23 Ağustos 2016 Salı

türk edebiyatında düzyazı - nurullah çetin

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Türk düzyazısının belli başlı özelliklerini öğrenecek,
• Türk düzyazısının türleri hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
İçindekiler
• Giriş 177
• Türk Düzyazısının Türleri 177
• Türk Düzyazısının Dönemleri 178
• Özet 198
• Değerlendirme Soruları 198
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 199
Çalışma Önerileri
• Düzyazı türünde okuduğunuz kitapların hangi düzyazı türüne
ait olduğunu bulmaya çalışınız.
• Düzyazıyla şiir arasındaki farkları irdelemeye çalışınız.
ÜNİTE 9 Türk Edebiyatında Düzyazı
Yazar
Yard. Doç. Dr. Nurullah ÇETİN

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Düzyazı (nesir), en genel anlamda nazma ait vezin, kafiye gibi unsurlara yer vermeyen;
anlatılmak istenen meramı, anlamın kendi içinde tamamlandığı cümleler
halinde dile getiren yazılı metinlere denir. Düzyazıda genellikle dilbilgisi kurallarına
uyulur. Anlam tek boyutludur, başka yan anlamlara çağrışım imkânı yoktur.
Düzyazı (nesir) biçiminde yazılan eserlere mensur eser, düzyazıyla yazan kimselere
nâsir denir.
Türk edebiyatının ilk yazılı metinleri VIII. yüzyılda dikilmiş olan Orhun Yazıtlarıyla
verilmiştir. O zamandan beri de yazılı metinler verilmeye devam etmektedir. Türk
düzyazısını türlerine göre üçe, dönemlerine göre de ikiye ayırmaktayız.
2. Türk Düzyazısının Türleri
2.1. Sade Düzyazı
Halkın konuşma diliyle yazılmış, sanat oyunlarına ve süslü ifadelere yer vermeyen,
kolay anlaşılan düzyazıdır. Geniş halk kitlelerine değişik konularda bilgi vermeyi
amaçlayan Kur'an tercüme ve tefsirleri, hadis kitapları, evliyaların kerametlerine
yer veren menakıpnameler, ilmihâl, vaaz kitapları, tasavvufî eserler, halk
hikâyeleri, anonim Osmanlı tarihleri genellikle bu düzyazı türüyle kaleme alınmışlardır.
Tanzimattan sonra batıdan yeni türlerin girmesiyle birlikte de kimi roman ve
hikâyeler, tiyatrolar, eleştiri, deneme, gazete ve dergi yazıları da sade düzyazıyla
yazılmıştır.
2.2. Sanatlı Düzyazı (Süslü Nesir-İnşa)
Türkler, özellikle X. yüzyıldan itibaren kitleler hâlinde ve devlet olarak İslâmiyeti
benimsemelerinden itibaren, İslâm medeniyeti etkisinde yeni bir kültür ve edebiyat
geliştirmeye başladılar. Bu edebiyat ağırlık olarak XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir.
İşte bu süre içerisinde aydın kesimin ortaya koyduğu edebiyata Divan edebiyatı
diyoruz. Divan edebiyatı bir anlamda şiir demek ise de düzyazı (nesir) türünde de
eserler verilmiştir. İşte Divan edebiyatındaki güzel yazma amacını taşıyan bu türe
süslü nesir ya da inşa, bu metinleri yazanlara münşi ve bu metinlerden oluşmuş eserlere
de münşeât denmektedir. Tanzimattan sonra okullarda okutulan yazı -kompozisyon
derslerine de inşa adı verilmiştir.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 177
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
İnşa adı verilen Divan düzyazılarının dili genellikle Arapça ve Farsça sözcük ve
tamlamalarla dolu, secili, cümleler uzun ve sanatlıdır. Bu nesir türüyle yazılmış metinleri
belli bir kültür ve eğitim düzeyine erişmiş olan kesim anlayabilir.
2.3. Orta Düzyazı
Süslü nesir ile sade düzyazı arasında yer alan bir düzyazı türüdür. Hem halkın konuşma
dilinden farklı bir kültür diline sahiptir, hem de süslü nesrin sanatlı
üslûbundan uzaktır. Doğrudan doğruya anlatılmak istenen meram ortaya konmaya
çalışılır. Birçok dinî, ahlâkî, siyasî, coğrafî, tarihî eserler, biyografiler genellikle bu
düzyazı türüyle yazılmıştır.
3. Türk Düzyazısının Dönemleri
Yazılı ilk düzyazı örneklerinin bulunduğu dönemde bilimsel adıyla Eski Türkçe
döneminde yazılan, Orhun nehri kıyısına dikilen Orhun Yazıtlarıdır. Bunlara yazıt
denir; çünkü taş üzerine kazınarak yazılmış düzyazılardır. Bunlardan üçü çok bilinir;
Kültigin Yazıtı, Bilge Kaan Yazıtı, Tonyukuk Yazıtı. Ayrıca, Ongin ırmağı kenarında
Ongin Yazıtı, Şine-Usu gölü kıyısında Şine-Usu Yazıtı gibi yazıtlar da vardır. Orhun
yazıtlarından iki yüzyıl öncesinde yazılan; fakat bulunuşu daha geç olan Yenisey
Yazıtları vardır. Orhun Yazıtları etkileyici bir anlatımla, söylev türünde ve çok
işlenmiş olduğu belli bir dille yazılmıştır.
Uygur Türkçesiyle yazılmış yazıtlar ve yazmalar vardır. Altun Yaruk ile Irk Bitik (Fal
Kitabı) bu yazmalardandır. Bunlarda Göktürk alfabesi kullanılmıştır. Huastuanift
(Tövbe Duası), hem Uygur hem Mani alfabesiyle yazılmıştır. Sekiz Yükmek, Uygur
alfabesiyle yazılan bir din kitabıdır.
Türk düzyazısına matematik, astronomi, tıp gibi fen bilimlerinin; tarih, coğrafya gibi
sosyal bilimlerin; din gibi felsefe biliminin yayılması ve bunlarla ilgili çevirilerin
girmesi İslâmiyetin benimsenmesinden sonra olmuştur. Kaşgarlı Mahmut'un yazdığı
Divan ü Lügat-it Türk adlı sözlüğü de bu dönem için düzyazı örneği sayabiliriz.
3.1. Klâsik Türk Edebiyatında Düzyazı
VIII. yy. - XIX. yy. arası dönemde özellikle belli bir eğitim ve kültür düzeyine sahip
yazarlar tarafından değişik türlerde düzyazı örnekleri ortaya konmuştur. Bunları
burada kısaca tanım düzeyinde belirteceğiz. Türk edebiyatındaki tarihsel gelişimlerini
ise "Çağdaş Türk Edebiyatında Düzyazı" bölümünde yer alan türler bünyesinde
vereceğiz.
Tezkire: Edebiyatçıların, sanatçıların ya da başka alanlarda ün yapmış kişilerin kısa
hayat hikâyelerine ve özelliklerine ya isimlerinin harf sırasına ya da zaman sırasına
göre düzenlenen biyografi kitaplarıdır.
178 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Münşeat: Mektupların, resmî yazıların, güzel yazı örneklerinin ve kısa mensur
metinlerin bir araya toplandığı eserlerdir.
Letâifname: Fıkraların, hicivlerin, mizahî metinlerin bir araya getirildiği eserlerdir.
Seyahatname: Bir kişinin gezip gördüğü yerlerin güzellikleri, ayırıcı özellikleri, insanlarının
örf ve âdetleri hakkında yazdığı gezi yazılarının toplandığı eserlerdir. Bu
türün en önemli örneği Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesidir.
Sefaretname: Yabancı bir ülkeye elçi olarak gönderilen bir görevlinin o ülkenin
siyasî yapısı, örf ve âdetleri, gelişmişlik düzeyi, değişik özellikleri hakkındaki izlenimlerine
yer verdikleri eserlerdir.
Siyasetname: Devlet yönetiminde görev alacak yönetici adaylarına devletin nasıl
yönetileceği hakkında bilgi veren, öğütlerde bulunan ahlâkî-didaktik eserlerdir.
Bunların dışında Klâsik dönemde halk edebiyatında da halk hikâyeleri, fıkralar,
masallar, efsaneler gibi türlerde düzyazı örnekleri verilmiştir.
3.2. Çağdaş Türk Edebiyatında Düzyazı
3 Kasım 1839 tarihinde ilân edilen Tanzimat Fermanıyla birlikte Türk toplum ve
devleti, hemen her alanda batılılaşma sürecine girdi. Bu yeni eğilim kendini edebiyat
alanında da gösterdi ve Türk edebiyatına özellikle düzyazı alanında birçok yeni
tür girdi. Ayrıca dilde sadeleşme anlayışı da kendini göstermeye başlayınca, eskiye
göre bu dönemde Türk düzyazısı bir ölçüde sade bir dil ve anlatıma kavuştu. 1860'lı
yıllardan günümüze kadar devam edegelen Türk düzyazısını türlere göre ana hatlarıyla
şöyle değerlendirebiliriz:
3.2.1. Bilgi ve Yorum Aktarımına Dayalı Türler
Bu bölümde toplanan düzyazı türleri, roman, hikâye, tiyatro gibi sanat yapma amacı
taşımayan doğrudan doğruya gerçek bilgilerin aktarımına ve yorumuna dayalı
olan bilgilendirme ve ifade yollarıdır. Bunlar daha çok belli bilim ve sanat kesimleri
için olmayıp, genel halk kitleleri için yayımlanan gazete ve dergilerde yayımlanır ve
genellikle halkın anlayabileceği bir düzyazı diliyle kaleme alınırlar. Bunların başlıcaları
şunlardır:
3.2.1.1. Haber Yazısı
Belli bir zamanda ve yerde olmuş olayları merakı giderecek düzeyde ayrıntılı ve anlaşılır
bir dille aktaran yazılara denir. Haber yazılarında inandırıcılık, belgelere dayanma,
olayı tüm boyutlarıyla aktarma, yansız davranma, okuyucunun farklı yo-
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 179
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
rumlamasına imkân vermeyecek şekilde, açık ve anlaşılır bir dil ve üslûpla aktarılması
gibi unsurlara dikkat edilir.
3.2.1.2. Fıkra
Gazete ve dergi gibi süreli yayınlarda, bir yazarın periyodik olarak genel bir başlık
altında günün sosyal ve siyasî olaylarını kendi bakış açısına, siyasî, ideolojik eğilimine
ve düşünce yapısına göre değerlendirdiği kısa yorum yazılarına fıkra denir.
Türk edebiyatında fıkra yazarlığı ne zaman başlamıştır?
Türk edebiyatında fıkra yazarlığı, Şinasi'nin 1860 yılında Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları
Tercüman-ı Ahval gazetesindeki yazılarıyla başlamıştır. O zamandan günümüze
kadar fıkra yazan başlıca yazarlar şunlardır: Namık Kemal, Ahmet Rasim,
Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Burhan Felek, Peyami Safa, Refi Cevat Ulunay,
Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Bedii Faik, Necip Fazıl Kısakürek, Nazlı
Ilıcak, Rauf Tamer, Ahmet Kabaklı, Çetin Altan, Oktay Ekşi, Uğur Mumcu, Abdi
İpekçi, İlhan Selçuk, Ergun Göze, Hasan Pulur, Mehmet Barlas, Fehmi Koru, Taha
Akyol, Gürbüz Azak, Ahmet Taşgetiren, Cengiz Çandar, Yavuz Gökmen, Gülay
Göktürk.
3.2.1.3. Makale
Öğretici düzyazının bir türü olan makale, bir düşünür, bilim adamı ya da araştırmacının
seçtiği bir konuda kendi duygu ve düşüncelerini delil, bilgi, bulgu, belge ve
diğer kaynaklardan da yararlanarak açıkladığı ve kesin yargılarla sonuca ulaştığı
yazı türüdür.
Makaleler, içeriklerini belirleyen konularına göre birçok türe ayrılır. Örneğin resim,
müzik, tiyatro gibi sanat dallarını ele alan makalelere sanat makalesi, ulusal ya da
uluslararası politika konularını irdeleyen yazılara politik makale, askerlikle ilgili bir
konuyu işleyen yazıya askerî makale, psikolojik konulara değinen yazılara psikolojik
makale, bir bilim dalıyla ilgili makalelere bilimsel makale, dinî konuları işleyen yazılara
da dinî makale denir.
Makaleler genellikle gazetelerde, popüler ve bilimsel dergilerde yayımlanır. Gazetelerin
çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel fikrî yapısını temsil
eden yazılara başmakale, bu yazıyı yazan kişiye de başyazar denir.
Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860'ta çıkan
Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımlamıştır.
180 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
?
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3.2.1.4. Röportaj (Mülâkat)
Mülâkat ya da röportaj, karşılıklı buluşmak, görüşmek demektir. Kendi uzmanlık
alanlarında tanınmış kişilerle hayatları, çalışmaları, eserleri ya da istenilen herhangi
bir konuda sorulu cevaplı olarak karşılıklı konuşma, görüşme ve bunların yazıya
geçirilmesine röportaj denir.
Röportajlar her zaman yüz yüze mi yapılır?
Bazı röportajlar, yüzyüze yapılabildiği gibi bazısı da yazılı soruların verilip cevapların
daha sonra yazılı olarak alınması şeklinde de olabilir.
Röportajlar genellikle soru-cevap tarzında olur. Ancak bazı yazarlar röportajı
hikâye kurgusu ve üslûbu içinde vermeyi tercih ederler. Metin içerisinde kendi
duygu, düşünce ve izlenimlerini de aktarırlar. Çoğu röportaj, gezi yazısıyla iç içe sunulmaktadır.
Gazeteciler, ülke içinde başka şehir ya da ülke dışında başka ülkelere
gazetecilik çalışması için gittiklerinde oralarda yaptıkları röportajları ve gezi izlenimlerini
birlikte, aynı kurgu içinde kaleme almaktadırlar.
Türk edebiyatında röportaj türünün ilk örneklerini Evliya Çelebi vermiştir. Modern
anlamda ise Ruşen Eşref Ünaydın'ın Diyorlar ki (1918); adlı çalışması bu türde verilmiş
ilk örnek arasındadır. Bunun dışında diğer bazı röportajlar şunlardır: Hikmet
Feridun Es, Bugün de Diyorlar ki (1932), Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar
(1960); Gavsi Ozansoy, 40 Yıl Sonra Diyorlar ki (1962); Tahir Kutsi, İç Göç
(1964); Halil Aytekin, Doğuda Kıtlık Vardı (1965); Abdi İpekçi, Liderler Diyor ki
(1969); Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştan Başa (1971); Fikret Otyam, Gide Gide 10 (1969);
Yaşar Nabi Nayır, Edebiyatçılarımız Konuşuyor (1976, konuşmalar değişik kişiler tarafından
yapılmıştır.); İsmail Parlatır-İnci Enginün - Orhan Okay - Zeynep Kerman
- Kâzım Yetiş - Necat Birinci, Röportajlar (1997).
Türkiye gazetelerinde röportaj çalışmaları yayımlanan başlıca gazeteciler arasında
şunları sayabiliriz: Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Vasfiye Özkoçak, Füsun Özbilgen,
Leyla Umar, Nuriye Akman, Ayşe Arman, Fehmi Koru, Yazgülü Aldoğan,
Hüsamettin Aslan.
Aşağıda Haldun Taner'le yapılan bir röportajı görüyorsunuz:
- Keşanlı Ali Destanı'nı yazmaya sizi neler zorladı?
- Her yazarın bazı sevgili temaları oluyor. Mitosların kulis arkasını deşmek de beni en çok
saran temalardan biri. Lûtfen Dokunmayın tarih plânında bir Baltacı hiyaneti efsanesinin
tartışmasını yapıyordu. Keşanlı Ali Destanı ise gecekondu ortamında bir kahramanlık
mitosunun parodisini yapıyor.
. . . . .
- Bu oyununuzu alışılmış müzikallerden ayıran özellikler neler?
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 181
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
- Alışılmışlıktan kastiniz Amerikan modeli müzikallerse, hemen söyliyeyim ki, bu tarza
karşı ne ilgim, ne de sempatim var. İlerde olacağını da hiç sanmam. Biz bambaşka bir
yolun yolcusuyuz. Keşanlı Ali Destanı ile yepyeni bir halk tiyatrosu üslûbuna gitmeyi
deniyoruz. Amacımız akşam yemeğinden sonra hazmı kolaylaştıran bir eğlence sağlamak
değil. Söyleyeceğini güldürü kılığında söyleyen, seyirciyi tedirgin eden aktif bir
uyarı tiyatrosu.
. . . . .
- Keşanlı Ali Destanı'nın kahramanları hayattan mı alınmadır?
- 1960'ta ünlü bir kondu efesinin vurulması beni çok ilgilendirmişti. Yerinde incelemeler
yaptım. Olayın kahramanları ile aileleri ile görüştüm. Arkadaşım Mehmet Kemal'in
aracılığı ile tanıkları buldum. Konuştum. Oyunun hareket noktası o olay oldu.
Ama oyundaki Keşanlı Ali daha çok da kendi fantazimin ürünüdür. Deli Bozuk Zilha,
1962'de Keşanlı Ali tipi kabare tiyatrosunda Gültepe No.8 adlı şansonla sunduğum gecekondulu
kızın gelişmiş bir portresidir. Helâcı Şerif Abla ise on beş yıl önce yayınlanan
Bayanlar 00 hikâyemin kahramanı.
- Oyununuzu yazarken, gecekondu çevreleriyle ilgiler kurdunuz mu?
- Gecekondu bölgelerine karşı ilgim ve sevgim yeni değil. Altındağ'ı, Taşlıtarla'yı çoğu
dostum benim aracılığımla tanımışlardır. Kondulara ait gazete haberlerini, onlar
üzerine iktisadî raporları ilgi ile izlerim. Gecekonduları sade canayakın insanlardan
ötürü değil, ayrıca toplumumuzun küçük çapta bir maketi saydığım için de çok ilginç
buluyorum.
Konuşan: Ayhan Sümer
3.2.1.5. Tefrika (Dizi Yazı)
"Tefrika" ayrılık, ayrılma, bölünme, ayırma, bölme demektir. Terim anlamı ise gazete,
dergi gibi süreli yayınlarda bölüm bölüm, parça parça birbirinin devamı olarak
yayımlanan uzun metindir.
Gazetelerde genellikle romanlar, pehlivan hikâyeleri, anılar, uzun röportajlar tefrika
hâlinde yayımlanır.
Tefrika romanı: Gazete ve dergilerde her sayıda bir parçası yayımlanan geniş okuyucu
kitlesinin ilgisini çeken, sürükleyici, akıcı romandır.
Türk edebiyatında ilk dizi olarak yayımlanan eser, Şinasî'nin Şair Evlenmesi
adlı piyesidir. Bu eser 1860'ta Tercüman-ı Ahval gazetesinin 2-5. sayılarında tefrika
edilmiştir.
3.2.1.6. Gezi Yazıları
Eskiden gezi notlarının kaleme alındığı eserlere "seyahatname" deniyordu. Modern
zamanlarda ise Türkçe bir sözcük olan "gezi" terimi tercih edildi.
182 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Gezi yazısı, bir kişinin ya da grubun yurdun değişik bölgelerine ya da başka ülkelere
değişik amaçlarla yaptıkları gezilerde gözleyip izlediklerini, tespitlerini, ele geçirdikleri
bilgi ve bulguları, oralarla ilgili duygu ve düşüncelerini anlattıkları yayınlara
denir.
Gezi yazarı gezip gördüğü yerlerin hem kendisi hem de okuyucular için tarihî ve
coğrafî açıdan ilgi çeken yönlerini, özelliklerini, kültürel, jeolojik güzelliklerini, halkının
gelenek, görenek, töre ve âdetlerini akıcı, ilgi çekici ve etkili bir üslûpla kaleme
döker.
Gezi yazıları genellikle mensur ise de manzum olanlar da vardır. Gezi yazarları,
gözlem ve izlenimlerini daha çok tasvîrî bir üslûpla kaleme alırlar. Bazı yazarlar,
olay ve olguları olduğu gibi aktarırken, bazıları günlük, mektup , röportaj gibi türlere
ait tekniklerle yazma yöntemini tercih ederler.
Dünya edebiyatının en önemli seyahatnameleri arasında 13. yüzyılda yayımlanmış
Marko Polo'nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatnamesi ve 14. yüzyılda
yaşamış Arap gezgin İbn-i Batuta'nın İslâm dünyası gezilerini konu edinen
Seyahatnamesi yer alır.
Türk edebiyatının ilk seyahatname eserleri arasında Farsça yazılan Hoca Gıyaseddin
Nakkaş'ın Acâibü'l-Letâif adlı eseriyle Ali Ekber Hatâî'nin 1515'te yazdığı
Hıtâînâme adlı eseri sayılabilir.
Seydî Ali Reis (ö.1562) Mir'atü'l-Memâlik (1557) adlı seyahatnamesinde Belücistan,
Hindistan, Afganistan, Buhara, Maveraünnehir'le ilgili gözlemlerini ve yaşadığı
olayları anlatmıştır. III. Sultan Murat (1575-1575) döneminde Tokatlı İbrahim oğlu
Ahmet, Acâibname-i Hindistan adlı eserinde Kabil, Hindistan, Basra, Yemen, Hicaz
izlenimlerini aktarır.
Trabzonlu Mehmet Aşık'ın (1555-?) Menâzıru'l-Avâlim adındaki eseri de gezi edebiyatının
önemli eserlerindendir.
Türk edebiyatının en önemli seyahatname eserlerinden biri Evliya Çelebi'nin
(1611-1682) 10 ciltlik seyahatnamesidir. Evliya Çelebi , 40 yıllık gezilerinden elde ettiği
coğrafî, etnografik, tarihî, kültürel pek çok bilgiyi akıcı ve mübalâğalı bir üslûpla
kaleme almıştır.
Türk edebiyatında "seyahatname" adıyla birçok eser yazıldığı gibi, adı "seyahatname"
olmadığı hâlde bu türe özgü özellikler gösteren başka eserler de vardır.
Pirî Reis'in Bahriye adlı eseri buna bir örnektir.
İlk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak gönderilen devlet memurlarının
gittikleri ülkenin yaşama biçimi, kültürel özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim
kuşamları, sokakları, şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında
Türk okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 183
!
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke
ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir.
Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren menâzil kitapları, her
gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi türüne ilişkin bilgiler içermektedirler.
Haydar Çelebi Rûznâmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Keçecizade İzzet Molla (1785-1829) sürgüne gönderildiği Keşan ve İstanbul'a dönüş
izlenimlerini Mihnet-Keşan (1269) adlı eserinde anlatır.
Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi'nde dört yıl din bilgisi hocası olarak kaldığı
Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır.
Türk edebiyatında modern zamanlarda da yurt içine, İslâm dünyasına, Batıya ve
başka ülkelere yapılmış pek çok gezinin notları yayımlanmıştır.
3.2.1.7. Günlük
Roman, hikâye gibi kurmaca gerçekliğe dayalı edebî türlerden ayrı olarak gerçek
gerçekliğe dayalı edebî türlerden biri olan günlük, bir kişinin her gün, o günkü
önemli ve kayda değer bulduğu olayları, gözlemlerini, izlenimlerini, duygu, düşünce
ve hayallerini kaleme aldığı notlara denir. Günlük notlarının başına o günün
tarihi atılır. Bu notlar daha sonra kronolojik olarak toplanıp kitap haline getirilir.
Ancak tarihi düzensiz günlükler de vardır. Günlükler, çoğunlukla yazarın gerçek
yaşantılarını ve bu yaşantılardan çıkardığı tecrübeleri ve sonuçları içerir.
Türk edebiyatında İzzet Melih'in Sermet (1918) ve Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu
(1922) adlı romanları bir bakıma günlük-roman örneği olarak gösterilebilir.
Roman kahramanı Sermet, günlük yaşantısını yer ve tarih vererek aktarıyor. Bu bölümler
birer günlüktür. Müftüoğlu Ahmet Hikmet'in Gönül Hanım (1920) romanının
"Mehmet Tolun Bey'in Rûznamesi" başlıklı kısmı da günlük tarzında tutulan
notlardan oluşmaktadır.
Hemen hemen her meslekten kişiler günlük tutmaktadırlar. Ancak bu türde yazmayı
en fazla edebiyatçı olanlar, yani şair ve yazarlar tercih etmektedirler.
Başlangıcından 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ortaya konan günlükler, genellikle
faydaya dönük gündelik işlerin kayıtlarından ve seyahat notlarından oluşan ve bildiğimiz
anlamda modern günlük türünün ayırıcı özelliklerini kazanamamış klâsik
metinlerden oluşmaktaydı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ise günlük, edebî bir
tür olma özelliğini kazanmaya başladı. Modern günlük metinlerinde yazarın gün
içindeki anlık durumları, refleksleri, duygu ve düşünceleri ön plâna çıkmıştır. Metnin
kurulmasında çağrışımların önemli bir payı vardır. Yazar, içe bakış tekniğiyle
bilinçaltını deşifre eder.
184 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Günlük tutmaya pek fazla rağbet edilmeyen Türk edebiyatında bu türün Tanzimattan
sonra ortaya çıktığını görüyoruz. Tanzimattan önce ortaya konan vakâ'yinâme,
seyâhatnâme, sefâretname gibi eserlerde günlük türüne özgü kimi nitelikler bulunabilirse
de bu eserler esas itibarıyla günlük değillerdir. Ancak bu arada Sünbülî
Şeyhi Seyyid Hasan Efendinin 1660-1664 yılları arasındaki dergâh hayatıyla ilgili
Sohbetnâme adlı notlarını günlük türü içinde değerlendirmek gerekir.
Bizde batılı anlamda ilk günlük yazarı Şair Nigâr Bint-i Osman (1862-1918)'dır.
Nigâr Bint-i Osman 20 defter tutarındaki notlarının başına o günün tarihini koymuş
ve günlüklerinin bir kısmı Hayatımın Hikâyesi (1959) kitabında yayımlanmıştır.
Şair bu eserinde genellikle çocukluğu, evlilikleri, boşanmaları gibi başından geçen
olayları, çektiği acı ve çileleri anı üslûbuyla aktarmıştır.
Türk edebiyatında devlet yöneticileri, sanatçı, edebiyatçı, yazar, bilim adamı gibi
değişik kesimlerden kişiler günlük tutmuşlardır. Bunları genel özellikleri itibarıyla
şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a. Siyasî ve Askerî Muhtevalı Günlükler
Türk-Hint İmparatorluğunun kurucusu, devlet adamı, şair, nakkaş, hattat,
musikîşinas Babür Şah (1483-1330)'ın Türk -Çağatay nesrinin önemli eserlerinden
olan Vakâyi' (Babürname) adlı eserinde asker, devlet adamı, sanatçı ve sade bir vatandaş
olarak başından geçen olayları, gezip gördüğü yerleri, tanıştığı kimseleri, başarılarını
ve zaaflarını günü gününe anlatmıştır.
Devlet-i Aliyye Teşrifatçıbaşısı Ahmet Ağa Sadrazam Kara Mustafa Paşanın
1683'teki İkinci Viyana Kuşatması sırasında 10 Temmuz ile 14 Eylül arasındaki olayları
Vekâyi-i Beç adlı günlüğüne günü gününe kaydetmiştir. Aslı Viyana Millî Kütüphanesinde
bulunan bu günlüğü Richard F. Kreutel, Almancaya çevirerek yayımlamış,
Türkçeye de Esat Nermi Viyana Kuşatması Günlüğü ve Müjdat Kayayerli, Viyana
Önlerinde Kara Mustafa Paşa adıyla çevirip yayımlamışlardır.
Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran ve Mısır Seferinin günlüğü Haydar Çelebi Rûznamesi
adıyla yayımlanmıştır.
III. Selim'in sır kâtibi olan Ahmet Efendi (Ahmet Faiz)'nin Rûznamesi, 15 Mart 1791-
Aralık 1802 tarihleri arasında III. Selim'in her gün resmî ve gayri resmî olarak neler
yaptığı konusunda bilgiler vermektedir. Bu eser, V. Sema Arıkan tarafından "III. Selim'in
Sır Kâtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan Rûzname"adıyla yayımlanmıştır.
Sahaflar Şeyhi Esat Efendi, II. Mahmut'un Çanakkale ve Edirne seyahatine ait notları
günlükler halinde tutmuş ve bunları Sefernâme-i Hayr, Rumeli Seyahati (1837)
nin günlüklerini de Ayatü'l-Hayr adıyla toplamıştır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 185
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Sultan Reşat ve Vahdettin'in saray başmabeyinciliğini yapmış olan Lütfi Simavi,
görevi esnasında tutmuş olduğu notları 1924'te Sultan Mehmet Reşat Hanın ve Halefinin
Sarayında Gördüklerim adıyla yayımlamıştır.
Orgeneral İzzettin Çalışlar'ın Balkan, Birinci Dünya ve İstiklâl Savaşlarıyla ilgili
notları günlükler hâlinde On Yıllık Savaşın Günlüğü - Org. İzzettin Çalışlar'ın Günlüğü
(1997) adıyla yayımlanmıştır. Günlüğü İsmet Görgülü ve İzzeddin Çalışlar yayına
hazırlamışlardır.
Atatürk, Anafartalar Savaşı sırasında tuttuğu günlüğü (Belleten 28. sayı, 1943)
nü bir okul defterine kaydetmiştir.
1922'li yıllarda Falih Rıfkı Atay, genellikle Kurtuluş Savaşı ile ilgili günlüklerini
Çankaya (1961) adıyla yayımlamıştır. Ayrıca 1922'de Cemal Tollu da Kurtuluş Savaşı
ile ilgili günlük tutmuştur (Türk Dili, Nisan 1962, C.XI,S.127,s.601).
Siirt Mebusu Mahmut Bey de 1922 yılı Millî Mücadele notlarını günlük halinde
"Türkün Kaderini Değiştiren Ay" adıyla yayımlamıştır.
Ruşen Eşref Ünaydın, bazı günlüklerini Ayrılıklar (1923), Atatürk'ü Özleyiş (1957)
gibi kitaplarında yayımlamıştır.
Samet Ağaoğlu da özellikle Demokrat Parti'nin kuruluşu ile ilgili tuttuğu günlükleri
Siyasî Günlük (1992) adıyla yayımlamıştır.
b. Seyahat Günlükleri
Bazı yazarlar, gezip gördükleri yerlerle ilgili izlenimlerini, yapıp ettiklerini, görüşmelerini,
görevleriyle ilgili çalışmalarını günlük tutarak not etmişlerdir. Duyûn-ı
Umûmiye Müfettişi Ali Bey (1844-1899) tarafından yazılan Seyahat Jurnali (1898) adlı
eser, bir seyahatname ise de günlük türüne özgü bazı özelliklere de sahiptir. Ali
Bey, bu eserinde 1885-1888 yılları arasındaki Güneydoğu Anadolu, Musul, Bağdat
ve Hindistan'a yaptığı üç yıllık seyahatiyle ilgili notlarını sade, gösterişsiz bir
üslûpla kaleme almıştır. Bu eser, bazı ayıklamalarla birlikte Şemsettin Kutlu tarafından
Lehçetü'l-Hakâyık adlı kitap içerisinde yeni harflere aktarılarak yayınlamıştır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 1910 ve 1911 yıllarında Avrupa'ya düzenlediği seyahatlerde
Avrupa seyahatiyle ilgili gezi günlükleri tutmuştur. Bu günlüklerinin başına
tarih koymuş ve Avrupa'da bulunduğu sıralarda kaldığı yerler, gezdiği değişik
mekânlar, görüştüğü kimseler ve tüm yapıp ettikleri hakkında bilgi vermiştir. Ahmet
Hikmet'in günlükleri M.Kayahan Özgül'ün hazırladığı Bîgâne Durmayın Aşinanıza,
Müftüoğlu Ahmet Hikmet'in Mektup, Şiir ve Günlükleri (1996) adlı eserin "Avrupa'da
Bir Cevelan" adıyla 3. bölümü olarak yayımlanmıştır.
186 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ahmet Refik Altınay, 1918'deki Kafkasya gezisini Kafkas Yollarında (1919) adlı eserinde
aktarmış, Mustafa Butbay'ın, 1920 yılında düzenlediği Kafkasya gezisiyle ilgili
izlenimleri de Kafkasya Hatıraları adıyla yayımlanmıştır.
Falih Rıfkı Atay, 1949'da Zonguldak, Amasra gibi yerlere düzenlediği gezi düşüncelerini
Cumhuriyet gazetesi (Ağustos 1949) nde günlük halinde yayımlamıştır.
Burhan Arpad'ın Uçuş Günlüğü (1959), Gezi Günlüğü (1962), Günü Gününe (1962),
Avusturya Günlüğü (1963) gibi kitaplarında yer alan günlükleri genellikle seyahat
notlarıdır. Aynı şekilde Selahattin Batu da seyahat günlüklerini İsviçre Günleri
(1966), Avusturya ve Venedik Günleri (1970) gibi kitaplarında toplamıştır.
Bu türde yazılmış diğer bazı günlükler: Samiha Ayverdi, Yer Yüzünde Birkaç Adım
(1984); İhsan Süreyya Sırma, Tunus Hatıraları (1985); Demir Özlü, Berlin Güncesi
1989 İlkbaharı (1991); Ata Anbarcıoğlu, Gezi Anıları (tarihsiz); Murat Özsoy, Turkuaz
Günlüğü (1990); Ahmet Bican Ercilasun, Moğolistan ve Çin Günlüğü (1991).
c. Edebiyat, Sanat ve Kültür Muhtevalı Günlükler
Türk edebiyatında günlük türünde en çok edebiyatçılar ürün vermişlerdir. Onların
tuttuğu günlüklerde kendi şahsî yaşantıları, sosyal ve siyasî fikirleri, eserleri ve sanatçı
kişilikleri ilgili bilgileri bulabildiğimiz gibi içinde yer aldıkları sanat ve edebiyat
çevreleriyle ya da dönemlerinin sosyal ve siyasî olaylarıyla ilgili bilgiler de bulmaktayız.
Bu bakımdan bu günlükler değişik açılardan önemli zenginlikler içermektedirler.
Ömer Seyfettin, Balkan Savaşı sırasında tuttuğu günlüklerini Balkan Harbi
Rûznâmesi, 1917'den sonra kaleme aldığı günlüklerine de Rûzname adını vermiştir.
Ömer Seyfettin'in bir kısım günlükleri Türk Dili (Nisan 1962, S.127, s.586-590) 'nin
Günlük özel sayısında da yayımlanmıştır.
Ali Canip Yöntem de 1920'de Ömer Seyfettin'in hastalığı ve ölümüyle ilgili tuttuğu
günlükleri yayımlamıştır ("Ömer'in Ölüm Hastalığına Dair Notlarım", Ömer Seyfettin,
1947).
Cumhuriyet döneminde yayımlanan ilk günlük kitabı Günlük (1955) adıyla Salah
Birsel'e aittir.
Salah Birsel, 20 Ocak 1949-4 Mayıs 1955 tarihleri arasındaki günlüklerinin toplandığı
bu kitabında genellikle edebiyatla ilgili sorunlara yer vermiştir. İkinci günlük
kitabı Kuşları Örtünmek (1976) 1972-1975 yıllarını kapsar. 1982'de Hacıvat Günlüğü,
1986'daYaşlılık Günlüğü,1988'de Aynalar Günlüğü, 1992'de Yalnızlığın Fırınlanmış
Kokusu adlı kitaplarını çıkardı. Birsel, günlüklerinde daha çok şiir ve sanat konularına
yer vermiştir. Kendine özgü bir üslûp geliştirmiş, hiç duyulmamış sözcükler
üreterek canlı, ilgi çekici bir konuşma üslûbunu yakalamıştır.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 187
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Nurullah Ataç, 1953'ten 1957 yılına kadar yazdığı günlüklerini gazetelerde yayımlamış;
daha sonra bunlar toplanarak önce 1960'ta, daha sonra 1972'de iki cilt halinde
yayımlanmıştır. Ataç, günlük yazmaya Fransızca haftalık Carrefour gazetesinde çıkan
Monsieur Maurois'nın "Le Journal d'Andre Maurois" adlı güncesinden etkilenerek
ve ona özenerek yazmaya başlamıştır.
Nurullah Ataç'ın günlükleri kendi özel hayatından ve yapıp ettiklerinden çok,
okuduğu kitapların, dergilerin, gazetelerin, görüp duyduklarının kendisinde bıraktığı
izlenimleri, çağrışım yoluyla oluşan düşünceleri aktarmıştır. Üzerinde
durduğu en önemli konular arasında Türkçenin Arapça ve Farsçadan gelmiş yabancı
sözcüklerden kurtulması için ortaya koyduğu düşünceler, sanat, edebiyat
tartışmaları yer almaktadır.
Yayımlanmış günlük türündeki bazı eserlere şu örnekleri verebiliriz: Oktay Akbal,
Günlerde (1968), Anılarda Görmek (1972), Yeryüzü Korkusu (1983), 80'lerde Bir Yazar
(1994); Tomris Uyar, Gündökümü 75 (1977), Sesler, Yüzler, Sokaklar (1981), Günlerin
Tortusu (1985), Yazılı Günler (1989); İlhan Berk, Elyazılarına Vuruyor Güneş (1983),
İnferno (1995); Oğuz Atay, Günlük (1988); Cahit Zarifoğlu, Yaşamak (1990); Cemal
Süreya, 999. Gün / Üstü Kalsın (1991); Necati Cumalı, Yeşil Bir At Sırtında (1991);
Vüs'at O. Bener, Bay Muannit Sahtegî'nin Notları (1991); Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler
(1993); Nilgün Marmara, Kırmızı Kahverengi Defter (1993); Atilla Birkiye, Saptamalar
(1985); Mazhar Candan, Günceden (1981) ve Geceden Kalan (1986); Ayşe Şasa,
Yeşilçam Günlüğü (1993); Nuri Pakdil, Klas Duruş (1997); Ahmet Oktay, Gece Defteri
(1998); Muzaffer Buyrukçu, Arkası Yarın (1976), Sıcak İlişkiler (1982) Dillerinde Dünya
(1985); Dünden Bugüne (Günlükler) (1997); Turgay Gönenç, Tarihsiz Günlükler
(1990); Enis Batur, Kesif Saint Nazaire Günlüğü (1998); Kemal Özer, Tanık Günler
(1994).
3.2.1.8. Anı (Hatıra)
Toplumların sosyal hayatlarında anı anlatmak (hatıra nakletmek) önemli bir gelenektir.
Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp
geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları naklederler. Türkiye'de Kurtuluş Savaşına
katılmış hemen hemen her asker, çocuklarına ve torunlarına savaş anılarını uzun
uzun anlatmışlardır. İnsanların hayatlarında önemli bir yer tutan, iz bırakan olaylar
kolay kolay unutulmaz ve gerek sözle gerek yazıyla bunlar nesilden nesle aktarılır.
Dolayısıyla anılar, milleti, yüzyıllar boyu bir devam zinciri içinde, millî birlik halinde
tutan, toplumu nesilden nesle bağlayan bir kültür unsurudur. Tarih, önemli ölçüde
anılara dayalı olarak kurulur.
Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiğinden itibaren görüp yaşadığı,
kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde
yazıya döktüğü, genellikle otobiyografik metinlere denir.
188 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken, anı, hem bireysel
hem de toplumsal anlamda pek geniş bir alanı içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına
o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken, anı yazarı, tarih olmuş eski
zamanların olaylarını hafızaya ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan
anı metinleri, yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları
içerdiği için tarihi aynen yansıtmaktan uzaktır. Yaşanmışı unutulmayan izler halinde
verebilir.
Anıların yazılış sistemi genellikle kronolojiktir. Yazar, yaşayıp gördüklerini
belli bir tarih sırası içinde verir.
Ama kimi yazarlar kronolojiyi gözetmeden aklına geldiği gibi rastgele yazarlar. Bazı
anılarsa, roman üslûbuyla yazılırlar. Bu durumda yazar da anı-romanın bir kahramanı
konumundadır.
Bazı anı kitapları toplum içinde belli özellikleriyle kendini göstermiş kişilerin portrelerinden
oluşmaktadır. Yazar, görüp tanıdığı önemli kişilerin, siyasî, edebî, kültürel
kişiliklerini, kişisel özelliklerini ve başka yönlerini tasvirî ve çözümleyici bir
üslûpla anlatır. Bu tür anı kitaplarına Halit Fahri Ozansoy'un Edebiyatçılarımız Geçiyor
(1939), Yahya Kemal Beyatlı'nın Siyasî ve Edebî Portreler (1968) adlı eserleri örnek
olarak gösterilebilir.
Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960) adlı kitabında yirmi dört şair ve yazarın fiziksel
ve ruhsal portrelerini, sanatları ve eserleri ile ilgili düşüncelerini, kendileriyle
yaptığı görüşmeleri, onların kendi üzerinde bıraktığı izlenimleri kaleme almıştır.
Hakkı Süha Sezgin'in 101 kişiden oluşan Edebî Portreler'i de Beşir Ayvazoğlu tarafından
alfabetik bir düzen içinde yayımlanmıştır (İstanbul 1997). Vecihi Timuroğlu
'nun Yazınımızdan Portreler (Ankara 1991) adlı eseri 26 kişiden oluşmaktadır. Beşir
Ayvazoğlu da "Osmanlının Yadigârları", "Yeni Devir Yeni Yüzler", "46 Sonrası"
ve "Onlar da Bizden" adlı 4 bölümde topladığı 40 kişinin portresini Defterimde 40 Suret
(İstanbul 1996) adıyla yayımlamıştır.
Türk Edebiyatında şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname,
fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar
da bu türe özgü bazı unsurları barındırmaktadırlar. Babür Şah (1488-1530) 'ın
Vakâyi (Babürname), Timur'un Tüzükât, Ebulgazi Bahardır Han'ın Şecere-i Türk adıyla
bizzat yazdıkları eserleri bir anlamda anı eserleridir. Hümayunname (Farsçadan
çeviren: Abdürrab Yelgar,1944), Hümayun'un kızkardeşi Gülbeden'in kaleminden
çıkmıştır. Yine Hümayun ile ilgili anıları ibrikçisi Cevher Tezkiretü'l-Vâkıat adıyla
kaleme almıştır.
Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı ve eniştesi Damat Lutfî Paşanın anıları Asafname
adıyla Hayat Tarih Mecmuası (S.2, Mart 1968) 'nda yayımlanmıştır. Kadı
Macuncuzade Mustafa Efendi (1597) adında Kıbrıs'a tayin edilen bir kadı, Kıbrıs'a
yakın bir yerde Malta korsanları tarafından esir edilmesini ve başından geçenleri,
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 189
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
türlü anılarını Sergüzeşt-i Esirî-i Malta (1597) adlı eserinde anlatır. Tameşvarlı Osman
Ağa da 1788'de Kara Mustafa Paşa'nın Viyana kuşatması sırasında düştüğü
esaret anılarını kaleme alır (M.Şevki Yazman, Viyana Muhasarasından Sonra Avusturyalılara
Esir Düşen Osman Ağa'nın Hatıraları (1961).
XVI. yüzyılda şair Zaifî, anılarını Sergüzeşt-i Zaifî adlı mesnevîsinde kaydetmiştir.
Bu yüzyılda ayrıca Barbaros Hayreddin Paşa'nın anıları, Seyyid Muradî Reis tarafından
Gazavât-ı Hayreddin Paşa (Barbaros Hayreddin Paşa'nın Hatıraları, 1995)
adıyla kaleme alınmıştır.
XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi, Mîzânü'l-Hak, Süllemü'l-Vüsûl, Fezleke, Cihannümâ,
Keşfü'z-Zünûn gibi eserlerinde; Evliya Çelebi de Seyahatname'sinde bazı anılarını
aktarmışlardır.
Yukarıda verdiğimiz örnekler tarzında pek çok eser, anı türüyle ilişkilendirilebilecek
niteliktedir. Burada siyasî ve edebî mahiyetteki anı eserlerin başlıcaları örnek
olsun diye düzenlenmiştir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî
anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir.
a. Siyasî ve Askerî İçerikli Anılar
Tanzimat döneminden itibaren anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş
önemli kişiler arasında da yaygınlaştı. Siyasî ve askerî olayların ağırlıklı olarak işlendiği
bu tür anı eserlerinde daha çok siyasî çekişmeler, tarafların birbirilerini suçlamaları,
görevden alınanların, sürgüne gönderilenlerin kırgınlıkları, sızlanmaları,
suçlanan kişilerin kendilerini savunmaları, devlet yönetiminin nasıl işlediği ya da
işlemediği; devlete, millete yapılan ihanetler gibi konulara yer verilmiştir. Belli başlı
siyasî ve askerî nitelikli anılara şu örnekler verilebilir: Reşid Paşa'nın Hatıraları
(1939); Midhat Paşa, Hayat-ı Siyasiyye, Hidematı, Menfa Hayatı (1907); Ahmet Cevdet
Paşa, Tezakir-i Cevdet (1853-1887), Maruzat (1890); Ali Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elimesi
(1910); İsmail Müştak Mayakon, Yıldız'da Neler Gördüm (1940); Falih Rıfkı
Atay, Batış Yılları (1963), Ateş ve Güneş, Zeytindağı; Rıza Tevfik, Ben de Konuşayım
(1993); Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar (1976), Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab
(1964); Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları (1953); Afet İnan, Atatürk'ten
Hatıralar (1950); Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar (1955); Halide Edip Adıvar,
Türkün Ateşle İmtihanı (1975).
Türk'ün Ateşle İmtihanı'ndan
Yine bir subay beni Mustafa Kemal Paşa'nın karargâhına götürdü. Solda, toprak yığınlarının
altında birkaç evin ışığı yanıyordu. Bir tek ses karanlıktan geliyordu. O da, telefon
servisini yapan bir askerin: "İnler Katrancı, İnler Katrancı" diye bir köyle konuşmasıydı.
Sağ taraf bir çukur. İçinden su geçiyor. Arkasında üç ev daha var. Bu evlerin arkasında, yine
ışıkları yanan çadırlar, uzun ve sivri bir direk. Telsiz tesisatı. Köy yolları karanlık, çamur
içinde. Ay batmış. Gece yarısı oluyor. Küçük bir tahta köprüyü geçerek öbür taraftaki eve gittik.
Mustafa Kemal Paşa'nın koruyucuları kapıda. Onlardan biri beni yukarıya çıkardı. Pa-
190 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
şa'nın yaveri Yüzbaşı Muzaffer Bey beni paşanın odasına götürdü. Çok aydınlık ve tek lüks
lambası olan bir Anadolu odası.
Mustafa Kemal Paşa, oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü, kaburga
kemikleri hâlâ ağrılar içindeydi. Yanında Mustafa Kemal Paşa'nın ikiz kardeşiymiş gibi
kendisine benzeyen bir albay ayakta duruyor. Mustafa Kemal Paşa'ya doğru, kalbimde gerçek
bir saygı ile gittim. O kendi halinde odada, bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi
göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret onun o odadaki
büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim, elini öptüm.
Halide Edip Adıvar
b. Edebî Muhtevalı Anılar
Tanzimat döneminden itibaren edebiyat alanında varlık gösteren pek çok sanatçı ve
yazar, özellikle olgunluk yaşlarında yazdıkları anılarında edebiyata nasıl başladıkları,
içinde yer aldıkları edebî topluluk ya da çevreleriyle olan ilişkileri, mücadeleleri,
dönemlerinin siyasî, sosyal, edebî, kültürel görünümüne ilişkin düşünce, gözlem
ve izlenimleri, eserleriyle ilgili açıklamaları gibi daha çok edebiyat tarihçilerinin ve
edebiyatçıların biyografilerini merak edenlerin işine yarayabilecek zengin bir malzeme
bırakmışlardır. Edebiyata ilişkin özellikleri ağır basan bu anıların başlıcaları
şunlardır: Ebuzziya Tevfik, Nümûne-i Edebiyyat-ı Osmâniyye (1876); Yakup Kadri,
Anamın Kitabı (1957), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969); Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk
Yıl (1936), Saray ve Ötesi (1942); Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıraları (1930); Hüseyin
Cahit Yalçın, Edebî Hatıralar (1935); Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum, Gençliğim,
Siyasî ve Edebî Hatıralarım (1973), Siyasî ve Edebî Portreler (1968).
Bunlardan başka hariciye ve elçilik, cezaevi -avukat, tiyatro, basın, eğitim ve öğretmenlik,
din, tarikat konularıyla ilgili anılar da yazılmıştır.
3.2.1.9.Biyografi (Yaşamöyküsü)
Kendi alanlarında ünlü olmuş, siyaset adamı, edebiyatçı, sporcu, bilim adamı, ses,
sinema, tiyatro sanatçısı, gazeteci, ticaret adamı gibi kişilerin hayatlarını, neler yaptıklarını,
ülke ve dünya insanlığına neler kazandırdıklarını, hayatlarının önemli başarılarını
ve dönüm noktalarını bütünüyle anlatan yazı ve kitaplara biyografi (yaşamöyküsü)
denir.
Bir kişinin hayatını ayrıntılı olarak veren kişisel biyografi kitapları olduğu gibi, birden
çok kişinin hayat hikâyelerini bir araya getiren genel biyografi eserleri de vardır.
Örneğin antolojilerde, ansiklopedilerde, yıllıklarda birden çok kişinin biyografileri
çok kısa olarak ana hatlarıyla verilir. Bu eserlerde ya da yazarın kitabının arka
kapağında veya iç sayfasında yer alan biyografiler genellikle kısadır. Ayrıntıları
atılmış daha çok doğum ölüm tarihleri, doğum yerleri, bitirdikleri okullar, çalıştıkları
işler, yazdıkları eserler ve önemli başarıları anılmakla yetinilir.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 191
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Her döneme, her mesleğe ve her millete ait kişilerin biyografilerini veren eserlere evrensel
biyografi, bir millete ait kişilerin biyografilerini verenlere ulusal biyografi, bir
bölgeye mensup kişilerin biyografilerinin toplandığı eserlere bölgesel biyografi,
belli bir mesleğe mensup kişilerin yer aldığı eserlere meslekî biyografi, belli bir dönemde
yaşayanların hayat hikâyelerinin verildiği eserlere de dönem biyografisi denir.
Dönem biyografisine çağdaş insanların yer aldığı Who's Who? (Kim Kimdir?) adlı
eseri gösterebiliriz.
Biyografiler yazım tekniğine göre de farklılıklar arz etmektedir. Bunları kısaca şöyle
sınıflandırabiliriz:
a. Bilimsel biyografi
Biyografik bilgileri kronolojik bir sıra içerisinde, alt başlıklar halinde, onun dönemi
içindeki konumunu, getirdiği yenilikleri, gösterdiği başarıları, eserlerini, eserlerinin
değişik özelliklerini eleştirel bir tutumla, belgelere, araştırma ve incelemelere
dayalı olarak veren çalışmalara bilimsel biyografi ya da biyografik monografi denir.
Bu tür eserlerde kişinin doğumu, yetişmesi, öğrenimi, çalışma hayatı, türlerine göre
eserleri, eserlerinin önemi, şekil ve muhteva özellikleri, başarıları, ödülleri ve başka
özellikleri bölümler halinde verilir. Bilimsel biyografi türüne şu örnekler verilebilir:
Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser (1971); İsmail Parlatır, Recaizade
Mahmut Ekrem (1995); Ö.Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Hayatı ve Edebî
Eserleri Üzerinde Bir Araştırma (1984).
b. Biyografik roman
Roman, hikâye gibi tahkiye kurgusu içerisinde, olay anlatımı üslûbuyla kişiyi bir
roman kahramanı gibi olayların içindeki konumlarıyla sunan eserlere de edebî biyografi
ya da biyografik roman denir. Biyografik romanlarda kişinin ruhsal ve fiziksel
özellikleri, davranışları, duyguları, düşünceleri, tepkileri, tavır alışları, giyinişi gibi
pek çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilip bir anlamda onun portresi çizilir.
Hayatı içerisinde canlı, yaşayan bir kişilik olarak sergilenir. Buna örnek olarak M.
Emin Erişirgil'in Mehmet Akif /İslâmcı Bir Şairin Romanı (1956); Tahir Alangu'nun
Ömer Seyfettin (1968) adlı eserleri verilebilir. Ayrıca Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının
Romanı (1975) adlı romanı da bu türün en iyi örneklerindendir. Yazar bu romanında
hocası Mustafa İnan'ı merkez alarak bir dönemin idealist neslinin hayatını
yansıtmıştır.
c. Nekroloji
Ölen ünlü bir kişinin hemen ölümünden sonraki günlerde genellikle gazete ve dergilerde
yakın çevresinde yer alan kişiler tarafından onun üstün niteliklerinin, erdemlerinin,
çalışmalarının ve diğer özelliklerinin anı üslûbuyla anlatıldığı yazılara
denir. Bu yazılar bir anlamda öleni çok seven birinin ağıtları, duygusal, öznel açıklamalarıdır.
Bu tür yazılara örnek olarak Yahya Kemal'in ölümü dolayısıyla kaleme
alınmış şu yazıları verebiliriz: Vehbi Cem Aşkun, "İstanbul Aşığını Kaybetti" (Dün-
192 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
ya, 5 Kasım 1958); Nimet Behsuz, "Büyük Şairin Arkasından" (Yeni Gün, 3 Kasım
1958); Cenap Gedikoğlu, "Bir Dev Şair Göçtü" (Yeni Gün, 5 Kasım 1958).
Oto-biyografi: Bazı ünlü kişiler hayattayken kendi hayat hikâyelerini yazmışlardır.
Bunlara da oto-biyografi (özyaşamöyküsü) denir.
Önceleri biyografiler, genellikle kralların, büyük din adamlarının ya da olağanüstü
kahramanlıklar göstermiş kişilerin hayatıyla sınırlıydı. Bunların biyografilerinde
genellikle onların gerçek özelliklerinin ve niteliklerinin yanında efsanevî,
menkıbevî özellikleri de vurgulanırdı. Kahramanların yüceltilmiş kişilikleri o
topluma bir özgüven aşılıyor, ayrıca model kişilikleri sunularak onlar gibi olunması
salık veriliyor ve bazı hikmetli davranışlarıyla da ibretli dersler verilmesi amaçlanıyordu.
Örneğin Tanzimattan önce klâsik Türk edebiyatında yazılan menakıbnameler,
tarikat büyüklerinin kerametlerle dolu olağanüstü hayatları verilir.
Türk edebiyatında ilk biyografik eser, Malik Bahşi'nin Feridüddin-i Attar'dan
çevirmiş olduğu Tezkiretü'l-Evliya'dır.
Daha çok mesleklerine göre düzenlenmiş ve birden fazla kişinin biyografisinin yer
aldığı tezkire, menakıb, vefeyat, devha, sefine, tuhfe, hadika, fihrist, silsilename, şairname,
gazavatname, sicil gibi adlar altında birçok eser kaleme alınmıştır.
Menakıpname ya da velâyetname denilen eserlerde tarikat büyüklerinin, evliyaların,
pir ve şeyhlerin olağanüstü halleri, kerâmetleri ve diğer kişisel özellikleri anlatılır.
Yayımlanmış bazı menakıpnamelere şu örnekler gösterilebilir: Hacımsultan
Velâyetnamesi (Rudolp Tschudi); Hacı Bektaş Velâyetnamesi (Erich Gross).
Vakayinamelerde de birçok devlet adamının biyografilerine ait malzemeler
bulmak mümkündür.
Şuara Tezkireleri: Şairlerin biyografilerine, eserlerine yer veren, şiirleri hakkında
değerlendirmelerin bulunduğu eserlere şuara tezkiresi denir.
Türk şairlerinin biyografilerinin toplandığı ilk Türkçe şuara tezkiresi XV. yüzyılda
kaleme alınan Ali Şir Nevayî (ö.1501/907) 'nin Mecâlisü'n-Nefâis (1491/896)
adlı eseridir.
Tanzimattan günümüze kadar yazılmış biyografilere şu örnekleri verebiliriz: Recaizade
Mahmut Ekrem, Kudemadan Birkaç Şair (1885); Muallim Naci, Osmanlı Şairleri
(1890); Beşir Fuad, Viktor Hugo (1886); Süleyman Nazif, Mehmet Akif (1924); Kenan
Akyüz, Tevfik Fikret (1947); Mehmet Kaplan, Namık Kemal Hayatı ve Eserleri
(1948); Olcay Önertoy, Halit Ziya Uşaklıgil, Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri
(1965); Birol Emil, Mizancı Murad Bey, Hayatı ve Eserleri (1979); Nurullah Çetin, Behçet
Necatigil, Hayatı, Sanatı ve Eserleri (1998).
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 193
!
!
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.2.1.10. Deneme
Serbest düşüncenin ifade alanı ve nesrin bir türü olarak deneme, yazarın gözlemlediği
ya da yaşadığı olay, olgu, durum ve izlediği objelerle ya da herhangi bir kavramla
ilgili izlenimlerinin herhangi bir plâna bağlı kalmayarak, deliller getirip
kanıtlama yoluna gerek duymadan ve kesin hükümler vermeden, tamamen kişisel
görüşüyle serbestçe yazıya döktüğü birkaç sayfayı geçmeyen kısa metinlere denir.
Deneme, derin düşünceden çok, kişinin kendi dışındaki nesnelerle herhangi bir
konuda gerçek ya da hayalî olarak girdiği diyaloğun ürünüdür.
Deneme yazarı, olay, olgu, durum ve eşyalarda sıradan insanların -eskilerin ifadesiyle-
ülfet ve ünsiyet perdesiyle göremediği, farkına varamadığı ayrıntıları, dikkat
etmediği hususları, incelikleri, güzellikleri, harikaları, olağanın altında yatan olağanüstülükleri
görebilen, hissedebilen, düşüncesiyle ve deneyimleriyle onları okuyucular
için ilginç görülebilecek şekilde yazıya dökebilen insandır. Sıradan insanın
"baktığı" şeyi deneme yazarı "görür".
Deneme dilinde çeşitli bilim, felsefe ve sanat dallarına ait terimlere yer vermekten
ziyade, halk çoğunluğunun ortak günlük konuşma dilinin düşünce diline dönüştürülmesi
çabası hâkimdir. Denemede bilimsel yazılardaki kuruluk ve şematiklik bulunmaz.
Düşünce şiirsel, akıcı, samimî bir üslûpla sunulur. Bu bakımdan deneme
yazılarının geniş halk yığınlarınca kolayca ve rahatlıkla okunabilme özelliği vardır.
Deneme yazarı yazısını yazarken, bir anlamda kendi kendisiyle diyalog içindedir.
Kendi zihinsel âleminde düşünce temrinleri yapar.
Felsefî metinlerde filozof, yazısında kendince sistemini kurduğu felsefî bir anlayışa,
sistematik felsefî bir dünya görüşüne bağlı olarak düşüncelerini ortaya koyar. Ortaya
koyduğu her metin, kendi felsefî bakış açısının birer açılımı, ayrıntısı mahiyetindedir.
Ancak denemede böyle sistematik bir düşünceye bağımlılık zorunluluğu yoktur.
Denemecinin yazısında ileri sürdüğü düşünce, herhangi bir felsefe ekolüyle
ilintili olmayabilir. Ancak filozof yazısında kurduğu ekole bağlı düşünce üretme çabası
içindedir.
Klâsik Türk edebiyatındaki münşeât mecmualarındaki yazılar ve Kâtip Çelebi
(1609-1657) gibi yazarlar bir tarafa bırakılırsa, modern anlamda deneme türü, Türk
edebiyatında asıl olarak gazete ile birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. İlk özel gazete
Tercüman-ı Ahval (1860)'in yayın hayatına başlamasından itibaren gazetelerde çıkan
değişik yazılar, zamanla ayrı bir tür olan deneme için dil, anlatım ve yaklaşım
bakımından zemin oluşturmuşlardır. Tanzimattan itibaren bir süre gazete ve dergilerde
"musâhabe" üst başlığı altında deneme benzeri yazılar kaleme alınmıştır.
194 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Türk edebiyatında deneme türünde pek çok ürün verilmiştir. Bu tür içine koyabileceğimiz
ürünler, genellikle değişik zamanlarda çeşitli gazete ve dergilerde
yayımlanmış yazıların bir araya getirilip kitaplaşmış şekilleridir. Bu eserlerde
yer alan yazıların bir kısmı, inceleme, eleştiri yazısı olarak da görülebilir. Bunun
yanında bir kitapta yer alan yazıların bir kısmı edebiyat, bir kısmı tarih, bir kısmı
felsefe, bir kısmı başka konularda olabilmektedir. O bakımdan deneme türü için
çok kesin sınıflandırma ve sınırlandırmalar yapılamamaktadır.
Türk edebiyatında ilk deneme kitapları arasında Ahmet Haşim'in Bize Göre (1928),
Gurebahane-i Laklakan (1928); Ahmet Rasim'in pek çok yazısı; Mahmut Sadık'ın Takvimden
Yapraklar (1912); Refik Halit Karay'ın Bir Avuç Saçma (1939), Bir İçim Su
(1931), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet
(1944); Falih Rıfkı Atay'ın Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmak (1953), Çile (1955), İnanç
(1965), Pazar Konuşmaları (1966), Kurtuluş (1966), Bayrak (1970) gibi kitaplarını saymak
mümkündür.
Türk edebiyatında deneme türü, genellikle şair, romancı ya da hikâyeci kimliği öne
çıkan sanatçılar tarafından ortaya konan ürünlerden oluşmaktadır. Birinci derecedeki
vasfı "denemeci" olan yazar sayısı oldukça azdır. Nurullah Ataç (1898-1957),
Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973), Suut Kemal Yetkin (1903-1980), Mehmet Kaplan
(1915-1986), Nurettin Topçu (1909-1975), Salah Birsel (1919- ), Vedat Günyol
(1912- ), Enis Batur (1952- ), Cemil Meriç (1917-1987), Mehmet Salihoğlu (1922- ),
Uğur Kökden (1934- ), Nermi Uygur (1925- ) bunlardan birkaçıdır.
Aşağıdaki örnek, çağdaş bir deneme yazarımız olan Vedat Günyol'un bir denemesidir.
TÜRK'ÜN MUTLULUĞU: ATATÜRK
Şeflerin ödevi hayatı sevinç ve istekle karşılamak hususunda uluslarına yol göstermektir"
diyordu Atatürk ölümünden bir yıl önce yabancı bir devletin dışişleri bakanına. Tarihimizde
ilk defa gerçekten halka yönelmiş, köylüsüyle elele kurtuluşunun, mutluluğunun
destanını yazmış bir devlet adamımızın dünyaya seslenişiydi bu.
İmparatorluklar kurmuş bunca devlet adamları uluslarına ne getirmişti yağmalar
talanlar, sönmüş ocaklar, kinler, her iki yandan göz yaşları ahlar vahlar pahasına kazanılan
topraklarla kendi şan şeref edebiyatları, fetih gururları dışında? Anadolu halkına, köylüsüne
ne kazandırmıştı bunca fetihler istilâlar "hanedan" gururu, şan şeref tutkuları dışında, hayatı
sevinç ve istekle karşılamak için ne yol göstermişlerdi uluslarına?
Bir Atatürk gösterdi halkına, köylüsüne hayatı sevinç ve istekle karşılamanın, insan
gibi yaşamının yolunu. Çünkü bir halk çocuğu, bir halk adamıydı Atatürk. Gücünü zorbalıktan,
tanrısal desteklerden değil, halkın güveninden, halka güveninden, sevgisinden alıyordu.
Halktan gelmiş, halka yönelmişti.
Atatürk Türk ulusunun mutluluğunu kendi mutluluğundan ayırmıyordu. O da,
her insan gibi mutlu olmak istiyordu elbet. Ama bir başkumandan, bir devlet şefi olarak, tek
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 195
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
başına mutlu olamayacağını biliyordu. Oysa, tarih bize saraylarına kapanıp halkının köylüsünün
dışında mutlu olmaya çalışan nice devlet şefi örneği veriyordu. Atatürk, halkıyla köylüsüyle
birlikte mutlu olmak istiyordu. Köylüsü aç, halkı mutsuz yaşarken kendinin mutlu
olamıyacağını biliyordu. Bunca rütbeleri, sırmaları şanları şerefleri bırakıp Kurtuluş Savaşına
koşmasını nasıl açıklayabiliriz yoksa? Bu savaş, Türkün mutluluğuna açılan ilk kapıydı.
Ana yurdu kurtulduktan sonra Türke hayatı sevinç ve istekle karşılamanın yolunu göstermek
gerekti. Bu yol batı uygarlığına giden yoldu.
Türkiye'nin dramı, batı uygarlığı dışında kalmış bütün geri ülkeler gibi, "ölmesini
bilmiyen şeylerle yaşamasını bilmiyenler arasındaki amansız çatışma" daydı. Ölmesini bilmiyen
şeyler, Türkiye'yi batı dünyasından en az bir iki yüzyıl geride bıraktıran kör inançlar,
yobazlıklar, olumlu bilgi düşmanlığıydı. Yaşamasını bilmeyenlerse, tâ II.Mahmut'tan bu
yana başlayan; ama en iyi neyitli aydınlarımızın bile ölesiye bağlanıp yaşatamadıkları, yaşatmakta
direnemedikleri batı uygarlığını yapan bilim kafasıydı.
Atatürk bu çatışmada ölmesini bilmiyen şeylere karşı yaşaması gerekeni yaşatmaya
çalışmış ve bunda büyük ölçüde başarıya ulaşmış tek devlet adamımızdır. Devrimleri tam
yaptığına inanacak kadar saf değildi Atatürk. "Benim yaptığım işler birbirine bağlı ve gerekli
şeylerdir. Bana yaptıklarımdan değil yapacaklarımdan söz edin" derken, devrimlerin tam olmadığını
anlatmak istiyordu. Biliyordu ki devrimleri yetersizdi. Ama bu yetersizliklerin yine
devrimlerle giderileceğini, devrimlerin yine devrimlerle ayakta kalabileceğini de biliyordu.
Onun için de Atatürk, devrimlerini ulusun en dinç, en dinamik bölüğüne, gençliğe emanet
etmişti.
Atatürk ,Türk ulusuna hayatı sevinçle karşılamanın, yani mutluluğunun yolunu
göstermiştir. Bu yolda yürümek, bu uğurda ölesiye savaşmak, devrimleri devrimlerle beslemek
Türk aydınına düşen en büyük bir görevdir.
Vedat Günyol
3.2.1.11. Mektup
Ayrı mekânlarda yaşayan, farklı nedenlerle iletişim kurmak isteyen insanların birbirilerine
samimî, sıcak ve konuşma üslûbuyla yazdıkları, mesaj iletme amacı taşıyan
metinlere mektup denir. Mektuplarda yazarın kişiliğinin, duygu ve düşüncelerinin
içten bir şekilde yansımasını görürüz. Dil ve üslûp genelikle yalındır.
Mektuplar içeriğine göre birçok türe ayrılabilir: İş mektubu, özel mektup, edebî
mektup vs.
Türk edebiyatı mektup türü açısından pek fazla zengin değildir. Özellikle Türk edebiyatçıları
kendi aralarında kişisel dostlukları yanında sanat ve edebiyat konularını
da görüştükleri mektuplar yazmışlardır. Bu mektupların bir bölümü kitaplaşmıştır.
Bunlara şu örnekleri verebiliriz: Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları (1974), Cevdet
Kudret'e Mektuplar (1995), Mehmet Kaplan, Alî'ye Mektuplar (1992), Behçet Necatigil,
Mektuplar (1989).
196 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3.2.2. Olay Anlatımına Dayalı Türler
3.2.2.1. Roman
İnsan ya da insan topluluklarının başlarından geçmiş ya da geçmesi muhtemel olan
sosyal, siyasî, psikolojik, ekonomik, askerî vb. olayların belli bir sisteme bağlı bütünlük
içinde anlatıldığı hacimli, olay anlatımına dayalı metinlere roman denir.
Masal, hikâye ve efsane gibi geleneksel anlatı türlerinden farklı olarak batılı roman
kavramı ilk olarak Tanzimat döneminde görülmeye başlamıştır.
Türk romanı Tanzimattan günümüze kadar düzyazı dili ve üslûbu bakımından
başlıca iki ana kola ayrılmıştır:
a. Namık Kemal'in öncülüğünü yaptığı, Halit Ziya, Yakup Kadri, Ahmet Hamdi
Tanpınar, Oğuz Atay gibi yazarların sürdürdüğü sanatkârane üslûp çığırı. Bu
tarzda yazılmış romanlar, belli bir eğitim ve kültür düzeyine sahip okuyuculara
hitap ederler. Ayrıca dil ve üslûbu derinlikli fikir, duygu ve hayallerin ifade aracıdırlar.
Bazı bakımlardan bu romanları süslü nesir türüne sokabiliriz.
b. Ahmet Mithat'ın başlattığı, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Ercüment
Ekrem, Güzide Sabri, Cahit Uçuk, Turhan Tan, Kerime Nadir, Muazzez
Tahsin Berkand, Ahmed Günbay Yıldız gibi yazarların devam ettirdiği popüler
roman çığırı. Bu tür romanlar genellikle sade düzyazı üslûbuyla yazılmış
olup, geniş halk kitlelerinin kolayca okuyup anlayabileceği türden eserlerdir.
3.2.2.2. Öykü
Batılı anlamda öykü (hikâye) türü de roman gibi Tanzimat döneminde görülmeye
başlamış ve düzyazı dil ve üslûbu bakımından gelişimi de aşağı yukarı romanla aynı
paralelde olmuştur.
Tanzimat döneminde Ahmet Mithat ile başlayan batılı anlamda öykü, günümüze
dek çok sayıda yazarımızın ürün verdiği bir tür olmuştur. Burada bellibaşlı öykücülerimizden
ancak birkaçını anabiliriz: Nabizade Nazım, Halit Ziya Uşaklıgil,
Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hüseyin Cahit
Yalçın, Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal,
Orhan Kemal, Haldun Taner, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sevgi Soysal, Aziz Nesin,
Bekir Yıldız vb.
Birkaç örnekle de günümüz öykücülerini analım: Fakir Baykurt, Oktay Akbal, Ferit
Edgü, Adalet Ağaoğlu, Nezihe Meriç, Necati Cumalı, Selim İleri, Füruzan, Muzaffer
İzgü, Pınar Kür vb.
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 197
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3.2.2.3. Tiyatro
Tiyatro, sahne eseri (oyun), eserin oynanma sanatı ve oyunun oynandığı yer anlamlarına
gelmektedir. Trajedi, komedi, dram gibi sahnelenme amacıyla kaleme alınan
edebî türlerin hepsine birden tiyatro dendiği gibi, bu türlerde verilen eserlerin
oyuncular tarafından sahnede canlandırılması sanatına ve sahnelenme mekânına
da tiyatro denmektedir.
Tiyatro, dış gerçeklikte yaşanılan bireysel ve sosyal hayatın küçük bir minyatürünün
yeniden kurgulanarak, belirlenen yer ve zamanda, belli bir amaca uygun olarak
yeniden yaşatılması sanatıdır. Bir diğer ifadeyle dramatik bir tür olarak, İnsanların
bireysel ve sosyal hayatlarıyla ilgili olay ve olguları gerçeğe uygun olarak kurmaca
canlı bir yaşantı halinde sahnelenmesi demektir.
Batılı anlamda tiyatro, Türkiye'ye ilk olarak Tanzimat döneminde girmiştir. Türkiye'de
batılı anlamda ilk tiyatro eseri Şinasi 'nin Şair Evlenmesi (1859)'dir.
Bu türlere ilişkin ayrıntılı bilgi için Çağdaş Türk Edebiyatı kitabınıza bakınız.
Özet
Şiir dışındaki yazılı metinlere düzyazı (nesir) denir. Türk nesrinin sade düzyazı, süslü nesir,
orta düzyazı biçiminde türleri bulunmaktadır. Edebiyatımızın ilk yazılı metinleri VIII. yüzyılda
dikilmiş olan Orhun Yazıtları ile verilmiştir.
Türk düzyazısı, Eski Türkçe döneminde yazılan ilk metinler bir yana bırakılırsa, başlıca iki
döneme ayrılır: 1. Klâsik Türk Edebiyatında Düzyazı, 2. Çağdaş Türk Edebiyatında Düzyazı.
Klâsik Türk edebiyatındaki belli başlı düzyazı türleri tezkire, münşeat, letâifname, seyahatname,
sefaretname, siyasetnamedir. Çağdaş Türk edebiyatının düzyazı türleri ise oldukça
genişlemiştir. Ana çizgileriyle, bilgi ve yorum aktarımına dayalı türler (haber yazısı, fıkra,
makale, röportaj, dizi yazı, gezi yazısı, günlük, anı, biyografi, deneme, mektup) ve olay aktarımına
dayalı türler (roman, öykü, tiyatro) olmak üzere iki kümede incelenebilir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Arapça ve Farsça sözcüklerin fazla olduğu, secili, sanatlı ve uzun cümlelerden
oluşan düzyazıya ne ad verilir?
A. Sade düzyazı
B. Sanatlı düzyazı (süslü nesir)
C. Orta düzyazı
D. Nazım
E. Makale
198 T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
2. Devlet yönetiminde görev alacak yönetici adaylarına devletin nasıl yönetileceği
hakkında bilgi veren, öğütlerde bulunan ahlâkî-didaktik eserlere ne ad verilir?
A. Münşeat
B. Letâifname
C. Seyahatname
D. Sefaretname
E. Siyasetname
3. "Makale" nasıl bir türdür?
A. Bilgi ve yorum aktarımına dayalı bir tür
B. Olay anlatımına dayalı bir tür
C. Nazım
D. Öykü
E. Biyografi
4. Evliya Çelebi'nin "Seyahatname" adlı eseri hangi türe girmektedir?
A. Tefrika
B. Roman
C. Makale
D. Gezi yazısı
E. Günlük
5. Aşağıdaki yazarlardan hangisi denemeleriyle ünlüdür?
A. Tevfik Fikret
B. Adalet Ağaoğlu
C. Ziya Osman Saba
D. Cemil Meriç
E. Cahit Sıtkı Tarancı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
İz, Fahir. Eski Türk Edebiyatında Nesir II, İstanbul, 1966-67.
Ozansoy, Munis Faik. "Nesrimiz", Hisar Dergisi, 1 Eylül 1953, s.3.
Dizdaroğlu, Hikmet. "Eski Edebiyatımızda Nesir", Türk Dili, Ekim 1964, s.5.
Elçin, Şükrü - Tevfikoğlu, Muhtar. Yeni Türk Nesri Antolojisi, Ankara, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987.
Nabi, Yaşar. Edebiyatçılarımız Konuşuyor, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1976.
Değerlendirme Sorularının Yanıtları
1. B 2. E 3. A 4. D 5. D
T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A D Ü Z Y A Z I 199