: Sosyal Yayınları.
Grevisse, M. (1980). Le Bon Usage, Paris: Duculot.
Guiraud, P. (1984). Anlambilim (Çeviren: Berke Vardar), Ankara: Kuzey Yayınları.
İnce, E. (1996). Le Langage, témoin ou victime de son temps, Frankofoni 8, Ankara.
Kıran, Z. (1998). Dilbilim Akımları, Ankara: Onur Yayınları,
Picoche, J. (1994). Dictionnaire Etymologique du Français, Paris: Usuels du Robert,.
Robert, P. (1969). Petit Robert, Société du Nouveau Litré, Paris.
Saussure, F. (1965). Cours de linguistique générale, Paris: Payot.
Ullmann, S. (1952). Précis de Sémantique Française, Berne: Editions A.Francke.
Üçok, N. (1947). Genel Dilbilim Lengüistik, Ankara: DTCF Yayınları 57.
Vardar, B. (1982). Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, Ankara: TDK Yayınları.
Vendryes, J. (1921). Le Langage, Introduction linguistique à l’histoire, Paris