17 Ekim 2015 Cumartesi
homeros destanı - 4
ŞAN : XVII
ŞEHİRDE OLUP BİTENLER
Sabah sisi içinde doğan gül parmaklı Şafak görünür görünmez,
Tanrısal Odysseus'un sevgili oğlu Telemakhos güzel çarıklarını ayaklarına
bağlayıp avuçlarına uygun, sağlam bir mızrağı eline aldı;
böylece şehre varmaya hazır, domuz çobanına dedi ki:
— Eumaios ata, ben şehre gidiyorum anam beni görsün diye;
çünkü bilirim, o beni görmedikçe hıçkırıkları kesilmeyecek, göz yaşları
dinmeyecek. Sana da şunu ısmarlıyorum: kutsuz garibi şehre ilet,
orada yiyeceğini dilensin: isteyen ona bir lokma yiyecek, isteyen bir tas
içecek verir. Kendim bunca kaygılar içinde iken, doğrusu bütün insanları
boynuma almak elimden gelmez. Konuk bundan gücenirse tasası
kendisine; ben çünkü açık konuşmaktan hoşlanırım.
Buna karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi:
— Ey dost! Beni burada alıkoymanızı pek arzu etmem; çünkü bu
yaşımda, çoban kulübelerinde kalıp çobanbaşının her buyruğuna boyun
eğmek artık bana gelmez. Sen gideceğin yere git; beni de, ateşte
ısındıktan ve güneş sıcağı bastıktan sonra, bu emrettiğin kişi, şehre
iletir; çünkü üstümdeki şu kötü çaputlarla sabah ayazının dokunmasından
korkarım, şehrin de uzakta olduğunu söylüyorlar.
Böyle dedi, Telemakhos ise kulübeden dışarı çıktı; hızlı adımlarla
ilerlerken aklında hep yavukluları tepelemek düşüncesi vardı.
Konağın ulu bölüğüne erişince, gidip elindeki mızrağı yüksek
direğe dikti; sonra divanhaneye girmek üzere taş eşiği aştı.
Herkesten önce Eurykleia dadı onu gördü; iyi işlenmiş koltukları
postlarla örtüyordu. Gözleri yaşararak hemen yanına geldi, ulu
gönüllü Odysseus'un öbür halayıkları dal her yandan üşüşerek gelişini
kutluyorlar, başından ve omuzlarından öpüyorlardı.
Bilge Hatun Penelopeia da odasından çıkmıştı: Artemis'e veya
altın Aphrodite'ye benziyordu. Çocuğunu iki kolu arasına alarak göz
yaşları döküyor, alnından ve iki güzel gözünden öpüyordu; hıçkırıklar
arasında ona kanatlı sözler söyledi:
— Geldin, Telemakhos'um, gözümün tatlı aydını! Seni bir daha
göremeyeceğim diyordum, sen, gizlice ve benim rızam yokken, bir
gemiye binip Pylos'a gideli beri. Sevgili babandan salık soruşturmaya
gitmişsin; haydi şimdi, anlat bana, her ne rastladınsa ve gözlerinle her
ne gördünse.
Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki:
— Anacığım, beni ağlatma, göğsümdeki yüreğime dokunacak söz
söyleme: ölümden kurtulup geldim işte. Ama sen yıkanıp üstüne temiz
çamaşır giy, dua ederek tanrılara yüzlük kurbanlar ada, umulur ki
Zeus öcümüzü almayı bize kısmet eyliye! Ben ise, dernek meydanına
gidiyorum, dönüşte arkamdan gelen bir konuğu aramak için. Onu,
çelebi yarenlerle, önden yollamıştım, ve Pelarios'a evine iletip bakmasını,
ben gelinceye kadar ağırlamasını söylemiştim.
Böyle dedi ve Penelopeia, dudakları arasından tek söz çıkmaksızın,
gidip yıkandı, üstüne lekesiz çamaşırlar giydi ve dua ederek
bütün tanrılara yüzlük kurbanlar adadı: umulur ki, Zeus öcalmalarını
kısmet eyliye!
Telemakhos bu ara, mızrağı elinde divanhaneden çıktı, beraber
çıkan iki tazısı arasından gidiyordu. Athena onun üstüne tanrısal bir
güzellik saçıyordu. Dernek meydanına girdiği zaman bütün halk gözlerini
ona çevirip bakıyordı Her yanından üşüşüp saran yavuklular
309/431
yüzüne gülerek konuşu-yorlardı, ama yüreklerinin derinliğinde hainlik
saklıyorlardı.
Telemakhos onların kalabalık cemaatinden kaçarak bir arada
bulunan Mentor, Antiphos ve Halitherses'in yanına gidip oturdu;
bunlar babasının eskidenberi dostları idi. Kendisinden her şeyi sormaktalar
iken, ünlü süngücü Peiarios yaklaşıyordu: konuğunu şehir
arasından dernek meydanına getirmişti; ve Telemakhos, dakika sektirmeden,
garibi karşıladı.
En önce Pelarios söze başlayıp dedi ki:
— Telemakhos, tez benim eve halayıklarını gönder de
Menelaos'un sana verdiği armağanları konağa yollayayım. Buna karşı
akıllı Telemakhos şöyle dedi:
— Pelarios, henüz işlerin ne hal alacağını görmüyorum. Olabilir
ki, konakta, taşkın yavuklular hainlikle canıma kıyıp atadan kalma
mallarımı paylaşırlar, o halde bu armağanların onlardan birine
geçmektense sende kalmasını isterim. Eğer benim elimden ecelleri ve
ölümleri gelirse sevine sevine onları eve getirirsin ben de sevine sevine
alırım.
Böyle dedi ve kutsuz konuğu ile birlikte konağın yolunu tuttu.
Ulu yapılı konağın divanhanesine gelince, kaftanlarını koltukların ve
kürsülerin üstüne bırakarak leğenleri cilâlı hamama geçip yıkandılar.
Halayıklar onları yıkayıp yağ ile tenlerini ovduktan sonra üstlerini entariler
ve yünden kaftanlarla giydirdiler; sonra kendileri gidip koltuklara
oturdular.
Oda halayıklarından biri güzel bir altın ibrik getirdi, ellerini
yıkasınlar diye gümüş leğen içine su döktü; sonra önlerinde iyi işlenmiş
bir sofra kurdu. Sayın kâhya kadın da ekmeği getirip önlerine
koydu ve hazır yiyeceklerden bol bol ikram etti. Bu ara Penelopeia,
310/431
divanhanenin tam karşılarına gelen sofasında, kürsüsüne uzanmış,
hafif çıkrığını çeviriyordu. Onlar ise önlerindeki seçme yiyeceklere
ellerini uzattılar. Doya doya yiyip içtikten sonra bilge Hatun
Penelopeia söze başlayıp dedi ki:
— Telemakhos, ben bari yine yukarki kata çıkıp yatağa uzanayım,
o yatak ki Odysseus, Atreusoğullarıyla birlikte Troia seferine
çıkalı beri benim her gün figan ederek göz yaşlarımla ıslattığım yerdir,
çünkü sen, taşkın yavuklular buraya gelmeden önce, babanın dönüşü
üzerine her ne işittinse bana anlatmaya bir türlü karar vermiyorsun.
Buna karşı akıllı Telemakhos cevap vererek dedi ki:
— Öyle ise, anacığım, işte sana bütün hakikati anlatıyorum:
Pylos'ta, budunlar çobanı Nestor'un katına varmıştık; kendi beni yüksek
konağında kabul edip gereğince ağırladı, şanlı oğullarıyla birlikte.
Fakat çok çekmiş Odysseus üzerine hiç bir şey söylemedi: sağ mı,
ölmüş mü? Yeryüzünde kimseden hiç bir şey duymamış! Ancak Nestor
beni ünlü süngücü Atreusoğlu Menelaos'un yanına, atlarıyla ve sağlam
arabasıyla yolladı. Orada ben Argoslu Helena'yı gördüm ki, onun
yüzünden, tanrıların dileğiyle, bunca Argosluların ve Troialıların
başına belâlar gelmiştir! Ve hemen narası gür Menelaos bana hangi sebepten
tanrısal Lakedaimon'a geldiğimi sordu; ben de ona bütün
hakikati olduğu gibi anlattım; onun üzerine o da cevap vererek dedi ki:
«Yalvarıp sorduklarına gelince, doğruluktan ayrılmaksızın, bildiğimi
anlatacağım ve seni yanıltmayacağım. Bana denizin yalan bilmez ihtiyarı
her ne dediyse, bir kelimesini gizlemeden ve değiştirmeden söyliyeceğim:
o bana dedi ki, Odysseus'u göz yaşları içinde, bir adada
görmüş; onu, kendi rızası yok iken Nymphe Kalypso mağarasında
zorla tutuyormuş; bu sebeple o da atalar yurduna dönemiyormuş.»
İşte ünlü süngücü Atreusoğlu Menelaos bana bunları söyledi. Ben de,
bu işler böyle bitince, yola çıktım: tanrıların ihsan ettiği rüzgârla sevgili
atalar yurduna ulaştım.
311/431
Böyle dedi ve bu sözler Penelopeia'nın yüreğine derinden dokundu.
Bunun üzerine tanrı yüzlü Theoklymenos onlara şöyle dedi:
Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu, onun iyice bir şey
bilmediğini görüyorsun; ama benim sözümü aklında iyi tut, sana ger-
çek haberler vereceğim ve senden hiç bir şey gizlemeyeceğim. Bil ki,
şimdiden Odysseus atalar yurduna gelmiştir, burada gizli veya aşikâr
dolaşarak işlenen kötülükleri haber almakta ve bütün yavukluların
cezasını hazırlamaktadır, iyi yapılı gemide görüp Telemakhos'a açıkça
anlattığım alâmet böyledir.
Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Tanrılar vere konuğum, söylediklerin gerçek ola! Benden öyle
bir dostluk görür, öyle çok armağanlar alırdın ki, görenler seni en
mutlu bir kişi sayarlardı.
Aralarında böyle söyleşmekte iken... yavuklular Odysseus'un divanhanesi
önündeki sert taşlar döşeli meydanda disk ve cirit atarak
eğleniyorlardı; âdetleri üzerine şımarıklıkları her gün burada geçerdi.
Yemek zamanı yaklaşınca, ve davarlar âdet üzere, güdücülerinin
önünde kırlardan gelince Medon söz başladı çavuşlardan en ziyade
hoşlandıkları ve sofralarına kabul ettikleri buydu :
— Delikanlılar, oyunlardan keyfiniz yerine gelmiş ise içeri girip
övünü hazırlayalım; tam vaktinde sofraya geçmek de hoşa gitmez
değildir...
Böyle dedi, onlar da sözünü dinleyip kalktılar; divanhaneye
gelince kaftanlarını koltukların, kürsülerin üstüne atarak, yağlı
domuzları ve koşulmamış düveyi boğazlayıp övün hazırlığına baktılar.
312/431
Bu ara kırdan şehre gelmek üzere, Odysseus ile çelebi domuz
çobanı yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Çobanlar başkanı Eumaios ona
dönerek şöyle dedi:
— Garip, şehre bugünden gitmek arzusunda olduğun gibi, beyim
de öyle buyurduğu için, gidelim. Bilirsin ki ben seni burada, kulübenin
bekçisi olarak, alıkoymak isterdim: Ama onu sayarım; sonra, bana
çıkışmasından da korkarım: beylerin azarları yaman olur... Haydi,
şimdi yola çıkalım; gün de epey ilerlemiştir; tez basacak olan akşam
ayazı ise sert olabilir.
Buna karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki:
— Anlıyorum, kavrıyorum. karşındaki arif kişidir. Hemen yola
çıkalım. Sen hemen öne geçip yolu göster: bana bir de, hazır bir tarafa
atılmışın varsa, dayanmak için bir çomak ver; çünkü yolun pek kaypak
olduğunu söylemiştin.
Ve hemen sırtına köhne heybesini atarken Eumaios ona istediği
gibi bir dayanak verdi.
İkisi yola koyuldular, ağılı köpeklerle öbür çobanların
bekçiliğine bıraktılar. Domuz çobanı öne geçerek beyini, şu çomağa
dayanmış, vücudu çaputlara sarınmış, dilenci kılıklı ihtiyar yoksulu
şehre iletiyordu.
Yamacın altından geçen yolun üstünde, kasabaya yaklaşırken,
duvarları taşla örülmüş çeşmeye ulaştılar; bu bol akışlı pınardan
kasaba halkı suyunu alırdı, onu İthakos, Neritos ve Polyktor
yaptırmıştır. Çeşmeyi her yandan saran su kavaklarından bir koru
vardır; burada yüksek kayadan dumlu bir su akar durur; bunun da
üstünde taştan yapılmış bir tapınak var ki, onda gelenler geçenler
Nymphelere adaklar sunarlar.
313/431
Burada onlara Dolios oğlu Melanthios rastladı. Onları görür
görmez, doğruca sözlerini onlara yönelterek, sövmeye başladı; kaba ve
yakışmaz sözlerinden Odysseus'un yüreği kızdı.
— Şunlara bakın: kötü kötüyü yediyor! tanrı daima böyle iki benzeri
birbirine eş eder! iğrenç domuz çobanı, nereye götürüyorsun şu
miskini? Kapı pervazlarına dayana dayana omuzları çürüyecek, kırıntı
dilenerek, hançerler veya leğenler değil; bana vermiş olsan, onu bekçi
yapar, ağılın gübresini süpürtürdüm; atların da yeşil yemine bakardı,
kendi de peynir suları içer, etlenir butlanırdı. Ama tembelliğe alışkınlığı
varken hiç işe yanaşmak ister mi? Onun yapabileceği kapı kapı dilenip
doymaz kursağını doldurmaktır. Şunu da sana söyleyeyim ve
dediğim gibi olacak: şayet tanrısal Odysseus'un konağına ayak basarsa,
erlerin kollarıyla başına iskemleler yağacak, döşemelere çarpa
yıkıla eğe kemikleri ufalanacak.
Böyle dedi ve akılsız adam, yanından geçerken Odysseus'un
böğrüne bir tekme vurdu; ama onu patikadan dışarıya atamadı. Yerinde
sarsılmayıp duran Odysseus düşündü: çomağı başına indirip can-
ını alsın mı, yoksa yerden taşlar kaldırıp arkasına çarpsın mı? Fakat
kendini tuttu, yüreğinin öfkesini yatıştırdı. Ona karşı domuz çobanı,
gözlerinin içine bakarak çıkıştı, ve ellerini kaldırarak yüksek sesle dua
etti:
— Pınarbaşı Nympheleri, Zeus kızları! Bir zamanlar tanrısal
Odysseus sizlere semiz ve içyağına sarılmış kuzu ve oğlak butları yakıp
tütsü kıldı ise, dileğimi yerine getirin: o kahraman dönsün, bir tanrı
kılavuzu olsun! Şunun da davarları kötü çobanlar elinde bırakıp bütün
gün, nahiyeyi dolaşırken, takındığı yüzsüz tavırların haddini bildirsin!
Buna karşı keçi çobanı Melanthios dedi ki:
314/431
— Bakındı hele, şu kurnaz köpeğin dediğine! Çok geçmeden seni
ben sağlam yapılı bir kara gemiye bindirip İthaka'dan uzağa ileteceğim,
ağır paha ile satacağım. Tanrılar vere, bugün, gümüş yaylı
Apollon gelip Telemakhos'u konağın içinde vura, veya yavukluların
eliyle canı çıka! Nasıl ki Odysseus da uzaklarda helak olup artık sıla
yüzü görmeyecektir.
Böyle dedi, ve ağır ağır yürürken onları geride bıraktı, kendi hızlı
yürüyerek beyin konağına ulaştı ve hemen içeri girerek yavuklular
arasında, Eurymakhos'un karşısına geçip oturdu: çünkü en büyük
dostu oydu. Kullukçular önüne etlerden bir pay getirdiler, sayın kâhya
kadın da ekmeği getirip sofrasına koydu.
Odysseus ile çelebi domuz çobanı konağa yaklaşınca durdular;
çevrelerine oyulmuş kopuzun sesi geliyordu: Phemios yavukluların
önünde bir peşreve başlamıştı. Bu ara Odysseus, elinden tutup domuz
çobanına dedi ki:
— Eumaios, şu güzel konak Odysseus'un konağı mıdır? Bir çokları
arasında kolay tanılır, hepsinden o kadar ayrıdır. Avlusu duvarla
ve bir sıra direklerle çevrilmiş; ya iki kanatlı kapıları ne kadar sağlam!
Bunları zorlayacak insan yoktur. Anlaşılan bir çok erlere ziyafet veriliyor;
iç yağlarının kokusunu duyuyor musun? İçerde kopuz da
çalınıyor. El kopuzu tanrılar şölenlere arkadaş vermişlerdir.
— İyi bildin; bunda ve başka şeylerde sen hiç de akılsız değilsin.
Ama, haydi şimdi işler üzerine konuşalım: konağın içine ya sen önce
girip yavuklulara karışırsın, ben geride kalırım... veya istersen sen
bekle, ben önden gideyim... fakat sen de pek gecikme; dışarda gören
olursa, tokat, tekme hazır; buna hemen bir karar ver.
Buna karşı çok çekmiş tanrısal Odysseus şöyle dedi:
315/431
— Anlıyorum, kavrıyorum; karşındaki arif kişidir. Haydi sen
ileri! Geride ben kalırım; silleden tokattan yana da alışmamış değilim;
yüreğim sabırlıdır; savaşlarda ve deryalarda çok çekmişim; başka mihnetler
gelecekse onlara da hazırım. Şu batasıca kursağa boyun eğmemek
elde değil; her belâyı başımıza getiren odur; yine onun yüzünden
denk yapılı gemiler donanıp hasatsız deniz üzerinde sefere çıkılır,
gidip yadeller talan edilir.
Aralarında böyle söyleşmekte iken, orada yatmakta olan bir
köpek başını kaldırdı, kulaklarını dikti; bu Argos idi; çok çekmiş Odysseus
onu büyütmekte iken hayırını görmeden, kutsal Troia seferine
çıkmıştı. Gençlerin elinde kalan Argos bir zamanlar, yaban keçisi,
geyik ve tavşan avına alıştırılmıştı; şimdi ise, sahipsiz kalarak dış
kapının önünde, katırların ve sığırların gübresi üzerinde, serilip yatmıştı;
kullukçular gübreyi buradan alıp Odysseus'un büyük bahçesine
götürürlerdi. Argos köpek, üstü böcek dolu, kıvrılmış yatıyordu.
O anda kendisine yaklaşanın Odysseus olduğunu sezip kuyruğunu
salladı ve iki kulağını indirdi; ama beyinin yanına gelecek kadar
kuvveti kalmamıştı. Bu ara onu gören Odysseus gözünden akan yaşı
sildi ve hiç bir şeyin farkında olmayan Eumaios'a hemen söz söyleyip
şöyle dedi:
— Eumaios, ne acaip köpek, şu gübre üstünde yatan! Boyu boşu
güzel bir hayvan; fakat iyi anlayamadım, görünüşte güzel olduğu kadar
koşuda da ayağına tez miydi? Yoksa hanların gösteriş için büyüttüğü
bir sofra köpeği miydi?
Buna karşı, sen çobanbaşı Eumaios, cevap vererek dedin ki:
— Uzaklarda ölen erin köpeğidir bu; boy bosça olduğu kadar
başarıca da iyiydi; onu Odysseus Troia seferine çıkarken bıraktığı
halde göreydin güzelliğine ve kuvvetine şaşardın, ormanın en sık
316/431
yerinde gördüğü canavar ondan kurtulamazdı; izden anlamada ondan
üstün tazı yoktu. Şimdi ise böyle kötülemiş; beyi atalar yurdundan
uzaklaştıktan sonra, kadınlar ona bakmaz oldu; Umarsız kaldı. Kul
kısmı öyledir, beyin yumruğundan yakayı kurtardı mı, işlere gereğince
emek vermeye hevesleri olmaz. Gürler sesli Zeus bir adamı köleliğe
atınca ondan erdeminin yarısını alır.
Böyle deyip yüksek kapılı konağa girdi, doğru divanhaneye,
çelebi yavukluların yanına gitti.
O anda Odysseus'u görür görmez, ayrılığın yirmi birinci yılında
Argos'a Ecel karanlığı basmıştı.
Eumaios'un divanhaneye girdiğini en önce tanrı yüzlü Telemakhos
gördü ve hemen başıyla işaret ederek yanına çağırdı. Eumaios,
gözlerini dört yana gezdirerek, doğrayıcı başının boş kalmış alaca
iskemlesini aldı: bu kullukçu şimdi bol bol etleri doğrayıp yavukluların
paylarını hazırlıyordu. Eumaios bu iskemleyi Telemakhos'un sofrasına
götürdü, karşısına koyup üstüne oturdu; ve bir çavuş ona da yiyeceklerden
payını getirdi ve sepetten ekmek alarak önüne koydu.
Az sonra, onun arkasından, Odysseus da divanhaneye giriyordu;
kapının iç tarafında, cilalanmış eşiğe oturdu.
Telemakhos görür görmez hemen yanma domuz çobanını
çağırdı: en güzel sepetten iri bir ekmek parçası ve iki eliyle birden tutabildiği
kadar et alıp ona şöyle dedi;
— Bunları garibe götürüp ver ve de ki, yavukluları sofra sofra
dolaşıp dilensin, çünkü sıkılmak yoksul adama yaramaz.
Böyle dedi ve domuz çobanı bu buyruğu alır almaz gitti,
Odysseus'a yaklaşarak kanatlı sözler söyledi:
317/431
— Garip, Telemakhos sana bunları gönderiyor ve ayrı ayrı
yavukluların yanına gidip sadaka istemeni söylüyor; sıkılmak yoksula
yaramaz, diyor.
Buna karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi:
— Yüce tanrı Zeus! insanlar arasında Telemakhos mutlu olsun ve
bütün gönülden diledikleri onat gelsin!
Böyle dedi ve ekmekle eti iki eliyle alıp ayakları dibindeki
murdar heybeye koydu, sonra yemeye başladı ve bu ara divanhanede
ozan destan okuyordu: biri Odysseus övününü bitirirken öbürü, tanrısal
ozan, destanı kesiyordu; divanhanedeki yavukluların gürültüsü,
patırdısı yükseliyordu; bu ara Athena yaklaşarak Laertes oğlu
Odysseus'a yavuklulardan lokma dilenmeyi öğütledi; kimin doğru ve
kimin eğri olduğunu anlamak için; gerçi bununla hiç biri başını
belâdan kurtaramayacaktı!
Bunun üzerine Odysseus sağdan başlayarak sofradan sofraya
geçiyor ve öteden beri dilenci imiş gibi, elini uzatarak sadaka istiyordu.
Acıyorlar, veriyorlardı ve kim olduğunu, nereden geldiğini soruşturuyorlardı.
O zaman keçi çobanı Melanthios onlara dedi ki:
— Bana kulak verin, en şanlı Hatunun isteklileri! Az önce
gördüğüm yabancı üzerine söyleyeceğim: onu bu sabah buraya domuz
çobanı iletiyordu; ama adını ve hangi soydan doğmuş olduğunu iyi
bilmiyorum.
Böyle demesi üzerine Antinoos domuz çobanına çıkıştı:
— Behey damgalı köle, domuz çobanı! Ne diye şunu sen şehre
ilettin? Bizde serseriler mi eksikti? Sürü sürü dilenciler, çanak
yalayıcıları mı yetmiyordu? Burada toplanıp beyinin malını yiyen
cemaat yetişmiyor muydu ki bunu da buraya davet ettin?
318/431
Buna karşı, sen domuz çobanı Eumaios, dedin ki:
— Antinoos, soyca tosun bir er iken, sana böyle söylemek
yakışmaz. Kim gider de uzak illerden bir yabancıyı davet eder, konuk
buduna yarar kişilerden olmadıkça? Kâhinleri, hekimleri, kereste
doğramacılarını, veya keyfimizi yerine getiren tanrısal ozanları çağırırlar;
bu gibi erler yeryüzünün her bucağında adlı sanlı olurlar. Ama baş
belâsı kesilecek bir yoksulu kimse gidip çağırmaz. Yavuklular arasında,
Odysseus'un kullarına, hele bana karşı en sert davranan sensin. Benim
de pek umurumda değil: bilge Penelopeia Hatun ve tanrı benzeri Telemakhos
konakta sağ olup başımızda bulundukça.
Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki:
— Sus, ata! Ona karşı fazla lâf söyleme! Bilirsin ki Antinoos
çekişen bir adamdır; ve daima sert sözleriyle başkalarını kızdırır.
Ve Antinoos'a dönerek kanatlı sözler söyledi:
— Antinoos, şüphesiz sen bir baba gibi benim iyiliğimi isteyerek,
garibe konağımdan çıkıp gitmesini sert sözlerle emrediyorsun; ama
beni bundan tanrı esirgesin! Bu adama sen de ver; seni bunun için
kınayacak değilim; bunu hattâ öğütlerim sana! Ama senin gönlünde
böyle duygular yok! Başkasına vermekten değil kendin yutmaktan
hoşlanırsın.
Buna karşı Antinoos cevap vererek dedi ki:
— Telemakhos! Öfkesini tutamayan meydan hatibi, nedir bu
söylediklerin? Bütün yavuklular benim kadar verseler, bu serseri en
aşağı üç ay bu eve ayak basmazdı...
Böyle dedi ve sekiyi, masanın altında tombul ayaklarını koyduğu
sekiyi alıp fırlatacak gibi salladı. Öbürleri ise hepsi veriyorlardı ve
heybe ekmekle etlerle dolmuştu. Odysseus Akhaiların verdiklerinden
319/431
karnını doyurmak üzere eşiğe doğru çekilirken Antinoos'un önünde
durup ona karşı şöyle dedi:
— Sen de ver, ey dost! Akhaiların en aşağısı görünmüyorsun
bana, belki en seçkini! Kılıkça bir Hana benziyorsun; senin hepsinden
daha çok vermen gerek; ben de seni yeryüzünün öbür bucağına kadar
varıp öveceğim. Bir zamanlar benim de evim, barkım vardı, insanlar
mutlu dirliğimi överlerdi; gariplere verdiğim çok olurdu: gelenler
kimlerdir ve ne derece yoksuldur, bakmaz verirdim. Tümen tümen
kullukçularını ve insanı mutlu yaşatan, adlı sanlı kılan başka her türlü
mallarım vardı. Ama Kronosoğlu Zeus'un dileğiyle hepsi elimden çıktı;
Tanrı beni, batırmak için, serseri korsanlarla birlikte uzaktaki
Aigyptie'ye yolladı. Buraya ulaşınca sevgili yarenlerime dışarı çıkmayıp
gemileri beklemelerini söyledim; keşif için de gözetleme yerlerine
gözcüler gönderdim; fakat bunların gözlerini benlik bürümüş,
güçlerine güvenerek Aigyptieli erlerin şen, bayındır kırlarını çapul ettiler,
erkekleri öldürüp kadınları ve küçük çocukları sürüp getirdiler!
Hemen de şehrin içinde vaveyla koptu. Bağrışmaları duyan halk, şafak
görünür görünmez, yürüyüşe başladılar; ovayı yayalar, atlılar dolduruyor,
tunç parıltıları her yanda ışıldıyordu. Yıldırım sahibi Zeus yarenlerin
yüreğine ürküntü getirmişti; kimsede karşı durmaya cesaret
kalmamıştı: ölüm her yandan bizi sarıyordu. Orada bizimkilerin bir
çoğunu tunç kılıçla öldürdüler, kalanları da angaryalarda çalıştırmak
üzere götürdüler. Ve Aigyptieliler beni Kypros hanlarından İasos oğlu
Dmetor'a verdiler, o da memleketine iletti; bir çok çektikten sonra,
şimdi, işte oradan buraya geldim.
Buna karşı Antinoos seslenerek dedi ki:
— Hangi ifrit şu musibeti buraya yollamış, şölenimizin baş belâsı
olsun diye? Çekil masamın önünden, ortada dur! Yoksa şimdi gözlerine
kara bir Aigyptie ve kara bir Kypros görünür. Ne sıkılmaz ne
320/431
atılgan dilenci imişsin sen! Sıra ile her sofranın önünde duruyorsun,
onlar da düşünmeden, bol bol, başkasının malından saçıyorlar,
esirgeyen yok, elini kısa tutan yok.
Bunun üzerine çok sakıngan Odysseus uzaklaşarak dedi ki:
— Ne yazık! Ne yazık! Senin gönlün yüzün gibi değilmiş! Kendi
evine biri gelip tuz bile istese, eminim, vermeyeceksin: sen ki şimdi,
başkasının sofrasında otururken ve önünde her şey bol bol varken bir
lokma ekmek vermeye elin varmıyor.
Böyle dedi ve Antinoos'un başı çok kızdı, ona yan bakarak
kanatlı sözler söyledi:
— Bakalım, şu divanhaneden sağ esen çıkabilecek misin?
Aşağılatıcı sözler de söylüyorsun ha!
Böyle dedi ve tokmağı kapıp fırlattı, Odysseus'un sırtına, sağ
omuzuna değdi; ama o, kaya gibi berk durdu ve Antinoos'un attığı onu
sarsmadı; sesi çıkmaksızın başını salladı, içinden kötü kötü öç almayı
kuruyordu. Oradan eşiğe gelip oturdu, dolu heybesini yere koyup
yavuklulara dedi ki:
— Kulak verin bana, en şanlı Hatunun isteklileri! Tâ ki size
göğsümün içinde yüreğimin emrettiğini söyleyeyim. Biri, malları için,
kara sığırları veya ak koyunları için savaşırken dayak yerse ne acı duyar,
ne utanır, ama Antinoos bana insanın başına belâlar getiren şu
batasıca uğursuz kursak yüzünden vurdu; yoksullar için de tanrılar ve
Erinny'ler varsa, dilerim ki Antinoos düğününden önce eceline
kavuşsun!
Buna karşı Eupeithes oğlu Antinoos atıldı:
321/431
— Otur, karnını doyur, yabancı! Sesini de çıkarma veya başka
kapıya baş vur, yoksa böyle söylenecek olursan, korkulur ki bizim delikanlılar
kolundan bacağından sürükleyip öteni berini kırarlar.
Böyle dedi, ama bu sözlere cümlenin gayet canı sıkıldı; o şı-
marıklardan biri de şöyle diyordu:
— Antinoos! Kutsuz bir yoksula vurman hiç iyi olmadı! A
düşüncesiz, ya göğün sahiplerinden bir tanrı ise? Tanrıların garipler
kılığına girerek dolaştıkları çok olur: insanların doğruluğunu veya
eğriliğini yoklamak için.
Yavuklular böyle diyorlardı, ama sözleri ona Antinoos'a tesir etmedi.
Telemakhos'un gönlü ise babasına vurulduğu için incinmiş,
yüreği parçalanmıştı; fakat kendini tutup göz kapaklarından yaş
dökmedi ve sesini çıkarmadan başını salladı, içinden ise kötü kötü öç
almayı kuruyordu.
Bilge Hatun Penelopeia karavaşları ile konuşurken divanhanede
bir garibin dövüldüğünü işitince şöyle dedi:
— Dilerim ki ünlü okçu Apollon gümüş oku ile garibin öcünü
alsın!
Buna karşı da kâhya kadın Eurynome dedi ki.
— İlençlerimizin bir tesiri olsa bu kişilerin hiç biri yarın şafağın
tahtına çıkmasına kadar sağ kalmazdı. Bilge hatun Penelopeia bunun
üzerine şöyle dedi:
— Dadı, hepsinden nefret ediyorum, çevirdikleri fırıldaklardan
ötürü, hele şu Antinoos, ölüm cadısı Kere kadar kara! Kutsuz bir garib,
yoksulluk yüzünden, divanhanede tofra sofra dolaşıp sadaka istiyormuş;
bütün öbürleri verip heybesini doldururken o, bir sekiyi fırlatıp
sağ omuzuna indirmiş.
322/431
Hatun böyle odasında oturup halayıklarla konuşmakta iken tanrısal
Odysseus akşam övününü yiyordu. Penelopeia domuz çobanını
çağırtarak ona dedi ki:
— Eumaios çelebi, git garibi çağır, gelsin, tâ ki selâmlayıp
sorayım: umulur ki çok çekmiş Odysseus'tan bir haber duymuş veya
onu kendi gözleriyle görmüş ola; çok gezip çok dolaşmışa benziyor.
Ona karşı, sen çobanbaşı Eumaios, cevap vererek dedin ki:
— Ah! Sultanım! Akhailar hep sussaydı ve yalnız o konuşsaydı!
Sözlerinden gönlün açılırdı! O, üç gün üç gece, kulübede yanımda
kaldı, çünkü gemiden sıvışınca ilk önce bana gelmişti; çektiklerini anlata
anlata bitiremedi. Tanrıların öğrettiği bir ozan ölümlü insanların
gönlünü açmak için destan okurken nasıl ağzına baktırırsa ve hiç
kesmemesi istenilirse... tıpkı onun gibi bu da odamda anlattıkları ile
beni büyülemişti. Odysseus'la baba konuğu dostu olduğunu ve Krete
ahalisinden bulunduğunu söyledi; orası Minos suyunun ülkesidir; bir
çok çektikten sonra, oradan buraya, geze dolaşa gelmiş; yemin ediyor
ki, buradan pek uzak olmayan bir yerde, Thesprotların bereketli
ülkesinde sağ esen yaşamakta olan Odysseus'un haberini almış:
oradan bir çok ağır pahalı mallarla yurduna dönmesi yakın imiş.
Bunun üzerine bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Var, onu buraya çağır, benim de önümde anlatsın, ötekiler
varsın kapıların önünde oturup veya divanhanede kalıp eğlenedursunlar,
gönülleri şen, çünkü: evlerindeki mallarına dokunulmuyor; ekmekleri,
tatlı şarapları bir kaç kullukçudan başkasına verilmiyor.
Kendileri ise bizim evde postu sermişler, her gün sığırlarımızı, koyunlarımızı,
semiz keçilerimizi kesip kesip yiyorlar, cümbüş kurup ateş
yüzlü şarabımızı içiyorlar, pervasız malımızı bitiriyorlar; ve burada
Odysseus değerinde bir er yok ki evinden zulmü uzaklaştırsın. Ah,
323/431
Odysseus yurduna bir dönseydi ve oğluna kavuşsaydı! Bu erlerin zulmünden
o zaman öç alınırdı.
Böyle dedi ve Telemakhos öyle kuvvetli aksırdı ki odanın duvarları
müthiş bir yankı ile çınladı. Penelopeia hemen gülümsedi ve
Eumaios'a dönerek kanatlı sözler söyledi:
— Var şimdi, şu konuğu benim yanıma çağır! Ben sözlerimi
bitirirken oğlumun apşırdığını duymadın mı? Hay bu alâmet yavukluların
ölümünü bildirmiş ola! Sana başka bir sözüm daha var, onu iyice
aklında tut: Garibin her şeyi doğru söylediğini anlasam, ona güzel
güzel giyecekler veririm, entari de kaftan da.
Böyle dedi ve domuz çobanı bu sözleri işitir işitmez divanhaneye
gitti, Odysseus'un yanında durarak kanatlı sözler söyledi:
— Konuk ata, bilge Hatun Penelopeia, Telemakhos'un anası seni
çağırıyor: canı çok sıkılmıştır, gönülden seninle konuşup kocasından
haber sormak arzusunu duyuyor. Eğer söylediklerinin doğru olduğunu
anlarsa, sana yeni entari ve kaftan verecek: bu giyeceklere ise senin bu
kadar ihtiyacın var; sonra da halktan nafakanı dilenirsin; dileyen verir,
karnın doyar;
Buna karşı çok çekmiş tanrısal Odysseus dedi ki :
— Eumaios, ben de hemen İkarios kızı bilge Hatun
Penelopoia'ya bütün bildiklerimi dosdoğru söylemek isterim,
Odysseus'un ahvalini iyi bilirim, çünkü her ikimizin başından aynı
belâlar geçmiştir. Fakat taşkın yavukluların kalabalığından korkarım,
işte demin, onlardan biri, kimseye bir ziyanım olmaksızın divanhaneyi
dolaşmam üzerine, insafsızca bana vurdu; buna ise ne Telemakhos
karıştı ne de bir başkası. Bunun için şimdi sen Penelopeia'ya öğüt ver,
sabırsızlanmasın, odasında güneşin batmasına kadar beklesin. O zaman
kocası ve onun sıla günü üzerine istediği gibi sorsun; elverir ki
324/431
ateşin yanında oturmuş olayım; çünkü üstüm fena giyimli, kendin de
bilirsin; ilk önce sana gelip sığınmıştım.
Böyle dedi ve domuz çobanı işitir işitmez seğirtti; daha eşiği
aşarken ise Penelopeia ona şöyle dedi:
— Onu niye getirmedin,. Eumaios? Ne demek istiyor şu dilenci?
Onu bu derece korkutan kim? Yoksa bu daireye girmekten sıkılıyor
mu? Sıkılganlık dilenciye yaramaz!
Buna karşı, sen çobanbaşı Eumaios, dedin ki:
— O tam gereğince söz söylüyor ve onun yerinde kim olsa öyle
düşünür, yavukluların taşkınlığından ve zulmünden korunmak ister.
Güneşin batmasına kadar beklemeni öğütlüyor; bu senin için de daha
iyi olur, Sultanım! Rahat rahat garip ile konuşursun: Sen sorarsın,
onun da söylediklerini dinlersin.
Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Garip her kim ise, düşüncesiz görünmüyor; gerçekten ölümlü
insanlar arasında şu zalimler kadar haydutluklar becerenleri
bulunmaz.
Böyle dedi ve çelebi domuz çobanı, yavukluların kalabalığı içine
geçti, çünkü başka diyeceği kalmamıştı. Domuz çobanı hemen
Telemakhos'un yanına gitti ve başkaları işitmesin diye başını yaklaştırarak
dedi ki:
— Ey dost, ben domuzların yanına dönüyorum, senin ve benim
mallarımızı beklemeye. Sen burada her şeye gözünü aç; en önce bütün
aklınla kendin sağ esen kalmaya bak, başına bir şey gelmesin. Akhailardan
bir çoğunun niyeti kötü; hay Zeus tanrı onları yok etsin, bize ziyanları
dokunmadan!
Ve hemen buna karşı akıllı Telemakhos şöyle dedi:
325/431
— Böyle olsun, Eumaios ata; gece basmadan yola çık, yarın yine
gelip güzel kurbanlar getir. Artık işlerin üst tarafına bakmak bana ve
benden önce ölümsüz tanrılara düşer!
Böyle dedi ve domuz çobanı yine cilâlı sekiye oturdu ve canı istediği
kadar yiyip içip karnını doyurduktan sonra, domuzlarının
yolunu tutmak üzere divanhaneden ve avludan çıktı; orada şölenliler
kalıp hora tepmek ve türkü söylemekle keyif sürüyorlardı, çünkü gün
bitip akşam yaklaşmak üzereydi.
326/431
ŞAN : XVIII
ODYSSEUS İLE IROS'UN YUMRUK DOĞUŞU
Bir yoksul çıkageldi, bütün ülke içinde tanılmıştı; çünkü İthaka
kasabasında kapı kapı dilenirdi ve karnının doymazlığı ile anılırdı:
durmadan, ne bulsa, yiyecekten içecekten, kursağına indirirdi. Gücü
kuvveti hiç yoktu, lâkin boylu boslu ve görünüşte görklüydü. Amaios,
doğunca sayın anasının ona koduğu ad idi; lâkin bütün gençler ona
İros diyorlardı; şunun için ki nereye yollasalar, İris gibi gider, ısmarlanan
haberi ulaştırırdı!
İros gelir gelmez Odysseus'u evinden kovmaya kalktı ve
çıkışarak ona kanatlı sözler söyledi:
— Çekil, ihtiyar, kapının önünden; yoksa şimdi seni bacağından
sürüklerim. Görmüyor musun ki, hepsi işaret ediyor seni dışarı atayım
diye? Ama ben kendime yakıştırmıyorum. Haydi kendin kalk git, tâ ki
çekişip iş yumruk yumruğa varmasın!
Çok tedbirli Odysseus ona yan bakarak dedi ki:
— A kutsuz kişi! Ne bir fenalığım dokundu sana, ne kötü bir lâf
söyledim. Kimsenin sana istediği kadar vermesini de kıskanmam. Eşik
büyük; oraya ikimiz de sığarız. Başkalarını kıskanmak da sana
yakışmaz; sen de benim gibi bir dilenciye benziyorsun. Kısmetleri tanrılar
üleştirir. Ama el kaldırıp kanımı kaynatma; çünkü kafam kızarsa,
yaşlı olduğuma bakma, eğe kemiklerini kırar ağzından kan kustururum;
yarından sonra da ben rahat ederim; çünkü sen artık bir daha
Laestes oğlu Odysseus'un konağına ayak basamaz olursun sanırım!
Ona karşı öfkelenen dilenci İros dedi ki:
— Vay canına! Şu aç herif ne tok lâflar savuruyor, ocağının dumanına
boğulmuş koca karı gibi! Şimdi ben iki elimle çullanırsam
avurtlarından dişlerini söker, yere tükürtürüm: ekine dalan yaban
domuzuna ettikleri gibi. Öyle ise hemen sıvan, kuşan da görsünler:
kendinden genç biriyle savaşa kalkmak ne demek imiş!
Yüksek kapıların önünde, cilalanmış eşiğin üstünde, böyle,
gönüllerinin bütün hevesiyle çekişiyorlardı.
Bunların ağız kavgası ettiğini görünce, erki kutsal Antinoos Han,
tatlı tatlı gülerek yavuklulara şöyle dedi:
— Dostlar! Böylesi hiç görülmüş değil! Tanrılar şimdiye kadar,
şu konakta, içimiz açılsın diye bundan büyük bir eğlence kısmet etmemiştir.
Garip ile İros çekişiyorlar; yumruk yumruğa gelmek üzereler!
Haydin, onları kızıştıralım.
Böyle dedi ve cümlesi gülerek ayağa kalktı, çaputlara bürünmüş
dilencileri sardılar: ve Evpeithos oğlu Antinoos dedi ki:
— Kulak verin bana, coşkun yavuklular! Size söyleyeceklerim
var! Akşam övünü için, keçi kursaklarını kanla doldurup iç yağları ile
sarmış, ateşe vurmuştuk, ikisinden kim daha güçlü çıkıp ötekini yenerse,
bu bumbarlardan beğendiğini seçip alsın; bundan sonra da yalnız
o şölenlerimize gelsin; başka bir yoksula artık gelip aramızda dilenmeye
yol vermeyelim.
Antinoos böyle dedi ve cümlesi söylediğini beğendi. Buna karşı
çok tedbirli Odysseus bir hile düşünerek atıldı:
— Dostlar! Çok genç bir erin, cefalar çekip yıpranmış bir ihtiyarla
savaşması nasıl olur? Ama beni şu zalim karın zorluyor! Yaraları
bereleri gözüme alayım; hiç olmazsa cümleniz büyük yemin ile and
için ki, İros'a yardım etmek için hiç biriniz güçlü eliyle vurup beni
yendirmeyecek.
328/431
Böyle dedi ve cümlesi istediği gibi and içti; yemini töresince yerine
getirdikten sonra, erki kutsal Telemakhos Han hemen söze
başlayıp şöyle dedi;
— Garip, eğer gönlün, canın bu adamla savaşmayı istiyorsa,
Akhaiların hiç birinden korkun olmasın; çünkü sana kim vurursa daha
bir çoklarımızla başa çıkmayı gözüne almalıdır: en önce, burada seni
konuklamış olan benimle, sonra beni onamakta olan iki han, iki doğru
adam, Evrymakhos ve Antinoos ile.
Böyle dedi ve cümlesi söylediğini beğendi. Bu ara Odysseus,
çaputlar ile erkeklik yerini sararak onlara güzel, iri butlarını gösterdi;
geniş omuzları da, iki koynu ve güçlü pazuları da meydana çıktı. Bu
ara Athena acele yaklaşmış, budunlar çobanının vücuduna kuvvet vermişti.
Yavukluların cümlesi aşırı derecede hayret etti. Biri görüp
yanındakine dönerek aralarında söyleştiler:
— Çok geçmeden zavallı İros İrosluktan çıkacak, aradığı belâ
başına gelecek! İhtiyarın çaputları altında ne butlar, ne kalçalar
varmış!
Böyle diyorlardı ve İros'un içine kaygı düştü; ama uşaklar zorla
kemerini beline sarıp, getirdiler: bütün üyelerinin etleri korkudan
titriyordu.
Bunun üzerine Antinoos çıkışarak ona dedi ki:
— Hay anan seni doğurmaz olaydı! Seni gidi tabansız! Cefadan
yıpranmış bir ihtiyarın önünde titriyorsun! Bak sana önceden söyleyeyim,
dediğim de olacak; eğer buna yenilip altta kalırsan seni bir
kara gemiye bindirir, karşı yakadaki Ehetos hanın yanına gönderirim.
Bütün insanların en zalimi olan bu han tunç hançerle kulaklarım
burnunu keser, edep yerlerini koparıp kanlı kanlı köpeklere yedirir.
329/431
Böyle dedi ve daha büyük bir korku İros'un etlerini titretti! Onu
ortaya sürdüler; her ikisi kollarını kaldırdılar. Bu ara çok tedbirli
Odysseus düşünüyordu: bir vuruşta canını alacak gibi çarpsın mı,
yoksa yere sermekle yelinsin mi? Ve bu düşünce sonunda Akhaiları
şüphelendirmemek için yavaş vurmaya karar verdi.
İkisi kollarını kaldırıp hamle ettiler. İros hasmının sağ omuruna
yumruğunu indirdi; Odysseus ise onun boynuna, kulağın altına vurdu;
kemikleri kırılarak ağzı kanla doldu; bangır bangır bağırarak tozların
içine yuvarlandı; ayakları ile yeri tekmeliyordu. Taşkın yavuklular gülmekten
katılarak ellerini kaldırıyorlardı.
Bu ara Odysseus hasmını bir ayağından sürükleyerek, kapıdan
avluya çıkardı ve oradan dışarıya kadar iletip arkasını duvara dayadı;
eline bir değnek vererek şu kanatlı sözleri söyledi:
— Şimdi burada kal, domuzları ve köpekleri kov; ama bir daha
yoksulların, dilencilerin başına buyruk kesilme; yoksa senin de başına
bugünkü belânın daha büyüğü gelebilir.
Böyle deyip murdar heybesini iki omuzuna astı; sonra dönüp divanhanenin
eşiğine oturdu ve öbürleri keyifli keyifli gülerek ona kutlayıcı
sözler söylediler.
— Hay Zeus ve öbür ölümsüz tanrılar, ey garip, sana aziz gönlünün
bütün muratlarını versin! Bizi şu uğursuz dilenciden kurtardın.
Böyle dediler ve bu duadan Odysseus'un gönlü şad oldu.
Antinoos kanla dolu ve içyağı ile sarılı en büyük kursağı önüne korken,
Amphinomos da sepetten iki ekmek seçerek getirdi ve altın sağrağını
sunarak onu övdü:
— Sağ ol, konuk ata! Tanrı vere, dirliğin yine mutlu olsun!
Çünkü şimdi gerçekten büyük sıkıntılar içindesin! Buna karşı çok
ölçümlü Odysseus dedi ki:
330/431
— Ey Amphinomos, bana sen gerçekten çok akıllı görünüyorsun,
tıpkı baban Nisos gibi; ben Dulihion'da onun iyilikten ve zenginlikten
yana adlı sanlı olduğunu işitmiştim. Dedikleri gibi sen ondan doğ-
duğun için ve uslu akıllı kişiye benzediğin için söyleyeceğim, sen de
kulak ver de beni anla: yeryüzünde insandan daha güçsüz yaratık yoktur,
başına bir felâket gelebileceğini asla aklından geçirmez: tanrılar
ona mutlu dirlik ihsan ettikçe ve dizleri tuttukça. Ölümsüz tanrılar ona
cefalar verince ve haline sabırlı gönülle katlanmaya razı olmaz. Sözün
kısası, insanların anlayışında, her gün ölümlülerin ve tanrıların babası
Zeus ne korsa, ancak o vardır. Ben de bir zamanlar mutlu erlerden
biri sayılabilirdim; ama gücüme, kuvvetime güvenerek, baba ve
kardeş yardımına dayanarak pek çok yaman işler işledim. Bunun için
diyorum ki insan asla doğruluktan ayrılmamalı, tanrılar ne verirse, ses
çıkarmayıp ihsanlarına şükretmeli Şurada yavukluları yaman işlere
bulaşmış görüyorum: bir erin mallarını sömürüp karısının şerefine
saygısızlık ediyorlar; ve ben diyorum ki, o er sevdiklerinden ve atalar
yurdundan daha çok zaman uzak kalacak değildir; o çok yakındadır!
Dilerim ki bir tanrı seni evine kavuştura ve o, sevgili yurduna döneceği
gün, seni karşısına çıkarmıya! Hiç şüphen olmasın, şu tavanın altına
geleceği zaman, onunla yavuklular arasındaki dâva kansız
ayrılmayacaktır!
Böyle dedi ve saçı kılıp bal gibi tatlı şarabı içtikten sonra sağrağı
budunlar yasayıcısı Amphinomos'a geri verdi.
Amphinomos, kederli gönülle, divanhanenin ortasından, başını
sallaya sallaya yerine döndü: çünkü aklından belâlar geçiyordu.
Ama o da ecelden kaçınamadı. Athena onun da yolunu bağlayıp
Telemakhos'un eliyle ve mızrağıyla telef olmasına sebep oldu.
Yerine dönüp az önce kalktığı koltuğa oturdu.
331/431
Bu ara gökgözlü tanrıça Athena İkarios kızı bilge Hatun
Penelopeia'nın aklına yavuklulara görünmek arzusunu getirdi, tâ ki
onların gönlünü daha çok avutsun ve oğlu ile kocası ona karşı daha
saygılı olsun diye. Bu düşünce ile Penelopeia, yersiz görünen bir
gülümseme ile kâhya kadına seslendi:
— Eurynome, bak bana, yavuklulara görünmek için gönlüme bir
heves geldi, onları tamamiyle iğrenç bulduğum halde.. Gidip
çocuğuma bir öğüt vermek istiyorum: yavuklularla birlikte fazlaca bulunmaması
onun için hayırlı olur onlar yüzüne gülüyorlar, içlerinden
ise kemliğini düşünüyorlar.
Buna karşı kâhya kadın Eurynome şöyle dedi:
— Doğru, kızım, söylediklerinin hepsi doğru. Git, oğlunla konuş
ve ondan hiç bir şey saklama. Ama önce, yüzünü, gözünü yıka, yanaklarına
da düzgün sürün; yaşlara bulanmış bir çehre ile gitme; kaygılanıp
durmadan ağlamak çok zararlı bir şeydir. Oğlun da artık, sakallanmış
göreyim diye tanrılara dua ettiğin çağa geldi.
Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Eurynome, sevginden gelen bu öğütleri bırak: ben nasıl
yüzümü gözümü yıkar, düzgün sürünürüm! Benim güzelliğimi, göklerin
sahibi tanrılar, erim kara teknelere binip sefere çıktığından beri
harap etmişlerdir! Ama Autonoe ile Hippodameia'ya söyle gelsinler,
divanhaneye çıkarken yanımda bulunsunlar: çünkü yalnız başıma
erkeklere görünmekten sıkılıyorum.
Böyle dedi ve ihtiyar kadın odadan çıkıp halayıklara tez gelmelerini
söylemeye gitti.
Fakat, bu ara, gökgözlü tanrıça Athena düşünüp gelmiş, İkarios
kızının gözlerine tatlı uyku ekmişti. O böyle arkasına yaslanarak ve içi
geçerek uyumakta iken tanrıçaların en tanrısalı ona ölümsüz
332/431
güzellikler ihsan ediyordu. Akhailar görüp beğensinler diye: yüzünü
yıkamak için güzel taçlı Kythere'nin sevimli Kharidesler korosuna
girerken kullandığı «ambrosia» dan dökmüş, benzine toz fildişi aklığı
vermişti.
Tanrıçaların en tanrısalı bu işleri görüp çekilirken, çağrılmış
olan ak kollu kızlar odadan içeri giriyorlardı. O anda uykusu açılan
Hatun ellerini yanaklarına götürerek şöyle dedi:
— Kederden yorgun düşüp içim geçmiş! Suçsuz Artemis bana
böyle yumuşak bir ölüm ihsan ede! Ve ben artık gönülden inleyerek
dirlik sürmeyeyim, bütün erdemlerde Akhailar arasında eşi olmayan
şanlı erim için artık üzülmeyeyim!
Böyle dedi ve üst kattaki ışıltılı daireden indi, yalnız değildi: iki
halayık arkasından yürüyordu. Tanrısal Hatun yavukluların yanına
gelince, sağlam pervazlı geniş sofanın önünde durup parlak tüllerini
iki yanağı üzerine getirdi; ve iki yanında sadık halayıklardan biri
durup bekliyordu. Hemen yavukluların dizlerinin bağı çözüldü,
gönülleri aşk ilebüyülendi; Hatun sevgili oğlu Telemakhos'a şöyle
dedi:
— Telemakhos, aklın, düşüncen hiç de kararlı değil; çocukken
sen aklınla çok daha ciddi düşünürdün; şimdi ise büyümüş, yiğitlik
çağına erişmişsin; seni boylanmış, yakışıklı olmuş gören her yabancı
beğenip mutlu bir babanın oğlu sayıyor; ama aklın düşüncen gereği
gibi olgun görünmüyor. Konağın içinde olan biten işler nedir? Bir
konuğa, bana anlattıkları gibi, hakaret edilirken susulur mu? Konağımıza
sığınan bir garibin başına durup dururken böyle acıklı bir hal
nasıl gelebilir? Bu yüzden sen insanlar arasında utanırsın, rezil
olursun!
Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki:
333/431
— Anacığım, beni azarlaman gücüme gitmiyor; ben de aklımla ve
gönlümle düşünüp her şeyi anlıyorum. Ama her işte aklımın erdiğine
gidemiyorum, çünkü yanımdakiler ayrı ayrı aklımı çeliyorlar, kötü
düşüncelerime karşı bana dayanak olacak kimsem yok. Fakat garip ile
İros arasındaki savaşın sonu yavukluların gönlünce olmadı; garip gücü
ile kuvveti ile üstün geldi. Tanrılar: Zeus ata, Athena, Apollon vere,
yavuklular da, böyle divanhanenin içine yıkılıp başları sarsıla; kimi
avluda, kimi odanın içinde, dizlerinin bağları çözüle; tıpkı İros gibi ki,
şu anda dışkapıda, bir sarhoş gibi başı önüne bükülmüş duruyor; dizlerinin
bağları öyle çözülmüş ki ayağa kalkıp yerine dönmek için yola
çıkamıyor!
Böyle söyleşirken, Eurymakhos söze başlayıp Penelopeia'ya dedi
ki:
— İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia! Eğer bütün İasos Argon
Akhaiları, seni göreydi, yarın şafaktan, daha bir çok hanlar isteklin
olarak buraya gelirler, şölenlerimizden pay alırlardı, çünkü güzellikten,
boydan bostan ve içindeki akıldan yana bütün kadınlardan
üstünsün. Buna karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Eurymakhos, benim güzellikçe, boy bosça olan üstünlüğümü
Tanrılar yele vermiştir, daha Argoslular ve onlarla birlikte olarak
kocam Odysseus Troia seferine çıkarken. Ah, bir döneydi, hayatımı
koruyaydı! Şerefim daha yüksek ve daha güzel olurdu. Şimdi kederim
büyük, tanrının verdiği üzüntüler çok! Atalar yurdundan uzaklaştığı
gün elimi tutup şöyle demişti: «Karıcığım, bilirim ki bu Troia seferinden
güzel knemisli Akhaiların cümlesi sağ esen dönecek değildir.
Diyorlar ki Troialılar iyi savaşçı erlermiş; iyi mızrakçı, iyi okçu, iyi binici
kişilermiş: iki taraf için kararsız giden azgın savaşı onların bindiği
ayağına çabuk atlar hemen kazandırırmış. Tanrının dileğiyle sağ dönecek
miyim, yoksa Troia'da helak olup kalacak mıyım, bilmem. Burada
334/431
her şeye bakmak üzere sen kalıyorsun. Anamı, babamı aklından
çıkarma; konakta onları daha çok sev. Sonra, ne zaman oğlunun
yanağında sakal biterse, beğeneceğine varıp konaktan ayrıl.» O böyle
demişti ve bütün söyledikleri olmuştur; düğün hakaretine uğrayacağım
gece de gelecektir; çünkü Zeus mutlu dirliği çoktan elimden
aldı. Candan gönülden kahroluyorum, çünkü hareketleriniz yavukluların
eski töresince değildir. Eskiden zengin bir adamın soylu kızı ile
evlenmek için yarışanlar konağına sürü sürü sığırlar, semiz koyunlar
getirirlerdi; nişanlı kız şerefine şanlı ziyafetler ve zengin armağanlar
verilirdi; yoksa pervasızca başkalarının mallarını sömürmezlerdi.
Böyle diyordu ve çok çekmiş tanrısal Odysseus'un gönlü şadoldu:
tatlı sözlerle gönüllerini avutarak armağanlarını çekmek fakat
başındaki niyetleri saklamak istediğini anlamıştı.
Ona karşı Eupeithes oğlu Antinoos dedi ki:
— İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia! Akhailar, diledikleri
armağanları buraya getireceklerdir; sen de onları kabul et, çünkü verilen
hediyeleri geri çevirmek doğru ve hoş bir şey değildir... Fakat sen
Akhailardan beğeneceğin ere varmadıkça biz buradan kendi işlerimize
veya başka tarafa gidecek değiliz.
Antinoos böyle dedi ve cümlesi söylediklerini beğenip alkışladılar;
her biri hediyesini getirmek üzere çavuşunu gönderdi.
Antinoos'un adamı büyük, çok güzel işlenmiş bir peplos şal getirdi: on
iki altın halkasına ustalıkla kıvrılmış kopçalar iliştirilmişti. Ve hemen
Eurymakhos'un da çavuşu işlenmiş altından, kehribarlarla bezenmiş
bir gerdanlık getirmişti ki güneşe benzerdi. Eurydamas'ın iki uşağı ise
dut tanesi büyüklüğünde üçer inci ile bezenmiş küpeler getirmişlerdi
ki, güzellik içinde pırıl pırıl parlıyorlardı. Polyktor hanın oğlu
Pisandros'un evinden de bir kullukçu bir gerdanlık, çok zengin bir
bezek getirdi; ve sıra ile bütün Akhailar zengin armağanlar getirip
335/431
sundular. O zaman, tanrısal Hatun yukarki katın merdiveninden
dairesine döndü: halayıklar zengin hediyeleri taşıyorlardı.
Aşağıda Hanlar, hora teperek, neşeli türküler çağırarak eğleniyorlar
ve akşamın gelmesini bekliyorlardı; nihayet bunlar böyle keyif
sürmekte iken akşam da başlamıştı. O zaman divanhanede, ışık vermek
için, üç meşale yeri kurdular; üstlerine çoktan beri ağaçtan düşüp
kupkuru bir hale gelmiş ve tunç balta ile yeni yarılmış sakızlı çam dalları
yerleştirdiler; bunlara çıralar kattılar. Çok çekmiş Odysseus'un
halayıkları gelip bu çıraları tutuşturdular; o zaman tanrı dölü çok
ölçümlü Odysseus onlara şöyle dedi:
— Odysseus'un, çoktan beri gurbette kalan hanın karavaşları!
Sayın Hatunun dairesine gidin; odasında oturan hanımınızı oyalamak
için iğlerinizi çevire durun! Bir yandan da yününüzü ditmeye bakın!
Onların hepsi için, ben meşale yerlerine durup ışıklarına bakacağım;
Şafak güzel tahtına çıkıncaya kadar beklemek arzusunda olsalar dahi
beni yorup usandıramazlar, çünkü ben çok sabırlıyım.
Böyle dedi, onlar da birbirlerine bakarak gülüştüler; ve kızıl
yanaklı Melantho ona sövmeye başladı. Dolios'un kızı olan bu kadını
Penelopeia kendi kızı gibi büyütmüş ve istediği oyuncakları verip şı-
martmıştı; şimdi Penelopeia'nın kaygılarını aklına bile getirmiyordu;
Eurymakhos ile de sevişerek onunla konuşmaktaydı...
Bu kadın aşağılatıcı sözlerle Odysseus'a sövdü:
— Sefil yabancı, sen aklını bozmuş olacaksın; bir bakırcı
dükkânına veya bir toplantı yerine gidip barınacağına buraya gelip
zevzeklik ediyorsun; şu İros serserisini yendiğine mi böbürleniyorsun?
Bak, İros'tan daha güçlü biri kalkıp kuvvetli yumrukları ile kafanı patlatmasın,
kanlara bulanmış olarak seni evden dışarı atmasın.
Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus ona yan bakarak şöyle dedi:
336/431
— Şimdi Telemakhos'a gider, söylediklerini anlatırım: buraya
gelir, seni kıtır kıtır keser, a köpek!
Böyle dedi ve sözleriyle halayıkları ürküttü, çarçabuk odalarına
kaçıştılar; hepsinin, korkudan, dizlerinin bağı çözülmüştü: ciddi
söylüyor sanmışlardı.
Bu ara Odysseus, ayakta, meşaleleri tazeleyip ışıklara bakıyordu,
ama içinden başka niyetler besliyordu ve tasarladıkları geri kalmayıp
hepsi yerine getirilecekti.
Athena ise durmadan taşkın yavukluları kışkırtıyordu, tâ ki hor
tutmaları ile Laertes oğlu Odysseus'un kafasını kızdıra koşunlar diye.
Eurymakhos Polybos oğlu söze başladı, Odysseus'la alay ederek
öbürlerini güldürüyordu:
— Kulak verin bana, en şanlı Hatunun isteklileri! Size göğsümün
içinde gönlümün buyurduklarını söyleyeyim: Odysseus'un evine şu
adam tanrıların dileği olmaksızın gelmiş değildir. Başı, üstünde saç
namına tek bir kıl olmayan bir kafatası, bu benim gözümde, ışıldayan
bir meşale gibidir.
Ve dönerek kaleler talancısı Odysseus'a dedi ki:
— Yabancı, çalışmak istemiş olsan seni tutardım, kırlığımın bir
köşesine götürürdüm. Sana yetecek kadar yıllık da verirdim. İşin çalı
çırpı devşirmek, uzun uzun ağaçlar dikmek olacaktı. Her günkü ekmeğine
ben bakacaktım; üstüne giyecek, ayağına çedik giydirecektim.
Ama sen çalışmaya alışmış değilsin; işin gücün kapı kapı dilenip
doymaz kursağını doldurmaktır.
Buna karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki:
— Eurymakhos, keşke ikimiz arasında bir yarış olsa yaz mevsiminde,
günler uzun iken; ikimizi de bir çayıra götürseler; ben elime
337/431
yayı ile kıvrılmış bir orak alsam, sen de bir başkasını alsan; aç karnına
işe girişip, akşama kadar, çayır biçe dursak, çayırı bitire kosak! Veya,
beni bir de çift sürmede görsen: en iyi cinsten, kocaman iki kızıl öküz,
karınları yeşil yemle iyice doyurulmuş; ikisinin yaşı bir, gücü bir,
acarlıkları bir. O zaman anlardın, ne derinlikte sabanı toprağa batıra
korum, kesekleri nasıl iki yana dizi dizi saçakorum! Veya, bugün Kronosoğlu
kısmet etse de, bir savaş kopsa, benim de bir kalkanım, iki
süngüm, tuncu şakağıma iyice yapışmış bir tulgam olsa, beni savaşçı
erlerin ön safında görürdün ve bir daha aç kursağımla alay etmezdin!
Fakat sen katı yürekli, taşkın bir adamsın; kendini büyük ve güçlü
kuvvetli sanıyorsun, çünkü küçük ve değersiz kişilerle yatıp kalkıyorsun!
Odysseus'un atalar yurduna döndüğünü bir göreydin kaçacak delik
arardın, kocaman kapı gözüne dar görünürdü.
Böyle dedi ve Eurymakhos, yürekten, aşırı kızdı ve ona yan
bakarak kanatlı sözler söyledi:
— Miskin herif! Şimdi senin cezanı vereceğim, çünkü kıvanç ile,
yüreğin korkmadan, bunca erin içinde lâf söylüyorsun. Ya şarap senin
aklını bozmuş veya daima böyle bozuk akıllısın da aptalca sözler
savunuyorsun. Yoksa şu İros serserisini yendiğine mi
böbürleniyorsun?
Böyle deyip bir seki yakaladı. Bu ara Odysseus Dulikhionlu
Amphinomos'un dizlerine oturup Eurymakhos'un vuruşunu savdı.
Seki sakinin sağ koluna değdi; adam acı bir ses çıkararak tozlar içine
devrilirken, sebunun bir çınlayışla parçalandığı işitildi.
Yavuklular gölgelenmiş divanhanenin içinde birbirlerine girdiler;
biri yanındakilere dönerek şöyle diyordu:
— Hay şu uğursuz garip! Başka yanda adı balaydı da buraya gelmez
olaydı! Bari başımıza bu patırdıları getirmezdi. Şimdi serseriler
338/431
yüzünden birbirimizle çekişiyoruz; bu kadar karışıklık hüküm sürünce
en kibar ziyafetin rahatı kalmaz.
Bunun üzerine Telemakhos söze başlayıp dedi ki:
— Hay cin çarpmış kişiler! Çılgınlıktır bu; artık içiniz daha fazla
yemeyi içmeyi götürmüyor; belli ki sizi bir ifrit dürtüyor. Güzelce
karnınız doyunca, canınız ne zaman isterse, evlerinize çekilip rahatınıza
bakın: ben, şüphesiz kimseyi kovmuyorum.
Böyle dedi ve cümlesi dişleriyle dudaklarını ısırdı;
Telemakhos'un bu derece cesaretle konuşmasına şaşıyorlardı.
O ara, Amphinomos, Nisos Aredite'nin şanlı oğlu, söze başlayıp
şöyle dedi:
— Dostlar, doğru söylenen sözlere gücenerek karşılık verilmez.
Ne garibe vurun, ne de tanrısal Odysseus'un evindeki kullukçulardan
birine. Ama, haydin saki sağrakları doldursun da saçı kılalım, sonra
evlerimize çekilip yatalım. Garibi de Odysseus'un konağında
bırakalım; ona, sevgili evinde kendisini konuklamış olan Telemakhos
baksın.
Böyle dedi ve sözlerini cümlesi beğendi. Bu ara, Mulios çelebi,
Amphinomos'un kulluğunda bulunan Dulikhionlu çavuş, sebu içinde
şarabı kardı; töresince cümleye sağrak sağrak üleştirdi; onlar da mutlu
tanrılara saçı kılıp canları istediği kadar bal gibi tatlı şarabı içtiler;
sonra uyumak üzere evli evine çekilip dağıldılar.
339/431
ŞAN : XIX
ODYSSEUS'UN PENELOPEİA İLE GÖRÜŞMESİ
Tanrısal Odysseus divanhanede kalmıştı, Athena'nın öğüdü ile
yavukluların ölümünü kuruyordu. Az sonra, Telemakhos'a dönerek
kanatlı sözler söyledi:
— Telemakhos, bütün savaş pusatlarını şimdi kaldırıp buradan
götürmeli; yavuklular farkına varıp sebebini sorarlarsa, yumuşak sözlerle
onlara şöyle dersin: «Onları dumandan korumak için kaldırdım,
çünkü Odysseus Troia seferine çıkarken ne halde bırakmışsa artık o
halde değildirler; ocağın buğularından paslanıp bozulmuşlar...
Bundan başka, Kronosoğlunun aklıma getirdiği daha büyük bir
düşünce var içkili bir halinizde aranızda bir çekişme çıkabilir, birbirinizi
yaralarsınız, bu yüzden sofra hakkı ve evlenme şerefi kirlenir diye
korktum: çünkü demir insanı kendine çeker.»
Böyle dedi, Telemakhos da sevgili babasının sözünü dinledi;
Eurykleia dadıyı çağırarak ona şöyle dedi:
— Dadı, kadınları odalarına kapa, ben de buradan babamın
güzel silâhlarını kaldırıp hazne odasına götüreyim: o gurbete çıkalıdan
beri pusatlar bakımsız kalıp dumandan paslanmış; o zaman ben
çocuktum; şimdi onları kaldırıp ocağın buğularından korumak
istiyorum.
Ona karşı Eurykleia dadı, dedi ki:
— Ah, çocuğum, bir de evinin işlerine bakmak için tedbir alabilsen,
şu malları kurtarabilsem! Haydi, git şimdi... Ama meşaleyi tutmak
için yanına kimi alacaksın? Kızlar önün sıra gelip ışık gösterebilirlerdi,
ama sen istemiyorsun.
Ona karşı Telemakhos şöyle dedi:
— Şu yabancıyı alırım, çünkü şiniğimden ekmek yiyenin tembel
tembel oturmasına göz yummam doğrusu; ne kadar uzaktan gelmiş
olursa olsun.
İkisi, Odysseus ile tosun oğlu, acele iş başına geçtiler; hazne
odasına tulgaları, sivri süngüleri, mızrakları ve ka bank kalkanları
taşıdılar. Pallas Athena önlerinde altın kandil tutup en güzel bir ışıkla
onları aydınlatıyordu.
O ara, Telemakhos babasına seslenerek dedi ki:
— Baba, gözlerimin önünde büyük bir keramet görüyorum:
Divanhanenin duvarları, güzel kirişleri, çam mertekleri, yüksek
direkleri alevli ateş gibi pırıldıyor! Yoksa geniş göğün sahipleri tanrılardan
biri mi var?
Çok sakıngan Odysseus cevap vererek şöyle söyledi:
— Sus, düşündüğünü içinde tut, hiç bir şey de sorma;
Olympos'un sahipleri tanrıların töresi böyledir. Sen git, yat; ben
burada kalıp karavaşları ve ananı sınamak istiyorum. O her halde,
kederli kaygılı, benden her şeyi sormak istiyecektir.
Böyle dedi, ve Telemakhos divanhaneden dışarı çıktı, meşalelerle
ışıklanarak, her akşam rahat uykuya vardığı odaya gitti; bu akşam
da orada yatıp tanrısal şafak sökünceye değin uyuyakaldı.
EURYKLEIA'NIN ODYSSEUS'U TANIMASI
Tanrısal Odysseus divanhanede kalmıştı, Athena'nın öğüdü ile,
yavukluların ölümünü kuruyordu.
341/431
Bu arada bilge Hatun Penelopeia odasından iniyordu, yalnız
değildi: yanına aldığı iki odacı kız arkasından gidiyordu; kızlar ateşin
yanına bir koltuk kodular, o da bunun üstüne oturdu.
Fildişi ve gümüş kakmalı, İkmailos'un usta elinden çıkmış bir
kürsü idi bu; altında ayakları basmak için üstü kaba bir post ile
örtülmüş sekisi vardı; bilge Hatun Penelopeia buraya oturmuştu. Ak
kollu karavaşlar, ellerinde yığın yığın ekmekler, divanhaneden çıkıyorlardı.
Onlar masaları taşkın yavukluların şarap içip boş bıraktıkları
sağrakları da taşıyorlardı. Başkaları ise meşale yerlerindeki koru aldıktan
sonra divanhaneyi ışıklandırmak ve ısıtmak için bir çok yeni odunlar
yerleştiriyorlardı.
Bu ara Melantho, ikinci defa olarak, Odysseus'u paylamaya
başladı:
— Yabancı, bütün gece bizi rahatsız etmek, evin içinde dolaşıp
kadınları gözetlemek niyetinde misin? Haydi yediğin ekmeğe şükredip
dışarı çık artık; yoksa şimdi yanmış odunu arkana fırlatarak seni
kapıdışarı ederim.
Bunun üzerine tanrısal Odysseus ona yan bakarak şöyle dedi:
— Cin çarpmış kadın! Hınç dolu bir yürekle neye bana öyle
çıkışıyorsun? Yıkanıp temizlenmemiş, üstüm başım eski püskü kapı
kapı dileniyorum diye mi? Fakat bu hal yoksul kalmak yüzündendir.
Bütün derbederlerin düşkünlerin hali böyledir. Bir zamanlar benim de
evim barkım vardı, insanlar mutlu dirliğimi överlerdi; gariplere verdiğim
çok olurdu: gelenler kimlerdir ve ne derece yoksuldur, sormaz
verirdim. Tümen tümen kullukçularım ve insanı mutlu yaşatan, adlı
sanlı kılan başka her türlü mallarım vardı. Ama Kronos oğlu Zeus'un
dileğiyle hepsi elimden çıktı!.. Sen de, ey kadın, her şeyini bir gün kaybetmekten
kork: şimdi seni karavaşlar arasında üstün kılan güzelliğin
342/431
gidebilir, hanımın kızıp sana katı ceza verebilir, veya Odysseus çıkagelir:
buna daha ümit vardır, çünkü. Ama ölmüş de olsa ve bir daha
dönmesine yol olmasa bile oğlu Telemakhos sağdır. Apollon'un
inayetiyle nasıl büyüyüp yetiştiğini bilirsin; konağın içinde kadınların
yaramazlıkları gözünden kaçamaz; artık göz yumacak yaşta değildir.
Böyle dedi ve bunları işiten bilge Hatun Penelopeia söze başladı
ve halayığı paylayarak dedi ki:
— Gidi utanmaz, şımarık köpek! işlediğin yaman işlerden haberim
olmaz sanırsan bir gün başın kopacak! Biliniyor da değilim, ben
söylerken işitmiştin ki, konağımın içinde bu garipten kocam için haber
sormak istiyorum: kaygı, yas içindeyim.
Sonra kâhya kadın Eurynome'ye dönerek şöyle söyledi:
— Eurynome, bir seki getir, üstünü de postla ört; garip otursun,
beni dinleyip cevap versin: ondan soruşturmak istediğim şeyler var.
Böyle dedi ve kâhya kadın koşarak gidip cilâlı bir seki getirdi,
üstüne de postu örttü; çok çekmiş tanrısal Odysseus buna oturdu;
ondan sonra bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Konuğum, en önce senden şunları sormak isterim: Kimsin,
kimlerdensin, nerelisin? Anan baban kimdir? Ona karşı çok tedbirli
Odysseus cevap verdi:
— Ey Hatun! uçsuz bucaksız yeryüzünde, böyle sorduğun için
seni kınayacak bir ölümlü kişi yoktur; senin adın sanın geniş göklere
çıkmıştır ve ahalisi çok güçlü kuvvetli bir ülke üzerinde, tanrılardan
korkarak doğruluk töresince hükmünü yürüten bir han gibi anlayışlısın;
öyle bir han ki, onun için kara toprak arpa, buğday yetiştirir,
ağaçlar yemişlerle yüklenir, sürüler durmadan ürer, deniz balıklar
verir ve iyi idaresi altında budunların işleri rast gider. Şimdi sen, kendi
evinde, benden her ne dilersen sorabilirsin, yalnız soyumu ve
343/431
yurdumu sorma; onları hatırıma getirdikçe kaygılarım bir kat artarak
tazelenir: çektiğim mihnetler pek çoktur! Başkalarının evinde ise ağlamak,
sızlamak yakışmaz, durmadan halinden şikâyet etmek çok fena
huydur; belki halayıklardan biri hırslanır veya sen kendin rahatsız
olursun da gözümün yaşlarını şarabın verdiği ağır sarhoşluktan
sanırsınız.
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Garip, güzellikçe boy bosça olan eski erdemim tanrıların
dileğiyle, benden alınmıştır: Argoslular ve onlarla birlikte eşim Odysseus,
Troia seferine çıkalı beri! Ah, o bir döneydi ve hayatımı koruyaydı,
şanım daha büyük, daha güzel olurdu! Şimdi üzüntüler içindeyim,
bir tanrı başıma nice belâlar getirdi; adalarımızda hüküm süren ne
kadar han varsa: Dulikhion'un, Same'nin, ormanlık Zakyntos'un ve
bizim kayalık İthaka'nın bütün ileri gelenleri, rızam yokken, başıma
fodul yavuklu kesildiler, evimi sömürüp duruyorlar. Ve artık konuklara,
sığınanlara veya halkın işlerini gören çavuşlara bakamıyorum;
yalnız Odysseus'un kaygısı tatlı canımı üzüyor. Yavuklular düğün için
beni sıkıştırıyorlar, ben ise hileler kuruyorum. Önce bir tanrı aklıma
bir çare getirmişti: dairemde dokuma tezgâhı kurdurup geniş, uzun bir
keten bezi dokumaya başladım; onlara da şöyle diyordum: «Yavuklularım
delikanlılar, bilirim, tanrısal Odysseus ölmüştür, siz de düğün
için sabırsızlanıyorsunuz; ama bekleyin, şu başlanmış bez atkısını
bitireyim, hazırlanmış iplikler boşa gitmesin; bu, kahraman Laertes'e
kefen olacak; yaman Ecel gelip onu ölüm döşeğine sereceği zaman,
Akhai kadınları beni kınamaz mı, bunca varlıklı kahraman Laertes kefensiz
kalırsa?» Ben böyle derdim ve bu kişilerin taşkın gönülleri
kanardı. O uzun bezi gündüzleri dokuyup dururdum, geceleri meşalelerle
gelip sökerdim. Üç yıl hilem gizli kaldı, üç yıl Akhailar buna
aldandı. Ama geçen bahar, dördüncü yıl girip uzun günlü aylar geri
dönerken hileyi öğrendiler, onlara saygısız halayık köpeklerinden biri
344/431
haber vermiş. Beni, baskın verip bezi sökerken yakaladılar; bağırıp
çağırıp kınadılar, bezi bitirmek zorunda bıraktılar. Şimdi artık
düğünden nasıl kaçınacağımı bilemiyorum: aklım durdu, hiç bir çare
bulamıyorum. Anarn babam da bir koca seçmem için beni sıkıştırıyor;
oğlum mallarının yendiğine kızıyor: aklı başında bir erkek sayılır;
Zeus'un inayeti ile artık evinin işlerine bakacak çağa gelmiştir!.. Şimdi
de sen, ey garip, bana sığınıp yurdunu söyle; çünkü eski masallarda
anlatıldığı gibi meşeden veya kayadan çıkmış değilsin elbet...
Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi:
— Ey Laertes oğlu Odysseus'un sayın hatunu! Benim soyumu
sorup anlamaktan vazgeçmeyecek misin? Öyle ise söyleyeyim sana;
varsın sayısız kederlerim tazelensin; uzun zamandan beri gurbette
kalan, ülke ülke dolaşıp mihnetler çeken benim gibi birinin talihi budur.
İşte sorup anlamak istediklerini söylüyorum:
Şarap rengi engin denizin ortasında bir kara vardır, güzel olduğu
kadar zengin; burası Krete'dir, sayısız ahalisi, doksan şehri vardır.
Burada diller karışmıştır: Akhailar, Kydonlar, cesur Eteokretler, üç
boya ayrılan Dorlar ve tanrısal Pelasglar yan yana yaşarlar; bu şehirler
arasında Knosos, Minos Hanın başkenti vardır; her dokuz yılda bir,
ulu tanrı Zeus, bu hanı danışman olarak yanına çağırırdı. Minos,
babam Deukalion'un atasıydı, Deukalion'un da iki oğlu oldu: biri İdomeneus
Han öbürü de ben, İdomeneus Han iki küpeşteli gemilerine
binip Atreus oğulları ile birlikte Troia seferine gitti. Benim adım
Aithon'dur, kardeşim benden yaşça ve kuvvetçe üstündür. Odysseus'u
ben evimizde görmüş konuklamıştım: Troia'ya giderken, azgın yeller,
onu Male burnundan uzaklaştırıp Krete'ye atmıştı; tehlikeli Amnisos
koyunda İlityie mağarasının altında fırtınadan fırsat bulup gemilerini
bağlamıştı. Şehre çıkarak çok saydığını söylediği dostu ve eski konuğu
İdomeneus'u aramıştı; lâkin İdomeneus iki küpeşteli tekneleriyle
345/431
Troia seferine çıkalı Şafak on veya on bir defa görünmüş bulunuyordu.
Bunun üzerine Odysseus'u ben kendi evime ilettim; mallarım çoktu,
onu ağırladım, kendisine ve yarenlerine un, kırmızı şarap, kurbanlık
öküzler verdim; bol bol, doya doya yiyip içtiler. Tanrısal Akhailar
orada on iki gün kaldılar, çünkü azgın Boreas, bir ifrit dileğiyle, durmadan
esiyordu. On üçüncü gün rüzgâr durdu, onlar da denize
açıldılar.»
Bütün bu anlattığı yalanları gerçeğe benzetmesini biliyordu. Onu
dinleyen Penelopeia ağlıyor, göz yaşları yüzüne akıyordu: yüksek
dağların tepelerinde Zephyros'un yığdığı karı Euros'un eritip sele
çevirdiği ve ırmakları taşırdığı gibi güzel yanakları yaş olup akıyor
sanılırdı; yanında bulunan erkeği için ağlıyordu ve Odysseus, acımaklı
gönülle, karısının göz yaşlan dökmesini seyrediyordu; ama gözleri,
boynuzdan veya demirden imiş gibi, göz kapaklarının altında titremiyordu
bile: hilesini saklamak için göz yaşlarını tutuyordu. Hatun doya
doya hıçkırarak ağladıktan sonra, ona yine söz söyleyerek dedi ki:
— Garip, şimdi seni sınamak istiyorum: eğer, dediğin gibi,
orada, kendi konağında, çelebi tayfalarıyla birlikte, benim kocamı konukladığın
doğru ise, söyle bana: üstünde giydikleri neydi? Kendisi
nasıldı? arkasından giden yarenleri kimlerdi?
Ona karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki:
— Hatun! Bunca zamandan sonra cevap vermek çok güç: çünkü
Odysseus bize geleli ve bizden ayrılalı yirmi yıl oluyor. Buna bakmayarak
hatırımda nasıl kaldı ise anlatayım: tanrısal Odysseus'un
üstünde erguvan rengi, astarlı, bir yün kaftan vardı, iki gözlü bir altın
toka ile iliştirilirdi; önü nakışla bezenmişti; bir köpek ön ayakları ile
benekli bir geyik yavrusu tutuyordu. Altın sırma ile işlenmiş olan bu
iki hayvanı herkes seyredip beğenirdi, biri geyik yavrusunu sıkı sıkı tutup
boğuyor, öbürü de kurtulmak için ayaklarıyla çırpınıyordu.
346/431
Kaftanın altında, teninin üstünde pırıl pırıl bir gömlek
görmüştüm: kuru soğan zarı kadar ince, yumuşak ve güneş gibi ışıltılı;
kadınlar seyrine üşüşmüşlerdi. Sana bir şey daha söyleyeceğim, onu
aklında iyi tut: evinde iken de Odysseus'un bu esvapları giyip
giymediğini bilmiyorum: onları yolda, gemisinin içinde, bir dostundan
veya konuğundan da almış olabilirdi; çünkü Odysseus'u sevenler pek
çoktu, Akhailar arasında ona pek az kişi benzerdi. Ona ben de bir tunç
kılıç; erguvan rengi, astarlı büyük bir kaftan, ve etekleri yere kadar uzanan
bir entari vermiştim; ve o gün, sağlam yapılı gemisinde saygı ile
esenleyip ondan ayrılmıştım. Arkasından giden çavuş kendisinden
daha yaşlıca görünürdü; onu sana tarif edeyim: omuzları dolgunca ve
kamburca, benzi yağız, saçları kıvırcıktı; Eurybates adlıydı ve Odysseus
ona yarenlerinden daha fazla değer verirdi, çünkü öğütlerini
herkesinkilerden daha doğru bulurdu.
Böyle dedi, ve Penelopeia daha çok ağlamaklı oldu; yine söze
başlayıp, dedi ki:
— Konuğum, şimdiye kadar sana acıyordum, şimdi ise konağımda
sayılacak ve sevilecek bir adam oldun. Anlattığın esvapları, çünkü,
ona ben vermiştim; onları hazne odasından kendim çıkarmış, bezek
olmak üzere de o parlak tokayı takmıştım. Ve onu bir daha, atalar
yurduna ve bu konağa dönmüş göremiyecekmişim!
Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi:
— Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu! Artık yüzünün güzel
rengini soldurma, ve kocan için yüreğini eriterek ağlama. Seni asla
kınayacak değilim; hangi başka kadın olsa üzülür, gurbette kalan
kocası için, aşk ile birleştiği gençlik arkadaşı ve çocuklarının babası
için; ya tanrılar benzeri olduğu söylenilen Odysseus için sen nasıl üzülmezsin?
Ama hıçkırıkla ağlamağı kes ve sözüme inan, çünkü hiç bir
şey gizlemeksizin gerçeği söylüyorum: Odysseus'un dönüş haberini
347/431
buradan çok uzakta olmıyan Thesprotların bereketli ülkesinde aldım;
sağ esendir ve yanında pek çok mallar vardır, onları budunlardan toplamış
lâkin sadık yarenlerini ve oyulmuş gemisini, Thrinakie
adasından ayrılırken, şarap rengi denizin içinde kaybetmiştir; Zeus'un
ve Güneş tanrının öfkesine uğramış, çünkü yarenleri Güneş tanrının
sığırlarını kesip yemişler; bu yüzden fırtınalı denizden hiçbiri kurtulamamıştır.
Yalnız geminin omurgasına yapışan Odysseus'u dalgalar
tanrılar soyundan olan Phaiakların ülkesine atmış. Onlar Odysseus'u
gönülden, bir tanrı gibi sevmişler ve ağır armağanlar sunduktan sonra,
sağ esen, atalar yurduna ulaştırmak istemişler. Odysseus çoktanberi
burada bulunabilirdi, lâkin çok dünya dolaşıp mal biriktirmesini daha
kazançlı saymıştır; Odysseus bütün insanlardan en çok hile bilen değil
midir? Onunla kimse başa çıkamaz! Bana bunları Thesprotların hanı
Phaidon anlatmıştı; konağında, son esenleme ziyafetinde, tanrıçalara
saçı kıldıktan sonra bana and içerek demişti ki, Odysseus'u atalar
yurduna ulaştıracak gemi denize indirilmiş, tayfaları da hazırlanmıştı.
Fakat daha önce beni, buğday pazarı Dulikhion'a hareket etmek üzere
olan bir Thesprot gemisine bindirerek uğurlamıştı; ve Phaidon bana
Odysseus'un biriktirmiş olduğu malları gösterdi: bir başkasını onuncu
kuşağa değin beslemeğe yetecek kadar ağır pahalı mallar hanın konağında
yatıyordu. Odysseus, diyorlardı, Dodone'ye, Koca Meşe'den
Zeus'un dileğini öğrenmek için hareket etmiş: bunca zaman
gurbetlerde dolaştıktan sonra sevgili atalar yurduna aşikâre mi,
gizlenerek mi dönmeli idi? Bunu anlayacaktı! İnan bana: Odysseus,
sağ esendir, yoldadır, çok yaklaşmıştır; artık uzun zaman sevdiklerinden
ve sevgili atalar yurdundan uzak kalmayacaktır. Sana büyük
yemin ile and içeyim: Tanrıların en yücesi ve en ulusu Zeus tanık
olsun! Şanlı Odysseus'un şu ocağı hakkı için, her şey benim söylediğim
gibi olacaktır: Odysseus, bu ay içinde, burada bulunacaktır.
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
348/431
— Tanrılar vere, konuğum, dediklerin gerçek ola, o zaman
dostluğumu göstermek için o kadar çok armağanlar sunacağım ki,
görenler mutlu dirliğini kıskansın. Ama yüreğimin içinden öyle
düşünüyorum ki, Odysseus evine hiç dönmiyecek ve seni ülkene
ulaştıran bulunmıyacak. Çünkü konakta, erkekler arasında, Odysseus
gibi başlar yok, hiç bir zaman da olmamıştır ki, sayın konukları
karşılasınlar veya uğurlasınlar; o bir taneydi. Şimdi, kızlar, konuğu
yıkayıp temizleyin, keçeler ve hareli çarşaflar sererek ona bir de yatak
hazırlayın; sıcacık döşekte rahat rahat altın tahtlı Şafağı beklesin;
yarın da, erkenden, onu hamama sokun, yağ ile vücudunu oğun, tâ ki
divanhanede Telemakhos'un yanında otursun, ziyafette pay alıp keyif
sürsün. Ve her kim kıskanç gönülle ona hakaret ederse, vay haline!
Konuğa hiç bir iş buyurulmasın artık; buna da kızan kızsın! Çünkü,
konuğum, başka kadınlardan akılca ve tedbirce üstün olduğuma nasıl
hükmedebilirdin, eğer seni şu kirli çaputlar içinde ziyafete göndermiş
olsaydım? İnsanların ömrü kısadır. Doğruluktan ayrılıp yaman işler iş-
leyene, sağ olduğu müddetçe, insanlar ilenirler, öldükten sonra lanetle
anarlar; ama kusursuz olanın ve hayırlı işler görenin adı sanı
yabancıların ülkelerinde anılır, ve bir çok insanlar onu över.
Buna karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi:
— Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu! Güzel kaftanlardan
ve hareli çarşaflardan ben yüz çevirmiş bulunuyorum: uzun kürekli
tekneme binip Krete'nin karlı dağlarından ayrılalı beri. Bundan önce,
nice kereler yatıp geceyi uykusuz geçirmiş olduğum gibi, şimdi de kötü
bir yatak içinde tanrısal Şafağın tahtı üzerinde görünmesini bekliyebilirim.
Ayak banyosuna da hevesim yoktur; senin de yanında, bu
konakta kulluk eden kızlar arasında benin ayaklanma dokunabilecek
yoktur; ancak belki aralarında, yaşlı ve sakıngan, benim kadar çekmiş
biri bulunur; böyle birinin ayaklarıma dokunmasına bir diyeceğim
yoktur.
349/431
Buna karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Aziz konuğum, bu eve uzak yerlerden gelmiş olan dost konuklar
arasında senden bilge kişi görmedim; sen her şeyi akıllı ve sağlam
düşünüşle söylersin. Yanımda yaşlı ve çok tedbirli bir kadın vardır, o
kutsuzu emzirip büyüten ve anası doğururken elleriyle alan da bu
kadındır. Güçsüz kuvvetsiz ise de ayaklarını bu koca karı yıkasın.
Haydi, kalk, bilge Eurykleia, yıka: Hanınla yaşı bir sanırım; belki
Odysseus'un da ayakları böyledir ve elleri böyledir: yoksulluk insanları
çabuk ihtiyarlatır.
Böyle dedi, ve ihtiyar Eurykleia elleriyle yüzünü örttü, sıcak
yaşlar döktü ve hıçkırıklar içinde şu sözleri söyledi:
— Eyvah! Oğlum Odysseus, senin için hiçbir şey elimden gelmiyor;
bütün insanlar arasında sana Zeus şüphesiz darılmış, sende tanrı
korkusu varken: yıldırım savuran Zeus'a kimse senin kadar çok yağlı
butlar yakıp tütsü kılmamış, tam yüzlük kurbanlar sunmamıştır;
ondan dilediğin ise mutlu bir ihtiyarlığa erişmek ve tosun oğlunu
büyütüp yetiştirmek iken, Zeus sıla gününü yalnız senin elinden
almıştır. Belki de, konuğumuz, onu da aşağılamışlardır, uzaklarda, konuklandığı
şanlı konakların karavaşları, bütün şu dişi köpekler sana
hor baktıları gibi. Bunlar kınamasın, hor bakmasın diye onların
yıkamalarına razı olmadın; İkarios kızı bilge Penelopeia benim
yıkamamı buyurdu, ben de gönülden kabul ediyorum. Ayaklarını
Penelopeia için ve senin için yıkayacağım, çünkü yüreğimde senin kaygından
bir depreniş duyuyorum. Sana şimdi bir söz daha söyliyeceğim,
ona kulak ver: buraya çok çekmiş garipler hep gelir gider; bunlar
arasında Odysseus'a senden daha çok benziyeni yoktur: sende onun
boyu, onun sesi, onun ayakları vardır. Ona karşı çok tedbirli Odysseus
şöyle dedi:
350/431
— Koca kadın, gözleriyle ikimizi, onu ve beni, görmüş olanlar,
senin gibi, birbirimize benzediğimizi söylüyorlar; fakat senin
söylediğin hepsinin sözünden daha doğrudur.
Böyle dedi ve ihtiyar Eurykleia gidip pırıl pırıl bir ayak leğeni getirdi,
içine çok çok soğuk su döktü, sonra sıcak suyu kattı. Bu ara
Odysseus gitmiş, ocaktan uzak bir yerde oturmuş, arkasını ışığa
çevirmişti, çünkü apansız içinde bir korku doğmuştu: ihtiyar kadın ayağını
tutarken yaranın yerini görür de her şey aşikâr olur diye.
Eurykleia, Hanın yanına gelip ayaklarını yıkamağa başlar başlamaz
yaranın izini tanıdı: Bir yaban domuzu onu beyaz azısıyla ısırmıştı,
vaktiyle, Autolykos ve oğullarının yanına gidip birlikte Parnasos'a çıktığı
zaman.
Bu Autolykos anasının şanlı babasıydı; haydutlukta ve and
bozmada herkesten üstündü. Hermes tanrı ona bu erdemi vermişti,
çünkü yaktığı kuzu ve oğlak butlarından hoşlanırdı; bu tanrı iyiliğini
istiyerek ona yoldaş olurdu.
Autolykos bereketli İthaka'ya kızının yeni doğurduğu torununu
görmeğe gelmişti; yemekten sonra, Eurykleia çocuğu Autolykos'un
dizleri üzerine koyup ona şöyle demişti:
— Autolykos, sevgili kızının tosun oğluna sen bir ad bulmalısın;
senin çok istediğin çocuktur bu. Ona karşı Autolykos seslendi:
— Güveyim ve kızım, öyle ise, çocuğa benim söyleyeceğim adı
koyun. Buraya ben birçok erkeğe, kadına gücenerek, küserek,
darılarak geldim. Bereketli yeryüzünde böyleleri çoktur! Bunun için
çocuğa Odysseus adını vermek istiyorum; büyüdüğü zaman
Parnasos'a, anasının doğduğu konağa gelsin; benim bütün hazinelerim
oradadır: Ona o hazinelerden bol bol vereceğim, kendisini sevindirerek
geri yollıyacağım.
351/431
İşte daha sonra Odysseus o zengin armağanları versinler diye
gitmişti; Autolykos'un kendisi ve oğulları onu kucakladılar ve en tatlı
sözlerle karşıladılar. Anneannesi Amphithee onu kucaklayıp başından
ve güzel gözlerinden öptü; ve Autolykos şanlı oğullarına yemeği hazırlamalarını
buyurdu. Onlar da babalarının sözünü dinlediler, beş
yaşında bir boğa getirdiler: Hayvanı yüzdüler, hazırladılar, parça parça
doğradılar, şişlere geçirdiler; ve ustaca kebap ederek üleştirdiler.
Bütün gün, güneş batıncaya kadar yiyip, içtiler ve bu eşitlik övününde
keyif sürdüler. Güneş batıp alaca karanlık olunca yattılar, tatlı
uykudan pay aldılar.
Sabah sis içinde gül parmaklı Şafak görünür görünmez, avlanmağa
çıktılar: Köpekler Autolykos oğullarının önünde, Odysseus ise
dayılarının arkasından gidiyordu... Parnasos dağının ormanla
örtülmüş yamaçlarına tırmanıp rüzgârın dövdüğü mağaralarına girdiler.
Güneş dingin Okeanos'un derinliklerinden çıkıp kırlara vururken,
avcılar bir dereye iniyorlardı. Köpekler bir izin kokusunu alarak önden
gidiyordu, arkadan Autolykos'un oğulları ve onlarla birlikte tanrısal
Odysseus geliyordu; yürürken de uzun gölgeli mızrağını sallıyordu.
Burada, sık ormanın içinde, dev gibi bir yaban domuzu in tutmuştu;
oraya ne en azgın yeller, ne nemli sisler, ne de güneşin ışıkları
geçebilirdi; orası o derece sıkıydı ki, içine yağmur bile sızmazdı.
Yapraklar kaba bir yatak halinde üst üste yığılmıştı. Kendine doğru
yaklaşan insanların ve köpeklerin ayak sesleri kulağına ilişince, canavar
ininden dışarı fırladı; şimdi kılları boynunda diken diken, gözlerinden
ateş saçar bir halde karşılarına dikildi. O ara, ilk önce, Odysseus
canavarın üstüne atıldı; uzun mızrağını güçlü kolu ile kaldırarak kıyasıya
vurmak istedi; ama yaban domuzu ondan önce davranarak
bacağını kaptı ve azılarıyla kocaman bir parça et kopardı, ama diş
kemiğe değmedi. Ve Odysseus yetişip canavarın sağ omzuna mızrağını
sapladı, silâhın parlak demreni bir yandan öbür yana geçti; hayvan
352/431
homurtularla tozlar içine yuvarlanıp serildi, canı vücudundan sökülüp
uçtu. Hemen Autolykos'un oğulları atılarak tanrısal Odysseus'un
yarasını tımar etmeğe giriştiler; kahramanın bacağını ustaca sardılar,
afsunlayıp kara kanı durdurdular; sonra çarçabuk sevgili babalarının
konağına döndüler.
Dedesi Autolykos ve dayıları Autolykos'un oğulları yarasını iyi
ettikten sonra zengin armağanlar verdiler ve kendisini sevindirerek
tezlikle sevgili yurdu İthaka'ya yolladılar; ve kutlu dönüşüne babası ve
sayın anası şadoldular; geçirdiği kazayı merak: ederek nasıl
yaralandığını sordular; o da onlara avlanmak için Autolykos'un oğullarıyla
birlikte Parnasos'a gidişlerini ve yaban domuzunun beyaz
azısıyla yaralanışını güzel güzel anlattı.
Şimdi ihtiyar kadın, ellerinin ayasıyla dokununca yarayı tanıdı;
tuttuğu bacağı elinden koyverdi, ayak çanlıyan leğeni devirdi, sular
yere saçıldı, ihtiyarın gönlünü, birden sevinç ve kaygı aldı; gözleri
yaşla doldu; gür sesi kısıldı. Ve Odysseus'un çenesini okşayıp dedi ki:
— Meğer Odysseus sen imişsin, sevgili çocuğum! Ben... hemen
tanımamıştım... Meğer Beyim, Han'ım önümde imiş; onu elimle
tutuyormuşum!
Böyle dedi ve gözlerini Penelopeia'dan yana çevirdi, kocasının
orada hazır bulunduğunu bildirmek istiyordu... Fakat Penelopeia onun
bakışıyla karşılaşmadı: Athena gözlerini başka tarafa çevirtiyordu. Hemen
Odysseus sağ eliyle onu boğazından yakalamıştı, öbür eliyle de
yanına çekerek ona şöyle dedi:
— Dadı, beni sen mi ele vermek istiyorsun, sen ki göğsünü vererek
beni büyütmüştün? Ve ben yirmi yıl türlü cefalar çektikten sonra
atalar yurduna dönmüş bulunuyorum! Tanrılar dileyip gerçek sana
malûm olmuş; sus öyle ise ve konakta senden başka kimse bilmesin!
353/431
Bunu da sana söyliyeyim ve dediğim gibi olacak: Eğer ağzından
kaçırırsan, tanrıların dileğiyle taşkın yavukluları tepeledikten sonra,
dadım olduğuna bakmıyacağım, öteki karavaşları şu konağın içinde
öldüreceğim gibi seni de esirgemiyeceğim.
Ona karşı sevgili dadı Eurykleia şöyle dedi:
— Çocuğum, dişlerinin arasından kaçan bu nasıl söz öyle? Gönlümün
sana nasıl sadık ve sarsılmaz olduğunu bilirsin: Bildiğimi kayadan
da, demirden de daha sıkı tutacağım. Ama sana bir şey daha
söyliyeceğim ve onu sen aklında tut: Eğer bir gün tanrıların dileğiyle
sen çelebi yavuklulardan öcalırsan, sana hainlik eden ve sadık kalan
karavaşların adlarını ben birer birer söyliyeceğim. Ona karşılık çok
tedbirli Odysseus şöyle dedi.
— Dadı, adlarını senin söylemene ne hacet? Ben, kendim iyice
düşünüp onları birer birer anlıyabilirim; tek sen ağzını sıkı tut, üst
tarafı tanrılara bırak.
Böyle dedi ve ihtiyar kadın divanhanenin içinden gidip ayak
banyosu için başka su getirdi, çünkü ilki bütün yerlere saçılmıştı.
Sonra ayaklarını yıkadı ve süzülmüş yağ ile ovdu; ondan sonra Odysseus
ısınmak için ateşin yanına geçti; ve şimdi yara izini çaputları ile
örtüyordu. Bu ara Hatun Penelopeia söze başlayıp dedi ki:
— Konuğum, artık senden sormak istediğim pek az şey kaldı;
çünkü işte tatlı uykuya yatmanın saati geldi.
Çok kaygılı olsa da insana uyku tatlı gelir; bana ise bir tanrı sonu
gelmiyen bir yas kısmet etmiştir. Gündüzleri yine hıçkıra ağlıya
avunurum; kendi işlerim var; konakta, yanımdaki karavaşların işlerini
yoklayıp bakarım. Fakat başkalarına uykuyu getiren gece gelince
yatağıma uzanırım ve hemen kaygılı gönlüme her yandan acıklı
düşünceler hücum eder, hiç rahat vermeyip ağlatırlar.
354/431
Nasıl ki Pandaros'un kızı gökçül Aidon Ağaçlık bülbülü bahar
dönünce yeniden gür yapraklar açan ağaçlar üzerinde yankılanan sesiyle
öterek Zethios Handan doğan ve çılgınlık içinde tunç hançerle
öldürdüğü sevgili oğlu İtylos'un ağıtını tutturursa; onun gibi benim de
yüreğim durmadan titrer, bir karar veremez olur: Bana oğlumun
yanında kalıp yüksek tavanlı konağımı, mallarımı ve karavaşlarımı
elimden çıkarmamak, kocamın döşeğine ve halkın sesine saygı göstermek
mi gerek, yoksa konağımızı gidip bana istekli çıkan Akhailardan
en ileri gelenine ve en çok armağan verene varmak mı gerek? Oğlum
çocuk iken, aklı ermez iken evlenemezdim, kocamın konağını terkedemezdini;
ama o artık büyüdü, yiğitlik çağına erişti ve benim artık bu
konakta kalmamı istemiyor, çünkü mallarının yendiğini görüp kızıyor.
Fakat dinle de şu düşümü yorumla: Yirmi kaz, sudan çıkarak,
avluda dane yiyorlardı, ben de onları keyifli keyifli seyrediyordum;
derken eğri gagalı bir kartal yüksek dağdan üstlerine hücum etti,
hepsinin boynunu kopardı, hepsi yığın yığın avluda yatmakta iken
kartal yine tanrısal ether içine havalandı. Düşümde hıçkırıp ağlıyordum,
güzel belikli Akhai kadınları her yanımdan üşüştüler, ben de
durmadan kartalın öldürdüğü kazlarıma acı acı ağlıyordum. Derken
kartal yine konağın çatısına indi ve beni avutmak için insan sesini
alarak dedi ki: «Adlı sanlı İkarios'un kızı, umutlu ol! Senin gördüğün
düş değildir, gerçekten olup bitecek mutlu bir misaldir. Kazlar
yavuklulardır, kartal olup karşına gelen ben de senin koçanım; bütün
yavuklulara hak ettikleri şansız cezayı vermek için geldim.» Böyle deyince,
tatlı uykum açıldı; konağın avlusuna gidip kazları aradım: Hepsi,
eskisi gibi, yalaklarında dane yiyip duruyorlardı.
Ona karşı çok tedbirli Odysseus cevap vererek şöyle dedi:
355/431
— Hatun! Düşünü kimse başka türlü yoramaz; işte Odysseus'un
kendisi sana neler olup biteceğini söylemiş! Yavukluların cümlesine
ölüm görünüyor; hiç birisi için ecelden, ölümden kurtuluş yoktur.
Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Ey garip, belli ki düşleri yormak güç ve boştur: Çoğu insanların
yorduğu gibi çıkmaz!
Özsüz gölgeler gibi olan düşler iki kapıdan çıkıp bize görünürler;
kapının biri fildişinden, öbürü boynuzdandır. Ufalanıp toz haline konmuş
fildişi kapısından gelen düşler insanı gerçekleşmiyen boş lâflarla
aldatır, cilalanmış boynuz kapısından gelenler ise görenlere gerçeği
bildirir. Benim gördüğüm korkunç düşün bu kapıdan geldiğine inanmam:
Benim için ve oğlum için bu, fazla büyük bir mutluluk olurdu!
Sana başka bir sözüm var, onu iyice aklına koy: işte uğursuzluk
sabahı gelmek üzeredir, beni Odysseus'un evinden bu doğmak üzere
olan gün uzaklaştıracaktır; çünkü son kararım onlara baltalar
arasından oku geçirmek yarışını öne sürmektir: Odysseus, sarayındaki
bu baltaları, gemi kaburgaları gibi, arka arkaya dizerdi, hepsi on iki tanedir;
sonra uzaktan attığı oku bunların hepsinin deliklerinden geçirirdi.
İşte yavuklulara bu oyunda yarış etmelerini söyliyeceğim. İçlerinden
hangisi, kolay kolay, yayı kurup oku atar ve baltaların deliklerinden
geçirebilirse, onun arkasından gidip bu konaktan ayrılacağım.
Gençliğim bunun içinde, burdaki bu mallar ortasında geçti: Burayı hiç
unutmıyacağım, düşlerimde olsun anacağım
Ona karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki:
— Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu! Konağında, gecikmeden,
onlara bu yarışı ileri sürmeğe bak! Çünkü hiç biri yayı kurup
kirişi çekmeden ve oku baltaların arasından geçirmeden çok hünerli
Odysseus yetişip gelecektir.
356/431
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Bu odada, konuğum, daha uzun zaman yanımda kalıp beni
lâkırdılarınla büyülemek istemiş olsan gözlerime asla uyku girmeyecek;
ama insanlar uykusuz da duramaz: taunların koyduğu töre,
bereketli yer yüzünde, bütün ölümlü insanlar için birdir...
Şimdi artık, vakit varken, üst kata çıkıp yatağa uzanayım; orayı
ben hıçkırıklarla doldurup göz yaşlarımla ıslatmaktayım, Odysseus
kara gemilere binip şu adı batası uğursuz Troia seferine çıkalı beri!
Tanrı vere, rahat yüzü göreyim! Sen de bu odada yat, ya yerde veya
sedir üzerinde sana bir yatak hazırlasınlar.
Böyle dedi ve pırıl pırıl cilâlı katına çıkarken arkasından da
halayıklar gidiyordu; çıktıktan sonra ise aziz eşi Odysseus için
ağlıyadurdu, gökgözlü tanrıça Athena göz kapaklarına tatlı uykuyu
ekinceye değin.
357/431
ŞAN: XX
FODUL YAVUKLULAR TEPELENMEDEN ÖNCE
O ara tanrısal Odysseus dehlize gelip yatmıştı: Yere serdiği taze
yüzülmüş bir sığır derisinin üstüne Akhaiların her gün kurban ettikleri
koyunların pöstekilerinden birkaç tane yaymıştı. Yattıktan sonra
Eurynome gelerek üstüne bir kaftan atmıştı; ama o anda Odysseus,
aklıyla, yavukluların ocağına incir dikmeyi düşündüğünden, yattığı
halde gözlerine uyku girmiyordu. Yattığı yerden, âdetleri üzere,
yavuklularla buluşmak için, divanhaneden çıkan kadınları görüyordu;
arasıra gülüşerek oynaşıyorlardı. Aziz göğsünde yüreği hopladı, aklıyla
ve gönlü ile çok düşünmeğe koyuldu: Üstlerine saldırıp hemen hepsini
gebertmeli miydi, yoksa, en son geceleri olmak üzere, azgın yavuklularla
gidip birleşmelerine ses çıkarmamalı mıydı? Göğsü içinde yüreği
uluyordu: Dişi köpek, depreşen enciklerini korumağa hazır, geçen
yabancının üstüne nasıl havlayıp saldırmağa kalkarsa, yaman işler
karşısında tiksinen yüreği öyle kuduruyordu. Fakat göğsüne vurarak
yüreğine şu sözlerle çıkıştı:
Katlan, daha katlan, yüreğim! Bundan daha zalim cefalara katlanmıştın,
o gün kim gücü yenilmez Kyklop yiğit yarenleri yemişti!
Ölümden kurtuluş ummazken, sen sabretmesini bildin ve hilemle
mağaradan sıvışabildik...
Böyle diyerek aziz yüreğine cesaret veriyordu; ve buna kanan
sabırlı yüreği rahatlarken kendi o yana bu yana dönüyordu; nasıl ki,
bir er, iç yağı ve kan dolu bir kursağı alevli ateş üzerinde döndüredurup
çarçabuk pişmesine can atarsa, o da öyle o yana bu yana dönüyor
ve tek başına utanmaz yavukluların kalabalığı üstüne nasıl
saldıracağını düşünüyordu.
Bu ara Athena yanına geldi, başucunda ayakta durup şu sözleri
söyledi:
— Niçin uykusuz kalıyorsun, ey insanların en mutsuzu? İşte,
şimdi, evindesin: Karın da evindedir, oğlun da: Hem ne oğul: Her
babanın gıpta edeceği gibi bir oğul.
Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi:
— Gerçek, tanrıça, her şeyi gereğince söyledin; fakat benim
aklımla düşündüğüm şudur: Tek başıma utanmaz yavuklular
kalabalığının hakkından gelmek nice olacak! Çünkü onlar burada hep
cemaat halinde toplanıyorlar. Bir de aklımda bundan daha büyük bir
düşünce var: Zeus'un yardımı ile ve seninki ile bunları tepeledikten
sonra, nereye sığınmalıyım? işte bunu bildirmeni dilerim.
Ona karşı gökgözlü Athena şöyle dedi:
— A mutsuz kişi! Herkes yarenlerinden en kötüsüne, bir ölümlü
ve bilgisi az kişi iken, güvenir; ben ise bir tanrıçayım ve seni durmadan
korumaktayım ve koruyacağım, karşına çıkacak her belâ içinde; açıkça
sana söylüyorum: Miskin ölümlülerden elli alay ikimizi sarıp seni türlü
silâhlarla öldürmeğe kalksa, yine galip gelip onların sığırlarını ve
semiz koyunlarını talan edecek sen olacaksın! Haydi, yat, uykuya var!
Bütün gece uykusuz kalıp beklemek de ayrı bir belâdır: Güven,
yakında cefaların sona erecektir.
Böyle dedi ve sonra göz kapaklarına tatlı uyku ekerek, tanrıçaların
en tanrısalı Olympos'a vardı. Çok geçmeden Odysseus'u uyku
basıp kaygıları dağıldı ve vücudu rahat etti. O ara karısı uyanmış, kaygılı
gönülle, yumuşak yatağında oturup ağlıyordu. Doya doya ağlayıp
gönlünü avuttuktan sonra, kadınların en tanrısalı, en başta, tanrıça
Artemis'e dua etti:
359/431
— Ulu tanrıça, Artemis! Ey Zeus kızı! Kısmet olaydı da oklarınla
beni göğsümden vurup hemen şimdi canımı alaydın! Veya beni kasırga
kaldırıp gök yolundan tez akışlı Okeanus'un ağzına ataydı! Nitekim.
vaktiyle Pandaros'un kızlarını da kasırga kapmıştı: Daha önce
analarını, babalarım tanrılar alıp onları konaklarında öksüz
komuşlardı; o zaman tanrısal Aphrodite onları peynirle, balla ve tatlı
şarapla besleyip büyütmüştü: Hera onlara, başka kadınlara verdiğinden
daha çok güzellik ve bilgi ihsan etmişti; suç işlememiş
Artemis ululuğu bağışlamış, Athena ise güzel işler görmeği öğretmişti.
Ve bir gün tanrısal Aphrodite yüksek Olympos'a çıkıp yıldırım savuran
Zeus'tan onlara iyi bir koca kısmet etmesini dilemiştir: O, her şeyi bilir
ve ölümlü insanların iyi talihi de, kötü talihi de onun bileceği iştir.
Fakat Harpy' ler fırsat vermeyip bu ere varmamış kızları aldılar,
Erinny'lere karavaş olarak verdiler. Keşke bana da Olympos konaklarının
sahipleri böyle bir ölüm kısmet edeydiler! Keşke güzel belikli
Artemis beni oklarıyla vursaydı! Ve hiç olmazsa korkunç yeraltında
Odysseus'a kavuşaydım. Ve ondan aşağı bir erin keyfine oyuncak olmayaydım!
İnsan kederlere katlanabilir, eğer bütün gün kaygılı
gönülle ağlayıp sızladıktan sonra geceleri rahat bir uykuya varabilse!
Çünkü göz kapaklarımızı kapayan uyku dirliğimizi, iyi olsun, fena
olsun, unutturur. Fakat bana uyurken de, bir ifrit yaman düşlerle rahat
yüzü göstermiyor. Bu gece, tıpkı O'nun benzeri, yanıma sokulup
yatmıştı; ordu ile birlikte giderken olduğu gibiydi! Gönlüm sevinç
içindeydi! O hale düş diyemiyordum, gerçeğin o kadar aynıydı!
Böyle diyordu ve Şafak hemen altın tahtı üzerine çıkıyordu. Bu
ara ağlıyan Penelopeia'nın sesi kulağına gelen tanrısal Odysseus,
düşünceli düşünceli ortalığı dinledi; onun kendisini tanıdığını, yanına
gelip baş ucuna dikileceğini sandı... Hemen kaftanı ve üstünde yattığı
pöstekileri toplayıp divanhanede bir koltuk üzerine koydu; sonra sığır
derisini avluya götürdü ve ellerini kaldırarak Zeus'a dua etti:
360/431
Zeus ata, eğer tanrıların dileğiyle, karadan sudan, geze dolaşa
yurdum olan bu yere gelmiş isem, bir alamet belirsin: içerde ayakta
olanlardan bir ses ve dışarda senden başka bir ses kopsun!
Böyle deyip dua etti ve ulu tanrı Zeus, hemen, ışıklar içindeki
Olympos'tan gürledi bulutların üstünden ve tanrısal Odysseus
keyiflendi, ve yakınında, bir odadan, değirmen çeviren bir kadın
seslendi: Orada budunlar çobanının on iki değirmen taşı vardı, onları
kadınlar çevirirler, arpa ve buğday öğüterek insanlara ilik olan unu
yaparlardı. Öbürleri danelerini öğütmüş oldukları için yatıp uyumuşlardı;
yalnız biri işini bitirememişti: En güçsüzleri buydu, işte bu
kadın değirmen taşını durdurup Hanına hayırlı fal olarak söz söyledi:
— Zeus ata! tanrıların ve insanların Hanı! Yıldızlı gökten ulu ulu
gürledin; hiç bir yerinde ise bulut yok! Bu, senin bir alametindir! Öyle
ise, ben kutsuz kişinin de dileğini kabul eyle: Bugün, Odysseus'un konağında,
yavukluların kendilerine çekecekleri neşeli ziyafet son
ziyafetleri olsun! Çok yorucu olan arpa öğütmek emeği ile onların
yüzünden dizlerimde derman kalmadı; hay, son akşam yemekleri
olsun bugünkü!
Böyle dedi ve Odysseus bu hayırlı duaya ve Zeus'un gürleyişine
şadoldu: Çünkü artık azgınların cezasız kalmayacaklarına inanıyordu!
SON CÜMBÜŞ
Odysseus'un güzel divanhanesinde toplanan karavaşlar sönmez
ateşin alevini tazeliyorlardı ki, yatağından çıkan Telemakhos göründü:
Tanrıların eşi olan bu er esvaplarını giymiş, omuzuna sivri kılıcını asmış,
tombul ayaklarının altına güzel çarıklarını bağlamıştı; tunç temrenli,
sağlam mızrağını da elinde tutuyordu. Eşikte durup, geçmekte
olan Eurykleia'ya şöyle dedi:
361/431
— Sevgili dadı, konuk ağırlandı mı: Kendisine yatak döşek verildi
mi? Yoksa bakımsız mı kaldı? Çünkü anamı bilirim: Akıllı tedbirli
kadındır, fakat çok defa en değersiz kişileri ağırlar da en lâyıklarını
bakımsız yollar. Ona karşı sevgili dadısı Eurykleia dedi ki:
— Bugünlük, çocuğum, sebepsiz, ananı kınama. Şaraptan, konuk
kendi istediği kadar oturup içti; ekmekten, karnım aç değil deyip fazla
yemedi, anan yesin diye çok ısrar etmişken. yatıp uyumak vakti gelince
de anan kadınlara, gidip ona bir yatak kurmalarını söyledi; ama kendi,
kaygılı kederli kişi, bir yatağa uzanıp çarşafla ve yorganla örtünmesini
istemedi; dehlizde, yere taze yüzülmüş bir sığır derisi ile koyun
pöstekilerini yayıp yattı, biz de üstüne bir kaftan atıp örttük.
Böyle dedi ve Telemakhos konaktan çıktı; oradan dernek meydanına
gidip güzel knemisli Akhailara ulaştı.
Ve hemen tanrısal kadın, Ops Pisenorides kızı Eurykleia halayıklara
seslendi:
— Haydi, çabuk olun! Divanhaneyi bir bölüğünüz süpürüp sulasın,
güzel işlenmiş koltukları erguvan rengi nalçalarla örtsün! Bir
bölüğünüz de süngerle masaları silsin, sonra sebuları ve iki kulplu
sağrakları temizlesin! Başkaları da su almak için çeşmeye gidip çabucak
dönsün! Çünkü yavuklular geç kalmayıp erken erken konağa
gelirler: Bugün genel bayram günüdür!
Böyle dedi, kızlar da onu dinleyip dediğini yerine getirdiler:
Yirmisi suları yağız çeşmeye gitti, öbürleri de ustaca divanhanenin
işlerine emek verdi.
O ara yavuklular gelip içeri girdiler; onların da bir bölüğü ustaca
odun yardı; sonra, çeşmeye giden kızlar döndüler; onlardan sonra da
domuz çobanı çıkageldi: Sürüsünün en semizlerinden üç domuz sürüp
getirmiş güzel avluda çalı çırpı yiye dursunlar diye bırakmıştı.
362/431
Domuz çobanı hemen Odysseus'un yanına gelip tatlı sözler
söyledi:
— Garip, artık sana iyi bir gözle mi bakıyorlar, yoksa divanhanede
eskisi gibi hor tutmada devam mı ediyorlar?
Buna karşılık çok sakıngan Odysseus şöyle dedi:
— Hay tanrılar azgınlıklarının cezasını versin, Eumaios, onların!
İşleri güçleri, başkalarının evinde, hakaret; zulüm, her türlü yamanlık;
ve zerre kadar utanmıyorlar!
Anılarında böyle söyleşmekte iken keçilerin çobanbaşısı Melanthios
yanlarına çıkageldi, sürülerinin en iyi keçilerini sürüp getirmişti.
Keçileri, yankılı dışkapı altında bağladı, ve Odysseus'a yaklaşarak yine
alaya başladı:
— Yine buradasın ha! Divanhanede masa masa dilenip âlemi rahatsız
etmek için mi? Kapıyı boylamağa niyet yok mu? Elimizin
gücünü sınamadan senin buradan ayrılacağın yok, sanırım; çünkü sen
dilenciliğin haddini aşıyorsun! Halbuki başka Akhaiların kapılarında
da ziyafetler var!
Böyle dedi ve ona karşı çok sıkılgan Odysseus hiç bir şey
söylemedi, başını sallayıp sustu, fakat derinden öç almasını
düşünüyordu.
Ondan sonra, üçüncü olarak sığırtmaçların başı Philoitios geldi,
suyun geçit yerinden kayıkçılar geçirmişlerdi; o da kısır bir inekle
semiz keçiler getirmişti. Yankılı dışkapının altında hayvanları bağlayıp
Eumaios'un yanına geldi ve ona şöyle dedi:
— Çobanbaşı, konağımıza yeni gelen bu konuk kimdir? Hangi
erlerden olduğunu söylüyor? Soyu sopu var mıdır? Hangi bereketli
ülkedendir? Yoksul ama, boy boşça bir ulu kişiye, bir Hana benzer!
363/431
Tanrılar dileğiyle gurbetlerde sürünenler çabuk yıpranır; ve belâlar
herkes içindir, hattâ beyler, hanlar için de!
Sonra, Odysseus'a yaklaşarak sağ elini uzattı, selâmlıyarak
kanatlı sözler söyledi:
— Sağ ol konuk ata! Dilerim ki yakında baylık bulasın, bugünkü
mihnetlerden kurtulasın! Ey Zeus ata, tanrıların en merhametsizi! İnsanları
kendin yarattın ve acımadan yine kendin en katı cefaların içine
atıyorsun... Garip, seni görünce gözlerim yaşardı, vücudumu ter bastı,
çünkü Odysseus hatırıma geldi; onu tıpkı senin gibi çaputlara sarınmış,
ülkeden ülkeye dolaşır görüyorum; bu da şayet hâlâ sağ ise,
güneşin ışığını görüyorsa! Eğer ölmüş ise ve Hades konaklarına
göçmüş ise, daima onu anarak ağlıyacağım: Kusursuz Odysseus beni,
uşak iken, Kefalonia ülkesindeki sığırlarını gütmeğe yollamıştı. Şimdi
sürüleri sayısız üredi! Başka kimsenin geniş alınlı öküzleri bu derece
üremiş değildir... Ve bunları yabancıların buyruğu ile buraya getiriyorum:
Kesip kesip yiyorlar! Onun konağında, oğluna acımadan, tanrılardan
korkmadan ve cezayı akıllarına getirmeden çoktan beri
gurbette kalan hanın mallarını paylaşmağı düşünüyorlar! Bu hal
karşısında göğsümün içinde aziz yüreğim çırpmıyor; Karar veremiyorum:
Telemakhos sağ iken, sığırları alıp başka erlerin ülkesine gitsem
yaman bir iş olur, diyorum; burada kalıp başkasının sığırlarını
yabancılara yedirmek için gütmek de katlanılmaz bir belâlı iştir. Çoktan
bu duruma dayanamayıp uzaktaki Hanlardan birinin ülkesine
kaçardım, fakat daima mutsuz beyimi düşünüyorum: Bir gün dönse de
şu konağın içinde çelebi yavukluları darmadağın etse! Buna karşı çok
sıkılgan Odysseus şöyle dedi:
— Sığırtmaç! Yaramaz veya akılsız bir kişiye benzemiyorsun;
akıllı ve tedbirli bir düşünüşte bulunduğunu da anlıyorum; bunun için
sana söylüyorum ve büyük yemin ile and içerek haber veriyorum: Sen
364/431
hazır iken Odysseus gelecektir ve istersen, burada zorba kesilen
yavukluları tepelediğini kendi gözlerinle göreceksin.
Sığırtmaçların başı ona şöyle cevap verdi:
— Hay, Kronos oğlu dediğin günü bize kısmet eyliye, ey yabancı!
O zaman, benim de güçlü kollarımın ne değerde olduğunu görüp
anlarsın!
Aralarında böyle söyleşmekte iken, yavuklular oturup
Telemakhos'un ölümünü tasarlıyorlardı. Fakat o anda alâmet belirdi:
Sol yandan bir kartal uçup gelmişti ve pençesinde titriyen bir güvercin
tutuyordu. O zaman Amphinomos söze başlayıp dedi ki:
— Dostlar! Telemakhos'u öldürmek için kurduğunuz olmıyacak!
Artık yalnız ziyafeti düşünelim!
Amphinomos böyle dedi, onlar da sözünü beğendiler ve hemen
tanrısal Odysseus'un konağına girdiler; kaftanlarını kürsüler ve
koltuklar üzerine attılar. Boylu boslu koçları ve semiz keçileri kurban
etmeğe başladılar, içirikleri önce kebap edip bölüştüler, sebular içinde
şarabı kardılar; domuz çobanı da sağrakları dağıttı ve sığırtmaçların
başı Filoitios ekmeği güzel sepetler içinde üleştirdi; şakiliği de Melanthios
etti.
Telemakhos ise Odysseus'u, sağlam kuruluşlu divanhanede, taş
eşiğin yanında oturtmayı faydalı saymıştı: Altına biçimsiz bir seki vermiş,
önüne de küçük bir masa çekerek üstüne içirik kebabından bir
pay komuştu ve bir altın sağrak alıp içine şarap doldurmuştu.
Sonra ona seslenerek şöyle dedi:
— Şimdi burada oturup erlerle bir arada şarabını iç: Seni alıp
yavukluların elinden ve hor bakmasından korumak bana düşer, çünkü
burası budunsal bir ev değil, Odysseus hanın konağıdır ve bunu o,
365/431
benim için yaptırmıştı. Sizler de, yavuklular, elinizi çekin ve alçaltıcı
dilinizi tutun; eğer arada kavga dövüş çıkmasını istemezseniz!
Böyle dedi ve cümlesi dudaklarını ısırarak Telemakhos'un böyle
yüksekten söylemesine şaşıyorlardı.
Bunun üzerine Antinoos Eupeithes oğlu söze başladı:
— Ne kadar ağır da olsa lâkırdıyı yutalım. Bizi nasıl korkutarak
söz söylediğini gördünüz!... Kronos oğlu Zeus istemedi... yoksa, divanhane
içinde, şu meydan hatibini çoktan susturmuş olurduk!
Antinoos böyle dedi, Telemakhos ise lâfına aldırış etmedi.
Çavuşlar bu ara tanrılara sunulacak yüzlük kurbanları kasabanın
içinden geçiriyorlardı; uzun saçlı Akhailar uzağa atan Okçu Apollon'un
sık ve gölgeli korusunda toplanıyorlardı!
Kebap edilmiş kaba etleri ateşten çekip pay pay doğradılar ve
oturup şanlı ziyafetle keyiflerini yerine getirdiler. Dağıtma işine
bakanlar Odysseus'un önüne herkesinki ile denk bir pay koydular,
çünkü tanrısal Odysseus'un sevgili oğlu böyle buyurmuştu.
Tanrıça Athena ise taşkın yavukluların alçaltıcı sövmelere son ve
ara vermelerini istemiyordu, tâ ki Laertes oğlu Odysseus'un kafası
daha fazla kızsın diye.
Yavuklular arasında töre tüze bilmez bir er vardı; Ktesippos adlı
ve evden barktan yana Same adalı idi. Babasının mallarından burnu
kalkmış, çoktan beri gurbette kalan Odysseus'un karısına istekli çıkmıştı.
Bu er söze başlayıp aşırı azgın yavuklulara dedi ki:
— Coşkun yavuklular, kulak verin bana! Size bir diyeceğim var:
Şu yabancı, işte çoktan, tam, payını almış bulunuyor; böyle de olmalıdır;
Telemakhos'un, kendi keyfince, konağına aldığı konuklara
saygı göstermemek iyi olmaz, doğrusu! Ben de şimdi ona bir diş kirası
366/431
ilâve etmek istiyorum: Kendi beğenmezse hamam uşağına veya tanrısal
Odysseus'un konağında kullukçuluk edenlerden başka birine
versin.
Böyle dedi ve sepetten aldığı bir öküz paçasını etli güçlü kolu ile
Odysseus'a fırlattı; küçük bir baş eğmesiyle Kendini koruyan Odysseus
içten gelen bir gülümseme ile alay etti: Paça gidip kalın duvara çarptı.
Hemen Telemakhos söze başlayıp Ktesippos'a çıkıştı:
— Ktesippos, talihine gönülden şükret ki, attığın konuğa
değmedi ve kendi korunabildi; yoksa seni mızrağımla bir yandan öbür
yana sançıp geçirirdim ve çelebi baban düğün yerine senin cenaze
şölenini düşünürdü.. Artık kimse, bu evde, böyle yakışmaz işlere kalkmasın!
Çünkü ben her şeyi, yakışanı ve yakışmayanı, görüp anlıyacak
haldeyim; artık çocuk değilim, halbuki neler görüp katlanmak zorunda
kalıyorum: Davarlarım kesiliyor, şarabım içiliyor, ekmeğim yeniyor; ve
tek başıma kalabalıkla başa çıkamayıp seyirci kalıyorum! Artık bu düş-
manca kötülükleri kesin; eğer son dileğiniz tunç kılıçla bana kıymak
ise, ben de buna razıyım; çok daha iyi olur: Öleyim de şu sonu gelmiyen
yakışıksız işleri görmiyeyim; artık konuklarım alçaltılmasın, güzel
konağımda karavaşlarımın şerefine dokunulmasın!
Böyle dedi ve cümlesi ağızlarını açıp bir şey söyliyemiyordu;
neden sonra Damastor oğlu Agelaos şöyle dedi:
— Dostlar, böyle doğru söylenen sözlere gücenip ters cevapla
karşı koymak yakışmaz, Telemakhos'a ve anasına da yumuşak sözler
söyliyeceğim, isterdim ki öğüdüm ikisinin gönlüne hoş gelsin:
Göğüslerinizde yüreğiniz çok ölçülü Odysseus'un yurduna dönüşünü
ummakta oldukça yavukluların bekletilip konakta tutulmasına kimsenin
bir diyeceği yoktu: Madem ki yurda dönmesi vardı, en doğrusu
beklemekti; ama şimdi artık onun dönmiyeceği anlaşılmıştır. O halde,
367/431
Telemakhos, var, anana öğütle, içimizden en seçkin ve en çok bağışlıyan
kim ise onunla evlensin. O zaman sen de rahat rahat babandan
kalan malları yer, içersin; anan da gider bir başkasının evine bakar.
Ona karşı akıllı Telemakhos dedi ki:
— Hayır, Agelaos, Zeus hakkı için ve İthaka'dan uzaklarda ölen
veya gurbette kalan babamın çektikleri hakkı için, anamı düğünden
alıkoyan ben değilim! Anama kendim de hoşuna gidenle ve en çok
hediyeler verecek olanla evlenmesini söylüyorum;, ama sert sözlerle
konaktan çıkıp gitmeğe zorlamak... Tanrı göstermesin, ben bundan
sakınırım!...
Telemakhos böyle dedi, Pallas Athena ise hepsinin aklını çelerek
onları kahkahalarla gülmekten katılttı ve niçin böyle avurt dolusu
güldüklerini bilmiyorlardı ve bir yandan çiğnedikleri etlerden kanlar
akıyordu; öbür yandan ise gözleri yaşarıp ağlamaklı ve hıçkırıklı
oluyorlardı.
Bunun üzerine tanrı yüzlü Theoklymenos onlara dedi ki:
— Hay yaman kişiler! Başınıza ne belâlar gelecek! Gece sizi kaplamakta:
Başlarınız da, yürekleriniz de, dizlere kadar bütün vücutlarınız
da karanlık içinde kalmakta. Bir yandan da ağlıyorsunuz, yanaklarınız
yaş olup eriyor! Şu direkler, şu duvarlar kanlara bulanmış!
Avlu, dışkapı gölgelerle dolmuş! Bu tayflar Erebos'un karanlıklarına
yollanıyor! Gökte güneş sönüyor, her şeyi ölüm sisi kaplıyor!
Böyle dedi ve sözlerini keyifli gülüşlerle karşıladılar. Söze Polybos
oğlu Eurymakhos başlayıp dedi ki:
— Şu yeni gelen konuk aklını kaçırmış! Haydin, delikanlılar şuna
yolu gösterin de dernek meydanını boylasın, madem ki burayı karanlıkta
görüyor!...
368/431
Buna karşı tanrı yüzlü Theoklymenos dedi ki:
— Eurymakhos, senden kılavuz istiyen yok! Benim iki gözüm, iki
kulağım, iki ayağım vardır; kafam da sağlamdır, asla bozuk değildir.
Bunların yardımı ile buradan çıkıp gidiyorum, çünkü başlarınız üzerinde
dolaşan belâyı görüyorum: Hiç biriniz bundan kurtulamıyacak, ey
tanrısal Odysseus'un konağında insanları aşağılatan ve kötülükler işliyen
fodul yavuklular!
Böyle deyip yüksek yapılı daireden çıktı, Peiraios'un yanına gitti,
o da onu güler yüzle karşıladı. Yavuklular ise bu ara birbirleriyle
bakışarak Telemakhos'a takılıyorlar, konuklarıyla alay ediyorlardı.
Bu aşırı şımarık gençlerden biri şöyle diyordu:
— Telemakhos, konuktan yana kimse senden daha talihsiz
olamaz! Şurada kalan serseriye bak! Sıkılmaz bir dilenci: Ekmek ister,
şarap ister, ama çalışmak yok; hiç bir iş elinden gelmez; yer yüzünde
faydasız bir yük!... Şu kâhinliğe kalkan öbürü de bir başka türlü!...
Dinle beni, en iyisi benim diyeceğim gibi karar vermektir: Bu
yabancıların ikisini de bir kara teknenin içine atıp Sikel'lerin ülkesine
yollıyalım: îyi bir paha ile satılırlar!
Böyle dedi, Telemakhos ise lâflarına aldırış etmedi. Susup babasına
bakıyordu; ne zaman sıkılmaz yavukluların yakasına
yapışacağını bekler gibi duruyordu.
Bu ara İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia, merdiven sahanlığına
güzel bir kürsü koydurup oturmuş, hepsinin ayrı ayrı söylediklerini
dinliyordu. Divanhanede şimdi hepsi keyifli keyifli gülerek
ziyafeti uzatıyorlardı: Çok kurban kesmişler, pek çok yiyip içmişlerdi;
fakat sonra bir tanrıça ile yürekli bir er onlara uğursuzlukta benzeri
görülmemiş bir cümbüş kuracaktı! Meheldi, çünkü en önce onlar yaman
işlere başlamışlardı!
369/431
370/431
ŞAN : XXI
YAY SINAŞMASI
Bu ara gökgözlü tanrıça Athena, İkarios kızı Bilge Hatun
Penelopeia'ya yayı ve parlak demirleri baltaları yavuklulara götürmesini
hatırlattı. Hatun odasından çıkıp uzun merdivenleri indi. Tombul
eliyle ustaca kıvrılmış güzel tunç anahtarı tutuyordu, bunun kulpu
fildişindendi. Oda kızlarıyla birlikte hazne odasının en dip bucağına
gitti; burada Hanın ağır pahalı malları, altını, tuncu ve ustaca işlenmiş
demiri yatardı; kemerli yay, okluk ve onu dolduran oklar da buradaydı:
Bunlardan nice inleyişler ve hıçkırıklar çıkacaktı!
Lakedaimonda yolculuk ederken, bir gün Odysseus bunları
armağan olarak Eurytos oğullarından, tanrılara benzer İphitos'tan
almıştı.
İkisi, Messenie'de, aydın görüşlü Orsilatos'un yanında birbirine
rasgelmişlerdi: Odysseus bu budunun kendi kavmine olan bir borcunu
istemeğe gelmişti: Messenieliler, İthaka'dan çobanlarıyla birlikte, üç
yüz koyun kaldırıp çok kürekli gemileriyle götürmüşlerdi. Odysseus,
pek genç olduğu halde elçi olarak bu uzak seferi yapmıştı; onu babası
ve öbür ileri gelenler seçip yollamışlardı, Iphitos ise kaybolmuş on iki
kısrağını arıyordu: Altlarında çalışacak çağa gelmiş katır tayları vardı;
bunlar helakine sebep olmuştu, yazık, büyük işler başarıcısı Zeus oğlu
Herakles'in yanına gittiği gün! Öz evinde, tanrılardan korkmadan, konukluk
hakkı gözetmeden, bu konuğunu tam Ağırlarken, akılsız
Herakles tepeleyip sert duynaklı kısrakları almıştı.
İphitos, Messenie'de Odysseus'a rastgeldiği zaman, bu kısrakları
istemeğe gelmişti: Büyük Eurytos'un vaktiyle kullanmış ve o, ölünce
yüksek tavanlı evinde oğluna bırakmış olduğu yayı Odysseus'a hediye
etmişti ve ondan karşılık olarak, ucu hançerli pek sağlam bir mızrak
almıştı. O gün ikisi, en büyük konuk dostluğu ile, birbirine bağlanmışlardı.
Aralarında sofra töreni olmamıştı, çünkü buna vakit
bulmadan, Zeus oğlu Herakles tanrı benzeri Eurytos oğlu İphitos'u
öldürmüştü. Bunun için Odysseus hiçbir zaman kara tekneler üzerinde
sefere çıkarken İphitos'un armağanı olan yayı yanma almazdı; hep
konağında saklar, yalnız kendi adasında taşırdı.
Tanrısal kadın hazine odasına gidiyordu; meşe ağacından, usta
eliyle cilalanıp çırpıya çekilmiş eşiğe geldi; aynı usta parlak kapıları da,
pervazları da düzeltmişti. Hatun hemen tokmağın kayışını çözüp
anahtarı soktu, sürmeleri oynatıp itti; bir boğa çayırda otlarken nasıl
böğürürse, güzel kapı dahi, anahtarın dokunmasıyla, tıpkı onun gibi
bir böğürme çıkarıp acildi; ve Penelopeia yüksek bir tahtaya çıktı,
orada çamaşırların, ıtırlı otlar içinde istif istif saklanmış olduğu
sandıklar diziliydi.
Hatun bir çiviye asılmış olan yayı ve ona dolanmış parlak okluğu
indirdi. Sonra oturup dizlerine aldı, hıçkırıklarla ağlıyor ve Hanın
yayını kılıfından çıkarıyordu: Bütün gönlü ile doya doya ağladıktan
sonra divanhaneye gidip çelebi yavukluların yanına çıktı; kemerli yayı
ve okluğu elinde tutuyordu. Arkasından gelen kadınlar Hanın atıcılık
oyununa mahsus demirlerin ve tuncun kutusunu taşıyorlardı. Tanrısal
Hatun yavuklulara göründü: Sağlam yapılı merdiven sofasının pervazları
arasında durup parlak tüllerini yüzüne kavuşturdu. Hemen
söze başlayıp yavuklulara dedi ki:
— Beni dinleyin, çelebi yavuklular! Her gün bu konağa üşüp çoktan
beri gurbette kalan bir adamın azıklarını yiyip telef edersiniz! Bulup
bulacağınız bahane de benimle evlenmek isteğidir. Haydin, öyle
ise, yavuklular! İşte sizi bir sınaşmaya çağırıyorum: Size tanrısal
Odysseus'un büyük yayını getirdim: içinizden her kim en büyük
kolaylıkla bu yayı kurup oku on iki baltanın delikleri arasından
372/431
geçirirse, onun arkasından gidip bu evden uzaklaşacağım: Gençliğim
mallarla dopdolu olan bu güzel konakta geçti, burayı hiç unutmıyacağım,
düşümde olsun anacağım, sanırım.
Böyle dedi ve domuz çobanı Eumaios çelebiye yayı ve cilâlı demirleri
yavuklulara götürsün diye buyurdu. Eumaios da gözleri
yaşararak geldi, onları alıp götürdü. Başka bir yanda olan sığır çobanı
da Hanın yayını görünce ağladı. Bunun üzerine Antinoos onlara
çıkışarak dedi ki:
— Hay günü gününe düşünen akılsız yaban adamları! Miskin
kişiler, niçin böyle ağlayıp şu kadının yüreğini göğsünde depretirsiniz?
Kocası elinden gitmekle çektiği kaygılar yetmez mi? Sofrada kalacaksanız
sesinizi çıkarmayın, ağlıyacaksanız, yayı koyup dışarı çıkın! Bu
sınaşmayı yavuklulara bırakın! Şu cilâlı yayın kolay kolay kurulabileceğini
sanmam! Burada hazır bulunanlar arasında Odysseus'un dengi
sayılacak bir kimse yoktur. Onu ben gözlerimle görmüştüm ve daima
hatırlayacağım: O zaman küçük bir çocuk idiysem de...
Böyle dedi, ama göğsündeki yüreği kirişi germeğe ve demirlerin
arasından oku geçirmeğe can atıyordu; kusursuz Odysseus'un elinden
çıkacak ilk oku da o yiyecekti, çünkü konağında oturup en önce onu
hor tutan, öbürlerine de aşağılatan kendisiydi!
O zaman Kutsal Telemakhos Han onlara dedi ki:
— Vay, vay! Kronosoğlu Zeus aklıma delilikler getiriyor! Sevgili
anam, o akıllı kadın, başka birinin arkasından gidip bu evi terkedeceğini
söylüyor da ben düşüncesiz gönlümle keyifli keyifli gülüyorum!
Fakat, haydin, yavuklular! Yarışı da bilirsiniz, ödülü de. Anam
gibi kadın bütün Akhai topraklarında, mübarek Pylos'ta, Argos'ta,
Mykenai'de var mıdır? Fakat bunu kendiniz de bilirsiniz, anamı
övmeğe ne hacet! Haydin, sınama geri kalmasın! Şu yay nasıl
373/431
kurulurmuş, gösterin de anlıyalım? Ben de bu yayı sınamak istiyorum,
ve eğer kirişi gerebilir, oku demirlerin arasından geçirebilirsem, sayın
anam, beni hıçkırıklar arasında bu konakta bırakıp başkasının arkasından
gitmez artık; çünkü ben o zaman en güzel yarışlarda
babamın dengi olurum!
Böyle dedi ve ayağa kalkıp erguvan rengi kaftanını attı,
omuzundan sivri kılıcını sıyırdı ve yere çırpı ile bir çizgi çekip oraya
baltaları bastıra bastıra bir sıra üzerine dizdi. Bütün Akhailar baltaları
dizmedeki ustalığına şaştılar, çünkü ondan önce gözleri böyle bir oyun
görmüş değildi! Sonra eşiğin üstüne çıkıp ayakta yayı sınadı. Üç kere,
kurmak için kirişi gerdi, üçünde de ümidi boşa giderek gücü yetmedi;
dördüncü kere sınarken, belki de bu sefer başaracaktı ama,
Odysseus'un bir işaretiyle yayı koyverdi. O zaman Kutsal Telemakhos
Han dedi ki:
— Vay, vay! Bütün ömrümce güçsüz kuvvetsiz mi kalacağım,
yoksa daha pek genç olduğum için mi kolumun kuvveti yok? Ama
haydin, güçte kuvvette benden üstün olanlar, bu yayı bir de siz sınayın,
yarışa devam edilsin!
Böyle dedi ve yayı, cilâlı kapının tahtasına dayanmak üzere, yere
koydu; sivri okun bir ucunu da güzel tokmağa iliştirdi; sonra, kalkmış
olduğu koltuğa dönerek oturdu.
O zaman Antinoos Eupeitesoğlu cümleye dönerek şöyle dedi:
— Kalkın, arkadaşlar! Sağdan başlayıp arka arkaya gelin:
Sakinin sağraklara şarap doldurduğu sıra ile!
Antinoos böyle dedi, onlar da söylediğini beğendiler.
İlk olarak Oinopsoğlu Leiodes kalktı; bu, onların kurbancısıydı
ve daima güzel şarap destisinin yanında otururdu; yaramazlıklardan
yalnız o hoşlanmazdı ve bütün yavuklulara kızardı, ilk olarak yayı ve
374/431
tez giden oku eline aldı ve eşiğin üstünden, ayakta, sınadı; fakat yayı
kuramadı. Kirişi çeke çeke yumuşak, alışmamış elleri boşuna, incindi.
Bunun üzerine yavuklulara dedi ki:
— A dostlar! Bu yayı kuracak ben değilim; başkası alıp bir denesin!
Ama bu yay nice yiğit erleri yüreklerinden canlarından edecek!
Çünkü bunca zamanlar bu konağa boşuna devam edegeldikten sonra,
bizlere sağ kalmaktansa ölmek yeğdir. İçimizden Odysseus'un eşi
Penelopeia'yı karı olarak almak ümidini besliyenler varsa bu yayı onlar
sınasın. Ellerine bir kere alsınlar da görelim! O zaman anlıyacaklar ki,
güzel tüllü başka Akhai kadınları arasında kendilerine eş aramak ve
armağanlarını ona götürmek gerekli olur! Penelopeia da tanrı kimi
kısmet etmişse onun hediyelerine razı olup ona varsın.
Öyle dedi ve yayı kapının cilalı tahtasına dayayıp yere koydu, tez
giden oku güzel tokmağa iliştirdi, kalkmış olduğu koltuğa dönüp
oturdu.
O zaman Antinoos ona çıkışarak dedi ki:
— Leiodes böyle, dişlerinin arasından kaçan söz ne? Bu pek
güçlü, yaman bir sözdür; demek ki bu yay nice yiğit erleri yüreklerinden
ve canlarından edecek, sen onu kuramıyorsun diye? Belli ki
sayın anan seni yaylar kurmak, oklar atmak için doğurmamış! Lakin
bir de bizim çelebi yavukluları gör, çarçabuk nasıl kurarlar!
Böyle dedi ve hemen keçilerin başçobanı Melanthiosa dedi ki:
— Çabucak divanhanede ateş yak, Melanthios! Yanına büyük bir
seki koy, üstünü postlarla ört. Sonra içeriden büyük bir içyağı somunu
getir de delikanlılar yayı ısıtıp ısıtıp yağlasınlar, öyle sınasınlar; yarışa
devam edilsin.
375/431
Böyle dedi, Melanthios da hemen sönmez ateşi tazeledi, sekiyi
getirip ocağın yanına koydu ve üstünü postekilerle örttükten sonraiçeriden
içyağı somununu aramağa gitti.
Ondan sonra gençler yayı ısıtıp yağlayıp sınadılar, fakat hiçbir
türlü kuramadılar, güçleri buna yetmekten çok uzaktı.
En sonra Antinoos ile tanrı yüzlü Eurymakhos, yavukluların bu
iki başı kalmıştı, bunlar yüreklilikte hepsinden üstün idiler.
O ara domuz çobanı ile sığırtmaç birbiriyle danışıp Odysseus'un
divanhanesinden dışarıya çıktılar; arkalarından tanrısal Odysseus da
kalkıp dışarı çıktı. Avluda, kapıya yaklaşırlarken Odysseus yavaşça
çağırıp yumuşak sözlerle onlara dedi ki:
— Sığırtmaç, ve sen, domuz çobanı! Size bir sözüm var: söyliyeyim
mi, yoksa içimde saklayayım mı? Gönlüm söylememi öğütlüyor.
Soruyorum size: Odysseus, apansız buraya geliverse, bir tanrı
kılavuzluk edip yetiştiriverse, yardımına koşar mısınız? Kime yardım
edersiniz, ona mı yavuklulara mı? Cevap verin ve ancak yüreğinizden,
canınızdan kopanı söyleyin.
Bunun üzerine sığırların baş çobanı dedi ki:
— Hay, Zeus ata kısmet edeydi de dilediğim gibi o kahraman
döneydi! Bir tanrı onu bize göndereydi! O zaman anlardın: kollarımın
gücü kime yardım edecekti!
Eumaios da, onun gibi, çok çekmiş Odysseus'un yurduna dönmesi
için bütün tanrılara dua etti
İkisinin de yürekten ne düşündüğünü anladıktan sonra, Odysseus
söze başlayıp dedi ki:
— İşte o buradadır: Odysseus benim! Çok çektikten sonra,
yirminci yılda, atalar toprağına döndüm. Bütün kulluğumda
376/431
bulunanlardan yalnız ikisinin evime dönmemi dilediğini gördüm!
Ötekilerden hiç birinin dönüşüm için dua ettiğini işitmedim! Bunun
için ne yapmak istediğimi dosdoğru size söyleyeceğim: eğer bir gün
Tanrı şu yavuklu çelebileri alt etmemi kısmet ederse, her ikinizi evlendireceğim,
size mal vereceğim ve kendi evime yakın ev de
yaptıracağım: siz Telemakhos'un iki yoldaşı, iki kardeşi olacaksınız.
Ama şimdi size bir de aşikr nişan göstereceğim, beni iyice tanıyıp
yüreğinizli inanasınız diye.
Böyle dedi ve çaputlarını kaldırıp büyük yara izini gösterdi; onlar
da görünce hatıralarına getirip tanıdılar: ağlaşarak kollarını aydın
düşünüşlü Odysseus'un boynuna doladılar, sevgi ile alnından ve
omuzlarından öpmeye başladılar; Han da karşılık olarak onları alınlarından
ve ellerinden öptü; ve ağlaşmaları güneş batıncaya kadar
sürerdi, eğer Odysseus sözleriyle kestirmeseydi; onlara şöyle dedi:
— Ağlamayı hıçkırmayı kesin! Çünkü divanhaneden bir adamları
çıkıp görebilir, dönüp onlara söyler. Haydin, yine içeri girin, birlikte
değil, birer birer; en önce ben gireceğim, arkadan siz gelirsiniz, işarete
göz kulak olun: Çelebi yavuklular, kaç kişi varsa hepsi, yayın ve okluğun
bana verilmesine razı olmayacaklar; işte o zaman sen, Eumaios
çelebi, divanhane arasından gider, ellerinle yayı getirirsin, benim ellerime
verirsin; kadınlara da dersin ki, divanhanenin sağlam kapılarını
kapasınlar. Avludakilerden biri ses, hıçkırık, vuruş tokuş duyarsa
aldırış etmesin, işine baksın dursun!.. Sana da Philoitios çelebi,
avlunun dışkapısını ısmarlıyorum, orayı sen kilitle: çarçabuk çubuğu
mandalı tak, sürmeleri sür!
Böyle deyip yüksek yapılı divanhaneye girdi, kalkmış olduğu
sekiye dönüp oturdu. Az sonra tanrısal Odysseus'un iki kullukçusu da
içeri girdiler.
377/431
Şimdi Eurymakhos yayı ellerine almıştı: o yana bu yana çeviriyor,
ateşin alevine gösterip ısıtıyordu, fakat kuramıyor ve sıkıntıdan ulu
yüreği çatlıyordu, inilti ile söz söylemeye başlayıp dedi ki:
— Vay, benim başıma ve başkalarının başına gelenler! Düğünden
ötürü şüphesiz içim yanıyor; ama kaygılarım yalnız bu yüzden
değildir; çünkü gerek her yanı su ile çevrilmiş İthaka'da gerek başka
şehirlerde bizimle evlenebilecek bir çok Akhai kadınları vardır; ama
güçte kuvvette tanrısal Odysseus'un bu derece altında olmak!., ve hiç
birimiz onun yayını kuramadık!.. İşte gücüme giden bu! Bu yüzden,
gelecekte de bizi utanç bekler!
Buna karşı Antinoos Eupeithesoğlu dedi ki:
— Hayır, Eurymakhos, iş senin dediğin gibi olmasa gerek; kendin
de biliyorsun ya: bugün bütün ülke hangi tanrı adına bayram yapıyor!..
Böyle bir günde yay kurup ok atmak kimin haddine?.. Yayı olduğu
yerde bırakalım, baltalar da böyle dikili kalsın; biri Laertesoğlu
Odysseus'un divanhanesine girip onları yerlerinden oynatmaz,
sanırım!.. Haydin, şimdi, saki sağrakları doldursun, biz de tanrıya saçı
kılıp kemerli yayı yere koyalım! Yarın içinse, keçilerin çobanbaşısı
Melanthios'a söyleyin, sürülerinin en iyi keçilerini getirsin, butlarını
ünlü okçu Apollon için yakalım, ondan sonra yayı yine sınayıp yarışı
sonuna eriştirelim.
378/431
Antinoos böyle dedi ve cümlesi sözlerini beğendiler; gençler sebuları
ağızlarına kadar içki ile doldurdular ve hemen herkese sağrak
sağrak üleştirmeye başladılar. Onlar da saçı kıldılar ve canları istediği
kadar içtiler.
O ara, bir hile düşünmekte olan çok ölçülü Odysseus dedi ki:
— Dinleyin beni, şanlı Hatunun çelebi yavukluları! Tâ ki size
göğsümde yüreğimin öğütlediğini söyleyeyim. En önce Eurymakhos'a
ve tanrı yüzlü Antinoos Hana yalvarırım, çünkü o gereği gibi söz
söylemiştir: gerçek bugün yayı bir yana koyup işi tanrıya bırakmak
hayırlıdır; yarın tanrı dilediğine gücü kuvveti ihsan eder. Ama haydin,
şu güzel cilâlı yayı bir de bana verin; ellerimin kuvvetini ben de sınamak
isterim: eskiden esnek kollarımdaki kuvvetten şimdi ne kalmış,
onu bir anlayayım! Yoksa gurbet mihnetleri, yoksulluk, bakımsızlık
yüzünden bende güçten kuvvetten bir şey kalmamış mıdır?
Böyle dedi ve cümlesi ona aşırı derecede öfkelendiler: yayı kurup
oku geçirir diye korkuyorlardı.
Bunun üzerine Antinoos çıkışarak ona şöyle dedi:
— Hay yabancıların en miskini! Senin hiç mi aklın kalmamış?
Sana yetişmez mi: rahat rahat oturup bizimle bir arada övününü alıyorsun,
hiç bir yiyecekten mahrum bırakılmıyorsun, sohbetlerimizi de
dinliyorsun? Hiç bir zaman bir yabancı, bir dilenci yanımızda oturup
ne konuştuğumuzu dinlemiş değildir. Bal gibi şarap aklını başından
almış demektir; şarap, her ölçüsünü kaçırarak içeni böyle çarpar!
Lâpitler katında, ulu gönüllü Peirithoos'un konağında, ünlü Kentauros
Eurytion'un da aklını başından şarap almıştı: sarhoş olduktan sonra
Peirithoos'un konağını yaman işler içinde bıraktı. Aşırı öfkeye tutulan
erler, üstüne atıldılar; sürükleyerek dışkapıdan sokağa attılar;
esirgemesi yok tunç hançerle burnunu, kulaklarını biçtiler, kestiler!
Büsbütün çılgın bir halde, düşüncesiz yüreği öç almak arzusu ile tutuşmuş,
oradan ayrılmıştı. Bu yüzden insanlarla Kentauros'lar
arasında kavga çıktı ve ilk düşen kurban o sarhoş oldu! Şimdi ben de
sana haber veriyorum: eğer şu yayı kuracak olursan başına ondan
daha büyük belâ gelecek! Artık bizim ülkede kendine yardımcı bulmaktan
da ümidini kes! Seni bir kara teknenin içine atıp öyle bir yere
göndeririz ki oradan kurtulamazsın! Oturduğun yerde rahat otur, şarabını
iç ve kendinden daha genç kişilerle boy ölçüşmeye kalkma!
Bunun üzerine bilge Hatun Penelopeia ona seslenerek dedi ki:
— Antinoos, sanırım ki, kimler olursa olsun, Telemakhos'un konuklarını
kendi konağında hor tutmak doğru değildir; yakışık da almaz.
Bir de, şu yabancı, kollarının kuvvetine güvenip Odysseus'un ulu
yayını kurarsa, beni karısı olarak evine götürür mü sanırsın?.. Kendi
de yüreğinde öyle bir ümit beslemiş değildir, elbet. Burada yiyip içenler
hiç merak etmesinler, keyiflerine baksınlar; çünkü böyle bir
düşünce akla yakın değildir.
Ona karşı Eurymakhos Polybosoğlu söze başlayıp dedi ki:
— İkarios kızı, bilge Hatun Penelopeia! Bu adamın seni alıp
götürmesi, aklımızdan geçmemiştir; bu asla yakışık almaz; fakat
erkeklerin ve kadınların dilinden korkarız; Akhaiların en aşağısı bile
şöyle demez mi: «Şunlar ne miskin, ne güçsüz kuvvetsiz kişilermiş!
Kusursuz bir kahramanın karısına istekli çıkarlar da cilâlı yayını kurmak
bile ellerinden gelmez; halbuki kasabadan geçen bir yabancı, bir
dilenci kirişi çekip oku geçirivermiş!» İşte böyle derlerse, yüzümüz
kara olur.
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Eurymakhos, adlı sanlı olup dillerde dolaşamaz o kişiler ki, bir
kahramanın şerefine dokunurlar ve evini basıp malını telef ederler!
Niçin, asıl bununla, yüzünüzü kara edersiniz? Şu konuğa bakın; boylu
boslu, iyi yapılı bir adamdır; iyi bir babanın soyundan olmakla da
380/431
kıvanıyor. Haydin, verin ona cilâlı yayı: bakalım kurabilecek mi? Ben
size söylüyorum ve dediğim gibi olacak: eğer onu kurabilirse ve eğer
Apollon bu şanı ona verirse, ben de onu yeni urbalarla giydireceğim:
ona entari ve kaftan da vereceğim; ve kendini köpeklerden ve insanlardan
korusun diye, üste, ucu sivri kargı ve iki ağzı keskin kılıç da
katacağım, ve ayaklarının altına çarıklar çektirdikten sonra gönlü
nereye isterse oraya yollayacağım.
Ona karşı akıllı Telemakhos söze başlayıp şöyle dedi:
— Anam, bu yay üzerine Akhailardan kimsenin benden üstün
hakkı yoktur: onu istediğime verir veya istediğimden alırım! Bu yayı
konuğuma alıp götürmek üzere vermek istesem bile beni kimse alıkoyamaz.
Fakat sen katına git; işlerine, bez tezgâhına, iplik büken
çıkrığına emek ver, kadınlarına da buyur, işlerine baksınlar; yay işi ise
erkeklere ve başlıca bu evde hükmü geçen bana düşer!
Penelopeia şaşırıp geri katına çıktı: oğlunun akıllı sözleri
yüreğinde yer etmişti. Üst kata odacı kızlarıyla birlikte çıktıktan sonra
kocası Odysseus için ağladı, gökgözlü tanrıça Athena gözkapaklarına
tatlı uyku ekinceye değin.
Bu ara çelebi domuz çobanı kemerli yayı alıp götürüyordu;
bütün yavuklular ise divanhanenin içinde bağrışıyorlardı.
Aşırı şımarık gençlerden biri de şöyle deyip duruyordu :
— Miskin domuz çobanı, kemerli yayı kime götürüyorsun, a budala?
Yakında, beslediğin ayaklarına çabuk köpekler, insanlardan uzak,
seni domuzlarının ortasında parçalayıp yiyecekler, Apollon ve öbür
ölümsüz tanrılar yargılarsa.
Böyle diyordu ve domuz çobanı, divanhane içinde kopan bu
gürültüden ürkerek yayı götürüp yerine koydu.
381/431
Telemakhos ise öbür yandan yıldırırcasma ona haykırdı:
— Ata, yürü! Götür ona yayı! Kalabalığı dinleme! Yoksa seni,
arkandan taşlar atarak, kırlardaki kulübene yollarım: senden yaşça
daha gencim, ama daha güçsüz değilim: hay, kolumun gücü divanhanedeki
bütün yavukluları alt edebilseydi! Onları konağımdan sürer
kovardım, tasarladıkları yaman işlere son verirdim!
Böyle dedi ve bütün yavuklular keyifli keyifli güldüler; onlar
Telemakhos'a artık o kadar kızmıyorlardı.
Domuz çobanı yine yayı aldı divanhanenin ortasından giderek
aydın düşünüşlü Odysseus'a götürdü, eline teslim etti; sonra Eurykleia
dadıyı dışarıya çağırarak dedi ki:
— Telemakhos sana buyuruyor, bilge Eurykleia, divanhanenin
sağlam yapılı kapılarını kapayasın ve sizinkilerden biri içerde inilti,
ses, patırtı duyarsa aldırış etmesin, işine baka dursun.
Böyle dedi ve Eurykleia tek söz söylemeksizin, gidip divanhanenin
kapılarını kapadı. Philoitios dahi sesini çıkarmaksızın dışarıya fırlayıp
avlunun dış kapılarını kapadı. Dehlizde bir halat buldu bu, iki
küpeşteli bir geminin, eskiden, palamarıydı onunla da çubukları
bağlayıp divanhaneye döndü, kalkmış olduğu sekiye geçip oturdu: gözleriyle
de Odysseus'a bakıyordu.
Odysseus elinde tuttuğu yayı evirip çevirerek bakıyordu: sahibi
yokken böceklerin boynuzu kemirmiş olmasından korkuyordu.
Onu gören yavuklular birbirlerine şöyle diyorlardı;
— Herhalde yaydan anlayan biri!.. Evinde de böyle pusatları olsa
gerek! Veya sanki birini edinmek istiyor... durmadan öyle evirip
çeviriyor!
Bu şımarık delikanlılardan bir başkası şöyle diyordu:
382/431
— Hay onmayasıca! Şu yayı kurmaz olasın!
Yavuklular böyle söylenmekte iken, çok ölçülü Odysseus büyük
yayın her yanını yoklamış, sağlam olduğunu anlamıştı; o zaman kopuzu
iyi kullanmasını bilen bir çalgıcı koyun barsağından bükülmüş teli
iki yandan sazına nasıl kolaylıkla bağlarsa, Odysseus da emeksizce
büyük yayı kurdu, sonra sağ eliyle kirişi tutup çekti, kiriş de bir kırlangıç
gibi güzel güzel öttü.
Yavukluların gönlünü büyük bir kaygı aldı; hepsinin beti benzi
değişti. Zeus da o anda bir alâmet olmak üzere büyük bir gürleyişle
gürledi ve çok çekmiş tanrısal Odysseus'un içi şadoldu: bunda düzenleri
dolambaçlı Kronosoğlu'nun bir alâmeti olduğu içine doğdu. Bunun
üzerine masasının üstünde çıplak duran tez giden oku aldı; öbürleri
okluğun içinde yatıyordu: bunları da az sonra birer birer Akhailar
üzerine sınayacaktı!
Oku koluna alıp yaya taktı, kirişle yeleği çekip oturduğu yerden
nişan aldı; atılan ağır tunç ok, hiç şaşmadan delikten deliğe, bütün
baltaların halkaları arasından geçti! Kahraman, Telemakhos'a
seslenerek şöyle dedi:
— Telemakhos! Bak, kondurduğun garip seni utandırmadı: oku
amaca dosdoğru ulaştırıverdim; yayı kurarken de kolum yorulmadı.
Gücüm kuvvetim eskisi gibi yerinde imiş! Yavuklular artık beni hor
tutamaz! Fakat zamanı gelmiştir: gece basmadan, Akhailara bir ziyafet
hazırlansın: kopuz ile ve türkü ile, ziyafetlerin bu bezekleriyle, keyifleri
yerine gelsin.
Böyle dedi ve kaşlarıyla işaret etti ve tanrısal Odysseus'un sevgili
oğlu sivri kılıcını omuzuna astı, pırıl pırıl ucu koltuğa dayanmış olan
uzun mızrağı eline aldı.
383/431
ŞAN : XXII
YAVUKLULARIN TEPELENMESİ
O ara çok hünerli Odysseus çaputlarından soyunup geniş eşik
üzerine sıçradı. Elinde yayı ve tez giden oklarla dolu okluğu tutuyordu.
Ayaklarının önüne okluğu boşalttıktan sonra yavuklulara dedi ki:
— Oyunun ziyansız tarafı böylece tamam oldu; şimdi kimsenin
değmediği başka bir hedefe nişan alıp atacağım; tanrı Apollon bunu da
rastgetire!
Böyle dedi ve Antinoos'a nişan alıp acı ölüm okunu yolladı: o anda
Antinoos altın sağrağını, iki eliyle kulplarından tutup kaldırmak
üzere idi, şarap içmek istiyordu, ölüm hatırından geçmiyordu. Gerçek,
kim aklına getirirdi ki, tek başına bir kişi, ne derece güçlü kuvvetli
olursa olsun, cümbüş ortasında ve öyle bir kalabalık içinde bir eri kara
Ecele Kere'ye kavuşturmaya cesaret ede! Odysseus onu oku ile
boğazından vurmuştu. Demren nazik boğazı sançmış, enseden çıkmıştı.
Canına kıyılan adam bir yana devrildi, sağrak elinden düştü;
birdenbire burnundan koyu insan kanı sel gibi boşandı; tepinen ayakları
masayı devirdi; kebap etler, ekmek ve bütün yiyecekler yerde
tozlara bulaştı.
Yavuklular arasında, bir erin düştüğü görülünce, vaveyla koptu:
koltuklarından fırladılar, divanhanenin içinde koşuşup gözlerini
sağlam yapılı duvarlar üzerinde gezdiriyorlar, boşuna kalkanlar,
mızraklar arıyorlardı. Bir yandan da Odysseus'a kızgın sözlerle
çıkışıyorlardı:
— Hain yabancı, erlerin üstüne ok atıyorsun ha!.. Bu son sınaman
olacak, çünkü işte kara Ecelin gelmiş! Vurduğun adam İthaka
gençlerinin büyük başı idi! Senin de leşini burada akbabalar yiyecek.
Akılsızlar böyle söylüyorlar, Odysseus'un elinden bir kaza çıktığını
sanıyorlardı; ve her birine ölüm tuzağının kurulmuş olduğunu
anlamıyorlardı!
Çok ölçülü Odysseus onlara dik dik bakarak çıkıştı:
— Köpekler, Troialılar ilinden bir daha bu konağa dönmeyeceğimi
mi sanıyordunuz? Evimi talan ederdiniz! Zorbalık edip karavaşlarımla
yatardınız! Ve ben sağ iken karımla evlenmek isterdiniz...
Geniş göklerin sahipleri tanrılardan korkmanız, insanların kı-
namasından sıkılmanız yoktu!.. İşte şimdi ölüm ve Ecel tuzağına tutulmuş
bulunuyorsunuz!
Böyle dedi ve cümlesi korkudan sararıp göverdi; ve yalnız Eurymakhos
ona cevap verdi:
— Eğer, gerçekten, İthaka Hanı Odysseus sen olup gelmişsen,
Akhailara çok haklı olarak söyledin ki, konağında ve kırlarında, pek
çok kötü işler işlemişlerdir... Ama bütün bunlara sebep olan işte yerde
yatıyor! İşleri bu yaman sonuca getiren Antinoos'tur, hem de düğüne
pek hevesli olduğundan değil; onun başka niyetleri vardı, ama Kronosoğlu
dilediklerini rastgetirmedi: hainlikle oğlunu öldürüp senin güzel
yapılı İthaka şehrine ve bütün ülkene Han olmak istiyordu!.. Fakat işte
o kendisine yakışan ölümle cezasını buldu; sen şimdi merhamet edip
budunundan olan bizleri esirge! Biz de halk önünde karar altına alırız:
konağında neler yenmiş neler içilmiş ise, ödemek için, ülke içinde bulacağımız
tuncu, altını getirir veririz; ve adam başına diyet olarak sana
yirmişer öküz getiririz; gönlünü hoş etmek için her ne gerekse yapılacaktır;
bunda kusur olursa öfkelenmede haklısın.
Çok ölçülü Odysseus ona dik dik bakarak dedi ki:
— Eurymakhos, babalarınızın bütün mallarını ve kendi mallarınızı
getirseniz, üstlerine başkalarını da katsanız, kollarım sizi
385/431
tepelemekten geri kalmayacak, işlediğiniz kötü işlerden gönlümce öcalmadıkça!
Önünüzde ikisinden biri duruyor: ya benimle savaşırsınız,
veya kaçıp Ecelden, ölümden yakanızı kurtarırsınız; ama inanın bana,
tepenize inen ölümden hiç biriniz için kurtuluş yoktur.
Böyle dedi ve cümlesinin dizleri çözüldü, yürekleri gevşedi.
Eurymakhos söze başlayıp dedi ki:
— A dostlar! Bu adamın yorulmaz kollarını tutacak yoktur: cilâlı
yay elinde, okluk elinde; pırıl pırıl eşiğin üstünden oklarını çekip çekip
atacak, hepimizi öldürüp bitirinceye değin!. Öyle ise savaşmaya girişelim:
Kılıçlarınızı çekin, tez giden oklara karşı masaları kalkan tutun;
hep birden üstüne atılalım, onu eşikten ve kapıdan ayıralım, kendimiz
kasabaya koşup vaveylayı koparalım! Bu adamın da son ok atışı bu
olsun!
Böyle söyleyerek, iki ağzı keskin sivri kılıcını sıyırdı ve eşiğe
doğru atıldı; fakat tanrısal Odysseus hemen davranarak üstüne yayı
çekti: tez giden ok memenin altından göğsü delip yürüdü, karaciğere
saplandı. Eurymakhos'un elinden kılıcı yere düştü, öne abanan vücudu
iki kat olup bir masa üzerine yıkıldı, yiyecekleri ve iki kulplu sağrağı
yere saçtı; alnı gelip toprağa çarptı; nefesi kısıldı, ayakları bir koltuğu
tekmeledi ve gözlerini karanlık bürüdü.
Bunun üzerine Amphinomos sivri kılıcını çekerek şanlı
Odysseus'un üstüne atıldı, onu kapılardan uzaklaştırmak istiyordu.
Fakat o anda Telemakhos yetişip mızrağını saldıranın iki omuzu
arasından sırtına saplıyordu: tunç ucu göğsünü sançıp öteye çıkmıştı!
Amphinomos paldır küldür düşerek alnı yere çarptı. Telemakhos
mızrağını Amphinomos'un vücudundan çekip çıkarmadan koşarak
geri dönmüştü; çünkü kendi eğilirken Akhailardan birinin yetişip kılıcı
ile başından vurması korkusu vardı. Sevgili babasının yanına gelince
eşiğe çıkarak ona kanatlı sözler söyledi:
386/431
— Baba, şimdi gider, sana bir kalkan, iki kargı ve tam şakaklarına
uygun bir tulga getiririm, kendim de silâhlanıp domuz çobanı ve
sığırtmaca pusatlar vereceğim; gereğince hazırlanmış olmak yüreğe
eminlik verir.
Çok ölçülü Odysseus cevap verdi:
— Koşa koşa git gel; bende oklar bulundukça yalnız başıma da
kalsam, beni kapılardan uzaklaştıramazlar.
Böyle dedi ve Telemakhos sevgili babasının sözünü dinledi; hemen
şanlı pusatların bulunduğu hazne odasına koştu, onlardan dört
kalkan, sekiz kargı ve dört kalın tunç tulga alıp çarçabuk sevgili babasının
yanına döndü, ilk önce tunç silâhları takındı, sonra iki kullukçu
da güzel pusatlarla giyinip kuşandılar ve her üçü çok hünerli
Odysseus'un yanında durdu.
Kendi, bu ara, okları bulundukça, çekip çekip atıyor ve her atışta
yavuklulardan birini yıkıyordu; bunlar divanhanenin içinde yan yana,
üst üste düşüyorlardı. Az sonra, Han, ata ata okları tüketmişti; o zaman
yayı sağlam yapılı divanhanenin sahanlığında, parlak duvarlarından
birine dayayıp dikti... Sonra iki omuzunu dört katlı gönden
yapılmış kalkanla örttü, korku nedir bilmeyen başına da sağlam yapılı
tulgayı giydi; ve tunç kakmalı iki sağlam kargıyı eline aldı...
Divanhanenin eşiği ucunda, kalın duvar içinden açılıp dehlize
götüren bir yan kapı vardı; sağlam iki kanatla kapanan bu kapının
yanında durmayı, Odysseus, çelebi domuz çobanına buyurmuştu;
bundan başka çıkacak yer kalmıyordu.
Bu ara Agelaos cümleye seslenerek dedi ki:
— A dostlar! Şu yan kapıya çıkıp halka haber verecek, vaveyla
koparacak kimse yok mudur? Keçilerin başçobanı Melanthios cevap
verdi:
387/431
— Buna pek yol yok, tanrı büyütmüşü, Agelaos! Çünkü avluya
çıkan büyük kapıya müthiş yakın, dehlizin ağzı ise çok dar! Tek bir
kişi, gücü kuvveti yerinde olsa, hepimize karşı koyabilir. Ama, ben
şimdi gider size silâhlar getiririm hazine odasından; çünkü onları her
halde oraya —başka yere değil— Odysseus ve çelebi oğlu koymuştur!
Böyle deyip, keçi çobanı Melanthios divanhanenin basamaklı
duvarından Odysseus'un yüksek hazine odasına çıktı; orada on iki
kalkan, on iki kargı, o kadar da at kuyruğundan kalın tuğlu tunç tulga
seçip aldı ve acele getirip yavuklulara verdi; o zaman, Odysseus onların
silâhlara bürünüp uzun kargılar salladıklarını görünce dizler:
çözüldü, yüreği gevşedi: iş gözüne çok çetinleşmiş göründü! Hemen
Telemakhos'a dönerek kanatlı sözler söyledi:
— Telemakhos, ya konağın içinde kadınlardan biri bizi bu yaman
savaşın içine atıyor... veyahut Melanthios. Buna karşı akıllı Telemakhos
dedi ki:
— Bunca bir kabahatli varsa o ancak benim, baba! Hazine
odasının sağlam kapısını kapamayıp aralık bıraktım; gözcüleri açıkgöz
davranabildi!
Haydi, Eumaios çelebi, git şu kapıyı kapa, hem de bak, bu işi beceren
kadınlardan biri mi, yoksa Melanthios Doliosoğlu mu? En çok
ben ondan şüpheleniyorum.
Aralarında böyle söyleşmekte iken, keçilerin başçobanı Melanthios
yine parlak silâhlar almak için hazine odasına çıkıyordu. Bunu
gören çelebi domuz çobanı, hemen, yanında duran Odysseus'a
seslenerek dedi ki:
— Tanrı soyu, Laertesoğlu, çok hünerli Odysseus!
Şüphelendiğimiz adam, o alçak kişidir; işte yine hazine odasına
dönüyor! Sen şimdi bana dosdoğru söyle: hakkından gelirsem
388/431
öldüreyim mi, yoksa sana ileteyim de konağında işlediği bunca hainliklerin
cezasını kendin mi verirsin?
Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus dedi ki:
— Ben ve Telemakhos, bizim çelebilere, ne kadar saldırırlarsa
saldırsınlar, karşı koyabiliriz, ikiniz Philoitios ile sen hainin arkasından
seğirtin, ellerini ayaklarını bağlayıp odaya atın, bir iple merteklerden
birine, tavan hizasına kadar, çekip kapıyı üstüne kapatın;
yalnız canı çıkmasın da uzun uzun işkence çeksin!
Böyle dedi, ötekiler de sözünü dinlediler. Hazine odasına gelince
oradaki Melanthios'tan gizlendiler: o ise en dipte silâh ayırmaktaydı.
İkisi kapının iki pervazı yanında durup beklediler.
Keçilerin çobanbaşısı eşiğe geldiğinde bir eliyle güzel bir tulga,
bir elinde de kahraman Laertes'in gençliğinde takındığı kocaman bir
kalkan taşıyordu: çoktan beri paslanmış, kayışları kemirilmiş, bir kenara
atılmış bulunuyordu.
O zaman iki çoban Melanthios'un üstüne çullanıp saçlarından
çekerek içeri attılar; neye uğradığına şaşalamış bir halde yere serdiler,
çok çekmiş Laertesoğlu Odysseus'un buyurduğu gibi ellerini, ayaklarını
sımsıkı bağladılar, bir halatla da tavan hizasına kadar merteklerden
birine çektiler.
O zaman sen, domuz çobanı Eumaios, alay ederek dedin ki:
— Şimdi, Melanthios, güzel güzel bütün gece nöbet beklersin:
yatağın rahat, yumuşacık, tam sana yakıştığı gibi.
«Sabah sisi içinde doğan Şafak, altın tahtı üzerinde Okeanos'un
pınarlarından çıkarken gözünden kaçamayacaktır. bu vakit senin
yavuklulara, ziyafetleri için, semiz keçilerini getirdiğin vakittir,
kaçırmazsın!
389/431
Onu orada öyle merhametsizce gerilmiş ve bağlanmış olarak
bıraktılar, ikisi silâhlarını takınıp cilâlı kapıları kapadılar ve doğruca
bin bir hileli Odysseus'un yanına döndüler.
Orada, divanhanenin eşiğinde, bir kahramanlık havası içinde,
dördü bir araya gelmişti; lâkin içerdekiler hem çok hem yiğit idiler.
O zaman Zeus kızı Athena yanlarına geldi; Mentor'un hem boyunu
bosunu hem de sesini takınmıştı.
Onu gören Odysseus sevindi ve söze başlayıp şöyle dedi:
— Mentor, kurtar bizi şu belâdan! İkimizin yaşlarımız bir: Eski
arkadaşının sana etmiş olduğu iyilikleri hatırla!
Böyle demiş ve içinden bunun yardıma yetişen tanrıça Athena
olacağını düşünmüştü. Yavuklular da bir yandan divanhanede
haykırışıyorlardı. ilk olarak Agelaos Damastoroğlu gelene çıkışarak
dedi ki:
— Mentor, seni sözleriyle Odysseus, kendisini korumaya ve
yavuklulara karşı savaşmaya kandırmasın! Sonra, neler yapmak istediğimizi
de düşün ve emin ol ki hep si öyle olacak: baba oğul, bunları
öldürdükten sonra, sen de yardımcıları olursan ceza olarak onlarla
birlikte öldürüleceksin: edeceğini başınla ödeyeceksin! Tunç hançerle
canınız alındıktan sonra, bütün mallarınız da, içerdekiler ve
dışardakiler, alınacak, Odysseus'un mallarıyla karıştırılacaktır; ve artık
oğulların kendi konağında yaşıyamıyacak, sadık hatunun ve sayın
kızların da İthaka şehrinde kalamayacak.
Agelaos böyle dedi, Athena ise yürekten daha çok öfkelendi ve
Odysseus'a kızgın sözlerle çıkışarak dedi ki:
— Odysseus, sende artık o eski güç ve o eski yürek kalmadı mı?
Sen iyi soylu Helena'nın ak kolları yüzünden dokuz yıl, durmadan
390/431
dinlenmeden, Troialılar ülkesinde savaşmış, o katı boğuşmalar içinde
nice erler telef etmiştin, ve Priamos'un geniş caddeli şehri senin
öğütlerinle alınmıştır; şimdi ise, konağına dönmüş bulunuyorsun,
mallarının içindesin, nasıl oluyor da yavuklular karşısında
yürekliliğini, gücünü erkini gösteremiyorsun? Haydi, şimdi, eski
arkadaş, benim bir yanımda dur ve ne işler başaracağıma bak.
Alkinoos oğlu Mentor'un, düşmanlara karşı savaşıp eski gördüğü iyilikleri
nasıl ödemesini bildiğini gör!
Böyle dedi ve henüz zaferi iki taraf arasında kararsız bırakıyordu;
Odysseus'un ve şanlı oğlunun gücünü ve yürekliliğini daha sınamak
istiyordu. Bir kırlangıç suretini takınarak uçtu, divanhanenin çatı
arasındaki işlenmiş merteklerinden birine gidip kondu.
Agelaos Damastoroğlu henüz sağ kalıp canları için savaşan
yavukluları yüreklendiriyordu: Eurynomos, Amphimedon,
Demoptolemos, Peisandros, Polyktorides ve aydın düşünüşlü
Polybos... yiğitlikten yana en ileri gelenleriydi; Odysseus'un yayı ve okları
öbürlerinin hakkından gelmişti. Kalanlara Agelaos seslenerek şu
sözleri seyledi:
— Hey arkadaşlar! Artık bu kişinin yorulmak bilmeyen kolları
durdurulmalıdır! Mentor boş lâflar savurduktan sonra çekildi gitti;
kapının önünde yalnız onlar kaldı! Uzun kargılarımızı atalım, ama
hepimiz birden değil: önce altımız atsın! Zeus tanrı isteye, bize şu
Odysseus'u devirmek sevincini vere! O düştükten sonra öbürleri için
gam yemeyin!
Böyle dedi ve dediği gibi altısı, ilk olarak, kargılarını attılar. İyi
nişan almışlardı, ama Athena bütün kargılarını saptırdı.
Yavukluların kargıları değmeyince çok çekmiş tanrısal Odysseus
arkadaşlarına söz söylemeye başlayıp dedi ki:
391/431
— Arkadaşlar! Sıra şimdi bize geldi: şu yavukluların topuna
birden nişan alıp atalım! Herifler bunca hainliklerine üstelik bir de
canımızı almaya kalkışıyorlar!
Böyle dedi ve dördü birden nişan alıp sivri kargılarını attılar:
Odysseus Demoptolemos'u, Telemakhos da Euryades'i, domuz çobanı
ise Elatos'u, baş sığırtmaç da Peisandros'u telef etti. Kalan yavuklular
divanhanenin dip bucağına çekildiler. Ötekiler ise ileriye atılıp ölülerden
kargılarını çekip aldılar.
Yavuklular yeniden nişan alıp sivri kargılarını attılar: Athena
yine çoğunu boşa götürdü: biri sağlam kuruluşlu divanhanenin
eşiğine, bir başkası, sağlam yapılı kapıya, bir başkasının ağır bakır demreni
ise duvara saplandı. Yalnız Amphimedon Telemakhos'un elini
bileğinden yaralamıştı, fakat demren ancak deriyi sıyırmıştı.
Kthesippos'un attığı uzun kargı da Eumaios'un omuzunu kalkanın
üstünden sıyırarak yere düştü.
Yeniden binbir hileli, aydın düşünüşlü Odysseus'un iki yanında
toplanıp yavukluların topuna nişan alıp kargılarını attılar: kaleler
talancısı Odysseus bu sefer Eurymakhos'u, Telemakhos da
Amphimedon'u, sığırtmaç Kthesippos'u, domuz çobanı ise Polybos'u
vurdu.
Kthesippos'u göğsünden vurduğu için kıvanç duyan öküzlerin
baş çobanı ona seslenerek dedi ki:
— Ey Polytherses oğlu, alaycı herif! Artık şımarık şımarık büyük
sözler söylemek yok! Söz ancak tanrılara kaldı: Güçte kuvvette üstün
olan onlardır. Bundan önce tanrısal Odysseus'a, kendi konağında, sofra
sofra dilenirken, hediye ettiğin öküz paçasına karşılık, ben de sana
bir armağan sundum.
Burma boynuzlu sığırların baş çobanı böyle dedi.
392/431
O ara Odysseus yaklaşıp Damastoroğlunu uzun süngüsü ile
sançtı; Telemakhos da Eunor oğullarından Leiokritos'u, karnından
kargısı ile sançıp tunç ucu sırtından çıktı.
Vurulan yüzükoyun düşüp bütün alnı yere çarptı. O ara Athena,
yukardan, divanhanenin çatı arasından, can alıcı kalkanım salladı, onların
da aklı başlarından gidip yürekleri oynadı; şaşkın şaşkın divanhanenin
içinde kaçıştılar: tıpkı, bahar gelip günler uzarken bir sığır
sürüsünü bir alaca at sineği ürkütüp darmadağın ettiği gibi. Akbabalar
çengel pençeleri ve eğri gagaları ile dağlardan inip küçük kuşları nasıl
ürkütürlerse, ovadan bulutlara kaçırırlar, fakat bu kaçışla kurtulmalarına
meydan vermeden yine de yetişip öldürürler ve öldürmekle
çiftçileri sevindirirlerse, onun gibi Odysseus ve takımı divanhane
içinde her yandan saldırıyorlar ve yavuklular, iniltiler içinde, kafaları
ezilerek kana bulanmış döşemeye yuvarlanıyorlardı!
Bu ara Leiodes, Odysseus'un önünde kapanarak dizlerine sarıldı;
ona yalvararak kanatlı sözler söyledi:
— Dizlerine kapanarak yalvarıyorum sana, Odysseus! Merhamet!.,
esirge beni! İnan olsun, konağında kadınlara yakışıksız bir
söz söylemiş değilim, kötü bir iş de işlemedim; başkalarının kötülüklerini
gördükçe de onları vazgeçirmeye çalışırdım; ama beni dinlemiyorlar,
yaman işlerden el çekmiyorlardı; ve işledikleri ile bu alçaltıcı
cezayı hak ettiler. Fakat ben, onların kurbancısı olmaktan başka
suçum yokken, onlarla beraber ölecek miyim?
Çok ölçümlü Odysseus ona bakarak dedi ki:
— Mademki, kendin dediğin gibi, onların kurbancısı idin, sık sık
bu konakta tanrılara dua edip tatlı sıla günümün benden uzaklaştırılmasını
dilemişsindir; sevgili karımı almak ve ondan çocukların olmak
393/431
hevesine de düşmüştün! Bunun için sana da acıklı ölümden kurtuluş
yoktur!
Böyle deyip etli güçlü eliyle, Agelaos'un ölürken elinden bıraktığı
kılıcı yerden aldı, Leiodes'in boynunu vurup ortasından kopardı.
Bu ara Terpes oğlu ozan Phemios da kara Ecelden yakayı kurtarmaya
yol arıyordu: bu ozan daima istemeye istemeye yavukluların
önünde destan okumuştu. Gür sesli kopuzunu elinde tutarak duvarın
dibinde, kararsız duruyordu: Divanhaneden çıkıp dışarıya, ocaklar
koruyucusu ulu Tanrı Zeus'un tapınağına gitmeli miydi? vaktiyle
Laertes ile oğlunun sığır butları yakmış olduğu taşların üstüne çıkıp
oturmalı mıydı? Yoksa divanhanede kalıp Odysseus'un dizlerine mi
kapanmalıydı?
Böyle düşünüp Laertesoğlu Odysseus'un dizlerine kapanmayı
daha elverişli buldu. Bunun üzerine oyuk kopuzu gümüş çivili bir
koltukla şarap destisi arasında yere koyup Odysseus'a koştu, kollarıyla
dizlerine sarıldı ve yalvararak kanatlı sözler söyledi:
— Dizlerine sarılarak yalvarıyorum, Odysseus! Acı ve esirge
beni! Sonra gönlüne pişmanlık gelir, insanların ve tanrıların destanlarını
okuyan bir ozanı öldürürsen! Ben hocasız ozan olmuşum, bütün
makamları bana bir tanrı üflemiştir! Bundan böyle seni bir tanrı gibi
destanlarımda anacağım Merhamet et Hanım, boynumu vurma!
Sevgili oğlun Telemakhos da sana söyleyebilir ki, yavukluların
ziyafetlerinde okumak için ben isteyerek, can atarak senin konağına
gelmiş değilim. Fakat onlar çok ve pek güçlü kişilerdi, beni zorla
getirtiyorlardı.
Böyle dedi ve Kutsal Telemakhos Han işiterek babasına seslendi
ve yanına giderek dedi ki:
394/431
— Dur! Tunç kılıcınla bir suçsuzu öldürmeyesin! Medon çavuşu
da esirgemeliyiz ki, konakta her zaman çocukluğumdan beri bana bakmıştır,
tanrı vere, onu Philoitios veya domuz çobanı öldürmüş olmaya!
Veya sen divanhaneye saldırırken karşına çıkmamış ola!
Böyle dedi ve onu sakınganlıkla davranan Medon işitti: Kara
Ecelden korunmak için çavuş bir koltuğun altına büzülüp sokulmuş,
yeni yüzülmüş bir öküz derisiyle de örtünmüştü... Hemen koltuğun
altından kalktı, çarçabuk sığır derisini attı; Telemakhos'a yaklaşıp dizlerine
kapandı, yalvararak kanatlı sözler söyledi:
— Ey dost, ben işte buradayım! Sen tut onu! Yavuklu erlere
öfkelenen babana söyle, tunç kılıçla canıma kıymasın! Öfkelidir, çünkü
herifler konağında mallarını yiyorlar, sana da ahmaklar önem
vermiyorlardı!
Çok ölçülü Odysseus ona gülümseyerek dedi ki:
— Yüreğini pek tut! işte oğlum seni tehlikeden çekip kurtardı!
kendin gönülden anlayıp başkalarına da söyleyesin ki, iyilik kemlikten
çok üstündür! Fakat sen ve ünlü ozan, çıkın divanhaneden, dışarıda
avluda oturun: kandan uzak! Ben de konak içinde, nasıl gerekse, işleri
öyle görüvereyim!
Böyle dedi ve ikisi divanhaneden dışarı çıktılar, ulu tanrı
Zeus'un kurban yerine gidip oturdular; ama kaygılı gözleri hep ölümü
bekliyordu.
Odysseus ise divanhanede, her yana göz gezdirerek bakıyordu:
kara Ecelden sıyrılmak için biri bir tarafa büzülüp kalmış olmasın!
Fakat gözlerinin önünde hepsi toza, kana bulanmış yatıyorlardı: tıpkı
balıkçıların köpüklü denizden ağlarıyla kumsala attıkları balıklar
yığını gibi ki, acı suya hasret, güneşin ışıkları altında son nefeslerini
verirler.. Yavuklular bunlar gibi üst üste yığılıp yatıyorlardı!
395/431
O zaman çok tedbirli Odysseus Telemakhos'a dedi ki:
— Telemakhos, git bana Eurykleia dadıyı çağır, ona gönlümde
yer tutan bir söz söyleyeceğim.
Böyle dedi, Telemakhos da sevgili babasının sözünü dinleyerek
gitti, kapıyı açıp Eurykleia dadıya seslendi:
— Haydi, hemen kalk! Eskiden kalma ihtiyar kadın, konağımızda
karavaşların bekçisi! Haydi, babam çağırıyor, sana söyleyeceği var!
Böyle dedi ve ihtiyar kadın, ağzından tek söz çıkmaksızın, yüksek
yapılı dairenin kapısını açtı. Telemakhos'un arkasından giderek divanhaneye
girdi; Odysseus'u tepelenmiş yavukluların cansız gövdeleri
ortasında buldu; çamurlu murdar kana bulanmıştı; bir sığırı
parçalayıp ağıldan çıkan arslan kanlı göğsü, suratı ve çeneleriyle gözleri
nasıl korkunç görünürse, Odysseus'un da bacakları ve kolları
aşağıdan yukarıya öyle bulaşmıştı.
İhtiyar kadın ölü yığınlarını ve kan birikintilerini görünce
başarılan işin büyüklüğü önünde zafer vaveylasını koparmak istedi,
fakat Odysseus onu tutup haykırmasına meydan vermeden kendi sesini
yükselterek kanatlı sözler söyledi:
— Koca kadın, gönülden sevin, fakat kendini tut ve vaveyla koparma!
Ölü düşenlere sevinip zafer sevinci göstermek yakışmaz! Bunların
ölümüne tanrılardan gelen kader ve kendi suçları sebep
olmuştur.
Ama, haydi şimdi bana deyiver: konaktaki karavaşlardan
hangileri şerefime leke sürmüş, hangileri sadık kalmıştır? Buna karşı
Eurykleia dadı dedi ki:
Sana, oğlum, her şeyi dosdoğru söyleyeceğim: Bu konakta elli
halayık vardır, onları ben her türlü işleri görmeye, yünü ditmeye ve
396/431
karavaşlığa katlanmaya alıştırmıştım. Bunlardan yalnız on ikisi kepazelik
etmişlerdir: bunlar beni ve Penelopeia'mn kendisini
saymazlardı
Telemakhos ise yeni büyüyüp yetişti: anası onun kadınlara hükmetmesini
istemezdi. Ama haydi, ben üst kattaki pırıl pırıl daireye
çıkayım da karma haber vereyim; bir tanrı onu uyutmuş bulunuyor.
Buna karşı çok sakıngan Odysseus dedi ki:
— Onu daha uyandırma! Sen, önce şu kötü işler gören kızları
çağır, buraya gelsinler.
Böyle dedi ve ihtiyar kadın divanhaneden geçerek hemen gelsinler
diye kızları çağırmaya gitti.
Odysseus da oğlunu, domuz çobanını ve sığırtmacı çağırarak onlara
kanatlı sözler söyledi:
— Şimdi hemen ölüleri taşımaya başlayın, kadınları da çalıştırın!
Ondan sonra güzel koltukları, kürsüleri ve masaları su ile ve çok delikli
süngerlerle silip yıkamalı. Güzel yapılı divanhanenin temizlik işlerini
bitirdikten sonra karavaşları iletivermeli, keskin kılıçlarla vura vura
hepsinin canını almalı! Aphrodite'yi ve gizli gizli yavuklularla
birleşmeyi başka türlü unutacakları yoktur!
Böyle dedi ve hemen, kepazelik etmiş kadınların cümlesi, hıçkıra
hıçkıra ve gözlerinden sel gibi yaşlar dökerek içeri girdiler. En önce ölü
düşenlerin gövdelerini taşıdılar, yardımlaşarak güzel duvarlı avlunun
dış kapısındaki damın altına istif ettiler. Odysseus'un kendisi işi acele
acele bitirmek üzere emirler veriyordu; onlar da zor altında gidip gelip
ölüleri taşıyorlardı. Ondan sonra güzel koltukları, kürsüleri ve masaları
su ile ve çok delikli süngerlerle silip yıkadılar. Sonra Telemakhos
ile sığırtmaç ve domuz çobanı divanhanenin sert yapılı döşemesini
397/431
küreklerle kazıdılar; ve kazıntıları karavaşlar taşıyıp dışarıya
çıkardılar.
Divanhanenin bütün temizlik işi bittikten sonra, karavaşları
tonoz dam ile sağlam avlu duvarı arasındaki dar aralığa sıkışık bir
halde sürdüler: oradan hiç birinin sıvışmasına yol yoktu.
O zaman akıllı Telemakhos söze başlayıp adamlarına dedi ki;
— Temiz bir ölümle şu murdarların canları ahnmalali; çünkü
başıma ve anamın başına utanç saçarak yavuklularm yanına
giderlerdi!
Böyle dedi ve bir kara başlı geminin halatını alıp tonoz damın bir
direğine bağladı ve asılacakların ayakları yere değmemek üzere gerdi...
Nasıl geniş kanatlı ardıç kuşları veya yuvalarına dönmek isteyen
güvercinler çalılar arasında kurulmuş tuzağa tutulup uğursuz bir
tüneğe düşerlerse, onun gibi bu kadınların başları bir sıra üzerine dizilmiş
ve boyunları sicimlerle sıkılmış, en acıklı bir ölümle, can veriyorlardı;
ve ayaklarının çırpınışları uzun sürmemişti.
Ondan sonra Melanthios'u avluya çıkardılar; dehlizin önünde,
en önce zalim tunç hançerle burnunu ve kulaklarını kestiler; sonra
erkekliği koparılıp çiğ çiğ köpeklere atıldı; ve öfkeli bir yürekle
kollarını, bacaklarını biçtiler.
Ondan sonra kendileri de ellerini ayaklarını yıkayıp Odysseus'un
yanına geldiler; işler tamam olmuştu.
O ara Odysseus sevgili Eurykleia dadıya şöyle diyordu:
— Koca kadın, hastalıkların ilâcı, günlük getir; ateş de yak, divanhaneyi
tütsüleyip arındırayım. Sonra Penelopeia'ya var, buraya oda
halayıklarıyla birlikte inmesini söyle; bütün öbür karavaşlara da emret,
divanhaneye gelsinler.
398/431
Ona karşı Eurykleia dadı dedi ki:
— Peki, oğlum, her şeyi gereğince söyledin. Ama önce gidip sana
esvaplar getireyim: entari de kaftan da. Geniş omuzlarını bu çaputlarla
örtüp durmak yakışık almaz. Ona karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki:
— Ateş, her şeyden önce bu divanhanede, ateş lâzım bana! Böyle
dedi ve Eurykleia dadı sözünü dinledi, hemen gidip ateş de yaktı, günlük
de getirdi. Onun üzerine Odysseus ıtırlı tütsü ile divanhaneyi de,
konağı da, avluyu da tütsüleyip arındırdı,
Bu ara ihtiyar kadın çarçabuk Odysseus'un güzel dairesine çıktı,
halayıklara haber verip inmelerini söyledi. Bunlar gelince Odysseus'un
boynuna atılıp selâmladılar, ellerini tutup başından ve omuzlarından
öptüler. O da hıçkıra hıçkıra ağlamak için tatlı bir arzu duydu, çünkü
gönülden hepsini hatırlayıp tanımıştı.
399/431
ŞAN : XXIII
PENELOPEIA'NIN ODYSSEUS'U TANIMASI
İhtiyar kadın yukardaki kata güle sevine çıktı; hanımına
kocasının evde olduğunu muştulamak için; sevincinden dizleri
dincelmiş, basamakları atlaya atlaya gidiyordu. Hatunun başucunda
durarak ona dedi ki:
— Kalk, Penelopeia! Sevgili kızım! Kalk da gece gündüz
özlediğini kendi gözlerinle gör! Yoluna uzun uzun baktıran Odysseus
nihayet konağına geldi! Ve hepsini tepeledi: evini yıkan, mallarını telef
eden, oğlunu kahreden o azgın yavukluların hepsini!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Sevgili dadı, senin aklını tanrılar almış olacak! O tanrılar ki en
akıllı olanı bile aptala döndürürler, ve en aptal olana sağlam akıl ihsan
ederler! Sana da onların ziyanı dokunmuş olacak! Çünkü bundan önce
sen, uslu, akıllı kadındın! Niye böyle abuk sabuk sözlerle gelip gamlı
gönlümle eğlenmeye kalkıyorsun? Aziz göz kapaklarımı basıp kapayan
tatlı uykudan beni niye uyandırıyorsun? Odysseus şu adı batası İlion'a
gideli böyle derin bir uykuya dalıp varmış değildim. Ama, haydi,
aşağıya inip odana dön! Kadınlardan bir başkası beni uykudan
kaldırıp böyle bir haber vermiş olsaydı, inan olsun, hemen onu merhametsizce
konaktan kovardım! Seni bu cezadan ihtiyarlığın
kurtarıyor!
Eurykleia dadı ona karşı dedi ki:
— Seninle eğlenen yok, çocuğum; gerçekten Odysseus,
söylediğim gibi konağına döndü! Herkesin hor baktığı garip yok mu,
işte oydu! Telemakhos, çoktan, geldiğini biliyormuş, fakat sakıngan
çocuk babasının niyetlerini saklıyordu, o, aşırı şımarık erlerin cezasını
vermeye fırsat bulsun diye.
Böyle dedi ve Penelopeia sevincinden fırlayıp koca karıyı kucakladı,
göz kapaklarından yaşlar dökerek kanatlı sözler söyledi:
— Eğer bana, sevgili dadı, doğruyu söyledinse; eğer, dediğin gibi,
Odysseus konağa dönmüş ise, o utanmaz yavuklu kalabalığı ile tek
başına, nasıl başa çıktı? Çünkü onlar konağa hep bir arada gelirlerdi.
Ona karşı sevgili Eurykleia dadı şöyle dedi:
— Bir şey görmedim, bir şey bilmiyorum; yalnız öldürülenlerin
iniltilerini işitirdim. Bütün kadınlar, odalarımızda, kapalı kapılar ve
sağlam yapılı duvarlar arkasında sinmiş, bekleşiyorduk, tâ ki oğlun
Telemakhos divanhaneden seslenip beni çağırdı; onu babası gönderip
beni çağırtıyordu.
Odysseus'u öldürülmüşlerin cesetleri ortasında, ayakta duruyor
buldum; cansız gövdeler, onun çevresinde, katı döşeme üzerinde,
üstüste yağılmış bulunuyordu. Onu göreydin gönülden ne kadar sevinecektin!
Şimdi onları avlunun kapıları önünde istif etmişler; Odysseus
büyük bir ateş yaktırdı, güzel divanhaneyi tütsüleyip arındırdı;
ondan sonra seni çağırmaya beni gönderdi. Arkamdan gel, gönülleriniz
bunca cefalar çektikten sonra, mutlu bir an içinde birleşsin! Uzun
zamandan beri bütün dilediklerin artık gerçek oldu.
O, işte, sağ esen ocağına döndü, konağında seni de oğlunu da sağ
esen buldu! Ve bütün o yaman işleri işleyen yavuklulardan yine kendi
konağı içinde, öcaldı!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Sevincini biraz tut, sevgili dadı! Onu yine konakta görmek!
Cümlemize ne büyük bir mutluluk olurdu, hele bana ve onunla birlikte
401/431
dünyaya getirdiğimiz oğlumuza! Ama senin anlattıkların inanılacak
gibi değil ki! Biri gelip çelebi yavukluları tepelediyse, bu, azgın
suçlarıyla kızdırdıkları bir tanrı olmak gerek! Onlar, yanlarına gelen,
hanlardan olsun budundan olsun, herkesi aşağı görürler, hor tutarlardı;
yamanlıklarının cezasını buldular; yoksa Odysseus'um
Akhaieli'nden uzak, yadellerde düşüp kalmıştır!
Ona karşı Eurykleia dadı dedi ki:
— Çocuğum, dişlerinin arasından kaçan bu nasıl söz öyle? O,
senin bir daha gelmeyeceğini sandığın kocan, buraya, kendi ocağına
döndü bile! Senin gönlün ise inanmak istemiyor. Fakat, sana inandıracak
bir nişan da vereyim: ak azılı yaban domuzunun onun bacağında
açtığı yara yok mu, izini ayaklarını yıkarken ben gördüm; sana haber
vermek istedim, fakat o iki eliyle boğazımdan yakalayıp ağzımı kapattı.
Meğer aklında tasarladıkları varmış!
—Fakat gel arkamdan! Başım sana teslim: aldatıyorsam en acıklı
bir ölümle öldür beni!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Sevgili dadı, bengi tanrıların kararlarına bilerek karşı gelmek
senin için de güçtür: bildiklerin ne kadar çok olursa olsun. Fakat gidelim
oğlumun yanma çelebi yavuklular öldürülmüş mü, anlayalım ve
onları öldüreni görelim.
Böyle deyip üst kattan indi. Yüreğinde ne kadar kararsızlık
vardı: sevgili kocasına uzaktan sualler mi sormalıydı, yoksa yanına
gidince başını ve ellerini tutup öpmeli miydi?
Bu kararsızlıkta iken taş eşiği aşıp içeri girdi; Odysseus'un
karşısında ateşin ışığı içinde, öbür duvara arkasını vererek oturdu.
402/431
Odysseus, yüksek direğin altında oturmuş, gözlerini başka tarafa
çevirip şanlı karısının onu görünce ne diyeceğini bekliyordu. O ise
ağzını açıp tek bir söz söyleyemiyordu: yüreğini hayret almıştı. Durup
durup yüzünün gözünün seyrine dalıyor, fakat bir türlü o çaputlar
altında Odysseus'u tanıyamıyordu.
Bunun üzerine Telemakhos ona çıkışarak şöyle dedi:
— Ana! Yüreği merhametsiz, yaman ana! Niye böyle babamdan
uzak duruyorsun? Niçin yanına gidip kendisiyle görüşüp konuşmuyorsun?
Senden başka hangi kadının yüreği dayanır, yirmi yıl boyunca cefalar,
mihnetler çektikten sonra yurduna dönen kocasından böyle uzak
durmaya. Meğer senin yüreğin kayadan da katı imiş!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Çocuğum, göğsümde yüreğim hayret içinde kaldı: ağzımı açıp
ona tek bir söz söyleyemiyorum, gözlerimi çevirip yüzüne bakamıyorum!
Eğer gerçekten Odysseus olup evine dönmüş ise, birbirimizi
kolayca tanıyacağız, çünkü aramızda öyle gizli nişanlar vardır ki
başkaları bilmez.
Böyle dedi ve çok çekmiş tanrısal Odysseus gülümseyerek
Telemakhos'a kanatlı sözler söyledi:
— Telemakhos, ananı bırak, divanhanede istediği gibi beni
sınasın; çok geçmeden iyice tanıyacaktır elbet. Şimdi ben kirler ve
çaputlar içindeyim; bunun için beni aşağı görüp Odysseus olduğuma
inanmıyor.
«Fakat, en önce biz ikimiz aramızda danışalım, işleri iyice
yoluna koyalım: Biri, ülke içinde birini öldürse, öcünü alacak çok
kimseleri olmasa dahi, öldüren yurdunu ve hısımlarını bırakıp kaçar.
Biz ise şehrin seçkinlerini, İthaka'nın en ileri gelen yiğitlerini
öldürdük. Şimdi soruyorum sana, ne yapmalıyız?
403/431
Bunun üzerine akıllı Telemakhos dedi ki:
— Bu işlere sen karar ver, sevgili baba: danışmada senden üstün
gelecek yokmuş, diyorlar! Ölümlü insanlardan, tedbirden yana, seninle
kimse yarışamazmış.
Buna karşı çok ölçülü Odysseus dedi ki:
— Öyleyse, benim gözüme en iyi ne görünüyorsa, onu söyleyeyim
sana: ilk önce hamamda yıkanıp temiz esvaplar giyinin, halayıklara
da söyleyin, odalarına gidip çamaşır değiştirsinler. Sonra Tanrısal ozan
gür sesli kopuzuyla bize oynak, hoplatıcı havalar çalsın dursun. Ta
ki sokaktan geçenler veya yakında oturanlar cümbüşü işitip «içerde
düğün var!» desinler. Çünkü şehirde çelebi yavukluların ölümü
yayılmamalı biz kırlara, çok ağaçlı korumuza çekilinceye değin. Orada
düşünüp taşınırız; bakalım Olympos'un sahibi Zeus aklımıza ne gibi
öğütler getirir!
Böyle dedi ve cümlesi sözünü dinleyip baş eğdiler. Önce hamamda
yıkanıp temiz esvaplar giydiler; kadınlar süslendiler ve Tanrısal ozan
gür sesle kopuzunu çaldı ve onlarda tatlı türküler söylemek ve
kusursuz oyunlar oynamak hevesi uyandı; bunun üzerine koca konak
oynayan erkeklerin ve güzel kuşaklı kadınların ayaklan altında çınlayıp
durdu.
Dışardan cümbüşü işitenler şöyle diyorlardı:
— Artık birine varıyordur çok yavuklulu Hatun! Mutsuz kadın!
Gençlik arkadaşı kocasının büyük konağında oturup beklemek kısmet
değilmiş zavallıya ta ki eşi yadellerden dönüp sılasına kavuşa!
Böyle deyip duruyorlardı, çünkü olandan bitenden haberleri
yoktu. Bu ara odasına çekilen ulu gönüllü Odyssues'u kâhya kadın
Eurynome yıkadı, yağla vücudunu oğdu, güzel entari ve kaftan giydirdi.
Ve Athena başından aşağı güzellik saçıyordu; Hephaistos'un ve
404/431
Pallas Athena'nın bütün sanatlarını öğrettiği bir usta altını gümüşe
katarak nasıl bir güzellik anıtı yaratırsa, tıpkı onun gibi Athena
Odysseus'un başına ve omuzlarına güzellik döküyordu: hamamdan
çıktığında ölümsüz tanrılara benziyordu.
Hemen, kalkmış olduğu kürsüye geçip karısının karşısına
oturdu; ve ona dönerek dedi ki:
— Cinlere uyan kadın! Güçsüz avratlardan hiçbir kişiye Olympos
saraylarının sahipleri bu derece katı bir yürek vermiş değildir. Haydi
Dadı, sen bana bir döşek yay da uzanayım, çünkü bu kadının göğsünde
belki demirden bir yürek var!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
Cinlere uyan er! Ne kendimi ululadığım, ne seni hor tuttuğum
var! Olan biten işlere de şaşmıyorum, çünkü uzun kürekli gemisine
binip İthaka'dan ayrılanın nasıl bir kahraman olduğunu iyi hatırlıyorum..
Haydi, Eurykleia sağlam yapılı yatak odasına git, öz elleriyle yapmış
olduğu yatağı hazırla: berk sedirin üstüne yay döşeği, keçeleri,
postları ve hareli çarşafları!
Böyle söyleyerek kocasını sınamak istedi. Fakat Odysseus, sadık
karısının hilesinden gafil, kızgın kızgın söylendi:
— Kadın, nasıl zalim bir söz söyledin öyle? Yatağımı yerinden
oynatan kim imiş? Gücü kuvveti ne derece olursa olsun, bir tanrı
yardımcısı olmadıkça, bunu kimse başaramazdı: bir tanrı evet, istese
yerinden oynatabilir, lâkin insanların en yiğidi bile olsa başa çıkamaz!
Bu yatağın ustalığında benim için emin nişan var: çünkü onu ben
kendim, kimsenin yardımı dokunmadan, yapmıştım: Avlunun ortasında,
yeşil dalları budakları her yana uzanmış, gövdesi bir direkten
daha kalın bir zeytin ağacı vardı; onu sarmak üzere ağır taşlarla yatak
odasının duvarlarını örmüştüm; üstüne bir tavan çekmiş, kanatları
405/431
berk tahtadan kapılarla örtmüştüm, ondan sonradır ki, o zeytin
ağacının yeşil yeşil sarkan dal ve budaklarını kestim ve köklere kadar
gövdesini ustalıkla ve çırpı çekerek düzelttim; sonra tunç âletlerle cila
vurdum ve içini oyarak yatağın sedirini tamamladım; sonra kakma
altın, gümüş ve fildişi ile bezedim, sonra parlak kızıl sahtiyandan
kayışlar gerdim... İşte sana verecek nişanım budur; fakat, kadın, anlamak
istiyorum: yatak kendi yerinde mi duruyor, yoksa erlerden biri
zeytin ağacını dibinden kesip onu başka yere mi nakletmiş?
Böyle dedi ve Penelopeia'nın dizleri ve yüreği çözüldü;
Odysseus'un aşikâr nişanlar verdiğini görüyordu. Gözlerinden yaşlar
boşanarak ona koştu, kollarını Odysseus'un boynuna doladı ve
başından öperek dedi ki:
— Bana darılma, Odysseus! Sen ki bütün insanların en
akıllısısın! Bize bunca mihnetleri tanrılar vermişler, gençliğimizi,
birlikte yaşayıp ihtiyarlık eşiğine birlikte erişmemizi istememişler!..
Şimdi darılma bana, ilkin görür görmez kucaklamadığım için kınama
beni; çünkü daima aziz göğsümün içinde yüreğim, biri gelir de sözleriyle
beni aldatır diye korkardı: dünyada hile düzen düşünen az mı var?
Zeus kızı Argoslu Helena da bir yabancının sevgi yatağına girip onunla
birleşemezdi, eğer Ares'e benzer Akhai oğullarının gidip onu atalar
yurduna, kendi evine geri çevireceklerini bilmiş olsaydı; fakat bu
yakışıksız işe onu bir iblis kandırdı, yoksa durup dururken o,
yüreğinden, bu uğursuz düşünceye karar vermiş değildi.
Fakat şimdi sen bana yatağımızın aşikâr nişanlarını birer birer
söylemiş bulunuyorsun: bunu, senden ve benden başka, ölümlü insanlardan
bilen yoktur; bir karavaşım Aktoris bilirdi: bu kızı bana, buraya
gelirken, babam vermişti, yatak odamızın kapıcısı da o idi. Yüreğim bu
derece işkilli iken, işte şimdi beni inandırmış bulunuyorsun!
406/431
Böyle dedi ve Odysseus büyük bir hıçkırma ihtiyacıyla ağlıyor,
gönülden sevdiği karısını, sadık gençlik arkadaşını kolları arasında
tutuyordu.
Poseidon'un bir dalgası ve yel çarpışı ile sağlam yapılı gemileri
batmış olanların gözüne, uzaktaki kara ne kadar tatlı görünürse ve
içlerinden, vücutları tuzlu köpüklere bulanmış olarak, kıyıya çıkanlar
kazadan kurtulduklarına nasıl sevinip kutlulanırsa; tıpkı onun gibi
Penelopeia da sevinmiş gözlerle kocasına bakıyor, ak kollarını
boynundan ayırmıyordu.
Ve gül parmaklı Şafak doğuncaya değin onların hıçkırıp
ağlaması sürüp gidecekti, eğer gökgözlü tanrıça Athena'nın aklına
başka bir tasarı gelmeseydi: Tanrıça bir yandan uzun geceyi ufkun
ötesinde tuttu, bir yandan da, Okeanos içinde altın tahtlı Şafağı, insanlara
ışığı gösteren atları arabasına koşmaktan alıkoydu. Şafağı taşıyan
taylar Lampos ile Phaeton'dur.
Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus karısına dedi ki:
Ey kadın, henüz belâların sonuna varmış değiliz; benim
başarmam gereken gayet güç, çetin bir iş daha vardır; bunu bana, yarenlerimin
ve kendimin nasıl döneceğimizi sormak için Hades konaklarına
indiğim gün kâhin Teiresias'ın tayfı haber vermişti.
Ama gel, yatağa gidelim, ey kadın, vakit varken uzanıp tatlı
uykudan payımızı alalım!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Yatağın, ne zaman gönlün dilerse, senin için hazırdır, çünkü
seni atalar yurduna ve yüksek tavanlı konağına ulaştıran tanrılardır.
Fakat, madem ki kendin söyledin ve bunu bir tanrı aklına getirmiştir,
haydi geride kalan belâyı da söyle; nasılsa bir gün öğreneceğim; şimdiden
bilmemde ne ziyan olabilir?
407/431
Ona karşı çok sakıngan Odysseus şöyle dedi:
—Cinlere uymuş kadın! Niye beni hemen söyletmeye bu derece
çalışıyorsun? Sana hiçbir şey gizlemeksizin, hepsini anlatacağım; ama
bu gönlünü açacak bir şey olmayacak, kendim için de kıvanacak bir
şey olmayacak, çünkü Teiresias bana, ellerime bir gemi küreği alıp ülkeden
ülkeye dolaşmamı söyledi, denizi bilmeyen insanların katına
varıncaya değin.
Ve kâhinin ruhu bana aşikâr bir nişan bildirdi ki, onu da senden
saklamayacağım: yolda giderken başka bir yolcuya rastlayacakmışım,
o bana kıvrak omuzumdaki küreği yaba sanıp soracakmış! İşte o gün
gemi küreğini yere dikmeliyim ve Poseidon Hana kutsal kurban olarak
bir koç, bir boğa ve dişisine aşabilen bir domuz aygırı sunduktan sonra
eve dönüp geniş göklerin sahipleri tanrılara tam yüzlük kurban kesmeliyim;
bunları gereğince yerine getirirsem ölüm ancak mutlu
kocalıkta, denizden gelip dirliğime son verecekmiş ve o zaman her
yanımda gönenç budunlar bulunacakmış! İşte olacak diye kâhinin
bildirdikleri bunlardır!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Tanrılar gerçekten bize mutlu ihtiyarlık kısmet etmişlerse
bütün öbür belâlardan sıyrılmayı umabiliriz.
Onlar birbirleriyle böyle söyleşmekte iken Eurykleia dadı ile
Eurynome, meşaleler ışığında, yumuşak döşekler ve yaygılarla yatağı
hazırlıyorlardı. Çarçabuk sağlam yapılı yatağı donattıktan sonra kocakarı
kendi odasına yatmaya gitti; Eurynome ise, elinde meşale, önleri
sıra yürüyerek yataklarına kadar götürdü; yatak odasına ilettikten
sonra o da çekildi; ve onlar eski törelerince yataklarına uzanıp
mutlulandılar.
408/431
Bu ara Telemakhos ile sığırtmaç ve domuz çobanı hora tepmeyi
kestiler, kadınları yolladılar ve cümlesi gölgeli odalara çekilip yattılar.
Karı koca sevgi ile birbirlerinden murat aldıktan sonra
aralarında konuşup sohbet safası da sürmeye koyuldular: Kadınların
en tanrısalı, kendi yüzünden konağı basan çelebi yavukluların sıkılmaz
kalabalığından çektiklerini, onlar sürü sürü sığırları ve koyunları
kestikçe nasıl yürekten üzüldüğünü anlatıyordu. Tanrı soyu Odysseus
da ona düşmanlara çektirdiği kaygıları ve kendinin çektiği mihnetleri,
bütün başına gelenleri anlatıyordu. Penelopeia kıvanç ile bunları dinliyor
ve hikâyelerin sonuna kadar göz kapaklarına hiç uyku
girmiyordu.
Odysseus hikâyelerine başlayıp önce Kikonları nasıl yendiğini,
sonra çelebi Lotophagosların mübarek iline gelişini anlattı. Kyklop'un
ettiklerini, sadık yarenlerini merhametsizce yemesini ve ondan nasıl
öç aldığını anlattı; ve Aiolos katına gelip sevgi ile karşılandıktan,
yardım görüp uğurlandıktan sonra talihsizlikle sevgili atalar yurduna
nasıl ulaşamadığını ve fırtınaya kapılıp inleye hıçkıra yeniden balıklı
engin denize atıldığını söyledi.
Ve Laistrygonie'de Telepyle'ye gelişini ve orada teknelerinin ve
bütün yarenlerinin mahvoluşunu; yalnız kendi başına bir kara gemi ile
kaçıp kurtuluşunu anlattı; ve düzenbaz Kirke'nin hilelerini; ve
Hades'in nemli konaklarına çok kürekti gemisiyle inip Thebaili
Teiresias'ın tayfından geleceği sorduğunu ve orada eski savaş
yoldaşlarını ve kendisini doğurup çocukken büyüten anasını nasıl
gördüğünü uzun uzun hikâye etti.
Ve deniz Sirenlerinin seslerini nasıl işittiğini; ve sürüklenen kayalardan,
başka bir kimsenin sağ esen aşmadığı korkunç Kharybdis ile
Skylla'dan nasıl başını kurtardığını; ve yarenleri Güneş tanrının sığırlarını
kesip yediği için yüksektengürler Zeus'un ak yıldırım vuruşu ile
409/431
tez yürüyüşlü teknesinin nasıl parçalandığını ve yiğit yarenlerinin
cümlesini helak edip yalnız kendisini kara Ecel cadılarının kemliğinden
nasıl kurtardığını anlattı.
Ve Ogygie adasına ulaşıp Nymphe Kalypso'nun kendisini oyulmuş
mağaralarında tutarken kocası olması için nasıl yanıp tutuştuğunu
ve bu ümitle kayırıp ona ihtiyarlamayacak ve ölmeyecek bir
dirlik vermek istediğini, fakat hiç bir zaman göğsünde gönlünü
kandıramadığını söyledi.
Ve çok çektikten sonra Phaiakeli'ne nasıl yanaştığını ve kendisini
bir tanrı gibi, candan ululayıp bir gemi ile aziz atalar yurduna nasıl
uğurladıklarını ve tunçtan, altından, kumaşlardan armağanlar sunduklarını
anlattı. Hikâyelerine son verdiği zaman tene uyuşukluk getiren
tatlı uyku basıp gönlündeki kaygıları uyuşturdu.
Bu ara gökgözlü tanrıça Athena başka şeyler kuruyordu;
Odysseus'un, doya doya, karısının sevgi yatağında uyuyup candan
gönülden safa sürmüş olduğunu görünce, Okeanos'ta sabah sislerinin
kızı altın tahtlı Şafağı, insanlara ışığı getirsin diye kaldırdı; Odysseus
da yumuşak yataktan kalkıp karısına dedi ki:
— Kadın, her ikimiz belâya doymuş bulunuyoruz: sen burada inleye
ağlaya bin bir kaygılı dönüşümü beklerken, Zeus ve öbür tanrılar
beni belâlar arasından geçirip atalar yurdundan uzak tutuyorlardı.
Fakat işte ikimiz, çok arzulanmış olan şu yatak içinde, nihayet
birbirimize kavuştuk; şimdi artık şu konakta kalmış olan mallarıma
bakmalıyım, aşırı azgın yavukluların telef edip bitiremediği sürülerimi
toplamaya ve Akhaiların verecekleri ile ağıllarımı donatmaya
çalışmalıyım.
Fakat ben en önce ağaçlı korularımıza gidip benim üzüntümden
inleyip duran sanlı atamı görmeliyim. Kadın, senin ne kadar uslu akıllı
410/431
olduğunu bilirim, ama şu öğüdümü dinle: Güneş doğunca, konakta
öldürdüğüm yavukluların ölüm haberi yayılacaktır; sen karavaşlarınla
yüksek katına çekil, otur; ne kimseyi yanına sok, ne kimseden bir şey
sor!
Böyle deyip omuzlarına güzel silâhlarını astı, Telemakhos'u ve
sığırtmaçla domuz çobanını uykudan kaldırdı ve cümlesine savaş pusatlarını
ele almalarını buyurdu; onlar da hemen sözünü dinleyip tun-
çla vücutlarını donattıktan sonra kapıları açıp konaktan çıktılar. Odysseus
başlarına geçmişti. Bu ara yeryüzü ışıklar içindeydi. Fakat Athena
üstlerine gece rengi sis saçarak onları çarçabuk şehirden dışarı
iletiyordu.
411/431
ŞAN : XXIV
ÖLÜLER DİYARINA İKİNCİ SEFER{12}
Kyllenli Hermes çelebi yavukluların ruhlarını çağıra çağıra
sürüyordu; elinde güzel altın asası vardı: Onunla dilerse insanların
gözlerini büyüler, veya uyuyanları uykudan kaldırır. Bu asa ile ruhlara
yürüyüş işaretini verdi, onlar da cıvıltılı ürperişlerle arkası sıra
yürüdüler.
Nasıl heybetli mağaranın bucağında, kayaya yapışık hevenklenen
yarasalardan biri kendini salıverip düşünce hepsi cıvıltılı ürperişlerle
uçarlarsa, tıpkı bunun gibi ruhlar da sesler çıkararak yürüyüşe
geçtiler; sağlık tanrısı Hermes başlarına geçmiş, nemli ve karanlık yollardan
onları sürüyordu. Okeanos'un akışınca giderek Ak Kayaya
vardılar, Güneş yapılarından geçerek Düşler ülkesine ve oradan hemen
Asphodel çayırına ulaştılar: burada ölenlerin gölgeleri andıran
tayfları otururlar. Peleus oğlu Akhilleus'un ruhunu, Patroklos'un ve
kusursuz Antilokhos'un ruhunu, güzellikte ve boyda bosta, Peleus
oğlundan başka bütün Danaoslulara üstün gelen Alas'ın tayfını orada
buldular.
Ruhlar Peleus oğlunu her yandan sarmakta iken Atreus oğlu
Agamemnon'un tayfı inleye hıçkıra çıkageldi, onun da iki yanında
kendisi ile birlikte Aigistos'un evinde kaza Eceline uğrayıp ölenlerin
tayfları toplanmıştı.
İlk önce Peleusoğlu'nun ruhu söze başlayıp dedi ki:
— Atreusoğlu, biz daima derdik ki, yıldırımın sahibi Zeus
katında senden daha sevgili hiç bir kahraman yoktur, çünkü güçlü
kuvvetli bunca erlerin hanı idin, biz Akhailar Troiada emek çekip
savaşmakta iken. Fakat kara Ecel, her doğup dünyaya gelen için ondan
kurtuluş olmadığı gibi, seni de erken erken aldı götürdü! Mutlu olurdu
eğer sen Troiada, şanlı şerefli bir han iken, kaza eceline uğrayıp
öleydin! O halde sana Akhailar eni konu türbe yapardı, sen de geride
kalan oğluna şanlı ad bırakırdın! Meğer en tüyler ürpertici bir ölümle
göçüp gitmen kısmet imiş!
Ona karşı Atreusoğlu'nun tayfı dedi ki:
— Ey Peleusoğlu, tanrılara benzer Akhilleus, ne mutlu sana ki,
Argos'tan uzak, Troiada düşüp can verdin ve cansız gövden çevresinde
Troialıların ve Akhaiların en yiğit oğulları, senin uğrunda savaşıp can
vermişti!
Toz çevirgeni içinde boylu boyunca yatıyordun, atları ve biniciliği
bir yana bırakıp unutarak! Bütün gün savaşmış durmuştuk ve
Zeus fırtına koparıp kesmeye zorlamasaydı çengimiz bir türlü sona ermeyecekti.
Seni o gün savaş meydanından kaldırıp, gemilere götürdük,
yatağa uzatıp güzel vücudunu ılık su ile yıkadık ve saf yağla oğduk.
Danaoslular, üstünde ağlaşıp sıcak yaşlar döktüler ve saçlarını kestiler.
Anan da haberi işitip denizin içinden, deniz tanrıçalarıyla
birlikte, çıkagelmiş, vaveylası heybetli denizin üstüne yayılmıştı: bütün
Akhailar ürperme içinde kaldı ve oyulmuş gemilerine üşüşüp kaçmak
üzere iken, eski zamanları görmüş geçirmiş bir er, bilge Nestor, yetişip
onları alıkoydu. Her vakit gibi şimdi de, cümlenin iyiliği için söz
alarak, en sağlam öğüdü verdi: «Durun, Argoslular! Kaçmayın, Akhai
oğulları! Gelen anasıdır, deniz tanrıçalarıyla birlikte; oğlunun cenazesini
görmeye geliyor.» Nestor böyle deyince ulu gönüllü Akhaiların
korkusu dağıldı. O ara, Deniz ihtiyarının kızları, çevre kuşatıp, inleye
hıçkıra cansız gövdeni tanrısal evsaplarla giydirdiler.
413/431
Dokuz Musa nöbet tutarak, güzel sesleriyle ağıt okudular:
Akhailar arasında gözleri yaşarmadık kimse kalmamıştı: yüreklere
Musaların inleyişleri öyle siniyordu!
On yedi gün on yedi gece, ölümlü insanlarla ölümsüz tanrılar
birlikte, senin için ağlaştık; on sekizinci gün seni ateşe verdik; ve
çevrende bir sürü kurban kesildi, semiz koyunlardan ve burma
boynuzlu sığırlardan. Sonra tanrısal kumaşlara sarılmış, ıtırlı yağlar ve
tatlı bal içinde yakıldın. Ve yanan ateşinin dört yanında alay alay silahlı
Akhailar yaya ve atlı, koşu koştular: velvele göklere yükseliyordu.
Hephaistos'un alevi seni kemirdikten sonra, erkenden ak kemiklerini
derleyip saf şarapla ve ıtırlı yağla yıkadık, ey Akhilleus! Anan bir
altın desti verdi: Dionysos'un armağanı ve ünlü Hephaistos'un ustalık
eseri olduğunu söylemişti. Senin ak kemiklerin, ey ünlü Akhilleus,
savaşta düşen Menoiteus oğlu Patroklos'un kemikleriyle birlikte, o
desti içinde bulunuyor. Ayrı bir destiye de, savaşta düşen
Antilokhos'un kemikleri konmuştu: Patroklos'tan sonra bütün yarenlerinden
en çok ululadığın oydu.
Onların üstüne Argosluların kutsal ordusu en güzel ve en şanlı
türbeyi dikti; geniş Hellespontos'a uzanan burnun üzerinden bu anıt,
uzaktan, engin denizden, şimdi yaşamakta olan insanların ve gelecek
olanların gözlerini çekmektedir.
Ve anan tanrılardan isteyip ele geçirdiği güzelim ödülleri,
Akhaiların ileri gelenleri arasında olacak yarış ve güreş için getirip ortaya
koydu. Ondan önce ben nice kahramanın gömü töreninde bulunmuş,
ölen bir han gömülürken gençlerin kuşanıp yarışlara hazırlandığını
görmüşümdür; fakat senin için anan gümüş ayaklı tanrıça
Thetis'in bize getirdiği aşırı güzel yarış ödüllerini göreydin sen de
gönülden şaşakalırdın! Meğer sen tanrıların ne kadar sevgilisi imişsin!
Senin işte öldükten sonra da adın batmamıştır ve sonu yok bir zamana
414/431
kadar ey Akhilleus, insanlar arasında, senin şanlı adın yaşayacaktır!
Fakat ben savaşın içinden çıkarken ne kazanmış oldum? Meğer bana
sılayı kısmet ederken Zeus, Aigistos'un ve adı batasıca karımın ellerinde
acıklı ölümümü düşünüyormuşum!
Aralarında böyle söyleşmekte iken Işıksaçan Haberci Hermes
Odysseus'un tepelediği yavukluların ruhlarını sürüp çıkagelmişti.
Onları görünce şaşakalan iki han yaklaşıp baktılar ve hemen
Atreusoğlu'nun tayfı, vaktiyle İthaka'da katında konuklandığı
Melenaus'un oğlu, şanlı Amphimedon'u tanıdı.
İlk önce Atreusoğlu'nun ruhu söze başlayıp dedi ki:
— Amphimedon, başınıza neler gelmiş ki, böyle hep seçkin ve
yaşları bir, bu kadar genç bir arada karanlık ülkeye geldiniz? Biri
seçmiş bile olsa, bir şehrin ileri gelenlerinden daha çok erleri derleyip
bir araya getiremezdi. Poseidon çetin yeller estirerek ve ulu dalgalar
kopararak geminizi mi batırıp helakinize sebep olmuş? Yoksa düşmanlar
karada, güzel sığır ve koyun sürülerini talan ederken mi sizi
bastırıp canlarınıza kıymış?
Sorduğuma cevap ver: Ben sana konuk olmuştum, bundan da
kıvanç duyarım: hatırlamaz mısın, orada, tanrı eşi Menelaos'la birlikte
evinize gelmiştik, Odysseus'u bizimle beraber, güzel küpeşteli gemileriyle
İlion seferine gelmeye çağırmak için? Tam bir ay süren çetin bir
engin deniz yolculuğuna katlanmıştık ve böyle iken güçlükle, kaleler
lalancısı Odysseus'u kandırabilmiştik. Ona karşı Amphimedon'un
ruhu şöyle dedi:
— Bütün bu söylediklerini, ey tanrı büyütmesi, hatırlıyorum; ve
sana, hiç bir şey gizlemeksizin, hayatımızın acıklı sonunu, nasıl olup
bitmişse anlatacağım:
415/431
Gurbetten uzun zaman bir türlü dönmeyen Odysseus'un karısına
yavuklu olmak isteğini gösteriyorduk. Hatun ise hoşlanmadığı bu
düğün teklifine ne red ne kabul yüzü gösteriyor, fakat bizim için ölümü
ve kara Eceli düşünüyor ve akliyle türlü türlü hileler kuruyordu:
Dairesinde büyük bir tezgâh kurdurup ince ve aşırı uzun bir bez dokumaya
başlamıştı: bizim de yanımızdan geçerken şöyle diyordu: «Bana
yavuklu çıkan yiğitler, madem ki tanrısal Odysseus helak olmuştur,
düğüne aceleniz ne derece büyük olursa olsun, bekleyin de bezi sona
erdireyim, iplikler boşuna gitmesin; bu, kahraman Laertes'in kefeni
olacak; yoksa yaman Ecel onu boylu boyunca kaçınılmaz ölüm
döşeğine sereceği zaman, Akhai kadınları halk önünde vaveyla koparıp,
bunca varlıklı kişi kefensiz yatıyor diye beni kınarlar!»
O böyle derdi, bizim de taşkın gönlümüz sözlerine kanardı.
Gündüzleri o upuzun bezi dokuyup dururdu, geceleri ise meşalelerle
gelerek dokunmuş kısmı tel tel söker, çözerdi. Üç yıl boyunca bu hile
ile Akhaiları aldatadurdu; fakat mevsim yine bahar olup, dördüncü yıl
gelince hilesini yakından bilen kadınlarından biri bize haber verdi; biz
de onu güzel bezi sökerken yakaladık ve ister istemez dokumayı
tamamlamak zorunda bıraktık: dokunup yıkanan bez öyle güzeldi ki,
parlaklıkta güneşe ve aya benzerdi.
Derken, bu ara, yaman bir cin, bilmem, nereden Odysseus'u
kaldırıp kırlarda oturmakta olan domuz çobanının kulübesine
eriştirdi. Kumluk Pylos'tan dönen sevgili oğlu Telemakhos da oraya
gitti, ikisi baş başa verip yavukluların acıklı ölümünü tasarladıktan
sonra şanlı şehrimize doğru yola çıktılar: Odysseus arkadan geliyor,
Telemakhos önden gidip yolu açıyordu. Odysseus'u ihtiyar ve acınacak
bir dilenci kılığında, domuz çobanı yederek iletiyordu, içimizden, en
yaşlı olanlarımızdan bile, kimse bu çıkagelenin kim olduğunu
tanıyamamıştı; herkes onu kötü kötü lâflarla sövüp hor tutuyor, itip
416/431
kakıyordu; o ise, kendi konağı içinde, işittiği küfürlere ve yediği dayaklara
sabırlı gönülle katlanıyordu.
Derken, fırtına koparan Zeus'un, içinde uyandırdığı akılla,
Telemakhos'u yanına yardımcı alarak, savaş pusatlarını hazineye
kaldırdı, kapısını sürmelerle kapattı; ondan sonra hileleri bol karısına,
aramızda yarışalım diye, yayı ve parlak demirleri önümüze getirtti: işte
bu sınaşma biz mutsuzlar için acıklı ölümümüzün başı oldu.
Bizden kimse kirişi gerip o pek sert yayı kuramadı: hepimiz
bunu başarmaktan çok uzak kalıyorduk. Sonunda kocaman yay
Odysseus'un eline geçti: biz bağrışarak, kendisine verilmesin, istediğine
bakılmasın, diyorduk; fakat Telemakhos, Eumaios'a buyurarak
yayı ona gönderdi.
Ve hemen, çok çekmiş Odysseus eline alır almaz, yayı kolayca
kurdu ve oku demirlerin arasından geçirdi! Sonra, eşik üzerinde
ayakta durup tez giden okları mahfazadan yere boşalttı, korkunç bir
bakışla nişan alıp Antinoos Hanı vurdu. Sonra anaları ağlatan oklarıyla
başkalarını vurdu: o karşıdan nişan alıp alıp çekiyor, yavuklularsa
vurulup vurulup yan yana, üst üste düşüyordu! Belliydi ki, şüphesiz
bir tanrı onun yardımcısıydı. Artık onlar kudurmuş bir saldırışla
divanhaneye atılıp sağdan soldan bizi öldürüyorlardı; düşenlerin ezilen
kafalarından ürpertici takırtılar yükseliyor, yerde sel gibi kanlar
akıyordu.
İşte biz, Agamemnon böyle helak olduk; ve şu anda, cansız
gövdelerimiz Odysseus'un konağında, gömüsüz kalmakta; hısım ve
dostlarımızın olandan bitenden hiç haberleri yok; yoksa gelip
yaralarımızın kara kanını yıkarlardı; ağıt okuyup bizi gömerler, ölenlere
edilen son saygı törenini bize de kılarlardı!
Ona karşı Atreusoğlu'nun ruhu Odysseus'u anarak dedi ki:
417/431
— Laertes'in mutlu oğlu, binbir hileli Odysseus! Sen ulu erdeminle
karını eline geçirdin; fakat Ikarios kızı Penelopeia da ne
kusursuz hatun imiş: Odysseus'u, kız iken kendisini nikâhı altına alan
gençlik yoldaşını hiç unutmamış! Bunun için erdemlerinin şanı hiç bir
zaman unutulmayacak ve ölümsüz tanrılar dileğiyle yeryüzünün insanları
Penelopeia'yı övecek destanlar dizecek! Bir de Tyndareos
kızının suçu düşünülsün ki, gençlik yoldaşı kocasına kıydı! alçaltıcı bir
destan da onu insanlara hatırlatacak! Ve bundan en erdemli kadınların
bile şerefi için lekeli bir hatıra kalacak!
Hades'in karanlık yer içindeki diyarında ayakta durup aralarında
böyle söyleşiyorlardı.
418/431
LAERTES KATINDA
Onlar Odysseus ve arkadaşları şehirden inip az sonra Laertes'in
duvarla çevrilmiş güzel bağına eriştiler; burayı vaktiyle Laertes çok
çalışıp çabaladıktan sonra kendine mal edinmişti; evi oradaydı, çevresinde
ambarlar, damlar vardı; onlarda köleleri karavaşları otururlar,
yerler, yatarlar ve bağının işlerini görürlerdi. Orada bir de Sicilyalı
ihtiyar kadın vardı, şehirden uzak, kırda yaşayan ihtiyar Hanına
gereğince bakardı.
Oraya gelince Odysseus çobanlara ve oğluna dedi ki:
— Şimdi iyi yapılmış taş eve girin ve övünümüz için domuzların
en iyisini kesin. Ben babamı sınamaya gideceğim: acaba beni tanıyacak
mı, gözleriyle beni anlayacak mı, veya tanımayacak mı uzun zaman
kendisinden uzak kaldıktan sonra.
Böyle deyip kölelere kendi silâhlarını verdi ve onları doğru taş
eve gönderdikten sonra, babasına karşı tasarladığı sınamayı yapmak
üzere bol yemişli bağa girdi. Orada ne Dolios'u, ne oğullarını buldu, ne
de kölelerden başka birini; bunlar bağın çiti için diken devşirmeye gitmişlerdi,
ihtiyar Dolios onların başında idi, Odysseus bağın içinde yalnız
babasını bulmuştu: ihtiyar, bir ağacın dibini çapalıyordu; üstünde
eski, yırtık, yamalı urbalar vardı; dolak yerine baldırlarına bağlamış
olduğu yamanmış deri parçası onu dikenlerden, kaba eldivenler de
ellerini böğürtlenlerden korumaktaydı. Soğuğa karşı ise başına keçi
postundan bir takke geçirmişti.
Çok çekmiş tanrısal Odysseus babasını ihtiyarlıktan çökmüş,
gönlü büyük bir yas içinde görünce, bir armut ağacının dibinde durarak
gözlerinden yaş döktü. Aklıyla ve yüreğiyle düşünüp karar
veremiyordu: Gidip babasını kucaklamak ve ona herşeyi söyleyip
atalar yurduna nasıl dönmüş olduğunu anlatmalı mıydı, yoksa yanına
yaklaşıp sınamak üzere sualler mi sormalıydı? Böyle düşündü ve
şakadan sözler söyleyerek sınamaya başlarsa uygun düşeceğine aklı
erdi.
Bu kararla tanrısal Odysseus doğru babasının yanına gitti: İhtiyar,
başını eğmiş, bir ağacın dibini çapa ile eşiyordu. Tosun oğlu
yanına giderek dedi ki:
— İhtiyar, bağ işlerinde hiç acemi görünmüyorsun. Her türlü
ağaçlar, iyi bakılmış üzüm kütükleri, incir, armut, zeytin ağaçları, sebzelere
varınca hiç bir şey bu bağda bakımsız değil. Fakat, doğrusunu
söylersem gönlünle darılma bana, kendine hiç de bağına baktığın gibi
bakmıyorsun. Bir yandan kocalık bastırmış, bir yandansa kendini
kirler içine koyvermişsin; murdar çamaşırlarla vücudunu örtmüşsün!
Tembellik yüzünden beyin seni bakımsız bırakıyor da denemez, çünkü
sana bakınca köleliğe belgelik edecek hiç bir halin görünmüyor;
yakışıklı görünüşünle, boyun bosunla handan bir ere benziyorsun; sen
o ihtiyarlar gibisin ki, yıkanmak, yiyip içmek, sonra rahat rahat uzanıp
dinlenmek şanlarına yakışır. Ama haydi bana söyle, ve hiç bir şey gizlemeden
birer birer anlat: sen erlerden kimin kölesi oluyorsun? Kimin
bağına bakıyorsun? Şunu da senden sorup anlamak istiyorum, ger-
çekten ben İthaka'ya mı varmışım? Buraya gelirken rastladığım biri
bana öyle söyledi; akılsızın biri olmalıydı, çünkü sözümü dinleyip adamakıllı
bir cevap veremedi: konuklaştığım eri soruyordum, sağ mıdır,
ölüp Hades diyarına göçmüş müdür diye. Bari senden sorayım, sen de
dinleyip beni anla: Vaktiyle, sevgili atalar yurdumda, biri evime
gelmişti; uzaktan gelen başka yabancılar gibi, onu da konuklamış, en
aziz bir dost olarak ağırlamıştım. İthaka'da doğduğunu ve babasının
Arkeisios oğlu Laertes adında biri olduğunu söylemişti, işte onu ben
evime iletip konuklamış, gereğince dostluk göstermiştim; ve giderken,
evimde bol bol bulunan mallardan ona zengin konukluk armağanları
verdim: güzel işlenmiş altından yedi talant, som gümüşten çiçekli bir
sebu, on iki entari, o kadar da astarlanmamış kaftan; ve üstelik, en
420/431
ince işçiliklere elleri yatkın, kusursuz karavaşlarımdan da istediği gibi
dört kadın seçip götürmüştü.
Ona karşı babası yaşlar dökerek dedi ki:
— Yabancı, geldiğin yer aradığın yerdir, ama şimdi onun sahipleri
yaramazlık işliyen azgın kişilerdir; ve o saydığın armağanları boşu
boşuna bağışlamış oldun. O konukladığın ere İthaka ülkesinde sağ esen
rastlasaydın seni o da konuklar, ağırlar ve uğurlardı, ve töreden
ayrılmayıp senden almış olduğu armağanlar değerinde karşılıklarını
verirdi. Ama sen de bana bir şey gizlemeksizin söyle: o bahtı kara
yabancıyı konuklayalı kaç yıl oluyor? çünkü o benim mutsuz oğlumdur
veya oğlumdu! Sevdiklerinden, yakınlarından ve aziz atalar yurdundan
uzak düşen o bahtı kara denizde balıklara, veya karada kuşa kurda
yem mi oldu? Ne anası, ne ben, dünyaya getirmişken, ölümüne
ağlıyamadık, onu kefene saramadık. Ne de bunca armağanlar vererek
almış olduğu karısı, bilge Penelopeia ölüm döşeğinde sevgili eşine ağıt
okuyamamış, ölülere edilen son saygıyı yerine getirerek gözlerini
kapıyamamış. Fakat şunu bana olduğu gibi söyle de bileyim: Kimsin,
kimlerdensin? Hangi şehirden ve hangi soydansın? Seni buraya getiren
tez yürüyüşlü gemi nerede durmuş? Çelebi yarenlerin hani?
Navlunlu yolcu gibi başkasının gemisine binip mi geldin? Seni karaya
çıkarıp yine yollarına mı düzülmüşler?
Çek sakıngan Odysseus şöyle cevap verdi:
— Sana, hiç bir şey gizlemeksizin, olanı biteni anlatayım: ben
Alybaslıyım, orada içinde oturduğum ünlü evlerim vardır; babam
Polypemon oğlu Apheidas Handır; benim de adım Eperitos'tur. Bir cin
yolumu şaşırtıp Sikanie'den beni ister istemez bu kıyılara attı; gemim
kırlar önünde şehirden uzak bir yerde durdu. Odysseus bahtsızı
beşinci yıl oluyor ki, bizim ülkeden ayrılıp gitmiştir, giderken kuşlar
uğurlu yönden, onun sağ tarafından uçmuşlardı; ben çok sevinerek
421/431
onu uğurlamıştım, o da keyfi yerinde çıkıp gitmişti. Her ikimizin gönlünde
ümitler vardı: ilerde yine görüşüp birbirimize zengin armağanlar
sunacaktık.
Böyle dedi, ve kara kaygı bulutu koca kişinin betini benzini
örttü; iki eliyle toz alıp ak saçlı başına saçtı, bir yandan da derinden inleyip
hıçkırıyordu.
Odysseus'un yüreği kabardı, sevgili babasını bu halde görünce
içinden dalgalanagelen acıma yaşları burun deliklerine kadar çıktı,
ileriye atılarak ihtiyarı kucakladı, öpe öpe şöyle dedi:
— Özleyip aradığın oğlun işte benim, baba! Yirmi yıldan sonra
atalar yurduna dönüyorum. Fakat inleyip hıçkırmağı kes artık; göz
yaşlarını da tut! çünkü, sana söylemeliyim, çok acele davranmak
zorundayız; yavukluları konağımızın içinde tepeledim; işledikleri yaramazlıkların
cezasını vererek şerefime dokunmalarından öcaldım.
Ona karşı Laertes söze başlayıp dedi ki:
— Eğer benim oğlum Odysseus sen olup buraya gelmişsen,
aşikâr bir nişan ver ki inanayım.
Çok sakıngan Odysseus cevap vererek şöyle dedi:
— İlkönce şu yara izine kendi gözlerinle bakıp anla: onu
Parnasos dağında bir yaban domuzu ak azısıyla bacağımda açmıştı;
beni, anamla sen, sevgili dedem Autolykos'un yanına yollamıştınız;
buraya geldiği bir sırada bana vereceğini söylediği armağanları almağa
gidiyordum.
Fakat dinle, bir belge daha sana: bağındaki ağaçlardan vaktiyle
bana hangilerini vermişsen ayrı ayrı söyliyeceğim ben küçük bir oğlan
iken arkandan gelirdim, birinden öbürüne gider, sorardım, sen de ayrı
ayrı isimlerini söylerdin: Bana on üç armut ve on elma fidanı
422/431
vermiştin; bağışladığın incir fidanlarının sayısı kırktı, elli dizi üzüm
kütüğü için de söz vermiştin; bunların bağ bozumu ayrı ayrı zamanlarda
olurdu, salkımlarının rengi Zeus'un mevsimlerine göre sararıp
kızarırdı.
Böyle dedi, ve Laertes'in dizleri kesiliyor, yüreğine baygınlık
geliyordu: Görülüyor ki, Odysseus apaşikâr nişanlar veriyordu.
Çocuğunun boynuna iki kolunu doladı, ve çok çekmiş tanrısal
Odysseus'un üstüne baygın olarak abandı. Fakat yine soluk aldı,
içinden taze can buldu ve oğluna karşılık olarak şu sözleri söyledi:
— Zeus ata, ve öbür tanrılar şüphesiz siz geniş Olympos'ta
varsınız, eğer azgın yavuklular, gerçekten, işledikleri yamanlıkların
cezasını gördülerse! Ama şimdi yürekten korkarım ki, çarçabuk bütün
İthakalılar buraya üşüşürler ve Kefalonia kentlerine de salık salarlar.
Ona karşı sakıngan Odysseus şöyle dedi:
— Yüreğini pek tut! Bu kaygıları içinden, yüreğinden at! Fakat
şimdi bağın yanındaki dama gidelim. Oraya ben Telemakhos'u ve
sığırtmaçla domuz çobanını çarçabuk övünümüzü hazırlasınlar diye
göndermiştim.
Böyle söyleyip ikisi güzel taş yapıya doğru yürüdüler; evin
sağlam yapılı dairesine erişince orada Telemakhos'u, sığırtmaçla
domuz çobanını buldular; onlar bol bol etler doğruyorlar ve kırmızı
şarabı karıyorlardı.
Bu ara ulu gönüllü Laertes odasına gitti, onu Sicilyalı halayık
hamamda yıkadı, vücuduna yağ sürdü, üstüne güzel kaftan giydirdi.
Bu ara Athena yanında duruyor, budunlar Hanı Laertes'in uzuvlarını
güçlü ve güzel kılıyor, onu eskisinden daha boylu boslu ve daha
kuvvetli gösteriyordu. Hamam odasından çıktı ve sevgili oğlu
423/431
karşısında tanrılara benzer bir halde görüp dona kaldı; sesini yükselterek
ona kanatlı sözler söyledi:
— Baba, şüphesiz bengi tanrılardan biri seni gözlerimize böyle
güzel ve daha boylu boslu gösteriyor. Ona karşı bilge Laertes şöyle
dedi:
— Ne olurdu, Zeus ata, Athena ve Apollon dileyeydiler, vaktiyle
kara kıyısındaki sağlam yapılı Nerikos kalesini, Kefalonya'lılarımın
başında olarak, talan ettiğim sırada nasıl idiysem, dün de konağımızda
öyle olaydım, silâhlarımı omuzlarıma asıp yavukluların üstüne yürü-
seydim! hepsiyle savaşır, başa çıkardım; çoğuna diz çöktürürdüm, ve
sen candan yürekten şad olurdun!
Aralarında böyle söyleşirken, ötekiler övün hazırlıklarını
tamamlıyorlardı; hepsi sıra üzere, kürsülere, koltuklara geçerek
oturdular. Yemeğe başlarken ihtiyar Dolios oğullarıyla birlikte yorgun
argın tarla işlerinden dönüp yanlarına geldiler; çünkü Sicilyalı koca
ana bir aralık dışarı çıkıp bunları çağırmıştı; bu kadın bir yandan onları
büyütüyor, bir yandan da ihtiyarlık yüzünden bitkin bir hale gelen
Laertes'e bakıyordu.
Bunlar Odysseus'u görür görmez candan tanıdılar; hayret içinde
ayakta durup bakıyorlardı. Bunun üzerine Odysseus en tatlı sözlerle
onlara dönerek dedi ki:
— İhtiyar, geç şöyle sofraya otur; silkinip şaşkınlığı at! Çoktan
yemeğe istekli iken ekmeğe el uzatmaksızın sizi bekleyip duruyordum.
Böyle dedi, Dolios ise iki kolunu açarak doğru beyinin üstüne
atıldı, bileğini alıp öptü, ve sesini yükselterek kanatlı sözler söyledi:
— Ey dost, gözümüz aydın! Seni çok özlemiştik; umudumuz
kalmamışken tanrılar seni bize gönderdi; esen ol, gönlün açık olsun!
Bir de bana dosdoğru söyle de bileyim: Bilge Hatun Penelopeia senin
424/431
döndüğünü yakından öğrenmiş midir, yoksa kendisine haberci mi
yollayayım?
Ona karşı çok sakıngan Odysseus dedi ki:
— Onun da haberi var, koca kişi! Bunlarla kafa yormak nene
gerek?
Böyle dedi, ve Dolios cilâlı sekiye oturdu. Onun gibi oğulları da
şanlı Odysseus'un yanına gelip sözle selâmladılar ve ellerini sıktıktan
sonra babalarının yanına geçip bir sıra üzerine oturdular.
Onlar övünlerini almakta iken Ossa bir tatar gibi çarçabuk şehri
dolaşıyor, her yana yavukluların ecel kazasıyla uğradıkları acıklı
ölümü yayıyordu. Bu haber üzerine her yandan inliye hıçkıra
Odysseus'un evine koşuştular. Ölüleri kaldırdılar; ayrı ayrı evlerine
götürüp gömü törenlerine baktılar. Başka adaların ölülerini de tez
yürüyüşlü gemilere bindirip yolladılar. Sonra gamlı gönüllü dernek
meydanına üşüştüler.
Halk toplanıp dernek tamam olunca Eupeithes ayağa kalkıp
cümleye söz söyledi: Avunmaz yas içindeydi, çünkü tanrısal Odysseus
ilk çektiği okla oğlu Antinoos'u vurmuştu.
Oğlu için gözyaşları dökerek söze başladı:
— Ey dostlar, bu adamın Akhailara karşı işlediği yamanlıklar çok
büyüktür; giderken gemileriyle alıp götürdüklerinin kanına girdi; onlar
pek çoktu, hepsi de yiğitti. Sağlam yapılı gemileri de batırdı, insanların
da başını yedi. Gelirken de işte Kephalonia hanlarının en ileri
gelenlerini öldürdü.
Haydin, onlar çarçabuk Pylos'a kaçmağa veya mübarek Elis'te,
Epei hanlarının yanına sığınmağa vakit bulmadan, üstlerine varalım.
Şerefimiz için silinmez leke olur, gelecek nesiller bizi anıp aşağı
425/431
görecekler eğer oğullarımızın ve kardeşlerimizin öcünü bu zalimden
almazsak. Benim için yaşamanın artık tadı kalmamıştır; gözümde,
ölüp yok olanların katına göçmek yaşamaktan hayırlıdır. Acele edelim,
biz yetişmeden kaçmalarına meydan vermeyelim!
Ağlıya hıçkıra böyle dedi, ve bütün Akhaiları acındırdı. Fakat bu
ara Medon çavuşla ozan çelebi çıkageldiler: Uykudan yeni kalkmışlar,
Odysseus'un konağından çıkıp gelmişlerdi. Halkın arasında durdular;
herkes hayretle onlara bakıyordu. Medon çavuş akıllı düşünce ile söze
başlayıp cümleye dedi ki:
— Şimdi beni dinleyin, İthaka'lılar: Odysseus, ölümsüz tanrılar
istemeksizin, bu işleri aklına getirip yapmış değildir. Ben kendi gözlerimle,
Odysseus'un yanında durup yardım eden tanrıyı gördüm: Her
yönden Mentor'a benziyen bir ölümsüzdü; kimi Odysseus'un yanına
gelip onu yüreklendiriyor, kimi ise divanhaneye gidip ötekilerin
cesaretini kırıyordu, ve onlar vurulup üst üste düşüyorlardı.
Böyle dedi, ve hepsinin beti benzi sarardı. Bunun üzerine bir er,
Mastoroğlu ihtiyar Halitherses söz söylemeğe kalktı; aralarında
geçmişi geleceği görüp bilen yalnız o vardı. Cümlenin iyiliği için söz
alıp dedi ki:
— Şimdi beni dinleyin, İthaka'lılar, söyliyeceğime kulak verin.
Sizin yaramazlığınız yüzünden, a dostlar, bu işler oldu! Siz bizi, ne
beni, ne de halkın çobanı Mentor'u dinlemek istemediniz, oğullarınızın
azgınlığına son verilmesini söylediğimiz zaman kulak asmadınız!
Onlar da büyük taşkınlıklarda bulunuyorlar, yaman işler
görüp duruyorlardı: Bir daha dönmez dedikleri bir ulu hanın evini
barkını talan ediyorlar, karısının şerefine dokunuyorlardı! Şimdi
bunlar olup bittikten sonra, inanın bana, ve sözlerimi dinleyin. Üstlerine
varmıyalım, korkarım ki akla gelmiyen fenalıklar olur!
426/431
Böyle dedi ve büyük bir patırdı ile halkın yarısından fazlası
yerlerinden fırladı; öbürleri ise toplu olarak kaldılar, söylenen sözleri
akıllarıyla beğenmemişlerdi; Eupeithes'in sözlerini kabul etmişler, ve
hemen silâhlanıp arkasından yürümüşlerdi.
Bu kalabalık, pırıl pırıl tunç pusatlar içinde, şehrin ortasından
geçip büyük meydanda toplandı. Bu akılsız cemaatin başına Eupeithes
geçmişti. Öldürülen oğlunun öcünü alacağını sanıyordu; meğer geri
dönmemek, bu yüzden Ecel kazasına uğramak alınyazısında varmış!
Bu ara Athena Kronosoğlu Zeus'a dedi ki:
— Kronosoğlu, Hanlar Hanı, atamız! Sorduğuma cevap ver;
aklında gizlediğin bir niyet yok mudur? İki taraf arasında yaman savaş
ve korkunç çarpışma mı hazırlıyorsun, yoksa aralarını bulup barıştırmak
mı istiyorsun?
Ona karşı fırtına koparan Zeus dedi ki:
— Kızım, bunları niye arayıp benden soruyorsun? Dilediğin gibi
işle. Şimdi, yavukluların cezasını tanrısal Odysseus vermiş bulunuyor;
artık aralarında illik barışıklık mühürü vurulsun, o da eskisi gibi hanlığını
sürsün.
Düşüp ölen oğulların ve kardeşlerin acısını yaslı gönüllere unutturalım;
halk eskisi gibi birbirleriyle sevişip barışıklık ve zenginlik
içinde mutlu dirlikle dirilsin.
Böyle deyip, Athena'nın gayretini arttırdı; tanrıça, o hevesle
Olympos'un tepelerinden atılıp gitti...
Bu ara, ötekiler doya doya tatlı övünden keyiflerini tamamlamaktaydı;
çok çekmiş tanrısal Odysseus söze başlayıp dedi ki:
— Biri çıkıp her yana baksın, gelecek olanlar yaklaşıyorlar mı?
Böyle dedi ve Delios'un oğullarından biri sözünü dinliyerek dışarı
427/431
çıktı; ve eşikte durup yaklaşmakta olan kalabalığı gördü. Ve hemen
Odysseus'a dönerek kanatlı sözler söyledi:
— İşte yaklaşıyorlar! Hemen silâh başına!
Böyle dedi, ve cümlesi silâhlarına atıldılar: Odysseus'la üç
arkadaşından başka Dolios'un altı oğlu vardı. Laertes ile Dolios dahi,
geçkin yaşlarına bakmayıp silâha sarıldılar, onlar da savaşmak
zorunda idiler.
Pırıl pırıl, göz kamaştıran pusatlara bürünmüş olarak büyük
kapıyı açtılar, ve Odysseus'un arkasından giderek evden dışarı çıktılar.
Hemen yanlarına Zeus kızı Athena geldi, boyda bosta Mentor'a benziyordu,
onun sesini de almıştı.
Onu görür görmez çok çekmiş tanrısal Odysseus'un gönlü açıldı
ve hemen sevgili oğlu Telemakhos'a dedi ki:
— Telemakhos, vakit bu vakittir, kendin fırlayıp savaşan erler
arasına karışmalısın: Kimlerin en güçlü olduğu bunda belli olacak;
ataların soyunu utandırmıyasın ki, bütün cihanda eskiden beri yiğitlikleriyle
ve güçlülükleriyle anıladurmak-tadırlar.
Bunun üzerine akıllı Telemakhos şöyle dedi:
— Yürekten istediğin bu ise, sevgili baba, göreceksin ki, dediğin
gibi, ataların soyu utandırılmıyacaktır.
Böyle dedi ve Laertes sevinerek şu sözleri söyledi:
— Benim için ne mutlu gün, ey dost tanrılar! Sevinç içindeyim:
Oğlumla torunum yiğitlikte birbirleriyle yarış ediyorlar!
O anda gökgözlü tanrıça Athena, yanına gelerek şöyle dedi:
— Ey, Arkesiosoğlu, yarenlerin en sevgilisi! Gökgözlü tanrı
kızına ve Zeus ataya dua et, ve uzun gölgeli kargını sallayıp fırlat!
428/431
Böyle diyerek Pallas Athena ihtiyarın yüreğine büyük bir
güçlülük üfürdü; o anda hemen ulu tanrı Zeus'un kızını andı, ve uzun
gölgeli kargısını kuvvetle sallayıp fırlattı ve Eupeithes'i bakır yanaklı
tulgasından vurdu; tunç kargı, bir dayanış görmiyerek, tulgayı delip
geçti; adam paldır küldür yuvarlandı ve üstündeki pusatlar çın çın öttü.
Bunun üzerine Odysseus ile tosun oğlu ön saftakiler üzerine
saldırdılar: Kılıçlarıyla ve iki uçlu kargılarıyla vuruyorlardı, ve cümlesini
tepeleyip geri dönmelerine yol vermiyeceklerdi, eğer fırtına koparan
Zeus kızı Athena bir nâra salıp cümleyi tutmasaydı:
— Acıklı savaşı kesin, İthakalılar! Hemen kan dökmekten el
çekip, ayrılın!
Athena böyle dedi ve korkudan betleri benizleri sarardı, ellerinden
silahları düştü; tanrıçanın bir nârasıyla hepsi yere yuvarlanmıştı.
Ve hemen can kaygısına düşerek şehirden yana yüz çevirdiler.
Bunun üzerine çok çekmiş tanrısal Odysseus davranıp bir haykırış
salıverdi: Yüksekten saldıran bir kartala benziyordu. O anda
Kronosoğlu'nun alev saçan yıldırımı inip Güçlü Zeus'un gökgözlü kızı
önüne düştü.
Bunun üzerine gökgözlü Athena, Odysseus'a dönerek, dedi ki:
— Tanrı soyu Laertes oğlu, çok hileli Odysseus! El çek, budun
arası savaşa son ver! Ta ki gürler sesli Zeus'un öfkesine uğramayasın!
Athena böyle dedi, ve Odysseus yürekten şadolarak sözünü dinledi.
Ve fırtına koparan Zeus'un kızı Pallas Athena'nın dileğiyle iki
taraf arasında, sonuna kadar sürmek üzere, illik barışıklık
mühürlendi.
429/431
{1} M. Croiset, Introd. VII.
{2} Vic. Ber. (L'odysee d'Homere, s. 15).
{3} Merkezi Sardes olan bu Küçük-Asya memleketi, Ege Denizine
kadar uzanırdı.
{4} Homerik eposlardaki hâdiselerin manzum bir takvimi gibi bir şey imiş.
{5} Trezenli Haigas'a atfedilmektedir. Odysseia'nın içindeki Telemakhos
Gurbette kısmının bir naziresi olduğu nakledilmiştir.
{6} Hellas «Helenei» kelimesi yalnız burada geçiyor: bundan da bu
parçanın Homeros'tan sonra uydurulduğu anlaşılıyor. Başka her tarafta
Ahay: ahayeli denilmektedir.
{7} Knemis: bacağı örten zırh.
{8} Bu isimlerin mânaları vardır, hepsi de gemici vasıflarıdır: Bordalık, Küreksel,
Enginsel, Pruvalık, v.b. gibi.
{9} Öküz çiftinden haddi mukadderdir, mukayese bununla tamamlanır.
{10} Homeros'un eposlarında herkesin kaderi eğirilen bir tireye benzetilmektedir;
bu işi de Eğiriciler: Klotes ve Moires denilen tanrıçalar
görürler.
{11} Öküzleri sapandan salıverdikleri saati tayin eden noktaya.
{12} Bu kısmın baştan başa sonradan katma olduğu İskenderiye
gramercilerinin tenkidinden anlaşılmaktadır