9 Ocak 2010 Cumartesi

12 mart mehmet akif ve istiklal marşı






İSTİKLAL MARŞININ ÖYKÜSÜ- TEZKERE

Konu ilk kez 26 Şubat 1921'de, marşın gazetelerde ilk yayınından 9 gün sonra Meclis'e gelmiştir. Bakanlıktan gelen yazının görüşüldüğü ve seçilen marşların bastırılarak meclis üyelerine dağıtılmasının kararlaştırıldığı görüşmenin tutanağı aynen şöyledir:

İstiklâl Marşı Hakkında Maarif Vekâleti'nden Mevrut Tezkere;

REİS - Efendim, evrakı varideye başlıyoruz. İstiklâl marşı hakkında Maarif Vekâleti'nden mevrut tezkereyi tensip buyurursanız Maarif Encümeni'ne gönderelim.

HAMDl NÂMIK B. (İzmit) - Reis Bey müsaade buyurun, bunun içinde Maarif Encümeni'nden bir zatın da bir marşı vardır.

YAHYA GALİP B. (Kırşehir)-Efendim İstiklâl Marşı hakkında Maarif Vekâleti'nden gönderilen parçaları tabettirelim.

REİS - Efendim, Maarif Encümeni'ne gönderiyoruz. Rüfekayi kiramdan edebiyata merakı olanlar, e'debiyatta ihtisası olan zeval lütfen toplansın, tetkik etsinler.

YAHYA GALİP - Tabedilsin, biz de bir defa görelim.

BESİM ATALAY B. (Kütahya) - Maarif Encümeni toplansın. Mütalâa edelim. Şûaraya yazılsın, herkesin mütalâaları alınsın efendim.. Mevzuu müzakere olmak için bir tanesinin intihabı lâzımdır, o da tabedilir.

HAMDİ NÂMIK B. (İzmit) - Malûmu âliniz Maarif Encümeni'nin Reisi Mehmet Âkîf Bey'in de bir şiiri vardır. Onun için ayrıca bir encümen intihabını teklif ederim.

HASAN BASRİ B. (Karesi) - Mehmet Akif o zilleti irtikâp etmez, katiyen ona tenezzül etmez (Gürültüler).

HAMDİ NÂMIK B. - Fakat Maarif Encümeni'nin reisidir, bitaraf olmak lâzım gelir. (Gürültüler).

REİS - Encümenden geldikten sonra müzakere edersiniz efendim (Gürültüler).

HAMDİ NÂMIK B. - Öyle Maarif Encumeni'yle olmaz, bunu erbabı ihtisastan mürekkep bir encümen tetkik etsin.

REİS - Maarif Enc ümeni'ne havalesini kabul edenler lütfen el kaldırsın.

BESİM ATALAY B. - Olamaz, erbabı ihtisastan müteşekkil bir encümen ister.

REİS - Tab'ı tevziini kabul edenler el kaldırsın. İndiriniz ellerinizi, aksini kabul edenler el kaldırsın. Tab ve tevzi edilecektir.


Tartışmanın özeti, ertesi günkü Hakimiyeti Milliye'nin "Büyük Millet Meclisi" sütununda şu cümlelerle verilmiştir:

"Bade [sonra], evrak-ı varidenin müzakeresine başlandı. Maarif Vekâleti'nden gelen istiklâl marşları, Maarif Encümeni'ne havale edilecekken, encümen reisinin de bir marşı olduğu için tabedilerek heyet-i umumiyece tetkiki karargir oldu."



İSTİKLAL MARŞININ ÖYKÜSÜ-İLK OKUNMASI


İlk görüşmeden 3 gün sonra, l martta konu yeniden Meclis'e geldi. O gün ikinci çalışma yılı açılıyordu. Mustafa Kemal, ö nemli bir konuşma yaptı. Kurtuluş kavgasının içinde bulunduğu zorluklar ve geleceğe, zafere olan güven dile getirildi. Mustafa Kemal'in başkanlığı altında devam eden görüşmelerde Mazhar Müfit Bey'in teklifi üzerine ordu kumandanlarına, Ertuğrul Mebusu Mustafa Kemal Bey'in teklifi üzerine de Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerine birer teşekkür yazısının gönderilmesi kararlaştırıldı.

Karesi Mebusu Hasan Basri Bey'in teklifi üzerine de Hamdullah Suphi Bey, İstiklâl Marşı'nı kürsüden okumuş ve bu arada marşlardan hangisinin seçilmesi gerektiği konusunda görüşünü de açıklamıştır.


Buna ilişkin görüşmelerin tutanağı aynen şöyledir:

Karesi Mebusu Hasan Basri Bey'in, İstiklâl Marşı güftesinin Hamdullah Suphi Bey Tarafından Meclis Kürsüsünden Okunmasına Dair Takriri:

REİS PAŞA - Efendim; İki takrir vardır, arkadaşlardan Basri Bey'in Hamdullah Suphi Beyefendi'nin İstiklâl Marşının kürsüden okunmasına dair teklifleri var.

MUHİDDİN BAHA B. (Bursa)- Hangi İstiklal marşı. Basri Bey söylerler mi?

BESİN ATALAY B. (Kütahya)- Daha kabul edilmedi efendim, bir encümen teşekkül edecekti.

HASAN BASRİ B. (Karesi)- Maarif Vekâleti'nce yedi tanesi intihap edilmiş, bunlardan herhangi birisi okunsun.

REİS PAŞA - Maarif Vekâleti'nce intihab edilmiş olanlardan birisinin kıraati tensib ediliyor.

MUHİDDİN BAHA B. (Bursa) - Hamdullah Subhi B., Basri B. hangisini isterlerse okusunlar.

REİS PAŞA - Efendim Basri Bey'in bu teklifini kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın... Kabul olunmuştur, efendim.

REİS - Hamdullah Suphi Beyefendi buyurun. (Şimdi gelir sesleri). Maatteessüf bu dakika için tehir ediyoruz. Geldikleri zaman söyleriz.






Saruhan Mebusu Reşat Bey'in, Celse Sonunda Karesi Mebusu Abdülgafur Efendi Tarafından Bir Dua İrat Edilmesine Dair Takriri:

REİS - Yeni bir takrir var, Saruhan Mebusu Reşat Bey'indir. (Bu mübarek meclisimizin içtimai nihayetinde Abdülgafur Efendi tarafindan bir dua irat buyurulmasını arz ve teklif ederim) diyorlar. (Seriye Vekili Efendi var sesleri). Dua edilmesini kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın... Kabul edildi.
İstiklâl marşlarından bîr tanesinin kürsüden okunmasına Heyeti Celile karar vermişti.

HAMDULLAH SUPHİ B. (Antalya) - Arkadaşlar, hatırlarsınız Maarif Vekâleti son mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi. Arada-yedi tanesi en fazla evsafı haiz olarak görülmüş ve ayrılmıştır.

SALİH Ef. (Erzurum) - İsimleri nedir?

HAMDULLAH SUPHİ B. - Ayrıca arzed ilecektir. Yalnız vekâlet yapmış olduğu tetkikatta fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen Mehmet Akif Beyefendi'ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vadedilmiştir halbuki bunu kendi isimlerine takrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lâzımgelen tedabiri alırız ve icabeden ilânı yaparız dedim. Bu şartla büyük dini şairimiz bize fevkalâde nefis bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazarı tetkikinize arzedeceğiz. İntihab size aittir. Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum. Beğenmek, takdir etmek hususunda haizi hürriyetim. İntihabımı yapmışım, fakat sizin intihabınız benim intihabımı nakzedebilir. Arkadaşlar bu size aittir efendim.


İSTİKLÂL MARŞI

1
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
(Şiddetli alkışlar)
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim mîlletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

2
Çatma; kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl,
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, hakka' tapan, milletimin istiklâl.
(Alkışlar)

3
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

4
Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var,
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

5
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler hakkın.
Kim bilir belki yarın... Belki yarından da yakın.
(Alkışlar)

6
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı;
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
(Alkışlar)

7
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
(Alkışlar)
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
(İnşallah sadaları)

8
Ruhumun senden, ilâhi şudur ancak emeli.
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

9
O zaman vecdile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilâhi boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhu mücerret gibi yerden naaşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki basım.
(Alkışlar)

10
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;.
Hakkıdır; hakka tapan, milletimin istiklâl.
(Sürekli alkışlar)




İSTİKLAL MARŞININ ÖYKÜSÜ- KABULÜ


MAARİF VEKİLİ HAMDULLAH SUPHİ B. - Arkadaşlar, İstiklâl marşları hakkında Vekâlet tarafından vâki olan davet üzerine ne kadar marş elimize geçmiş ise bunları bir encümen marifetiyle tetkik ettirdik, neticeyi Heyeti Celilenize arzettik. Bunları görmek arzu buyurdunuz. Matbu olarak tevzi edildi efendim. Bir nokta üzerine nazarı dikkatinizi celbetmek isterim. Bu İstiklâl marşları tarafı âlinizden tetkik edildikten sonra intihabınız hangi şiir üzerinde temerküz ederse ikinci bir muamele daha yapılacaktır. Bestekârlara yollayacağız, bestekârlar dahi bize muhtelif besteler yollayacaklardır. Onlar arasında bir intihab daha yapılacaktır.

Anadolu mücadelesi uzun müddetlerden beri devam ediyor, bunu ifade etmek, bunun ruhunu söyletmek üzere yazılmış olan bu şiirler ne kadar evvel bir karara iktiran ederse şüphesiz kî daha fazla müstefit oluruz.

Heyeti celilenizden istirham ediyorum. Şiirler mütalâa edilmiştir. Bunu bir heyete mi, bir encümene mi verirsiniz? Heyeti Umumiye'ce bir karara mı raptedersiniz? Ne arzu buyurursanız yapınız.

REİS - Maarif Vekâleti bu İstiklâl Marşının bugün ruznameye alınarak müzakeresini arzu ediyor. Bugün müzekeresini kabul eden lütfen el kaldırsın. Kabul edildi efendim.

MUHİTTİN BAHA B. (Bursa) - Muhterem efendiler, söyleyeceğim sözlerin yanlış anlaşılmamasını, bir maksadı mahsusa hamledilmemesini teminen iptidaen bir hakikatten bahsedeceğim; bu mîllî marş müsabakası ilân edildiği zaman müsabakaya ben de iştirak etmek istedim. Fakat bu mesele öyle bir cereyan almıştır ki bendeniz bu müsabaka işinden sarfınazar ediyorum. (M) İmzalı şiir bendenizindir. Bunu ithal buyurmayınız.

Gene Kemalettin Kami namında biri vardır ki avnı sebepten dolayı gazetemizde kendi şiirini geriye almıştır. Bunun üzerine mütalâanızı beyan buyurursunuz. Bir Encümeni edebî mi teşkil edersiniz, ne yapılacaktır? Ona göre.

REİS - Burada bir mesele var. İstiklâl marşlarını doğrudan doğruya Heyeti Umumiye'de müzakere ederek bir karar mı vereceksiniz, yoksa bir encümene mi havale edeceksiniz?

YAHYA GALİP B. (Kırşehir)- Burada olsun, hepimiz anlarız.

BESİM ATALAY B. (Kütahya) - Efendim, şiirler iki türlüdür. Ya hislerin mâkesidir, yahut derin veyahut ağlatıcı bir ruhun, ağlatıcı bir galeyanın aksidir. Şiir bu iki şekil üzerine doğarsa makbul ve muteberdir. Dünyada o şiirlerdir ki halk arasında yaşar. Ya yüksek ve bedii bir histen doğar, ya muhrik bir helecandan doğar. Böyle olmayıp da ısmarlama tarikiyle yazılırsa bu şiirler yaşamaz. Efendiler, bizim Cezayir Marşımız vardır. Bu; halk arasında yaşıyor. Bu müsabaka ile yazılmamıştır. Bu; ağlayan bir ruhun, eline silâhını alarak düşmana koşan, vatanına koşan bir ruhun hissiyatını terennüm eder. Marseyyez'in nasıl söylendiğini bilirsiniz. İnkılâbı Kebir esnasında -silâhını almış- koşan bir gencin söylediği şiir birden bire taammüm etmiştir. Evvelâ bu gibi şiirlerin memleketin mâruz kaldığı felâketlere -ağlayarak, titreyerek-evvelâ güftesi değil, bestesi söylenir. Ismarlama şiirlere verilecek memleketin parası yoktur.

HAMDULLAH SUPHİ B. (Antalya) - Arkadaşlar, bir hata üzerine, bir galatı rüyet üzerine dikkati âlinizi celbetmek isterim. Bilhassa para meselesi ile bu şiirler arasında bir münasebet bulmak, gayet yanlış bir noktai nazardır. Memleketin kuvayi maddiyesi ve mâneviyesi vardır. İstihlâsı vatan mücadelesini yapan milletin vekilleri, onun vekillerinin vekilleri halkın heyecanını ifade etmek üzere memleketin şairlerine müracaat etmiştir. Bu şairler ilk defa şiirlerini yazmamıştır. Arkadaşlar, bize şiirlerini yollayan şairler, seneler arasında bütün memleketin kederlerini, ıstıraplarını, bütün mefahirini söyleyen şiirler yazmışlardır. Demek para mukabilinde şiir mevzuubahis değildir. Biz halkın ruhunu, heyecanını ifade eden şiirler yazmaları için şairlerimize müracaat ettik. Hiçbirisi para hakkında bir şey söylememiştir. Geçen defa işaret ettiğim üzere nazarı dikkatinizi celbediyorum: Mehmet Akif Belki bu, şairler arasında para meselesinden kaçınan arkadaşlarımızdan birisidir- zaten senelerden beri en yüksek ve en ilâhi bir belâgatle yazmıştır. Yeniden yazmaktan çekinmesi; bazılarının hatırına para gelir, diye korkmasındandır ve ona binaen yazmamıştır. Ben gelen şiirleri okuduktan sonra, bu işte vazifedar ettiğiniz bir arkadaşınız sıfatiyle, arzu ettim ki bir kuvvetîi şiir daha bulunsun ve kendilerine müracaat ettim. Bunun üzerine kendileri de şiir yazdılar, gönderdiler. Besim Atalay Bey'in halk şiirlerinin -bilhassa büyük vakayii milliyeye taallûk eden şiirlerin- bir siparişi mahsus üzerine doğmadığı sözü gayet vârittir. Yalnız bizim şimdiye kadar mevcut olan şiirlerimizin bugünkü mücadelemizi ifade etmiyorsa şairlerimizin. kendi duygularını ifade etmeleri katiyen doğru değildir. Kendileri şu noktada haklıdırlar: Bütün şiirler ve millî şiirler cihanın en mâruf olan şiirleri, halk hareketleri arasından doğmuş olan şiirlerdir. Fakat itiraf ederim ki, bu şiirler aramızda d aha. doğmamıştır. Doğmasını arzu etmek bizim için bir vazifedir. Şairlerimize müracaat ettik ve bize çok güzel şiirler yazdılar. Bu şiirler arasında intihap hakkı Heyeti Âliye'nize aittir. Şiirleri okuyunuz. Ben istirham ediyorum ki bir an evvel bu şiirin bestelenmesi için bir karar ittihaz ediniz ve bütün milletin lisanına geçmesi için istical buyurunuz, bir karar veriniz, tebliğ ediniz, ben de mesaimin ikinci kısmına geçeyim.

Dr. SUAT B. (Kastamonu) - Beyler, esasen mesleğim şiirle edebiyatla iştigale müsait değildir. Bu itibarla arzedeceğim izahatı şiir ve edebiyat tenkidatı gibi arzetmeyeceğim. Ancak Hamdullah Suphi Beyefendi geçenlerde bu kürsüde, bu şiirleri inşat ettiği vakit, Meclîs'te büyük bir gürültü olmuştu. Ondan.anlaşılıyordu ki İstiklâl Marşı olarak bu şiirlerden birisinin intihap edilmesini teklif ederlerse çok güzel bir şey olacak. Bendeniz Akif Bey'in diğer eserlerini de okumuşum. Esasen bir marş; bir milletin heyecanlarını, tahassüsatını terennüm etmek itibariyle kıymetli ise, Akif Bey'in son yaptığı İstiklâl Marşı'ndan evvel inşat etmiş olduğu şiirler, zaten bidayeti inşadından çok evvel bizim hissiyatımızı, tahassüsatımızı ifade etmiştir. Kendisinin, memleketin tahaşsüsatına karşı ne kadar kuvvetli bir kudreti şiiriyesi olduğunu ve Garp ve Şark âlemi hakkındaki tahassüsatımn en güzel numunelerini (Safahat) ismindeki eserleri gösterir. Bu itibarla bu kahramanı edebıi tebcil etmemek elden gelmez. Bendeniz kendi namıma Mehmet Âkİf Bey'in büyük bir unvan ile tertip ettiği eseri tetkik etmek istemern.Tahsisen bu meselede bunların içinde yazmış olduğu marşların en güzeli İstiklâl Marşı'dır ve bundan evvel de Meclis'te büyük bir vecd uyandırmıştır. Onun için durudiraz mütalâa etmeksizin bunun tasvip edilmesini teklifederim.

HACI TEVFİK Ef. (Kângırı) - Efendiler, bendeniz bu şiirin bu hakikat kürsülerine nasıl çıktığına tahayyür ediyorum. Bunu Meclisi Maarif kendisi intihap eder, kendisi tercih eder, kendisi yapar. Gerçi şiir bir meziyettir, gerçi şiir bir ziverdir, lâkin bir hayaldir. Bu kürsü hakikata çıkması doğru değildir: Eğer tercih lâzım geliyorsa Akif Bey'in şiiri gayet güzel yazılmıştır. Lâkin biz bugün âşiyanda değiliz. Millet Meclisi'nin kürsüsünde olduğumuzu unutmayalım, bunu Maarif Encümeni kendisi mütalâa etsin, kendisi takdir etsin, kendisi tercih etsin. (Doğru sesleri).

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) - Arkadaşlar mesele gayet mühimdir. Eğer bu marş milletin ruhunu kavrayabilecek bir marş ise onda ufacık bir yakışıksızlık diyelim, sonra o marş için pek büyük düşüklük verir. Biraz serbest söyleyemiyorum, kusura bakmayınız. Burada edebî tenkidata girişecek değilim. Binaenaleyh yalnız fikrimi kısaca arzedeceğim. Katiyen Hamdullah Suphi Bey'in isticaline iştirak edemem (Biz ederiz sesleri). Edemem; zira bir kere bu marş milletin ruhundan doğma bir marş değildir. Besim Atalay Bey'in hakkı vardır. Milletin ruhuna tercüman olacak bir marş olmalı. (Gürültüler). Müsaade buyurunuz.

REİS - Kesmeyelim, böyle müzakere edemeyiz ki...

TUN ALI HİLMİ B. (Bolu) (Devamla) - Bu o kadar müzakereye kayıktır ki siz takdir edemezsiniz.

REFİK ŞEVKET B. (Saruhan) - Reis Bey usulü müzakere hakkında söz isterim. Müsaade buyurur musunuz? Şiirler sahiplerinin malıdır. Beğenirsek rey veririz, beğenmezsek rey vermeyiz. Herkesin muhterem şahsiyetine tecavüz etmeyerek kabul edelim veyahut etmeyelim, rica ederim.

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) - Gerek şu şiire ve gerek şu manzumelere karşı bir şey söyledim mi ki böyle söylüyorsunuz? İsim zikretmedim. İyi dinleyiniz, kulaklarınızı açınız. Arkadaşlar istirham ederim! Bunu, bir encümeni mahsusu edebî teşkil edelim, oraya havale edelim, bu manzumelerin birini intihap etsin. Asıl ruhî mesele buradadır... O encümeni mahsus intihab ettiği manzumenin sahibini çağırır, der ki ona, şu mısraı terkederseniz veya şu mealde tebdil ederseniz ve şu kelimenin bununla tebdili elzemdir, o zaman o manzume daha iyi olur. İstirham ederim, bu noktaya dikkat buyurunuz. Arkadaşlar manzumenin bastan başa iyi olmasını bütün samimiyetle arzu ediyorum ve bu teklifte bulunuyorum. (Gürültüler) Müsaade buyurunuz bana biri imzalı, biri imzasız iki mektup geldi. Bu mektupta deniliyor ki; Diğer verilmiş olan manzumeleri de okuyunuz, onların içinde; intihap edilmiş olanlardan daha muvafıkı vardır. (Handeler) (Memiş Çavuş sesleri) Sahibi mektup Garp Ordusu'na gitti. İmzasiyle gösterebilirim. Arkadaşlar tekrar ısrar ediyorum, bir encümeni mahsusu edibi teşkil edilmelidir ve intihap onun reyine bırakılmalıdır. (Hayır, hayır sesleri) (Gürültüler)

REİS - Efendim müsaade buyurunuz. Trabzon Mebusu Celâl Bey'in İstiklâl Marşı ile bir takriri var."Riyaseti Celiliye

Mingayrihaddin karaladığım gayrimatbu İstiklâl Marşı'nın Meclisi Âli huzurunda kıraet olunmasını teklif eylerim.

Trabzon Mebusu Celâl"



REİS - Müsaade buyurunuz rica ederim. Zannediyorum ki, bu Heyeti Celilelerine dağıtılan manzumeler müddeti muayyene zarfında toplanıp da şimdi intihap edilenlerdir. Bunun müsabakaya ithali kabil midir efendim? (Hayır, hayır sesleri).

İHSAN B. (Cebelibereket) - Şekil aramıyoruz. İyi ise dinleyelim (Muvafık sesleri).

REİS - Efendim müsaade buyurunuz. Tekrar ediyorum. Muayyen bir zaman zarfinda marş müsabakası ilân edildi. Onlardan Maarif Vekâleti intihap etmiş, göndermiş. Şimdi bu gönderdiği marşlardan birinin intihabını Heyeti Umumiye'de kendisi takip ediyor ve müzakere ediyoruz. Bu meyanda birisi bir marş gönderiyor. Bunu kabul ettikten sonra yarın vâki olacak müracaatları da reddedemeyeceğiz.

REFİK B. (Konya) - Nasıl reddedeceksiniz? İlânihaye devam edecektir.

İHSAN B. (Cebelibereket) - Marş lâzımdır. Hangisi güzel olursa o lâzımdır.

REİS- Bu marşın okunmasını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın... Kabul edilmedi efendim.

HAMDİ NAMIK B. (İzmit) - Efendiler, millî bir marş yapmak ihtiyacı hâsıl olmuş. Maarif Vekili şairleri müsabakaya davet etmiş, birçok şiirler içerisinden birkaç parça intihap ve tabedilmiş. Bendeniz anlamıyorum. Bu bir Meclisi Milli işi midir? Bir encümeni edebî işi midir? (Millet işidir sesleri). Mîllet işidir. Şüphesiz efendiler, fakat malûmu âliniz şiir meselesi bîr sanat meselesidir, Eğer bunu tercih etmek hakkını biz deruhde ediyorsak aram ızda şiirle tevvegul [?] etmiş arkadaşlarımızdan bir encümeni edebî teşkil edelim, onlar tetkik etsinler. Geçen gün bu maksatla söylediğim bir söz suitelâkkiye uğramıştır. Binaenaleyh eğer bunun tetkiki için içimizden bir encümen teşkil etmiyecek olursak o hak doğrudan doğruya Maarif Vekâleti'ne aittir, noktai nazarını izah etsin ya kabul edersiniz, yahut kabul etmezsiniz. Bunun uzun uzadıya sürünmesine hacet yoktur (Gürültüler).

MAARİF VEKİLİ HAMDULLAH SUPHİ B. - Arkadaşlar! Refik Şevket Bey'in sözünü tekrar ediyorum. Bu şiirler mevzuubahis olduğu vakit lüzumsuz yere, hatta arzumuz hilâfinda şiirler yazmış olan arkadaşlarımız için böyle bir söz buradan çıkmamalıdır. Bahusus ki, arkadaşlar ısmarlama sözü ve halkın tercümanı olmaz sözü yanlıştır. Çünkü halkın mümessilleri olan sizlerin huzurunda okunan şiirin Heyeti Aliyeniz üzerindeki âzami tesirine bendeniz de şahit oldum. Eğer halk üzerine olan tesirini anlamak için kendi kalbimizden başka miyarınız varsa o başkadır. Eğer halkın teessürünü kendimiz anlayacak olursak halkın kalbini de anlamış oluruz. Şimdi arkadaşlar bendeniz diyeceğim ki: Yeni bir encümeni edebiye havale edersek bir fayda mutasavver olabilir. Eğer encümen kararını verip bitirecek ise. Fakat zannediyorum Meclisinizin verdiği karar ve ısrar ettiği nokta, kendisinin bu işi halletmesidir. O halele encümenden çıkıp yine heyetinize gelecektir. Yine bu vaziyet hâsıl olacaktır. O halde burada yedi tane şiir vardır, Riyaset bunları ayrı ayn reye vaz'etsin, hangisi tarafınızdan mazharı takdir olursa onu kabul edersiniz. (Doğru sesleri).

REİS- Efendim müzakerenin kifayetine dair takrirler vardır. Müzakerenin kifayetini reye koyacağım. Müzakereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın... Kabul edildi. Kırşehir Mebusu Yahya Galip Bey'in bir takriri var.

" Riyaseti Celileye Muhittin Bey'in inşad ettikleri marşın kürsüde taraflarından okunmasını teklif eylerim.
12 Mart 1337
Kırşehir Mebusu
Yahya Galip"

REİS- Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın...Kabul edilmedi efendim. Efendim Muş Mebusu Abdülgani Bey'in bir takriri vardır. "Riyaseti Celileye İstiklâl Marşı Maarif Vekâleti'nce müsabakaya vaz'edilmiş ve intihabı yine Vekâleti mezbureye ait bulunmuş olduğundan ve Meclisi Ali bir meclisi edebî olmadığından intihabının dahi Maarif Vekâleti'ne ait olduğunu arz ve teklifeylerim. 12 Mart 1337
Muş Mebusu
Abdülgani"


REİS - Kabul edenler lütfen el kaldırsın... Kabul edilmedi efendim. Efendim Saruhan Mebusu Avni Bey'in takriri var.

"Riyaseti Celileye İstiklâl Marşı vatanî bir parça olmakla beraber her halde şayanı teslimdir ki şiiri, musikisi, vatanî olması lâzımgelen bu marşın tetkiki her halde bir ihtisas ve ehli hibre meselesidir. Binaenaleyh, bu marşın tefrik ve kabulü için erbabı ihtisastan mürekkep bir encümene tevdii ve badehu bestelenmesini teklif eylerim.
12 Mart 1337
Saruhan Mebusu
Avni"


REİS - Efendim bu teklifi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmedi. Şimdi efendim müzakerenin kifayetine dair muhtelif takrirler var. Yahut her marşı Heyeti Âliyenizin reyine koyalım.

HASAN BASRİ B. (Karesi) - Reis Bey! Bizim bir takririmiz vardır. Suat Bey'in de bir takriri var.

REİS- Meclisi Âli reyini ne suretle izhar ederse ondan sonra anlaşılacaktır.

"Riyaseti Celîleye

Müzakerenin kifayetini ve Mehmet Akif Bey'in İstiklâl Marşı'nın kabulünü teklif ederim.

12 Mart 1337
Kastamonu Mebusu
Dr. Suat"


"Riyasete İstiklâl Marşı'nın şubelerce teşkil edilecek bir encümeni mahsus tarafından tetkik ve tasdik olunmasını teklif ederim.

12 Mart 1337
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi"



REİS - Bu takriri kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Reddolundu.


"Riyaseti Celileye Şiirin besteye gelip gelmemesi meselesi vardır. Şuara ve bestekârlardan mürekkep bir encümen teşkilini teklif eylerim.

12 Mart 1337
Ertuğrul Mebusu
Necip"



REİS - Aynı mealde birçok takrirler vardır. Necip Bey'in takririni kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Reddedildi.


"Riyaseti Celileye Bütün Meclis'in ve halkın takdiratını celbeden Mehmet Akif Beyefendi'nin şiirinin tercihan kabulünü teklif ederim.

12 Mart 1337
Karesi Mebusu
H. Basri"



"Riyaseti Celileye

İstiklâl marşlarını matbu varakalarda hepimiz ayn ayrı tetkik ettiğimiz için encümene havalesine lüzum yoktur. Mehmet Akif Bey'e ait olanının Miîlî Marş olarak kabulünü teklif ederim.

12 Mart 1337
Bursa Mebusu
Operatör Emin"


"Riyaseti Celileye

Kaffei ervahı İslâm üzerinde kıraati heyecanlar tevlit edecek derecede icazkâr olan büyük İslâm Şairi Mehmet Akif Bey'in marşının takdiren kabulünü teklif eylerim.

12 Mart 1337
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya"


" Riyaseti Celileye

Ötedenberi İslâmın ruhnevaz şairi Akif Bey efendi'nin İstiklâl Marşı her veçhile müreccah ve Meclisi Âli'nin ruhu mâneviyesine evfak olmakla kabul edilmesini teklif ederim.

12 Mart 1337
İsparta Mebusu
İbrahim"



"Riyaseti Celileye

Mehmet Akif Bey tarafından inşat edilen marşın kendi tarafından kürsüde kıraat edilmesini teklif eylerim.

12 Mart 1337
Kırşehir Mebusu
Yahya Galip"

REİS - Bu takrirlerin hepsi Mehmet Akif Bey'in şiirinin kabulünü mutazammındır. (Reye sesleri). Müsaade buyurunuz, rica ederim müsaade buyurunuz efendiler.

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) - Reis Bey müsaade buyurursanız Mehmet Akif Bey'in marşının reye vaz'ından evvel bendeniz ufacık birsey rica edeceğim. Tebdil edilmesi ihtimali vardır.

REİS- Müzakere bitmiştir efendim rica ederim.

SALİH Ef. (Erzurum) - Bendeniz bîr şey arzedeceğim.

REİS - Müzakere bitmiştir. MaarifVekâleti'nin teklifi vardır. Her marşı ayrı ayrı reye koyunuz dîye teklif etmişlerdi. Her marşın ayrı ayrı reye vaz'ını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmedi. O halde bu takrirleri reye koyacağız. Basri Bey'in takririni reye koyuyorum (Basri Bey'in takriri tekrar okundu).

REİS- Basri Bey'in takririni kabul buyuranlar ellerini kaldırsın. Kabul edildi efendim (Gürültüler ve ret sadalan).

REFİK ŞEVKET B. (Saruhan) - Reis Bey! Mehmet Akif Bey'in şiirinin aleyhinde bulunanlar da ellerini kaldırsın ki ona göre muhaliflerin miktarı anlaşılsın. (Muvafıktır, anlaşılsın sadaları).

REİS - Bu takriri kabul edenler, yani Mehmet Akif Beyefendi tarafından yazılan marşın İstiklâl Marşı olmak üzere tanınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Ekseriyeti azime ile kabul edildi.

MÜFİT Ef. (Kırşehir) - Reis Bey yalnız bir şey arzedeceğim. Hamdullah Suphi Bey'in bu marşı bu kürsüden bir daha okumasını rica ediyorum. (Gürültüler).

REFİK B. (Konya) - Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl Marşı'nın ayakta okunmasını teklif ediyorum.

REİS - Müsaade buyurursunuz efendim. Heyeti muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabiî resmî bir İstiklâl Marsı olarak tanınmıştır. Binaenaleyh ayakta dinlememiz icabeder. Buyurunuz efendiler;

İSTİKLÂL MARŞI

1
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
(Şiddetli alkışlar)
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim mîlletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

2
Çatma; kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl,
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakka' tapan, milletimin istiklâl.

3
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

4
Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var,
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

5
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler hakkın.
Kim bilir belki yarın... Belki yarından da yakın.

6
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı;
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

7
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

8
Ruhumun senden, ilâhi şudur ancak emeli.
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

9
O zaman vecdile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilâhi boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhu mücerret gibi yerden naaşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki basım.

10
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;.
Hakkıdır; Hakka tapan, milletimin istiklâl.

(Sürekli alkışlar)



İSTİKLAL MARŞI ÜZERİNE BİR TAHLİL- MEHMET KAPLAN


İstiklâl Marşı, Cumhuriyet'in ilânından önce 1921 yılında yazılmış olmakla beraber, Cumhuriyet'i müjdeler ve millî marş olarak kabul edildikten sonra, hemen her gün tekrarlandığı için, Atatürk ile beraber Cumhuriyet devrinin sembolü olur.

Bu devirden sonra yetişen bütün nesillerin daha ziyade merasim dolayısıyla kendisine has bestesi ile söyledikleri bu marş, şiir olarak da üzerinde durulmaya değer.İstiklâl Marşı'nı değerlendirirken, yazıldığı devri göz önünde bulundurmak lâzımdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921 tarihinde dört defa ayakta dinleyerek İstiklâl Marşı olarak kabul ettiği bu şiir, o yılların kutsal ve heyecanlı havası ile doludur. Onu o devir Türk edebiyatının en büyük sairlerinden biri olan Mehmet Akif yazmıştır. Mehmet Akif bugün, şiirlerinde sosyal duyguları anlatan, söylediklerini gerçekten duyan bir şairdir. İstiklâl Savaşı'na bütün varlığı ile katılan Akif, bu savaşa iştirak edenlerin duygu ve inançlarına bizzat sahip olduğu için, onlara en iyi tercüman olmuştur. Şiiri söyleyen Akif olmakla beraber, aslında o, kendi beni ile birleştirdiği Türk milletinin duygu ve inancını dile getirir. Burada Akif'in yaptığı,o yıllarda en olgun seviyeye ulaşan şiir kudretiyle bu ortak imana, bütün milletin benimseyebileceği bir şekilde üslûp ve ifade vermek olmuştur.

Bazı kelime ve mısralardan da anlaşılabileceği üzere, o tarihte henüz İstiklâl Savaşı kazanılmamıştır. Türk ordusu bu şiir yazıldıktan bir yıl sonra, 26 Ağustos 1922 sabahı Büyük Taarruz'a geçer.

Düşman karşıda bulunduğu için ordu ve millete cesaret vermek isteyen şair, manzumesine "Korkma!" kelimesiyle başlar.
"Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın;"
mısraları da ümitle bekleyişi ve geleceğe imanı gösterir. Şiirde şanlı mazi ve ebedî bir istikbal fikrine de yer verilmekle beraber, yaşanılan zaman, kan ve barut kokusuyla dolu olan hâlihazırdır.

İstiklâl Savaşı, Türk milletinin ölüm-kalım savaşıdır. Böyle yıllarda milletler kendilerini yaşatan temel kıymetlerin farkına varırlar. Vatan, millet, hürriyet ve istiklâl gibi kavramların önemi, barış devirlerinde pek anlaşılmaz. Hatta onları umursamayanlar bile çıkar. Fakat bir milleti ölüm ile karşı karşıya bulunduran savaş, onların ne kadar hayatî olduğunu kuvvetle hissettirir. Bunlar öyle kıymetlerdir ki, onlar olmadan yaşayamaz. Bundan dolayı millet, onlar uğruna ölümü göze alır. Binlerce insan onlar uğruna öldüğü, yaralandığı veya sakat kaldığı için kutsal bir değer kazanırlar.

Akif, İstiklâl Marşı'nda Türk milletinin ne için savaştığını, neye inandığını açık ve seçik bir şekilde ortaya koymuştur. Şiirde bu değerler, bazen sanatkârane bir ifadeye bürünmüşlerdir. Şiiri tahlil ederken bunlar üzerinde de durarak mana ve fonksiyonları açıklanacaktır.

Birinci dörtlükte bahis konusu olan "al sancak"tır. Al sancak, Türk milletinin sembolüdür. Burada şair, fikrini anlatırken onun uyandırdığı hayal ve çağrışımlardan da faydalanmıştır. Türk bayrağının al rengi şairde bir alev intibaı uyandırmıştır. Bu alev "sönmez" Zira onun çıktığı kaynak her Türk ailesinin evinde yanan ocaktır. Yurdun üstünde tüten en son ocak kaldıkça, bu bayrağın alevi bu şafaklarda dalgalanacaktır. Akif, bu benzetmeyle "bayrak" ile "millet" arasındaki bağlantıyı sanatkârane bir şekilde ifade etmiştir.

Türk bayrağında dikkati çeken ikinci sembol yıldızdır. İkinci beyitte şair, bu yıldız ile gökteki yıldızı birleştirir. Gökteki yıldıza kimsenin eli dokunamayacağı gibi, "Türk milletinin yıldızı" olan al bayrağın yıldızına da kimse el süremez. Yıldız kelimesi, aynı zamanda kader, talih manalarına da gelir, Akif'in bu hayallerle belirtmek istediği, Türk milletinin ölmezliği fikridir. O, ordu ve millete "Korkma!" derken böyle bir inançtı dayanır.

İkinci dörtlükte Türk bayrağının üçüncü sembolü olan "hilâl" den hareket edilmiştir. Hilâl kelimesi eski Türk edebiyatında sevgiliye benzetilir. Türk bayrağındaki ay (sevgili) tehlikeler içinde bulunduğu ve kendisini sevenlerden fedakârlık beklediği için. kaslarını çatmıştır. Eski Türk edebiyatında sevgilinin kaşı umumiyetle aya benzetilir. Şair burada, vatanın timsali olan sevgiliye (hilâle) gülmesi için yalvarır. Bu millet, onun uğruna on binlerce şehit vermiştir. Yoksa o dökülen kanlarını helâl etmez.
"Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl"
mısraında "Hak" kelimesi iki manada kullanılmıştır. Birinci manaya göre Hak, Tanrı manasına gelir. Müslüman olan Türkler ona taparlar. Hak kelimesinin öteki manası hak-hukuk deyiminde görüldüğü üzere, adalet ile ilgilidir. Hak aynı zamanda yapılan bir iş, fedakârlık veya durum karşılığı alınması gereken paydır. Akif bu beyitte İstiklâl kavramı ile Hak (Tanrı ve adalet) kavramı arasında münasebet kurmaktadır. İslâmiyetin en mühim yönlerinden biri, adalete üstün bir değer vermesidir. Hak kelimesinin iki veya üç mana ka zanmasının sebebi budur. Milletler yüksek kıymetlere inandıkları ve bağlı bulundukları takdirde istiklâle hak kazanırlar. Bahis konusu mısra böyle bir inanca dayanıyor.

Üçüncü kıt'ada "hürriyet" kavramı bahis konusudur. Burada şair "ben" kelimesini kullanmakla beraber, kastolunan Türk milletidir. Şair, burada Türk mîlletini konuşturmaktadır. Türk milleti ezelden beri hür yaşamış ve hür yaşamaya alışmıştır. Ona zincir vurulamaz. Böyle bir şey yapılmaya kalkıldığı takdirde, o, sel gibi taşarak, bendini çiğner ve aşar. Anadolu Türk devleti gerçekten de 1071 Malazgirt Zaferi'nden bugüne kadar daima hür ve müstakil olmuştur. Hür yaşamak, Türk devlet ve milletinin varlığı ile birdir. Ondan mahrum kalmak bundan dolayı ona ağır gelir, onu çıldırtır. Bu parçada millî bir değere bağlı olan millî iradenin gücü, tabiattan alınan benzetmelerle ifade olunmuştur. Hürriyetin başlıca özelliği sınır tanımamaktır. Yahya Kemal de, Açık Deniz şiirinde Türk milletinin hür yaşama iradesini coşkun deniz sembolü ile anlatır.

Dördüncü kıt'ada savaşan iki taraf, Türk milleti ile düşmanlar mukayese edilmiştir. Garp (Batı) maddî silâhlarının üstünlüğüne güvenerek Türkiye'ye saldırmıştır. Düşmanların bu maddî üstünlüklerine karşı, Türklerin hiçbir şey ile sarsılmayan "iman"ları vardır, îman, insanın taşıdığı manevî inançların bütünüdür. İnsanı üstün kılan maddî gücü değil, îmanıdır. Zira îman olmazsa maddî güç, başarı kazanamaz. Manevî değerlere dayanmayan maddî güç, insanî bir değer taşımaz.

Şair, hiçbir hakkı olmadığı hâlde başka milletlere saldıran sözde medenî Batı'yı "tek dişi kalmış canavar"a benzetiyor. "Tek dişi kalmış" demesinin sebebi, onun dehşet verici gözükmesine rağmen, eski gücünü kaybetmiş olmasıdır. Burada bütün vahşîliğine rağmen, kendisini "medenî" diye tanıtan Batı ile bir alay da vardır. Devletler sadece maddî güçleriyle üstün gelmezler. Tarihî olaylar bunu göstermiştir. Sömürgeci Batı'ya karşı, başta Türkler olmak üzere ezilen bütün milletler isyan etmiştir ve Batı, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra üstünlüğünü kaybetmiştir. Bu bakımdan Mehmet Akif'in onu "tek dişi kalmış bir canavar"a benzetmesi yerindedir.

Bu parçada "ulusun..." kelimesi bazıları tarafından yanlış olarak "ulu" (büyük) kelimesiyle karıştırılmaktadır. Burada "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar, bırak, varsın ulusun, onda artık korkulacak bir taraf kalmamıştır" demek istemiştir.

Beşinci kıt'ada düşmanla savaşan askere hitap ediliyor. Ordu dayanırsa zafer muhakkaktır. Bu parçada geleceğe büyük bir inançla bakılmaktadır. Tanrı, Türklere (Müslüman) ebedî bir hayat vadetmiştir. İstiklâl Savaşı'nın kazanılmasında dinî inancın büyük rolü olmuştur. Bunu o devre ait pek çok vesikadan anlamak mümkündür. Akif, burada Türk milletinin inancını dile getirmektedir. Akif‘in kendisi de vatanına çok bağlı bir Müslümandı. İslâmiyet, iyimser bîr dindir. Ona iman edenler ebedî bir hayata kavuşurlar.

Altıncı kıt'ada "vatan" bahis konusudur. Dış görünüşü bakımından vatan bir "toprak" parçasıdır. Fakat bu toprak parçası, milletin tarih ve hayatına sımsıkı bağlıdır. Onu kutsal kılan maddî yönü değil, millet ve tarih ile olan münasebetidir. Bu vatan, binlerce şehit tarafından kazanılmış ve korunmuştur. Bundan dolayı, ona bakarken toprağı değil, ona gömülü olan şehitleri görmelidir. Dünyada hiçbir şey vatan kadar kutsal ve değerli değildir.

Yedinci parçada yine "vatan" kavramı bahis konusudur. Burada da vatan ile şehitler (şühedâ) arasındaki münasebet üzerinde durulmuş, son beyitte vatana bağlılık duygusu başka bir şekilde anlatılmıştır. Bir insan için en büyük yoksulluk, vatanından uzak (cüda) kalmaktır. İnsan kendi canını veya sevgilisini kaybederse, vatan ve milletin var olacağı düşüncesiyle teselli bulur. Vatanını kaybederse, milletinin varlığı da tehlikeye düşer.Burada vatanın can ve canandan (sevgiliden) da üstün bir değer taşıdığı inancı vardır. İnsan, böyle bir inanca sahip olmazsa vatanı için ölümü göze alamaz.

Sekizinci ve dokuzuncu kıt'alar birbirine bağlıdır. Burada "din" bahis konusudur. Akif'in bir Müslüman olarak Tanrı'dan istediği en büyük şey mabedine yabancıların el dokundurmaması ve dinin temeli olan kıymetlere şahadet eden ezanların yurdun üzerinde ebedî olarak işitilmesidir."Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli" mısraında "şahadet" kelimesi şahitlik manasına geldiği gibi ezanda geçen "Eşhedü en lâilâhe illallah, Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü" cümlelerine de tekabül eder. Bunlardan birincisi "Şüphesiz bilirim, bildiririm, Allah'tan başka tapacak yoktur", ikincisi "Şüphesiz bilirim, bildiririm, Muhammed Allah'ın elçisidir" manalarına gelir. Bir kimsenin Müslüman olabilmesi için "Kelimeişahadet" denilen bu cümleleri tekrarlaması ve onlara inanması lâzımdır. Müslüman ülkelerde günde beş vakit okunan ezan ile İslâmiyetin temelini teşkil eden bu cümleler tekrarlanır. Elin başparmaktan sonra gelen parmağına şahadet parmağı denilir. Konuşamayacak olan hastalar içlerinden dua ederken şahadet parmaklarını kaldırırlar. Minareler, göklere uzanmış şahadet parmağına benzer. Akif, şiirinde buna da telmih ediyor. Açıkça söyleme­den herkesin bildiği bir şeyi sezdirmeye "tevriye" adı verilir. Akif'in bu mısraında "telmih" ve "tevriye" sanatları vardır.

İstiklâl Savaşı'nda din duygusunun önemli bir rol oynadığını söylemiştik. Türk tarihinde "din", "vatan", "millet" ve "istiklâl" duyguları yüzyıllar boyunca birbirine bağlı olarak yaşamış ve gelişmiştir. Akif'in anladığı ve Safahat'ta ortaya koyduğu İslâm dini, en yüksek kıymetlere dayanır. Gerçekten de Türk devletinin var olmasında İslâmiyetin büyük rolü olmuştur. Onun temelindeki "birlik" (vahdet), "hak" (adalet), "ezeliyet" ve "ebediyet" fikri "devlet-i ebed-müddet" veya ölmezlik inancını doğurmuştur.

Dokuzuncu parçada konuşan şehittir. Din uğruna savaşan asker, kendi Öldükten sonra ezan seslerini işitirse, mezarından kalkarak, yarasından kanları aka aka, her şeyden soyunmuş bir ruh gibi göklere yükselir ve başı arşa değer. İslâm dinine göre şehitler doğrudan doğruya cennete giderler. Bundan dolayı, onlar din ve vatan uğruna ölmekten korkmazlar.

Onuncu ve sonuncu parça, şiirde ortaya konulan fikir ve inançların bir nevi özetidir. Burada da milletin ölmeyeceği, ebedî olarak yaşayacağı inancı vardır.

İstiklâl Marşı'nda bazı duyguları kuvvetli olarak belirtmek maksadıyla kullanılan benzetmeler, halkın zevkine uygundur ve bizde süslü, yapmacık tesiri uyandırmazlar. Şiir, dil ve üslûp bakımından umumiyetle sadedir. Aruz veznine kuvvetle hâkim olan Akif, mısralarına bir konuşma ve hitabet edası vermiştir. Başka şiirlerinde nesre yaklaşan Akif, burada kıt'aların dört mısraını da kendi içlerinde arka arkaya gelen dört sağlam kafiyeye oturtmak suretiyle muhtevaya uygun, basit olmakla beraber, kuvvetli bir ahenk sağlamıştır. Bunu yaparken belki de halkı ve Mehmetçik'i düşünmüştür. Dil ve şekil bakımından şiire hâkini olan düşünce; kuvvet, güven duygusu, sağlamlık ve sadeliktir. Bunlar Türk halkı ve askerinin temel vasıflarıdır.

Prof. Dr. Mehmet Kaplan. Türk Edebiyatı, Aralık 1986


İSTİKLAL MARŞI BESTESİ- TEZKERE


İstiklâl Marşı Bestesinin İstanbul'da bir Heyet-i Musikiye Marifetiyle İntihabedilmesi Hakkında Maarif Vekâleti Tezkeresi

REİS -Efendim İstiklâl Marşı bestesinin İstanbul'da bir heyet-i mutahassısa tarafından intihabına dair Maarif Vekâletİ'nin tezkeresi vardır. "Büyük Millet Meclisi Riyaseti Celilesine

Burdur Mebusu Muhteremi Mehmet Akif Beyefendi'nin Büyük Millet Meclisi'nce millî marş olmak üzere kabul edilen şiiri hakkında memleketin en maruf musiki üstadları tarafından tertibedilen besteler, Vekâleti âciziye gönderilmiş ve bu bestelerin kabulüne tahsis edilmiş olan müddet de nihayete ermiş olduğundan besteler arasında en muvafık olanın intihabının İstanbul'da teşekkül edecek bir mütehassıs heyete havale edilmesi acizlerince muvafık görüldüğü cihetle bu cihetin Meclisi Âli'ce mazharı tasvibolup olmadığının tâyini hususunda delâleti fahimanelerini istirham ederim, efendim.

Maarif Vekili Hamdullah Suphi"


REİS - Efendim, İstiklâl Marşı bestesinin İstanbul'da bir heyeti mütehassısa tarafından intihabedilmesine dair mezuniyet isteniyor. Tensip buyurursanız bunu Maarif Encümeni'ne gönderelim.

HASAN BASRİ B. (Karesi) - Reis Bey musiki meselesi bir ihtisas meselesidir. Vekâlete intihabettiğimiz zatın kendi selâhiyetinden istifade ederek münasip bir marş ve beste kabul etmesi hakkında Meclis tarafından bir salâhiyet verilmekten başka çare yoktur. Binaenaaleyh bunu Maarif Encümeni'ne veyahut diğer encümenlere göndermekte fayda yoktur. Her halde Maarif Vekâleti'ne bu hususta salâhiyet vermeliyiz.

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) - Efendim, tahuttur edilirse buraya takdim etmiş olduğum bir takrir üzerine Maarif Vekâleti güftelerin intihabı hususunda her ne kadar bir salâhiyete mâlik ise de tasdik için buraya getirilsin denilmişti ve güftesi burada da tasdik olundu. Binaenaleyh; bestesinin de bu veçhile tasdiki icabeder.

DURAK. (Erzurum) - Reis Bey rica ederim, her isimiz bitti de şimdi marşlara mı kaldık? Bunları bırakalım, beyhude vakit geçiriyoruz. Bırakınız rica ederim, bırakalım bu münakaşaları, başka şeylere geçelim. Memleket kan ağlıyor. (Gürültüler)

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) - Onun kutsiyetini takdir edemeyen ağzını açmasın. (Gürültüler) Zira burada Millî Marş üzerine bahsolunuyor. Milletin marşı mukaddestir. O mukaddesata karşı marşı takdir etmek lâzım. (Şiddetli gürültüler) Ona hürmet lâzım. Ankara bütün işini yapacaktır. Bu yetim kendi göbeğini kendi eliyle kesti. Ve bugün sinni rüşte vâsıl olmuştur. Bu marş İstanbul'a gidemez. Ankara her şeyi kendisi yapar. (Alkışlar).

VEHBİ B. (Karesi) - Durak Bey biraderiniz hâmiyetşiarane beyanatta bulundular. Ama düşünmediler ki; Ey Gaziler marşı bütün bir orduyu hayatını fedaya sevk etti. Binaenaleyh Millî Marş olarak kabul edilecek marş ensalden ensale ilâyevmikıyame devam edip gidecektir. Binaenaleyh bunun doğrudan doğruya Maarif Vekâleti'ne bırakmak doğru değil. Maarif Vekâleti salâhiyet almak istiyor. Biz o salâhiyeti verebiliriz. Maarif Vekâleti'nin salâhiyeti dahilindedir, demek doğru değildir. Bu besteyi Maarif Vekâleti temyiz ve tefrik ettirebilir ve Meclis'e ondan sonra gelir ve kabul edilir.

REİS - Efendim, Maarif Vekâleti'nden gelen tezkerenin müzakeresini kâfi görenler el kaldırsın... (Gürültüler)

DURAK B. (Erzurum) - Müsaade buyurunuz efendim, bendeniz cevap vereceğim.

REİS - Efendim, şimdi Maarif Vekâleti, bana mezuniyet verin, bu besteyi İstanbul'a göndereyim, bir heyete tetkik ettirelim diyor. (Ret, sesleri) (Gürültüler) Efendim Maarif Vekâleti'nin tezkeresini reyinize arz edeceğim. Maarif Vekâleti'nin tezkeresini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmedi. O halde Ankara'da bir heyeti musikiye tetkik edecek demektir (O da yok, sesleri) (Ret sesleri).

İSTİKLAL MARŞI BESTE – ZEKİ ÜNGÖR


Osman Zeki ÜNGÖR
(1880 - 1958)

Besteci, Orkestra şefi, keman virtüozu Osman Zeki Üngör 1880 yılında İstanbul'da doğdu. Muzıka-i Hümayun'da Fasl'ı Cedid'i tertib eden Santuri Hilmi Bey'in torunu; Hacı Bekirzade Hüseyin Bey'in oğlu, Ekrem Zeki Ün'ün babasıdır.

Beşiktaş Askeri Rüştiyesi'nde okudu. 1891'de girdiği Mızıkai Hümayün'da yeteneğiyle II.Abdülhamid'in dikkatini çekti. Batı müziği öğrenimi görerek konser kemancısı oldu. Büyükbabası Santuri Hilmi Bey'in kurduğu Mızıkai Hümayun faslı Cedidi'nde ve Saffet Atabinen'in ilk defa düzenlediği senfoni orkestrasında başkemancı olarak çalıştı. Binbaşı rütbesiyle de Saray Orkestrası Şefi oldu.

Mızıkai Hümayun'da öğretim görevinde bulundu. İstanbul Erkek Muallim Mektebi'nde öğretmenlik yaptı. Bağımsız kadrosu olan ilk Türk senfoni orkestrasıyla Union Française'de haftalık halk konserleri verdi. Musiki Muallim Mektebi'nin müdürlüğünü yaptı.

Avrupa şehirlerinde de orkestralar idare ederek konserler veren Üngör; asıl ününü Mehmed Akif Ersoy'un İstiklal Marşını 1922 senesinde besteleyerek elde etti. Cumhuriyet'in İlanı'ndan sonra vazifesini Ankara'ya naklederek Ankara Riyaset-I Cumhur Musıki Hey'eti Şefi oldu.

Musıki Muallim Mektebi'nin kurulmasında önemli rol oynayan Üngör; 1924-1934 seneleri arasında bu okulun müdürlüğü vazifesinde bulundu.

1934 senesinde emekliye ayrılan Üngör; bir müddet de Teşvikiye Caddesi'nde Maçka Palas'ta oturmuş, 1958 senesinde de İstanbul'da vefat etmiştir. Cenaze töreninde özel izinle İstiklal Marşı çalındı.

İstiklal Marşı dışında başlıca eserleri: İlim Marşı, Azmü Ümit Marşı, Töre Marşı, Türk çocukları, Cumhuriyet Marşı.

Zeki ÜNGÖR İstiklâl Marşı bestesini nasıl yaptığını şöyle anlatır:
"Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir'e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde (...) oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde süvarilerin İzmir'e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyanonun başına geçtim ve derhal içimden doğan parçayı çalmağa başladım. Böylece marşın ilk "ti..." yerine kadar olan akoru çıktı. Bu şekilde iki üç mözör yaptım. Arkadaşlarım "Aman" dediler, "bu çok güzel bir şey olacak" Bunun üzerine İhsan'a, İzmir'in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatıyla anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği millî marş olarak takdime karar verdim. Ve kıymeti hakkında daha kat'i bir karar edinmek maksadıyla sonra direktörden gelen bir mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum. Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara'dan çağırdılar..."


İSTİKLÂL MARŞI'NI DİNLERKEN- CAHİT SITKI TARANCI

Borazanbaşı, borazanbaşı,
Akşamları batan güne karşı
Alışılmış bir ibadet gibi
Çaldığınız o İstiklâl Marşı
Yıllardır her kulakta yer etmiş
Gür nağmeleriyle tutarken arşı,
Az rastlanır bir huşu içinde
Ayakta dinleriz bütün çarşı.
Hayal gibi, vehim gibi bir şey
Sanki memleketin dağı taşı
En sadık bekçisi tarihimin
Kesilir ansızın naşı.
Bu meçhul askerlere mahşeriyle
Hatırlatır o yaman savaşı.
Yanık türkülerinden biliriz
Yemen çölünü, Sarıkamış'ı.
Kurduna, kuşuna sor söylesin,
Neydi Türk'ün o günü, telâşı.
Karalar giymişti Anadolu,
Kan bir yandan, bir yandan gözyaşı…
Sürmedi çok şükür o kıyamet,
Gecenin birinde fecre karşı
Güneşten evvel doğdu ufukta
Mustafa Kemal'in altın başı.

Cahit Sıtkı TARANCI

MEHMET AKİF ERSOY’UN EDEBİ KİŞİLİĞİ

Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Bununla birlikte kitabın Tevfik Fikret'ten izler taşıdığı görülür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas Fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren manzum hikâye biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygusu onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur.

Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür. Bu görüşe koşut olarak Mehmed Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir. Kafiyenin geleneksel Osmanlı şiirinde bir bela olduğunu savunan, resim yapmanın yasak sayılmasının, somut konumların betimlenmesini aksattığı ve bu yüzden şiirin olumsuz etkiler altında kaldığı görüşünü ileri süren Mehmed Âkif, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn adlı eserinin plansız olduğu için yeterince başarılı olamadığını dile getirecek ölçüde çağdaş yaklaşımlara eğilimlidir. Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur.

Mehmed Âkif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar. Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı herşeyin üstünde tutar. Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği, edebsizliğin başladığı yerde edebiyatın biteceği anlayışına bağlı kalarak sanat sanat içindir görüşüne karşı çıkmış, libas hizmetini, gıda vazifesini gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir. Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmed Âkif tarafından yazılmıştır.

Mehmed Âkif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır. Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Söz konusu dönemde her şairin dili kişisel bir dil kurma adına dar bir vadiye sıkışmak zorunda kalmıştı. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır.

Mehmed Âkif'in Sırât-ı Müstakîm ve onun devâmı olan Sebîl-ür-Reşâd mecmuasında çıkan yüz kadar muhtelif makalesi, elli kadar tercümesi ve şiirleri vardır. Fakat Âkif günümüzün hatta Türk târihinin en önde gelen destan şâirlerinden biridir. Şiirleri edebiyat târihimizde büyük önem taşır.
Şiirlerinde bâzan düşünce, bâzan duygu ön plandadır. Aruzu en güzel şekilde kullanan şâirlerdendir. Şiirlerinde bir taraftan hürriyet, doğruluk, samimiyet, vatanseverlik, adâlet, istiklâl gibi ahlâkî kıymetleri telkin ederken, diğer taraftan cemiyetlerin çökme sebebi olan riyakârlık, münâfıklık, korkaklık, dalkavukluk, tembellik, zulüm gibi fenalıklara şiddetle hücûm eder.
Mehmed Âkif yaşadığı devri bütün genişlik ve derinliği ile şiirlerinde yansıtmaya çalışmış bir Türk şâiridir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümidleri ve hayal kırıklıklarını manzum bir târih, bir roman, bir hikâye, bir destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır. Eserlerindeki kişiler de aydın, cahil, yobaz, züppe, şehirli, dinli, dinsiz, sarhoş, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her kesiminden insanlardır. Çevre olarak da saray, konak, câmi, sokak, bayram yeri, mevlit cemiyeti, savaş yeri, mahalleler, köhne evlerin odaları, oteller vs. şeklinde yaşadığı devrin bütün husûsiyetlerini aksettiren yerleri seçmiştir. Çalışma tarzı olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya aklında tutarak ve sonra şiir taslakları kurup, onun üzerinde çalışmayı prensip edinmiştir. Müşâhade ve kompozisyona büyük önem vermiştir. Şiirinde kapalılık yok gibidir. Her şeyi açık açık yazmaya çalışmış, müphem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve süslü hayallerden uzak durmuştur. Kişilerini ve çevreyi resimvâri ve heykelvâri tasvirlerle anlatmıştır. Mehmed Âkif, muhtevâ yönünden edebî ekollerden realist, biçim verdiği değer bakımından parnasçı ve bâzı şiirlerinde de naturalist bir hava içindedir. Şiirlerinde şahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir. Toplumun dertlerini konu edinmiş, onlar adına gülmeye ve ağlamaya çalışmıştır. Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gâyesidir.

Âkif, ahlâksız edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları sevmemiştir. Şiirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol bol yer alır.
Şiirleri manzum hikâyeler, hitâbet şiirleri, lirik şiirler ve taşlama şiirleri şeklinde sınıflandırılabilir. Bunlardan manzum hikâyeleri sosyal konulu, hitâbet şiirleri didaktik muhtevalı, lirik şiirleri vatanî, millî ve dînî coşkunluklarla dolu, taşlama şiirleri de şakadan hicve kadar uzanan tenkitleriyle doludur.

Mehmed Âkif şiirlerini çoğunlukla kuralsız nazım şekliyle yazmıştır. Vezin olarak yalnız aruzu kullanmış, ama heceye de karşı olmamıştır. Üslûbu, şiirlerindeki olaydan ve fikirden daha önce göze çarpar. Süse ve yapmacığa kaçmadan yaşayan halk ifâdeleriyle kurulmuş, çekici bir anlatışı vardır. Halk dili ve üslûbunu hemen her şiirinde kullanmasına rağmen, bu konuda en çok muvaffak olduğu eseri Âsım oldu. Bol fiil ve sıfat kullandığı şiirlerinde aşırı sadelikten ve yapma dilden kaçınmış, Servet-i Fününcuların ağır ve cansız lisanından da uzak durmuştur.
Şiirlerinde tahkiye, tasvir, hitap, muhâvere gibi bütün anlatım yollarını başarıyla kullanmıştır. Bilhassa muhâvere (karşılıklı konuşma) anlatım yolu onun şiirlerinin en önde gelen özelliklerinden olmuştur. İç âhenk, daha çok lirik şiirlerinde görünür. Fazla mecaz kullanmaktan kaçınmıştır.
Memleketin sosyal meseleleri, şâhit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifâdesiyle dile getirmiş, çâre için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın îlânıyla başlayan, meşrutiyet îlânlarıyla devam eden ve İttihat ve Terakki Partisinin iktidârı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa götürücü hareketlerle kısa zamanda târih sahnesinden silinmesi, dünyâdaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa'dan geri kalmış olması ve başsız kalarak herbirinin ayrı ayrı yollar tutup parçalanmaları karşısında, feryâd edici şiirleri vardır.

Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da Millî Şâir ismini almıştır.

MEHMET AKİF- ANI

Çanakkale Şehitleri ve Yazılışı

Mithat Cemal KUNTAY

Ne Mehmet Akif ne Eşref Bey o gece uyuyabildiler... Mehmet Akif daha sonra, yine beraber geçen hayat safhalarında o geceyi daima hatırladı. Çünkü o gece Mehmet Akif, Çanakkale destanını yazmadan canını almaması için Allah'a yalvardı: Bu, bir çocuk yakarışı idi. Masum, tertemiz, hiçbir fâni hissin ucuna dokunamadığı bir yalvarış...

Eşref Bey anlatır: Hayatımda, Mehmet Akif kadar vakar ve ciddiyetini muhafaza eden insanlara az rastlamışımdır: Bu, mücerret bir tevekkül duygusunun neticesi değildi: Kadere rıza gösterme felsefesinin yanında, dünya nimetlerine olan istiğnanın da tezahürü idi. Biz İstanbul'dan çıkarken, ailesine, Teşkilât-ı Mahsusa'nın hiçbir murakabe ve teftişe tâbi olmayan müstakil kasasından para bırakması için öyle ısrar etmiştim ki, beni reddederse kıracağını anladıktan sonra muvafakat etmiş ve emin olunuz, kızararak:
- Siz ne isterseniz yapınız. Rica ederim, bu mevzulara beni muhatap yapmayınız., demişti. Fâni nimetler için bu kadar müstağni bir insanın, şahsî mevzular üzerinde hassas olmaması mümkün müydü?

El-Muazzam istasyonundaki o çöl gecesi, heyecan ve edebî kudretini, vatanının ve milletinin saadeti, istiklâli, fazileti uğruna vakfetmiş büyük bir şairin, rabbani ve ilâhî olduğuna şüphe olmayan heyecan ve vecdi andıran istiğrakına şahit oldu. Akif, âdeta cezbe hâlinde idi... Çok az konuşan bu büyük şair, şimdi, bir çağlayan hâlinde idi. Benimle değil, âdeta kendi kendisine konuşuyordu: Milletinin büyüklüğüne, kahramanlığına, yiğitliğine inanmıştı. İnanıyordu... Medeniyet ve teknik, işte bütün vasıtalarıyla Çanakkale'ye yığılmıştı: Para, vasıta, malzeme, insan, her şey boldu. Ya biz? Biz bunların sadece birisinden değil, her şeyinden mahrumduk. Neyimiz vardı? Mehmetçiğin imânı.... Âsım'ın nesli dediği ve babasının talebesi Köse İmam'ın oğlu olan Âsim, 1914-1918 Birinci Dünya Harbi'nin ve daha sonra 1918-1932 Millî Mücadele devrinin destanını yaratmış olan o eşsiz, o fedakâr, o kahraman neslin bir örneği idi: Çanakkale'de, Sarıkamış'ta. Galiçya'da, Filistin'de, daha sonra İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da kahramanlık destanı yaratmış olan o bulunmaz nesil, Âsım'ın nesli idi... Akif o gece. bu neslin maddî manevî terkibini, gelecek nesillere anlatmadan canını almaması için Allah'a yalvardı. Hem nasıl yalvarış!.. Kalın, davudi, erkek bir sesi vardı. Kelimelerin ve harflerin hakkını vererek konuşurdu. Âdeta, kendi nefsine karşı ant içiyor ve bu ahdi, gönülden inandığı Tanrının yüce varlığına iletiyordu:
- Yarabbi!.. Bana bu destanı bir âciz kulunun ifadesinin azamîsi içinde yâd edebilmenin saadet ve imkânını bahşet. Bu ulvî vazifeyi bana nasip et, sonra emanetini al. Yarabbi!.. Bana bu lütfü çok görme. În'am ve ikramının namütenahi hazinesinden bu âciz kulunun şu duasını bargâh-ı ulûhiyetinde kabul eyle...

Ve, duası, hıçkırıklarla kesiliyordu. Sabahı böylece bulduk. Onu teskin etmek ne mümkündü ne de aklıma böyle bir müdahale geliyordu. Bu, bir heyecan ve ilham manzarası idi ve ben onu görebilmiş olmakla mübâhi mahdut fânilerden idim. Sesim değil, nefesim çıkmıyordu:
Şimdi sizlere bir hakikati iblâğ edeyim... Çanakkale Destanını Mehmet Akif, Hicaz yolculuğu devam ederken, daha yolda yazdı ve ancak ondan sonradır ki, tabiî hüviyetine girebildi.

Necid Çöllerinde Mehmet Akif, Boğaziçi Yayınları, 1992











MEHMET AKİF HAKKINDA SÖYLENENLER

İstiklal Harbi'nin Manevî Cephesi Kahramanı

Abidîn Daver

İstiklâl Marşı, İstiklâl Harbi'nin manevî cephesinde yapılmış büyük ve muzaffer bir taarruzdu. O zaman Millî Mücâdele'nin mutlaka zaferle neticeleneceğine inanmış olanlar, yani sağlam iman sahipleri bile İstiklâl Marşı'ndan yeni manevî kuvvet almışlardı.

Şair Mehmet Akif, yürekleri çelikleştiren İstiklâl Marşı'nı yaratmak suretiyle, İstiklâl Harbi'nin manevî cephesinde döğüşen kahramanlardan biri olmuştur.

Mehmet Akif'in en büyük meziyeti, her mısraını inanarak yazmış olmasındadır. Onun içindir ki meselâ İstiklâl Marşı, hiçbir babayiğit tarafından benzeri yazılamayan alev gibi bir şiirdir.
Mehmet Akif öldü. Fakat İstiklâl Marşı şairi, yarattığı ölmez İstiklâl Marşı gibi ebedî bir hayata kavuşmuş olarak yaşayacaktır.

Cumhuriyet, 29 Kânunıevvel 1936




Akif'in Hayatı Daha Büyük Bir Şiirdir

Hüseyin Cahit (Yalçın)

Safahat şairi, İstiklâl Marşı şairi bu dünyanın hayatına gözlerini kapayarak ebediyetin sükûnuna kavuştu. Yalnız, metruk, ihmal edilmiş bir hâlde vefat eden şaire, Türk gençliği candan bir hürmet eseri gösterdi ve hayır ile andı.

Bugün bütün Türk vatanında hepimizin kalbini ve hissini bir ideal etrafında toplayan ve birleştiren İstiklâl Marşı'nın yaratıcısına borçlarımızın en azı bu idi.
Şair Akif'i şahsen tanımam. Aynı vatanı seven aynı vatan evlatları olduğumuz hâlde, fikir ve his bakımından iki ayrı dünyaya mensup idik. Hayatta, vatan sevgisinden başka bir his etrafında birleşmemize imkân yoktu.

Fakat bu anlaşamamazlık, bugün onun ölümü karşısında hürmetle karışık bir tesir duymaktan ve hatırasını hüzün ile anmaktan beni hiçbir zaman men edemez.
Akif'in çok güzel bulduğumuz ve sevdiğimiz eserleri var. Sadece manzum parçaları da çok. Şiire belki büyük bir yenilik getirmedi. Fakat muhakkak ki gür bir pınar gibi aktı, çağladı ve bize bütün duyduklarını anlattı.

Akif'in ölümü karşısında hissettiğim hürmetle karışık teessür bana şiirlerinden gelmiyor, hayatından geliyor. Çünkü hayatını daha büyük bir şiir buluyorum. O hayat ki benim kanaatlerimin, imanlarımın aleyhinde sarsılmaz bir cidal ile doludur, kat'î bir muhalefet ile meşbudur.

Fakat ne zarar var; o da bu vatanın evladı değil mi idi? Onun da düşünmeye, bir kanaat sahibi olmaya hakkı yok mu idi? Hürriyet benim hakkım olduğu kadar onun da hakkı idi. O başka türlü düşündü. Bu bir kabahat olamazdı. Çünkü Akif samimî idi.
İşte işin bütün sırrı ve muamma anahtarı buradadır. Akif, kanaatinin, itikadının, vicdanının adamı oldu ve böyle bir adam olarak öldü. Onun içindir ki tabutunun önünde eğilmek bizlere bir borç olmuştur. Akif sevilmeyebilir. Fakat hürmetle yâd olunmak bir vazifedir.
Unutulmamalıdır ki Akif, vatan tehlikeye düştüğü günlerde İstanbul'dan kalktı, üzerine düşen vazifeyi yapmak üzere Ankara'ya gitti. İlk Büyük Millet Meclisine aza oldu. Ve kutsî gaye uğrunda çalıştı. O yolda yaratılmış ruhlar için siyaset muhiti, teneffüsü imkânsız bir hava teşkil eder... Kanaatlerine uygun yaşamak için ihtiyarî bir gurbete katlandı. Uzak diyarlarda, zaruret ve ihtiyaç içinde vatan hasreti ile yaşadı. Ve nihayet son günlerini hissederek, istiklâle kavuşmasını o kadar yürekten terennüm ettiği sevgili memleketinin, ezelî aşinası olduğu güzel ufuklarını son defa görmek üzere Türkiye'ye geldi, gördü, kavuştu ve öldü.

Böyle yapmış bir Akif'in arkasından kalbimizin sızlamamasına imkân mı var? Akif, içinden başka türlü hissettiği ve düşündüğü hâlde, onun önünde yürüyormuş gibi sahteliklere tenezzül ederek kendisine ikbale doğru bir merdiven kurmaya teşebbüs etseydi o zaman gene kalbimiz sızlayacaktı: Bir adam kaybettiğimiz için. Akif asıl o zaman ölecekti; kendisinden hiç bahsedilmemek üzere.

Akif’i bunun için takdir ediyorum. Fikir ve kanaatleri bizimkilere uymadığı hâlde hürmet ederim. Çünkü yalan söylemedi, riyakârlık yapmadı, fenalık yapmadı.

Fikir Hareketleri, s. 7, nr. 170.



Mithat Cemal KUNTAY Anlatıyor;

İnanan Adam
Akif'in kuru hayatında maddî tek bir tat yoktu. Karakterinin katılığı ile hayatının kuruluğu birleşti; her hazdan mahrumiyeti, bu dünyevî çıplaklık onu mermerleştirdi; heykel adam dininin ve vatanının huzurunda, donmuş bir dalganın vecdi içinde, kaskatı yaşadı, öldü: Vatan ve din imanı.
Bütün büyük duygular gibi bu iki iman cinnetti. Bunda hesap, mantık, zekâ yoktu. Bu, makul değildi; güzeldi. Çünkü imandı.

Akif terennümün değil, çığlığın virtüozudur.
Bayrağı için ölen adamın yüreğindeki cemiyet imanı gibi; yabancı bir erkekle bir kadının birleşmesini, nikâh mukavelesinin mistik kudreti içinde alenîleştiren, güzelleştiren maşer imanı gibi Akif'in imanı da, izah edilemediği için güzeldir. Basiretten bile daha güzel bir tek şey vardır: Büyük imanların körlüğü.


Geçmişe Yakınlığı
Mazide oturur, mazide yatar kalkar, bir kelimeyle ve kendi tabiri ile mazide yaşar: Ben zaten mazide yaşar bir adam olduğum için eski aşinaları anmaya vesile ihtiyacından varesteyim.
Gençken mazimiz yoktur. Fakat yaşlandıkça arkamızda bir mazi birikir ve bunu severiz. Akif, yaşı arttıkça, bu şahsî maziyi cemiyetin mazisi ile karıştırarak sevdi.


Vatan Kıskançlığı
Evi bir seciye pehlivanı kadar çıplaktı. Vatanı o derece kendinindi ve o kadar güzeldi ki Çamlıca gibi yüksek bir noktadan memleketine bakınca gurur duyuyordu. Bu gururda hükümdar azameti ve milyoner hodkâmlığı vardı: Dekovillerini, fabrikalarını seyreden zenginin hodkâmlığı.
(Fatin Efendiye misafir gelen bir Avrupalı, İcadiye tepesinden İstanbul'a bakarak hayran olduğu gün orada olan Akif sapsarı oluyordu.)


Tezatları
Tezatları var: Hem yeise düşmandır hem de bedbin, meyus olmamayı ona din söyler; fakat hayat onu bedbin eder. Ve dinle hayat onda mücadele halindedir. Çalışırken yeise düşmez; fakat yaşarken fütur içindedir. O kadar ki talih kazara gülse, bunu bir istihza tebessümü gibi karşılar ve saadetine surat eder: Bir istihzanın karşısında gülünç olmaktan korkuyor gibi.


İki Yüzlülere
İki yüzlülere garazdı. Fakat yaşı ilerledikçe:
- İki yüzlüleri artık sever oldum; çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım, diyordu. Ve yaşlandıkça herkesten kaçıyordu. Daha yaşasaydı yalnız kalacaktı; cemiyetle karşı karşıya tek bîr adam.


Alçak Gönüllülüğü
35 sene, onun yanından her çıkışımda, kendime hep bu sualleri sordum: Bu tevazu, kendi kendini inkâr etmek derecesine nasıl çıkıyordu? Mahrumiyetlerden yılmayan seciyesi ile kendisini nasıl kahraman sanmıyordu? Onu yakından tanıyanlar için her geçen gün nasıl onun lehine geçen bir gün oluyordu? Onun temizliği yanında insan kendi günahlarından muztarip olurken o, kendisinin sizden başka olduğunu nasıl görmüyordu? Ve bir sanat kadar güzel olan bu mahviyet, bir taraftan da, bir sanat kadar nasıl çirkin değildi?


Dostluğu
Onda bütünlük vardı; histeri hâline gelen kininde de; evlâtlık, babalık, kardeşlik kuvvetini alan dostluğunda da bütünlük.
Dostunu, sevmek kelimesinin noksansız mefhumu ile, seviyordu: Öldüğü zaman; düştüğü zaman; dünya aleyhine döndüğü zaman; yanında olmadığı vakit ve sevmeyenlerin yanında bulunsa bile.
Dostunun aleyhinde bulunana karşı, bazen, onu müdafaa etmek faziletinden bile mahrum görünmeye katlanıyordu: Müdafaa edip de karşısındakini fazla aleyhtarlığa sevk etmesin diye.
Menfaatinizi, ailenizi, sırrınızı, mukaddesatınızı ona emanet edebilirdiniz.


Şehirden Kaçışı
Caddelerden, nutuklardan, düğünlerden, bir kelime ile, şehirden kaçan adamdı. Bir nevi tenhalığı vardı ki, bu inziva, bilmem nasıl anlatayım, kendi tahtelarzının karanlığında yaşaması demekti. Sokak hilekârdı, izdiham yalancıydı, şehir münafıktı. Onun arzu ettiği kadar temiz şehir ancak çöl olabilirdi. Sokakta bedbahttı. Her insanda şahsından bir parçasını bırakacakmış gibi evine kaçışı vardı.


Akif'in İstanbul'u
Galata ve Beyoğlu... İşte Akif'in İstanbul'una dahil olmayan iki yer. Akif'in İstanbul'u Halic'in sırtındaki Sultan Selim Camii'nden başlar, Marmara'nın yanındaki Kazasker Feyzullah Efendi Camii'nde biter.

Köprüden Sarıgüzel'deki evine giderken Akif beş caminin maneviyatında yürürdü: Yenicami'nin kudsiyetine dalarak Mercan yokuşunu çıkar, Bayezit ve Süleymanîye camilerinin iki kanadına bürünür. Şehzade Camii'nin nurunda uçar, Fatih Camii'nin şümulünde evine inerdi: Zaten Fatih Camii ve Akif'in evi birbirinin müştemilâtı idi; babası, namazdan sonra, ahbaplarıyla, caminin maksurelerinde görünürdü. Cami evin selâmlık dairesiydi, ev de caminin harem tarafı.

Asrın demirinden ve dumanından kaçan Akif, minarelerin dibinde cücelikleri artan dükkânlara ve evlere bakmayarak bankasız, borsasız manevî bir İstanbul'da yürür, caddelerde kendi kendinden ibaret kalarak, programlı bir dalgınlıkla sokaklardan geçerdi; bu dalgınlık yalnız bir minareler hıyabanından geçtiğini zannetmek içindi: O kadar dalgın olacaktı ki bunlardan başka bir şey görmeyecekti.


Sükûtları
Altı, yedi türlü sükûtu vardı Akif in.
1) Bitmeyen sükût (Kendisine takdim edilen adamdan hazzetmemişse.)
2) Hakaret olan sükût (İnandığı şeylere uymayan
bir sözün karşısında.)
3) Sevimli sükût (Bir eserinizi okuduğunuz zaman.)
4) İbadetli sükût (Bir musiki parçasını dinlerken.)
5) Zeki sükût (Bir şey anlattığınız vakit.)
6) İstiskal eden sükût (Birini çekiştiriyorsanız.)
7) Utanan sükût (Bilen bir tavırla bilmediğimiz şeyleri anlatıyorsak.)


Sade Adam
Dünyaya gelmekte geç kalmış gibi mustarip bir yüzü vardı. Fakat bu ıstırabını hiçbir lütfün ve idbarın önünde gizlemedi. Bu mazi hicranını bir imanın sayhasındaki çıplaklıkla yüzünde taşıdı. Ancak bu, ne bir menfaatin vasıtası, ne de bir gururun davasıdır; Mehmet Akif, Mehmet Akif olduğunu bilmeyecek kadar sade adamdı.

Para
Parayi bilmiyordu. (Bu mefhumu, sade. Umumî Harpte biraz heceledi; fakat sökemedi.) İnsanların, ekseriya çirkin oldukları para meselelerinde Akif çok güzeldi.







Öykü-1
23 Nisan 1920’ de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. 1920 yazı içinde ülke topraklarının büyük bir bölümü işgal altındadır. Ankara düzenli bir ordu kurma çalışmaları içindedir. İstanbul Hükümeti Mondros Ateşkes hükümleri gereğince orduyu terhis etmiştir. Yeni bir ordu kurma çalışmalarında ise sayısız güçlüklerle karşılaşılmaktadır.
Meclis hükümeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tutacak, ona moral verecek güçleri de harekete geçirme çabasındadır. Yayınlanan gazeteler halkı işgal güçlerine karşı direnmeye, birlik olmaya, cesaret vermeye uğraşmaktadırlar. Gazete ve dergilerden önemli miktarları hükümet tarafından satın alınarak cephelere yönlendirilmekte, mitingler düzenlemekte ve camilerde vaazlar verilmektedir.İstiklal Marşı da halkın ve ordunun moral gücünü yükselteceği düşünülerek gündeme getirilmiştir.
Dönemin eğitim bakanı Rıza Nur hatıralarında marş yarışmasını kendisinin açtırdığını yazar:”Yüce ihtilal ve savaş günleri. Böyle zamanlarda milletler en güzel milli marşlarını yaparlar.Bir milli marşın güfte ve bestesini yapana beş yüz lira maddi mükafat vereceğimi ilan ettim.”
Gazetelerde ise İstiklal Marşı yarışması şöyle duyurulur:“Şairlerimizin dikkatine:
Milletimizin dahili ve harici İstiklal uğruna girişmiş olduğu mücadeleyi ifade ve terennüm için bir İstiklal Marşı. Umur-u Maarif Vekili Celilesi’ nce müsabakaya vazedilmiştir.İşbu müsabaka, 23 Kanun-u evvel sene 36 tarihine kadar olup bir heyeti edebiye tarafından,gönderilen eserler arasından intihap edilecektir ve kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükafat verilecektir.
Ve yine laakal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare ayrıca bir müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar Ankara’ da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekaletine yapılacaktır.”
Büyük Millet Meclisine ve Mustafa Kemal ‘e muhalif Peyami Sabah gazetesi “Milli marş tanzim ediyeler” başlığı ile verdiği haberde “Dün gelen Anadolu gazetelerinde Ankara Maarifi vekaletinin garip bir ilanı nazarı dikkatimizi cezp etti.” sözleriyle okuyucularına duyurur.
Son şiir gönderme tarihi olan 23 aralık 1920’ den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştır. Bakan Hamdullah Suphi, Mehmet Akif ‘in marşa ödül koyulması nedeniyle katılmadığını öğrenince şaire yazdığı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılmasını belirtir:
“Pek aziz ve muhterem efendim;
İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya, iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç [heyecanlanma] vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.”
5 Şubat 1337 [1921],
Umur-u Maarif Vekili
Hamdullah Suphi
Mehmet Akif, Büyük Millet Meclisinde Burdur Milletvekilidir.
İlk şiirlerini okul sıralarında kaleme alan Akif bütün çağdaş aydınlar gibi Abdülhamit’ in istibdadına kin duyarak yetişir. Meşrutiyet ilân edilince de İttihat ve Terakki Partisine girer. Birkaç ay sonra da Darülfunun edebiyat müderrisliğine getirilir.
Akif 1908’ de açılan fikir ve sanat hareketinin içinde yer alarak daha önceleri yayımlayamadığı şiirleri Sebilürreşat’ta yayınlamaya başlar. Bu ilk şiirlerinde İstanbul’daki sefaleti gerçekçi bir biçimde betimler. İlk kitabı 1911’ de Safahat adıyla yayımlanan Akif’in ikinci kitabı olan “Süleymaniye Kürsüsünde 1912 de üçüncüsü “Hakkın Sesleri” 1913’ te , dördüncüsü “Fatih Kürsüsünde aynı yıl, beşincisi “ Hatıralar” 1917’ de yayımlanmıştır. İstiklal marşını yazdığı sıralarda altıncı kitabı olan “ Asım” üzerinde çalışmaktadır.
Şiirlerinde, imparatorluğun kaybettiği topraklar için gözyaşı döken Akif, milleti birleşmeye, hayasız saldırılara karşı koymaya çağırır. Akif 1912 yılı sonlarında askerleri şevke getirmek için bir marş yazar:Cenk Şarkısı.
10 dörtlükten oluşan bu manzume Sebilürreşat dergisinde yayımlanır.
Ey sürüden arta kalmış yiğit!
Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.
Bak ne diyor cedd-i şehidin işit;
Durma git evladım, uğurlar ola!
Durma git evladım açıktır yolun.
Cenge sıvansın o bükülmez kolun;
Süngünü tak ön safa geçmiş bulun.
Uğrun açık olsun uğurlar ola!
Yerleri yırtan sel olup taşmalı,
Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!
Sendeki coşkunluğa el şaşmalı.
Haydi git evladım, uğurlar ola!
Düşmana çiğnetme bu toprakları,
Haydi kılıçtan geçir alçaktarı!
Leş gibi yatsın kara bayrakları,
Kahraman evladım uğurlar ola!
Almanların daveti sonucunda Aralık 1915’ te Osmanlı Hükümeti Almanya’daki Müslüman esirler arasında İngilizlerin aleyhine propaganda yapmak için gönderdiği birkaç kişinin içinde Mehmet Akif de vardır. Akif Almanya’ da bulunduğu sırada ünlü şiiri Çanakkale Şehitlerini yazar.
1920 yılı ocak ayında Mehmet Akif, Kuvayi Milliye’ nin Ege’ deki merkezlerinden Balıkesir’ e gider. Akif burada halktan aradaki ayrılık nedenlerini kaldırmalarını,düşmanlara karşı birleşilmesini isteyip,halkı yurt savunmasına çağırır.
“Artık burada duracak zaman değildir,gidip çalışmak lazım, bizim tarafımızdan halkı tanvire ihtiyaç varmış, çağırıyorlar, mutlaka gitmeliyiz” diyen Akif meclisin açıldığı günlerde Ankara’ ya gelir.Meclisin önünde Akif’le karşılaşan Mustafa Kemal “ Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz.” der.
Akif Ankara’ ya geldiğinde Anadolu iç isyanlarla karşı karşıyadır.
Kurtuluş Savaşı sürerken Akif Kastamonu camilerinde yaptığı konuşmalarda Müslümanların birliğe, düşmana karşı savaşmaya ve mücadeleye çağırır. Bu konuşmaların yayımlandığı dergi ve gazeteler Anadolu’ nun bütün illerinde, sancaklar ve kazalardaki idarecilerle toplantı yerlerinde okutturulur.
Kitaplar,broşürler şeklinde yeniden basılarak cephelere, köylere dağıtılır.
24 Aralık 1920’ de Kastamonu’ dan Ankara’ ya gelen Mehmet Akif ve Eşref Edip, Mustafa Kemal tarafından davet edilirler. İstasyondaki çalışma yerinde bir saat kadar süren bir görüşmeden sonra Mustafa Kemal şöyle der:
“Kastamonu’ daki vatanpervane mesainizden çok memnun oldum.Sevr Muahedesi’ nin memleket için ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşat kadar hiçbir gazete memlekete neşretmedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşat’ ın büyük hizmeti oldu.İkinize de bilhassa teşekkür ederim.
Aralık 1920 sonlarına doğru Ankara’ya gelen Akif eğitim bakanı Hamdullah Suphi ‘ nin 5 şubat 1921 tarihli mektubuyla aldığı İstiklal Marşı siparişi için şimdilerde müze olan Hacettepe’ nin arkasındaki Tacettin Dergahındaki odasına çekilerek marşı yazmaya başlar.
İstiklal Marşı 17 şubat 1921 tarihinde Hakmiyeti Milliye Sebilürreşat ta yayınlanır.Açık Söz gazetesi ise marşı süslü bir çerçeve içinde birinci sayfaya koyarken şu açıklamayı yapar:” Her mısrada Türk ve İslam ruhunun ulvi mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı, kemal-i hürmet ve mübahatla (övünçle) derc ediyoruz.
İlk yayınından 12 gün sonra da Konya’ da Öğüt gazetesinde yer alan İstiklal Marşına karşı Anadolu gazetelerinin olumlu bir yaklaşım içinde oldukları görülmektedir. İstiklal Marşı 12 Mart 1921 günü kabul edilir.
Paltosu olmayan Akif kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan “Darülmesai “ ye bağışlar.
Öykü – 2
İstiklâl mücadelesinin başladığı ilk günlerden itibaren gazete yazılarıyla, vaazlarıyla, hutbeleri ve şiirleriyle halkın mücadele bilincine ulaşması için elinden geleni yapan Mehmet Akif, İstanbul’da durmamış ve Anadolu’yu belde belde, köy köy dolaşarak bu mücadelenin sadece Türk milletinin mücadelesi olmadığını, savaşın kaybedilmesi durumunda İslam’ın da paymâl edileceğini anlatmıştır.
Halkın bilinçlenmesinde faaliyetleriyle büyük emek sarf eden Akif, 1920’de Büyük Millet Meclisi’ne Burdur Mebusu olarak girmiş ve mücadelenin ruhunu, gerçek mahiyetini bu defa da halkın mümessillerine anlatmaya çalışmıştır. Çünkü mebusların bir kısmı büyük ye’se kapılmışlardır.
Mehmet Akif, Ankara’daki günlerini Taceddin Dergahı’nda geçirirken, Garp Cephesi Kumandanlığı askerleri şevklendirecek bir marş yazılmasını arzu etmiş ve Maârif Vekaleti (Eğitim Bakanlığı) bu hususta bir yarışma düzenlemiştir. Kazanacak sanatkâra para ödülü verilecektir. Yarışmaya 724 şiir gelmiştir. Fakat bunlar arasında, mücadele şuurunu istenen idrak seviyesinde ve istenen belâgatta işleyen şiir yoktur. İstiklâl mücadelesini ebedileştirecek mısralar, ancak mukaddes değerler uğruna yapılan mücadelenin ruhunu taşıyan ve bunu bütün benliğinde hisseden bir kalemden çıkabilirdi. İlk akla gelen Mehmet Akif’ti. Fakat para karşılığında hislerini haykırmayı uygun bulmadığı için yarışmaya katılmamıştı. Ancak arzulanan şiir bulunamayınca, zamanın Maârif Vekili (Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi, Akif’e bir mektup göndererek katılmamasındaki sebebin ortadan kaldırılacağını Matlûb şiiri vücuda getirmenin maksadın husûlü için son çare olduğunu ifade etti. Memleketi bu müessir telkin ve tehlic vasıtasından mahrum bırakmamasını rica etti. Bunun üzerine zafere en fazla inanmış ve bu inancı her fırsatta dile getirmiş olan Akif, İstiklâl Marşı mücadelesini âbideleştiren şiiri yazmaya başladı. İman ve ümit Akif’e marşı yazdıran iki temel muharrik güçtür. Taceddin Dergahı’nda bir gece yarısı yaşadığı his yoğunluğu esnasında, rivayetlere göre bir kalem aramış, bulamayınca da eline geçirdiği bir çiviyle bağımsızlık heyecanının doruk noktasına çıktığı mısraları, hemen kaydetmek telaşıyla duvara kazımıştır:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”
Rahmetli Ayhan Songar hocanın bir yazısında naklettiği anekdot, İstiklâl abidesinin yazılış amacını bütün samimiyeti ortaya ile koymaktadır. Akif, son günlerinde, hasta yatağında yatarken kendisine İstiklâl Marşı için “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” diye bir sual sorulmuş. Akif’in cevabı, bu marşın neyin destanı, neyin mahsulü olduğunu anlatacak bir vecizedir:
Allah, bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın.
Ahmet Ziya YILDIZ
Öykü – 3
Rahat. Hazrol!
İnsan için en büyük zûl, kula kulluktur. İnsan ne zaman bundan kurtulur, özgürlüğü teneffüs eder, yalnız Allah (c.c.)’a kulluk ederse, o zaman mutludur, huzurludur. Özü gürledikçe vardır insan. İnsanın özgürlüğü fıtrata uygunlukla mümkündür. Milletler için de durum aynıdır. Özgür insanların oluşturduğu milletin de özgür olması gerekir. Millet bazında bakıldığında, özgürlük kavramını en güzel ifadesiyle İstiklâl kelimesinde buluruz.
İstiklâl, bedeli en yüksek bir kavram. Bir mübarek mana… Uğrunda, gerekirse her şeyinizi vermeye, her dem hazır olacaksınız ki, İstiklâl size yâr olabilsin. Bu millet, öyle bir felaketin içinden öyle bir aşkla çıktı ki, istiklâl ona yâr oldu. Milletin bu haklı mücadelesinden Mehmet Akif ERSOY’un İstiklâl Marşı doğdu.
İstiklâl Marşı, bir milletin mukaddesleri uğruna ettiği yeminin manzum ifadesidir. Bu marş, şanlı geçmişimiz, umut dolu istikbâlimiz ve lekesiz istiklâlimiz adına yazılmıştır. O, öyle bir şiirdir ki; bugünü anlatırken dünü vurgular, dünü anlatırken de geleceğe yönelik kalıcı ve şaşmaz ifadeler ortaya koyar.
İstiklâl mücadelesinin başlarında duyulan ızdırap sonsuzdu. Millet kan ağlıyordu. Her vatan evladı bayrağından, geleceğinden endişe duyuyordu. O günlerde: Düşman dört bir yandan memleketi sarmış, İstanbul işgal edilmiş, İzmir gitmiş, Bursa düşmüş, Afyon kaybedilmişti. Düşman Anadolu içlerinde ilerliyordu.
Acaba bütün Balkanlarda, Kafkaslarda ve dünkü vatanımızın daha nice topraklarında olduğu gibi bu bayrak Anadolu’da bir gün sönecek miydi? İşte Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı’nda yükselen erkek sesi, vatan semalarında böyle bir zamanda gürledi:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.”
Irkî bağ millet şuuruna kavuştuğunda anlam kazanır. Millet olmanın önemi ve özelliği de İstiklâl Marşı’mızın iki yerinde (biri bu kıta ve diğeri son kıtada) belirtilir. Bu, marşın özünü oluşturur:
“Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl”
Bu mısrada milletimizin hak ettiği şey vurgulanır. Bu millet, Allah (c.c.)’a inanır. Bin yıldır İslam’ın bayraktarlığını yapmaktadır. Böyle bir milletin sonsuza dek istiklâl ile şereflenmesi elbette haktır. Üçüncü kıt’ada tarihin derinliklerine inilerek, böyle özelliğe sahip bir millete asla esaret prangası vurulamadığı ve vurulamayacağı gerçeği haykırılır:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”
Dördüncü kıta, Batı alemi ve bu alemin, bu amacın dayanakları olan sosyo-kültürel ve ekonomik araçların tanımlaması yapılır:
“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet! dediğin tek dişi kalmış canavar.”
Erkan ÖZDEMİR
Meclisten – TEZKERE
Konu ilk kez 26 Şubat 1921′de, marşın gazetelerde ilk yayınından 9 gün sonra Meclis’e gelmiştir. Bakanlıktan gelen yazının görüşüldüğü ve seçilen marşların bastırılarak meclis üyelerine dağıtılmasının kararlaştırıldığı görüşmenin tutanağı aynen şöyledir:
İstiklâl Marşı Hakkında Maarif Vekâleti’nden Mevrut Tezkere;
REİS – Efendim, evrakı varideye başlıyoruz. İstiklâl marşı hakkında Maarif Vekâleti’nden mevrut tezkereyi tensip buyurursanız Maarif Encümeni’ne gönderelim.
HAMDl NÂMIK B. (İzmit) – Reis Bey müsaade buyurun, bunun içinde Maarif Encümeni’nden bir zatın da bir marşı vardır.
YAHYA GALİP B. (Kırşehir)-Efendim İstiklâl Marşı hakkında Maarif Vekâleti’nden gönderilen parçaları tabettirelim.
REİS – Efendim, Maarif Encümeni’ne gönderiyoruz. Rüfekayi kiramdan edebiyata merakı olanlar, e’debiyatta ihtisası olan zeval lütfen toplansın, tetkik etsinler.
YAHYA GALİP – Tabedilsin, biz de bir defa görelim.
BESİM ATALAY B. (Kütahya) – Maarif Encümeni toplansın. Mütalâa edelim. Şûaraya yazılsın, herkesin mütalâaları alınsın efendim.. Mevzuu müzakere olmak için bir tanesinin intihabı lâzımdır, o da tabedilir.
HAMDİ NÂMIK B. (İzmit) – Malûmu âliniz Maarif Encümeni’nin Reisi Mehmet Âkîf Bey’in de bir şiiri vardır. Onun için ayrıca bir encümen intihabını teklif ederim.
HASAN BASRİ B. (Karesi) – Mehmet Akif o zilleti irtikâp etmez, katiyen ona tenezzül etmez (Gürültüler).
HAMDİ NÂMIK B. – Fakat Maarif Encümeni’nin reisidir, bitaraf olmak lâzım gelir. (Gürültüler).
REİS – Encümenden geldikten sonra müzakere edersiniz efendim (Gürültüler).
HAMDİ NÂMIK B. – Öyle Maarif Encumeni’yle olmaz, bunu erbabı ihtisastan mürekkep bir encümen tetkik etsin.
REİS – Maarif Enc ümeni’ne havalesini kabul edenler lütfen el kaldırsın.
BESİM ATALAY B. – Olamaz, erbabı ihtisastan müteşekkil bir encümen ister.
REİS – Tab’ı tevziini kabul edenler el kaldırsın. İndiriniz ellerinizi, aksini kabul edenler el kaldırsın. Tab ve tevzi edilecektir.
Tartışmanın özeti, ertesi günkü Hakimiyeti Milliye’nin “Büyük Millet Meclisi” sütununda şu cümlelerle verilmiştir:
“Bade [sonra], evrak-ı varidenin müzakeresine başlandı. Maarif Vekâleti’nden gelen istiklâl marşları, Maarif Encümeni’ne havale edilecekken, encümen reisinin de bir marşı olduğu için tabedilerek heyet-i umumiyece tetkiki karargir oldu.”
İlk görüşmeden 3 gün sonra, l martta konu yeniden Meclis’e geldi. O gün ikinci çalışma yılı açılıyordu. Mustafa Kemal, ö nemli bir konuşma yaptı. Kurtuluş kavgasının içinde bulunduğu zorluklar ve geleceğe, zafere olan güven dile getirildi. Mustafa Kemal’in başkanlığı altında devam eden görüşmelerde Mazhar Müfit Bey’in teklifi üzerine ordu kumandanlarına, Ertuğrul Mebusu Mustafa Kemal Bey’in teklifi üzerine de Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerine birer teşekkür yazısının gönderilmesi kararlaştırıldı.
Karesi Mebusu Hasan Basri Bey’in teklifi üzerine de Hamdullah Suphi Bey, İstiklâl Marşı’nı kürsüden okumuş ve bu arada marşlardan hangisinin seçilmesi gerektiği konusunda görüşünü de açıklamıştır.
Buna ilişkin görüşmelerin tutanağı aynen şöyledir:
Karesi Mebusu Hasan Basri Bey’in, İstiklâl Marşı güftesinin Hamdullah Suphi Bey Tarafından Meclis Kürsüsünden Okunmasına Dair Takriri:
REİS PAŞA – Efendim; İki takrir vardır, arkadaşlardan Basri Bey’in Hamdullah Suphi Beyefendi’nin İstiklâl Marşının kürsüden okunmasına dair teklifleri var.
MUHİDDİN BAHA B. (Bursa)- Hangi İstiklal marşı. Basri Bey söylerler mi?
BESİN ATALAY B. (Kütahya)- Daha kabul edilmedi efendim, bir encümen teşekkül edecekti.
HASAN BASRİ B. (Karesi)- Maarif Vekâleti’nce yedi tanesi intihap edilmiş, bunlardan herhangi birisi okunsun.
REİS PAŞA – Maarif Vekâleti’nce intihab edilmiş olanlardan birisinin kıraati tensib ediliyor.
MUHİDDİN BAHA B. (Bursa) – Hamdullah Subhi B., Basri B. hangisini isterlerse okusunlar.
REİS PAŞA – Efendim Basri Bey’in bu teklifini kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın… Kabul olunmuştur, efendim.
REİS – Hamdullah Suphi Beyefendi buyurun. (Şimdi gelir sesleri). Maatteessüf bu dakika için tehir ediyoruz. Geldikleri zaman söyleriz.
İlk Okunması
Saruhan Mebusu Reşat Bey’in, Celse Sonunda Karesi Mebusu Abdülgafur Efendi Tarafından Bir Dua İrat Edilmesine Dair Takriri:
REİS – Yeni bir takrir var, Saruhan Mebusu Reşat Bey’indir. (Bu mübarek meclisimizin içtimai nihayetinde Abdülgafur Efendi tarafindan bir dua irat buyurulmasını arz ve teklif ederim) diyorlar. (Seriye Vekili Efendi var sesleri). Dua edilmesini kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın… Kabul edildi.
İstiklâl marşlarından bîr tanesinin kürsüden okunmasına Heyeti Celile karar vermişti.
HAMDULLAH SUPHİ B. (Antalya) – Arkadaşlar, hatırlarsınız Maarif Vekâleti son mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi. Arada-yedi tanesi en fazla evsafı haiz olarak görülmüş ve ayrılmıştır.
SALİH Ef. (Erzurum) – İsimleri nedir?
HAMDULLAH SUPHİ B. – Ayrıca arzed ilecektir. Yalnız vekâlet yapmış olduğu tetkikatta fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen Mehmet Akif Beyefendi’ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vadedilmiştir halbuki bunu kendi isimlerine takrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lâzımgelen tedabiri alırız ve icabeden ilânı yaparız dedim. Bu şartla büyük dini şairimiz bize fevkalâde nefis bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazarı tetkikinize arzedeceğiz. İntihab size aittir. Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum. Beğenmek, takdir etmek hususunda haizi hürriyetim. İntihabımı yapmışım, fakat sizin intihabınız benim intihabımı nakzedebilir. Arkadaşlar bu size aittir efendim.
İSTİKLÂL MARŞI
1
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
(Şiddetli alkışlar)
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim mîlletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
2
Çatma; kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl,
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, hakka’ tapan, milletimin istiklâl.
(Alkışlar)
3
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
4
Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var,
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
5
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler hakkın.
Kim bilir belki yarın… Belki yarından da yakın.
(Alkışlar)
6
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı;
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
(Alkışlar)
7
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
(Alkışlar)
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
(İnşallah sadaları)
8
Ruhumun senden, ilâhi şudur ancak emeli.
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
9
O zaman vecdile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilâhi boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhu mücerret gibi yerden naaşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki basım.
(Alkışlar)
10
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;.
Hakkıdır; hakka tapan, milletimin istiklâl.
(Sürekli alkışlar)
Kabulü
MAARİF VEKİLİ HAMDULLAH SUPHİ B. – Arkadaşlar, İstiklâl marşları hakkında Vekâlet tarafından vâki olan davet üzerine ne kadar marş elimize geçmiş ise bunları bir encümen marifetiyle tetkik ettirdik, neticeyi Heyeti Celilenize arzettik. Bunları görmek arzu buyurdunuz. Matbu olarak tevzi edildi efendim. Bir nokta üzerine nazarı dikkatinizi celbetmek isterim. Bu İstiklâl marşları tarafı âlinizden tetkik edildikten sonra intihabınız hangi şiir üzerinde temerküz ederse ikinci bir muamele daha yapılacaktır. Bestekârlara yollayacağız, bestekârlar dahi bize muhtelif besteler yollayacaklardır. Onlar arasında bir intihab daha yapılacaktır.
Anadolu mücadelesi uzun müddetlerden beri devam ediyor, bunu ifade etmek, bunun ruhunu söyletmek üzere yazılmış olan bu şiirler ne kadar evvel bir karara iktiran ederse şüphesiz kî daha fazla müstefit oluruz.
Heyeti celilenizden istirham ediyorum. Şiirler mütalâa edilmiştir. Bunu bir heyete mi, bir encümene mi verirsiniz? Heyeti Umumiye’ce bir karara mı raptedersiniz? Ne arzu buyurursanız yapınız.
REİS – Maarif Vekâleti bu İstiklâl Marşının bugün ruznameye alınarak müzakeresini arzu ediyor. Bugün müzekeresini kabul eden lütfen el kaldırsın. Kabul edildi efendim.
MUHİTTİN BAHA B. (Bursa) – Muhterem efendiler, söyleyeceğim sözlerin yanlış anlaşılmamasını, bir maksadı mahsusa hamledilmemesini teminen iptidaen bir hakikatten bahsedeceğim; bu mîllî marş müsabakası ilân edildiği zaman müsabakaya ben de iştirak etmek istedim. Fakat bu mesele öyle bir cereyan almıştır ki bendeniz bu müsabaka işinden sarfınazar ediyorum. (M) İmzalı şiir bendenizindir. Bunu ithal buyurmayınız.
Gene Kemalettin Kami namında biri vardır ki avnı sebepten dolayı gazetemizde kendi şiirini geriye almıştır. Bunun üzerine mütalâanızı beyan buyurursunuz. Bir Encümeni edebî mi teşkil edersiniz, ne yapılacaktır? Ona göre.
REİS – Burada bir mesele var. İstiklâl marşlarını doğrudan doğruya Heyeti Umumiye’de müzakere ederek bir karar mı vereceksiniz, yoksa bir encümene mi havale edeceksiniz?
YAHYA GALİP B. (Kırşehir)- Burada olsun, hepimiz anlarız.
BESİM ATALAY B. (Kütahya) – Efendim, şiirler iki türlüdür. Ya hislerin mâkesidir, yahut derin veyahut ağlatıcı bir ruhun, ağlatıcı bir galeyanın aksidir. Şiir bu iki şekil üzerine doğarsa makbul ve muteberdir. Dünyada o şiirlerdir ki halk arasında yaşar. Ya yüksek ve bedii bir histen doğar, ya muhrik bir helecandan doğar. Böyle olmayıp da ısmarlama tarikiyle yazılırsa bu şiirler yaşamaz. Efendiler, bizim Cezayir Marşımız vardır. Bu; halk arasında yaşıyor. Bu müsabaka ile yazılmamıştır. Bu; ağlayan bir ruhun, eline silâhını alarak düşmana koşan, vatanına koşan bir ruhun hissiyatını terennüm eder. Marseyyez’in nasıl söylendiğini bilirsiniz. İnkılâbı Kebir esnasında -silâhını almış- koşan bir gencin söylediği şiir birden bire taammüm etmiştir. Evvelâ bu gibi şiirlerin memleketin mâruz kaldığı felâketlere -ağlayarak, titreyerek-evvelâ güftesi değil, bestesi söylenir. Ismarlama şiirlere verilecek memleketin parası yoktur.
HAMDULLAH SUPHİ B. (Antalya) – Arkadaşlar, bir hata üzerine, bir galatı rüyet üzerine dikkati âlinizi celbetmek isterim. Bilhassa para meselesi ile bu şiirler arasında bir münasebet bulmak, gayet yanlış bir noktai nazardır. Memleketin kuvayi maddiyesi ve mâneviyesi vardır. İstihlâsı vatan mücadelesini yapan milletin vekilleri, onun vekillerinin vekilleri halkın heyecanını ifade etmek üzere memleketin şairlerine müracaat etmiştir. Bu şairler ilk defa şiirlerini yazmamıştır. Arkadaşlar, bize şiirlerini yollayan şairler, seneler arasında bütün memleketin kederlerini, ıstıraplarını, bütün mefahirini söyleyen şiirler yazmışlardır. Demek para mukabilinde şiir mevzuubahis değildir. Biz halkın ruhunu, heyecanını ifade eden şiirler yazmaları için şairlerimize müracaat ettik. Hiçbirisi para hakkında bir şey söylememiştir. Geçen defa işaret ettiğim üzere nazarı dikkatinizi celbediyorum: Mehmet Akif Belki bu, şairler arasında para meselesinden kaçınan arkadaşlarımızdan birisidir- zaten senelerden beri en yüksek ve en ilâhi bir belâgatle yazmıştır. Yeniden yazmaktan çekinmesi; bazılarının hatırına para gelir, diye korkmasındandır ve ona binaen yazmamıştır. Ben gelen şiirleri okuduktan sonra, bu işte vazifedar ettiğiniz bir arkadaşınız sıfatiyle, arzu ettim ki bir kuvvetîi şiir daha bulunsun ve kendilerine müracaat ettim. Bunun üzerine kendileri de şiir yazdılar, gönderdiler. Besim Atalay Bey’in halk şiirlerinin -bilhassa büyük vakayii milliyeye taallûk eden şiirlerin- bir siparişi mahsus üzerine doğmadığı sözü gayet vârittir. Yalnız bizim şimdiye kadar mevcut olan şiirlerimizin bugünkü mücadelemizi ifade etmiyorsa şairlerimizin. kendi duygularını ifade etmeleri katiyen doğru değildir. Kendileri şu noktada haklıdırlar: Bütün şiirler ve millî şiirler cihanın en mâruf olan şiirleri, halk hareketleri arasından doğmuş olan şiirlerdir. Fakat itiraf ederim ki, bu şiirler aramızda d aha. doğmamıştır. Doğmasını arzu etmek bizim için bir vazifedir. Şairlerimize müracaat ettik ve bize çok güzel şiirler yazdılar. Bu şiirler arasında intihap hakkı Heyeti Âliye’nize aittir. Şiirleri okuyunuz. Ben istirham ediyorum ki bir an evvel bu şiirin bestelenmesi için bir karar ittihaz ediniz ve bütün milletin lisanına geçmesi için istical buyurunuz, bir karar veriniz, tebliğ ediniz, ben de mesaimin ikinci kısmına geçeyim.
Dr. SUAT B. (Kastamonu) – Beyler, esasen mesleğim şiirle edebiyatla iştigale müsait değildir. Bu itibarla arzedeceğim izahatı şiir ve edebiyat tenkidatı gibi arzetmeyeceğim. Ancak Hamdullah Suphi Beyefendi geçenlerde bu kürsüde, bu şiirleri inşat ettiği vakit, Meclîs’te büyük bir gürültü olmuştu. Ondan.anlaşılıyordu ki İstiklâl Marşı olarak bu şiirlerden birisinin intihap edilmesini teklif ederlerse çok güzel bir şey olacak. Bendeniz Akif Bey’in diğer eserlerini de okumuşum. Esasen bir marş; bir milletin heyecanlarını, tahassüsatını terennüm etmek itibariyle kıymetli ise, Akif Bey’in son yaptığı İstiklâl Marşı’ndan evvel inşat etmiş olduğu şiirler, zaten bidayeti inşadından çok evvel bizim hissiyatımızı, tahassüsatımızı ifade etmiştir. Kendisinin, memleketin tahaşsüsatına karşı ne kadar kuvvetli bir kudreti şiiriyesi olduğunu ve Garp ve Şark âlemi hakkındaki tahassüsatımn en güzel numunelerini (Safahat) ismindeki eserleri gösterir. Bu itibarla bu kahramanı edebıi tebcil etmemek elden gelmez. Bendeniz kendi namıma Mehmet Âkİf Bey’in büyük bir unvan ile tertip ettiği eseri tetkik etmek istemern.Tahsisen bu meselede bunların içinde yazmış olduğu marşların en güzeli İstiklâl Marşı’dır ve bundan evvel de Meclis’te büyük bir vecd uyandırmıştır. Onun için durudiraz mütalâa etmeksizin bunun tasvip edilmesini teklifederim.
HACI TEVFİK Ef. (Kângırı) – Efendiler, bendeniz bu şiirin bu hakikat kürsülerine nasıl çıktığına tahayyür ediyorum. Bunu Meclisi Maarif kendisi intihap eder, kendisi tercih eder, kendisi yapar. Gerçi şiir bir meziyettir, gerçi şiir bir ziverdir, lâkin bir hayaldir. Bu kürsü hakikata çıkması doğru değildir: Eğer tercih lâzım geliyorsa Akif Bey’in şiiri gayet güzel yazılmıştır. Lâkin biz bugün âşiyanda değiliz. Millet Meclisi’nin kürsüsünde olduğumuzu unutmayalım, bunu Maarif Encümeni kendisi mütalâa etsin, kendisi takdir etsin, kendisi tercih etsin. (Doğru sesleri).
TUNALI HİLMİ B. (Bolu) – Arkadaşlar mesele gayet mühimdir. Eğer bu marş milletin ruhunu kavrayabilecek bir marş ise onda ufacık bir yakışıksızlık diyelim, sonra o marş için pek büyük düşüklük verir. Biraz serbest söyleyemiyorum, kusura bakmayınız. Burada edebî tenkidata girişecek değilim. Binaenaleyh yalnız fikrimi kısaca arzedeceğim. Katiyen Hamdullah Suphi Bey’in isticaline iştirak edemem (Biz ederiz sesleri). Edemem; zira bir kere bu marş milletin ruhundan doğma bir marş değildir. Besim Atalay Bey’in hakkı vardır. Milletin ruhuna tercüman olacak bir marş olmalı. (Gürültüler). Müsaade buyurunuz.
REİS – Kesmeyelim, böyle müzakere edemeyiz ki…
TUN ALI HİLMİ B. (Bolu) (Devamla) – Bu o kadar müzakereye kayıktır ki siz takdir edemezsiniz.
REFİK ŞEVKET B. (Saruhan) – Reis Bey usulü müzakere hakkında söz isterim. Müsaade buyurur musunuz? Şiirler sahiplerinin malıdır. Beğenirsek rey veririz, beğenmezsek rey vermeyiz. Herkesin muhterem şahsiyetine tecavüz etmeyerek kabul edelim veyahut etmeyelim, rica ederim.
TUNALI HİLMİ B. (Bolu) – Gerek şu şiire ve gerek şu manzumelere karşı bir şey söyledim mi ki böyle söylüyorsunuz? İsim zikretmedim. İyi dinleyiniz, kulaklarınızı açınız. Arkadaşlar istirham ederim! Bunu, bir encümeni mahsusu edebî teşkil edelim, oraya havale edelim, bu manzumelerin birini intihap etsin. Asıl ruhî mesele buradadır… O encümeni mahsus intihab ettiği manzumenin sahibini çağırır, der ki ona, şu mısraı terkederseniz veya şu mealde tebdil ederseniz ve şu kelimenin bununla tebdili elzemdir, o zaman o manzume daha iyi olur. İstirham ederim, bu noktaya dikkat buyurunuz. Arkadaşlar manzumenin bastan başa iyi olmasını bütün samimiyetle arzu ediyorum ve bu teklifte bulunuyorum. (Gürültüler) Müsaade buyurunuz bana biri imzalı, biri imzasız iki mektup geldi. Bu mektupta deniliyor ki; Diğer verilmiş olan manzumeleri de okuyunuz, onların içinde; intihap edilmiş olanlardan daha muvafıkı vardır. (Handeler) (Memiş Çavuş sesleri) Sahibi mektup Garp Ordusu’na gitti. İmzasiyle gösterebilirim. Arkadaşlar tekrar ısrar ediyorum, bir encümeni mahsusu edibi teşkil edilmelidir ve intihap onun reyine bırakılmalıdır. (Hayır, hayır sesleri) (Gürültüler)
REİS – Efendim müsaade buyurunuz. Trabzon Mebusu Celâl Bey’in İstiklâl Marşı ile bir takriri var.”Riyaseti Celiliye
Mingayrihaddin karaladığım gayrimatbu İstiklâl Marşı’nın Meclisi Âli huzurunda kıraet olunmasını teklif eylerim.
Trabzon Mebusu Celâl”
REİS – Müsaade buyurunuz rica ederim. Zannediyorum ki, bu Heyeti Celilelerine dağıtılan manzumeler müddeti muayyene zarfında toplanıp da şimdi intihap edilenlerdir. Bunun müsabakaya ithali kabil midir efendim? (Hayır, hayır sesleri).
İHSAN B. (Cebelibereket) – Şekil aramıyoruz. İyi ise dinleyelim (Muvafık sesleri).
REİS – Efendim müsaade buyurunuz. Tekrar ediyorum. Muayyen bir zaman zarfinda marş müsabakası ilân edildi. Onlardan Maarif Vekâleti intihap etmiş, göndermiş. Şimdi bu gönderdiği marşlardan birinin intihabını Heyeti Umumiye’de kendisi takip ediyor ve müzakere ediyoruz. Bu meyanda birisi bir marş gönderiyor. Bunu kabul ettikten sonra yarın vâki olacak müracaatları da reddedemeyeceğiz.
REFİK B. (Konya) – Nasıl reddedeceksiniz? İlânihaye devam edecektir.
İHSAN B. (Cebelibereket) – Marş lâzımdır. Hangisi güzel olursa o lâzımdır.
REİS- Bu marşın okunmasını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın… Kabul edilmedi efendim.
HAMDİ NAMIK B. (İzmit) – Efendiler, millî bir marş yapmak ihtiyacı hâsıl olmuş. Maarif Vekili şairleri müsabakaya davet etmiş, birçok şiirler içerisinden birkaç parça intihap ve tabedilmiş. Bendeniz anlamıyorum. Bu bir Meclisi Milli işi midir? Bir encümeni edebî işi midir? (Millet işidir sesleri). Mîllet işidir. Şüphesiz efendiler, fakat malûmu âliniz şiir meselesi bîr sanat meselesidir, Eğer bunu tercih etmek hakkını biz deruhde ediyorsak aram ızda şiirle tevvegul [?] etmiş arkadaşlarımızdan bir encümeni edebî teşkil edelim, onlar tetkik etsinler. Geçen gün bu maksatla söylediğim bir söz suitelâkkiye uğramıştır. Binaenaleyh eğer bunun tetkiki için içimizden bir encümen teşkil etmiyecek olursak o hak doğrudan doğruya Maarif Vekâleti’ne aittir, noktai nazarını izah etsin ya kabul edersiniz, yahut kabul etmezsiniz. Bunun uzun uzadıya sürünmesine hacet yoktur (Gürültüler).
MAARİF VEKİLİ HAMDULLAH SUPHİ B. – Arkadaşlar! Refik Şevket Bey’in sözünü tekrar ediyorum. Bu şiirler mevzuubahis olduğu vakit lüzumsuz yere, hatta arzumuz hilâfinda şiirler yazmış olan arkadaşlarımız için böyle bir söz buradan çıkmamalıdır. Bahusus ki, arkadaşlar ısmarlama sözü ve halkın tercümanı olmaz sözü yanlıştır. Çünkü halkın mümessilleri olan sizlerin huzurunda okunan şiirin Heyeti Aliyeniz üzerindeki âzami tesirine bendeniz de şahit oldum. Eğer halk üzerine olan tesirini anlamak için kendi kalbimizden başka miyarınız varsa o başkadır. Eğer halkın teessürünü kendimiz anlayacak olursak halkın kalbini de anlamış oluruz. Şimdi arkadaşlar bendeniz diyeceğim ki: Yeni bir encümeni edebiye havale edersek bir fayda mutasavver olabilir. Eğer encümen kararını verip bitirecek ise. Fakat zannediyorum Meclisinizin verdiği karar ve ısrar ettiği nokta, kendisinin bu işi halletmesidir. O halele encümenden çıkıp yine heyetinize gelecektir. Yine bu vaziyet hâsıl olacaktır. O halde burada yedi tane şiir vardır, Riyaset bunları ayrı ayn reye vaz’etsin, hangisi tarafınızdan mazharı takdir olursa onu kabul edersiniz. (Doğru sesleri).
REİS- Efendim müzakerenin kifayetine dair takrirler vardır. Müzakerenin kifayetini reye koyacağım. Müzakereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın… Kabul edildi. Kırşehir Mebusu Yahya Galip Bey’in bir takriri var.
” Riyaseti Celileye Muhittin Bey’in inşad ettikleri marşın kürsüde taraflarından okunmasını teklif eylerim.
12 Mart 1337
Kırşehir Mebusu
Yahya Galip”
REİS- Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın…Kabul edilmedi efendim. Efendim Muş Mebusu Abdülgani Bey’in bir takriri vardır. “Riyaseti Celileye İstiklâl Marşı Maarif Vekâleti’nce müsabakaya vaz’edilmiş ve intihabı yine Vekâleti mezbureye ait bulunmuş olduğundan ve Meclisi Ali bir meclisi edebî olmadığından intihabının dahi Maarif Vekâleti’ne ait olduğunu arz ve teklifeylerim. 12 Mart 1337
Muş Mebusu
Abdülgani”
REİS – Kabul edenler lütfen el kaldırsın… Kabul edilmedi efendim. Efendim Saruhan Mebusu Avni Bey’in takriri var.
“Riyaseti Celileye İstiklâl Marşı vatanî bir parça olmakla beraber her halde şayanı teslimdir ki şiiri, musikisi, vatanî olması lâzımgelen bu marşın tetkiki her halde bir ihtisas ve ehli hibre meselesidir. Binaenaleyh, bu marşın tefrik ve kabulü için erbabı ihtisastan mürekkep bir encümene tevdii ve badehu bestelenmesini teklif eylerim.
12 Mart 1337
Saruhan Mebusu
Avni”
REİS – Efendim bu teklifi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmedi. Şimdi efendim müzakerenin kifayetine dair muhtelif takrirler var. Yahut her marşı Heyeti Âliyenizin reyine koyalım.
HASAN BASRİ B. (Karesi) – Reis Bey! Bizim bir takririmiz vardır. Suat Bey’in de bir takriri var.
REİS- Meclisi Âli reyini ne suretle izhar ederse ondan sonra anlaşılacaktır.
“Riyaseti Celîleye
Müzakerenin kifayetini ve Mehmet Akif Bey’in İstiklâl Marşı’nın kabulünü teklif ederim.
12 Mart 1337
Kastamonu Mebusu
Dr. Suat”
“Riyasete İstiklâl Marşı’nın şubelerce teşkil edilecek bir encümeni mahsus tarafından tetkik ve tasdik olunmasını teklif ederim.
12 Mart 1337
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi”
REİS – Bu takriri kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Reddolundu.
“Riyaseti Celileye Şiirin besteye gelip gelmemesi meselesi vardır. Şuara ve bestekârlardan mürekkep bir encümen teşkilini teklif eylerim.
12 Mart 1337
Ertuğrul Mebusu
Necip”
REİS – Aynı mealde birçok takrirler vardır. Necip Bey’in takririni kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Reddedildi.
“Riyaseti Celileye Bütün Meclis’in ve halkın takdiratını celbeden Mehmet Akif Beyefendi’nin şiirinin tercihan kabulünü teklif ederim.
12 Mart 1337
Karesi Mebusu
H. Basri”
“Riyaseti Celileye
İstiklâl marşlarını matbu varakalarda hepimiz ayn ayrı tetkik ettiğimiz için encümene havalesine lüzum yoktur. Mehmet Akif Bey’e ait olanının Miîlî Marş olarak kabulünü teklif ederim.
12 Mart 1337
Bursa Mebusu
Operatör Emin”
“Riyaseti Celileye
Kaffei ervahı İslâm üzerinde kıraati heyecanlar tevlit edecek derecede icazkâr olan büyük İslâm Şairi Mehmet Akif Bey’in marşının takdiren kabulünü teklif eylerim.
12 Mart 1337
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya”
” Riyaseti Celileye
Ötedenberi İslâmın ruhnevaz şairi Akif Bey efendi’nin İstiklâl Marşı her veçhile müreccah ve Meclisi Âli’nin ruhu mâneviyesine evfak olmakla kabul edilmesini teklif ederim.
12 Mart 1337
İsparta Mebusu
İbrahim”
“Riyaseti Celileye
Mehmet Akif Bey tarafından inşat edilen marşın kendi tarafından kürsüde kıraat edilmesini teklif eylerim.
12 Mart 1337
Kırşehir Mebusu
Yahya Galip”
REİS – Bu takrirlerin hepsi Mehmet Akif Bey’in şiirinin kabulünü mutazammındır. (Reye sesleri). Müsaade buyurunuz, rica ederim müsaade buyurunuz efendiler.
TUNALI HİLMİ B. (Bolu) – Reis Bey müsaade buyurursanız Mehmet Akif Bey’in marşının reye vaz’ından evvel bendeniz ufacık birsey rica edeceğim. Tebdil edilmesi ihtimali vardır.
REİS- Müzakere bitmiştir efendim rica ederim.
SALİH Ef. (Erzurum) – Bendeniz bîr şey arzedeceğim.
REİS – Müzakere bitmiştir. MaarifVekâleti’nin teklifi vardır. Her marşı ayrı ayrı reye koyunuz dîye teklif etmişlerdi. Her marşın ayrı ayrı reye vaz’ını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmedi. O halde bu takrirleri reye koyacağız. Basri Bey’in takririni reye koyuyorum (Basri Bey’in takriri tekrar okundu).
REİS- Basri Bey’in takririni kabul buyuranlar ellerini kaldırsın. Kabul edildi efendim (Gürültüler ve ret sadalan).
REFİK ŞEVKET B. (Saruhan) – Reis Bey! Mehmet Akif Bey’in şiirinin aleyhinde bulunanlar da ellerini kaldırsın ki ona göre muhaliflerin miktarı anlaşılsın. (Muvafıktır, anlaşılsın sadaları).
REİS – Bu takriri kabul edenler, yani Mehmet Akif Beyefendi tarafından yazılan marşın İstiklâl Marşı olmak üzere tanınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Ekseriyeti azime ile kabul edildi.
MÜFİT Ef. (Kırşehir) – Reis Bey yalnız bir şey arzedeceğim. Hamdullah Suphi Bey’in bu marşı bu kürsüden bir daha okumasını rica ediyorum. (Gürültüler).
REFİK B. (Konya) – Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl Marşı’nın ayakta okunmasını teklif ediyorum.
REİS – Müsaade buyurursunuz efendim. Heyeti muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabiî resmî bir İstiklâl Marsı olarak tanınmıştır. Binaenaleyh ayakta dinlememiz icabeder. Buyurunuz efendiler;
İSTİKLÂL MARŞI
1
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
(Şiddetli alkışlar)
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim mîlletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
2
Çatma; kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl,
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, Hakka’ tapan, milletimin istiklâl.
3
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
4
Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var,
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
5
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler hakkın.
Kim bilir belki yarın… Belki yarından da yakın.
6
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı;
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
7
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
8
Ruhumun senden, ilâhi şudur ancak emeli.
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
9
O zaman vecdile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilâhi boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhu mücerret gibi yerden naaşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki basım.
10
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;.
Hakkıdır; Hakka tapan, milletimin istiklâl.
(Sürekli alkışlar)
Beste – TEZKERE
İstiklâl Marşı Bestesinin İstanbul’da bir Heyet-i Musikiye Marifetiyle İntihabedilmesi Hakkında Maarif Vekâleti Tezkeresi
REİS -Efendim İstiklâl Marşı bestesinin İstanbul’da bir heyet-i mutahassısa tarafından intihabına dair Maarif Vekâletİ’nin tezkeresi vardır. “Büyük Millet Meclisi Riyaseti Celilesine
Burdur Mebusu Muhteremi Mehmet Akif Beyefendi’nin Büyük Millet Meclisi’nce millî marş olmak üzere kabul edilen şiiri hakkında memleketin en maruf musiki üstadları tarafından tertibedilen besteler, Vekâleti âciziye gönderilmiş ve bu bestelerin kabulüne tahsis edilmiş olan müddet de nihayete ermiş olduğundan besteler arasında en muvafık olanın intihabının İstanbul’da teşekkül edecek bir mütehassıs heyete havale edilmesi acizlerince muvafık görüldüğü cihetle bu cihetin Meclisi Âli’ce mazharı tasvibolup olmadığının tâyini hususunda delâleti fahimanelerini istirham ederim, efendim.
Maarif Vekili Hamdullah Suphi”
REİS – Efendim, İstiklâl Marşı bestesinin İstanbul’da bir heyeti mütehassısa tarafından intihabedilmesine dair mezuniyet isteniyor. Tensip buyurursanız bunu Maarif Encümeni’ne gönderelim.
HASAN BASRİ B. (Karesi) – Reis Bey musiki meselesi bir ihtisas meselesidir. Vekâlete intihabettiğimiz zatın kendi selâhiyetinden istifade ederek münasip bir marş ve beste kabul etmesi hakkında Meclis tarafından bir salâhiyet verilmekten başka çare yoktur. Binaenaaleyh bunu Maarif Encümeni’ne veyahut diğer encümenlere göndermekte fayda yoktur. Her halde Maarif Vekâleti’ne bu hususta salâhiyet vermeliyiz.
TUNALI HİLMİ B. (Bolu) – Efendim, tahuttur edilirse buraya takdim etmiş olduğum bir takrir üzerine Maarif Vekâleti güftelerin intihabı hususunda her ne kadar bir salâhiyete mâlik ise de tasdik için buraya getirilsin denilmişti ve güftesi burada da tasdik olundu. Binaenaleyh; bestesinin de bu veçhile tasdiki icabeder.
DURAK. (Erzurum) – Reis Bey rica ederim, her isimiz bitti de şimdi marşlara mı kaldık? Bunları bırakalım, beyhude vakit geçiriyoruz. Bırakınız rica ederim, bırakalım bu münakaşaları, başka şeylere geçelim. Memleket kan ağlıyor. (Gürültüler)
TUNALI HİLMİ B. (Bolu) – Onun kutsiyetini takdir edemeyen ağzını açmasın. (Gürültüler) Zira burada Millî Marş üzerine bahsolunuyor. Milletin marşı mukaddestir. O mukaddesata karşı marşı takdir etmek lâzım. (Şiddetli gürültüler) Ona hürmet lâzım. Ankara bütün işini yapacaktır. Bu yetim kendi göbeğini kendi eliyle kesti. Ve bugün sinni rüşte vâsıl olmuştur. Bu marş İstanbul’a gidemez. Ankara her şeyi kendisi yapar. (Alkışlar).
VEHBİ B. (Karesi) – Durak Bey biraderiniz hâmiyetşiarane beyanatta bulundular. Ama düşünmediler ki; Ey Gaziler marşı bütün bir orduyu hayatını fedaya sevk etti. Binaenaleyh Millî Marş olarak kabul edilecek marş ensalden ensale ilâyevmikıyame devam edip gidecektir. Binaenaleyh bunun doğrudan doğruya Maarif Vekâleti’ne bırakmak doğru değil. Maarif Vekâleti salâhiyet almak istiyor. Biz o salâhiyeti verebiliriz. Maarif Vekâleti’nin salâhiyeti dahilindedir, demek doğru değildir. Bu besteyi Maarif Vekâleti temyiz ve tefrik ettirebilir ve Meclis’e ondan sonra gelir ve kabul edilir.
REİS – Efendim, Maarif Vekâleti’nden gelen tezkerenin müzakeresini kâfi görenler el kaldırsın… (Gürültüler)
DURAK B. (Erzurum) – Müsaade buyurunuz efendim, bendeniz cevap vereceğim.
REİS – Efendim, şimdi Maarif Vekâleti, bana mezuniyet verin, bu besteyi İstanbul’a göndereyim, bir heyete tetkik ettirelim diyor. (Ret, sesleri) (Gürültüler) Efendim Maarif Vekâleti’nin tezkeresini reyinize arz edeceğim. Maarif Vekâleti’nin tezkeresini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmedi. O halde Ankara’da bir heyeti musikiye tetkik edecek demektir (O da yok, sesleri) (Ret sesleri).
Osman Zeki ÜNGÖR
Osman Zeki ÜNGÖR
(1880 – 1958)
Besteci, Orkestra şefi, keman virtüozu Osman Zeki Üngör 1880 yılında İstanbul’da doğdu. Muzıka-i Hümayun’da Fasl’ı Cedid’i tertib eden Santuri Hilmi Bey’in torunu; Hacı Bekirzade Hüseyin Bey’in oğlu, Ekrem Zeki Ün’ün babasıdır.
Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’nde okudu. 1891′de girdiği Mızıkai Hümayün’da yeteneğiyle II.Abdülhamid’in dikkatini çekti. Batı müziği öğrenimi görerek konser kemancısı oldu. Büyükbabası Santuri Hilmi Bey’in kurduğu Mızıkai Hümayun faslı Cedidi’nde ve Saffet Atabinen’in ilk defa düzenlediği senfoni orkestrasında başkemancı olarak çalıştı. Binbaşı rütbesiyle de Saray Orkestrası Şefi oldu.
Mızıkai Hümayun’da öğretim görevinde bulundu. İstanbul Erkek Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yaptı. Bağımsız kadrosu olan ilk Türk senfoni orkestrasıyla Union Française’de haftalık halk konserleri verdi. Musiki Muallim Mektebi’nin müdürlüğünü yaptı.
Avrupa şehirlerinde de orkestralar idare ederek konserler veren Üngör; asıl ününü Mehmed Akif Ersoy’un İstiklal Marşını 1922 senesinde besteleyerek elde etti. Cumhuriyet’in İlanı’ndan sonra vazifesini Ankara’ya naklederek Ankara Riyaset-I Cumhur Musıki Hey’eti Şefi oldu.
Musıki Muallim Mektebi’nin kurulmasında önemli rol oynayan Üngör; 1924-1934 seneleri arasında bu okulun müdürlüğü vazifesinde bulundu.
1934 senesinde emekliye ayrılan Üngör; bir müddet de Teşvikiye Caddesi’nde Maçka Palas’ta oturmuş, 1958 senesinde de İstanbul’da vefat etmiştir. Cenaze töreninde özel izinle İstiklal Marşı çalındı.
İstiklal Marşı dışında başlıca eserleri: İlim Marşı, Azmü Ümit Marşı, Töre Marşı, Türk çocukları, Cumhuriyet Marşı.
Zeki ÜNGÖR İstiklâl Marşı bestesini nasıl yaptığını şöyle anlatır:
“Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde (…) oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyanonun başına geçtim ve derhal içimden doğan parçayı çalmağa başladım. Böylece marşın ilk “ti…” yerine kadar olan akoru çıktı. Bu şekilde iki üç mözör yaptım. Arkadaşlarım “Aman” dediler, “bu çok güzel bir şey olacak” Bunun üzerine İhsan’a, İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatıyla anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği millî marş olarak takdime karar verdim. Ve kıymeti hakkında daha kat’i bir karar edinmek maksadıyla sonra direktörden gelen bir mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum. Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar…”