15 Şubat 2017 Çarşamba

özdemir ince - Cumhuriyet’in Şairi Nâzım Hikmet, Cumhuriyetsiz Şair Necip Fazıl

CUMHURİYETİN ŞAİRİ NAZIM HİKMET CUMHURİYETSİZ ŞAİR NECİP FAZIL

Beş yıllık yayın planlamamın sonuncu kitabı “Cumhuriyet’in Şairi Nâzım Hikmet, Cumhuriyetsiz Şair Necip Fazıl” bugün (10 Şubat 2017) EKSİK PARÇA yayınevi tarafından yayınlandı. Sanırım pazartesi gününden (13 Şubat 2017) itibaren kitapçılarda bulabilirsiniz.
Aslına bakarsanız “Tersine Yazılar”ın yayınlanmasıyla (Tekin Yayınevi) program tamamlanacak ve sıra tükenmiş kitapların yeni basımlarının yayınlanmasına gelecek.
Kitabın önsözünü bilgi ve ilginize sunarım.
 ÖZDEMİR İNCE
10 ŞUBAT 2017
EKSİK PARÇA YAYINLARI

***
ÖNSÖZ     
Amacım Nâzım Hikmet ile Necip Fazıl Kısakürek’i karşılaştırmak, yarıştırmak değil(di). Kitapta yer alan yazılar bu amaçla yazılmadı. Birbirlerinden bağımsız yazılar. Nâzım Hikmet ilgili olanlar  geniş bir zamana yayılıyor. Necip Fazıl Kısakürek yazıları ise belli bir zamanda bazı iddialara tepki olarak yazıldı.  Fakat bölüm başlıkları da zaten yazıların  amacını ele veriyor: “Cumhuriyet’in Şairi Nâzım Hikmet” ve “Cumhuriyetsiz Şair Necip Fazıl Kısakürek”. Demek ki iki şair de ayrı ayrı Cumhuriyet’in mihenk taşına vuruluyor. Bu doğru.
İki şair evrensel etika, poetika ve politikanın değerleriyle ayrı ayrı ölçülmekte. İkisi de “Dünya” ile karşılaştırılmaktadır ki ancak o zaman ikisinin de insan, şair ve yazar olarak gerçek boyutları ortaya çıkar ve çıkmaktadır.
Hangisi daha iyi şair? Bu, ikisinin karşılaştırılmasından ortaya çıkmaz. Bunun bir yararı da yoktur. Karşılaştırma, çağdaşları olan dünya şairleriyle yapılmalı. Çağlarının en büyük şairleriyle… Bugün bulundukları yeri saptayarak, geleceklerini görmek: Bu son derece önemli iş de evrensel etika, poetika ve politikayla  ilgilenen  bir şair olarak benim uğraş alanıma giriyor. Değerlendirmeyi bu ilgi ve donanımın bana verdiği yetkinin  nesnel sınırları içinde yapıyorum.
“Nâzım Hikmet’in kişiliği uzun polemiklere girmeye pek uygun değildir. Necip Fazıl’ın kendisi için söylediği her şeye yanıt vermez. Ömrünün son 13 yılını yurt dışında geçirir, Türkiye’de yaşananları izleme olanağı yoktur. Necip Fazıl’ın bazı eleşirileri de Nâzım Hikmet’in ölümünden sonrasına denk gelir”[i]  Nâzım,  örneğin, Necip Fazıl için “Sen eskinin yenisisin ve en iyisisin. Ama eskisin.” [ii]  demiştir. Doğrudur. 2016 yılında Necip Fazıl hececi şiir için güçlü bir şair, bu şiirin en iyisi ama, Türk ve dünya şiirine göre çok eski bir şair. Yeni şiirin ulanmadığı bir zincir halkası ve son telgraf direği. Ama bu durum 1920 ve 30’larda da gerçek ve geçerliydi. Dünya şairleri ve Nâzım Hikmet’in şiiri Necip Fazıl’ın şiirine birkaç tur bindirmişti. Günümüzde, Nâzım Hikmet’in şiiri diri, bulaşıcı ve şiirin son telgraf direği değil, ondan sonra ona ulanmış birçok telgraf direği var. Oysa Necip Fazıl’ın şiiri artık bir çıkmaz sokak. Çocuk ve torun sahibi olamaz. Üstelik  çağdaş şiir söylemiyle buluşmak için sağcı ve islamcı şairlerin de Nâzım Hikmet’in önderlerinden biri olduğu özgür koşuğun ipek yolunu izlemeleri gerekiyor.
Sıddık Akbayır’ın Aynı Göğün Uzak Yıldızları adlı kitabının 73.sayfasında Nâzım Hikmet hakkında şöyle bir cümle var: “Yeni olmayı, yeninin en gerisi olmayı, eskinin en iyisi olmaya tercih ederdi.” Bu cümlenin kime ait olduğu anlaşılmıyor,  Sıddık Akbayır’a mı yoksa Necip Fazıl’a mı? Kime ait olursa olsun, doğru bir saptama! Çünkü yeni bir şairin “yeni”nin neresinde olduğu gününde değil (her zaman gerçekleşmese de) gelecekte belli olur. Örneğin , Fransız şair Mallarmé (1842-1898) biçimsel deneylerinin çoğunda bozguna uğrasa da çağdaş şiirin en önemli şairlerinden biridir. Genç bir şair onun bozguna uğradığı yerden  şiire devam edebilir. Aynı şey Nâzım Hikmet için de geçerlidir. Nâzım Hikmet’in telefonu açık, Necip Fazıl’inki kapalı. Bir şairin belli bir kesim tarafından okunması ve sevilmesi başka, telefonun açık ya da kapalı olması başka.
“Dünün şarkısını söylemek, bugünün ve yarının türküsünü söylemekten çok daha kolaydır. Neden mi? Yarının türküsüne kulaklar daha alışmamıştır, bugünüm türküsüne alışmak üzeredir. Dünkü ise ezbere bilinir.  Bilinen bir şarkıyı söyleyerek yüreklere girmek elbette yeni işitilmeye başlayan, yeni işitilecek olan türküleri ‘munis’ kılmaktan çok kolay bir iştir.”[iii]
Nâzım Hikmet “yeni” ve “öncü” şiirin kendine göre tanımını yaparken, hem benim yazdıklarımı doğrulamakta hem de dolayısıyla kendi şiiriyle Necip Fazıl’ın şiiri arasındaki farkı da işaret etmektedir: Necip Fazıl dünün şiirsel söylem ve dilini kullanırken Nâzım Hikmet geleceğin söylem ve dilini aramakta ve bulmaktadır. Onun aradığı yarın (gelecek) artık “bugün” olmuştur.
Necip Fazıl’ın şiiri yazıldığı zaman da eskiydi, dolayısıyla 2016 yılında kullanım tarihi çoktan sona ermiştir. Bunun kanıt ve tanığını kendi satırlarında bulacağız:
Ben şiiri, her türlü hasis gayenin üstünde, doğrudan doğruya kendi zat gayesine – sanat için sanat -, fakat kendi zat gâyesinin sırrıyle de Allah’a ve Allah dâvâsının topluluğuna -cemiyet için sanat- bağlı kabul etmişim… İşte kitaplık çapta zuhuruma kadar beni bekleten ve bu zuhura mânâda ve maddede şekil veren baş ölçü!..
 Biz şiiri iman için bilmişiz; ve bu mihrak bilgiyi, her bilginin geçtiği binbir yol ağzı biliyoruz.
 Dilimin ucunda tek nükte kaldı:
Allah’ın kâinata Efendi olarak yarattığı, insan ehramının zirve taşı; ve şair…
 Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimiz, Gâye-İnsan ve Ufuk-Peygamber… O ve şair…
 O, herşeyimiz, herşeyimiz, berşeyimiz; topyekûn varlık nimetinin her şubesiyle beraber (Poetika)mızın, şiir telâkkimizin de kaynağıdır. Bu inceliği (Poetika)mızda gösterdik.
Ve şair demek, Gâye-İnsan ve Ufuk-Peygamberi, Kâinatın Efendisini, Allah’ın Sevgilisi’ni sezmeye doğru hususî ve ileri bir istidat…
Birçoklarınca O’na bağlanmadan Allah’a bağlanmak mümkün… Fakat bizce Allah’a bağlanmanın yolu, Allah’ın iradesiyle yalnız O’na bağlanmak olduğuna göre, şiirin tahsisi gibi muhteşem bir dâvâda O’nıı, kendi yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan Kâinatın ta merkezinde görmemek ne mümkün?.. Üstün idrâk müessesesi şiir, ilk borç olarak, elinde kâinat sırlarının anahtarı, O’nıın hilkat sırrının ve Kâinat Efendiliği makamının eşiğinde dize gelecektir.
Şiir bu mukaddes eşiğin süpürgesi; şair de boynundaki süpürücülük borcuyle insanoğlunun en yüksek rütbelilerinden birisi…
Ben, bu rütbelerin en yükseği içinde, O’nun ümmetlik liyakatinin en alçak ferdi olarak, o mukaddes eşiğin süpürücüsüyüm!
Kendimi böylece takdim ederim!”[iv]  
Diyelim ki Tanrı’ya eriştin, ona kavuştun! Ne yapacaksın Tanrı’yı? Tanrı’yla ne yapacaksın? İnsanın ve şairin Tanrı’dan başka amacı yok mu? Tanrı’yı, Allah’ı bu dünyanın işlerine, bu dünyanın Şiir, Poetika ve Politikasına karıştırırsan, yandık ki ne yandık! Sapkınlık ve kısırlık burada başlıyor.  Necip Fazıl’ın hem poetikası, hem politikası bu nedenle sapkın ve kısır.
Necip Fazıl, toplumsl ve politik ideolojisini açıkladığı İdeolocya Örgüsü‘nün[v] sonunda yer alan “İthaf” günümüzün mürteci, islamcı ve dolayısıyla Cumhuriyet düşmanı siyasetçilerine yapılmış.
[“İTHAF
Bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim… Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım. Şiirlerim de piyeslerim de, hikayelerim de, ilim ve fikir yazılarım da sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım “müştemilât’dan başka bir şey değil…
Güzelim türkçenin “katık” tâbiri ne kadar yerinde. Gerçek gıda “nân-ı aziz” dediğimiz ekmektedir ve gerisi, ona katılmaktan kinaye “katık”dan ibaret… İçinde yüzde elliden fazla (hidro-karbone) cevher bulunduran ekmek, pastaların üstündeki her türlü krema ve (fantazi) oyunlarına sırt çevirmiş, kuru ve yavan, fakat besleyici ve kurtarıcı fikre ne güzel remzi..
İşte, Türk ruh köküne bağlı olarak son 25 yıl içinde yetişen, bugün Bakan, profesör, milletvekili, doktor, avukat, gazeteci, partici, kim varsa gıdasını Büyük Doğu ekmeğine borçlu bildiğim, ezel kadar eski ve ebed kadar yeni, topyekûn insanlık çapındaki dâvanın bu eserini tamamlarken, onu, aynı dâvanın en mümtaz kadrosu Kayserililere bastırmakta hususî bir zevk duyduğumu belirtir ve Anadolu gençliğine ithaf ederim.”
1968][vi]  
Necip Fazıl Kısakürek’in Anadolu gençliğine ithaf ettiği, Hitler ve Friedrich Nietzsche’den ilkel düzeyde etkilenerek  oluşturduğu  İdeolocya Örgüsü Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Komünizmle Mücadele Dernekleri çevresinde, Fethullah Gülen’in “Altın Nesil”ine benzer bır kadro oluşturdu. Bu kadro da Milli Görüş’tün iskeletini yarattı. AKP kadrosunun tamamı başta Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan ve günümüzün TBMM Başkanı İsmail Kahraman[vii]   olmak üzere Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” bataklığında üremiştir.
Demokrasi, eşitlik, düşünce özgürlüğü, kadın/erkek eşitliği, insan hakları gibi çağdaş ideallerin aforoz edildiği Ideolocya Örgüsü sapkınlık ve arkaiklik yolunda Fethullah’ın düşünce örgüsünün gerisinde kalmaz. İkisi de yoksul Anadolu’nun yoksul ve ruhsal engellenme[viii]   sonucu kalıtsal bir eziklik duygusu altında kıvranan çocuklarına kurtuluş afyonu oldu. Sonuçta çoğu bencil ve yok edici (terminator) canavara dönüştüler.
“Bütün bunlar yüzündendir ki ‘hâkimiyet  halkın değil, hakkındır!’ düsturunu, herbiri hakka fâni olarak ruhlarına nakşetmiş idrak soylularını teşkilâtlandırma ve sadece hak[ix] adına nefs dışı imtiyazlandırma dâvası, İslâm inkılâbının istinad edeceği sınıfsız sınıfı, her sınıftan üstün insanlar sınıfını hedef tutacaktır.”[x]   
 Friedrich Nietzsche’den mülhem “üstün insan” ideali, Necip Fazıl’da “Büyük Doğu Gençliği”, Fethullah Gülen’de “Altın Nesil” sapkınlıklarına yol açti. Bu iki sapkınlık da Cumhuriyet ve Devrim düşmanıdır. Ve bu iki güdümlü insan türü Türkiye’de iktidar kavgası yapmaktadır. Necip  Fazıl ve Fethullah Gülen’in ruhsal ve zihinsel durumları birbirine benzer: Bir şehir hattı vapurunda rastladığı “Hızır”, Necip Fazıl’ı kurtarıcısı Abdülhakim Arvasi’ye yönlendirmiştir. Fethullah Gülen’ı ise rüyaları yönlendirir. İkisi de, kendilerince ve müritlerine göre “Allah’ın seçkin kulları”dır! Sanrı bulaşıcıdır!
Uzun sözün kısası: Necip Fazıl Kısakürek poetik ve politik bakımdan, kökleri bir “illusion”a (kuruntu ve yanılsama) dayanan bir “mitos” (uydurma, yutturmaca), Nâzım Hikmet ise kusurları ve erdemleriyle birlikte “doğal” bir insandır. Necip Fazıl gibi “habbe”yi asla “kubbe” yapmamıştır. “Hep merdivenin ilk basamağında bekletilmiş adam”[xi] olan Necip Fazıl’ın yaşadığı sürece hep “Bir Numara” ve “Mürşit” olmak tutkusuna karşın Nâzım Hikmet bu türden saplantılara hayatında yer vermemişir.
Özdemir İnce
Köy, 6 Ağustos 2016
—————————————————
[i] Sıddık Akbayır,Aynı Göğün Uzak Yıldızları, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Asur Yayınları, 5.Baskı, 2011. S.71
[ii] age. s.72
[iii] Nâzım Hikmet, Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil, 4 basım, Adam Yayınları 1993, s.155
[iv] Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Yayınları, 72.Basım, Aralık 2011, S.13-14
[v] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü,  Büyük Doğu Yayınları, 20.Basım, Ekim 2013.
[vi] age. s.568
[vii] MTTB 48.dönem başkanı.
[viii] La frustration
[ix] Allah, Tanrı
[x] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü,  Büyük Doğu Yayınları, 20.Basım, Ekim 2013, S.230
[xi] Vecihi Timuroğlu, Yazınımızdan Portreler, Başak-Hasat Yayınevi, Ankara 1991. (Necip Fazıl’ın parçalı ve parçalanmış, sanrı ve yalana dayalı hayatına ışık tutan  bu yazı son derece önemlidir.)