24 Kasım 2012 Cumartesi

behçet necatigil - dönme dolap ( baki asiltürk çözümlemesi )


Behçet Necatigil'in "Dönme Dolap" Şiirinde
Hayat, Anlam Boşlukları ve Şiir Öznesi
   
Dönme Dolap

Nerden niçin mi geldim
Bilmeden bir şey diyemem, ya siz?
Hem hiç önemli değil
Geldim, yer açtılar, oturdum
Girip çıkanlar vardı
Zaten ben geldiğimde.

Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi
Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi.
Doğrusu anlamadım bir düğün-dernek mi
Sonra da kimileri düşünceli, durgundu
Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım
Zaten ben geldiğimde.

Bir luna-park mı bir konser bir gösteri
Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı
Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti
Bak dediler baktım pek bir şey göremedim
Hem her yer karanlıktı
Zaten ben geldiğimde.

Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede
Nasıl kalkıp gideceğim kalk git dediklerinde
Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele
Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan
Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken
Zaten ben geldiğimde.

Behçet Necatigil

(Türk Dili, sayı 111, 1 Aralık 1960;
Bütün Eserleri 2 Şiirler 2: Dar Çağ, Cem Yayınevi, İstanbul 1982, ss. 56-57)




        Hayatın Dönme Dolabı

"Dönme Dolap"ta hayat ve ayrıntı
Behçet Necatigil hangi konuyu ele alırsa alsın ayrıntılara verdiği önem nedeniyle ayrıntıların gizli tarihini yazan bir şair olarak nitelendirilebilir. Eski bir aşkı anlattığında da, komşu evlerdeki gürültülere kulak kabarttığında da, masasının üzerindeki eşyaya baktığında, sözlük karıştırdığında da hemen daima ayrıntıyı dinler, ayrıntıyı görür, ayrıntıyı anımsar, ayrıntıyı okur. Bazı şiirlerinin yalnızca başlığına bakmak bile onun nesneler ve hayat bağlamında ayrıntılara düşkünlüğü hakkında ipucu verir: "Maytap, Çömlek, Istampa, Yoyo, Bumerang, Kemik, Lambalar, Eşya..."
Ayrıntıya düşkünlüğünün, hayatının sınırlarını bilerek darlaştırmasından, trajedisini günlük hayatın içinde yaşama tercihinden kaynaklandığı söylenebilir. Sürekli olarak kâğıtlarla, kalemlerle, sigara paketleriyle, kibritlerle, peçetelerle, ilaç kutularıyla bir arada yaşayan şair eşyaların, nesnelerin de bir dili olduğuna inanır.
Necatigil, bilindiği gibi Alman edebiyatından çeviriler yapmış, Alman şiirine yakın ilgi göstermiştir. Bir Alman filozofu olan Hegel'in, sanat yapıtının akıl ürünü bir nesne oluşu ve nesneleri konu alışı bağlamındaki belirlemeleri bu bakımdan Necatigil'in bilgi dağarcığının uzağında olmasa gerek. Şöyle diyor Hegel: "[Sanat] başka ortamlarda değeri olmadığı gibi, içerik olarak da değer taşımayan nesnelerin bu idealliğini yüceltir, başka yerde rastladığımızda hiç önem vermeyeceğimiz yanlarını gözümüzde sevimli kılarak, bu nesneleri kendileri için durağan kılar, birer amaca dönüştürür."[1] Hegel'le Necatigil arasında nesnelerin sanat yapıtına dahil oluşu çerçevesinde kurulabilecek yakınlığın yanı sıra, Necatigil'in nesnelerle ilişkisini daha iyi kavrayabilmek için belki yine şiirden yola çıkmak gerekecek. Cemal Süreya'nın, bir soruyu yanıtlama ekseninde oluşturduğu ilginç bir şiiri vardır: "Behçet Necatigil Şiirlerini Nereye Yazardı" Bu şiirde Cemal Süreya'nın bölüm sonlarında biçimsel açıdan ileriye çıkmalar yaparak söylediği dizeler, verdiği yanıtlar Necatigil'in nesnelerle, ayrıntılarla iç içeliğini ortaya koyar. Sırasıyla şöyle diyor Cemal Süreya: "Bir şey çıkmamış biletlerin kenarına yazardı, İlaç kutularının üstüne yazardı, Kâğıt peçetelere yazardı, Plastikten oyuncakların üstüne yazardı..."[2] Burada elbette nesneleri şiirleştirmenin yanı sıra şiirlerle nesne arasında kurulabilecek doğrudan bir ilişkiyi de, birbirini var kılma bağlamında, görmek gerekiyor.
Necatigil'in ayrıntı tutkusu "Dönme Dolap"ın içerik bağlamında önemli belirleyenlerinden biri sayılabilir. Şiirde gerçi öteki şiirlerinin çoğunda bulunan nesne ayrıntıları fazlaca yer tutmaz ("Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi") ama bunun yerini hayatın içerisinde bir ayrıntı olarak yaşayan özne almıştır. Denebilir ki hayatın ve öznenin kendisi bir ayrıntı durumundadır "Dönme Dolap"ta. Kalabalığın kıyısında kalmış, hayatın bir kenarına sıkışmış, önünde olup bitenleri göremeyen, gideceği zamanı bekleyen bir "ayrıntı-özne" biçimlendirmektedir şiirin içeriğini. Ayrıca, hayatın içerisinde çok küçük bir eğlence ayrıntısı olan "dönmedolap" şiirde neredeyse bütün bir hayatı kapsayan, yansıtan bir simge-nesneye dönüşmüştür. Hayatı ayrıntıya gizleme, hayatı bir ayrıntının sembol gücüyle aktarma yaklaşımı bu şiirde -metnin uzunca görünüşüne karşın- yoğunlaştırmayı da beraberinde getirmiştir. Bölüm sonlarında yinelenen "Zaten ben geldiğimde" ifadesi bölümlerde anlatılanları birbirine bağlama işlevi görmekte, dağınıklığı önlemektedir.

Anlam boşlukları
"Dönme Dolap"taki anlam boşluklarına değinmeden önce Riffaterre'in şiirin anlamının bütünlüklü olarak kavranmasında önerdiği bazı kavramlara bakmak yerinde olacaktır. Riffaterre, bir şiirin anlamının okuyucu tarafından bütünlüklü olarak kavranmasında, şiirdeki anlam boşluklarının doldurulmasını okura bırakır ve yorumsayıcı (hermeneutik) okuma önerir.[3] Yorumsayıcı okumada, okuyucu, şiirdeki anlam işaretleri olan sözcükleri, söz öbeklerini, dizeleri bir bütün olarak görmeli, şiirin yarattığı görünür-anlamın yanı sıra kolay yakalanamayan öte-anlamı, böylelikle de şiirin tamamını kavramaya çalışmalıdır.
Necatigil'in ustalık dönemi şiirlerinin çoğunun çeşitli karanlık noktalar bulundurduğu, anlamda boşluklar bıraktığı ve bu nedenle de yorumsayıcı okuma gereksindiği söylenebilir. Yine, ustalık dönemini merkez alarak söyleyecek olursak, Necatigil modern şiirin okuyucu tarafından doldurulması gereken boşluklar taşıması gerektiğine inanan bir şairdir. "Şair, anlamı, ipucu, basamak kelimeler, imgeler arasına, ilk okuyuşta birbiriyle bağıntısız sanılan hayat ve hayal parçaları arasına serpiştirmiştir de bu bize çok karanlık görünebilir."[4] diyerek şiirin anlamının kavranmasında söz birimleri arasındaki bağlantıların kurulmasını okuyucudan beklemesi bunun göstergesidir. Bu bakımdan, kendisinin adlandırmasıyla "hasret burcu" döneminde oluşturduğu ikinci kitap olan Dar Çağ'daki şiirlerde (ki, "Dönme Dolap" da bunlardan biridir) bir parça, 1960'tan sonra ulaştığını söylediği "hikmet burcu"ndaki şiirlerde ise büyük oranda okuyucunun doldurmasını beklediği "anlamsal boşluklar" bırakır. "Dönme Dolap"ın bu anlamda bir geçiş dönemi şiirinin özelliklerini bulundurduğu rahatlıkla söylenebilir. "Dönme Dolap"ta hareketlilik bildiren çekimli eylemlerin çokluğuna bağlı olarak anlatımcılık ağır basar gibi görünmekle birlikte aslında şair belli bir olayı veya olaylar zincirini anlatmaz. Şiirde söz konusu olan "hayat"tır ve bu hayata bir yanından tutunamamış, kalabalığın yakınında olsa bile bir kenarda yapayalnız kalmış bir insanın "çevresizliği", kimsesizliği söz konusudur. Şiir yer yer öykülemeye kaçar gibi görünür ama anlamı hemen ele vermeyen, yoruma açık söyleyişiyle bazı dizeler okuyucuyu düşündürür, okuyucudan yorum ister; Eco'nun "açık yapıt" kuramına ilişkin çağrışımları da hesaba katarsak anlamı okuyucunun tamamlamasını gereksindiği söylenebilir.
"Dönme Dolap"ta konuşan bir şiir-öznesi vardır. Bu öznenin kimle konuştuğu tam belli olmasa bile şiirin tamamında bir konuşma havası hakimdir. Şiir bir soruyla açılır: "Nerden niçin mi geldim / Bilmeden bir şey diyemem, ya siz?" Bu sorunun, Necatigil şiirinin tipik özelliklerinden olan "iki anlamlılık" ekseninde okunması gerektiği anlaşılmaktadır: "Siz kendinizin nereden niçin geldiğiniz hususunda bir şey diyebilir misiniz?" veya "Nerden niçin geldiğim konusunda ben bir şey diyemem; peki benim gelişim hakkında siz bir şey diyebilir misiniz?" Bu sorunun iki anlamlılığı "siz"in kimliği konusunda da "ikili" bir yaklaşımı gerekli kılar. Eğer soru ilk anlamıyla alınırsa "siz" diye hitap edilen kişi, topluluktakilerden biri demektir. Soru ikinci anlamıyla alındığındaysa "siz", deyiş yerindeyse, şiirin dışından, kalabalığın da dışından biridir. Şiir-öznesinin "siz" diye hitap ettiği kişinin/kişilerin kim olduğu açıkça belli değildir ama bu hitapla birlikte "siz"in de şiire dahil edildiği görülür. "Geldim, yer açtılar, oturdum" ifadesinden şiir-öznesiyle "siz"in dışındaki bir kalabalığın, başkalarının varlığı anlaşılır ve "başkaları"nın yabancılığına işaret edilir. Modern insanın kalabalığın hemen kıyısında olduğu halde bir türlü kalabalığa, insanların arasına karışamayışı, kendini kalabalıklar içinde bile yalnız hissetmesi bu şiirin önemli anlam katmanlarındandır. Modern kent yaşamının olmazsa olmazı apartmanları düşünelim: Bir apartmanda çok sayıda daire ve bu dairelerde yaşayan çok sayıda kişi vardır ama hemen her dairenin, dairelerde yaşayanların kendi içlerine kapanmışlığı söz konusudur. Hem kalabalık hem yalnızlık... İşte, "Dönme Dolap"taki şiir-öznesiyle kalabalığın ilişkisi böyle bir görünüm sunar. Bir lunapark kalabalığı ve bunun kıyısında duran bir insanın yalnızlığı...
Şiirin başındaki sorunun ardından şiir öznesinin kalabalıktaki rahatsızlığı, yerini yadırgayışı, kalabalığın arasında, toplumda yaşamaya layık görülmeyişi anlatılır. Gerçi, şiir-öznesine oturması için "yer açılmıştır" ama yine de "önü kalabalıktır, önünde olup bitenleri göremez" ve "sıkıştığı yerde zaman çabuk geçmiş", dönme zamanı gelmiştir. Üstelik de bu kalabalık her durumda olumsuz bir yaklaşım içindedir yeni gelene ve çıkıp gidecek olana. "Sıkışık sıralardan çıkıp gitmek" bir meseledir, "yol vermeye kalkanlar, gidenin arkasından konuşmaya, söylenmeye" hazırdır. Şiirin son kısmında dizelerin geçişimli yöntemlerle birkaç türlü okunuşu, şiiri değişik okumalara açık tutmaktadır. İlk okunuş sözcüklerin arasındaki duraklara göre şöyle olabilir: "Kalkacaklar yol vermeye-bakacaklar ardımdan-Az mı söylendilerdi-şuracığa ilişirken". İkinci okunuş şöyle olabilir:  "Kalkacaklar-yol vermeye bakacaklar-ardımdan az mı söylendilerdi-şuracığa ilişirken". Üçüncü bir okuma şöyle biçimlenebilir: "Kalkacaklar-yol vermeye bakacaklar ardımdan-Az mı söylendilerdi-şuracığa ilişirken". Belki biraz daha zorlamayla, bu dizeler dördüncü, beşinci... okuma biçimleriyle de anlamlandırılabilir.
Ustalık dönemi Necatigil şiirinin tipik özelliklerinden olan bu biçimsellik, onun, şiirin anlamında tekliğin yerine çokluğu, farklı yaklaşımları benimsediğini gösterir. Bunu yaparken kimi şiirde sözcüklerin-eklerin çift anlamlılığından (Örneğin "Yorum Korkusu" şiiri) yararlanan şair, kimi zaman da "Dönme Dolap"ta olduğu gibi söz diziminin farklı farklı kurgulanması yöntemine başvurur. Her iki yaklaşım da Divan şairlerinin zaman zaman uyguladıkları bir söyleyiş yöntemidir. "Sihr-i helal" denen ve bir söz grubunun her iki dizede birden anlamsal bağlam yaratması olarak açıklanabilecek söz sanatında bu durum açıkça görülmektedir. Sözgelimi Bâki'nin "Leblerin yâd eyledi yârin lisân-ı hâl ile / Kıldı bir şîrin hikâyet gonce-i rengin-edâ" beytindeki "lisân-ı hâl ile: insanın yüzünün hareketlerinden, duruşundan anlaşılan şey"[5] söz grubu hem kendinden önceki hem de kendinden sonraki söz gruplarıyla anlam bağlamı yaratabilmektedir. Sadeleştirilmiş biçimiyle bu beytin birinci anlamı şöyledir: "Dudaklarının duruşundan sevgilini andığı[n] anlaşılmaktadır; sanki güzel, hoş bir gonca tatlı bir hikâye anlattı". Beytin ikinci anlamsal kurgusu ise şöyle bir sonuç ortaya çıkarmaktadır: "Dudakların sevgilini andı; dudaklarının duruşundan güzel, hoş bir goncanın tatlı bir hikâye anlattığı anlaşılmaktadır".
Necatigil'in söz sanatlarına gönül düşürmesi, onun şiirlerinde Divan geleneğiyle poetik ilişkiye kapılar açmaktadır. Şiir metinlerinde anlam zenginliği sağlayan söz sanatlarına özel bir önem vermesi, söz sanatlarını gelenekle ilişki bağlamından çok, şiirde anlam katmanlarını zenginleştirme bağlamında ele aldığını düşündürmektedir. Bu durum, "Dönme Dolap"ta daha açık bir biçimde görülmektedir.

Dönme dolap: matris
Necatigil şiiri genellikle göndermelerle, gizli bağlantılarla yürüyen bir şiirdir. Onun şiir dilinin kavranmasında bu göndermelerin, gizli bağlantıların iyi okunması gerekir; aksi takdirde şiirin bütünlüklü anlamına ulaşmak mümkün olamaz.
"Dönme Dolap"ın bütünlüklü olarak kavranmasında şiirin içerisinde hiç geçmeyen ama şiirin başlığını oluşturan ifadeye yoğunlaşmak gerekir. Buna Riffaterre'in matris kavramı ışığında bakarsak anlamın ortaya çıkarılmasında önemli mesafe kat ederiz. Riffaterre, şiiri, bir sözcüğün ya da bir ifadenin metne dönüşmesi olarak açıklarken, matris olarak kabul edilen sözün, ifadenin şiirde hiç geçmemesi gerektiğini belirtmektedir.[6] Bu şiirde "dönme dolap" ifadesi, aslında şiir metninde sözcük veya söz öbeğe düzleminde hiç anılmayan "dünya"ya gönderme yapmakta, hatta "dünya"yı simgelemektedir. Şaire göre dünya, bir "dönme dolap"tır; sırası gelen bu dolaba binmekte, devrini (yani hem "dönüşünü" hem de "zamanını, ömür süresini") tamamlamakta, zamanı dolunca da inip giderek yerini yeni gelenlere bırakmaktadır. Necatigil, "Bir luna-park mı bir konser bir gösteri" diyerek lunaparklardaki dönme dolapları hatırlatır. Dönme dolaplar, bilindiği gibi dairesel bir çizgi izleyerek dönmektedirler. Bunu, dünyanın dönmesi olarak düşünebiliriz. Yine bilindiği gibi dönme dolaplardaki her bir oturma bölümü, oturanlar farkına varmasa da, büyük devir sırasında kendi ekseni etrafında dönmektedir. Bunu ise, dünyanın güneş sistemi içerisinde kendi etrafında dönüşüyle birlikte düşünebiliriz. Dönmedolabın genel görünümü ve işleyiş biçimi güneş sistemini andırır. Necatigil'in bu şiiri yazmadan önce bir lunaparkta dönmedolabı uzun uzun seyrettiği anlaşılıyor.
Tam olarak değilse bile, "dönme dolap" ifadesini şiirde "dünya"nın matrisi olarak ele alabileceğimiz anlaşılmaktadır. Yanı sıra, "dönme dolap" ifadesinin göndermesi de önemlidir; çünkü bu matris aslında bir cisim olarak "dünya"yı ama esas olarak da gönderme yoluyla "hayatı" simgelemektedir. Şiir-öznesine göre dünya hayatı bir dönme dolaptır ve sırası geldikçe herkes bu dolaba binecek, zamanını doldurduğunda da inecek, yerini yeni gelenlere bırakacaktır. Şiir-öznesi dönmedolaba binenler değil, binenleri izleyenler arasındadır; dolayısıyla hayatı doya doya yaşayanlar arasında değil, yaşayanları kıyıdan, kenardan seyredenler arasında yer almaktadır. Bu, kenarda kalmış, dışlanmış, çevre edinememiş, yaşam olanakları sınırlı insanın kaderine yapılan bir göndermedir. Doğan Hızlan, "Dönme dolap gibidir dünya, durup da bir yeri incelemeye, anlamaya vakit yoktur, dar vakitte olup biter her şey, arada geçer."[7] derken bunu vurgular.
Şiirde başlık olarak kullanılan ifade, daha önceki kısımda söylemeye çalıştığımız gibi, yeryüzünde nesnelerden bir nesne olmaktan çok, matris olarak ele alındığında bütün hayatı karşılayan bir kavrama dönüşmektedir. Bu dönüşme, dünya ve hayat için birlikte düşünülen "döngü" kavramıyla birlikte söz konusu olduğunda anlam kazanmaktadır hiç kuşkusuz .

"Dönme Dolap"ta şiir öznesi
Şiir konuşma biçemiyle yazılmıştır ve bir karşılıklı konuşma sırasında sarf edilebilecek soru sözleriyle başlar: "Nerden niçin mi geldim / Bilmeden bir şey diyemem, ya siz?" Şiirde konuşan kişi kendini bir varlık olarak ancak kalabalığın içinde konumlandırabilen ama bu konumlandırışta yalnızlığı kader olarak yaşayan biridir. "Dönme Dolap"taki şiir-öznesi bu şiirin yer aldığı Dar Çağ kitabındaki "Kuyruk, Töre" gibi şiirlerde anlatılan ve yanı sıra Necatigil'in daha pek çok şiirinde söz konusu edilen insanla pek de farklı özellikler göstermez aslında. Birbirini tamamlayan, birbirleriyle benzeşen, biri ötekinin yanında kalabalığı tamamlamak için duran kişilerdir bunlar. Ortak paydaları yalnızlık, çevresizlik, sıradanlık vs.dir. Aynı çerçevede olmak üzere "Dönme Dolap"ın "yabancılaşma" eksenli bir şiir olduğu da söylenebilir. Hayattan, coşkudan, lunaparkın (dünyanın) hareketliliğinden yalıtılmış bir şiir-öznesiyle karşı karşıyadır okur. Seçme şansı olmayan, doğrusu buna gereksinim de duymayan, konumunu sorgulamayan, edilgin bir kişi...
Burada, insanın yeryüzündeki varlığına ilişkin olarak Dasein kavramını hatırlamanın tam sırasıdır. Dasein, daha çok Heidegger'ın varlık felsefesi bağlamında ele alınan ve "burada-olma, orada-olma, dünyada-olan, varoluş, zamansal varoluş, varoluşsal farkındalık, varlığın fark edilmesi" gibi çeşitli şekillerde anlamlandırılan bir kavramdır.[8] Necatigil'in şiirindeki kişinin dünya-içindeki-varlığı, dasein kavramını ilk kullanan filozof olan Jaspers'ın bu kavrama yüklediği anlama daha yakın görünmektedir: "[Jaspers'a göre] Dasein tanımlanabilen birtakım özelliklere sahip olup, teorik incelemenin konusu yapılabilen, oradaki varlık veya nesneleşmiş insandır. Yani, Dasein toplum içindeki varlık, yerine başkasının ikame edilebileceği bir atomdur. / [Heidegger] Dasein'ı belirli türden bir varoluşu, insan bireylerinin varolma tarzını tanımlamak amacıyla kullanır. Bu türden bir varoluşun temel ve ayırdedici özelliği, onun varlığın kendisi için bir problem olduğu, varolmanın ne anlama geldiği sorusunu soran bireyin varoluşu (vurgu benim, B.A.) olmasıdır."[9] Necatigil'in "Dönme Dolap" şiirindeki özne, varoluşunun nedenlerini sorgulamayan, bunu önemsemeyen ("hiç önemli değil"), varoluşa ve ölüme bir anlam yükleme çabasında olmayan ("Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım"), dünyanın farkında olmayan ("Bak dediler baktım pek bir şey göremedim") bir insandır. Mehmet H. Doğan, bu insanın nasıllığını, dünya ve toplum içindeki konumunu sorgularken şunları söyler: "Çekingen, kuşkulu, bu dünyaya atılmışlık duygusu içinde, büzüldüğü köşede nasıl kalkıp gideceğini düşünen bir ben."[10]
Yeryüzündeki varlığını umursamaz bir kabullenişle sürdüren, yapılıp edilecekler konusunda herhangi bir sorgulamaya gerek duymayan şiir-öznesi başkalarının etkisinde, güdümünde olduğundan hayat içerisinde "birey" olarak değil, adeta bir nesne olarak, "tanımlanabilecek özelliklere sahip", yerine rahatlıkla başkasının koyulabileceği bir parça şeklinde yer almaktadır. Böyle bir insan ise doğal olarak hayatın içine giremeyip kıyısında duracak, eyleyen bir birey olamayıp seyreyleyen bir kişi olarak kalacaktır. Necatigil'in bu kişiye bakışı eleştirel değildir. Şair bu kişiyi anlatırken aslında toplumu oluşturanların çoğunun bu tip insanlar olduğunun bilincindedir ve deyiş yerindeyse bir durum saptaması yapmaktadır.

Sonuç
Behçet Necatigil'in "Dönme Dolap" şiiri kalabalık içerisindeki bireyin yalnızlığını, kaderine boyun eğişini yer yer simgesel ifadelerle yer yer de bireyin kendi yaşam algısına yaslanan söyleyişlerle dile getiren bir metindir. Hayatın geçiciliği, dünyanın/hayatın bir dönmedolap olarak boşluktaki zaman geçirme döngüsü ve bu kısırdöngüde insanın amaçsızlığı şiirin anlamsal belirleyenleri arasındadır. "Büzüldüğü köşede" tek düşüncesi kendisine ayrılan zamanı doldurup bir an önce çekip gitmek olan bu edilgin kişi, dünyayı ve hayatı "nasılsa öyle" kabullenmiştir. Varlığının nedenlerini sorgulamaması, dünyayı ve hayatı değiştirmek için herhangi bir çaba göstermemesi şiir-öznesinin edilginliğini gösterir.
Necatigil poetikasının tarihçesi içerisinden bakıldığında "Dönme Dolap" şairin ara dönemden ustalık dönemine geçiş sürecinde yazdığı bir metin olması bakımından önemlidir. Bu şiirde hem "hasret burcu" döneminin hem de "hikmet burcu" döneminin izlerini taşımaktadır. "Dönme Dolap"ın gerek biçim ve biçem, gerekse anlam aktarma bakımlarından tipik bir Necatigil şiiri olduğu rahatlıkla söylenebilir.



[1] Béatrice Lenoir, Sanat Yapıtı, YKY, İstanbul 2004, s. 68 (3. baskı, çev.: Aykut DERMAN)
2 Cemal Süreya, "Behçet Necatigil Şiirlerini Nereye Yazardı", Sevda Sözleri, YKY, İstanbul, 1999, s. 191
3 Michael Riffaterre'in Semiotics of Poetry kitabında bu kavramlara yüklediği anlamların açıklaması için bkz.: Hilmi Yavuz, Yazın Dil ve Sanat, Boyut Kitapları, İstanbul 1999 (2. baskı), ss. 156-157
4 Behçet Necatigil, Bile/Yazdı, YKY, İstanbul 1997, s. 46
5 Bu açıklama F. Devellioğlu'nun sözlüğüne göredir: Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara, 2001, s. 552 (18. baskı)
6 Şiirde "matris" kavramının açıklaması için bkz.: Hilmi Yavuz, age, s. 157
7 Doğan Hızlan, Saklı Su, YKY, İstanbul 1996, s. 195
8 "Dasein" kavramının Türkçede açıklamalı karşılanışları için bkz.: Ahmet CEVİZCİ, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul 2002, s. 245 (3. baskı); A. Güçlü-E. Uzun-S. Uzun-Ü. H. Yolsal, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara 2003, ss. 658-659 (2. baskı); Paul Hühnerfeld, Heidegger: Bir Filozof Bir Alman, Gündoğan Yay., Ankara 1994, s. 71 (çev.: Doğan Özlem); A. Kadir Çüçen, Heidegger'de Varlık ve Zaman, Asa Yay., Bursa 2003, s. 135 (3. baskı)
9 Ahmet Cevizci, age, s. 245
10 Mehmet H. Doğan, Şiirin Yalnızlığı, Broy Yay., İstanbul 1986, s. 179



Bâki Asiltürk