17 Ekim 2015 Cumartesi
ilyada destanı - 3
AHİLLEUS'UN CEVABI
— Tanrı soyu Laertosoğlu, çok hünerli Odysseus, size sözü açık
açık söylemeliyim, işin nasıl olmasını istediğimi ve nasıl olacağını anlıyasınız
da arka arkaya karşıma geçip uzun uzun ötüp durmıyasınız.
Yüreğinde başka şey saklıyan ve ağzı ile başka şey söyliyen benim için
Hades'in kapıları kadar nefret edilecek adamdır. Söylenmesi bana en
doğru görünen şeyi söyliyeceğim. Atreoğlu Agamemnon'un beni hiç
bir zaman kandıramıyacağına inanıyorum; öbür Danaosluları da
kandıramaz. Ben çok iyi görüyorum: Düşmanla durmadan, canla başla
dövüşenin kadri tanınmamaktadır. Bir kenara çekilip aylak aylak duran
ile canını hasmı koyup harbeden bir tutulmaktadır. Cesur ile korkak
aynı takdiri görür. Bu kadar meşakkatlere katlanmaktan, her gün
kavgalarda hayatımla oynamaktan ne kazandım? Bir kuş, ne bulursa,
bıkmadan usanmadan, gagasıyla yavrularının ağızlarına getirmeğe
nasıl çabalarsa, onun gibi, ben de sayısız geceler uyumadım; gündüzleri,
başka insanları vurup talan etmek için, kanlı kavgalarda savaştım.
Gemilerimle gidip, ahalisini yendikten sonra, tahrip ettiğim şehirler
202/555
on ikidir. Karada, bereketli Troya ilinde, on bir şehir daha almış bulunuyorum.
Her birinden geniş ve çok kıymetli hazineler elde ettim;
bu hazineleri Atreoğlu Agamemnon'a getirip verdim. O da, arkada,
güzel yapılı gemilerin yanında durur, hazineleri alırdı; azını dağıtır,
çoğunu kendine ayırırdı. Başlara, Hanlara da şeref payları verirdi.
Bunların şeref payları ellerindedir; yalnız benden, bütün Ahaylılar
arasında yalnız benim şeref payımı aldı. Sevgili karımı gaspetti! Pekiy,
yanında yatsın, istediği gibi ondan şad olsun! Fakat Argoslular niçin
Troyalılarla dövüşsünler? Atreoğlu niçin bir ordu toplayıp buraya getirdi?
Güzel saçlı Helene için değil mi? Ölümlü insanların yalnız
Atreoğulları mı karılarını severler? Gönül ve duygu sahibi her insan
kendi karısını sever ve korur. O kızı da ben, ganimet olarak alınmış bir
halayık idiyse de, bütün gönlümle severdim. Onu benden koparıp aldı;
bana böyle bir oyun oynadı. Şimdi, kendisini bu derece iyi bilen bir
adamı imrendirmeğe kalkmasın; onu dinlemiyeceğim. Gemileri, her
şeyi yiyen ateşten kurtarmak için, sizden, Odysseus, ve başka Hanlardan
faydalanmağı düşünsün. Bensiz de çok iş yapabilmiştir: Bir hisar
yaptırmış, boylu boyunca, büyük ve geniş bir hendekte kazdırmıştır,
kazıklar bile çaktırmıştır! Böyle iken, çanlar yakan Hektor'un hamasetini
kıracak bir yol bulamıyor. Ben Ahaylılarla birlikte, kavgaya
girerken, Hektor, kendi surlarının dışına çıkamıyordu. Skees
kapılarına ve meşe ağacına kadar bile gidemiyordu. Bir gün beni orada
beklemişti. Yalnızdım, böyle iken saldırışımdan büyük bir güçlükle
sıvışabilmişti. Ben de, bundan sonra, tanrısal Hektor ile dövüşmek
istemiyorum. Yarın, önce Zeus ve bütün tanrılara kurban sunulacak,
sonra gemilerim denize yüklenecek ve — gözlerinle görmeği istiyorsan—
gemilerimin balıklı Hellespont üzerinde nasıl sefer ettiklerini
görebileceksin; içlerinde de hararetle kürek çeken insanlar bulunacak
ve eğer ünlü Yerisarsan bize uygun rüzgâr bağışlarsa, üç gün sonra
bereketli Fthia'da olacağım. Orada epey mallar bırakmıştım, felâketim
için buraya gelirken. Onlara, buradan — kaderin yardımıyla— götürebileceğim
altını, kırmızı tuncu, güzel kemerli halayıkları ve boz rengi
demiri katacağım. Şeref payımdan söz açmıyorum. Onu bana veren
203/555
tahkir için, gene elimden aldı: Atreoğlu Agamemnon Han! Ona,
söylediklerimi tekrarlamanı emrediyorum; başka bir Danaosluya böyle
bir oyun oynamak isterse, belki şimdi ona da kafa tutanlar olur. Daima
sıkılmaz bir adamdır, fakat ne kadar utanmaz olsa da, yüzüme bakmağa
cesaret edemez. Ben ona ne sözlerimle ne kollarımla, asla
yardım etmiyeceğim. Beni çok aldattı, çok tahkir etti, sözlerle bana bir
daha oyun oynıyamıyacak. Yaptıkları yeter! Bundan sonra ne hali
varsa görsün! Akıllı tedbirli Zeus onun aklını çelmiş... Hediyeleri beni
iğrendiriyor. Onu ben bir saman çöpü kadar bile saymıyorum. Bu saatteki
bütün malların ve bundan sonra edineceği malların on katını,
yirmi katını bağışlasa; Orhomenosa akan bütün servetleri, veya —her
kapısından iki yüz savaşçı, atları ve arabaları ile, geçebilen ve her
evinde hazineler bulunan— Mısır'daki Thebes şehrinin servetlerini
bağışlasa; kum veya toz taneleri sayısınca bana mal bağışlasa...
Agamemnon, ruhunu inciten harareti tamamiyle ödemeden, gönlümü
kandıramayacak. Atreoğlunun kızına gelince, hayır, hayır, onunla
evlenmiyeceğim. Başka birini, benden daha büyük Han olacak başka
bir Ahaylı bulsun kendisine damat yapsın. Ben tanrılar korur da memlekete
dönersem Peleus bana uygun bir kız bulur. Hellada ile Fthia'da,
şehirlerini savunabilir Hanlar ve onların kızları eksik değildir; onlardan
istediğimi alır, evlenebilirim. Ulu gönlümle, çok defa, memleketten
sırama uygun bir kızı, görenek üzere isteyip onunla evlenmek;
ondan sonra rahat bir hayat içinde, ihtiyar Peleus'un biriktirdiği
hazineler ortasında yaşamak arzusunu duymuşumdur. Benim için
hayat kadar kıymetli hiçbir şey yoktur. Anam, gümüş ayaklı tanrıça
Thetis, çok defa söylemiştir, beni iki kader her şeye son veren ölüme
doğru götürmektedir. Eğer burada Troya şehri çevresinde kalır,
dövüşmekte devam edersem benim için sılaya dönüş imkânsız olacak;
buna karşılık beni mahvolmaz bir şan bekliyecek. Eğer vatan toprağına
dönersem yüksek şan ve şereften uzak kalacağını; buna karşılık ise,
bana çok uzun bir hayat mukadder olacak, her şeye son veren ölüm
uzun zaman bana erişmiyecek. Ben şimdi herkese, gemilerine binip
ocaklarına doğru sefere çıkmalarını öğütlemek istiyorum; saat
204/555
geçmiştir, yüksek İlionun sonunu göremiyeceksiniz. Gürler sesli Zeus
ona kolunu uzatmıştır, cenkçilerinin gönlüne güven gelmiştir. Siz şimdi
gidin, Ahaylıların başlarına mesajımı götürün: Bu da ihtiyarların
imtiyazıdır. Ahay donanmasını ve ordusunu kurtarmak için daha
elverişli bir plânı gönülleriyle tasarlayabilirler. Öfke beni onlardan
uzak tuttuğu için son plânları yürüyememiştir. Fenisk burada kalıp
yanımızda yatabilir; böylece yarın benimle gemilere binerek vatana
dönebilir; tabii gönlü böyle istiyorsa. Zorla götürmek niyetinde
değilim
FENİKSİN NUTKU
Öyle dedi; söylediklerinden, hepsi, heyecanlanmış, susuyor,
ses çıkarmıyorlardı. Büyük bir şiddetle teklifi reddetmişti, ihtiyar araba
sürücüsü Feniks, hıçkırarak konuşmağa başladı: Ahay donanması
için o derece çok korkuyordu.
— Eğer gerçekten, ünlü Ahilleus, dönüşü kafana koymuşsan;
eğer ne olursa olsun, bizim güzel yapılı gemileri ateşten kurtarmamağa
karar vermişsen, ruhun bu derece öfkelenmişse, ben burada sensiz,
yalnız, nasıl kalabilirim, sevgili çocuğum? Beni ihtiyar araba sürücüsü
Peleus, senin için göndermişti, Fthia'dan seni Agamemnon'un yanına
yollarken. O zaman ancak bir çocuktun, henüz ne kimseyi esirgemeyen
kavgadan, ne de insanların erdemlerini belirtmeğe yarıyan Derneklerden
hiç bir şey bilmiyordun. Beni bütün işleri sana öğretmek için göndermişti:
Sen güzel konuşmasını bilmeliydin, büyük işler de
başarmalıydın. Böyle olunca, ben sensiz burada kalmağa razı olamam,
205/555
sevgili çocuğum. Tanrı, beni ihtiyarlıktan sıyırıp vaktiyle, ilk defa
olarak, kadınları güzel Hellada'dan çıktığını günlerdeki parlak
gençliğime geri çevireceğini va'detse dahi senden ayrılamam. O sırada
babam Ormenoğlu Amyntot'la aram açıldığı için kaçıyordum:
Babamın halayıktan bir gözdesi vardı; gördüğü ihmalden kıskançlık
duyan anam, dizlerime kapanarak, babamdan önce o kızla yatmam
için yalvarıyordu: Kızı ihtiyardan soğutmak için. Anamın istediğini
yaptım, fakat çok geçmeden farkına varan ihtiyar, bana beddua etmeğe,
lanet okumağa, canlar yakan Erinysleri üstüme musallat etmeğe
başladı.
Beddualarına karıştırmadığı ne Hades kalıyordu ne vahşi
Persefonia, ne de yerin altındaki Zeus. Kucağına alacak benden
doğmuş bir çocuğun olmasını asla istemiyordu; tanrılar da dileğini
yerine getirmişlerdir. Artık kararımı vermiştim, bu derece darılmış bir
babanın konağında oturup ne yapacaktım! Hısımlar, kuzenler, yeğenler
beni konakta tutmak için yalvarıyorlardı; koca koca koyunlar, paytak
yürüyüşlü boynuzlu öküzler, yağları taşacak derecede semiz
domuzlar boğazlıyorlardı; bunlar Hefestaeosun ateşi ortasında uzatılıp
kızartılıyor, ihtiyarın mahzeninden şaraplar alınıp içiliyordu. Dokuz
gece boyunca beni ortalarında tutup, nöbetleşe uyumak üzere,
beklediler. Biri kapısı kapalı avlunun sahanlığında, öbürü dairenin divanhanesinde
olmak üzere ateşler yanıyor, hiç söndürülmüyordu.
Fakat onun en karanlık gece içinde, dairenin kapısını kırdım, avlunun
duvarından atlayarak kaçtım. Hellada içinde dolaşarak koyun yatağı,
bereketli Fthia'ya, Peleus Hanın yanına geldim. Beni iyilikle karşıladı;
bir babanın sayısız mallarının tek mirasçısı olarak itinalarla büyüttüğü
oğlu gibi sevmeğe başladı. Büyük bir halkı hükmünün altına vererek
beni zengin etti. Fthianın bir ucunda Dolopların Hanı olarak oturdum.
Orada seni, tanrılar benzeri Ahilleus, bütün gönlümce severek büyüttüm,
bu hale eriştirdim. Sen de benden başka kimsenin arkadaşlığını,
206/555
gerek bir ziyafete gitmek gerek evde yemeğini yemek için istemezdin:
Seni önce dizlerime oturtur, etini keser, ağzına verir, şarabını dudaklarına
götürürdüm. Kaç defa, şarabı tükürerek kaftanımın eteğini ıslatmıştın!
Tanrıların benden bir çocuğun doğmasına yol vermiyeceklerini
düşünerek senin her nazına katlanırdım! Sen, tanrılar benzeri Ahilleus,
sen o doğmıyacak olan çocuğun yerini doldurarak beni eski lanetlemeden
kurtarıyordun. Haydi, Ahilleus, ulu gönlüne hükmünü geçir!
Merhametsiz yürek sana yakışmaz, tanrılar bile merhamete gelir. Tanrılar
erdemce, şan ve şerefçe, kuvvetçe senden üstün değil midir?
Böyle iken, bir hataya düşen, bir kabahat işliyen insanlar, yumuşak
dualarla saçılarla, kurbanlarının dumanıyla türlü sungularla yalvararak
onları merhamete getirirler. Zeus'un kızları Dualar: ayakları
topal, yüzleri buruşuk, iki gözden şaşı tanrıçalardır, sıkı sıkı Hata'nın
izinden giderler. Hata'nın vücudu dinçtir, ayakları sağlamdır; Duaları
arkada bırakır, en önde dünyayı dolaşır, insanlara fenalık yapar.
Arkadan yetişen Dualar Hatanın yaptığı fenalığı onarmağa çalışırlar.
Bu Zeus kızları Dualar, kendilerine saygı gösterenlere, dileklerini dinleyerek
büyük yardımda bulunurlar. Onları açık açık dinlemekten uzak
duranlar olursa, o zaman Dualar da Kronosoğlu Zeus'a giderler, o dinlemiyenlerin
ayaklarına Hata'yı bağlamasını dilerler: fenalığının cezası
olarak acılar, kederler çeksin diye. Haydi, Ahilleus, sen de Kronosoğlu
Zeus'un kızlarına lâyık oldukları saygıyı göster. Eğer Atreoğlu sana
hediyeler getirmeseydi, daha sonra için başkalarını bağlamasaydı, eğer
eski hatasında direnseydi, öfkeni bir tarafa atıp Argosluların —acıları,
kederleri ne olursa olsun yardımlarına koşmanı tavsiye edecek ben
olamazdım. Fakat o, bugünden çok veriyor, daha sonra için fazlalarını
va'dediyor; sana yalvarmak için Ahay ordusunun en cesur —ve senin
gönlüne en sevgili— savaşçılarmı seçerek gönderiyor; sözlerini, ricalarını
boşa çıkarma. Bugüne kadar öfkeni saklamış olduğun için seni
kimse kınayamaz. Eski kahramanların hâtırasından da bunları öğreniyoruz:
Onlardan da biri bir dargınlığa kapılabilirdi, fakat hediyelerle,
yalvarıcı sözlerle gönlü hoş edilirdi. Eski, çok eski bir hikâye daha
hatırlıyorum ki, onu hepinize anlatmak istiyorum, dostlarım
207/555
Kuretlerle Etolienler, Kalydon şehrinin etrafında kavgaya tutuşmuşlar,
boyuna birbirlerini kırıyorlardı: Etolienler güzel şehri müdafaa ediyorlar,
Kuretler ise onu almak istiyorlardı; ikisi de çılgın bir kavgacılığa
tutulmuştu. Tahtı altından Artemis, vaktiyle bağlarının taze mahsulünden
kendisine bir şey sunmadığı için, Orne'ye darılmış, büyük bir
belâyı zincirinden salıvermişti. Öbür tanrılara yüzlük kurbanlar kesmiş
iken yalnız Zeus kızı Artemis'e hiçbir şey sunmamışti: Unuttuğundan
veya hiç aklına gelmediğinden; herhalde büyük bir hata
işlemiş bulunuyordu. Öfkelenen Zeus kızı Ok atıcı, bir yaban domuzu,
beyaz dişli bir canavar salıvermişti; korkunç hayvan Orne'nin bağları
içinde büyük hasarlar yaratıyordu: Birçok yüksek ağaçları, yetişmiş
yemişleriyle, köklerinden sökerek yere sermişti. Canavarı Orne'nin
oğlu Meleagros öldürdü. Bu işi başarmak için birkaç şehrin avcılarını,
köpeklerini çağırmıştı. O derece büyük olan canavarın hakkından az
sayıda avcılar gelemezdi: Hayvan ölmeden birkaç kişinin cesedini
cenaze yakan ateş öbeklerine yollamıştı. Tanrıçanın parmağı ile,
hayvanın soykası etrafında büyük kavga koptu, uğultulu sesler yükseldi:
Canavarın başını ve kıllı postunu kimler alacaktı: Kuretler mi,
yoksa ulu gönüllü Etolienler mi?
Meleagros kavgaya katıldığı müddetçe Kuretler için iş fena
gidiyordu: Sayıca çok idiyseler de hisarları dışında tutunamıyorlardı.
Fakat bir gün Meleagrosun yüreğine öfke, en makûl kişilerin bile
yüreklerini şişiren öfke girdi. Yüreği anası Athena'ya daralmıştı; karısı
güzel Kleopatra'nın yanında uzanmış, zalim bir dargınlık içinde, ruhu
üzülüyordu. Kavgada kardeşleri ölen anası büyük bir keder içinde
kalmış, durmadan tanrılara beddualar yağdırıyor: Bir yandan da, tülü
göz yaşlarıyla ıslanmış olarak boylu boyunca yere uzanmış durmadan
bereketli toprağa elleriyle vuruyordu; durmadan Hades'i vahşi
Persefollia'yi çağırıyor oğlunu ölüme eriştirmelerini diliyordu. O
sırada kapıların etrafında takırdılar, patırdılar yükseldi: Eteolienlerin
208/555
duvarları oklarla, mızraklarla delik deşik olmuştu. Eteolianın ihtiyarları,
Meleagrosa, tanrı duacılarını göndererek kavgaya katılması,
müdafaayı eline alması için yalvarıyorlardı! Ona büyük bir zeamet
arazisi de vâ'dediyorlardi: Güzel Klydon sitesinin en bereketli toprağından
elli arpent: yarısı bağlık, yarısı buğday tarlası olarak. İhtiyar
araba sürücüsü Orne'de, merdivenleri tırmanarak oğlunun yanına
geliyor, kavgaya katılması için yalvarıyordu. İş fenalaştıkça, en sevgili
arkadaşları, kızkardeşleri hatta hanım valideleri yalvarmağa geliyorlardı.
Hiçbir yalvarışı kabul etmiyor, hepsine «hayır» diyordu;
göğsünde yüreği bir türlü kanmak bilmiyordu. Bir an geldi ki kendi evi
tehlikede: Kuretler hisarlara ayak basmışlar, geniş şehri ateşe vermişlerdi.
Bu sefer karısının kendisi, güzel kemerli karısı, hıçkırarak
Meleagrosa yalvarıyordu! Ona uzun uzadıya şehirleri alınan ölümlü insanları
bekliyen acıları, kederleri hatırlattı: erkekler öldürülüyor, şehir
yakılıyor, yabancılar çocukları, kadınları alıp götürüyorlar... İşte
kahramanın yüreği bu facialarla heyecalandı! Kalktı, kıvılcım saçan
silâhlarını taktı, kavgaya karışarak Etolialılardan felâket gününü uzaklaştırdı.
Bu sefer kahraman kendi yüreğinin heyecanına uyarak
öfkesinden vazgeçmişti. Bu sefer ona çok ve değerli hediyeler
va'dedilmemiş, o da bir karşılık aramamış ve almamıştır fakat onlardan
felâketi uzaklaştırmıştı! Hey çok sevgili çocuğum, bir tanrı seni
yanlış yola saptırmasın. Gemileri, ateşe verildikten sonra, kurtarmağa
koşmak senin gücüne gitmez mi? Ahaylıların seni bir tanrı gibi saydıklarını
istiyorsan, şimdiden, teklif edilen hediyeler için, yürü! Eğer
teklifleri reddettikten sonra, canlar yakan kavgaya girersen bizden
felâketi uzaklaştırsan dahi aynı övgü ve saygıyı göremiyeceksin.
SON KARIŞIKLIKLAR
209/555
Ayağına çabuk Ahilleus cevap olarak şöyle dedi.
— Zeus dölü Feniks benim iyi ihtiyar atam, o türlü şeref ihtiyacını
yoktur: Zeus'un kaderinden gelecek şereften başkasını
düşündüğüm yoktur; ve bu kadar kocakarınlı gemilerimizin yanında
bana sadık kalacaktır: Göğsümde bir nefes kaldıkça ve baldırlarım
yürüyebildikçe. Fakat sana söyliyecek bir şeyim daha var, iyice kafana
sok: Kahraman Atreoğluna yaranmak için karşımda inliyerek,
hıçkırarak yüreğimi karıştırma. Seni bu kadar sevdikten sonra senden
nefret etmemi istemiyorsan onu sevmemelisin. Senin vazifen benim
yanıma gelip bana fenalık edene fenalık etmektir. Şuradakiler gidip
söylediklerimi götürürler; sen burada kal, yumuşak bir yatağa yatacaksın,
ve tan ağarır ağarmaz görürüz, memlekete hareket edecek miyiz,
kalacak mıyız?
Böyle dedi ve kelime söylemeden, bir kaş işaretiyle Patroklos'a
ihtiyara kaba bir yatak sermesi için emir verdi. Böylece öbürlerine,
barakayı çabuk terketmeleri gerektiğini anlatmış oluyordu. Fakat işte
bu sırada, tanrılar benzeri Ayas Telamonoğlu söz alıp şöyle dedi:
— Tanrısal Laertesoğlu, çok hünerli Odysseus, gidelim. İşin
sonucu bu yolculukta alınamıyacağını görüyoruz; çarçabuk gidip hiç
elverişli olmasa da, dinlediklerimizi, şu saatte Meclis halinde cevap
bekliyen Danaoslulara yetiştirmeliyiz. Ahilleus göğsünün içinde çok
büyük bir vahşi yürek tutuyor. Zalim! kendisinin, bütün başkalarından
üstün şerefle saygı görmesine ordu içinde hizmet etmiş iyi
arkadaşlarının dostluğuna hiç alâka göstermiyor. Merhametsiz adam!
210/555
Kardeş katili bir kimseden hatta insanın çocuğunu öldürenden— diyet
kabul olunmaktadır; bu suretle bol para ödeyen demos içinde kalabiliyor,
tazminatı alan da ulu gönlünü göğsümde basıyor. Senin
yüreğine ise tanrılar bitmek bilmez, fena bir öfke koymuşlar; bir kız,
tek bir kız için! Bugün ise biz sana, en mükemmellerinden, yedi kız ve
onların üstüne daha bir çok şeyler teklif ediyoruz. Yüreğini biraz yumuşat,
yurduna saygı göster. Çatının altında bulunuyor ve bütün
Danaoslular adına yalvarıyoruz; bütün Ahaylılar arasından senin için
en yakın ve en sadık dostlar kalmasını diliyoruz.
Buna karşı ayağına çabuk Ahilleus şöyle dedi: — Zeus dölü,
Ayas Telamon oğlu, budunlar Hanı! söylediklerini gönlünce söyledin.
Fakat ben o bildiğin şeyleri, Atreoğlunun o küstah tavrı takınıp beni,
Danaosluların önünde, değersiz bir adam yerine koymasını hatırladıkça
yüreğim kabarıyor. Şimdi siz gidin, şu mesajımı (sözlerimi) onlara
götürün: Cesur Priam'ın oğlu tanrısal Hektor Myrmidonların
barakalarına ve gemilerine gelmedikçe, Argosluları kırıp donanmalarını
ateşe vermedikçe kanlı kavgaya girişmeyi düşünmüyorum.
Benim barakamın, benim hara teknemin yanında, Hektorun —ne
kadar azgın da olsa— dövüşmekten kaçınmak zorunda kalacağını
sanıyorum.
Böyle dedi; onlar da, ayrı ayrı, iki kulplu sağrağı alıp saçı
kıldıktan sonra, gemiler boyunca yürüdüler. Odysseus başta gidiyordu.
O sırada Patroklos arkadaşlarına ve halayıklara, çabuk Feniks için
kaba bir yatak hazırlamalarını emretti. Halayıklar itaat ederek emredildiği
gibi yatağı, postlar, örtüler ince keten çarşaflar sererek hazırladılar,
ihtiyar, tanrısal şafak vaktini beklemek üzere yattı. Ahilleus
sağlam barakasının en kuytu yerinde yattı; yanına da Lesbos'tan
211/555
getirmiş olduğu bir kadın Probos kızı güzel Diomede uzanmıştı.
Patroklos gidip barakanın öbür ucunda yattı; onun da yanına,
Ahilleus'un vermiş olduğu bir kadın, kemeri güzel İfia uzandı: Bu
kadın yüksek Skyros, müstahkem Enyeus şehri feshedildiği zaman
alınmıştı.
ELÇİLERİN DÖNÜŞÜ
Ötekiler, Atreoğlunun barakasına gelince, her yandan Ahay
oğullarının altın sağraklarla kendilerini karşıladıklarını ve üst üste sualler
sorduklarını gördüler. En ilki budunlar Hanı Atreoğlu Agamemnon
sordu:
— Haydi, söyle, ünlü Odysseus: Gemilerden her şeyi yiyen
ateşi uzaklaştırmağa razı oluyor mu? Yoksa ulu gönlünden öfke henüz
çıkmadığı için, teklifi red mi ediyor?
Bunun üzerine, cefa kahramanı tanrısal Odysseus cevap verdi:
— Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon, öfkesini
söndürmek istemiyor, tersine, azgınlığı artıyor, seni de hediyelerini de
itip tepiyor. Seni Argoslular arasında, kendini düşünüp Ahaylıların
ordusunu ve donanmasını kurtarmak için bir yol bulmağa davet
212/555
ediyor. Kendisi, dediğine inanılırsa, tan ağarır ağarmaz, güzel yapılı
gemilerini denize indirecek, bugün için herkese de gemilere binip
yurtlarına dönmeyi öğütlüyor: Vakit geçmiştir, diyor, artık yüksek
İlion'un sonunu göremeyeceksiniz. Gürler sesli Zeus ona kolunu uzatmıştır,
savaşçılarının gönlüne güven gelmiştir. İşte söylediği budur,
benimle beraber olanlar, tanrısal Ayas ile iki çavuş da bu sözleri
tekrarlıyabilirler. İhtiyar Feniks orada yatmağa kaldı: Ahilleus onu
yarın kendisiyle beraber, gemiye binmeğe davet etti: Kendi isterse;
yoksa onu zorla götürmek niyetinde değildir.
Böyle dedi; hepsi sustu, ağızlarından ses çıkmadı. Söylediklerinden
o derece heyecanlanmışlardı. Uzun zaman, Ahay oğulları böyle
dilsiz, gamlı, kederli kaldılar. Nihayet narası gür Diomedes söz alıp
konuştu:
— Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon, kusursuz
Peleoğluna böyle yalvarmamalı ve bunca hediyeler teklif etmemeliydin.
Bu yapılmasaydı da, çok mağrur bir adamın gururunu
tekliflerinle kat kat arttırdın. Bırakalım onu kendi keyfine: İsterse
gitsin, istemezse kalsın. O, kavgaya dönecekse ancak göğsünde yüreği
onu çağırırsa ve bir tanrı dürterse dönecektir. Haydin, hepimiz benim
düşündüğüm gibi yapalım: Şu saatte yatıp uyuyalım. Gönülleri şad
edecek ekmek ve şarap da vardır; iç ateşin, cesurluğun kaynağı budur.
Fakat gül parmaklı güzel Şafak görünür görünmez, tezlikle yayaları ve
arabaları gemilerin yanına gönder, onları kavgaya, atışmağa cesaretlendir;
kendin de en ön safta savaşa giriş.
213/555
Böyle dedi; hepsi atkısrak terbiyecisi Diomedes'in söylediklerini
beğendiler. Bunun üzerine, saçılar da kılındıktan sonra, herkes
barakasına gitti ve uzanarak uykunun yemişlerini devşirdi.
214/555
ŞAN : X
AHAY HANLARININ UYANIP DERNEK KURMASI
Bütün Ahay ordusunun başları gece boyunca uzanarak hafif
bir uykuya dalmışlardı. Yalnız budunlar çobanı Atreoğlu
Agamemnon'un gözüne tatlı uyku girmemişti: Aklı ile birçok şeyler
tasarlıyordu. Güzel saçlı Here'nin kocası, tarlaların kırağı ile örüldüğü
aylarda, nasıl şimşekler çakıp anlatılmaz bollukta sağanaktı yağmurlar
ya dolu, ya kar yağdırırsa veya çok acıklı, kocaman ağızlı kavgayı yaratırsa
onun gibi, Agamemnon'un göğsünü sıkıştıran hıçkırıklar
yüreğinden kopuyor bütün ruhu ürperiyordu. Gözlerini Troya ovasına
çevirdiği zaman, İlion'un önünde sayısız ateşlerin alevler saçarak
yandığını görür, flüt ve kaval seslerinin insan naralarına karışarak
yükseldiğini işitir, içi burkulurdu. Ondan sonra, gözlerini Ahay
ordusuna ve donanmasına çevirince saçlarını çekip avuç avuç yoluyor
yukarıdaki Zeus'a sunuyor, ulu gönlü inim inim inliyordu. Nihayet en
elverişli olarak aklınca karar verdi: En önce Neleoğlu Nestor'u bulup,
onunla başbaşa, Danaosluları kurtaracak bir plân tasarlamak yolunu
arıyacaktı. Kalktı, bir entari giyerek böğürlerini örttü, pırıl pırıl ayaklarına
güzel sandallar bağladı; ondan sonra, bir kızıl arslanın
soykasına, ayaklarına kadar giden postuna büründü; mızrağını eline
aldı.
Menelas da buna benzer bir iç ürperişi içindeydi; onun da göz
kapaklarına uyku basmamıştı: Kendisi için Troyaya gelen ve can yakan
kavgaya cesaretle atılan Argosluların ne olacağı kaygısı onu kederlendiriyordu!
Geniş sırtını bir benekli panter derisi ile örttü; sonra
tunçtan bir tulga alıp başına koydu; nihayet kuvvetli eline bir mızrak
alarak, bütün Argosluların en büyük Hanı olan kardeşini uyandırmağa
gitti: Halk içinde kendisine bir tanrı gibi saygı gösteriliyordu. Onu,
gemisinin pupasında, silâhlarını takınırken buldu; gelişiyle de onu
sevindirdi, ilkin narası gür Menelas söz alıp şöyle dedi;
— Niçin böyle silâhlanıyorsun, ağabeyciğim? Arkadaşlardan
birini Troyalıları gözetlemeğe göndermek niyetinde misin? Birinin,
yalnız başına, kutsal gecenin içinde, gözcü olarak, düşmanlar arasına
gitmek işini üstüne almak istemeyeceğinden korkuyorum! Böyle bir iş
için yüreği çok cesaretli biri olmalı.
Agamemnon Han cevap olarak şöyle dedi:
— Benim ve, Zeus dölü Menelas, senin için, Argosluları ve
gemilerini koruyacak ve kurtaracak bir tedbir bulmağa ihtiyaç vardır,
çünkü Zeus'un bizden gönlünü çevirdiği ve Hektor'un kurbanlarından
daha çok hoşlandığı apaçık görülüyor. Hiçbir zaman görmedim ve
görenden işitmedim: Bir adam başka insanlara, bir gün içinde,
Zeus'un sevgilisi Hektor'un Ahay oğullarına verdiği kaygıların benzerlerini
çektirebilmiş olsun: Şu Hektor ki ne bir tanrı, ne bir tanrıça
oğludur; böyle iken Ahaylılara öyle çok ve ağır fenalıklar yapmıştır ki,
Argoslular ruhlarını onların dehşetinden uzun, çok uzun bir zaman
kurtaramıyacaklardır. Şimdi, hemen, buraya Ayas'ı ve İdomene'yi
çağır; haydi, çabuk git, gemiler boyunca koşarak. Ben de kendim gidip
tanrısal Nestor'u bulacağım ve kuvvetli bekçiler birliğimize öğütlerini
vermeğe gitmesini rica edeceğim. Herkesten çok onu dinliyeceklerdir,
216/555
çünkü bu adamlara oğlu ile İdomene'nin seyisi Merion kumanda etmektedir:
Bizim de onlardan daha çok güvendiğimiz başka kimse
yoktur.
Narası gür Menelas cevap verdi:
— Verdiğin emri nasıl yerine getireyim: orada, onların yanında
kalıp senin gelmeni mi bekliyeyim, yoksa emrini onlara söyledikten
sonra yine koşarak senin yanına mı geleyim?
Buna budunlar Hanı Agamemnon cevap verdi:
— Orada kal; birbirimizi ararken, karanlık gecede, yolumuzu
şaşırmıyalım. Geçeceğin yerlerde sesini yükselt ve herkesi uyanık bulunmağa
davet et. Herkese ismiyle ve babasının adıyla hitabet;
soylarını boylarını anarak saygı göster. Alçak gönüllü ol. Bunlara katlanmak
bize düşer, çünkü doğuşumuzdan beri bu ağır işleri
omuzlarımıza, şüphesiz Zeus yüklemiştir.
Böyle diyerek kardeşini gereken emirlerle yola çıkardı. Kendi
de budunlar çobanı Nestor'u aramağa gitti. Onu barakasının ve siyah
gemisinin yanında yumuşak yatağına uzanmış buldu. Yerde,
yakınında, kıvılcım saçan silâhları: kalkanı, iki kargısı, parlak tulgası
217/555
duruyordu. Gene yanında, yerde, kıvılcımlı kemeri de vardı: yaşına
bakmıyarak, ihtiyar, adamlarını kavgaya götürmek için silâhlandığı
günlerde bu kemeri de kuşanırdı. Dirseğine dayanarak doğruldu,
başını kaldırdı ve gelene dönerek şöyle sordu:
— Böyle, yalnız, gemiler arasından, ordunun içinden, bütün
öbür ölümlüler uyurken, karanlık gece ortasından gelen kimdir? Bir
katır mı, ya arkadaşlarından birini mi arıyorsun? Sesini çıkar, ağzın
kapalı, yanaşma bana; ne ihtiyacın var?
Budunlar Hanı Agamemnon cevap verdi:
— Hey Neleoğlu Nestor, Ahaylıların büyük şerefi! Atreoğlu
Agamemnon; Zeus'un, hiçbir zaman nefes aldıkça ve dizleri tuttukça,
içinden kurtulamıyacağı belâlara attığı adamı tanıyacaksın. Benim
böyle dolaşmam tatlı uykumun gözlerime basmadığından, Ahaylıların
büyük kaygısını, kavgayı düşünmekten başka bir şey yapamadığımdandır.
Danaoslular için müthiş korkuyorum; ruhum, dinlenemiyor,
şaşkınlık içindeyim, yüreğim göğsümden dışarı fırlıyacak gibi; vücudumun
bütün üyeleri ürperiyor. Seni de uyku tutmuyor bir şey yapmak
istiyorsan, haydi bekçiler takımına kadar gidelim: Yorgunluktan ve
uykusuzluktan bitkin, bekçiliklerini unutup uyuyakalmasınlar. Düş-
man ordusu Çok yakınımızda; hiç bilinmez, belki de gece ortasında
kavgaya girişmek arzusuna kapılabilirler. İhtiyar araba sürücüsü
Nestor cevap verdi:
218/555
— Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon! Hektor'un,
emin ol, şimdi evinde bütün tasarlayıp umduklarını çok tedbirli Zeus
gerçekleştirmiyecektir. Ben öyle sanıyorum ki onun da çekeceği çok
sıkıntılar, kaygılar olacaktır. Eğer Ahilleus bir gün o acılar kaynağı
hıncı sevgili yüreğinden atabilecek olursa. Seninle beraber gelmeğe
hazırım. Fakat başkalarını da uyandıralım: Ünlü savaşçı Tydeoğlu'nu,
Odysseus'u çabuk yürüyen Ayas'ı ve Fyle'nin çok ateşli oğlunu. Biri
bunları çağırmağa giderse, tanrı benzeri Ayas'a ve İdomene Hana da
uğrıyamaz mı? Onların gemileri bizimkilerden çok uzaktır. Menelas'ı
sever ve çok sayarım ama, gücüne gitmesin, ona çıkışmak isterim: rahat
rahat uyuyup bütün güçleri sana bırakmasını beğenmediğimi
saklıyamam, şu saatte, birer birer, kahramanları dolaşıp yalvarmak,
alâkalarını canlandırmak ona düşerdi. Başımıza gelenler kolay atlatılacak
gibi değil.
Ona budunlar Hanı Agamemnon cevap verdi:
— İhtiyar, çok defa, kendin onu vazifeye davet etmeni senden
rica etmiştim. Çok defa gevşeklik gösterir, işten kaçar. Fakat korkuya
veya şaşkınlığa kapıldığından değil, uzun uzun bana bakıp dürtmemi
beklediğinden öyle yapıyor. Fakat bu sefer tersine: benden çok daha
önce kalkıp yanıma gelen odur; ben de onu tam senin düşündüklerini
çağırmağa gönderdim. Gidelim, onlara kapıların ilerisinde bekçilerimizin
yanında rastgeleceğiz. Toplanma yeri olarak hepsine orayı
gösterdim.
İhtiyar araba sürücüsü Nestor ona cevap verdi:
219/555
— Böyle olunca, Argoslulardan kimse onun dolaşıp kahramanları
çağırmasına veya bir emir tebliğ etmesine gücenmiyecek, itirazda
bulunmıyacak.
Böyle dedi ve göğsünün etrafına bir entari geçirdi; pırıl pırıl
ayaklarına güzel sandallar bağladı; boynuna geniş bir ergovan harmanı
kopçaladı; ondan sonra temreni sivri güçlü tunç mızrağını alarak
tunç cebeli Ahaylıların gemilerini dolaşmağa gitti. En önce düşünmeğe
tanrı eşi Odysseus'u uykusundan kaldırdı; ihtiyar araba sürücüsü
Nestor ona seslendi ve sesi hemen yüreğine işledi. Barakasından
çıkarak şöyle dedi:
— Niçin böyle yalnız, gecenin kalbinde, gemileri dolaşıyorsunuz?
Yoksa çok büyük bir ihtiyaç mı sizi zorluyor?
Bunun üzerine ihtiyar araba sürücüsü cevap verdi:
— Zeus dölü, çok hünerli Odysseus! Darılma, Ahaylıların can-
ını yakan fenalık çok büyüktür. Gel, benimle beraber; bir başkasını da
uyandıralım; hepimiz, basbaşa verip birbirimizle danışalım: kaçmalı
mıyız, yoksa sebat edip dövüşmeli miyiz?
220/555
Böyle dedi ve çok hünerli Odysseus barakasına girdi, kıvılcımlı
kalkanını aldı sonra ötekilere ulaştı; hep beraber oradan Tydeoğlu
Diomedes'e gittiler. Onu, çadırının dışında buldular. Etrafında yerenleri
uyuyorlar: Başlarının altında kalkanları; dimdik mızrakları ökçelerine
saplanmış: tunç, Zeus Babanın şimşeğine benzer bir ışıkla
parıldıyordu. Kahramanın kendisi de (silâh olarak) uzanmıştı; bir
vahşi öküzün derisi altına serilmiş başının altına da parlak bir halı
yayılmıştı. İhtiyar araba sürücüsü Nestor, yaklaşıp, uyandırmak için
bir ayağını üstüne basarak ökçesinden sarstı; aynı zamanda iğnelemeğe
başlıyarak çıkıştı:
— Kalk, Tydeoğlu! Bütün gece böyle, nasıl uyuyorsun? Troyalıların
şimdiden ovanın göbeğinde gemilerimizin yanıbaşında kamp
kurduklarını duymadın mı? Bizi onlardan ayıran, artık, pek az mesafe
kaldı!
Kahraman hemen bir sıçrayışta, uykudan silkinip kanatlı sözler
söyledi.
— Yamansız, ihtiyar! Zahmetten, emek çekmekten hiç geri
kalmıyorsun. Ahay oğulları arasında, Hanları birer birer dolaşıp
uyandırmağa koşacak gençler mi kalmamış? Tedbirler arayıp yerine
getirmede eşin yok, ihtiyar.
İhtiyar araba sürücüsü Nestor cevap verdi:
221/555
— Evet, dostum, bütün bu söylediklerin gereğince söylenmiştir.
Kusursuz oğullarım, sayısı çok adamların vardır. Onlardan biri
elbette, dolaşıp Hanları birer birer çağırmağa gidebilirdi. Fakat ihtiyaç
gerçekten çok büyüktür: Ahaylıların yüreğine saplanmış kaygılar var.
Şu saatte hepsinin kaderi usturanın ağzına dayanmıştır: Ahaylıları
acıklı yokoluş mu yoksa ölümden kurtuluş mu bekliyor? Haydi şimdi
git, çabuk yürüyen Ayas'ı ve Fyle'nin oğlunu uyandır: sen daha gençsin
ve bana acıdığını söylüyorsun.
Böyle dedi ve kahraman iki omuzuna attığı ateş rengi büyük
arslan derisi ayaklarına kadar indi; ondan sonra mızrağını alarak
başkalarını kaldırıp çağırmağa gitti.
ÖN SAFLARDA TOPLANAN DERNEK
Az sonra bekçiler takımına kavuştular. Başları uykuda bulmadılar:
Hepsi uyanık, silâhlı, nöbetlerini beklemekteydi. Bir ağılda
köpekler, dağda, ormanda dolaşan can yakıcı ateş rengi canavarı
görüp birdenbire koyunlar için telâşlanırlar; bir kargaşalık yükselir ve
artık insanların ve köpeklerin uykusu kaçar. Bunun gibi, bekçilerin
gözlerinden de bu acıklı gecede tatlı uyku dağıldı. Hepsini, gözleri
ovaya çevrilmiş, kesiksiz, Troyalıların yürüyüşe gelecekleri saati gözetiyorlardı,
ihtiyar bunları böyle görünce gönlü şad oldu ve cesaretlendirmek
için şöyle söylendi:
222/555
— Bekçiliğinize böyle devam edin, sevgili çocuklar, hiç birinizi
uyku yenmesin; yoksa çabuk düşmanların maskarası oluruz.
Böyle diyerek hendekten geçti; öbür Ahay Hanları da geçerek
toplanmağa gittiler. Onlarla beraber Merion ile Nestor'un ün salmış
oğlu da yürüdüler: Hanlar onları müzakereye katılmak üzere
çağırmışlardı. Açık hendeğe bir kere geçtikten sonra, kadavralar
arasında temiz kalmış boş bir yer görüp orada toplandılar. Güçlü
kuvvetli Hektor, Argoslular kırıldığı sırada, karanlık gece basınca,
burada saldırıştan yüz çevirmek zorunda kalmıştı; şimdi de aynı yerde,
Hanlar, birbiriyle danışmak için toplanıyorlardı. İlkin ihtiyar araba
sürücüsü Nestor söz alıp konuştu:
— Dostlar, aranızda, cesur yüreğine güvenir bir savaşçı yok
mudur, ulu gönüllü Troyalıların ortasına sokulsun, en ileri hatlarından
dil (canlı er) kapmağa veya gönüllüleriyle ne tasarladıkları hakkında
söylentiler, salıklar toplamağa çalışsın: Şurada, şehirlerinden uzak,
gemilerimize yakın kalmak mı isterler? Yoksa, şimdi, Ahaylılara karşı
kazanmış oldukları üstünlükle yetişip şehirlerine dönmeği
düşünürler? Bu gibi şeyler üzerine bilgiler toplasın, sonra sağ esen
aramıza dönsün. Böyle bir savaşçının şanı şerefi gökler altında, bütün
insanlar arasında büyük olur. Bundan başka, bir şeref hediyesi de alır:
Gemilerimize kumanda eden kahramanların hepsi, istisnasız, ona birer
kara koyun, kuzusu altında, birer ana, vereceklerdir, bundan kıymetli
hediye olmaz. Daima da ziyafetlerde, cümbüşlerde yeri olacaktır.
223/555
Böyle dedi ve bir çok savaşçı Diomedes'le beraber gitmeği istedi,
narası gür Diomedes konuştu:
— Nestor, ruhum ve erkek yüreğim beni şu bir yanımıza yerleşmiş
düşmanların safları içine sokulmağa davet ediyor; fakat birinin
de benimle beraber gelmesini isterdim, yüreğimi daha sıcak hisseder,
kendime daha çok güvenirdim, iki kişi beraber yürürse, gerekli noktaları
biri göremezse öbürü görür; yalnız iken de insan sezinliyebilir,
ama görüşü çok uzağa gidemez, sezgisi biraz kısa kalır.
Böyle dedi, ve bir çok savaşçı Diomedes'le beraber gitmeği istedi.
Ares tapukçuları iki Ayas hazırdı; Merion da ve hepsinden önce,
Nestor'un oğlu da hazırdılar. Atreoğlu, ün salmış savaşçı Menelas da
hazırdı; sabır ve sebat kahramanı Odysseus da Troyalıların yığınları
arasına sokulmak arzusunu gösterdi; göğsünde yüreği daima cesurdur.
O zaman budunlar Hanı Agamemnon söz alıp konuştu:
— Tydeoğlu, gönlümün sevgilisi, Diomedes, arkadaşın olarak
kimi istersen, sence en elverişli görüneni seçebilirsin; çünkü bu arzuyu
gösterenler çoktur. Aklınla hatır saymayıp en işe yarıyacak olanı
yanına almalısın. Hanlık mertebesine bakıp çekingen olmıyasın, en
büyük Han da olsa, tercihte fazla nezakete kapılmamalısın.
Böyle dedi; aklından Sarı Menelas'ı geçirerek bir korkuya
düşmüştü; fakat narası gür Diomedes hemen söz aldı.
224/555
— Siz, beni, yalnız, kendi başıma, arkadaşımı seçmeğe davet
ettikten sonra, hemen tanrısal Odysseus'u nasıl hatırıma getirmem ki
yüksek ruhu ve gönlü ile, herkesten önce, her türlü işlere atılmağa
daima hazırdır, Pallas Athene'nin de sevgilisidir. Onunla iz ize, en sı-
cak kor ateşi üzerinden geçebiliriz, tedbirde o derece hünerlidir.
Bunun üzerine sabır kahramanı tanrısal Odysseus söz aldı:
— Tydeoğlu, beni fazla övmeğe veya bana fazla çıkışmağa
kalkma. Burada söylediklerini Ahaylılar iyi anlar. Haydi, yola çıkalım;
gece sona ermek üzere; Şafak yaklaşıyor; yıldızlar epey yürümüşler.
Gecenin üçte ikisi geçmiş, ancak üçte biri kalmıştır.
Böyle dedi ve ikisi korkunç silâhlar takındılar. Tydeoğluna —
kendininkini gemisinde bırakmış olduğu için— büyük kavgacı
Thrasymedes iki ağızlı kılıcını ve kalkanını verdi. Başına boğa köselesinden
yapılmış, tepeliksiz, sorguçsuz bir tulga koydu. Odysseus'a ise
Merion yayını, okluğunu, kılıcını verdi; sonra başına bir öküz köselesinden
işlenmiş tulgasını koydu. Bu tulganın içi kayışlarla iyice gerilmiş;
dışına ise, bir yaban domuzunun dişleri, iki yandan ustalıkla
takılmış, dibine keçe döşenmişti. Bu tulgayı Avtolikos, Ormenoğlu
Amytor'un sarayını çarptığı gün Eleon'dan getirmiş. Kytheresli
Amfidamos'a vermiş, o da Molos'a konukluk hediyesi etmişti: Molos,
oğlu Merion'a vermiş, o da şimdi Odysseus'un başına koyup
yerleştirmişti.
DİOMEDES'LE ODYSSEUS KEŞİFTE
225/555
Korkunç silâhları takındıktan sonra, bütün savaşçı kahramanları
orada bırakarak yola çıktılar. Sağ tarafta yol üzerine Pallas Athene
bir balıkçıl kuşu uçurdu. Gecenin alaca karanlığı içinde kuşu
görmediler ama sesini duydular. Bunun üzerine, alâmeti hayra yorup
sevinen Odysseus Athene'ye dua etti:
— Dinle beni, egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, bütün işlerimde
bana yardım eden tanrıça! Ne zaman kendimi sarsılmış hissetsem
sen beni gözünden uzak tutmazsın; şimdi de beni sev, bana yardım et,
Athene: Şanla, şerefle gemilerimize döneyim. Troyalıların hatırlıyacağı
büyük işler başarayım.
Ondan sonra narası gür Diomedes de dua etti:
— Şimdi beni de dinle, egid kalkanını tutan Zeus'un yorulmaz
kızı! Beni terk etme, nasıl ki, Thebeste babam Tyde'de, Ahaylıların bir
mesajını götürdüğü gün, yalnız bırakmadın. Tunç cebeli Ahaylılardan
Asopos ırmağı kıyılarında ayrılmıştı: Kadmelilere yatıştırıcı bir söz
götürüyordu. Fakat dönüşün, seninle başbaşa, acıklı işler tasarlamıştı,
sen de tezlikle yardımını esirgememiştin. Şimdi de bana lûtfunu
esirgeme, yardımcım ve koruyucum ol; ben de sana geniş alınlı, bir
yaşında, terbiye edilmemiş, hiç bir ölümlü henüz boyunduruk
takmamış bir düve kurban keseceğim ve boğazlamadan önce onun
yaldızlı boynuzlarını takacağım.
226/555
Böyle dediler; Pallas Athene dualarını dinledi. Büyük Zeus'un
kızına böylece dileklerini sunduktan sonra yola çıktılar: karanlık gece
ortasında; ölüm, ölüler, kan arasında iki arslan gibi gidiyorlardı.
DOLON, TROYALILARIN GÖZCÜSÜ
Öbür yandan Hektor da Troyalıların değerli savaşçılarının
uzun zaman yatıp uyumalarına meydan vermek istemiyordu. Troyalıların
başlarını ve kılavuzlarını davet etti, Dernek toplanınca ince bir
tedbir düşündü:
— Söyliyeceğim işi kim üstüne alır ve yerine getirirse ona
büyük bir hediye vereceğim, emeğinin karşılığı sağlanmıştır; kendisine
bir araba ile güzel başını yüksek tutan iki at verilecektir. Tez giden
gemilere sokulmak cesaretini kim gösterirse, bilgi toplar geri dönerse:
Ahay ordusundaki atların en iyileri onun olacaktır; şanı şerefi ise en
yüksek dereceye varacaktır. Gemiler eskisi gibi hep bekletiliyor mu?
Yoksa, kollarımızla yenildikten sonra, gönülleriyle ve akıllarıyla,
Ahaylılar kaçmağı mı tasarlıyorlar? Can yakan yorgunluklar altında ezilerek
gece boyunca gemileri beklemekten vaz mı geçtiler? (İşte bunlar
öğrenilecektir)
Böyle dedi ve hepsi sustu, kimse sesini çıkarmadı. Fakat Troyalılar
arasında, Evmedes oğlu Dolon, altını çok, tunç çok tanrısal bir
227/555
çavuş vardır; görünüşte çirkin, fakat ayakları çevik; beş kardeşi olan
tek oğul; söz alarak Hektor'a, Troyalılara şöyle söyledi:
— Hektor; ruhum ve erkek yüreğim beni tez giden gemilere
yaklaşıp bilgiler toplamağa davet ediyor. Fakat bunun için asayı kaldır
ve and iç ki, bana kusursuz Peleoğlunu taşımakta olan atları ve kıvılcım
saçan arabayı vereceksin. Ben de senin için değersiz bir gözcü
olmıyacağım, dileğini boşa çıkarmıyacağım. Şu saatte, şüphesiz,
Ahaylıların kahramanları Agamemnon'un gemisinde toplanıp kaçmak
veya kalıp dövüşmek işlerini danışıp tartışmaktadırlar, işte ben doğru
oraya sokulacağım.
Böyle dedi ve Hektor eline asayı alıp and içti:
— Zeus tanık olsun, Here'nin gürler sesli kocası Zeus! Başka
hiçbir Troyalı o arabaya binmiyecek. Seni temin ediyorum; bu şan ve
şeref yalnız senin olacaktır.
Böyle dedi, fakat tutulmıyacak bir and içmiş oldu. Yalnız
Dolon'un azmi kuvvetlenmişti. Hemen omuzlarına bükeyli yayını attı,
üstüne bir boz kurdun derisini giydi; başına sansar derisinden bir
tulga koydu; sivri mızrağını eline aldı; sonra ordudan ayrılarak gemilerin
yolunu tuttu ki oradan bir daha dönmiyecek, Hektor'a haberler
getirmiyecekti. Az sonra savaşçılar ve arabacılar kalabalığından
228/555
kurtulmuş, iç ateşi alevli, yola doğruldu. O ara tanrısal Odysseus ilerlemekte
olduğunu görerek Diomedes'e seslendi:
— Bak, Diomedes, ordudan bu tarafa biri geliyor; gemilerimizi
gözetlemek için mi, yoksa bir kadavrayı soymak için mi? Kestiremiyorum.
Fakat bırakalım geçsin, biraz ovaya doğru ilerlesin. Sonra bir
sıçrayışta üstüne çullanır, yakalarız. Koşarak bizden açılırsa, fazla
meydan vermeden, onu gemiler üzerine bastır. Mızrakla üstüne
yürüyerek şehre doğru kaçmasına yol vermemeli.
DOLON'UN YAKALANIP ÖLDÜRÜLMESİ
Bu sözler üzerine yolu bırakıp ölüler ortasına uzandılar. Dolon
çabuk adımlarla onları geçmek akılsızlığında bulundu. Fakat onlardan
bir çift katırın bir saban sürüşü kadar yer açılmıştı ki, üstüne koştular.
Dolon gürültüyü duyunca durdu. Gönlü ile ummuştu ki, gelenler Troyalıların
saflarından, kendisine Hektor'un başka bir emrini getirmek
için gönderilmiş arkadaşlardır. Aralarında bir mızrak erimi, hattâ
ondan az bir mesafe kalmıştı ki, düşman olduklarını sezindi. Çarç-
abuk, baldıra kuvvet, kaçmağa kalktı. Onlar da hemen kovalamağa
atıldılar. Sivri dişli, avcılıkta usta iki köpek ormanlık yerde, haykırarak
kaçan bir dişi geyiği veya tavşanı nasıl inatçılıkla kovalarsa, onun gibi,
Tydeoğlu ile şehirler fatihi Odysseus da onu kovalayıp yolunu kestiler.
Gemilere doğru kaçarken bekçilere epey yaklaşmıştı; o zaman Athene
Tydeoğlunun iç ateşini tazeledi ve kuvvetlendirdi. Güçlü kuvvetli
Diomedes, mızrağı avucunda, sıçrayıp şöyle dedi.
229/555
— Dur! dur, yoksa mızrağımla vururum; ve söyliyeyim sana,
kolumun açacağı ölüm uçurumuna çabuk yuvarlanırsın.
Böyle diyerek mızrağını fırlattı, fakat mahsus, adama
değdirmedi; cilâlı temren Dolon'un sağ omuzundan geçerek toprağa
saplandı. Dolon, ürküntü içinde, durdu. Kekelerken ağzının içinde
dişlerinin takırdadığı duyuluyordu. Korkudan yüzü solmuştu. İki
kahraman, soluk soluğa, yanına gelerek ellerini tuttular. Adam gözlerinden
yaşlar dökerek şöyle dedi:
— Beni canlı esir tutun; kendimi azat ettirmek için evimde
altın, tunç ve işlenmiş demir vardır. Babam benim Ahay gemilerinde
olduğumu öğrenince o mallardan sizi memnun edecek büyük bir fidye
ayırıp verecektir.
Çok hünerli Ödysseus şöyle cevap verdi:
— Cesur ol! Yüreğinden ölüm korkusunu at. Haydi, soracağım
şeylere dolambaçsız cevap ver. Nasıl oluyor da böyle yalnız başına,
ordunuzdan uzak, bizim gemilere doğru, karanlık gece içinde,
başkaları hep uyurken dolaşıyorsun? Ölülerin kadavralarını mı soyacaktın?
Yoksa koca karınlı gemilere her şeyi gözetlemek için seni Hektor
mu gönderdi? Veya sen, kendi gönlünle mi bu işlere kalktın?
230/555
Bütün üyeleri tir tir titreyen Dolon cevap verdi:
— Hektor birçok aldatıcı sözlerle aklımı çeldi: bana ünlü
Peleoğlu'nun duynakları kalın atlarını ve kıvılcım saçan arabasını
vereceğini vadetti; beni de karanlık gece ortasında, tezlikle, düşmanlara
yaklaşıp gözetlemiye ve bilgiler toplamıya gönderdi. Denk yapılı
gemileriniz eskisi gibi bekletiliyor mu? veya kollarımızla yenildikten
sonra gönlünüzle kaçışı mı düşünüyorsunuz? yorgunluktan çok daha
bitkin düşen bekçilerinize, geceyi geçirmek için, güveniyor
musunuz?...
Çok hünerli Odysseus gülümsiyerek şöyle dedi:
— Senin hediye beğenmekten yana zevkin varmış! Cesur Eak
soyu, Peleoğlu'nun atlarını ha! İyi ama o atları terbiye etmek, bir yana
sürmek basit ölümlülere çok güçtür; bu işleri ancak Ahilleus başarır ki
ölümsüz bir tanrıçanın oğludur. Haydi, şimdi, cevap ver bana; dolambaçlı
konuşma. Buraya gelirken budunlar çobanı Hektor'u nerede
bıraktın? Ares'e lâyık silâhlan, arabası nerededir? Öbür Troyalıların
bekleme ve dinlenme yerleri ne haldedir? Gönülleriyle ne tasarladıklarını
da bize söyle: orada, gemilerimize yakın şehirden uzak kalmak
mı isterler, yoksa Ahaylılar üzerine bir üstünlük kazandıktan sonra şehirlerine
dönmeği düşünüyorlar mı?
Eumedes oğlu Dolon da şöyle cevap verdi:
231/555
— Bütün bunlara gayet doğru, dolambaçsız cevap vereceğim:
Hektor, Dernekte oy sahibi olanlarla, tanrısal İlios'un mezarı
yakınında, gürültüden uzak, danışmalarda bulunmaktadır. Kahraman,
ordunun bekleme tertiplerini soruyorsun; bil ki ordunun belirtilmiş
bekçi ve koruyucuları yoktur. Troya içinde yurdu olanlar uyanık duruyorlar
ve karşılıklı olarak bekçilik etmektedirler. Ünlü müttefiklerimiz
ise uyuyorlar, Troyalılara güvenerek bekçilik işleriyle ilgilenmiyorlar.
Yanlarında karıları, çocukları yoktur!
Çok hünerli Odysseus bunun üzerine şöyle cevap verdi.
— Bu saatte nasıl yatıyorlar? At kısrak terbiyecisi Troyalılarla
karışmış olarak mı yoksa onlardan ayrı, kendi başlarına mı uyuyorlar?
Bunu iyi söyle, anlıyayım.
Eumedes oğlu Dolon da şöyle cevap verdi:
— Bunlara da gayet doğru, dolambaçsız cevap vereceğim: Deniz,
tarafından Karienler, yaylan, bükeyli Poenienler, Kaukonlar ve tanrısal
Pelasgiler vardır. Thyonbres tarafında ise Lykienler. şanlı Mysienler,
at kısrak terbiyecisi Prygienler, kavga arabaları güzel Meonienler
bulunmaktadır. Fakat bütün bunları niçin soruyorsunuz? Troyalıların
arasına sokulmak mı istiyorsunuz? Bir de yeni gelen Thrakialılar,
hepsinden ayrı, en son hatlarda yerleştiler, içlerinden Hanları
Eione oğlu Rhesos var. Onun küheylânları kadar güzel ve boylu at
232/555
ömrümde görmedim: Kardan beyazdırlar ve yel gibi tez koşarlar. Arabası
altınla ve gümüşle süslenmiştir. Gayet büyük altın silâhları var ki,
görülecek sanat eserleridir. Taşıması ölümlü insanlara değil, daima
var olan tanrılara yakışır. Şimdi beni tez giden gemilere götürüp veya
ellerimi sımsıkı bağlayıp burada bırakın: gider kendiniz görüp anlarsınız:
Herşeyi size gereğince mi anlattım, yoksa yanlış mı?
Güçlü kuvvetli Diomedes ona yandan sert bakarak şöyle dedi:
— Dolon, kaçmayı hiç aklına getirme. Söylediklerin işe yarar,
fakat elimizdesin: Seni şimdi bıraksak başka bir gün Ahaylıların denk
yapılı gemilerine, ya gözcülük etmek, veya belki de bize karşı kavgaya
katılmak için geri gelebilirsin. Fakat kolumun bir vuruşu ile son nefesini
verirsen artık Argosluların başına bir belâ olamazsın.
Bunun üzerine Dolon kuvvetli eliyle çenesini okşayıp yalvarmağa
hazırlanırken, Diomedes, avucundaki kısa kılıçla sıçradı,
boynuna vurarak iki veteri kesti. Hâlâ bir şeyler söylemeğe çalışırken
başı tozlar içine yuvarlandı. Ondan sonra sansar derisinden başlığını,
boz kurt derisini, dış bükeyli yayını, uzun mızrağını soyup aldı.
Tanrısal
Odysseus, bunları, ganimetler tanrıçası Athene şerefine, eliyle
kaldırarak dua etti:
233/555
— Sana sunuyorum, tanrıça, kabul et; bütün Olympos tanrılarından
önce sana sığınıyorum. Şimdi bize vefalı ol, kılavuzluk et,
Thrakialıların atlarına ve kampına ulaşalım.
RHESOS'UN KAMPINDA
Böyle deyip bütün o sunduğu şeyleri bir tamaris ağacının
üstüne yerleştirdi; güzel ağacın dallarına sazlarla kamışlarla bağlı-
yarak göze çarpar bir işaret ilâve etti. Tez geçen karanlık gece içinde
dönecekleri zaman işareti kolay bulabilecekti. Ondan sonra, silâhlar ve
siyah kan arasından ilerleyip çabuk Thrakialıların kampına ulaştılar.
Yorgunluktan bitkin, yatıyorlardı; güzel silâhları, yakınlarında, toprağın
üstüne, üç sıra üzere muntazam konmuştu. Her adamın
yanıbaşında birer çift at vardı. Ortada Rhesos yatmış, uyuyordu; yanı
başında tez koşan atları dizginlerle arabanın rampasına bağlanmıştı.
İlkin, Odysseus görerek Diomedes'e gösterdi:
— İşte adam, Diomedes, işte, öldürdüğümüz Dolon'un haber
verdiği atlar. Haydi, burada güçlü kudretli iç ateşini göster. Pür silâh,
durup hiç bir iş görmemek sana yakışmıyor, çöz şu atları! veya sen
adamların işini bitir, atları bana bırak.
Böyle dedi, o ara, çakır gözlü Athene kahramanın iç ateşini
alevlendirdi; (o da) dört yana saldırıp adam öldürüyordu; kılıcı ile
vurduklarından korkunç bir inilti yükseliyor, yer kana bulanıyordu.
234/555
Bir arslan çobansız bastığı bir keçi veya koyun sürüsüne nasıl bütün
yırtıcılığı ile saldırırsa... onun gibi Tydeoğlu uyuyan Thrakialı
savaşçıların üstüne atılmıştı. Az zaman içinde on iki adam
öldürmüştü. Çok hünerli Odysseus, Tydeoğlu'nun öldürdüklerine birer
birer yanaşıyor, bacağından tutup geriye çekiyordu, başında bir tasarladığı
vardı: atların kolay geçmesini sağlamak istiyordu; daha kavgaya
alışık olmıyan ölülerin üstünden geçerken ürküp bir tarafa kaçabilirlerdi.
Tydeoğlu Rhasos Hana yaklaştı, on üçüncü olarak onun da
tatlı canını aldı; o sırada, uykusu arasında, Athene'nin tertibi ile bütün
gece görmüş olduğu bir rüyadan nefes nefese gelmişti; rüya Oene'nin
torunu kılığında görünmüştü. O sırada sabır kahramanı Odyesseus
duynakları kalın atları çözdü, kayışlarla bağlayıp kalabalık içinden
uzaklaştırdı; yayı ile dürtüp sürüyordu, çünkü kıvılcım saçan arabanın
içindeki parlak kamçıyı almak aklına gelmemişti. Sonra, tanrısal
Diomedes'in dikkatini çekmek için ıslık çaldı.
Diomedes olduğu yerde durdu; düşünüyor fakat en yaman bir
cesaret olarak neye girişeceğine karar veremiyordu: kıvılcımlı silâhların
bulunduğu arabayı tutup çekerek götürsün mü? yoksa kollarını
uzatıp kaldırsın mı? veya daha bir kaç Thrakialının canını alsın mı?
Bunları aklıyla düşünmekte iken Athene yanına gelerek şöyle söyledi:
— Ulu gönüllü Tydenin oğlu, koca karınlı gemilere doğru dönmeğe
bak, bozguna uğramak istemiyorsan: Başka bir tanrının gidip
Troyalıları uyandırmasından kork!
235/555
Böyle dedi, O da, sesinden, tanrıçayı tanıdı. Çarçabuk atların
üstüne atladı; Odysseus'un yayı ile dürterek sürdüğü hayvanlar uçar
gibi Ahay gemilerine doğru gittiler.
Fakat gümüş yaylı Apollon da gözü kapalı nöbet beklemiyordu;
Athene'nin Tydeoğlu'na doğru gittiğini görünce, hınç dolu, Troyalıların
yığınları içine sokuldu, Thrakialıların öğütçüsü, Rhesos'un
şanlı kuzeni Hippokoon'u uyandırdı. Bir sıçrayışla uykudan silkindi,
tez koşan atların yerini boş buldu, ölülerin ise cesetleri hâlâ
çarpınışlar, ürperişler gösteriyordu. Hıçkırarak arkadaşını ismiyle
çağırdı. Troyalılar arasında vaveyla koptu, dille anlatılmaz bir kargaşa
yükseldi. Hepsi toplulukla koşuştular: Kahramanların, gemilerin
yolunu tutmadan, yaratmış oldukları müthiş işleri şaşkınlık içinde
seyrediyorlardı.
KAHRAMANLARIN AHAY KAMPINA DÖNÜŞÜ
Onlar Hektor'un gözcüsünü öldürdükleri yere döndüler,
Zeus'un sevgilisi Odysseus tez koşan atları tutuyordu. Tydeoğlu yere
atlayıp kanlı soykaları Odysseus'un ellerine verdi. Sonra, gene atlara
bindi, kamçılanan hayvanlar hararetle koca karınlı gemilere doğru
uçar gibi koştular; gönülleri onları götürüyordu. En ilki Nestor sesi
işiterek konuştu:
236/555
— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları, bir hataya mı
düşüyorum, yoksa doğru mu söylüyorum? Fakat beni gönlüm
konuşmağa davet ediyor. Tez koşan atların sesleri kulaklarıma doldu.
Hay şu gelenler Odysseus ile Güçlü Diomedes olaydı, bize Troyalılardan
duynakları kalın atlar getireydiler. Fakat, gönlümde, Ahay
kahramanlarının, Troya kargaşası içinde bir belâya uğramış olmasından
çok korkuyorum.
Sözünü henüz tamamlamış değildi ki, kendileri çıkageldiler.
Yere ayak bastılar ve herkes, kollarını uzatarak, onları büyük sevinçle
ve tatlı sözlerle karşıladılar. En ilki, ihtiyar araba sürücüsü Nestor
şöyle konuştu:
— Hey ün salmış Odysseus, Ahaylıların büyük şerefi! Söyle
bana, bu atları nasıl elde ettiniz? Troya kalabalığının içine sokularak
mı? yoksa bir tanrı mı gelip size bunları verdi? Güneşin ışınlarına
müthiş benziyorlar. Troyalılarla temas halinde, yıllar boyunca, yaşamaktayım,
fakat hiç bir zaman bunlar gibi atlar ne gördüm, ne
görenden işittim. Bir tanrının, kendi gelip bunları size hediye ettiğini
sanıyorum; ikiniz de çünkü bulut devşiren Zeus'un ve egid kalkanını
tutan tanrının kızı çakır gözlü Athene'nin sevgilisisiniz.
Ona cevap olarak çok hünerli Odysseus şöyle dedi:
237/555
— Nestor Neloğlu, Ahaylıların büyük şerefi! bir tanrı, istemiş
olsa. şüphesiz, bunlardan üstün atlar, zahmetsizce verebilir, çünkü
tanrılar bizden çok daha güçlü kudretlidir. Fakat bu atlar, bilmek istiyorsan,
yeni Thrakiadan geliyorlar. Cesur Diomedes onların sahibini ve
on iki arkadaşını öldürerek aldı: Hepsi de büyük savaşçılardı. Bunlardan
başka, bir onüçüncüsünü, gemilerin yanında yakalayıp
öldürdük: ordumuzu gözetlemek üzere Hektor'un ve şanlı Troyalıların
yolladığı bir casustu.
Böyle diyerek duynakları kalın atlara hendeği aştırdı. Ahaylı
Hanlar sevinerek gülüyorlardı; yürüyerek Tydeoğlu'nun sağlam
yapılmış barakasına geldiler. Sağlam kayışlarla, Diomedes'in tez koşan
atlarını yemliğe bağladılar, atlarda hemen önlerine konan tatlı buğdayı
kemirmeğe koyuldular. Odysseus Dolon'un kanlı soykasını gemisinin
provasına koyduktan sonra denize girdiler; dalga vücutlarının terlerini
yıkadı ve yüreklerini serinletti. Banyolarını aldıktan ve güzelce yağla
ovunduktan sonra yemeğe oturdular, dopdolu kraterden tatlı şarap
alarak Athene'ye ayrı ayrı saçı kıldılar.
238/555
ŞAN : XI
IKI ORDU YENİDEN KAVGAYA HAZIRLANIYOR
Şafak, yatağından, şanlı Tithon'un yanından, ışığı ölümsüzlere
ve insanlara götürmek üzere kalkıyordu. Zeus, o ara, Ahaylıların gemilerine
doğru korkunç Savaş'ı gönderdi: ellerinde kavganın bir alâmetini
tutuyordu. Odysseus'un koca karınlı, kara gemisinde durdu; hat
boyunca ortalarında, sesin hem Telamonoğlu Ayas'ın hem Ahilleus'un
gemilerine gitmesine elverişli yerdeydi; iki kahraman yiğitlerine ve
kollarının kuvvetine güvenerek gemilerini iki uca çekmişlerdi. Tanrıça
(Savaş) orada durup yüksek ve korkunç bir nâra attı; Ahaylıların
göğüslerinde yürekleri ayrı ayrı savaşıp dövüşmek hevesi ile doldu;
şimdi hepsine kavga, denk yapılı gemilerle sevgili vatan toprağına
dönmekten daha tatlı görünüyordu.
O ara, Atreoğlu haykırarak Argoslulara silâhlarını kuşanmak
emrini verdi. Kendi de kamaştırıcı tunç silâhlarını takındı. En önce
baldırlarına topukluğu gümüşten dolaklarını giydi. Ondan sonra, vaktiyle
Kinyras'ın —konukluk hediyesi olarak— kendisine vermiş olduğu
zırh ile göğsünü sardı. Kıbrıs'ta, Ahaylıların donanma ile Troyaya sefer
açtıkları, büyük haberini almış. Hana yaranmak için bu hediyeyi sunmuştu.
Bu zırhın on sırası koyu mavi yılan derisiyle kaplı, on ikisi
altından, yirmisi kalaydandı. Boynun iki yanından üçer yılan sarmışıyordu
ki, Kronoslu'nun ölümlere bir alâmet olmak üzere— bulutlarda
gösterdiği renk renk gök kuşaklarını andırıyordu. Omuzlarına kılıcını
attı: Altın çivileri pırıl pırıl ışıldıyordu; kını ise gümüştendi ve sırma
kayışla bağlanıyordu. Ondan sonra kalkanını, kendisini boyunca
koruyan, sanatla işlenmiş kalkanını aldı: On tunç çenberle çevrelenmiş,
ortası kalaydan yirmi beyaz bezekle süslenmişti, en ortadaki koyu
mavi idi. Onda, Gorgon, tüyleri ürperten yüzü, alev saçan bakışları ile
bir taç şeklini alıyor, Bozgun ve Korku ile çevriliyordu. Gümüş sırma
kayışında halka halka kıvranan ve bir boyundan üç başı sarmaşıp uzanan
koyu mavi bir yılan görülüyordu. —Alnına iki tepeli bir tulga
koydu: At kılından sorgucu, korkunç, havada sallanıyordu. En son,
eline, cesareti arttıran, tepeleri parlak tunçtan, sivri temrenleri gayet
keskin çelikten iki kargı aldı. Tuncun pırıltısı göklere doğru yayılıyordu.
Çok kuvvetli bir gürleyişle Here ile Athene Mykenes Hanını
selâmladılar. Her biri kendi sürücüsüne arabayı gereğince hazırlayıp
hendeğin ilerisinde tutmasını emretti. Kendileri de baştan ayağa
silâhlı ve yayan olarak canlı canlı geçtiler. Şafağa doğru sonu gelmiyen
bir uğultu başladı. Araba sürücülerinden önce hendeğe gelip saf
bağlamışlardı, küçük bir aralıkla arabacılar arkadan geliyorlardı. O ara
Kronosoğlu kötü bir gürleyişle beraber, Etherin yukarısından kanlı bir
çiğ yağdırdı. Bu alâmetler az sonra nice şanlı başları Hades'e atmak niyetinde
olduğunu gösteriyordu.
Troyalılar da, ovanın göbeğinde, büyük Hektor'un, kusursuz
Polydamas'ın, halk içinde bir tanrı gibi saygı gören Eneas'ın üç Antenor
oğlunun: Polybe'nin, tanrısal Agenor'un, ölümsüzlere benzer, genç
ve kuvvetli Akamos'un kumandanları altında grup grup toplanıyorlardı.
İlk safta yusyuvarlak kalkanıyla Hektor vardı. Meymenetsiz bir
yıldız bulutlar arasından nasıl pırıltılı olarak görünür, biraz sonra da
gene karanlık bulutlar arasına girerse, onun gibi, Hektor, şimdi ilk,
biraz sonra da son safta görünüyor, her yerde emirler veriyordu; bütün
vücudu tunç kıvılcımlar saçıyor, egid kalkanını tutan Zeus Babanın
şimşeğini andırıyordu.
240/555
AGAMEMNON'UN KAHRAMANLIKLARI
Orakçılar, mutlu bir adamın buğday veya arpa tarlasında, nasıl
birbirinin karşısına geçip sararmış ekini biçerler, toprağa
düşürürlerse, onun gibi Troyalılarla Ahaylılar, karşılıklı, birbirlerinin
canına kıymak yolunu arıyorlar ve iki ordudan hiç biri çirkin suratlı
Bozgunu aklına getirmiyor; Savaş iki başı denk tutuyordu; Kurtlar gibi
birbirine saldırıyorlar, hıçkırık kaynağı Nifak onları seyrederek sevniyordu.
Tanrılardan yalnız o (Nifak) kavgaya devam edenler arasında
bulunuyordu; başka tanrılar orada görünmüyordu; onlar, rahat rahat,
Olympos'un kıvrımlarında yapılmış konaklarında oturuyor, hepsi kara
bulutlu Kronosoğlunu suçlu tutuyorlardı: Zafer şerefini Troyalılara
vermek istediği görülüyordu. Fakat Zeus onlara aldırış etmiyordu: bir
kenara çekilmiş, hepsinden uzak oturmuş, yüksek çam içinde, aynı
zamanda Troyalıların sitesine, Ahaylıların gemilerine ve tunçtan
yayılan şimşeğe: öldürenlere ve öldürülenlere bakıyordu.
Şafak yükselip kutsal gün ilerledikçe iki tarafın okları hedeflerine
ulaşıyor, insanlar düşüyordu. Fakat nasıl oduncu dağ
yamaçlarında yüksek ağaç gövdelerini kesmekten kolları yorulur,
bitkinlik içinde övününü hazırlamak saati gelir, gönlünü tatlı bir karın
doyurmak iştihası kaplarsa, işte onun gibi, bu saatte Danaoslular, safları
arasında arkadaş arkadaşı cesaretlendirerek yüksek bir iç ateşiyle
Troya taburlarını bozguna uğrattılar. İlkin Agamemnon ileri atıldı. Budunlar
çobanı Bienor'u ondan sonra, arkadaşı at sürücüsü Oile'yi
yakaladı. Oile, karşısına atılmak üzere arabasından atlayıp doğru
üstüne saldırırken, Agamemnon sivri mızrağı ile alnından sançtı. Ağır
takke mızrağı durduramadı: Tulgayı da, kemiği de deşip geçti; kafanın
içinden bütün beyin fışkırdı: savaşçının işi bitmişti.
241/555
Budunlar Hanı Agamemnon onları, orada, kaftanlarını soyduktan
sonra, çırılçıplak göğüsleri parıl parıl bıraktı. Sonra Priam'ın
—biri nikâhlıdan öbürü halayıktan— iki oğlunun: İsos ile Antifin
üstüne canlarını almak üzere atıldı. İkisi bir arabaya binmişti: İsos dizginleri
tutuyor, şanlı Antil arabayı kavgaya sürüyordu. Vaktiyle Ahilleus
onları İda dağının yamaçlarında davarlarını otlatırken yakalayıp
ince sazlarla bağlamış, sonra kurtulmalık karşılığında azat etmişti.
Şimdi, büyük Han Atreoğlu Agamemnon uzun kargısı ile, birini
göğsünden memenin üstünden vurdu, Antifi de, kılıçla kulağına bir
vuruş indirerek arabasından dışarı attı. Sonra tezlikle güzel silâhlarını
soymağa girişti. Bir arslan, nasıl birden bir dişi geyiğin inine girerek,
kolayca, bir saldırışla, yavrularını parçalar, yumuşak yüreklerini koparırsa
ve nasıl yanlarında bulunan anaları hiçbir yardımda bulunamayıp
yüreği yana yana, ecellerini döke döke, ormanın en sık yerleri
arasında çırpınır durursa, onun gibi, Troyalılar arasında artık iki
savaşçının ölümden kurtarılmasına koşabilecek kimse yoktu: hepsi Argosluların
hücumu altında korkuya tutularak kaçışıyorlardı.
Agamemnon onları orada bırakıp birliklerin en çok kakıştığı
tarafa seğirtti; dolakları güzel Ahaylılar da arkasından gidiyorlardı.
Piyadeler kaçış zorunda kalan piyadeleri, araba sürenler araba sürenleri
yok ediyordu; hepsinin altında, atların yankılı ayaklarıyla, ovadan
toz bulutu yükseliyordu. Tunç silâhlar canlara kıyıyordu. Agamemnon
Han Argosluları cesaretlendiriyor ve onlarla birlikte, hepsi beraber,
durmadan öldürüyorlardı.
Nasıl çok sık bir ormanın içine her şeyi yok eden ateş girer
burgaçlı rüzgârla her yanı sarar, alevlerin saldırışıyla yüksek ağaç
gövdeleri yukardan aşağı paldır küldür düşerse, onun gibi Atreoğlu
242/555
Agamemnon Hanın hücumları ile bozguna uğrıyan Troyalıların kelleleri
düşüyordu. Başlarını yüksek tutan sayısız atlar ürkerek kaçıyor, boş
arabaları kavga meydanında yerlere çarptırıyor, kusursuz araba
sürücülerinin matemini de beraber taşıyorlardı: Serpilip yerlere yatan
bu adamlar, karılarından çok artık akbabaların sevgilisi olmuşlardı.
Zeus bu ara Hektor'u mızraklardan, tozdan, boğuşmadan,
kandan, kargaşadan koruyordu. Atreoğlu, kana susamış, arkasını
bırakmıyor, Danaosluların iç ateşini alevlendiriyordu. Troyalılar ise,
eski Dardanoğlu İlos'un mezarından öteye, ova ortasında, yabani incir
ağacından öteye, :şehre ulaşmak çabalayışıyla kaçıyorlardı. Atreoğlu,
kesiksiz, naralar atarak kovalıyor, güçlü kuvvetli elleri kanlı tozla
bulanıyordu.
Fakat Skees kapılarına ve meşe ağacına erişince, orada durup
biribirlerini beklediler. Ovanın içinde kaçışları, gece ortasında birden,
çıkagelen arslanın baskınına uğramış ineklerin kaçışına benziyordu.
Önlerinde ölüm uçurumu açılmıştı. Bir tanesini arslan yakalar, önce
korkunç dişleriyle boynunu kırar; az sonra kanını ve bütün içiriklerini
sömürecektir. Bunun gibi Atreoğlu Agamemnon Han sıkıştırarak
kovalıyor, sonuncusunu yakalayıp öldürüyor, öbürleri kaçıp
kurtuluyordu.
(Atreoğlu) şehre ve yüksek hisarına ulaşmak üzereydi ki, tanrıların
ve insanların Babası, çok pınarlı İda dağının tepesine gelip
oturdu. Elinde şimşek, gökten inmişti; altın kanatlı İris'e seslenerek
şöyle dedi:
243/555
— Yel ayaklı İris, hemen yola çık, emrimi Hektor'a götür: Budunlar
çobanı Agamemnon'u hatlar dışındaki erlerle savaşır, canlara
kıyar, safları bozar gördüğü müddetçe, kendi gerilesin, ordusuna ise
düşmanla savaşıp canlar yakan kavgaya devam etmek emrini versin,
fakat Agamemnon bir mızrak veya bir okla yaralanır da arabasına
sıçrarsa, işte o zaman eline öldürmek kuvvetini vereceğim: Denk yapılı
gemilere ulaşacağı, güneş batacağı, kutsal karanlık basacağı saate
kadar.
Böyle dedi ve yel ayaklı İris itaat etti. İda'nın tepelerinden kutsal
İlion'a doğru indi. Cesur Priam'ın oğlu Tanrısal Hektor'u, iyi
yapılmış arabasının üzerinde, atlarında, ayakta buldu; yanına yaklaşarak
şöyle dedi:
— Priamoğlu, düşünceden yana Zeus eşi Hektor, Zeus Baba
beni şu emrini sana getirmeğe gönderdi: Budunlar çobanı
Agamemnon'u hatlar dışındaki erlerle savaştır, canlara kıyar, safları
bozar gördüğün müddetçe kendin geriliyesin, ordunda ise düşmanla
savaşıp canlar yakan kavgaya devam etmesine emir veresin; fakat
Agamemnon bir mızrak veya bir okla yaralanır da arabasına sıçrarsa,
işte o zaman senin eline öldürmek kuvvetini verecek: Denk yapılı gemilere
ulaşacağınız, güneş batıp kutsal karanlık basacağı saate kadar.
Böyle dedi, sonra yel ayaklı İris havalanıp gitti.
244/555
Hektor, silâhlarıyla, arabasından yere atladı; sivri kargılarını
sallayarak her tarafa koştu, herkesi kavgaya cesaretlendirerek korkunç
dövüşü uyandırdı. Troyalılar yarı dönüp Ahaylılarla dövüşmeğe giriştiler.
Argoslular da saflarını berkittiler. İki ordu karşı karşıya durup
kavga canlandı. İlkin Agamemnon atıldı, en önce dövüşmek arzusunu
gösterdi.
Şimdi, söyleyiniz bana; Müzler, Olympos'ta konakları olan
tanrıçalar, Troyalılardan veya ünlü müttefiklerinden en önce
Agamemnon'a kim saldırdı: Antenoroğlu İfidamas, koya yutağı
bereketli Thrakia'da büyümüş ulu gönüllü kahraman. Annesi güzel
Theano'nun babası Kisses, onu, sarayında büyütmüştü; tam yiğitlik
çağına gelince, yanında alıkoymak için ona kızını (teyzesini) vermişti.
Fakat, henüz pek genç evli iken, Ahaylıların patırtılı davetleri üzerine,
evlilik odasından ayrılmış, on koca karınlı gemiyle sefere çıkmıştı.
Fakat güzel gemilerini Perkote de bırakarak kendi karadan İlion'a
gelmişti; şimdi işte Atreoğluna karşı atılan budur. İkisi birbirlerine
karşı yürüyerek temas haline geldiler. Atreoğlundan gelen ilk vuruş
hedefe ulaşmadı, silâhın yolu kaydı. İfidamas kemerden, zırhın altında
mızrağını sançtı ve ağır koluna güvenerek silâhı bastırdı. Fakat kıvılcım
saçan iç kemeri deşemedi; temren iç kemerin gümüşüne dayanınca
kurşundan imiş gibi kıvrıldı. O zaman güçlü kudretli Agamemnon
Han, bir arslan gibi kızgın, silâhı kendine doğru çekerek ellerinden
koparıp aldı. Ondan sonra kılıçla ensesinden vurarak bütün
üyelerinin gücünü kırıp bitirdi. Adam oracığa düşerek tunç gibi ağır
(uyanılmaz) uykuya vardı. Atreoğlu Agamemnon onu soydu, güzel
silâhlarını alıp Ahaylıların yığınları arasına götürdü.
245/555
Antenor'un büyük oğlu, şanlı savaşçı Koon kardeşinin
düştüğünü gördü, can yakıcı bir yasla gözleri bulutlandı. Mızrağı
avucunda, tanrısal Agamemnon farkına varmadan, bir yana çekilip
yerleşti; oradan Atreoğlunun kolunu parlak mızrağının temreni ile
deşti geçirdi. Budunlar çobanı Agamemnon ürperdi, fakat bununla
dövüşten çekilmedi, elinde yel besili mızrakla, Koon'a doğru sıçradı.
Kederli kederli kardeşi İfidamas'ı ayağından çekerek savaşçı
arkadaşlarını yardıma çağırırken Koon'u Agamemnon tunç silâhıyla
vurdu, bütün üyelerinin gücünü kırdı. Ondan sonra İfidamas'ın cesedi
üzerinde başını kesti. Böylece Antenor'un her iki oğlu Hades'e atıldı.
YARALANAN AGAMEMNON CEPHEDEN
AYRILIYOR
Agamemnon, yarasından sıcak kan sıza sıza, saflar arasında
başka savaşçıları kargı ile, kılıçla, büyük taşlarla sınamadan ayrılmadı;
fakat kan durup yara kurumağa yüz tutunca iç ateşine rağmen, dayanılmaz
acılar içinde kaldı: Here'nin kızları İlithiaların okları ile,
kadının çektiği doğum sancıları gibi sızlardı. Arabasına atladı ve arabacısına
koca karınlı gemilere sürmesini emretti: yüreği bu derece şiddetli
acılar duyuyordu. Aynı zamanda bütün Danaosluların işitebileceği
bir sesle haykırdı:
— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları! Şimdi deniz
teknelerimizden acı felâketi uzaklaştırmak size düşer, çok tedbirli Zeus
benim bütün bir gün Troyalılara karşı savaşmamı istemiyor!
246/555
Böyle dedi, ve arabacısı güzel yeleli atları kamçılıyarak koca
karınlı gemilere doğru sürdü. Atlar iç ateşiyle uçar gibi koşuyorlardı;
göğüsleri köpüklerle ıslandı; aşağıdan tozlar içine dalmışlardı; böylece
büyük Hanı bitkin bir halde kavgadan uzaklaştırıyorlardı.
HEKTOR TROYALILARI KAVGAYA SÜRÜYOR
Hektor, Agamemnon'un uzaklaştığını görerek yüksek sesle
Troyalılar ve Lykialılara haykırdı:
— Troyalılar, Lykialılar, tutuşarak dövüşmede usta Dardanlılar!
Erkek olun a dostlar! Yüksek iç ateşinizi hatırlayın! Düşmanların
en büyüğü aradan çıktı: şimdi Kronosoğlu bana büyük bir şan
verdi.
Haydin, doğru mağrur Danaosluların üstüne! Daha yüksek bir
şan kazanmak istiyorsanız, sürün duynakları kalın atlarınızı!
Böyle dedi, ve hepsinin iç ateşini alevlendirdi. Bir avcı beyaz
dişli köpeğini bir yaban domuzuna veya bir arslana karşı nasıl sürerse,
onun gibi Priamoğlu Hektor, insanlar musibeti Ares'in benzeri Hektor
Ahaylılara karşı ulu gönüllü Troyalıları sürüyordu. Ve kendi üstünlük
duygusu içinde, ilk safta yer aldı; ondan sonra, canlar yakan
247/555
boğuşmaya da atıldı; azgın rüzgârın birden esip mor denizi kabarttığı
gibi.
Priamoğlu Hektor, Zeus'un kendisine şanı verdiği saatten
başlıyarak, ilkin kimi ve en son kimi tutup canına kıymıştır? En önce
Asea'yı, Autonoos'u ve Opites'i, sonra Klyte oğlu Dolops'u, Ofeltios'u
ve Agelas'i; ondan sonra Esymne'yi, Horos'u ve çok değerli
Hipponeos'u, Hektor'un yığınlara karşı kavgaya girişmeden önce
Danaosluların kılavuzları ve başları arasından yakaladıkları bunlardır.
Beyaz köpükler rüzgârı Notos'un yığdığı bulutları Zefyt'in hızlı bir
sağanakla çarptığı zaman nasıl sayısız dalgaların köpükleri deniz
yüzünde saçılırsa, onun gibi Hektor'un saldırışları altında, yığınla
savaşçının başı vurulup dağılıyordu.
ODYSSEUS İLE DİOMEDES TROYALILARI GERİ
ATIYORLAR
O zaman yıkkınlık ve çaresi bulunmaz işler olurdu, kaçan
Ahaylılar gemilerine kadar sürülürdü, eğer Odysseus Tydeoğlu
Diomedes'e şöyle hitap etmeseydi:
248/555
— Tydeoğlu, bize ne oluyor da yiğitliğimizi unutuyor, iç
ateşimizi söndürüyoruz öyle? Haydi, gözümün bebeği, buraya gel:
yanımda dur. Ne büyük utanç olur, gemilerimiz tulgası kıvılcımlar
saçan Hektor'un eline düşerse!
Güçlü kuvvetli Diomedes cevap verdi:
— Ben kalıyorum, sebat ediyorum; fakat sevincimiz çok kısa
olur, çünkü bulut devşiren Zeus şanı şerefi bizden çok Troyalılara vermek
arzusundadır.
Böyle dedi ve Thybreos'u arabasından yere düşürdü: attığı
kargı ile onu sol memesinden vurmuştu. Odysseus da Hanın seyisliğinde
olan tanrılar benzeri Molion'un işini bitirdi. Onları orada
bıraktılar, yığına doğru giderek ortalığa kargaşalık getirdiler. İki yaban
domuzu, avcılığa alıştırılmış bütün bir köpek alayına yüksekten
bakarak nasıl saldırırsa, onun gibi, ikisi Troyalıların canlarına kıymak
üzere cepheye döndüler; ve tanrısal Hektor'un önünde kaçmakta olan
Ahaylılar sevinerek nefes aldılar.
Onlar sonra, bir araba ile —demoslarının en cesurlarından—
iki savaşçı: Merops'un iki oğlunu yakaladılar. Merops gaipten haber
vermek sanatında herkesten üstündü; oğullarının canlar yakan
kavgaya gitmelerini istemiyordu, fakat onlar dinlemediler: kara ölüm
tanrıçaları sürüklemişti. Şimdi, ün salmış Diomedes Tydeoğlu
249/555
yüreklerini koparıp hayatlarına son verdi, ve çok güzel silâhlarını soyup
aldı. Odysseus da bu ara Hippodam ile Hyperohos'un işini bitirdi.
O zaman, İda'nın üstünden bakmakta olan Kronosoğlu
kavgayı denk şartlar altında tutmak isterdi: artık birbirlerini kırıp
geçireceklerdi, keskin gözlü Hektor saflar arasından sıçrayıp haykırıyor,
arkasından Troya taburları yürüyordu. Bu hali görünce narası gür
Diomedes ürperdi; yanında duran Odysseus'a şöyle dedi:
— Güçlü kuvvetli Hektor, yuvarlanıp gelen musibet gibi
üstümüze yetişiyor. Haydi, duralım, karşı koyup geri atmağa çalışalım.
Böyle dedi, ve uzun mızrağını sallayıp fırlattı; tam hedefe
değdi: başa nişan almıştı, silâhın temreni kalkanın, tepeliğini deşti.
Tunç tuncu geri atmış, güzel cilt korunmuştu. Üç kat kalınlığı ve uzun
tepeliği olan bu kalkanı ona Foebos Apollon vermişti. Hektor, hemen,
tabana kuvvet, mümkün olduğu kadar geriye çekilerek yığına karıştı.
Dizleri üstüne çökmüş, kuvvetli eliyle toprağa dayanıyordu; karanlık
bir gece gözlerini bürümüştü. Bu ara Tydeoğlu, uzaklara uçmuş olan
mızrağının nereye düştüğünü aramağa girişmişti; Hektor da bir nefes
aldı. Tydeoğlu onu görünce, silâh avuçta, ileri sıçrayıp şöyle dedi:
— Bir kere daha köpek, ölümden sıyrılabildin! Felâket çok yaklaşmıştı
ama Foebos Apollon bu sefer de seni korudu. Ne zaman
mızraklar kargaşalığına karışmak üzere yola çıksan bu tanrıya dua
250/555
etmelisin. Fakat merak etme, çok uzun bir zaman geçse de bir gün elbet
hesabını göreceğim; yalnız ben de koruyucu bir tanrı bulayım!
Şimdilik üstlerine yürüyecek, işlerini bitirecek başkalarına bakmağa
gidiyorum.
DİOMEDES YARALI, ODYSSEUS TEHLİKEDE
Böyle dedi, ve kargı ile şanlı Peonoğlu'nun canına: kıydı. Bu
ara güzel saçlı Helene'nin erkeği Aleksandros budunlar çobanı Tydeoğluna
yayını çevirmişti. Eski zamanın demos İhtiyarlarından,
Dardanoğlu İlos'a dikilmiş olan mezarın bir sütununa dayanmıştı.
Diomedes, bir ara, şanlı Agastrof'un göğsünden kıvılcımlı zırhını,
omuzlarından kalkanını, başından ağır tulgasını soyup almak
üzereydi. İşte bu anda, Aleksandros yayını gererek oku attı; boşuna
atılmış bir ok olmadı: sağ ayağın tabanına değdi, ayağı deşip geçerek
toprağa saplandı; Aleksandros gizlendiği yerden sıçrayıp sevinçli bir
gülüşle övündü:
— Okum boşuna atılmış değildir, yaralandın; fakat karnına
gelmeliydi de canını alaydı! O zaman, bunca felâketlerden sonra, Troyalılar,
arslan karşısında meleyen koyunlar gibi senin karşında titremekten
kurtulurlardı.
Güçlü kuvvetli Diomedes, ürpermeden, karşılık verdi: |
251/555
— Hey koca okçu! Sefil! kâkülünü beğenmiş! kızlara göz süzen!
Boy ölçüşmek için silâhlanıp karşıma bir geçseydin, ne yayın ne
sadağındaki okların hiçbiri işine yaramazdı. Bir ayağımın tabanını
tırmalamakla pek öyle üstten övünme. Bu tırmık ha bir karının, hatta
aklı ermez bir çocuğun elinden çıkmış, ha senden: fazla önem vermiyorum.
Bir korkağın, bir değersizin attığı okun kıymeti yoktur.
Amma benim vuruşlarım başkadır. Okum, temrenim öyle bilenmiş,
öyle keskindir ki, ne kadar az değse neticesi tırnaklarıyla yüzünü yırtmış
bir dul ve yetim kalmış çocuklar olur; kendi de kanı ile kızaran toprak
üzerinde çürür, etrafına kadınlardan çok yırtıcı kuşlar toplanır.
Böyle dedi, ve Odysseus, ün salmış savaşçı, yaklaşıp önünde
durdu. Odysseus'un arkasında, Diomedes oturmuş, ayağından oku
çekti. Yürek yakıcı ağrılar bütün vücuduna yayılmıştı. Arabasına
sıçradı ve seyisine koca karınlı gemilere sürmesini emretti: gönlü o
derece kaygılı idi!
Odysseus, ün salmış savaşçı, şimdi yalnız kalmıştır, yanlarında
başka hiçbir Argoslu yoktur: Hepsi korkuya tutulmuşlardı. Öfkelenen
Odysseus ulu gönlüne şöyle dedi;
— Vah bana! Ne olacağım? Fenalık büyük eğer, korkuya tutularak
şu yığınların önünde kaçarsam; fakat fenalık daha büyük olur,
eğer, yalnız kalır da öldürülürsem. Kronosoğlu bütün öbür Danaosluları
kaçışa sürdü. —Fakat bu tartışmalara gönlümün ne ihtiyacı var?
Biliyorum ki kavgadan korkaklar uzaklaşırlar. Gerçekten kahraman
252/555
olan bütün kuvvetleriyle sebat etmelidir: ister başkalarını yaralasın,
ister kendi yaralanmış olsun.
Aklıyla ve gönlüyle bu düşünceleri evirip çevirmekte iken
Troyalıların safları yürüyüşe geçmişlerdi; gittikçe onu sararak felâketin
ortasına atmış oluyorlardı. Derin ve sık ormanın içinden çıkan
yaban domuzunu sarmak üzere giden genç ve kuvvetli köpekler beyaz
dişlerini bükeyli çeneleri içinde bilerler, diş gıcırtıları duyulur; artık
canavarı —çok korkunç da olsa— beklemeğe hazırlanmışlardır. Troyalılar
da, bunun gibi, Zeus sevgilisi Odysseus'u sarmak üzere
yürüyorlardı.
Fakat Odysseus daha önce mızrağı ile kusursuz Deiopit'i,
omuzundan yaraladı; ondan sonra Thoon'u ve Ennom'u öldürdü; onlardan
sonra arabasından atlıyan Hersidamas'ı göbeğinden kargı ile
deşti: adam tozlara yuvarlanarak toprağı avuçladı. Sonra, bunları,
orada bırakarak Hipps oğlu Harops'u, zengin Sokos'un kardeşini
yaraladı. Tanrılar benzeri Sokos nâra atarak imdada koştu; önüne
gelince şöyle dedi:
— Ün salmış hileden usanmaz, emekten bıkmaz Odysseus,
bugün Hippas'ın işte karşısına çıkan iki savaşçı oğlunu, her ikimizi,
vurmakla ve silâhlarımızı soyup almakla övünebileceksin, eğer benim
mızrağımın vuruşu ile kendin can vermezsen.
253/555
Böyle dedi, ve yusyuvarlak kalkanına, mızrağını değdirdi. Çok
kuvvetli silâh parlak kalkanı deşerek, işlenmiş zırhın altına geçti; derinden
yanların cildini kesti. Fakat Pallas Athene yetişerek temrenin
bağırsaklara erişmesine meydan vermedi. Odysseus yaranın öldürücü
olmadığını sezdi, az geri çekilerek şunları söyledi:
— Hey bahtı kara, bugün senin önünde helak uçurumu
açılmıştır. Şüphesiz beni şimdi Troyalılara karşı savaşmaktan alıkoyuyorsun.
Fakat ben, açık açık söylüyorum, seni bu aynı gün, ölüm,
kara ecel bekliyor, ve mızrağımla yenilerek bana şan, ünlü küheylan
sahibi Hades'e canını vereceksin.
Böyle dedi, öbürü ise dizgin çevirerek uzaklaşıyordu ki Odysseus,
mızrağını arkasına sançarak göğsünü deşti geçirdi. Adam takırdı
ile düştü; tanrısal Odysseus zaferini ilân etti:
— Hey Hippas oğlu Sokos, cesur at kısrak terbiyecisi? her şeyi
yok eden ölüm benden önce sana erişti: ecelden sıvışamadın. Hey
bahtı kara ne baban ne hanım annen ölü gözlerini kapamıyacaklar:
yırtıcı kuşlar seni parçalıyacaklar, ama ben ölürsem tanrısal Ahaylılar
cenaze töreni ile bana son şerefi vereceklerdir.
Böyle dedi, sonra etinden ve kabarık kalkandan cesur
Sokos'un güçlü mızrağını çekti çıkardı. Silâh çıkınca yaradan kan
fışkırdı, yüreğini kaygılandırdı. Ulu gönüllü Troyalılar Odysseus'un
254/555
kanını görünce cesaretlenerek yığın halinde ona doğru yürüdüler.
Odiysseus geri çekildi ve arkadaşları çağırmak üzere üç defa, bir
adamın başında olabilecek sesin en yükseğiyle haykırdı; Ares sevgilisi
Menelas ta üç defa çağırışını işiterek hemen yanında duran Ayas'a
şöyle dedi:
— Zeus dölü, Telamonoğlu Ayas! Sabırlı Odysseus'un sesini iki
kulağımla işittim. Öyle görülüyor ki, Troyalılar onu yalnız yakalayıp
sıkıştırmışlar, canlara kıyan kavga, içinde bizden koparmak istiyorlar.
Haydi yığınlar içine atılalım; onu korumağa koşmak en ileri işimizdir.
Troyalılar arasında, yapayalnız kalmış olduğu için —cesareti çok yüksek
ise de— başına bir felâket gelir diye korkuyorum, Danaoslular için
çok büyük bir esef olurdu.
AYAS DURUMU DÜZELTİYOR
Böyle diyerek başa geçti; tanrılar eşi Ayas arkasından yürüdü.
Az sonra tanrı sevgilisi Odysseus'u buldular. Troyalılar sarmışlar,
sıkıştırmışlardı. Dağda bir insanın yayından fışkırmış bir okla yaralanmış,
boynuzları dallı budaklı bir geyik, yarasından sızan kan ılık
durdukça ve bacaklarında kuvvet kaldıkça koşup kaçar, avcının
elinden kurtulur; sonunda ise aldığı ok yarasından işi bitince, kızıl
çakallar yetişip gölgeli ormanın derinlikleri içinde paralarlar. Fakat
tanrı dilerse o anda korkunç bir arslan peyda olur, çakallar korkup
kaçar, geyiği yiyen arslan olur. Bunun gibi. cesur ve çok hünerli Odysseus,
sayıları çok ve yiğit Troyalılar arasında, mızrağı avucunda,
saldırarak felâket gününü uzaklaştırmıştı.
255/555
Ayas yaklaştı, kuleye benzer kalkaniyle gelip yanında durdu.
Troyalılar ürkerek dağılıştılar. Cesur Menelas o zaman Odysseus'u
yığınlardan uzağa götürdü, seyisi arabayı getirinceye kadar elinden tutuyordu.
Ayas ile Troyalılar üzerine yürüyerek Priam'ın halayıktan
oğlu Dorykles'i yaraladı; sonra Pandahos'u yaralaladi; sıra ile
Lysandros'u, Pyras'ı, Pylartes'i de yaraladı. Bir ırmak, Zeus'un
yağmurlarıyla dağlardan inen sellerden kabarır, taşar ovaya yayılır;
denize yığınla kurumuş meşe ağaçları, yığınla çam ağaçları, yığınla
çamurlar sürükler. Bunun gibi ün salmış Ayas Troyalıları ova içinde
sıkıştırıp tartaklar, adamları ve atları kırar geçirir ve henüz Hektor işin
farkına varmamıştır. Cephenin sol kanadında, Skamandros'un sarp
kıyıları boyunca dövüşmektedir. Savaşçıların başları burada
düşmekte; Büyük Nestor'un ve cesur İdomene'nin etrafında arkası
gekniyen uğultular, naralar yükselmekte, Hektor da orada yığınlara
karışmış durmaktadır: mızrağı ile arabayı sürmedeki ustalığı ile kaygılar
saçmakta, genç savaşçıların saflarını bozmaktadır. Tanrısal
Ahaylılar, o kadar çabuk, Hektor'un ilerlemesine meydan vermiyeceklerdi,
eğer, budunlar çobanı Mahaon'u sağ omuzundan üç köşeli bir
okla yaralanıp kahramanlıkları durdurulmasaydı. Ahaylılar ateşli bir
kavga havası içinde iseler de birden, Mahaon'u kaçırırlar korkusu ile
telâşlandılar. İdomene hemen Nestor'a dönerek şöyle dedi:
— Nestor, Neleoğlu, Ahaylıların büyük şerefi! arabana bin,
Mahaon'u da yanına bindir; sonra, çarçabuk duynakları kalın atlarını
gemilere doğru sür. Bir hekim, yaralardan okları çekip çıkarmada veya
yaraya acıları savuşturucu tozlar ekmede bütün diğer insanlardan
daha elverişlidir.
256/555
Böyle dedi ve ihtiyar araba sürücüsü Nestor itiraz etmedi.
Çarçabuk arabasına bindi, yanına da, kusursuz hekim Asklepios'un
Mahaon'u bindirdi. Atlarını kamçıladı, hayvanlar da, içleri ateş dolu,
uçar gibi gemilerin yolunu tuttular: gönülleri ayaklarını oraya
götürüyordu.
HEKTOR'UN BAŞARILI SALDIRIŞI
Kebrion Troyalıları sarsılmış gördü. Arabada Hektor"un
yanında duruyordu; ona seslenerek şöyle dedi:
— Hektor, kavganın son hatlarında Danaoslularla tutuşmamız
kaygı verecek bir şekil alıyor. Troyalılar, o kısımlarda kendileri de atları
da, çok sarsılmış görülüyor. Ayas Telamonoğlu onları tartaklıyor.
Onu iyi tanıyorum: omuzlarında kocaman kalkanı vardır. İnan bana,
atlarla arabayı, süvarilerin ve piyadelerin birbirleriyle merhametsiz bir
kavgaya giriştikleri ve karşılıklı en ateşli bir boğuşma içinde
göründükleri noktaya doğru sürelim; oradan arası kesilmiyen uğultular
da yükselmektedir.
Bu sözler üzerine, çınlayışlı kamçısıyla yeleleri güzel atları
okşadı. Vuruşa itaat eden hayvanlar en büyük çabuklukla arabayı
Troyalılarla Ahaylıların karışmış oldukları tarafa, ölülerin ve silâhlarının
üstünden atlıya atlıya uçurdular. Kasanın altında dingil,
çepeçevre rampa atların duynaklarından ve tekerleklerin
257/555
çemberlerinden sıçrayan kanla kirpikli olmuşlardı. Kahraman boğuş-
manın ortasına atılıp bir sıçrayışta düşmanın saflarını bozmak iç
ateşiyle yanıyordu. Danaoslularda bir felâket korkusu uyandırdı,
karşısında kendisini geri tutacak mızrak yoktu. Kargısı ile, kılıcı ile,
büyük taşlarla silâhlanmış saflar arasında dolaşıyor, sınayacak savaşçı
arıyordu. Fakat Telamonoğlu Ayas ile dövüşmekten kaçınıyordu.
Yukarılarda oturan Zeus Baba Ayas'ı cisimlenmiş, ürküntü
haline koymuştu. Hektor, şaşkınlık içinde, durdu; yedi deriden
yapılmış kalkanını bıraktı, ürpererek düşman yığınlarına başını
çevirdi; her yandan sıkıştırılmış bir hayvanın sersemleşmiş gözleriyle
baktı; ancak dizlerini kımıldatabiliyordu.
Kızıl bir arslan kendini nihayet, bir ağılın avlusundan, semiz
öküzlerini kaptırmamak için bütün gece uyanık duran köylülerin ve
köpeklerin uzaklaştırıcı savaşı karşısında, taze et iştahı ile hücum eder,
fakat boşuna: cesur ellerle atılmış kargılarla karşılanır; yakılan pek çok
meşaleler de onu ürkütür ve şafakla, canı çok sıkılmış, uzaklaşır.
Bunun gibi, Ayas ta yüreği sıkkın, esefler içinde, Troyalılardan uzaklaştı:
Ahay gemileri için korkusu o derece büyüktü!
Çok kere, bir eşek, bir tarlanın kenarında çocukların verdiği
rahatsızlığa uğrar. Küçükler, inatla, hayvanın sırtında değneklerini
birbiri ardınca parçalarlar. Çocukça gayretler! eşek yine de ekine girer
ve güzel güzel otlar; istediği gibi karnını doyurmadıkça onu tarladan
çıkaramazlar. Büyük Ayas Telamonoğlu da Troyalılar ve ün salmış
müttefikleri karşısında bunun gibidir. O da, şimdi, ateşli yiğitliğiyle
258/555
Troyalıların taburlarını geri tutar; biraz sonra ise arkasını çevirerek
uzaklaşır. Fakat böylelikle onları güzel yapılı gemilere yanaştırmaz.
Yalnız başına çırpınıyor, Troyalılarla Ahaylılar arasında iyi
tutunabiliyor.
Evemon'un şanlı oğlu Eurypyl, onu, bir yığın silâh ortasında
sıkıştırılmış gördü. Yanına gelerek mızrağını attı ve Fausios oğlu, budunlar
çobanı Apisaon'u yüreğin altından yaralayıp bağrını deşti, o
saatte dizlerini çöktürdü. Sonra sıçrayıp omuzlarından silâhlarını aldı.
Tanrılar benzeri Aleksandros ise Aposion'un silâhlarını soyarken
görerek yayını ona karşı çevirdi ve bir okla sağ budundan yaraladı.
Kemik kırıldı, but uyuştu; adam, ölümden sıyrılmak için,
markadaşlarının grupuna çekildi; aynı zamanda, Danaosluların işitebileceği
yüksek bir sesle şunları söyledi:
— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzlar! Durun, Ayas'tan
felâketi uzaklaştırmak için düşmana dönün! Üstüne atılan silâhlarla
öyle sıkıştırmış ki, kaygılar kaynağı kavgadan sıyrılabileceğini sanmıyorum.
Haydi! Yüzünüz düşmana, büyük Ayas Telamonoğlu'nun
etrafında toplanın!
Yaralı Eurypyl böyle dedi öbürleri de gelerek yanında yer
aldılar. Ayas onları karşıladı, ve ancak arkadaşlarının grupuna
karıştıktan sonra yüzünü düşmandan çevirdi.
259/555
AHİLLEUS PATROKLOS'U NESTOR'UN YANINA
GÖNDERİYOR
Alevli ateş gibi savaşıyorlardı, o ara Nele'nin atları Nestor'u ve
budunlar çobanı Mahaon'u kavganın dışına götürüyorlardı. Fakat
ayakları yönümüz Ahillesus onu görünce işi anladı. Orada koca karınlı
gemisinin pupasında idi. Bu derin ve acıklı bozgunu seyrediyordu. Hemen
sevgili arkadaşı Patroklos'a seslendi. Gemiden gelen sesi üzerine
Ares'e benzer Patroklos barakadan çıktı gelecek fenalığın başlangıcı bu
olacaktı. Yiğit Menoetiosoğlu ilkönce sözü alıp sordu:
— Ahilleus, niçin çağırıyorsun? benden istediğin nedir? Ayağına
çabuk Ahilleus cevap olarak şöyle dedi:
— Gönlümün sevgilisi, tanrısal Menoetiosoğlu, Ahaylıların dizlerime
kapanıp yalvaracakları saat geldi, sanıyorum. Onları sıkıştıran
ihtiyaç kuvvetlerinin üstüne çıkmaktadır. Şimdilik, Zeus sevgilisi
Patroklos git de Nestor'dan, kavganın dışına getirdiği yaralının kim
olduğunu sor. Arkadan, Asklepiosoğlu Mahaon'a çok benziyor; fakat
gözlerini görmedim: atlar önümden çok acele geçtiler.
Böyle dedi, ve Patroklos arkadaşına itaat etti. Ahay gemileri ve
barakaları boyunca koşmağa başladı.
260/555
Bu ara ötekiler Neleoğlu'nun barakasına gelmişlerdi, Seyis
Eurymedon ihtiyarın arabasından çözdüğü atlara deniz kenarında
hava aldırarak terlerini kurutuyordu. Barakada, saç örgüleri güzel
Hekamede onlara içki hazırlıyordu. İhtiyar, bu kadını, vaktiyle
Tenedos'ta Ahilleus bu şehri talan ettiği zaman, kazanmıştı: Dernekte
herkesten üstün olduğu için Ahaylılar ona vermişlerdi. Kadın, içkiyi
hazırladıktan sonra önlerine koydu. Patroklos, bu anda, kapıda
göründü. İhtiyar onu görünce yerinden kalktı, elinden tutup oturmağa
davet etti. Fakat Patroklos kabul etmiyerek şöyle dedi:
— Oturacak saat değil, Zeus dölü ihtiyar: seni fazla da dinlemiyeceğim.
Beni buraya getirdiğin yaralının kim olduğunu sormağa
gönderen çabuk kızar korkulu bir adamdır. Fakat ben de tanıdım: gözlerimin
önünde duran budunlar çobanı Mahaon'dur. Gidip Ahilleus'a
haberi vereyim. Zeus dölü ihtiyar, onun ne müthiş bir adam olduğunu
kendin de biliyorsun: suçsuzu bile suçlu bulabilir.
NESTOR'UN SÖYLEDİKLERİ
İhtiyar araba sürücüsü Nestor şöyle cevap verdi:
— Ahilleus neden böyle Ahay oğullarına acımıyor, içlerinden
yaralı düşenleri merak ediyor? Orduyu ezen büyük matemi bilmiyor
mu? En iyileri gemilerimizde yatıyorlar, kimi uzaktan kimi yakından
vurulmuş, yaralanmış. Tydeoğlu güçlü kuvvetli Diomedes yaralanmış.
261/555
Ün salmış Odysseus gibi Agamemnon da yaralı. Eurypyl de bir okla
budundan vurulmuş. İşte biri daha, benim şimdi kavga meydanından
alıp getirdiğim de bir yaydan atılan okla vurulmuş. Ahilleus cesur bir
kahramandır, fakat Danaosluları merak ettiği onlara acıdığı yoktur.
Güzel gemilerimizin deniz kıyısında ateşe verilmesiyle Argosluların
büyük felâketini, kendimizin de birer birer öldürülmemizi mi bekliyor?
Ne çare! bende artık eskiden vücudumun esnek üyelerindeki
kuvvet yok... Alfe suyunun kenarında, kumsal Pylos topraklarının bir
ucunda Thryoesse isminde bir şehir vardır. Düşmanlar onu sarmak,
alıp talan etmek arzusu ile ovanın ortasından geçmişlerdi.
Olympos'tan, gece, Athene koşarak gelmiş, bize silâhlanmak gerektiğini
bildirmişti. Pylos halkını topladı yüreklere isyan havası bırakmadı,
kavgaya atılmak ateşini uyandırdı. Ben de silâhlanmak istemiş-
tim, Nele razı olmadı, atlarımı sakladı: kavga işlerinde daha hiçbir şey
bilmediğimi söylüyordu. Bununla beraber, iyi araba sürücülerimiz
arasında, piyade kalarak bile, kendimi gösterebildim. Kavgaya sevkeden
Athene idi. Minye isminde, Arene yakınında denize dökülen bir
ırmak vardır. Tanrısal Şafağı ben orada Pylos'un arabalariyle
beklemiştim; yayalar ise akın akın tezlikle geçiyorlardı. Gün iyice yükselmişti
ki kutsal Alfe suyuna ulaştık. Orada en güçlü tanrı Zeus'a
güzel kurbanlar sunduk. Alfe suyuna da bir boğa Poseidon'a bir boğa,
çakır gözlü Athene'ye de henüz terbiye edilmemiş bir düve kurban
kestik. Ondan sonra, akşam üstü, orda birlikleri içinde, akşam yemeğimizi
hazırlayıp yedik, ve bütün silâhlarımızla ırmağın kıyılarında
yattık. Ulu gönüllü Epeliler, şehri alıp talan etmek arzusu ile kuşatıyorlardı.
Güneş pırıldıyarak ufkun üstüne yükselirken, Zeus'a ve
Athene'ye dua ederek kavgaya giriştik; Epelilerle Pyloslular arasında
kavga başladığı zaman, ilkin ben bir adam öldürerek duynakları kalın
atlarını ele geçirdim; bu adam Augias'ın damadı savaşçı Mulios idi:
karısı sarışın Agamede — Augias'ın büyük kızı— yeri besliyen zehirler
işinde uzmandı. Epeliler, araba sürücülerinin başını ve en iyi
savaşçılarını yere yuvarlanmış görmeleri üzerine, ürküntü içinde, her
yana dağıldılar. Ben, kara bir burağan gibi atıldım, elli araba
262/555
yakaladım; her birinden iki savaşçı mızrağımla vurularak dişleriyle toprağı
ısırmıştı. O sırada iki Molionları —Aktor'un iki oğlunu— öldürecektim,
eğer, yeri sarsan Poseidon onları kalın bir sis arkasında saklayıp
kavgadan kurtarmasaydı. Zeus o gün Pyloslulara pek parlak bir
zafer vermişti. Geniş ova içinde düşmanı, adamları öldürerek ve güzel
silâhlarını soyup alarak, kovaladık, sonra buğdayı bol Buprasion memleketine
geçtik. Oradan döndükleri zaman Ahaylılar tanrılar arasında
Zeus'a tapınıyor, insanlar arasında Nestor'a saygı gösteriyordu. İşte
ben vaktiyle böyle bir adamdım, eğer öyle bir zaman gerçekten
geçmişse. Ahilleus ise kahramanlığından yalnız kendi faydalanacak.
Milleti mahvolduktan sonra, öyle sanıyorum ki, oturup acı acı ağlıyacaktır.
Sevgili çocuğum, Menoetios, Fthia'dan Agamemnon'un yanına
yollarken sana ne öğütler veriyordu! İkimiz, tanrısal Odysseus'la ben,
sarayda idik, sana söylediklerini bir kelimesini kaçırmadan, dinlemiştik.
Bütün bereketli Ahay ilini, sefere asker bulmak için dolaş-
makta iken Pele'nin güzel konağına gelmiştik. İşte orada, sizi, kahraman
Menoetios ile seni bulmuştuk, yanınızda Ahilleus vardı. İhtiyar
araba sürücüsü Pele en önde Gürler Zeus'a, avlusunda semiz öküz butları
sunmuştu. Elinde bir altın sağrak tutuyor, alevler içindeki kurbanlara
saçılar kılıyordu. İkiniz kurbanların etleri ile uğraşırken biz avluda
görünmüştük. Ahilleus birden şaşırdı ve bir sıçrayışla ayağa kalktı.
Elimizden tutarak yol ve oturacak yer gösterdi. Konukluk âdetince verilmesi
gereken her şeyi verdi; ve istediğimiz gibi yiyip içtikten sonra,
en ilki ben söz alarak sizleri bizimle beraber sefere davet ettik. Her
ikiniz teklifi kabul ediyordunuz. Peleoğlu Ahilleus'a daima savaşçıların
en iyisi olmasını, herkesten üstün gelmesini öğütlüyordu. Sana ise Aktoroğlu
Menoetios şöyle diyordu: «Oğlum, Ahilleus doğuşça senden
üstündür, fakat yaşça sen ondan büyüksün; kuvvetten yana ise o, seni
kat kat geçer. Ona öğüt vermek, makul sözü dinletmek, gidilecek yolu
göstermek sana düşer. İyiliği için söyliyeceğinden seni dinliyecektir.»
İhtiyar baban bunları söylemişti, sen ise unutuyorsun. Haydi! Zamanı
henüz geçmemiştir; git, bütün bunları şanlı Ahilleusa söyle bakalım
seni dinleyecek mi? Kimbilir, belki tanrı sana yardım eder de
263/555
öğütlerinle yüreğini sararsın. Bir arkadaştan gelen fikirler hoşa gider.
Eğer gönlü ile, hanım annesinin Zeus adına haber vermiş olacağı bir
kaderden sıvışmayı düşünüyorsa... seni ve seninle beraber bütün Myrmidonlar
birliğini yollasın: Sen belki Danaosluların kurtuluş ışığı olursun.
Yollarsa güzel silâhlarını da, kavgada giymek üzere, sana versin;
kim bilir, Troyalılar, belki de, seni Ahilleus yerine alırlar da dövüşmekten
vazgeçerler; şu saatte bitkin bir halde bulunan Ahaylılar bir nefes
alırlar. Siz, taptaze bir kuvvet olarak, hiç güçlük çekmeden, yorgun
düşmüş yığınları geri atar, gemilerden ve barakalardan uzak, şehirlerine
doğru sürersiniz.
264/555
ŞAN : XII
AHAY HİSARININ GELECEKTE YOK OLMASI
Danaosluların, gemilerini korumak için ne açtıkları hendek,
ne de bunun ötesinde diktikleri geniş hisar düşmanı uzun boylu tutacak
değildi: bunları yaparken tanrılara şanlı yüzlük kurbanlar sunmamışlardı.
Onlar hem güzel yapılı gemilerini, hem de onların içinde
sakladıkları çok bol ganimetleri korumak istiyorlardı. Fakat bu yapılar
tanrıların dileğiyle olmadığı için uzun zaman var olmıyacaklardı. Hektor
yaşadığı müddetçe ve Ahilleus'un öfkesi sürdükçe, Priam Hanın
sitesi ayakta durdukça büyük Ahay hisarı da duracaktı. Fakat Troyalıların
en cesur savaşçıları düşmüş, Argoslulardan da —bir kaçı
yaşasa da— çoğu çoktan helak olmuş, Priam'ın şehri tutmuş olacakları
gün, Poseidon ile Apollon onu yok etmeğe karar veriyorlardı; İda
dağlarından denize akan bütün ırmakların: Rhesos'un, Eptapor'un,
Karesos'un, Rhodios'un, Granikos'un, Esep'in tanrısal Skamandros'un,
nihayet Simois'in sularını üstüne saldıracaklardır: bunun yakınlarında,
sayısız kalkanlar ve tulgalarla beraber, bütün yarı tanrı
ırkından ölümlüler tozlara yuvarlanmıştı. Foebos Apollon bütün bu ırmakların
ağızlarını birleştirmiş, hepsini hisara çevirmiş, birleşik suların
sellerini dokuz gün boyunca onun üstüne saldırtmıştır. Zeus da
aynı zamanda devamlı yağmurlar yağdırıyordu, hisar daha çabuk
silinip gitsin diye. Yeri sarsan tanrı da, üç dişli elinde, Ahaylıların
bunca emeklerle yaratabildikleri bu ağaçtan ve taştan yapılar üzerine
denizin dalgalarını sürüyordu. Böylece akıntısı çok kuvvetli Hellespontun
(Çanakkale denizinin) kıyılarını dümdüz etmişti. Ondan sonra
boylu boyunca sahilleri kumlar altında sakladı; hisar yok olmuştu.
Ondan sonra ırmaklarını eski yerlerine çevirdi, her biri güzel sularını
yeniden kendi yatağına akıtmağa başladı.
TROYALILAR HİSARI YIKMAĞA
HAZIRLANIYORLAR!
Şimdi, sağlam hisarın etrafında kavga devam ediyor, haydalar...
naralar yükseliyordu. Hisarın ağaç kısımları okların
çarpışından çınlıyordu. Zeus'un kamçısıyla ezilen Argoslular sıkışıp
karınlı gemilerin yanında durdular. Bozguna uğratmada büyük usta
olan Hektor'dan yılmışlardı. Her zamanki gibi Hektor, kavga meydanında
bir fırtına gibi görünmüştü. Köpekler ve avcılar ortasında
kalan bir yaban domuzu veya bir arslan, gücüne kuvvetine güvenerek,
hiç telâş göstermez; fakat onlar kümelenip bir duvar gibi karşısına
çıkarlar ve üstüne oklar, kargılar yağdırırlar; yine ulu gönlü ne
korkuya tutulur, ne de kaçmak arzusu gösterir: onu büyük cesareti
helak eder. Ne tarafa yüzünü çevirip yürüse (avcı) hatları bükülür.
Bunun gibi Hektor yığına karışarak arkadaşlarına hendeği aşmak için
yalvardı. Fakat tez koşan atları hendeğin önünde kararsız, pek çok
kişniyerek dış kenarında durdular: genişliği onları ürkütüyor. Hendek,
yakından bakılınca, içine atlamak da veya üstünden aşmak da hiç
elverişli değildi, boylu boyunca her iki kenarı meyilli yapılmış, öte
tarafında ise kısa, sivri kazıklar çakılmıştı. Araba çeken atlar en büyük
güçlükle bile hendeği geçmeğe girişemezdi; yayalar bile aşabileceklerinden
emin değillerdi; işte bu sırada Polydamas. yaklaşarak cesur, alp
Hektor'a şöyle dedi:
— Hektor, ve siz hepiniz, Troyalıların ve müttefiklerin başları!
Bizim yaptığımız gibi, tez koşan atlarımızı hendeğin içinden sürmek
akıllı işi değildi. Aşması çok pek çok elverişsizdir: dimdik sivri kazıklar,
karşı tarafta ise Ahaylıların hisarı var. Araba sürenler hiç bir
suretle içine inemez veya, üstünden vuramazlar: öyle bir dar geçit ki,
266/555
vücut hırpalanmadan içinden geçilemez, sanıyorum. Tepelerin
yukarısından gürliyen Zeus, ötekilere fenalık yapmak, büsbütün
mahvetmek istiyorsa, işler yolunda demektir. Ben de şu Ahaylıları
burada, Argostan uzak, utanç ve şerefsizlik içinde mahvolmuş görmek
isterim. Fakat sebat edip yüzlerini bize çevirirlerse, gemilerinden bir
karşılıklı saldırış çıkarsa ve biz o zaman gelip bu hendeğe çarparsak,
şehre gönderecek bir haberci bile bulunmıyacak. Haydin, hepimiz benim
düşündüğüm gibi yapalım: seyisler arabaları hendeğin yanında tutsunlar,
biz de, yalnız, yayan, baştan ayağa silâhlı, koyu bir yığın olarak
Hektor'un arkasından yürüyelim. Ahaylılar rahat edemiyecekler: eğer
ölümleri kararlaştırılmış ise.
Bazıları Hektor'la gittiler, kusursuz Polydamas da beraberdi.
Bunlar en cesurları, hisarı yıkıp karınlı gemilerin yanında döğüşmek
isteğiyle yananlar ve sayıları en çok olanlardı. Üçüncü olarak Kebrion
geliyordu. Hektor, arabasının yanında, Kebrion'dan değerce aşağı
başka bir seyis bırakmıştı, ikinci birliğin başında Aleksandros yürüyordu:
Alkotoos ve Agneor da onunla beraberdi. Üçüncü birliğin
başında, Priam'ın iki oğlu: Helenos ile Deifobos vardı, üçüncüleri ise
kahraman Asios idi: Hyrtokoğlu Asios, donları ateş rengi atlarlar, Selleis
suyu kenarında Arisbe şehrinden gelmişti. Dördüncünün başında
Ankis'in şenli oğlu Eneeos yürüyordu; onunla beraber de Antenor'un
iki oğlu: her türlü savaşta usta, Arkelohos ile Akames vardı. Nihayet
Sarpedon ün salmış müttefiklerin başı idi. Savaşçılar arasından
cesaretle kendisine en yakın görünen Glaukos ile Asteopeos Alpı
yanına almıştı. Hepsi ile karşılaştırıldığı zaman o (Sarpedon) apayrı
bir kahramandı. Birlikler, köseleden yapılmış kalkanları ile, Danaosluların
üzerine yürüyorlar ve Ahaylıların tutunamayıp kara gemilerine
çekileceklerini umuyorlardı.
267/555
ASİOS LAPİTHLERLE ÇARPIŞIYOR
Troyalılar ile ün salmış müttefikleri kusursuz Polydamas'ın
öğüdüne uydular. Yalnız savaşçılar başı Hyrtakoğlu Asios arabasını ve
arabacı seyisini orada bırakmak istemedi: onlarla beraber güzel yapılı
gemiler üzerine yürüdü. Akılsız adam! Canlara kıyan tanrıçalardan
kurtulamıyacak, pek güvendiği arabasıyla, gemilerden, rüzgârların
dövdüğü İlion'a dönemiyecektir, çünkü, ondan önce, adı sevimsiz Moera
(ölüm tanrıçası), şanlı Deukalionoğlu İdomene'nin mızrağı ile
kendisini sardı. Gemilerin sol kanadına, Ahaylıların ovadan dönerken
arabalarıyla ve atlarıyla taşınmış oldukları tarafa yürümüştü.
Ahaylıların tutunamayıp siyah gemilerine çekileceklerini düşünüyorlardı.
Akılsızlar! Kapıda savaşçı Lapithlerin yiğit oğullarından iki alp
karşılarına çıktı: biri Pirithoosoğlu Güçlü Polypoetes, öbürü insanlar
musibeti Ares'in bir eşi Leonteo idi. Her ikisi yüksek kapının önünde
duruyordu. Dağlarda yetişen meşe ağaçlarını andırıyorlardı ki,
başlarını, yukarıda tutarlar, her gün esen rüzgârlara, yağan yağmurlara
uzun ve kuvvetli kökleriyle karşı korlar. Bunun gibi, her ikisi
kollarına, güçlerine güvenerek büyük Asios'un saldırışına karşı koyup
tutundular, kaçmadılar. Gelenler doğru muhkem hisar üzerine, kurumuş
köseleden kalkanlarını başlarından üstün tutarak, ve korkunç bir
nara atarak yürümüşlerdi. Lapithler önce içerde kalıp bütün güzel
dolaklı Ahaylılara, gemilerini savunmak için dövüşmeğe arzu ve
cesaret veriyorlardı. Fakat Troyalıların hisara atıldıklarını görünce,
Danaoslulardan bozgun naraları yükselince, ikisi kapıya atılarak
kavgaya giriştiler. Dağda köpeklerin ve adamların baskınına uğramış
iki yaban domuzunu andırıyorlardı: baskın sesleri üzerine sıçrayıp
atılırlar, etrafındaki ağaçları köklerinden sökerek kırarlar, dişlerini
gıcırdatırlar canlarına kıyacak bir ok gelip değinceye kadar. Bunun
gibi, hücuma uğrıyan savaşçılar, üzerlerine pırıltılı tunç silâhlar gelmeğe
başlayınca kendilerinden üstün arkadaşlarına ve kendi
268/555
kuvvetlerine güvenerek, bütün güçleriyle kavgaya başladılar. Hisarın
üstünden de öbürleri taşlar atarlar, kendilerini, barakalarını ve tez
yürüyüşlü gemilerini savunmak için dövüşüyorlardı. Taşlar yere, lapa
lapa, yağan ve şiddetli bir rüzgârın, gölgeli bulutlar içinde, bereketli
toprak üzerine dalga dalga saçtığı karlar gibi düşüyorlardı. Bunun gibi
hepsinin, Ahaylıların ve Troyalıların ellerinden oklar, mızraklar
saçılıyordu. Değirmen taşları büyüklüğünde taşlar tulgalarına ve
kabarık kalkanlarına çarptıkça çınlayışlar işitiliyordu. O zaman,
şaşkınlık içinde, Hyrtakoğlu; Asios haykırarak şöyle dedi:
— Zeus Baba, sen de ne kadar çok yalanı seviyormuşsun! Ben
düşünebilir miydim ki, Ahaylı kahramanlar iç ateşimiz ve korkunç
güçlü kollarımız karşısında tutunabilecekler? Fakat onlar esnek
vücutlu eşek arılarına, veya sarp bir yol kenarında kovan düzen bal
arılarına benziyorlar ki, onları kovmağa çalışanlara karşı kafa tutup
yuvalarını terk etmezler, yavrularını korumak için kavgaya girişirler.
Bunun gibi, ancak iki kişi oldukları halde sebat edip bu kapının
önünden çekilmiyorlar: kaçmaktansa ölümü göze alıyorlar.
Böyle dedi; fakat sözleri Zeus'u kandırmadı: gönlü ile, şanı
Hektor'a vermek istiyordu.
Lapithler bu sırada canlar yakan kavgaya giriştiler. Pirilhoosoğlu
Güçlü Polypoetes mızrağı ile Damas'ın, yandurukları tunçtan
tulgasını deşti; kemik kırılarak içindeki beyin parçalandı: hemen
adamın işi bitti. Ondan sonra Pylon'u da Ormen'i de öldürdü. Ondan
sonra Antimahoğlu Hippomahos'u Ares dölü Leontea, kargısıyla,
269/555
vurarak iç kemerini deşti. Sonra sivri kılıcını kınından çekerek yığın
içinden öne Antifates'i vurdu: adam yere yuvarlanarak ezildi, sonra
ayrı ayrı Menon'u, İamen'i ve Orestes'i öldürüp yerlere serdi.
HEKTOR POLYDAMAS'I DİNLEMEK İSTEMİYOR
Bu ölülerden kıvılcım saçan silâhlarını soyarlarken, takım
takım genç savaşçılar Polydamas'ın ve Hektor'un izinden gidiyorlardı.
Bunlar hem sayıca en çoktu, hem de cesaretleri büyüktü: hisarı yıkıp
gemileri alevlere salmak ateşiyle yanıyorlardı. Henüz kararsızlık
içinde, hendeğin kenarlarında durdular. O ara onlara bir alâmet
göründü: yüksekten uçan bir kartal orduyu solunda bırakmıştı.
Pençeleriyle kızıl bir yılan tutuyordu: çok büyük, ürperen, daha yaşıyan
ve savaştan vazgeçmiyen bir yılandı. Birden geriye bükülerek kendisini
taşıyan kuşu soktu. Kartal o zaman onu kendisinden uzaklaştırarak
yere attı; duyduğu acıdan, yığının ortasına düşürdü sonra
bir haykırışla rüzgârın içine uçtu. Troyalılar ortalarında kıvranan
yılanı, Zeus'un alâmetini görünce titrediler. O zaman Polydamas yaklaşarak
Hektor Alp'a şöyle dedi:
— Hektor, dernekte, ne zaman iyi öğütler ileri sürersem, beni
kınayacak bir şey bulursun. Öyle ki, dernekte ve kavgada senden başka
türlü konuşmak yakışıksız oluyor, böylelikle şanın daima yükseliyor.
Fakat bu sefer de açık açık en uygun gördüğüm gibi konuşacağım:
Danaoslularla gemileri için savaşmıyalım, çünkü işin sonunu şöyle
görüyorum: Hisarı aşmak arzusuyla yanmakta iken Troyalılara, şimdi
görünen alâmet: yüksekten uçan ve ordumuzu solunda bırakan,
270/555
pençeleriyle henüz ölmemiş iri bir kızıl yılan tutan kartal; birden,
yuvasına ulaşmadan, yavrularına götürüp veremediği yılanı, koyverdi.
Bunun gibi biz de, büyük çabalayışlarla Ahaylıları bastırıp kapıyı zorlasak
ve hisarı yıkabilsek bile, gemilerden, gemilerini savunacak aynı
yolu tutarak, iyi bir halde dönemiyeceğız, orada Ahaylıların tunç silâhlarıyla
öldürülüp parçalanmış binlerle Troyalı bırakacağız. Tanrıları
kaderlerini gönlü ile iyi bilen bir insan, danışılsa, böyle söylerdi, insanlar
da onu dinlerdi.
Tulgası kıvılcım saçan Hektor ona yandan bakarak şöyle dedi:
— Polydamas, hoşuma gidecek bir dille konuşmuyorsun. Daha
kusursuz şeyler de söyliyemez değilsin. Gerçekten iyi düşünerek mi
bunları söylüyorsun? Öyle ise senin aklını tanrılar almış olacak. Demek,
Gürler Zeus'un istediklerini, bize kesin olarak vâ'dettiklerini unutmamızı,
kanat açıp uçan kuşlara inanmamızı istiyorsun? Benim,
böyle şeylere aldırış ettiğim yok. Kuşlar sağa; tan yerine, güneşe doğru
uçabildikleri gibi, sola; sisli, gölgeli yöne de uçabilirler. Biz yalnız
bütün ölümlüler ve ölümsüzler üzerine hükmünü süren büyük Zeus'un
isteğine iman etmeliyiz. En iyi alâmet bir tanedir, o da vatanın savunmasını
bildiren alâmettir. Sen niçin kavgadan, boğuşmadan korkuyorsun?
Biz hepimiz Argosluların gemileri yanında ölmüş olsak bile, senin
için, tatlı canın için korkacak bir şey yoktur: Senin yüreğin böyle
şeylere katlanmaz! Sen git, boğuşmadan uzaklaş, fakat başka birini
dövüşmekten alıkoyacak sözler söylememeğe dikkat et yoksa benim
kolumla vurularak kendi canından da olursun.
271/555
Böyle diyerek yolu gösterdi; ötekiler ise, yüksek ve tanrısal bir
uğultu ortasında arkasından yürüdüler. O ara Gürler Zeus, İda'nın
dağlarından tozları doğru gemiler üzerine süren bir borağan kaldırdı;
aynı zamanda Ahaylıların zihinlerini efsunladı ve şanlı Troyalılara ve
Hektor'a verdi.
Bu alâmetlere ve kendi kuvvetlerine güvenerek Ahaylıların
hisarını yıkmağa giriştiler. Fakat Danaoslular da henüz onlara yolu aç-
mak niyetinde değildiler. Kalkanlarıyla siperlerini kuvvetlendirdiler ve
oradan hisarın altına yanaşan düşmanlar üzerine ok atmağa
başladılar.
İKİ AYAS MÜDAFAAYI CANLANDIRDILAR
İki Ayas, hisarın üstünde gidip geliyorlar, emirler veriyorlar.
Ahaylıların iç ateşini alevlendiriyorlardı. Savaşçılardan kimine tatlı
sözler söylüyorlar, kavgada gevşeklik gösterenlere ise sert sözlerle
çıkışıyorlardı.
— Dostlar, Argosluların en yararlısına, ortasına ve az değerlisine,
çünkü kavgada herkes aynı değerde olmaz diyoruz ki şimdi,
herkes için görecek iş vardır, siz de kendiniz görüyorsunuz, sanırım!
Gözünüzü açan sese kulak vererek kimse arka çevirmesin, gemilerin
yolunu tutmasın. İleri yürüyün, birbirimizi cesaretlendirin; bakalım,
272/555
şimşek salan Olympos'lu Zeus bize de düşmanları geriletmeğe, şehire
sürmeğe meydan verecek mi?
Bu gibi sözlerle ve yüksek seslerle Ahaylıların savaşçılarına
cesaret veriyorlardı. Nasıl ki, kış günlerinden birinde bol bol, lapa lapa
kar yağar; tedbirli Zeus kendi oklarını insanlara göstermek için böyle
kar yağdırır: Rüzgârları önce uyutur, sonra kesiksiz kar saçar; dağların
yüksek tepeleri, denize uzanan burunlar, otları bol ova, insanların
bereketli tarlaları örtülünceye kadar kar yağar. Boz renkli denize,
koylara, yalçın yarlara da kar yağar, yalnız dalgalı fırtına, karı yener,
kalan her şey, Zeus'un karlı gününde, karlarla örtülür, bunun gibi, iki
taraftan birbirine atılan sayısız taşlar saçılır, gerek hisarın üstünden
Troyalılar üzerine, gerek Troyalıların saflarından Ahaylılar üzerine taş
yağar ve hisarın üstündebir takırdıdır gider.
SARPEDON HİSAR HÜCUMUNDA
Ne Troyalılar, ne de ün salmış Hektor hisarın kapılarını ve
uzun duvarını yıkamayacaklardı, eğer tedbirli Zeus, oğlu Sarpedon'u
Argoslulara karşı saldırtmasaydı: Kıvrık boynuzlu öküzler üzerine
atılan arslan gibi. Hemen yusyuvarlak, çekiçle işlenmiş güzel tunç
kalkanını önüne kaldırır, iki mızrak sallıyarak yola çıkar: Dağda beslenmiş,
çoktan etsiz kalmış, cesur gönlünün dürtüsü ile hayvan
sürüleri aramağa, hattâ kapalı ağıllara girmeğe atılmış bir arslan gibi;
öyle ki, karşısına, sürülerini bekliyen çobanlar köpekleri ve demirli
sopalarıyla çıksalar bile, ağıla girmek sınamalarında bulunmadıkça
kaçmağı düşünmüyor; ya üstüne atılıp avını kapacak, veya çevik bir
273/555
elin fırlatacağı kargı ile vurulacak. Bunun gibi, tanrılar benzeri
Sarpedon, yüreğinin cesaretiyle, hisarı ve siperlerini yıkmağa atılmıştı.
Hemen, o ara, Hippolohosoğlu Glaukos'a seslenerek şöyle dedi:
— Glaukos, bizi, Lykia'da niçin el üstünde tutuyorlar, etlerle,
tatlı şarapla ağırlıyorlar? Orada bize niçin tanrılar gibi saygı gösteriyorlar?
Niçin Ksanthos suyu vadisinde, bağa da buğday ekinine de
elverişli gayet geniş topraklardan faydalanıyoruz? Böyle olunca, bugün
vazifemiz, kızgın kavganın gereklerince, Lykialıların ilk safında durmak
değil midir? O zaman, zırhları sağlam Lykialılar şöyle diyecekler:
Lykia'da kumanda eden Hanlar şanlı insanlardır, yalnız semiz koyunlar
yemezler, seçkin şarap içmezler; cesaretleri. büyük değerleri de
vardır, çünkü Lykialıların ilk safında dövüşüyorlar!.. Hey sevgili
dostum, eğer bu harpten kaçınmakla ileride, sonsuz bir zaman içinde,
bize ihtiyarlık ve ölüm dokunmadan yaşamamız mümkün olsaydı, ne
ben ilk safta dövüşmeğe atılırdım, ne de seni insanın şan kazandığı
kavgaya yollardım. Fakat herhalde ve her ne yapılsa sayısız ölüm tanrıları
tuzak kurmakta ve hiçbir ölümü onlardan sıvışamamakta
olduğundan haydi bakalım biz mi şanı başka birisine vereceğiz, başka
biri mi bize verecek?
Böyle dedi, Glaukos itiraz etmedi ve davetten kaçırılmak
istemedi. İkisi doğru ileri yürüyerek büyük Lykia ordusuna kılavuzluk
ettiler. Onları görünce Peteosoğlu Menesthe, titredi: Hisarın kendi kısmına
doğru, felâketi getirmek üzere, ilerliyorlardı! Bütün hisar üzerine
kaygılı bir göz dolaştırarak gelen belâyı uzaklaştırabilecek bir kahraman
aradı. Kavgaya doymaz iki Ayas'ı gördü, Teukros da o ara
barakasından çıktı. Bunlar uzak değildiler ama, bağırarak sesini işittiremiyordu:
Kavganın yükselen çığlıkları, atılan taşların, okların
274/555
kalkanlara, sorguçlu tulgalara ve kapalı duran kapılara çarpmasından
çıkan devamlı tıkırdılar buna engel oluyordu. Tezlikle Ayas'a Theotes
çavuşu yolladı:
— Git, tanrısal Theotes, koş, Ayas'ı çağır; her iki Ayas'ı
çağırsan çok daha iyi olur; yoksa burada, çok geçmeden ölüm uçurumu
açılacak; Lykia Hanları öyle ağır basıyorlar ki... Canlara kıyan
kavgada onlar daima yamandırlar. Eğer orada da kavga işleri zorlu ise
yalnız Telmonoğlu Ayas gelsin, yanında yay atıcılığında usta Teukros'u
da alsın.
Böyle dedi. dinliyen kahraman itiraz etmeden, hemen yola çıktı,
tunç cebeli Ahaylıların hisarı boyunca yürüyerek iki Ayas'ın yanına
geldi, canlı canlı konuşarak onlara şöyle dedi:
— Hey, tunç cebeli Ahaylıların başları, iki Ayas! Zeus dölü
Petesoğlu size, kısa bir zaman için olsun, oraya gidip önüne çıkan
kavgada yardım etmenizi rica ediyor; ikiniz beraber olsanız çok daha
iyi olurdu; yoksa, çok geçmeden, orada ölüm uçurumu açılacaktı;
Lykia Hanları öyle ağır basıyorlar ki... Canlara kıyan kavgada onlar
daima yamandırlar. Eğer burada da kavga işleri çok zorlu ise hiç olmazsa,
yalnız şanlı Telamonoğlu Ayas gelsin, yanına da yay atıcılığında
usta Teukros'u alsın.
275/555
Böyle dedi, ve Telamanoğlu büyük Ayas itiraz etmedi; hemen
Oileas'ın oğluna şu kanatlı sözleri söyledi:
—Ayas, ikiniz, sen ve şanlı Lykomedes oğlu burada kalın;
Danaosluları açık kavgaya alıştıradurun, kendim oraya gidip kavgaya
gelenleri karşılıyayım; gereken yardımda bulunduktan sonra hemen
dönerim.
Böyle Diyerek, Telamanoğlu Ayas gitti; anababa bir kardeşi
Teukros da beraber yürüdü. Pandion da beraber giderek Teukros'un
bükeyli yayını taşıdı. Hisarın iç cephesinden yürüyerek ulu gönüllü
Menesthe'nin kulesine gelince, düşmanın çok sıkıştırdığı insanların
yanına gelmiş olduklarını gördüler. Orada, Lykialıların yiğit başları ve
kılavuzlarının siperlere siyah bir boragan gibi tırmandıklarını
gördüler. Hemen hepsi bir cephe savaşına giriştiler; korkunç naralar
yükseldi.
İlk olarak Ayas, Telamanoğlu bir adam, Sarpedon'un dostu
Epikles'i öldürdü. Bir siperin üstünden orada bulunan pürtüklü bir
büyük taşla vurdu. Bugünkü insanların en güçlülerinden biri, o taşı iki
eliyle zor kaldırabilirdi. Kaldırıp yukarıdan attığı bu taş tulgayı çiğniyerek
başın bütün kemiklerini ezdi. Epikles yüksek duvarın üstünden
bir dalgıç gibi yuvarlandı. Kemiklerinden hayat ayrılmıştı. Teukros da,
bir okla, güçlü Hippolohos'un oğlu Glaukos'u, duvara tırmanırken
vurdu; kolunun örtüsüz kalan bir yerinden vurmuş, adamı savaş dışı
bırakmıştı. Glaukos duvarın üstünden, kimse görmemek üzere arkaya
sıçramıştı: Bir Ahaylının onu yaralı görmesini ve sonra gidip
276/555
övünmesini istemiyordu. Glaukos'un ortadan çekildiğini gören
Sarpedon, çok kaygılandı; fakat kavga işlerinde hiç bir ihmal göstermedi,
mızrağı ile Theostoroğlu Alkmon'u deşti, sonra silâhı kendi
tarafına alırken Alkmon, alnı önde olarak, düştü ve kıvılcım saçan tunç
silâhları böğürleri üstünde çınladı. Sarpedon çok güçlü elleriyle siperin
bir parçasını yakaladı ve kendine çekerek kopardı; bunun üzerine
duvarın üstü müdafaasız kaldı, Sarpedon böylelikle savaşçılarna bir
yol açmış oldu.
Ayas ile Teukros işbirliği ettiler. Teukros'un attığı ok,
Sarpedon'un bütün vücudunu örten kalkanının parlak kayışına değdi.
Fakat Zeus, oğlundan ölüm tanrıçalarını uzaklaştırdı; Gemilerin
pupaları önünde can vermesini istemiyordu. Ayas sıçrayıp kalkanı
sançtı; mızrak deşip geçirmediyse de, en aşağı yiğit savaşçıyı hareketsiz
bıraktı. Sarpedon biraz siperden ayrıldı, fakat apaçık geri çekilmiş
görünmek istemedi: Yüreği daima zafer şanını kazanmak
ümidindeydi. Dönerek Lykialılara şöyle hitap etti:
— Lykialılar, iç ateşinizin güçlülüğü gevşemesin. Gücüme
kuvvetime güveniyorum da, kendi başıma hatları bozmak ve size gemilerin
ortasına giden bir yol açmak benim için kolay değildir. Benimle
beraber çalışınız; ne kadar çok olursak işi o kadar daha iyi yaparız.
TROYALILAR HİSARI ALIYORLAR
277/555
Böyle dedi onlar da birleşmeğe çağıran sesinden korkuya
düşerek, dernekte rey sahibi büyük Hanın etrafına daha çok yaklaştılar.
Ellerinde sivri temrenli mızraklarını tutarak duvarın dışarıya
uzanmış destek taşlarına tırmanıyorlardı. Bu ara Hektor bir taş
yakalayıp kaldırdı. Kapının önünde duran bu taşın alt tarafı geniş,
üstü sivriydi. En kuvvetlilerinden iki kişi, bugünün en güçlü kuvvetli
iki adamı bu taşı kaldırıp bir arabanın üzerine büyük güçlükle koyabilirlerdi.
O ise, kendi başına, o taşı kolaylıkla kaldırıp salladı: Hileler
düşünen Kronosoğlu hafifletmişti. Bir çoban bir koçun yapağısını zahmetsizce
nasıl bir eliyle taşıyabilirse, Hektor da onun gibi, kaldırdığı
taşı taşıyıp kapalı kapının çok sağlam iki kanadı önüne götürdü içerden
kapı kanatlarını karşılıklı iki kol demiri tutuyor, bunlara bir de
kilit takılmış bulunuyordu. Kapıya yakın durup taşı bütün kuvvetiyle
iki kanadın ortasına fırlattı. Kol demirinin çökmesiyle, iki kanadının
parçalanması üzerine, müthiş bir takırdı ile kapı darmadağın oldu, taş
da iç tarafa düştü. Ün salmış Hektor öte tarafa atıldı. Tez giden gecenin
heybetini almıştı. Vücudunu örten tuncun parıltısıyla parlıyor ve
eline iki mızrak almış bulunuyordu. Kapıyı aştığı anda onu gemilerden
ancak bir tanrı uzaklaştırabilirdi. Gözleri alev alev olmuştu. O zaman
yığına dönerek Troyalılara duvara çıkmak emrini haykırdı. Davete itaat
ettiler. Vakit geciktirmeden kimileri duvardan sıçrayarak, kimileri
kapıları aşarak ilerlediler. Danaoslular koca karınlı gemilere doğru
kaçıştılar, arkası gelmiyen bir kargaşalık yükseliyordu.
278/555
ŞAN : XIII
POSEIDON, AHAYLILARA YARDIM EDiYOR
Zeus, Troyalılarla Hektor'u gemilerin yanına getirdikten
sonra, durmadan kaygılara, talihsizliklere uğrattı; ışıklı gözlerin; onlardan
alarak atlara düşkün Thrakialılara, yakından dövüşmede usta
Mysialıların, yalnız sütle yaşıyan şanlı Hippemolgların, ve insanların
en doğruları Abieslerin yerlerine çevirmişti. Artık ışıklı gözlerini Troya
üzerine çevirmiyor, ölümsüzlerden birinin gelip Troyalılara ve Danaoslulara
yardımda bulunabileceğine gönlü ile inanmıyordu.
Fakat yeri sarsan da gözleri kapalı nöbet beklemiyordu:
Savaşa, kavgaya meraklı, ormanları bol Samothrakia'nın en yüksek tepesine
çıkıp oturmuştu. Oradan bütün İda'yı görüyordu; Priam'ın
şehri de Ahaylıların gemileri de gözlerinin altında idi. Denizden çıkıp
oraya oturmuş, Troyalılara yenilmekte olan Ahaylılara acıyor, Zeus'a
çok kızıyordu.
Birden, sarp dağdan inerek çabuk. geniş adımlarla yürümeğe
başladı; ve yüksek dağlar, orman, herşey yürümekte olan Poseidon'un
ölümsüz ayakları altında titriyordu. Bacaklarını üç defa açıp ilerledi,
dördüncüsünde hedefe: Eges'e ulaşmıştı; orada, denizin derinliklerinde,
kıvılcım saçan, ün salmış, hiç yok olmaz altın sarayı vardı Oraya
gelince, arabasına tunç ayaklı, tez uçuşlu iki at koştu; alınlarında altın
yele vardı. Kendi de altın giyindi, eline sanatla işlenmiş bir altın kamçı
aldı; sonra arabasına binerek dalgalar üzerine sürdü. Deniz canavarları,
sıçraya sıçraya, gizlendikleri yerlerden çıkarak pek iyi tanıdıkları
Hanlarını selâmladılar. Deniz, sevinç içinde geçit veriyor, araba bütün
hızı ile uçuyor, ve altındaki tunç dingil ıslanmıyor bile. Atlar tanrıyı
Ahaylıların gemilerine götürüyorlardı.
Denizin en derin uçurumlarında, Tenedos ile kayalık İmbros
arasında geniş bir mağara vardır. Yeri sarsan Poseidon, burada, atlarını
durdurup koşumdan çözdü, önlerine tanrısal yemlerini koydu;
sonra, ayaklarına kırılması veya çözülmesi imkânsız altın bukağılar
taktı. Atlar orada durup, Ahaylıların ordusuna gitmek üzere ayrılan
tanrısal sahiplerini bekleyeceklerdi.
Troyalılar, yığınlarla, alev gibi ve burağan gibi. ölçüsüz bir iç
ateşi içinde, naralar ve uğultular ortasında, Priamoğlu Hektor'un arkasından
gidiyorlardı. Niyetleri, Ahaylıların gemilerini yakalamak ve
bütün kahraman savaşçıları orada öldürmekti. Fakat yeri sarsan Poseidon,
Argosluları cesaretlendirdi; derin denizden çıkıp Kamas'ın
kılığına girdi ve hiç gevşemez sesiyle, en önce, iki Ayas'a, iç ateşleri
alevli olan bu iki kahramana şöyle dedi.
— Siz iki Ayas, Ahay ordusunu kurtaracak sizsiniz yalnız
cesaretinizi hatırlayın, yürekleri üşüten korkuyu, bozgunu aklınıza getirmeyin.
Yığınlarla hisarınızı aşmağa gelen kolları korkunç Troyalıların
hat üzerindeki başka hiç bir noktasından korkmayın; bizim
dolakları güzel Argoslular onların hepsini tutabileceklerdir; yalnız hat
üzerinde korktuğum başımıza bir şey gelir diye müthiş korktuğum bir
280/555
nokta vardır, o da aleve benzer bir kuduzun. Güçlü Zeus dölü olmakla
övünen Hektor'un kumandası altındaki noktadır. Hay sizin de
yüreklerinize tanrılardan biri etkisini yürütse de yiğitçe durmasını
bilseniz, başkalarına da bu yolda emirler verseniz! O zaman bütün
alplığına rağmen, onu tez yürüyüşlü gemilerden belki de uzaklaştırırdınız,
iç ateşini alevlendiren Olympos'lunun kendisi olsa bile.
Böyle dedi, ve Yerin sahibi Yeri sarsan, değneğiyle onlara dokunarak
yüreklerini en yüksek bir iç ateşiyle alevlendirdi. Sonra, sarp
bir yüksek kayanın üstünden bir av kuşuna atılan tez kanatlı çaylak
nasıl uçarsa, onun gibi Yeri sarsan Poseidon onlardan uzaklaştı. Fakat
Oileus oğlu ayağına çabuk Ayas, ilk olarak, onu tanıdı ve Ayas
Telamanoğlu'na şöyle dedi;
— Ayas, bizi, ikimizi, kâhinin kılığı ile, gemilerin yanında
savaşmağa böyle davet eden Olympos'un sahipleri tanrılardan biridir.
Kuşların alâmetlerinden tanrıların kaderini bilen kâhin değildi bu.
Uzaklaşırken, arkasından, bacaklarının ve ayaklarının gidişine
bakarak, bir tanrı olduğunu bildim. Tanrılar kolaylıkla kendilerini
tanıtırlar. İşte, şu anda, göğsümün içinde yüreğim en yüksek bir
savaşıp dövüşmek arzusu içindedir.
Ayas Telamanoğlu ona şöyle cevap verdi:
281/555
— Ben de şu anda mızrağımı tutmakta olan çok kuvvetli ellerimin
iç ateşinden titrediğini, yiğitliğimin ayaklarımdan bütün vücuduma
yükselip yayıldığını hissediyorum. Hattâ, kendi başıma, gidip
ölçüsüz bir iç ateşi içinde olan Priamoğlu Hektor'la dövüşmek arzusu
ile yanıyorum.
Bir tanrının yüreklerine koyduğu ateşli savaşçılık sevinci
içinde birbiriyle böyle konuşuyorlardı. Bu ara, Yeri sarsan arkada;
güzel yapılı gemilerin yanında, rahat nefes alarak yüreklerine kuvvet
vermekte olduğu Ahaylıları cesaretlendiriyordu. Yeri sarsan en önce
Teukros ile Leitos'un, kahraman Peneleos ile Deipyros'un, nihayet
Merion ile Antilohos'un, genç savaş ustalarının yanına gelerek kanatlı
sözler söyledi:
— Ayıp size genç Argoslu savaşçılar! Size güvenim vardır.
Savaşırsanız gemilerimizi kurtarırsınız. Fakat acılar kaynağı kavgayı
bırakırsanız, çok geçmeden, bizim için Troyalıların altında mahvolmak
günü gelecektir. Vah, vah! Gözlerimle ne şaşılacak şeyler, eskiden
olabileceğini asla hatırıma getirmediğim şeyler görüyorum: Troyalılar
gemilerimizin yanında, ha! Eskiden, ormanda, çakalların, panterlerin,
kurtların yemi olmağa mahkûm, şaşkına dönmüş, kaçmaktan başka
bir şey yapamaz, savunmağa cesaretsiz, isteksiz dişi geyiklere benziyen
Troyalılar, eskiden, bir ân bile Ahaylıların ateşli yiğitliğine, kuvvetli
kollarına karşı savaşmak hadleri olmıyan Troyalılar, şimdi şehirlerinden
uzak, koca karınlı gemilerimizin yanında dövüşebiliyorlar! Bir
Hanın hatâsı, ve bir karşılık olarak, savaşçıların onu terketmesi
yüzünden, bugün, Argoslular tez yüruyüşlü gemilerimiz için
dövüşmekten kaçıyorlar ve gemiler arasında yığınla ölüyorlar. Fakat
kabul edelim ki, Atreoğlu, güçlü kuvvetli Agamemnon Han, ayağına
282/555
çabuk Peleoğluna hakaret ettiği için, tamamiyle suçludur, bunun için
bizim bugün kavgadan kaçmağa hakkımız olabilir mi? Hayır, çabuk
fenalığa çare aramalıyız: Yiğitlerin aklı çare ve tedbir kabul eder. Siz,
ordunun en iyi savaşçıları, burada, ateşli yiğitliğinizi unutup kavgadan
uzaklaşmayı bir şeref sayamazsınız. Bir korkak, dövüşmekten kaçınsa
ben gidip ona çıkışacak değilim. Fakat sizleri bütün gönlümle ayı-
plarım. Delikanlılar, böyle, gevşeyip kavgadan uzak durmakla fenalığın
daha kötü olmasına sebep oluyorsunuz. Her biriniz, ayrı ayrı,
yüreğinize utanç, kınama hislerini yerleştiriniz. Şu saatte kavganın en
büyüğü başlamıştır: Narası gür Hektor alp, gemilerimizin yanıbaşında
dövüşmektedir; kapıyı ve büyük kol demirini söküp kırmış
bulunmaktadır.
Yerin sahibinden gelen böyle cesaretlendirici sözle Ahaylıları
dimdik ayağa kaldırdı. Çok geçmeden, iki Ayas'ın etrafında kuvvetli
birlikler toplanmıştı. Şimdi Ayas ve savaşçılar kılavuzu Athene gelip
kusur arasalar kınayacak hiçbir şey bulamazlar: Savaşçıların en iyileri
artık Troyalıları ve tanrısal Hektor'u beklemeğe hazırdılar: Mızrak
mızrağa, kalkan kalkana, zırh zırha, tulga tulgaya, er ere karşı
duracaktır.
AHAYLILARIN SAVUNMASI
Troyalılar yığınlarla hücum ediyorlar başlarında ateşli azgınlığı
ile Hektor vardır. Fırtına sağanaklarıyle kabaran ırmak, önüne
çıkan engelleri yıkar, yüksek bir kayanın tacı gibi duran yuvarlak taşı
koparıp aşağı alır, yıkarlardan coşkun bir akışla yayılırken orman çağıl
283/555
çağıl çağlar; taş da durmadan yuvarlana yuvarlana ovaya gelip ötesi
kalmayınca bütün hızına rağmen artık yuvarlanmaz olur; bunun gibi
Hektar da haykırarak tehditte bulunuyor, kolaylıkla Ahaylıların
barakaları ve gemileri arasından, ölüm saçarak denize kadar sürebileceğini
söylüyordu; fakat karşısına sık toplanmış kuvvetli birlikler
çıkınca sarsılmış bir halde durakladı. Ahaylıların oğulları kılıçlarıyla,
iki temrenli mızraklarıyla önünü kesiyorlar, hattâ püskürtüyorlar.
Sarsılarak geriledi ve bütün Troyalıların işitebileceği yüksek bir sesle
haykırdı:
— Troyalılar, Lykialılar, yakından dövüşmede usta Dardanlılar!
iyi tutunun! Ahaylılar beni çok durduramazlar. İstedikleri gibi,
karşıma bir hisar çekmek üzere toplanıp gelsinler: Çok geçmeden,
mızrağımın altında, bozulup çekileceklerine inanıyorum: Eğer, beni
harekete getiren tanrıların en büyüğü, Here'nin Gürler sesli kocası ise.
Böyle deyip herkesin yüreğinde iç ateşini alevlendirdi.
Aralarında Priamoğlu Deifobos, yüksekten düşünerek, ileri atıldı,
önünde tuttuğu yusyuvarlak kalkaniyle yürüyüşünü gizliyerek hafif
adımlarla ilerledi. Merion nişan alarak parlak mızrağını Deifobos'un
öküz köselesinden yuvarlak kalkanına değdirdi. Fakat uzun mızrak
deşip geçmedi, ondan önce sapa takıldığı yerden kırıldı. Kahraman
Merion zafere erişemediğinden ve silâhı kırıldığından, büyük bir can
sıkıntısı içinde, barakada bırakmış olduğu uzun mızrağı aramak üzere,
gemiler ve barakalar arasında yürüdü
284/555
Bu sırada, öbürleri hücum ediyor, sonu gelmiyen bir uğultu
yükseliyordu, ilkin Teukros Telamanoğlu bir adam: Atı kısrağı bol
Mentor'un kavgaya düşkün oğlu İmrios'u öldürdü. Priam'ın halayıktan
kızı Medesikaste'den doğmuş olan İmbrios, Danaosluların iki yandan
karınlı gemileri geleliberi, İlion'a gelmişti; kendisine oğulları gibi saygı
gösteren Priam'ın yanında oturuyordu. Telamonoğlu, uzun mızrağıyla
onu kulağından sançıp silâhı geri çekti; adam boylu boyunca yere
düştü. Bir dağın tepesinde, en uzaktan görülen meşe ağacı, oduncunun
tunç baltasıyla kesilerek yeşil yapraklarını toprak üzerine sererek nasıl
düşerse, onun gibi İmbrios da düştü, üstünde kıvılcımlı silâhları çınladı.
Teukros silâhlarını soymak arzusunun ateşiyle yanarak sıçradı,
ama atıldığı anda, Hektor, parlak kargısını üstüne fırlattı. Öbürü gelen
silâhı görerek vuruştan tam vaktinde korundu; mızrak Kteatos'un oğlu
ve Aktor'un torunu Amfimahos'u göğsünün ortasından vurdu. Adam
takırdı ile düştü, üstünde silâhları çınladı. Hektor, ulugönüllü
Amfimahos'un başındaki tulgayı soyup almak için tam atılırken, Ayas,
parlak mızrağı avucunda, fırladı, bunun üzerine Hektor iki ölünün arkasına
çekildi; Ahaylılar ölüleri kendi taraflarına çekebildiler. İki Ayas,
coşkun bir iç ateşi içinde, İmbrios'u yakaladılar. İki aslan, avladıkları
bir keçiyi, beyaz dişli köpeklerin sıkıştırması üzerine, toprağın üstüne
çeneleriyle kaldırarak sık ormanlık arasına götürürler, bunun gibi, iki
Ayas, başındaki tulgayı soyup almak üzere cesedi kaldırıp götürdüler.
Oileoğlu, Amfimahos'un ölümünden coşmuş, başı nazik boynundan
ayırarak yığın arasından bir top gibi fırlattı; baş, Hektor'un ayaklarına
kadar giderek tozun içinde düştü.
İDOMENE'NİN KAHRAMANLIKLARI
285/555
Poseidon, canlara kıyan kavgada torununun düştüğünü
görünce yüreği öfke ile doldu. Ahaylıların barakaları ve gemileri boyunca
gidip gelerek Danaosluları cesaretlendirmeğe, Troyalılara kaygılar
hazırlamağa koyuldu. Ün salmış savaşçı İdomene'ye rastgeldi.
Yeri sarsan, Etolialıların Hanı Andremon'un oğlu Thoas'ın sesiyle
hitap ederek şöyle dedi:
— İdomene, Giritlilerin saylavı, söyle bana, Ahaylıların Troyalılara
savurup durdukları tehditler ne oldu?
Giritlilerin başı İdomene buna karşı şöyle dedi.
— Thoas, benim bildiğime göre, bunda kimse suçlu değildir.
Hepimiz kavga etmesini biliyoruz. İçimizden herhangi biri merhametsiz
kavgadan sıvışırken yüreği gevşemiş, korkuya kapılmış değildir.
Herhalde güçlü kudretli Kronosoğlu Zeus'un gönlü öyle istiyor ki,
Ahaylılar burada, Argos'tan uzak, şerefsizlik içinde mahvolsunlar.
Thoas, sen daima kavgada sebat göstermiş bir savaşçısın, gevşediğini
gördüklerini de cesaretlendirmesini bilirsin. Haydi! Bugün, kendin,
olduğun gibi kal, herkesin de yüreğine cesaret vermeğe çalış.
Yeri sarsan cevap vererek şöyle dedi:
286/555
— İdomene, bugün yüreği gevşeyip kavgadan sıvışmak istiyecek
her kim varsa, Troya'dan vatanına dönmesin, burada kalsın,
köpeklere yem olsun! Git, silâhlarını takınıp yine buraya gel. İkimiz,
işbirliği etmeğe çalışmalıyız, yalnız ikimiz kalsak bile, bakalım, bir
şeye yarıyabilecek miyiz? Korkaklar bile, başkalarına dayandıkları zaman,
yüreklerine cesaret gelir.
Böyle deyip, insanların kavga işlerine katıldı. İdomene güzel
yapılı barakasına gitti, vücudunu güzel silâhlarıyla örttü, eline iki
mızrak alarak oradan ayrıldı. Tunç silâhlar içinde, İdomene,
Kronosoğlu'nun, kolu ile tutup Olympos'un yukarısından ölümlülere
bir alâmet göstermek için fırlattığı kamaştırıcı şimşeğe benziyordu.
Barakaya yakın bir yerde şanlı seyisi Merion'a rastlıyarak şöyle dedi:
— Molosoğlu, ayağına çabuk Merion, yarenlerimin en sevgilisi!
Canlara kıyan kavgayı bırakıp buraya ne yapmağa geldin? Yaralı
mısın? Bir okun verdiği acılar içinde misin? Yoksa, bana bir haber mi
getiriyorsun?
Akıllı tedbirli Merion cevap verdi:
— İdomene, tunç cebeli Giritlilerin saylavı, barakadan bir
mızrak arayıp almak için geliyorum: Yanımdakini küstah Deifobos'un
kalkanına değdirerek kırdım.
287/555
Giritlilerin başı İdomene ona karşı şöyle dedi:
— Barakada mızraklar, istediğin kadar, bir tane de, yirmi tane
de bulursun. Öldürdüğün Troyalılardan soyup aldığım mızraklardır.
Düşmanlardan uzak kalmağı düşünmediğim için, barakamda kargılar,
kabarık kalkanlar, tulgalar, parlaklığı neşe veren zırhlar da var.
Akıllı tedbirli Merion cevap vererek şöyle dedi:
— Benim de barakamda ve kara gemimde bir miktar Troya
soykası vardır, fakat gidip alması uzak geliyor. Ben de hiç bir zaman
cesaretten uzaklaşmamış olduğumu söyliyebilirim. Benim, nasıl
dövüştüğümü başka Ahaylılar görmemiş olabilir, fakat sen beni iyi
tanıyorsun, sanırım.
Buna, Giritlilerin başı şöyle cevap verdi:
— Senin yiğitliğini ben bilirim, böyle konuşmana ne hacet? Diyelim
ki şimdi, hepimizin, savaşçıların cesareti, kimin yiğit, kimin
korkak olduğu orada belli olur: Korkağın yüzü renkten renge girer; bir
yerde durup sebat etmez; göğsünde yüreği ölüm tanrıçalarını hatırladıkça
güm güm çarpınır, dişleri zangır zangır takırdar. Cesur ise, hiç
renk vermez, pusuda yerini aldıktan sonra hiç telâş; göstermez. İşte
288/555
böyle bir fırsatta iç ateşine, kollarının gücüne diyecek söz yoktur.
Fakat böyle durup ahmak ahmak konulmakla vakit geçirmiyelim; bizi
açık açık kınayabilirler. Haydi git, barakadan istediğin gibi sağlam bir
mızrak al.
Böyle dedi, ve azgın Ares'in benzeri Merion çabuk gidip
barakadan bir tunç mızrak aldı; sonra İdomene'nin izinden yürüyerek
artık kavgaya girmekten başka bir şey düşünmedi, insanlar musibeti
azgın Ares'in kendisi, yanında, en dayanıklı savaşçıyı bile kaçışa veren
sevgili ve yiğit oğlu Korkut: ikisi de silâhlanmış, kavgaya doğru
yürürler; Thrakialı Efyrlere, oradan da, ulu gönüllü Flegioslara uğrarlar,
ve iki tarafın dileklerine kulak asmazlar, kendi dilettikleri gibi,
ikisinden birine zafer şanını verirler. Tıpkı bunlar gibi, savaşçı başları
Merion ile İdomene alev saçan tunç silâhlar içinde kavgaya katılmak
üzere yanyana yürüyorlardı. Merion, ilkin, arkadaşına şöyle dedi:
— Deukalion oğlu, hangi yönden kavgaya sokulmak niyetindesin?
Ordunun sağ kanadından mı, ortadan mı, sol kanadından
mı? Başları saçlı Ahaylıların başka noktalarda kavgaya hâkim kalabileceklerini
sanıyorum.
Buna cevap olarak İdomene, Giritlilerin başı şöyle dedi:
— Ortadaki gemileri koruyacak başkaları vardır: İki Ayas ile
Teukros: Bütün Ahaylıların en iyi yay çekicisi yakından dövüşmede de
289/555
birincidir Priamoğlu Hektor'a karşı, alplığı ve yiğitliği ne derece ateşli
olursa olsun, bu kahramanlar kavgaya girişmesini çok iyi bileceklerdir;
Kronosoğlu, kendi gelip güzel gemilerimize alevli bir kundak atmazsa...
Haydi, biz ikimiz, sol kanada yürüyelim, bakalım, zafer şanını biz
bir başkasına mı vereceğiz, bir başkası mı bize verecek, görelim.
Böyle dedi; Ares'in benzeri Merion başa geçerek yürüdü;
İdomene'nin söylediği noktaya geldiler.
Troyalılar, yiğitliği aleve benziyen İdomene ile seyisini, sanatla
işlenmiş tunç silâhlar içinde görünce, birlikler arasında birbirlerine
cesaret vererek ona karşı yürüdüler. Çarpışma, gemilerin pupaları
yakınında oldu. Çağlayışlı rüzgârlar esip fırtına nasıl koparsa, yollardaki
bol tozlar toplanıp nasıl bir bulut haline gelirse, bunun gibi, iki
tarafın savaşçıları katışıp bir kavga yığını haline geldiler. O yığın ortasında,
hepsi, birbirlerini sivri tunç temrenlerle kırıp geçirmek
ateşiyle yanıyorlardı.
Kronos'un iki güçlü kudretli oğlu, ayrı niyetlerle, kahraman
savaşçılara can yakıcı kavgalar hazırlıyorlardı. Zeus, ayağına çabuk
Ahilleus'un şanını yükseltmek için, Troyalıların ve Hektor'un üstün
gelmesini istiyor, ama Ahaylılar ordusunun İlion hisarı önünde mahvolmasına
da razı değildir; yalnız Thetis'e ve çok değerli oğluna şanlı
bir saygısı olduğunu göstermek dileğindedir. Poseidon ise, Argosluları
cesaretlendirmek için, kimse farkına varmadan, beyaz denizin içinden
çıkıp gelmişti. Troyalıların altında yenildiklerini düşünmek ona çok acı
geliyor; Zeus'a müthiş kızıyor, ikisinin doğuştan ve babadan yana
290/555
kaynakları birdir, fakat Zeus ağabeydir ve Poseidon'dan fazla bilgisi
vardır. Bunun için Poseidon, Ahaylılara açık açık yardımdan çekiniyor;
yalnız bir ölümlünün çehresiyle orduya karışarak herkesin yüreğinde
kavga iç ateşini alevlendirmeğe çalışıyordu. İki tanrı, her iki orduyu
sarmakta olan güçlü savaşın ve kimseyi esirgemiyen kavganın koparılmaz,
çözülmez düğümünü sıkmakta idiler: Bu düğüm yüzlerce
savaşçının dizlerini çöktürür.
O sırada, kırlaşmış İdomene, Danaoslulara öğütler vermekle
kalmıyor, kendi de Troyalılara saldırıyor, aralarında bozgun havası
yaratıyordu. Kolere'den gelip Troya'ya kapanmış olan Othryone'yi
öldürdü. Kavganın ortaya yaydığı gürültü üzerine gelip Priam'dan en
güzel kızını, Kasandra'yı istemişti. Hediyeler getirmiyordu, ama
Ahaylıların oğullarını Troya'dan uzaklaştırmak gibi bir kahramanlık
göstereceğini vâ'dediyordu; Priam da kızı vereceğine söz vermişti. O
da söze güvenerek kavgaya girişmişti. İdomene nişan alarak, gurur
içinde ilerlemekte olan adamı mızrağı ile vurdu. Tunç temren, zırhı
deşerek adamın karnına saplandı. Takırdı ile yere düştü, İdomene de
zafer nârasıyla haykırdı:
— Hey, Othryone! Bütün insanlar arasında seni kutlanmağa
yakışır görürüm, eğer gerçekten, kızım almak için Dardanoğlu Priam
ile anlaştığın gibi, verdiğin sözü tutmak niyetinde isen! Fakat güzel
İlion şehrini yıkmak için bizimle birleşmeğe söz verseydin, biz de bu
gibi vaitleri dinlerdik: Sana Atreoğlu'nun en güzel kızını verirdik, karın
olmak üzere Argos'tan kaldırır, memleketine getirirdik! Hem biz
düğün hediyelerine bakar insanlar da değiliz.
291/555
Böyle deyip, kahraman İdomene, Othryone'yi ayaklarından
çekiyordu; bu ara, cesedi kurtarmak için yayan çıkagelen Asios,
İdomene'yi öldürmek arzusuyla yanıyordu.
Fakat İdomene, önce davranarak, mızrağı ile, boğazından,
çenesinin altından vurdu ve tunç temreni diline kadar bastırdı. Adam
yere yuvarlandı, atlarının ve arabasının önünde kanlı tozu avuçluyordu.
Arabacısı ise, öyle bir şaşkına dönmüştü ki, düşmanların elinden
atları ve arabayı Troyalıların saflarından güzel dolaklı Ahaylıların saflarına
doğru sürüyordu.
DEİFOBOS İLE ENE'NİN ARAYA GİRMESİ
Bu sırada Deifobos, Asios'un yası içinde, İdomene'ye yaklaşarak
üstüne parlak mızrağını fırlattı. Fakat, farkına varan İdomene
tunç silâhı kendinden uzaklaştırdı. Öküz köselesinden ve kamaştırıcı
tunçtan yapılmış, yusyuvarlak kalkanının arkasına saklanmış, altına
büzülmüş ve tunç mızrak üstten kalkana hafifçe dokunarak geçmişti;
bundan kuru bir çınlayış çıktı. Bununla beraber Deifobos'un ağır eliyle
attığı mızrak boşuna gitmedi, kayarak savaşçılar çobanı Hippase'nin
oğlu Hypsenor'a değdi, diaframın altından karaciğerini deşmesiyle
adamın dizleri çöktü. Deifobos küstah bir zafer nârasıyla haykırdı:
292/555
— Artık Asios, yattığı yerde, öcü alınmamış yatmıyor. Diyebilirim
ki, Hades'in sert zindancısı, şimdi benim gönderdiğim arkadaşı
içeri alırken yürekten sevinecektir.
Böyle dedi, ve bu zafer narası üzerine Ahaylıları derin bir
keder aldı. Herkesten çok akıllı tedbirli Antilohos'un yüreği heyecanlandı.
Fakat büyük kederi içinde dahi arkadaşını ihmal etmedi, onu
korumağa, kalkanıyla örtmeğe koştu. İki arkadaş daha, Eklios oğlu
Mekiste ile tanrısal Alastor yanına sokularak ölüyü ağır hıçkırıklar
altında, koca karınlı gemilere götürdüler.
İdomene büyük iç ateşini durdurmadı, arzusu, daima Troyalıların
birini gece karanlıklarıyla örtmekti. İşte, bu ara karşısına tanrı
dölü Eisieteoğlu kahraman Alkathos çıktı: Anklise'nin damadı, büyük
kızı Hippodamia'nın kocasıdır. Poseidon o gün bu kahramanı
İdomene'nin hükmü altına koydu: Parlak gözlerine bir efsun ekti:
Kolunu ayağını güçsüz bıraktı: Adam dönemez, kaçamaz, vuruşlardan
da korunmaz oldu. Orada dimdik, bir direk gibi, üstü yapraklı bir ağaç
gibi kaldı. Kahraman İdomene kargısıyla göğsünün ortasından vurdu.
O zamana kadar onu ölümden korumuş olan tunç cebesini yırttı.
Adam takırdı ile yere düştü; mızrak yüreğinde saplanmış kaldı. Yürek
çarpındıkça mızrağın gönderi sallanıyordu. O zaman İdomene küstah
bir zafer narası atarak haykırdı:
— Hey Deifobos, önemli bir hesap karşısındayız: Bir ölüye
karşı üç ölü! istediğin kadar yüksekten övün artık, zavallıcık! Fakat
karşıma kendin gel, dur da, buraya benim şahsımla nasıl bir Zeus dölü
293/555
gelmiş olduğunu gör! Zeus önce Minos'un babası ve Girit'in koruyucusu
olmuştur. Minos'un kusursuz oğlu Deukalion ise benim babamdır:
Geniş Girit ortasında büyük bir budun üzerine hüküm sürmek için
dünyaya geldim. Gemilerim beni senin başına, babanın başına ve
bütün Troyalılara belâ olmak için buraya getirmiştir.
Böyle dedi, ve Deifobos iki niyet arasında bocaladı. Ulu
gönüllü Troyalılar arasından bir arkadaş bulmak için geri çekilmeli mi,
yoksa yalnız başına talihini denemeli mi? Düşünerek, en iyisi, gidip
Ene'yi aramağa karar verdi. Onu yığın gerisinde, hareketsiz durmakta
buldu. Ene daima tanrısal Priam'a küskündü, çünkü savaşçılar
arasında büyük cesaret ve yiğitlik sahibi iken şanına saygı göstermiyordu.
Deifobos yanına gelerek kanatlı sözler söyledi:
— Ene, Troyalıların saylavı, içinde bir kaygı varsa, herhalde
eniştenin yardımına koşmalısın. Benimle gel, İkaos'u kurtarmağa
gidelim: Enişten olarak seni sarayında, büyüten odur: Ün salmış
savaşçı İdomene öldürdü.
Böyle diyerek göğsünde yüreğini heyecana getirdi. İdomene ile
dövüşmek azmiyle yola çıktı. Tanrının şımarttığı İdomene korkuya
kapılmadan ikisini de bekledi.
Dağlarda bir yaban domuzu, gücüne güvenerek nasıl bir insan
kalabalığının patırdılı saldırışını, sırtının kıllarını dikerek, beklerse;
294/555
gözleri alev saçarak dişlerini biler, insanları ve köpeklerini püskürtmeğe
içi nasıl ateşlenirse, bunun gibi, ün salmış savaşçı İdomene de
bir adım bile çekilmeden, ölüyü kurtarmağa gelen Ene'yi bekledi. Aynı
zamanda, yarenlerinden, kavga ustaları, Askalafı, Afare'yi, Deipyr'i,
Merion'u Antilohos'u görerek onlara da kanatlı sözlerle haykırdı:
— Buraya koşun, koşun, dostlar, yalnızım, yardıma gelin!
Üstüme yürümekte olan ayağına çabuk Ene'nin saldırışından çok
korkuyorum: Savaşçılar arasında, dövüşerek insanları yıkmada çok
kuvvetlidir. Gençlik çiçeği çağındadır, yiğitliğin en üstünlüğü de budur
Böyle dedi, ve hepsi, göğüslerinde aynı yürekle, kalkan
omuzda, yanına gelip yer aldılar. Ene de, kendi gibi Troyalı başlardan,
gördüklerini: Deifobos'u, Paris'i, tanrısal Aganor'u yanına çağırdı; onlar
da beraber yürüdüler: Koyunlar otlaktan su başına giderken kösemen
koçun arkasından giderler, çobanın gönlü sevinir; bunun gibi Ene
de yarenlerinin toplulukla izinde geldiklerini görerek göğsüi'de gönlü
şad oldu.
İki taraf, mızraklar avuçlarda, ölü yatan Alkathos'un iki
yanından, birbiriyle yakından dövüşmeğe atıldılar; zırhlara çarpan
tunç silâhlardan çınlayışlar yükseliyordu. Savaşçılar arasında iki cesur,
Ene ile İdomene, karşılıklı, merhametsiz tunç temrenlerle, birbirinin
tenini deşip geçirmek arzusu ile yanıyorlardı. İlkin Ene, İdomene'nin
üstüne silâh attı, fakat farkına varan İdomene, silâhı kendinden uzaklaştırdı;
Ene'nin mızrağı gidip yere saplandı: Ağır kolundan boşuna
fırlamıştı. İdomene ise kargısıyla Oenomaos'u karnından vurdu: Tunç
295/555
temren, zırhın plâstronunu deşerek barsaklardan geçti. Adam toprağı
avuçlıyarak toz içine düştü. Üstüne kargılar yağmakta olan İdomene,
mızrağını, kadavradan çekip almaktan başka bir şey yapamadı. Bacaklarına
güvenemiyor, ne silâhının arkasından sıçrıyabiliyor, ne de kaçıp
vuruşlardan korunabiliyor. Adım adım çekilirken, Deifobos parlak
mızrağını üstüne fırlattı: Ona karşı eski ve inatçı bir hıncı vardı. Fakat
bu sefer de silâh kayarak Eniyole oğlu Askalafın omuzunu deşip geçti.
Adam, elleriyle toprağı avuçlıyarak tozun içine düştü. Fakat güçlü Ares
henüz oğlunun can yakan dövüş içinde düşmüş olduğunu bilmiyordu.
Olympos'un tepesinde, Zeus'un dileğiyle, bütün tanrıların kavgadan
uzak tutuldukları yerde, Ares de, altın bulutlar altında oturuyordu.
O sırada, ölü yatan Askalafın iki yanında, birbirleriyle
dövüşmeğe atıldılar. Deifobos, Askalafın kıvılcım saçan tulgasını
başından kaptı. Fakat Ares benzeri Merion sıçrayıp onu kargısıyla
kolundan yaraladı, uzun tepelikli tulga da yaralı koldan düştü ve toprağa
çarparken gümbürtü ile çınladı. Merion yine bir akbaba gibi
üstüne atılarak kolun üst tarafından kargısını çekip aldı; sonra, kendi
yarenlerine doğru geri çekildi. Polites, kardeşi Deifobos'u, belinden
kolu ile alarak uğursuz dövüşten uzaklaştırdı, arkada durup beklemekte
olan atların, kıvılcım saçan arabanın ve seyisinin bulundukları
yere kadar getirdi. Yaralıyı bitkin bir halde, yeni yaradan kanlar
akarak götürürlerken ağır hıçkırıklarla ağlıyorlardı.
ANTİLOHOS'UN KAHRAMANLIKLARI
296/555
Bu sırada öbürleri düvüşüyorlardı, sonu gelmiyen bir uğultu
yükseliyordu. Ene, kendisine doğru dönmüş bulunan Koletoroğlu
Afore'nin üstüne atılarak, sivri temrenli mızrağiyle, boğazından vurdu.
Adamın başı eğildi, kalkanı ve tulgası üstüne düştü; insanların hayatına
son veren ölüm, onun da üstüne yayıldı. Antilohos ise, bir yarım
dönüş yapan Thoon'u gözetliyordu; üstüne sıçradı, sırt boyunca
gidip'boyuna uzanan damarı kesti; adam arkaüstü tozun içine düştü;
iki kolunu ona doğru uzatıyordu. Antilohos, etrafına akıllı tedbirli bir
göz attıktan sonra, ölünün üstüne atılarak omuzundan silâhlarını aldı.
O zaman Troyalılar, kimi bu yanından, kimi öbür yanından, onu
sardılar; pırıltılar saçan geniş kalkanına silâhlarını attılar, fakat merhametsiz
kalkanı deşemez, Antilohos'un yumuşak etine dokunamaz:
Yeri sarsan Poseidon, kargı yağmuru altında bile, Nestor'un oğlunu
koruyabilmişti. Antilohos yine düşmanlardan hiç uzaklaşmış değildir:
Durmadan ortalarında hareket ediyor, kargısı da düşmana atılmağa
fırsat arar gibi o yana bu yana çevriliyordu. Yüreği daima coşkun bir iç
ateşi içinde bir düşmanla yakından dövüşme istiyordu.
Yığından uzaklaşmak isterken, İsios'un oğlu Adamas'ın
gözünden kaçmadı, bir sıçrayışla yanına gelerek sivri tunç temrenle
kalkanının ortasından vurdu. Fakat lâcivert sorguçlu Poseidon bu
mızrak vuruşunu boşa çıkardı. Kahramanın canını korudu. Silâhın
yarısı ateşte sertleştirilmiş bir kazık gibi Antilohos'un kalkanında saplanmış
kaldı, öbür yarısı yere düştü; Adamas ölümden kaçınabilmek
için yarenlerinin ortasına doğru çekildi. Fakat uzaklaşırken, arkasından
gelen Merion, mızrağı ile, göbeğinden vurdu. Ares'in en
acıklı olduğu yere silâhını sapladı. Adam, vücudunu deşip geçiren kargı
ile beraber, bir çırpınış içinde idi, tıpkı sığır çobanlarının kayışlarla
bağladıkları ve zorla, istemediği yere sürüp götürmeğe çalıştıkları
öküzün çırpındığı gibi. Adamas'ın çırpınışı uzun sürmedi, kahraman
297/555
Merion yaklaşarak silâhı yaralı vücudundan çeker çekmez ölüm gölgesi
gözlerini bürüdü.
Helenos da, Thrakia'dan gelen büyük kılıcıyla, Deipyr'i
şakağından vurdu, üç çatallı tulgasını başından fırlattı. Yuvarlanan tulgayı,
dövüşmekte olan Ahaylılardan biri, ayakları arasında yakaladı;
bu ara ölüm gölgesi Deipyr'in gözlerini örtmüştü.
MENELAS'IN KAHRAMANLARI
Narası gür Atreoğlu Menelas büyük kaygıya kapıldı; ileriye
atılarak kahraman Helenos Han yayının kabzasını çekerken, üstüne
sivri temrenli mızrağını sallıyarak tehditte bulundu. Böylece her ikisi,
aynı zamanda, silâhlarını kullanmak, biri mızrağını fırlatmak, öbürü
yayının kirişinden okunu atmak arzusu ile yanıyorlardı. Priamoğlunun
attığı ok, hasmının göğsünün ortasına, tam zırhının plâsironuna değdi,
ve değmesiyle beraber geri tepmesi bir oldu. Geniş bir harman üzerinde
büyük savurma küreğinden, fısıltılı rüzgâra ve savurucunun kolu
kuvvetine uyarak nasıl acı baklalar, nohutlar fışkırırsa, onun gibi, şanlı
Menelas'ın zırhı üstünden kaygılar kaynağı ok geri fırladı uzaklara
düşüp kayboldu. Narası gür Atreoğlu Menelas ise, Helenos'un elini,
cilâlı yayı tutan eli yaraladı. Mızrağın tunç temreni yayı parçalıyarak
eli deşti geçirdi; Helenos, ölümden kaçınmak için yarenlerine doğru
çekildi. Eli cansız sarkıyor, gönderi kayından mızrağı da beraber
götürüyordu. Ulu gönüllü Agenor, silâhı elinden çıkardı, yaralı eli de
bir yün örgüsü ile sardı; sapanla yakalanmış bir koyunun yününden
olan bu örgüyü savaşçılar çobanı için seyisi getirmişti.
298/555
Pisandros, doğru, şanlı Menelas'a yürüdü; kötü bir talih onu
herşeyi yok eden ölüme götürüyordu. Menelas, can yakan dövüşte
sana kurban olacaktır! Karşılıklı yürüyerek birbirine yaklaştılar.
Atreoğlu'nun silâhı yolundan ayrılarak hedefine ulaşmadı.
Pisandros'un silâhı ise şanlı Menelas'ın kalkanına vurdu, fakat tuncu
bastırıp temreni batıramadı; mızrağı göndere takıldığı bilezikten,
kalkanın içinde kırıldı; o ise o anda neşeli bir gönüllü zaferi umuyordu!
Bunun üzerine Atreoğlu gümüş kakmalı kılıcını çekerek
Pisandros'un üstüne sıçradı. Pisandros da, o ara, kalkanının altında
uzun sapı cilâlı zeytin ağacından güzel bir tunç balta tutuyordu. Aynı
zamanda birbirinin üstüne yürüyorlardı. Biri, at kılından sorgucun,
tulganın tepeliğine vurdu: fakat öbürü mızrağını hasmının alnına, burun
kökünün üstüne ulaştırmıştı. Adamın kemikleri fıkırdadı, kan
içinde gözleri ayaklarına, tozun içine düştü. Kendi de bükülerek yuvarlandı.
O zaman hasmı, ayağını göğsüne basarak silâhlarını soydu ve bir
zafer nidasıyla haykırdı:
— Danaosluların tez yürüyüşlü gemilerini işte böyle bırakıp gideceksiniz,
küstah Troyalılar! Hiçbir zaman kavga naralarından usanmazsınız,
şerefsizliklerden, haksızlıklardan bıkmazsınız, hakaretlerde
ustasınız: Şahit olarak işte bana karşı, gürler sesli Zeus'un ağır öfkesi
önünde titremeden ettiğimiz hakaret! Konukları koruyan Zeus'un
dileğiyle bir gün yüksek siteniz yok olacaktır! Zavallıcıklar! Evimde konuklarım
iken nikâhlı karımı ve birçok hazinelerimi alıp denize
açılmıştınız! Bugün de arzunuz, deniz teknelerimizi ateşe vermek,
Ahaylı kahramanları kırıp geçirmek değil midir? Fakat yiğitlikte
Ares'ten üstün de olsanız, saati gelince, durdurulacaksınız! Zeus ata!
Akılda, tedbirde bütün tanrılardan ve insanlardan, hepsinden, üstün
olduğuna inanılıyor, burada olup bitenler ise, yalnız sendendir (senin
parmağınladır). Senin şu ölçüsüz, canlar yakan kavgadan bıkmaz,
299/555
bütün istedikleri çılgınlık, bütün işledikleri haksızlık olan şu Troyalılara
böyle bir üstünlük bağışlaman ne anlaşılmaz bilmecedir!
Böyle dedi, ve kusursuz Menelas, ölüden soyduğu silâhları yarenlerine
verdi; sonra yine safların dışında kalan kahramanlar arasına
giderek yer aldı.
O ara, üstüne, Pylemen Hanın oğlu Harpalion atıldı. Kavgaya
karışmak için sevgili babasıyla beraber Troya'ya gelmişti: Buradan ise
bir daha vatanının toprağına dönmi yecektir. Çok yakından mızrağıyla
Atreoğlu'nun kalkanını sançtı, fakat tunç temreni bastırıp batıramadı;
yüz geri ederek, ölümden kaçınabilmek için yarenlerine doğru yürüdü;
aynı zamanda her yana huzursuz bir gözle baktı: Bir başkası çıkar da
tunç silâhıyla tenini yaralar diye korkuyordu. Fakat çekilirken,
Merion, ona bir mızrak fırlatarak sağ budunun gerisinden yaraladı.
Tunç temren, doğru, kemiğin altından giderek kovuğu deşti geçirdi;
adam son nefesini vererek yarenlerinin kolları arasına düştü. Orada,
bir yer kurdu gibi yatıyor, siyah kanı akarak toprağı ıslatıyordu. Her
yandan ona doğru ulu gönüllü Paflagonialılar yetiştiler; arabasının
üstüne koyan kutsal İlion'a doğru götürdüler.
Paris, Harpalion'u öldürülmüş görünce, yürekten öfkelendi,
birçok Paflagonialılar gibi, o da konukları arasında idi. Ölümüne
üzülerek tunç silâhını fırlattı. Kâhin Polyidos'un oğlu Euklenor,
Paris'in vuruşu ile vuruldu, ihtiyar babası ona çok defa bu kaderini
kendisine bildirmişti: Ya evde kalacaktı, orada ağrılarına katlanılmaz
bir hastalıkla ölecekti; veya sefere karışacak, Ahaylıların gemileri
300/555
arasında, Troyalılardan birinin silâhıyla can verecekti, işte şimdi
Paris'in tunç temreniyle, çenenin ve kulağın altından vurulmuştu. Az
sonra vücudundan can ayrıldı, çok sevimsiz ölümün gölgesi onu
kapladı.
AYAŞ'LARIN GÖSTERDİĞİ MUKAVEMET
Yanan alevli ateş gibi kavgaya devam ediyorlardı. Fakat
Zeus'un sevgilisi Hektor, iyi bilgi almıyor, gemilerin sol kanadında Argosluların,
savaşçılarını kırıp geçirdiklerini bilmiyordu. Hattâ, az
sonra, zafer şanı Argosluları o derece cesaretlendiriyor, savunmalarına
kendi kuvvetiyle o kadar yardım ediyordu. Hektor, başta kapıya ve hisara
hücuma girişmiş olduğu yerde kavgası, silâhlı Danaosluların sık
saflarını bozmakta devam ediyordu. Orada, Ayas'ın ve Protesilas'ın
gemileri beyaz denizin kenarına çekilmiş, duruyorlardı. Gemilerin
önünde duvar daha alçak yapılmıştı ve burada adamlara ve atlara, arabalara
karşı savaş çok zor oluyordu.
Orada Beotialılar, kaftanları yerlere sürünür İonialılar, Lorialılar,
Ftlialılar, ün salmış Epealılar güçlükle tutunabiliyorlar, hele
aleve benziyen tanrısal Hektor'un saldırışlarına daha büyük güçlüklerle
dayanıyorlar. Seçkin bir Atinalılar birliğinin başında Peteosoğlu
Menosthe, ve onun arkasından Fidias, Stikios ve şanlı Bias vardır.
Epealıların başında Fyle oğlu Meges, Amfion, Drakios, Ftialıların
başında da Medon ile yiğit Podarkes bulunuyor. Bunlardan Medon,
tanrısal Oile'nin halayıktan oğlu ve Ayas'ın kardeşidir. Oile'nin oğlu
Ayas, hiçbir zaman Telamonoğlu Ayas'tan ayrılmamaktadır. Donları
301/555
şarap renginde iki öküz, aynı gönülle ağır sabanı çeke çeke, açtıkları
çığır, tarlanın ucuna geldiği zaman boynuzlarının kökü bol ter döker;
bunların arasını cilâlı boyunduruktan başka bir şey ayırmaz, iki Ayas
da, bunun gibi, yanyana, yüzleri düşmana dönmüş, dayanıp durmaktadır.
Fakat Telamanoğiu Ayas'ın arkasında adamları, çok sayıda cesur
adamları vardır; yorgunluktan, terlemekten dizleri dermansız
kaldıkça, kalkanını alıp taşırlar; Oile oğlu Ayas'ın arkasından ise
Lokrialılar gitmiyorlar, onların ne at kılından sorguçlu tulgaları, ne
yuvarlak kalkanları, ne de gönderi kayından mızrakları vardır, Ayas'a
uyarak İlion'a gelirken yalnız yaylarına ve koyun yününden örülmüş
sapanlarına güveniyorlar, bunları çok çok atarak, Troyalıların taburlarını
bozabileceklerini umuyorlardı. Başkaları önde, sanatla işlenmiş
zırhlar içinde, tulgası tunçtan Hektor'a ve Troyalılara karşı
dövüşürken, bunlar (Lokrialılar) arkaya çekilmiş, görülmeden, yayları
ve sapanları ile, durmadan atıyorlardı. O arada Troyalılar, savaşçılık
ateşlerini unutacak hale geliyorlar; üslerine atılan oklar ve taşlar gözlerini
o derece yıldırmaktadır.
HEKTOR YENİ BİR SALDIRIŞ HAZIRLIYOR
Troyalılar. bitkin, acınacak bir halde gemilerden ve
barakalardan çekilerek rüzgârların dövdüğü İlion'un yolunu tutmak
üzere iken, Polydamas, yaklaşarak yiğit Hektor'a şöyle dedi:
— Hektor, sana bir öğüt (bir fikir) dinletmeğe hiç bir yol bulunmuyor.
Tanrı kavga işlerini senin eline vermiş, olduğu için, Mecliste
de kendini herkesten üstün görmek istiyorsun. Fakat bütün işleri
302/555
üstüne alabilmen mümkün değildir. Tanrı, kimine kavga işlerini,
kimine ise dansı, bir başkasına kitarayı veya türküyü verir; nihayet
gürler sesli Zeus, birinin de göğsüne yüksek bir ruh kor ki, ondan insanlar
çok yararlık görür, belâlardan kurtulur; bu yüksek ruhun kıymetini
de herkesten önce sahibi bilir. Böyle olduğu için ben şimdi en
iyi gördüğüm neler ise, onları söyliyeceğim. Her yerde sen alevli bir
kavga kafesi içindesin. Az önce hisara atılmış olan ulu gönüllü Troyalılardan
silâhlarını alıp uzaklaşanlar var; gemiler arasında dağınık bir
halde dövüşmekte çok kişiye karşı az olmak üzere devam edenler de
var. Geri çekilip bütün kahraman savaşçıları toplantıya çağırmalısın.
Ondan sonra, düşünüp konuşur, karar veririz: Tanrının bize zafer
şanını bağışlıyacağını umarak sağlam kürekli gemiler üzerine atılmalı
mıyız? Yoksa, kendimizi zarardan koruyarak buradan çekilmeli miyiz?
Ben, Ahaylıların bize dünkü borcumuzu ödetmek istiyeceğinden
korkuyorum. Çünkü gemilerinin yanında kavgaya doymaz bir savaşçı
daha vardır ki, dövüşmekten vazgeçeceğini sanmıyorum.
Böyle konuştu Polydamas, Hektor da söylediklerini uygun
buldu. Hemen arabasından, silâhlarıyla, yere atladı ve söz alarak
kanatlı sözler söyledi:
— Polydamas, kahraman savaşçıları toplamak işini sen üstüne
al; ben de oraya gidip kavgaya karşı ne yapılacağına bakayım; gereken
emirleri verdikten sonra hemen buraya dönerim.
Böyle dedi, ve karlı bir dağ heybeliyle atıldı, nâra atarak Troyalılar
ve yardımcıları arasına karıştı. Onlar da, hepsi, Hektor'un sesini
303/555
işittikten sonra, Panthoos'un yiğit oğlu Polydamas'a doğru koştular.
Hektor, Deifobos'u, güçlü Helenos Ham, Asios oğlu Adamas'ı, Hyrtahos
oğlu Asios'u... saflar dışında dövüşen kahraman savaşçıları aramak
üzere her yana gidip geliyordu. Onları buldu, ama ne halde?
Felâketten, ölümden kurtulmamışlardı: Kimileri Ahay gemilerinin
pupaları önünde, Argosluların vuruşları altında can vermiş, yerlerde
yatıyorlardı; kimileri de yakından veya uzaktan vurulup yaralanmış,
şehrin duvarları arkasına çekilmişlerdi. Çok acıklı kavganın sol
kanadında, Aleksandros'a, saçları güzel Helene'nin kocasına da rastlıyan
Hektor, ona çok aşağılayıcı sözlerle şöyle söyledi:
— Hey musibet yaratıcısı Paris! Hey yalabık delikanlı! Kadın
avcısı ve baştan çıkarıcısı! Haydi, söyle bana, Deifobos ve Helenos Han
nerdedir? Asios oğlu Adamas ve Hyrtohosoğlu Asios nerdedir?
Othryone hani? Şu saatte yüksek İlion temellerine kadar yıkılmıştır.
Şu saatte senin için de ölüm uçurumuna yuvarlanmak zamanı
gelmiştir.
Tanrılar benzeri Aleksandros cevap verdi:
— Hektor, gönlün öyle bir halde ki, bir suçsuzu suçlu görüyorsun.
Kavgadan kaçındığım başka vakitler olmuştur, fakat bugün değil.
Anam beni büsbütün korkak doğurmuş ve büyütmüş değildir. Bizi,
gemilerin yanında kavgaya çağırdığın saattenberi, yarenlerle birlikte
bir an bile buradan ayrılmadık, Danaoslularla boğuşmada inatla
devam etmekteyiz. Bizimkilerden, sordukların, öldürülmüşlerdir. Yalnız
Deifobos ile Helenos Han daha hayatta ise de, uzun mızraklarla
304/555
kollarından yaralanarak uzaklaşmışlardır: Kronosoğlu onları ölümden
korumuştur. Şimdi yüreğinden kopan emirleri ver bana. Kavga arzusunun
ateşiyle senin arkandan geleceğiz, ve vücudumuzun gücü
devam ettikçe cesaretimiz, iç ateşimiz sönmiyecektir. Vücudumun
gücü ötesinde, yiğitliği ne kadar üstün olursa olsun, dövüşebilecek
kimse yoktur.
Kahraman böyle diyerek kardeşinin yüreğine güven getirdi.
Kavganın ve dövüşün en çok geçmekte olduğu yere gittiler:
Kebrion'un, kusursuz Polydamas'ın; ve gedikleri doldurmak için, tanrı
dileğiyle bir gün önce bereketli Akania'dan gelen: Falkas'ın, Orthe'nin
tanrısal Polfetes'in, Polmys'in, Askagnes'in, Hippotion oğlu Morys'in
yanına doğru yürüdüler. Zeus, onları yine kavgaya sürmektedir. Zeus
Ata'nın yıldırım gürlemeleriyle, şaşkına dönmüş rüzgârların zincirlerini
kopardıkları kasırgalı fırtına önce karaya saldırışla yıkılır; sonra,
çok büyük patırdılarla, kabaran denizin, kimileri önden, kimileri
arkadan yayılıp giden sırtlan beyaz köpüklü dalgalarına ulaşır. Bunun
gibi, Troyalılar sık saflarla, biri önden, öbürü arkasından, kıvılcımlı
tunç silâhlar içinde başlarına ayak uydurarak yürüyorlardı. Fakat
Ahaylıların yüreğine telâş girmemiştir; ilkin Ayas büyük adımlarla öne
atılarak Hektor'a meydan okudu:
— Hey cin çarpmış akılsız! Az daha beri gel! Niçin boşuna Argosluları
korkutmağa çalışıyorsun? Biz kavganın acemisi değiliz.
Zeus'un yaman kamçısı, yalnız o, biz Ahaylılara baş eğdirmiştir.
Yüreğinle gemilerimizi yok etmeği düşünüyorsun. Fakat onları korumağa
kollarımız hazırdır; ve ondan önce sizin şehriniz ellerimizle
alınıp talan edilebilir! Senin haberini ben vereyim: Ovanın tozlarını
kaldırarak seni şehire kaçırırlarken, yeleleri güzel atlarının ayaklarını
305/555
milan kuşunun kanadından daha tez kılmak için Zeus Ata'dan yalvaracağın
saat çok yakındır.
Bunları henüz söylemişti ki, sağdan bir kuş uçtu: Yüksekten
havalanan bir kartaldı. Alâmetten cesaretleri artan Ahaylılar selâm
naraları attılar. Fakat ün salmış Hektor cevap verdi:
— Hey, saçmasapan konuşan, tafralar savuran Ayas! Söylediklerin
nasıl sözlerdir? Egid kalkanını tutan Zeus'un ve Here Sultan'ın
oğlu olaydım, Athene ve Apollon gibi saygı göreydim! Argoslulara
istisnasız hepsine felâket geçirecek gün yakındır, ve onlar arasında en
önce yok olacak sensin! Cesaretin varsa, uzun mızrağımla nazik teninin
yerlere serilmesini bekle! Ondan sonra, Ahay gemilerinin yanında,
yağlarınla, etlerinle Troya'nın köpeklerini, kuşlarını doyuracaksın.
Böyle diyerek yolun kılavuzu olarak yürüdü, arkasından da
öbürleri, yüksek naralar ortasında yürüyorlardı. Argoslular, başka
naralarla cevap verdiler; yiğitliklerini unutmıyarak Troyalı kahramanların
saldırışını beklediler. İki ordunun haykırışları Ether'e kadar,
Zeus'un ışıklarına kadar yükseliyordu.
306/555
ŞAN : XIV
AHAYLI BAŞLAR BOZGUN ÖNÜNDE
Nestor içkisini içiyor, bir yandan da uzaktan gelen naraları
işitmekten boş kalmıyordu. Bunun üzerine, Asklepoğlu'na kanatlı sözler
söyledi:
— Tanrısal Makaon, işlerin nasıl gittiğine iyi dikkat et.
Gemilerin yanında bizim yiğit delikanlıların kavga naraları büyüyor,
şimdilik sen ateş rengi şarabını içedur; örgüleri güzel Hekamede'yi
bekle; banyonun suyunu ısıtsın, sonra yaralarının kanını yıkasın. Ben
de daha çabuk öğrenmek için bir yoklamaya çıkayım.
Böyle dedi; ve oğlu at terbiyecisi Thrasymedes'in barakada
bırakmış olduğu kıvılcımlı tunç kalkanı aldı. Çünkü Thrasymedes'te
babasının kendi kalkanı vardı. Sonra, sivri temrenli yaman bir tunç
mızrak da eline aldı. Fakat barakadan çıkar çıkmaz durdu. Çünkü gözlerinin
önünden yakışık almaz (yüz kızartacak) işler geçiyordu: Hırpalanmış
birlikler, arkadan onları kakıştıran başkaları: Ulu gönüllü
Troyalılar; Ahaylıların hisarı yıkılmış! Kimi vakit geniş denizin sessiz
kabardığı görülüyor: Çağlayışlı rüzgârların yakından hücuma
kalkacağını hissetmiştir, fakat henüz hiç bir dalgalanış gösteremez,
sakin sakin, gökten bir serinlik inmesini bekler. Bunun gibi, ihtiyar,
gönlü üzgün, iki düşünce arasında bocalıyordu: Atları tez yürüyüşlü
Danaosluların yığınına mı gitmeli, yoksa savaşçılar çobanı Atreoğlu
Agamemnon'a doğru mu yürümeli? Düşünce sonunda, Atreoğlu'na
gitmenin en kazançlı olacağı üzerinde karar verdi. Bu sırada boğuşma
devam ediyor, kılıçların ve iki temrenli mızrakların vücutlara çarpmasıyla
bükülmez tuncun çınlayışları duyuluyordu.
Nestor, gemilere binmiş yaralı Hanları: Tydeoğlunun,
Odysseus'un, Atreoğlu Agamemnon'un yanlarına gitti. Gemileri
kavgadan çok uzaktı: Onları beyaz köpüklü denizin kenarına çekmişlerdi.
Öbür uçtan, ilk gemiler ise ovaya çekilmiş, hisar da
pupalarına karşı yapılmıştı. Kumsal çok geniş olmakla beraber, bütün
gemilere yetecek yer bulunamamış, darlık çekilmişti. Bunun için, gemileri
sıra sıra çekerek iki burun arasında kalan sahili doldurmuşlardı.
Hanlar kavgayı ve nâralan merak ederek, içleri kedeıli, mızraklarına
dayana dayana, birlikte yola çıkmışlardı Nestor'un gelmesi üzerine
Ahaylıların göğüslerinde yürekleri kabarmıştı. Atreoğlu Agamemnon
Han söz aldı:
— Nestor, Neleoğlu, Ahaylıların büyük şanı! Niçin can yakan
kavgayı bırakıp buraya geldin? Güçlü kudretli Hektor'un vaktiyle
Troyalılar içinde söylediği tehditleri yerine getirebileceğinden çok
korkarım: Gemilerimizi yakıp İlion'dan uzaklaşmalarına fırsat vermiyecek,
Argosluları kırıp geçirecekti. Bugün bütün bu söyledikleri ger-
çekleşmek üzere Eyvah: Meğer bütün güzel dolaklı Ahaylılar, Ahilleus
g;bi yüreklerini bana karşı hınçla doldurmuşlar, gemilerin pupaları
önünde dövüşmekten kaçmıyorlar!
İhtiyar araba sürücüsü Nestor ona cevap verdi:
308/555
— İşler gözlerimizin önünde geçiyor, yukarılarda gürleyen
Zeus bile, istese de hiçbir şey değiştiremezdi. Kendimiz ve gemilerimiz
için güvenilir bir sığınak diye diktiğimiz hisarı yıktırdı. Bizimkiler,
güzel gemilerimizin etrafında en inatçı kavgaya durmadan devam
ediyorlar. Gözlerimizle ne kadar derinden bakıp araştırsak, Ahaylıların
iki yönden ne derece hırpalanmış olduğunu kestiremeyiz. Bizim için
ancak düşünüp işlerin nasıl bir gidiş tutacağına bakmak kalıyor. Akılla
yapılacak bir şeyler bulunabilir, ama kimseyi kavgaya karışmağa
çağıramam: Yaralı insan dövüşemez.
Buna karşı savaşçılar Hanı Agamemnon cevap verdi:
— Nestor, gemilerin pupaları etrafında dövüşülüyorsa,
diktiğimiz hisar ve kazdığımız hendek hiç bir işe yaramamışsa onlar
için bunca emeklere katlanan ve bunca ümitlere düşen Danaosluların
kendileri ve gemileri için güvendikleri sığınaklar yok edilmişse, güçlü
kudretli Zeus'un istediği bu olsa gerek. Ahaylılar, Argos'tan uzak,
şerefsizlik içinde yok olacaklar! Danaoslulara bütün yardımını
esirgemediği zaman, aldanmıyordum, şimdi de aldanmıyorum
Başkalarını mutlu tanrılar payesine yükseltmek isterken, bizim iç
ateşimizi söndürüyor, kollarımıza zincir vuruyor. Haydin, hepimiz
benim diyeceğim gibi yapmağa karar verelim. Ondan, deniz kenarına
çekilmiş olan gemileri tanrısal denize indirelim; hafif çapalar üzerinde,
derin suda ıslanmak üzere bırakıp tanrısal geceyi bekleyelim. Kimbilir,
belki o vakte kadar Troyalılar dövüşmekten vazgeçerler, biz de bütün
gemilerimizi denize indirmeğe fırsat buluruz. Felâketten kaçınmak
için bir yol aramağa kimse bir şey diyemez. Ölümden sıvışmak,
ölümün avı olmaktan iyi değil midir?
309/555
Çok hünerli Odysseus ona yan bakarak şöyle dedi:
— Hey Atreoğlu, dişlerinin arasından böyle kaçan söz nedir?
Meymenetsiz adam, sen başka bir ordunun, şerefsiz insanların
başında bulunmalıydın; sen bizim başımız olamazsın: Bize Zeus,
gençliğimizden ihtiyarlık çağına kadar can yakan kavgaların içinden
geçmek emrini vermiştir, bu işler herbirimiz yok oluncaya kadar
devam edecektir. Demek, uğrunda bunca acılara katlanmış olduğumuz
geniş Troya şehrini bırakıp gitmemizi istiyorsun! Sus, ağzına bu sözü
alma, başka herhangi bir Ahaylı işitmesin. Bu söz asa sahibi bir
adamın, burada Argoslu olarak sayabildiğin insanların itimat ettiği
Hanın ağzından çıkmamalıydı, istiyorsun ki, zaten üstün gelmekte
olan Troyalılar muratlarına daha kesin olarak ersinler, bizim de kaderimiz
çaresiz olarak ölüm uçurumuna yuvarlanmak olsun? Ahaylılar
gemilerin suya indirildiğini gördükten sonra kavgada sebat etmiyeceklerdir:
Bu gayet açık bir şeydir. Senin öğüdünle hepsi yok olacaktır,
hey ordular kumandanı!
Buna savaşçılar Hanı Agamemnon cevap verdi:
— Odysseus, senin sert azarlayışın, açıkça söylemeliyim, beni
yürekten vurdu. Ahaylıların çocukları için zararlı olduktan sonra, ben
de gemilerin suya indirilmesini ileri sürmem. Fakat, o halde, genç veya
ihtiyar, başka biri çıksın da, daha münasip bir yol göstersin. Onu dinlemeğe
hazırım.
310/555
Bunun üzerine, narası gür Diomodes söz aldı:
— Söylediğiniz adam karşınızdadır, uzun boylu aramağa hacet
yoktur; yeter ki, yaşça hepinizden genç olduğum için bana karşı bir
küçümseme veya çekememezlik uyanmasın. Ben de cesur bir adamım,
Thebes'in toprağı ile mezarı örtülmüş Thyde'nin oğlu olmakla
övünürüm. Doğuştan yana bir diyeceğiniz olamaz. Bence en uygun
teklif şudur: Yaralıysak da, kalkalım, kavgaya katılalım: Buna kesin bir
gereklik vardır. Fakat, oraya gidince, yakın dövüşten uzak duralım,
düşmanın silâhlarından korunarak yaralarımızın üstüne yeni yaralar
almıyalım. Başkalarını, bir öfke, bir kırgınlık yüzünden kendilerini
uzak tutanları cesaretlendirmekle ve kavgaya sürmekle yetinelim.
Böyle dedi, ve hepsi candan dinleyerek kabul ettiler. Yola çıktılar,
başlarında savaşçılar Hanı Agamemnon bulunuyordu.