17 Ekim 2015 Cumartesi
ilyada destanı
İçindekiler
ŞAN : I Başlangıç - Atışma - Ahilleus'un hakaret görmesi - Hryseis
Hryse'de - Olymposta
ŞAN : II Rüya - İhtiyarlar Derneği - Umumi Dernek. Kavgadan önce
ŞAN : III Paris'in meydan okuması - Helene hisarın üstünde -
Antlaşma
- Paris'in Menelas ile teke tek dövüşmesi - Paris ve Helene -Ahaylıların
istekleri
ŞAN : IV Tanrılar arasında - Antlaşmaya ihanet - Agamemnon
ordusunu teftiş ediyor - İlk kavgalar
ŞAN : V Diomedes'in kahramanlıkları - Pandaros'un sonu -
Afrodite'nin yaralanması - Apollon, Diomedes'i durdurur - Troyalıların
karşı saldırışı - Sarpedon ve Tlepolem - Here ile Athene'nin
araya girmesi -Ares'in yaralanması
ŞAN : VI Kavga devam ediyor - Hektor, cepheyi terkediyor - Glaukos
ile Diomedes - Hektor ile Hekübe - Hekübe, Athene'nin tapınağında -
Hektor ile Paris - Hektor ile Andromak - Hektor'un ve Paris'in cepheye
dönüşü
ŞAN : VII Hektor'un teklifi - Hektor ile Ayas'ın dövüşmesi -Pazarlıklar
- Mütareke, hisarın yapılması
ŞAN : VIII Tanrıların araya girmesi kaldırılıyor - Ahaylıların bozgunu
- Here'nin boşuna öfkelenmesi - Ahaylıların karşı saldırışı -Ahaylıların
yenilmesi - Here ile Athene'nin heyecana gelmesi - Zeus, Troyalılara
yardımda bulunmağa karar veriyor - Gecenin Troyalıları durdurması
ŞAN : IX Ahaylıların gece toplantısı - Agamemnon'un teklif ettiği hediyeler
- Elçilerin Ahilleus'a gitmesi - Odysseus'un nutku -Ahilleus'un
cevabı - Feniks'in nutku - Son karışıklıklar - Elçilerin dönüşü
ŞAN : X Ahay Hanlarının uyanıp dernek kurması - Ön saflarda toplanan
dernek - Diomedes'le Odysseus keşifte - Dolon, Troyalıların
gözcüsü - Dolon'un yakalanıp öldürülmesi - Rhesos'un kampında -
Kahramanların Ahaylıların kampına dönüşü
ŞAN : XI İki ordu yeniden kavgaya hazırlanıyor - Agamemnon'un
kahramanlıkları - Yaralanan Agamemnon cepheden ayrılıyor - Hektor,
Troyalıları kavgaya sürüyor - Odysseus ile Diomedes, Troyalıları geri
atıyorlar - Diomedes yaralı, Odysseus tehlikede - Ayas, durumu
düzeltiyor - Hektor'un başarılı saldırışı - Ahilleus, Patroklos'u
Nestor'un yanına gönderiyor - Nestor'un söyledikleri
ŞAN : XII Ahay hisarının gelecekte yok olması - Troyalılar hisarı yıkmaya
hazırlanıyorlar - Asios, Lapithler'le çarpışıyor - Hektor,
Polydamas'ı dinlemek istemiyor - İki Ayas müdafaayı canlandırdılar -
Sarpedon hisar hücumunda - Troyalılar, hisarı alıyorlar
ŞAN : XIII Poseidon, Ahaylılara yardım ediyor - Ahaylıların savunması
-İdomene'nin kahramanlıkları - Deifobos ile Ene'nin araya girmesi -
Antilohes'un kahramanlıkları - Menelas'ın kahramanlıkları -
Ayas'ların gösterdiği mukavemet - Hektor yeni bir saldırış hazırlıyor
ŞAN : XIV Ahaylı başları bozgun önünde - Poseidon, Ahaylıları dayanmağa
davet ediyor - Here'nin Zeus'u uyutmağa hazırlığı - Zeus,
Here'nin kollarında uyur - Poseidon, Ahaylıları dayanmağa çağınyor -
Hektor'un yaralanması - Troyalılar geriye atılıyorlar
ŞAN : XV Zeus'un uyanıp öfkelenmesi - Tanrılar uslandırılıyor -
Zeus'un Troyalılara yardım etmesi - Hektor yine kavga meydanında -
Ahaylılar hisarlarının arkasına sürülüyor - Gemilerin yanında geçen
kavga - Troyalıların gemilere son hücumu
ŞAN : XVI Ahilleus, Patroklos'un yardıma gitmesine izin veriyor -Hektor
gemileri ateşe verir - Patroklos ile Myrmidonlar kavgaya hazırlanıyorlar
- Patroklos'un kahramanlıkları - Sarpedon'un cesedi
etrafında kavga - Patroklos Troyalıları kovalıyor - Patroklos'un ölümü
ŞAN : XVII Menelas, Patroklos'un cesedi için savaşıyor - Patroklos'un
silâhlarını alan Hektor, cesedini götüremiyor - Hektor'un üstünde
Ahilleus'un silâhları, kavgaya dönüyor - Patroklos'un cesedi etrafında
kavga - Ahilleus'un atları matem tutuyor - Antilohos'un Ahilleus'a gönderilmesi
- Ahaylılar Patroklos'un cesedini aldılar
5/555
ŞAN : XVIII Ahilleus, Patroklos'un ölümünü öğrenir - Thetis, oğlunu
teselli etmeğe geliyor - Ahilleus bir nâra ile Troyalıları panik içine atattı
- Troyalıların derneği - Ahilleus, Patroklos'un cesedi üzerinde ağlıyor
- Thetis, Hefaestos'un yanında - Hefaestos, Ahilleus'un silâhlarını
hazırlıyor
ŞAN : XIX Ahilleus,Hefaestos'un silâhlarını alıyor - Ahilleus ile
Agamemnon'un barışması - Breis'le Ahilleus, Patroklos'un başında
ağlıyorlar - Ahilleus yeni zırhlarını takınıyor - Ahilleus'un atı ona önceden
ölümünü haber veriyor
ŞAN : XX Tanrılara, karışmak hürriyeti geri veriliyor - Ahilleus ile Ene
arasında savaş - Ahilleus'un kahramanlıkları
ŞAN : XXI Ahilleus, Skamandros çayı kenarında - Ahilleus ile Lykaon
- Skamandros'un öfkelenmesi - Ateşle suyun savaşması - Tanrılarda
kavga - Ahilleus Troya önünde
ŞAN : XXII Ahilleus Troya önünde - Priam ile Hekübe, Hektor'a yalvarıyorlar
- Hektor'un kararsızlıkları - Kovalamaca - Athene'nin araya
girmesi - Dövüş - Hektor'un ölümü - Troya'da matem
ŞAN : XXIII Ahilleus'un matemi - Patroklos'un cenaze töreni –
Yarışlar - Yumruk yarışında - Güreş sınaşmasında - Yaya koşusu -
Savaş - Disk atışı - Yayla ok atışı - Mızrak fırlatışı
ŞAN : XXIV Ahilleus, Hektor'un cesedine hakaret ediyor - Tanrılar
derneği - Ahilleus'a ve Priam'a tanrıların emri ulaşıyor - Priam yola
çıkmağa hazırlanıyor - Priam, Ahaylıların kampında - Priam,
Ahilleus'un yanında - Priam'ın Troyaya dönüşü - Hektor'un cenaze
töreni
6/555
İLİADA
ŞAN : I
BAŞLANGIÇ
Söyle bize, tanrıça, Peleoğlu Ahilleus'un uğursuz öfkesini ki,
Ahaylılara sayısız acılar getirdi, nice kahramanların ruhlarını Hades'e
attı, özlerini kurtlara kuşlara yem etti böylece Zeus'un iradesi yerine
gelmiş oluyordu. En önce o atışmadan başla ki, budunlar hanı
Atreoğlu ile tanrısal Ahilleus'un arasını açtı.
Acaba hangi tanrı onları böyle birbiriyle kavgaya
tutuşturmuştu?
— Leto ile Zeus'un oğlu! işte bu tanrı krala darılarak ordunun
içine zalim hastalığı getirmişti, o yüzden adamlar sürü sürü kırılıyordu;
çünkü Atreoğlu tanrının duacısına, Hryses'e hakaret etmişti.
Hryses, Ahaylıların tez yürüyüşlü gemilerinin yanına gelmiş,
kızını cariyelikten kurtarmak için çok kıymetli kurtulmalıklar getirmişti;
elinde, altın asanın üstünde de okçu Apollon tanrının tacını
tutuyordu.
Bütün Ahaylılara, en çok budunlar hanları iki Atreoğlu'na
yalvarıyordu:
— Atreoğulları ve güzel dolaklı bütün Ahaylılar, Olympos
dağında konakları olan tanrılar size kısmet etsin Priam'ın şehrini talan
edesiniz; ve hepiniz sağ esen memleketlerinize dönesiniz; benim de
kızımı, şu kurtulmalıkları kabul ederek serbest bırakın, Zeusoğlu Okçu
Apollon'u hoşnut edin.
Böyle demesi üzerine bütün Ahaylılar yüksek sesle bağrıştılar:
— Duacıya saygı gösterilsin! Kıymetli, parlak kurtulmalıklar
da kabul edilsin!
Ama bu, Atreoğlu Agamemnon'un hiç hoşuna gitmedi. Han,
ihtiyarı sert sözlerle gönlünü kırarak kovdu:
— Bak bana ihtiyar, seni daha koca karınlı gemilerin yanında
dolaşırken yakalamıyayım, ne bugün, ne de başka bir gün, sakın ha,
yoksa elindeki asa, ne tanrının tacı bir işine yaramıyacak! Kızını
serbest bırakacak değilim; ihtiyarlayıncaya kadar o, memleketinden
uzak, Argos'ta, benim sarayımda kalacak; bez tezgâhının başında
9/555
mekik dokuyacak, istediğim zaman da yatağıma, koşacak! Haydi, beni
fazla sinirlendirme, buradan sağ esen ayrılmak istiyorsan.
Böyle dedi. İhtiyar bu sert sözlerden korkarak boyun eğdi; sesini
çıkarmadan, çok çağlayıştı denizin kumsalı boyunca yürüdü. Epey
uzaklaşıp yalnız kalınca. Leto'nun doğurduğu Apollon hana yalvardı:
— Kulak ver bana, gümüş yaylı tanrı! Hryses'yle tanrısal
Killa'yı koruyan, Tenedos'ta hükmünü süren Tanrı! Eğer vaktiyle seni
hoşnut eden bir tapınak dikmişsem, senin için yağlı boğa ve keçi butları
yakmışsam. dileğimi yerine getir: Oklarında, gözyaşlarının öcünü
Danaoslular dan al!
Böyle deyip duasını kesti. Foebos Apollon da duasını kabul
ederek Olympos dağının tepelerinden, gönlü dargın, indi; omuzlarında
yayı ile ucu iyice kapalı okluğunu taşıyordu. Öfkeli tanrının
omuzlarında oklar çın çın öterken, kendi de gece gibi süzülüp gidiyordu.
Sonra gemilerin ötesinde oturdu, ondan sonra da oklarını atmağa
koyuldu. Gümüş yaydan korkunç sesler yayılıyordu. Önce katırlara
ve çabuk koşan köpeklere saldırdı. Ondan sonra ordugâhı nişan
alıp sivri uçlu oklar atıyordu; öbür yandan ölüleri yakan yüzlerce ateş
öbekleri, durmadan alev alev yanıyordu.
ATIŞMA
10/555
Dokuz gün boyunca tanrının mermileri ordunun her yanına
yağmıştı. Onuncu gün Ahilleus halkı, meclise, derneğe çağırdı. Aklına
bu ilhamı beyaz kollu tanrıça Here getirmişti: Danaosluların böyle
helak olduklarını görmekten bu tanrıça kaygılanmıştı.
Halk toplanıp Dernek kurulduktan sonra, ayağına çabuk Ahilleus
kalkıp konuştu:
— Atreoğlu, sanıyorum ki, dönüp dolaşıp, hedefimizden uzak,
geri gitmek zorunda kalacağız, bu da eğer ölümden kurtulabilirsek; bir
yandan savaş, öbür yandan veba, az zamanda Ahaylıların işini bitirecek!
Haydin bir kâhine veya bir duacıya başvuralım, hiç olmazsa
gördüğü düşlerden hükümler çıkaran birini çağıralım, çünkü düş de
Zeus'tan gelir. Bize o bildirsin, Foebos Apollon'u bu derece öfkelendiren
nedir? Yerine getirilmemiş bir adaktan mı, bir yüzlük kurbanın
ihmal edilmesinden mi şikâyeti anlıyalım. Tokluların, lekesiz oğlakların
iç yağından tütsülerle bakalım üstümüzden bu korkunç musibeti
uzaklaştırmağa razı olur mu?
Böyle deyip yerine oturdu. Bunun üzerine Thestoroğlu Kalhas
ayağa kalktı bütün kâhinlerin en kuvvetlisidir o: Şimdiki zamanı, geleceği
ve geçmişi bilir; kâhinlik ona Foebos Apollon'dan vergidir;
Ahaylıların gemilerine İlion'a kadar, yüksek kâhinliğiyle kılavuzluk
eden o'dur. Şimdi de uslu akıllı bir dille söz isteyerek konuştu:
11/555
Zeus'un sevgilisi Ahilleus, istiyorsun ki, burada, uzağa ok atan
Apollon Han'ın öfkesini açıklıyayım. Peki, konuşmak isterim; ama iyi
anla beni: Önce yemin et ki, koruyucum olacaksın, dilinle ve kolunla.
Çünkü öyle sanıyorum ki, bir eri sinirlendirebilirim. Argoslular içinde
öyle bir eri ki, bütün Ahaylılar ona boyun eğerler. Bir Han güçte
kuvvetle üstündür, aşağı sınıftan birine hırslanırsa... Bir gün için belki
hırsını hazmeder, ama içinde kin tutar, er geç öcünü alacağı zamanı
bekler. Sen şimdi düşün de söyle: Canımı sana emanet edebilir miyim?
Ayağına çabuk Ahilleus hemen cevap vererek şöyle dedi:
— İçine güven gelsin, bildiğini bütün gerçekliğiyle söyle: Tanrıların
takdiri nedir? Hayır, Kalhas! Danaoslulara iyilik dileyen dualarını
dinliyecek, Zeus'un sevgilisi Apollon aşkına, hayır! Ben
yaşadıkça, bu dünyada gözlerimi yummadıkça, kimse koca karınlı
gemilerimiz yanında, sana ağır elini kaldıramıyacak; bütün Danaoslular
arasında kimse: Agamemnon'un da ismini söyliyebilirsin; o ki,
bugün şu ordugâh içinde herkesten üstün olduğunu söylemekle
övünmekte!
O zaman içine güven gelen kusursuz kâhin Kalhas konuştu,
— Yerine getirilmemiş bir adak, bir yüzlük kurban için değildir
tanrının şikâyeti. O duacısına Agamemnon hakaret ettiği için, kızına
hürriyetini vermediği, kurtulmalıkları kabul etmediği için şikâyetçidir.
12/555
İşte bunun içindir ki, Okçu, size fenalıklar veriyor, daha da verecek:
Danaosluların üstünden musibeti kaldırmıyacak, babasına güzel gözlü
sevgili kızını, pazarlıksız, kurtulmalıksız, teslim etmedikçe, Hryses'ye
yüzlük kurban götürmedikçe. Ancak bu şartlarla tanrıyı yumuşatıp
gönlünü razı edebileceğiz.
Deyip yerine oturdu. Bunun üzerine kahraman Atreoğlu, güçlü
kuvvetli Agamemnon Han ayağa kalktı. Kan başına sıçramış, içi
kapkara bir öfke ile kabarmış, gözleri kıvılcımlar saçan ateş kesilmiş.
En önce Kalhas'a kin dolu bir bakış çevirerek şöyle dedi:
— Musibetler kâhini, ömründe benim de hoşuma gidecek tek
bir şey söylemiş değilsin. Her fırsatta bütün gönlünle felâket haberleri
vermekten zevk alıyorsun. Hayırlı bir haber hiç bir zaman getirmezsin,
şimdi de Danaosluların karşısına geçip tanrılar adına konuştun; Okçu
musibetler yağdırıyorsa, bunun kurtulmalıkları reddedip kızı Hryseis'i
serbest bırakmak istemediğimden olduğunu söyledin. Evet, o, kızı
yanımda tutmayı çok arzu ediyorum, onu nikâhlı karım
Klytemnester'den üstün tutarım; çünkü, hiç bir şeyde —boyda bosta,
salınışta, endamda, akılda, yordamda— ondan aşağı değildir. Böyle olmakla
beraber, başka çare yoksa, onu babasına vermeğe razı olurum,
budunu mahvolmaktan kurtarmağı elbette isterim. Fakat, o halde gecikmeden,
bana başka bir şeref payı hazırlayın, Argoslular arasında ganimetten
pay almamış bir ben olmıyayım; çünkü bu, pek uygunsuz
düşer.
Ona, hemen çevik ayaklı Ahilleus cevap verdi:
13/555
— Ünlü Atreoğlu, mala doymazlıktan yana eşin yoktur. Sana
ulu gönüllü Ahaylılar nasıl ve nereden öyle bir şeref payı bulup verebilirler?
Bir tarafa ayrılmış, müşterek, ihtiyat hazinemizin bulunduğunu
ben bilmiyorum. Yağma ettiğimiz şehirlerden alınmış bütün ganimetler
paylaşılmıştır. Halkın ellerindeki ganimet paylarını geri getirip
bir araya yığmasına ve yeniden paylaşmasına yakışık alacak bir yol
yoktur. Sen şimdi bu kızı tanrıya sun, biz Ahaylılar, bunun üç kat, dört
kat daha kıymetli ödülünü sana sağlarız, eğer bir gün Zeus kısmet eder
de surları sağlam Troya şehrini alıp yağma edebilirsek.
Buna da Agamemnon Han şöyle cevap verdi:
— Hayır, hayır! Ne derece alp, ne derece yiğit olursan ol,
benden maksadını gizlemeğe çalışma, tanrı benzeri Ahilleus! Beni inandıramaz,
kandıramazsın. Sen kendi şeref payını saklarken, bana
payıma düşen kızı feda etmeği nasıl öğütlersin? Bana ulu gönüllü
Ahaylılar arzuma göre ve elimden gidenin değerinde bir başkasını
verirlerse olsun! Eğer böyle bir karşılık vermek istenilmezse, ben
kendim gidip seninkini ve Ayas'ın ya da Odysseus'ün şeref payını alır,
götürürüm. Ondan sonra hırslanıp kudurulacaksa, umursamam. Ama
bunları sonra düşünürüz. Şimdi ise hemen tanrısal denize bir kara
tekne indirelim; içine seçkin bir kürekçi takımı yerleştirelim; sonra bir
yüzlük kurban yükliyelim; güzel Hryseis'i de bindirelim; nihayet
Dernek'te oy sahibi olanlardan biri, Ayas, İdomene, ya tanrısal Odysseus,
ya da sen, Peleoğlu —erlerin en müthişi— seçilerek seferin başına
getirilsin, uzağa ok atan tanrıyı yumuşatacak töreni yerine getirsin.
14/555
Ona ayağına çabuk Ahilleus alttan, kin dolu bir bakış fırlatarak
şöyle dedi:
— Ah, gidi sıkılmaz adam, kazançtan başka bir şey düşünemiyorsun!
Nasıl istersin ki, bir Ahaylı seve seve emirlerine boyun eğsin,
gönderdiğin yola gitsin veya düşmanlarla vuruşmağa koşsun? Ben
çünkü savaşçı Troyalıların bir suçu için, buraya, onlarla dövüşmeğe
gelmiş değilim. Onlar bana hiç bir şey yapmamışlardır. Hiç bir zaman
sığırlarımı veya atlarımı, kısraklarımı gaspetmemişler, hiç bir zaman
bizim bitek ve besleyici Ftia topraklarının hasatlarını yağma etmemişlerdir.
Bizimle onlar arasında pek çok gölgeli dağlar ve
yankılanan denizler var. Ama biz senin, sıkılmaz adam, senin
arkandan geldik; köpek suratlı size, sana ve Menelas'a, Troyalıları
yenerek ganimetler, ödüller kazandırmak için buralara sürüklendik.
Sen bu menfaatleri hiçe sayıyor, aklına bile getirmiyorsun. Şimdi de
bir başına gelip beni, elimden şeref payımı almakla tehdit ediyorsun.
Bu şeref payını kazanmak için ben bunca emekler verdim, onu bana
Ahaylı çocuklar lâyık görmüşlerdi. Ahaylılar her ne vakit bir Troya
şehri yağma etmişlerse, benim payım hiçbir zaman seninkine eşit
olmamıştır. En şiddetli savaşlarda, en önemli işi benim kollarım görür,
ama paylaşmada en büyük pay sana verilir; benim gemilerime getirebildiğim
ganimetler, savaşlarda çektiğim zahmetlere göre, çok azdır.
Bu sefer artık kalkıp Ftia'ya dönüyorum; evet, koca karınlı gemilerimle
çıkıp gitmek yüz kere daha kârlı olur. Artık aklıma sığdıramıyorum;
burada durup sana mal, servet kazanmağa çalışayım da, aşağılanmaktan
başka bir karşılık görmiyeyim!
Ona, bunun üzerine, budunlar başı Agamemnon Han şöyle
cevap verdi:
15/555
— Çek, git öyleyse; madem ki gönlün böyle arzu ediyor, ben
sana yanımda kal diye yalvaracak değilim. Bana saygı ve yardım
göstermeğe hazır çok insan var, hepsinin başında ise akıllı, tedbirli
Zeus gelir. Benim gözümde sen Zeus'tan gelen Hanların en sevimsizi,
en iğrencisin. Sen yalnız anlaşmazlık çıkarmaktan, kavgadan, savaştan
hoşlanırsın. Çok güçlü kuvvetli olabilirsin, bu gücü kuvveti sana veren
bir tanrıdır. Kalk, yurduna git, gemilerinle, adamlarınla;
Mrymidon'larının üstünde hanlık sür; seni ben hiç umursamam,
kininden de pervam yok. Benim de başka türlü tehditlerim var: Foebos
Apollon, Hryseis'in elimden çıkmasına sebep oluyorsa, onu adamlarımla
gemiye bindirerek yollamak zorunda kalıyorsam, buna karşılık
ben de kendim gidip senin barakandan güzel Briseis'i senin şeref
payını, alıp götüreceğim, benim senden ne kadar kudretli olduğumu
anlıyasın, başkaları da artık akranım imiş gibi karşıma çıkıp öyle bir
ağız kullanmağa cesaret etmesin! Böyle dedi.
Peleoğlu'nu kaygı aldı, erkek göğsünün içinde, yüreği iki
düşünce arasında kaldı: Kalçasından aşağı sarkmakta olan sivri kılıcı
çekip bir vuruşta Atreoğlunu öldürsün, meclise son versin mi? Yoksa,
hırsını yenip içini sâkinleştirsin mi?
Aklıyla ve gönlüyle bunları düşünür ve eli kılıcını kınından
çekmek üzere iken gökten tanrıça Athene çıkageldi, onu beyaz kollu
Here, her ikisini yürekten sevip koruyan tanrıça, koşturmuştu. Peleoğlunun
arkasında durdu, eliyle sansın saçlarına dokundu. Tanrıçayı
yalnız o görmüştü, şaşkınlık içinde Athene'yi tanıyan Ahilleus'ün gözlerinde
korkunç bir ışık parladı. Çakır gözlü tanrıça, ona Here'nin arzusunu
bildirerek kanatlı sözler söyledi:
16/555
— Çekişmeye son ver, elin kılıcını çekmesin; sözlerle istediğini
söyliyerek onu aşağıla; bu kadarla yetin!
Tanrıça, Olympos dağına uçup giderken, Peleoğlu, Atreoğluna
şöyle karşılık verdi:
— Şarap küpü, köpek gözlü, geyik yürekli! Hiçbir zaman cebellenip
askerinle beraber savaşa girmek cesaretini göstermiş değilsin;
hiçbir zaman seçkin Ahaylılarla bir pusuya gitmek zahmetine katlanmış
değilsin! Ahaylıların geniş ordugâhından hiç kımıldamadan, gelen
armağanlara konmak ve yüzüne karşı konuşanların elinden hediyelerini
kapmak sana daha kolay geliyor. Fakat sana açık açık söylüyor,
büyük bir and da içiyorum: Şu asa tanık olsun! Hiçbir zaman artık
yapraklanmıyacak ve budaklanmıyacak. dağ başındaki ağacından
kesildikten sonra artık çiçek açmıyacak olan bu asa hakkı için! Şimdi
adaleti yerine getiren, Zeus adına hukuku sağlıyan Ahaya evlâtlarının
elinde bulunan şu asa hakkı için! İşte bu, sana en büyük and olsun! Bir
gün gelecek, bütün Ahaylıların oğulları Ahilleus'un eksikliğini kendi
içlerinde duyacaklar; o zaman sen, acıdan yüreğin parçalanmış,
Ahaylıların en yiğidine saygı göstermemiş olduğuna yanacaksın.
Peleoğlu böyle dedi ve altın çivilerle süslenmiş asayı yere atarak
oturdu. Atreoğlu ise öbür yanda hırsından çılgına dönmüştü.
17/555
İşte bu anda Nestor, tatlı dilli Pylos'un yankılı hatibi Nestor
ayağa kalktı. Ağzından baldan tatlı sözler akacaktı. Kendisiyle beraber
tanrısal Pylos'ta doğup büyüyen iki nesil görmüştü; şimdi, üçüncü
nesil üzerine hüküm sürüyordu. Akıllı bir düşünüş içinde söz alarak
konuştu:
— Vah, vah! Ahay memleketine ne büyük felâket geliyor!
Priam'la oğulları için ne büyük sevinç! Danaosluların, Dernekte ve
savaşta, en ileri gelenleri arasında görünmekte olan şu çekişmeyi
öğrenseler, bütün Troyalılar ne kadar sevinirler! Beni dinleyin, yaşça
ikinizden de büyüğüm. Ben bizden daha cesur, daha alp adamlarla
yatıp kalkmışım, beni hiçbir zaman küçük görmemişlerdir. Öyle insanlara
bir kere daha rastlamadım, belki de bundan sonra onlar gibileri
hiç görmiyeceğim: Prithoos gibi, ya halkın çobanı Dryas gibi, Kenea,
Eksadion tanrıyken Polyfemos, Egeoğlu Theze gibi ölümsüzlere
benzererler!
Onlar güçlü kuvvetli insanlardı, yeryüzünde yetişmiş bütün insanlar
arasında çok güçlü kuvvetliydiler, en güçlü kuvvetlilerle ve dağ
canavarlarıyla savaşırlardı, onları kırmış geçirmişlerdi.
Beni yanlarına çağırmışlardı; onlara ulaşmak için şu uzaklardaki
Pylos'tan ayrılmıştım; ben kendi hesabıma savaşırdım. Aa!
Şimdi onlara karşı bu dünyanın ölümlü insanlarından kimseler
savaşamıyacaktı. İşte bu insanlar benim öğütlerime kulak verir,
sözümü dinlerlerdi. Hadi, siz de dinleyin, dinleyen doğru yolu tutmuş
olur.
18/555
Sen Atreoğlu ne kadar cesur, ne kadar alp da olsan, ondan kızı
almaktan vazgeç. O kızı ona, şeref payı olarak bütün Ahaylılar topluluğu
vermişti, kızı onda bırak.
Sen de Peleoğlu, bir Hanın karşısına gelip, yüzyüze atışmakta
ısrar etme; şanını Zeus'tan alan asa sahibi bir Hanın şerefçe yeri
üstündür. Sen de çok güçlü kuvvetlisin, çünkü senin anan bir tanrıçadır;
ama o daha kudretlidir, çünkü daha büyük bir topluluk üzerine
hüküm sürer.
Sen Atreoğlu, hırsını tut. Yalvarırım sana, hırslanışın: yatıştır,
Ahilleus'a saygı göster: Ahaylıların, şu zalim savaşta, ondan daha
sağlam kaleleri yoktur.
Agamemnon Han cevap vererek şöyle dedi:
— Evet, bütün bu söylediklerini, ihtiyar, tam gereğince söyledin.
Ama bu adam herkesin üstünde olmak istiyor, herkesin efendisi,
herkesin şahı olmak, herkese emirler vermek dâvasında; fakat buna
boyun eğmiyecek birini biliyorum, sanırım. Daima var olan ve var olacak
tanrılar onu iyi bir savaşçı yapmışlarsa, ona bunun için hep
küfürlerle konuşmak yetkisini de mi verdiler?
19/555
Buna karşı hemen sözü alan Ahilleus şöyle dedi:
Bana gerçekten korkak ve hiç değersiz derlerdi, eğer senin her
dediğine, hemen baş eğip itaat etseydim. Sen, böyle, başkalarına kumanda
et, bana emirler vermeğe kalkma, çünkü bu günden sana baş
eğmiyeceğimi sanıyorum.
Sana söyliyecek bir şeyim daha var, onu iyice kafana koy. Kız
için kollarım dövüşmiyecek, ne sana ne başkasına karşı. Onu bana
verdiniz, şimdi de geri alıyorsunuz. Ama ondan gayri, kara teknelerimin
yanında her nem varsa, onları ben istemezken alıp götüremiyeceksin;
bir kere dene, istersen; sonra ne olacağını bunlar göreceklerdir:
Kara kan, mızrağımdan şıkır şıkır akacaktır!
Bu sert karşılıklar düellosuna son vererek her ikisi kalktı,
Ahaylıların gemileri yanındaki dernek kapandı. Peleoğlu barakalarına
ve gemilerine doğru yürürken kendisine Melenoetiosoğlu ve başka
yârenleri arkadaşlık ediyordu. Atreoğlu ise denize ince bir tekne çektirdi;
ona yirmi seçkin kürekçi verdi; içine tanrı için yüzlük kurbanı
yerleştirdi; güzel Hryseis'i kendi götürüp gemiye bindirdi; nihayet çok
hünerli Odysseus ta binerek seferin kumandasını eline aldı.
Su yolları üzerinde sefer başlamıştı. Atreoğlu ondan sonra askere
arınmak emrini verdi. Arındılar ve kirli şeyleri tanrısal denize attılar.
Sonra sonsuz deniz kıyısında kusursuz inek ve keçilerden yüzlük
20/555
kurban, törenle, Apollon tanrıya sunuldu; iç yağı dumanları büklüm
büklüm göklere yükseldi.
AHİLLEUS'UN HAKARET GÖRMESİ
Ordugâhta işte bu işler görülmekteydi. Agamemnon, Peleoğluna
karşı bundan önce ileri sürmüş olduğu tehdidi yürütmekten
vazgeçmedi. Çavuşları ve çalışkan seyisleri olan Talthybios ile
Eurybat'ı çağırıp onlara emir verdi:
— Her ikiniz Peleoğlu Ahilleus'un barakasına gidersiniz, güzel
Briseis'i elinden tutup götürürsünüz. Vermek istemezse, kendim daha
çok insanlarla gidip alırım, ama o zaman ona daha pahalıya mal olur.
Sertlikle söylediği bu emirle, çavuşları yola çıkardı, onlar da
isteksiz isteksiz deniz kıyısı boyunca yürüyerek Myrmidonların
barakalarına ve gemilerinin yanına geldiler. Orada Ahilleus'u,
barakasının yanında, kara teknesinin başında oturmuş buldular.
Çavuşların gelişi hiç hoşuna gitmedi.
Her ikisi, korku ve saygı içinde, Hanın önünde durdular, tek
bir kelime söylemeden, hiçbir şey sormadan. Fakat Ahilleus aklıyla işi
anlıyarak onlara şöyle dedi:
21/555
— Selâm size çavuşlar, Zeus'un ve insanların habercileri, yaklaşın:
Siz bana bir şey yapmış değilsiniz. Kabahat sizi güzel Brieis'i almağa
gönderen Agamemnon'da.
Hadi, tanrı soyu Patroklos, kızı dışarı çıkar da onlara ver,
götürsünler, yalnız onlar da benim sözlerimin şahitleri olsunlar, mutlu
tanrılar ve ölümlü insanlar önünde, ve doğru yoldan gitmiyen Hanın
önünde: Şu ziyanı sonsuz musibetten cümleyi kurtarmak için bir kere
daha bana ihtiyaçları olursa! O şimdi kalbi lanetlenmiş gibi kudurmuş
haldedir; geçmişi geleceğe yaklaştırıp Ahaylıların ziyansızca nasıl
dövüşebileceğim görmek yetkisi kalmamıştır.
Böyle dedi.
Patroslos sevgili arkadaşına itaat etti: Barakadan güzel
Briseis'i çıkardı, onlara teslim etti, götürsünler diye!
Çavuşlar, Ahaylıların gemileri boyunca yürüdüler, kadın isteksiz
isteksiz arkalarından gidiyordu.
O sırada, birden, Ahilleus'un gözleri yaşardı, adamlarından
uzaklaşarak beyaz köpüklü denizin kenarına gidip oturdu; gözleri
22/555
uzaklarda, şarap tortusu rengindeki denize dikilmişti; o halde ve o anda,
elleri uzanmış, çok sevgili annesine yalvarıcı bir hitapta bulundu:
— Hey. anne, beni çok kısa bir ömür yaşamak üzere doğurdunsa,
hiç olmazsa Olympos'un yükseklerde gürliyen tanrısı Zeus benden
şerefi esirgemesin! İşte şu anda bana hiç bir saygı göstermiyor; çünkü
işte Atreoğlu kudretli Agamemnon Han bana hakaret etti: Şeref
payımı kendi başına elimden almış, hakkımı gaspetmiştir.
Gözyaşları dökerek böyle dedi.
Tanrıça annesi yalvarışını dinledi, denizin derin uçurumlarından,
ihtiyar babasıyla beraber bulunduğu yerden koştu, beyaz
köpüklü denizin içinden bir buğu gibi çıktı; gözyaşları döken oğlunun
karşısında oturdu, onu eliyle okşadı; sevgi gösteren isimlerle, ona
şöyle dedi:
— Çocuğum, niçin ağlıyorsun? Gönlün nasıl bir içinde kalmış?
Konuş, düşündüklerini gizleme; her ikimiz de bilelim.
Ona, derinden içini çekerek, ayağına çabuk Ahilleus şöyle
dedi:
23/555
— Kendin biliyorsun; sana her şey malûm iken ben ne diye
konuşayım?
Etion'un kutsal şehri Thebes'e gitmiştik, onu yıkıp yaktıktan
sonra, onda neler varsa hepsini götürmüştük; sonra o ganimetleri
Ahaya oğulları aralarında gereği gibi paylaştılar; Atreoğluna güzel
Hryseis'i ayırmışlardı. Sonra uzağa atan tanrı Apolion'un duacısı Hryseis,
tunç cebeli Ahaylıların tez yürüyüşlü gemilerinin yanına geldi;
kızını cariyelikten kurtarmak için çok kıymetli kurtarmalıklar getirmişti;
elinde de, altın asasının üstünde Okçu tanrı Apollon'un tacını
tutuyordu; bütün Ahaylılara ve en çok iki Atreoğluna yalvardı. Öbür
Ahaylıların hepsi haykırıştılar: Duacıya saygı gösterilsin! Kıymetli kurtarmalıklar
kabul edilsin! Ama bu, Atreoğlu Agamemnon'un hoşuna
gitmedi. Kabalıkla, sert sert emirler vererek Hryseis'i kovdu.
İhtiyar kaygılanmış olarak oradan uzaklaştı, onu çok seven
Apollon duasını dinledi ve Argoslular üzerine zalim oklar attı; geniş
Ahaya ordugâhına her yandan yağan oklardan insanlar kırılmaya
başladı. O zaman herşeyi bilen kâhin, bize Okçu tanrının niyetlerini
açıkladı. Ben ilk olarak, gecikmeksizin tanrıyı yumuşatmak öğüdünü
verdim. Bunun üzerine Atreoğlu hırçınlaştı, hemen ayağa kalkarak
bugün yerine getirilmiş bulunan bir tehdit savurdu: Bu saatte, gözleri
ateşli Ahayalılar, zarif yapılı bir gemi üzerinde Hryeis'i Hryses'e
götürüyorlar, Apollon tanrıya da kurbanlar götürüyorlar. Az önce ise
çavuşlar gelip şerefpayı olarak bana verilmiş olan Briseis kızı
barakamdan alıp götürdüler.
24/555
Sen şimdi, anne, yiğit oğlunun yardımına gelmez misin?
Olympos'a bir uğra, Zeus'a yalvar; vaktiyle sözlerinle ve hareketlerinle
gönlünü edebilmişsen... Babamın sarayında, çok kere, bununla
kıvandığını hatırlıyorum.
Bütün ölümsüzler arasında, tek başına, kara dumanlı Kronosoğlunu
bir hakaret belâsından nasıl kurtarmış olduğunu söylerdin.
Öyle bir zamandı ki, Olympos tanrıları, Here, Poseidon, Palas Athene,
hepsi Kronosoğluna zincir vurabileceklerini sanıyorlardı.
Ama sen, tanrıça, sen ona geldin ve onu zincirlerden kurtarabildin:
Çabuk Olympos tepelerine haber salarak yüz kollu canavarı getirttin;
buna tanrılar Briose, ölümlüler ise Egeon derler, babasından
bile daha güçlü kuvvetli olduğunu söylerler. Bu canavar yetişerek Kronosoğlunun
yanına, şan ve gurur içinde, oturdu.
Mutlu tanrılar onu görünce korktular ve zincir vurrna
dâvasından el çektiler. Bugün bütün bunları ona hatırlat, yanına otur,
dizlerini kucakla: Acaba Troyalılara yardım etmek lûtfunda bulunmaz
mı? Kırılıp geçirilen Aharlıları, gemilerinin kıçından itip denize süremez
mi? Böyle olsun ki, hepsi Hanlarının mürüvvetini görsünler;
kendi de, Atreoğlu kudretli Agamemnon Han, Ahaylıların en yiğidine
saygı göstermemekle nasıl bir çılgınlık etmiş olduğunu anlasın!
O zaman Thetis, ağlıyarak ona cevap verdi:
25/555
— Ah, yavrum, seni büyütmekle ben ne talihsiz ana imişim?
Neden, gemilerinin yanında, gözyaşları dökmiyerek ve cefalar çekmiyerek,
oturup safa sürmedin? Çünkü kaderin sana uzun günler değil,
ancak kısa bir ömür bağışlamıştır. Peki, kendim Olympos'a çıkıp
şikâyetini gürler sesli Zeus'a götüreceğim; bakalım, dinliyecek mi?
Şimdi sen Ahaylılara karşı öfkeni tut, tez yürüyüşlü gemilerinin
yanında oturup şartsız bir kararla, dövüşmekten vazgeç.
Zeus, dün kusursuz yanık yüzlülerin vereceği bir ziyafette bulunmak
üzere Okeanos'a doğru yola çıkmış, bütün tanrılar da onunla
beraber gitmişler. Olympos'a on iki gün sonra dönecek. O zaman eşiği
tunçtan sarayının yolunu tutacağım, dizlerine kapanacağım, beni dinleyeceğine
inanıyorum.
HRYSEİS HRYSE'DE
Böyle dedikten sonra çekilerek onu yalnız, yüreği öfkeli, güzel
kemerli kadını düşünür bıraktı: Elinden zorla çekip kaçırdıkları
kadını.
Bu ara Odysseus, Hyrse'ye ulaşmış, kutsal yüzlük kurbanı
götürmüştü .Gemi limana girip kıyıya bağlandıktan sonra, karaya
26/555
indiler. Hryseis te gemiden çıktı. Çok hünerli Odysseus, onu tapınağa
ileterek babasının eline teslim etti, ve şöyle dedi:
— Hryses, beni Agamemnon Han buraya, kızını getirmek ve
Foebos'a Danaoslular adına kutsal bir yüzlük kurban sunmak üzere
gönderdi; Argoslular üzerine, onları hıçkıra hıçkıra inleten musibetler
salan tanrıyı yumuşatmak arzusundayız.
Böyle dedi, ve Hryses kızına kavuştuğundan, gönlü şad oldu.
Onlar için, yüksek sesle, elleri göğe uzanmış, dua etti.
— Beni dinle, gümüş yaylı tanrı, Hryse'yle tanrısal Killa'yı koruyan,
Tenedos'ta hüküm süren tanrı! Bundan önce duamı kabul
ederek bana saygı göstermiş, Ahaylıların ordusuna ağır vuruşlar indirmiştin;
şimdi de dileğimi yerine getir: Danaosluların üstünden ziyanlarına
katlanılmaz musibeti uzaklaştır.
Böyle deyip dua etti; Foebos Apollon da duasını kabul etti.
Hemen düzen gözetilerek, güzel bir tapınak başında, tanrıya
sunulacak kurbanın hazırlıklarına geçildi. Arpa tanelerini saçtılar,
hayvanları kaldırıp boğazladılar, derilerini yüzdüler, parçaladılar, butları
ayırdılar, iki yandan iç yağı ile örttüler, sonra üstlerine çiğ etler
27/555
yerleştirdiler. Ondan sonra onları, ihtiyar, yanmış kütükler üzerinde
kızarttı, üstlerine ateş yüzlü şarabı saçtı; yanında ise gençler ellerinde
beş dişli çatallar almışlardı. Butlar kızardıktan sonra, önce içirikleri
(sakatları, ahşayi) yediler. Kalan etleri güzelce doğrayıp şişlere geçirdiler,
büyük dikkatle kızartıp hepsini ateşten çektiler.
Şölen (ziyafet) hazırlandı; yediler, içtiler; payını almamış
kimse kalmıyan bu törende, gönüller neş'e ve sevinç içinde idi. Ondan
sonra herkesin sağrağına doldurulan şarapla tanrılara saçı kıldılar.
Bütün gün Ahaylıların oğulları, tanrıyı yumuşatmak için, koro
halinde güzel Bean ilâhisini okudular, uzağa atan tanrının sanını göklere
yükselttiler. Onları dinleyen tanrının da gönlü şad oldu.
O sırada güneş batıp ortalık karardı; geminin halatları yanında
uzandılar; sonra, sabahleyin, gülparmaklı Şafak doğar doğmaz,
Ahaylıların geniş ordugâhına ulaşmak üzere denize açıldılar. Uzağa
atan tanrı Apollon, yollarına elverişli rüzgârı estirdi. O zaman direği
diktiler, beyaz yelkenleri açtılar. Rüzgâr dopdolu yelkeni şişiriyor,
köpüklü deniz dalgaları yankılanıyordu. Gemi bu elverişli gidişle
Ahaylıların geniş ordugâhına ulaşarak kıyıya yanaştırılıyor; karaya
çekilerek destekleniyordu. Ondan sonra gemiciler de dağılarak
barakalarına çekildiler.
OLYMPOS'TA
28/555
O sırada, tez yürüyüşlü gemilerinin yanında, tanrısoyu Peleoğlu
ayağına çabuk Ahilleus, hep gönlü öfkeli, oturuyordu. Ne insanın
şanını arttıran Derneğe, ne de savaşlara giriyordu.
Az sonra, onikinci şafak doğduğu zaman, daima var olan
mutlu tanrılar, hepsi beraber, Olympos'a döndüler, başlarında Zeus
olduğu halde. O zaman oğlunun dileklerini unutmayan Thetis, denizin
dalgaları arasından çıkar ve tan ağarırken geniş göğe ve Olympos'a
doğru uçar. Orada, gür sesli Kronosoğlunu Olympos'un en yüksek tepesine
yalnız başına çekilmiş buldu. Ayaklarına çömeldi, dizlerine
sarıldı, sağ eliyle çenesini okşadı ve yalvararak Kronosoğlu Zeus Hana
şöyle dedi:
— Zeus baba! Eğer vaktiyle, ölümsüzler arasında, sözle veya
işle, senin hizmetinde bulunabildimse, sen de şimdi benim gönlümü
hoşnut et: Oğluma başkaları arasında şeref bağışla ki, kaderinde yakın
ölmek vardır. Şu saatte, budunlar Hanı Agamemnon ona hakaret etmiş,
şeref payını bir başına elinden almış, hakkını gasbetmiş bulunmakta.
Oğluma şimdi saygı göstermek, ey Olympos'un çok tedbirli
Zeus'u, sana düşer! Zaferi Troyalılara ver, Ahaylılar oğlumu sayıp şerefini
yükseltinceye kadar.
Öyle dedi, bulut devşiren Zeus hiç cevap vermedi, tahtının
üstünde susup durdu. Thetis, dizlerine sarılmış olarak, ona ikinci defa
yalvardı:
29/555
— Sana yalvarırım, gerçek bir söz ver bana, vâ'dini alnının bir
işaretiyle de kuvvetlendir; veya «hayır» de! Senin için bunda çekinecek
bir şey yok. Ben de bari, bütün tanrıların en şerefsizi olduğumu
bileyim.
Bu sözlere bulut devşiren Zeus birden çok kızarak cevap verdi:
— Bu iş kötüye gidiyor! Benimle Here arasında yine bir kavga
çıkacak, onun gelip hakaretli sözlerle çıkışacağı gün. O, hiç sebepsiz de
gelip ölümsüz tanrılar arasında benimle atışmadan geri kalmıyor:
Hep, «Troyalılara yardımın dokunuyor» dâvası! Sen şimdi çekil, git.
Here burada görmesin. Dilediğini yerine getirmek işini sen bana bırak,
işte vâ'dimi, hatırın için, alnımın işaretiyle de kuvvetlendiriyorum.
Artık bana inanabilirsin; çünkü ölümsüzler arasında bundan büyük
güven verici yolun yoktur.
Başımı eğip kabul ettiğim, işaret verdiğim her şey benim için
dönülmez, hileye götürülmez, ihmal edilmez bir karardır.
Böylece anlaştıktan sonra, ayrıldılar. Thetis, Olympos'un
yukarısından uçarak derin denize atladı, Zeus da konağına doğru
yürüdü. Bütün tanrılar oturdukları yerden, hep birden, kalkıp Zeus
babayı karşıladılar. O, hepsini karşısında ayakta buldu; hemen tahtına
geçip oturdu. Fakat hiç aldanmıyan Here, bir bakışta, Deniz
30/555
ihtiyarının kızı, gümüş ayaklı Thetis'in gelip onunla başbaşa kurdukları
plânı sezindi ve hemen iğneleyici sözlerle Kronosoğluna çıkıştı:
— Yine hangi tanrı ile gizli gizli oturup sözbirliği ettin, hain?
Daima, ben yanında yokken, başkalarıyla oturup gizli gizli kararlar
vermekten pek hoşlanırsın. Hiçbir zaman ne yapmak niyetinde
olduğunu önceden bana açmak âdetin değildir.
Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası şöyle cevap
verdi:
— Here, benim bütün düşündüklerimi öğrenmek ümidine
kapılma. Eşim olmakla beraber, buna erişmek senin için de çok
zordur. Öğrenilmesi caiz olan işleri, senden önce, ne tanrılardan, ne
insanlardan kimse işitecek değildir. Başka tanrılardan ayrı, kendi
kendime, yapmak istediğim işler üzerine ne bir şey sor, ne bir araştırmada
bulun.
Buna karşı iri gözlü Here sultan cevap verdi:
— Tanrıların en müthişi Kronosoğlu! Ağzından çıkanlar nasıl
sözlerdir böyle? Şimdiye kadar senin işlerin üzerine ne sual sormuş, ne
araştırmalarda bulunmuşumdur; rahat rahat istediğin gibi düşünmene
31/555
ve istediğini yapmana karıştığım yoktur. Fakat bugün, yüreğimde bir
şüphe var: Deniz ihtiyarının kızı gümüş ayaklı Thetis'in buraya gelip
seni kandırmış olmasından korkuyorum. Seziyorum ki, o, tan
ağarırken gelip ayaklarına çömeldi, dizlerine sarıldı ve senden,
Ahilleus'a şeref vermek için, Ahaylıların binlerce ve binlerce helak olmasına
söz kopardı ve vâ'dini, geri alınmaz bir karar olduğuna başının
işaretiyle de kuvvetlendirdi.
Ona, bulut devşiren Zeus şöyle cevap verdi:
— Hay cin akıllı tanrıça! İşin gücün hep hayal kurmak,
şüpheye düşmek! Benim hiç bir şeyimi kaçırmıyorsun. Fakat ne
yapsan bir şey kazanamazsın, gönlümden biraz daha uzaklaşmaktan
gayri. Eğer söylediğin sözler dediğin gibi olmuşsa, böyle olmasını gönlümle
istediğime şüphe kalmaz. Öyleyse, otur yerine de sesini çıkarma.
Olympos'un bütün tanrıları hiçbir işine yaramaz, eğer yaklaşır
da ağır, korkunç ellerim senin üstüne uzanırsa.
Böyle dedi ve iri gözlü Here sultan korktu, sesini çıkarmadan
oturdu, gönlünü tutmağa çalıştı.
32/555
Zeus'un sarayında göksoyu tanrılar öfkelendi. Bu sırada ünlü
sanatçı Hefaestos onlarla konuşmağa başladı. Sevgili annesinin, beyaz
kollu Here'nin gönlünü neşelendirmek istiyordu:
— Eğer ikiniz, birbirinizle ölümlüler için böyle atışıp durur,
gürültünüzle tanrıları rahatsız ederseniz iş büsbütün fenalaşıp çekilmez
hale gelecek! Ben anneme, kendi çok akıllı olmakla beraber, bir
öğüt vermeğe cesaret ediyorum: Zeus'u hoşnut etmeğe çalışsın ki
babamız da bir daha onunla kavga etmesin, bizim de derneğimizin
tadını kaçırmasın. Ya şimşek fırlatan Olympos'lu onu da tepeden aşağı
fırlatmak istediğini bir duyarsa!... Çünkü o, çok daha kuvvetlidir.
Hadi, git, tatlı diller dökerek onun gönlünü yumuşatmağa çalış; böyle
yaparsan, Olympos'lu hepimizi ağırlamada kusur etmez.
Böyle dedi ve hemen sıçrayıp iki kulplu sağrağı annesinin eline
vererek sözüne devam etti.
— Hadi, bir dene, anne! Çok kaygılı olsan da yine katlan! Seni
pek çok sevdiğim için dayak yediğini görmek istemem! Çünkü o zaman,
ne kadar üzülsem sana yardımım olamaz. Olympos'lu tanrı ile
savaşmak zor iş! Bir kere daha seni korumak istemiştim de beni
bacağımdan yakaladığı gibi kutsal eşikten uzağa, fırlatmıştı! Bütün
gün havada yüzdüm, akşam üstü Lemnos'a düştüm. Bir nefes alıp vermekten
başka bende hayat kalmamıştı. Orada, yere iner inmez, beni
Sintliler kaldırıp kurtarmıştı.
33/555
Böyle diyerek Here'yi güldürdü. Beyaz kollu tanrıça,
dudağında gülümseme, oğlunun uzattığı nektar dolu sağrağı aldı.
Ondan sonra Hefaestos sağa sola koşarak bütün tanrıların sağraklarına,
testiden, boşalttığı nektarı dağıtmakla meşgul oldu. Onun bu
manzarası tanrılar arısında uzun kahkahalar doğurdu.
İşte böyle, bütün gün, günbatımına kadar, cümbüşleri sürdü.
Hepsi bol bol paylarını almış, gönülleri şad olmuştu. Bir yandan da
Apollon'un ellerindeki mükemmel kitardan ve müzlerin güzel seslerinden
nöbet nöbet yükselen türküleri dinliyorlardı.
Nihayet, güneşin parlak ışığı batınca uykuları gelerek her biri,
ünlü bilgiç düşünüşlü, topal Hefaestos'un kendisine yapmış olduğu
konağa çekildi. Olympos'lu, şimşek fırlatan Zeus da, âdeti üzere uyuyacağı
yatağın yolunu tuttu, tatlı uykunun zamanı gelmişti. Yatağa çıktı
ve uzanıp dinlendi, yanında altın tahtlı Here vardı.
34/555
ŞAN : II
RÜYA
Tanrılar ve savaş arabaları sahibi insanlar, bütün gece uyuyorlardı.
Yalnız Zeus'un gözüne tatlı uyku girmemişti. Aklıyla düşünüyordu:
Ahilleus'un şerefini yükseltmek için Ahaylıları gemilerinin
yanıbaşında binlerle nasıl mahvedecekti? Sonunda en iyi bulduğu tedbir:
Agamemnon'a uğursuz Rüya'yı yollamak oldu ve seslenerek
kanatlı sözler söyledi:
— Uğursuz Rüya, hemen yola çıkıp Ahaylıların tez yürüyüşlü
gemilerine git. Atreoğlu Agamemnon'un barakasına gelince, kendisine,
söylediklerimin hepsini —hiç değiştirmeksizin— söyle. Kesin olarak
ona emret: Başları saçlı Ahaylıları, hemen, tezlikle, silâh başına çağırsın!
Troyalıların geniş şehrini almak saati gelmiştir. Olympos' ta
konakları olan ölümsüzler arasında artık dilek ayrılığı kalmamıştır,
çünkü Here yalvararak hepsine kendi dileğini kabul ettirmiştir. Troyalıları
bundan sonra kaygılar, acılar beklemektedir.
Böyle dedi ve Rüya, emri alır almaz, yola çıktı. Çarçabuk
Ahaylıların tez yürüyüşlü gemilerine geldi. Atreoğlu Agamemnon'u,
barakasında, tanrısal uykuya dalmış buldu. Başucunda durdu; Neleoğlunun,
ihtiyarlar arasında Agamemnon'un en çok saydığı Nestor'un
çehresine girmişti. Onun kılığında olarak göksel Rüya seslendi:
— Yatıyorsun, Atreoğlu, cesur at terbiyecisi? Mecliste oy sahibi
bir kahraman, gece boyunca uyumamalıdır: Bunca insanlar ona
emanet, bunca işlere bakmak onun boynunda iken. Bil ki, ben sana
Zeus'tan haber getiriyorum.
Zeus, senin için uzaktan düşünüp çok kaygılanıyor, sana acıyor.
O, sana emrediyor: Başları saçlı Ahaylıları, hemen, tezlikle silâhlıyasın!
Troyalıların geniş şehrini almak saati gelmiştir. Olympos'ta
konakları olan ölümsüzler arasında artık dilek ayrılığı kalmamıştır:
Here, yalvararak. kendi dileğini hepsine kabul ettirmiştir. Bundan
sonra Troyalıları kaygılar, kederler beklemektedir. Zeus böyle istiyor.
İşi başında iyi tut. Sakın, tatlı uyku dağılınca unutmıyasın.
Öyle deyip çekildi: Onu, hiçbir zaman gelmiyecek bir geleceği
gönlüyle düşünmek üzere terketti. Hemen, o günü Priam'ın şehrini
alabilmek hayaline düştü, zavallı akılsız! Zeus'un neler kurmakta
olduğundan; Ahaylılara da Troyalılara da, canlar yakan kavgalar
arasında, daha ne kaygılar, ne kederler sakladığından haberi yok!
Uykusundan uyandı. Tanrısal haberi getirenin sesi hâlâ
havaya yayılmış duruyordu. Yatağının içinde doğrulup oturdu; az
sonra kalkıp yumuşak, yeni, güzel bir entari giydi, onun üstüne bol bir
kaftan geçirdi. Parlak ayaklarına güzel sandallar bağladı; omuzlarına
gümüş çivili kılıcını astı; nihayet atalardan kalma, hiç bozulmaz asayı
eline aldı ve elde asa, tunç cebeli Ahaylıların gemilerine doğru yürüdü.
O anda tanrısal Şafak, Zeus'a ve bütün ölümsüzlere günü haber vermek
için Olympos'a yükseliyordu.
36/555
Agamemnon gür sesli çavuşlara bütün başları saçlı Ahaylıları
Derneğe çağırmak emrini verdi. Bir yandan çavuşları çağırıyor, öbür
yandan çabucak çağrılanlar toplanıyordu.
İHTİYARLAR DERNEĞİ
Agamemnon, en önce, ulu gönüllü ihtiyarları, Pylos kralı
Nestor'un gemisi yanında, Dernek toplantısına çağırdı, çağırırken de
ince bir tedbir düşünüyordu:
— Dostlar, dinleyin. Uykumda bana gökten Rüya geldi, tanrısal
gece içinde. Tamamıyla tanrısoyu Nestor'a: Çehrece, boy boşça,
tıpkı ona benziyordu. Başucumda durdu, bana şunları söyledi: «Yatıyorsun,
Atreoğlu, cesur at terbiyecisi? Dernekte oy sahibi bir kahraman
gece boyunca uyumamalıdır: Bunca insanlar ona emanet, bunca işlere
bakmak onun boynunda iken. Bil ki, ben sana Zeus'tan haber getiriyorum.
Zeus senin için uzaktan düşünüp çok kaygılanıyor, sana acıyor.
O, sana emrediyor: Başları saçlı Ahaylıları, hemen tezlikle silâh
başına çağırasın! Troyalıların geniş şehrini almak saati gelmiştir.
Olympos'ta konakları olan ölümsüzler arasında artık dilek ayrılığı
kalmamıştır: Here, yalvararak kendi dileğini hepsine kabul ettirmiştir.
Bundan sonra Troyalıları kaygılar, kederler beklemektedir. Zeus böyle
istiyor. İşi başında iyi tut.» Rüya bunları söyledikten sonra uçarak kayboldu;
ben de o anda tatlı uykudan uyanıyordum. Şimdi, haydin,
bakalım, Ahaylıların oğullarını silâh başına nasıl çağıracağız? Ben, en
önce, diller dökerek onları denemeyi uygun buluyorum: Kürekleri
düzgün gemilerine binip buradan kaçmağa davet edeceğim; sizler de
37/555
ayrı ayrı onları tutacak, durup harbetmeğe kandıracak sözler bulur,
söylersiniz.
Böyle deyip oturdu. Bunun üzerine kumsal Pylos'un kralı
Nestor kalktı, uslu akıllı bir dille söz alarak şöyle dedi:
— Dostlar, Argosluların kılavuzları ve başları, herhangi bir
başka Ahaylı, bize bu rüyayı anlatsaydı, onda ancak bir hile, bir tuzak
sezinirdik, güvensizlik gösterirdik. Fakat rüyayı gören, bütün Ahaylılar
arasında en birinci er olmakla övünen adamdır. O halde, haydin, onun
dediği gibi, Ahaylıları silâh başına nasıl çağırabileceğimize bakalım.
Bunu deyip ilk olarak dernekten çıktı. Arkasından asa sahibi
bütün Hanlar da, budunlar çobanı Agamemnon'a itaat ettiler.
UMUMİ DERNEK
Adamlar koşarak gelmeğe başlamışlardı bile. Arılar, oyuk kayanın
içinden, sürü sürü nasıl çıkarlar ve her an yenileri dalga dalga
nasıl üşüşürse, bir salkım olup az sonra bahar çiçekleri üstüne,
kimileri bu yandan, kimileri öbür yandan, nasıl uçup atılırsa tıpkı
onun gibi, gemilerden ve barakalardan sayısız adamlar çıkıyor, grup
38/555
grup toplanıp deniz kıyısına ilerliyor, dernekte yer almağa
koşuşuyordu.
Aralarında Zeus'un habercisi Ses kulaktan kulağa yayılan
haber yollarını aydınlatıp kılavuzluk ediyordu; nihayet toplanılabilmişti.
Dernek dalgalanmada, yer savaşçı erlerin altında inlemede,
kargaşalık hüküm sürmede. Dokuz çavuş haykırarak yığınları susturmağa
çalışıyor, uğultu kesilmiyor, Zeus soyu Hanları dinlemeğe bir
türlü yol bulunmuyordu. Büyük güçlüklerle nihayet herkes yer bulup
oturmuş, uğultu dinmişti.
O zaman Agamemnon Han ayağa kalktı, elinde vaktiyle
Hefaestaos'un işlemiş olduğu asayı tutuyordu. Bu asayı Kronosoğlu
Zeus habercisi Hermes'e vererek budunlar çobanı Atreus'a yollamıştı.
Ölen Atreus'tan, asa, sürüleri, zengin Thiest'e, ondan da, sayısız adalar
ve bütün Argos ili üzerinde hüküm sürmesi gereken Agamemnon
Hanın ellerine geçmişti. Şimdi, bu asaya dayanarak Argoslular
Derneğinde şöyle konuştu:
— Kahraman Argoslular, Ares'e hizmet eden dostlarım! Kronosoğlu
Zeus beni korkunç bir felâket tuzağına düşürdü. Vaktiyle bana
tekrar tekrar söz vermişti ki, ancak hisarları sağlam İlion'u alıp talan
ettikten sonra memlekete dönecektim. Meğer bana fena bir pusu kuruyormuş!
Şimdi işte beni Argos'a dönmeğe çağırıyor: Alnımda, boşuna
bunca insanları mahvetmiş olmak şerefsizliği olduğu halde! Ne çare!
Zeus böyle istiyor, kudreti sonsuz Zeus ki bunca Hanın başından tacını
almış, daha da başkalarının başından alacaktır; çünkü güçte kuvvette
39/555
en üstün o'dur! Gelecek nesillere miras olarak ne büyük bir utanç
bırakacağız! Ne yazık ki, böyle büyük ve güzel bir Ahaylılar ordusu
kendinden sayıca aşağı bir düşmana karşı yaptığı boş savaşlar ve
dövüşler ortasında kıvranıyor, sonunun nereye varacağı da bilinmiyor!
Evet, tutalım ki, hepimiz, Troyalılar ve Ahaylılar, aramızda yeminli bir
anlaşma ile birbirimize bağlandıktan sonra karşılıklı sayımızı anlamak
istedik ve bu sayışmada biz Ahaylılar, onarlı gruplara ayrıldık ve her
grubumuz için Troyalılardan saki olarak bir kişi almağa kalktık... emin
olun, bazı onarlı gruplarımız sakisiz kalacaktır! Tekrar söylüyorum,
Ahaylılar, sayıca, bu şehirde oturan Troyalılardan o kadar daha çoktur.
Fakat bu karşılaştırma şehirde oturanlara göredir, onların müttefikleri
vardır: Her memleketten gelmiş, mızrak, kargı savaşında usta insanlar,
işte beni hedefimden çok uzağa atanlar bu müttefiklerdir. Şimdiden
ulu tanrının dokuz yılı geçmiştir; gemilerimizin ahşap kısmı
çürümüş, halatları gevşemiştir. Evlerimizde, konaklarımızda
karılarımız, çocuklarımız dönüşümüzü beklerler, buraya gelişimizin
hedefine erişilmemektedir. O halde, haydin, hepimiz benim dediğim
gibi yapalım, gemilerimize binip yurdun sahillerine doğru kaçalım.
Saati geçmiştir. Geniş Troya şehri bizim olmıyacaktır.
Böyle dedi, ve çokluğun, derneğe girmiyen yığınların yüreklerini
göğüslerinde coşturdu. Bütün dernek kabarık dalgalı bir deniz gibi
çalkandı. Evros ve Notos rüzgârları Zeus babanın bulutlarından sıçrıya
sıçrıya çıkıp İkar denizinde fırtına kopardıkları gibi; veya Zefyr
rüzgârının yüksek ekin tarlalarını sarstığı başakları büküp
dalgalandırdığı gibi; bütün Dernek baştanbaşa böyle çalkalanmış,
dalgalanmıştı. Naralar atarak gemilere koşuyorlar, ayaklarının
altından toz bulutları havaya kalkıyordu. Yarışırcasına, gemileri
kaldırıp tanrısal denize kadar götürmeğe girişmişlerdi. Tekneleri kaydırmak
için gereken çukurları bile kazmışlardı. Sılaya dönüş arzularını
anlatan naraları göklere çıkıyordu. Gemilerin dayandığı uzun
40/555
payandaları çekiyorlardı. Böylece, saati çalmadan, Argosluların
dönüşü meydana gelebilirdi, eğer, o ara, Here, şu sözlerle Athene'ye
hitap etmeseydi:
— Eyvah! Elinde Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, yorulmak
bilmez tanrıça! Demek ki böyle, Argoslular, denizin geniş; sırtı üzerinde,
vatanlarına kaçacaklar; Priam'a ve Troyalılara zaferlerinin ispatı
olarak, Argoslu Helene'yi; Uğrunda Troya kavgalarında bunca
Ahaylıların can verdiği tanrı soyu kadını bırakıp gidecekler! Haydi,
saat tezlik istiyor! Tunç cebeli Ahaylıların ordusuna koş, gönülleri
kandırıcı sözler her savaşçıyı yumuşatıp tutmağa çalış; iki karınlı gemilerini
denize indirmelerine yol verme.
Böyle dedi; çakır gözlü tanrıça da itiraz etmedi, Olympos'un
tepelerinden havalanıp çarçabuk Ahaylıların tez giden gemilerine
ulaştı. Orada, akılda tedbirde Zeus'un eşi Odysseus'ü buldu. Hareketsiz
duruyor, köprüleri güzel kara gemilerine el sürmeği aklına getirmiyordu:
Kaygı gönlünü tutmuş, gayretini kesmişti. Çakır gözlü tanrıça,
ona yaklaşarak şöyle dedi:
— Tanrısoyu Laertesoğlu, çok hünerli Odysseus! Demek ki
böyle, yurtlarımıza, sevgili vatan sahillerine kaçmak için gemilerinize
atılıyor, Priam'a ve Troyalılara, zaferlerinin delili olarak, Argoslu
Helene'yi: Uğrunda bunca Ahaylıların Troya kavgalarında can verdiği
tanrısoyu kadını bırakıp gidiyorsunuz! Haydi, saat tezlik istiyor!
Ahaylılara koş, gönülleri kandırıcı sözlerle savaşçıları yumuşatıp
41/555
tutmağa çalış, iki yandan karınlı gemilerini denize indirmelerine yol
verme.
Böyle dedi. Kendisiyle konuşan tanrıçayı sesinden tanıyan
Odysseus, hemen koşmağa başladı, çıkarıp attığı kaftanını arkasından
gelen çavuşu İtakeli, Evribat yerden aldı. Kendi, böyle koşa koşa,
Atreoğlu Agamemnon Hanın önüne gelir; ellerinden atalardan kalma,
hiçbozulmaz asayı alır, ve asa elde tunç cebeli Ahaylıların gemilerine
doğru yürür. Arada bir, krala veya seçkin bir kahramana rastgeldikçe
yaklaşıyor, gönül kandırıcı sözlerle tutmağa çalışıyordu.
— Hay tanrı soyu hay! Seni bir korkak yerine koymak hiç
yakışık almaz, ama inan bana: Oturduğun yerde otur, başkalarını da
tutmağa çalış. Daha Atreoğlunun tam olarak ne düşündüğünü bilmiyorsun.
O, şimdilik Ahayoğullarının deniyor, fakat çok geçmeden
hışımla çarpabilir de. Mecliste hepimiz bulunmadığımız için ne demiş
olduğunu işitmiş değiliz. Onu öfkelendirmekten sakınalım, Ahayoğullarına
sert davranmak zorunda kalmasın. Zeus dölü Hanların hışmı
müthiş olur. Öyle bir krala şan, şeref Zeus'ten gelir, akıllı tedbirli Zeus
onun hatırını çok sayar.
Halktan birini gördüğü ve nâra atarken yakaladığı zaman ise
elindeki asa ile vurur, ve azarlayıcı sözler söyler:
42/555
— Hay cin çarpmış hay! Oturduğun yerde otur, senden daha
değerli olanların öğütlerini dinle. Sen değersizin, korkağın birisin; ne
kavgada, ne dernekte adının anıldığı var. Burada, Ahaylılar arasında
herkes krallık davasında olmamalıdır. Bir yerde fazla başın bulunması
hiç iyi değildir. Han, baş tek bir kişi olmak gerek. Hilebaz Kronosoğlu
kimin Han olmasını isterse, ona asa vererek bildirir: İşte yalnız o, baş
olmalıdır.
Odysseus, böyle, bir şef gibi konuşarak ordu içinde bir yatışma
sağladı. Yeniden, gemilerden ve barakalardan Derneğe koşuşan adamların
gürültüleri işitiliyordu: Fırtınalı bir denizin boylu boyunca
kıyılara çarpan dalgalarından yükselen uğultular ve açıktaki geniş denizden
gelen gürlemeler gibi. Nihayet, yerleşebildikleri yerlerde rahat
oturup sustular. Yalnız arlanmaz Thersit ölçüsüz zevzekliklerle söyleniyordu.
Kafası yakışmaz lâflarla dolu idi: Hanlara çıkışıyor, ileri geri,
ağzına ne gelirse, savurmaktan sıkılmıyor; halkı güldürmekten başka
bir şey aramıyordu. İlion'a gelenler arasında en çirkin, en biçimsiz
adam budur: Bacakları çarpık, bir ayağı topal, kambur omuzları çökmüş,
sivrilmiş kafatasında saç namına tektük kıllar.
En çok atıştığı Ahilleus ile Odysseus ondan iğreniyorlardı. Bu
sefer tanrısal Agamemnon'a, kulağı tırmalıyan seslerle çıkışıyor, terbiyesizlikler
savuruyordu. Doğrudur, Ahaylıların gönüllerinde
Agamemnon'a karşı bir kin, büyük bir hınç vardır, fakat o, Thersit
bağırarak krala hakaret ediyordu:
43/555
— Atreoğlu daha nelerden şikâyetin, daha nelere ihtiyacın var?
Barakaların tunçla dopdolu, karılarla tıklım tıklım. Bu en seçkin ganimetleri,
biz Ahaylılar, ayırır, sana veririz her ne zaman bir şehir
alınırsa. Daha nelerdir istediklerin? Altın mı? At cambazı Troyalıların
esir düşecek oğullarını kurtarmak için kurtulmalık olarak getirecekleri
altın mı? O esiri tutan, bağlayıp getiren benim, veya başka bir
Ahaylıdır; kurtulmalık altınını sen alırsın. Yoksa bir Ahaylının tuttuğu
cariyeyi, kollarıyla kucaklamadan sana getirmesini mi istiyorsun?
Hayır! Ahayoğullarını felâketlere sürüklemek bir krala yakışmaz! Hey,
sizler, korkaklar, değersizler, Ahaylı kanlar! Sizlere artık Ahaylılar diyemiyeceğim.
Hey, sizlere söylüyorum, gemilerimize binip sılaya
dönelim, onu Troya'da bırakalım, şeref paylarını rüyalarında görsün.
Ona artık yardım etmiyelim de yalnız başına ne olduğunu kendi görsün.
Ahilleus gibi kendisinden çok daha değerli bir kahramana hakaret
etmesini öğrensin! Kendi keyfi için kahramanın şeref payını elinden
almış, hakkını gaspetmiştir. Ahilleus çok sabırlıdır, yüreğinde hınç
yoktur, yoksa çoktan son hakareti bu olurdu!
Thersit, boyuna, böyle konuşarak budunlar çobanı Agamemnon
Hanla bir atışma çıkarmak istiyordu. Fakat çabuk tanrısal Odysseus
yanına gelerek sert sözlerle onu hırpaladı:
— Thersit, sen abuk sabuk saçmalıyan bir hatip olabilirsin,
fakat zevzekliğin baş ağrıtıyor artık. Sen, bir başına, krallara çıkışmak
hevesinden vazgeç. Sana ben söyliyeyim: İlion'a Atreoğullarıyla
birlikte gelenler arasında senden korkak, senden değersiz kimse yoktur.
Sen konuşurken dikkat et, kralları öyle fazla ağzına alma, onlara
atıp tutma, ve bizim dönüşümüzle fazla meşgul olma. Biz işlerin nasıl
bir yol tutacağını iyi bilmiyoruz daha: Ahayoğulları memlekete
44/555
yenilmiş mi dönecek, galip mi? Bu, daha o kadar belli değil. Atreoğlu,
budunlar çobanı Agamemnon'a küfretmekten sıkılmıyorsun, bilmiş ol
ki, bir daha bu zevzeklikte bulunursan kellemi keserim, Telemahos'un
babası olmıyayım eğer seni yakalamazsam, üstündeki paçavraları atıp
çırılçıplak etmezsem, erkeklik âletlerin meydanda, seni utandırıp
ağlatmazsam; dayak atarak seni dernekten dışarı fırlatıp atmazsam!
Böyle dedi ve elindeki asa ile arkasına, çökmüş omuzlarına
vurdu. Thersit sırtını büsbütün büzdü, gözlerinden iri yaşlar aktı, altın
asa, kamburunu kanatmıştı. Korku içinde oturdu, gözlerinin yaşını
sildi. Öbürleri, yığınlar, bundan hoşlanmadılarsa da gülmekten de
kendilerini alamadılar. Birbirlerine dönerek şöyle diyorlardı:
— Odysseus bize iyi öğütler vererek veya kavgada kılavuzluk
ederek, çok hizmetler etmiştir. Ama bu sefer, Argoslulara en büyük iyilikte
bulundu; şu terbiyesiz zevzeğin ağzını kapattı. Artık ulu gönüllü
krallara küfretmek hevesinde olmıyacaktır, sanırız.
Halk böyle diyordu. O sırada, şehirler talancısı Odysseus,
elinde asa kalktı, yanında çakır gözlü tanrıça Athene, bir çavuşun
çehresine ve kılığına girmiş, yığınları susmağa davet ediyordu: Gerek
ön, gerek arka sıradan Ahay çocukları Odysseus'ün söyliyeceklerini
işitsinler ve akıllarıyla düşünsünler diye. Uslu akıllı bir dille söz alarak
şöyle dedi:
45/555
— Atreoğlu, büyük Han! Şimdi, Ahay çocukları, seni şerefi
kırılmış bir insan halinde görmek istiyorlar; bu memlekete gelmek
için, at, kısrak yatağı Argos'tan çıktıkları zaman sana vermiş oldukları
sözü tutmak istemiyorlar. Surları sağlam İlion alınmadıkça yurtlarına
dönmemeğe söz vermişlerdi; şimdi ise aralarında inleyip ağlamağa
başladılar: Küçük çocuklar ve dul kadınlar gibi. Sılaya kavuşmak arzusu
onları bu hale getiriyor. Şüphesiz, başarılacak iş çok zahmetlidir.
Yalnız tek bir ay karısından, çocuklarından uzak kalan bir adam, denk
yapılı gemisiyle fırtınalara tutulup bütün bir kış evine dönemese, kaygılanıp
haykırır; bizimse dokuzuncu gurbet yılımız tamamlanmıştır.
Ahaylıların koca karınlı gemilerinin yanında kaygılanıp söylenmelerine
bir şey diyemem; bununla beraber, bu kadar uzun süren bir
gurbetten sonra eve elleri boş dönmek de utandırıcı bir şey olur. O
halde, dostlar, dişlerinizi sıkıp az bir zaman daha kalmak gayretini
gösterin ki, Kalhas'ın gerçek bir kâhin olup olmadığını anlıyalım.
Olmuş geçmiş bir şey var ki, gönlümüzde saklayıp hatırlıyoruz; siz de
hepiniz, hiç olmazsa ölüm tanrıçalarının aranızdan alıp kaldırmadıkları,
o vakıanın şahidi olmuş olabilirsiniz. Aulis'te, Priam'a ve Troyalılara
felâketi götürmek üzere, Ahaylıların gemileri toplanalı bir veya
iki gün geçmişti. Bir pınar başında, kutsal tapınaklar yanında, ölümsüz
tanrılara kusursuz yüzlük kurbanlar sunuyorduk; orada, ulu bir çınar
ağacının dibinde, temiz, berrak bir su akıyordu. İşte o arada bize
müthiş bir alâmet göründü: Bir yılan, korkunç, sırtı kıpkızıl, Olympos
tanrısının ışığı ile, bir tapınağın altından çıkarak çınara doğru atıldı.
Ağaçta bir kuş yuvası vardı: Küçücük serçe yavruları, en yukardaki bir
budağın yeşil yaprakları arasına sığınmışlardı sekiz yavru, analarıyla
dokuz kuş. Yılan hepsini yedi; cıvıldaşmaları zavallıcıkların işine hiç
yaramamıştı. Ana serçe, yılanın etrafında uçuşup yavrularının felâketine
seyirci kalmaktan başka bir şey yapamamış, sonunda yılan onu da
kanadından yakalamış, inlete inlete yemişti. Fakat kuşları, sekiz yavru
ile anneyi yılan henüz yemiş bitirmişti ki, gözlerimizin önünden kayboluverdi:
Hilebaz Kronosoğlu, onu birdenbire taşa çevirmişti! Biz
orada, hareketsiz durup hâdiseyi seyretmekte idik! Aklımız ve
46/555
gönlümüzle düşünüyorduk: Nasıl olmuştu da böyle iğrenç bir canavar,
tanrıya sunulan yüzlük kurban törenini bozmak üzere önümüze çıkmış
ve sonunda taş kesilmişti! İşte o zaman Kalhas kalkıp şu kehanetini
bildirmişti:
«Niçin böyle durup sesinizi hiç çıkarmıyorsunuz, başları saçlı
Ahaylılar! Gözlerinize bu müthiş alâmeti gösteren tanrı, akıllı tedbirli
Zeus'tur. Uzayıp gidecek, hâtırası hiç unutulmıyacak hâdiselerin alâ-
metidir bu. Yılan sekiz yavru serçe, analarıyla dokuz kuşu yediği gibi,
biz de kavgada, o kadar uzun yıllar geçireceğiz. Sonra, onuncu yılda
geniş şehri alacağız.»
İşte Kalhas böyle söylemişti ve bugün dediği gerçek çıkıyor.
Haydin, güzel dolaklı Ahaylılar, burada, az daha kalınız: Priam'ın
güzel şehrini almamız mukadderdir.
Odysseus böyle deyince, Argoslular yüksekten haykırdılar.
Gemiler yankılandı. Tanrısal Odysseus'ün öğüdünü hepsi birden alkışlıyordu.
Bunun üzerine Nestor, ihtiyar savaş arabaları sürücüsü, söz
alarak şunları söyledi:
— Çocuklar, kavgadan hiçbir şey anlamıyan küçük çocuklar
gibi oturmuş, boyuna nutuklar söylüyorsunuz. Dönmek isteyenlere
soruyorum, söylesinler bana: Aramızda geçmiş olan yeminler,
andlaşmalar ne olacak? Bütün tasarlanan şeyler, tanrılara saçılan saf
47/555
şaraplar, karşılıklı sıkılan eller, bütün inandıklarımız ateşe, yele mi
verilecek? Oturmuş, bir hiç için, lâflarla atışıyoruz, burada bulunduğumuzdan
beri en küçük bir plân bile yapmamışız. Şimdi, Atreoğlu,
eskiden olduğu gibi, bükülmez, değişmez iradeni belirtmelisin. Argoslulara
canlara kıyan kavgalarda kılavuzluk et. Dönmek istiyen bir
iki kişi varsa onları kendi hallerine bırak, öbür Ahaylılardan ayrı otursunlar,
dönüşleri üzerine boş hülyalar kursunlar! Size peşin söyliyeyim,
bunlardan hiçbir şey çıkmıyacak: Egid kalkanını tutan Zeus'un
verdiği söz yalan mı, değil mi bilmeden, Argos'a dönmeğe nasıl
kalkılır? Ben size söylüyorum ki, Argoslular gemilerine binip Troyalılara
ölümü, felâketi götürmek seferine hazırlanırken, Kronosoğlu
sağdan gürlemişti! Bu, hayra yorulan bir alâmettir. Yurda dönmeğe
acele edilmesin. Herkes bir Troyalının karısıyla yatmak ümidini kaybetmesin.
Argoslu Helene'nin hıçkırıkları, uğradığı şerefsizlik intikamsız
kalmasın, içinizde sıla arzusunu gönlünde çılgınca duyan biri varsa,
denk yapılı kara gemisini alsın gitsin; ötekilerden önce, o, kaderi olan
ölüme ulaşacaktır! Haydi, büyük Han, alâmetlerden iyi ilham almasını
bil, ve iyi ilham alanları dinlemeği iyi bil! Sana verecek bir öğüdüm
var, atılacak fikir değildir: Agamemnon, cenkçileri memleket memleket
ve boy boy gruplara ayır ki, kavgada, memleket başka memleketlere,
boy başka boylara dayanak olsunlar. Böyle yaparsan ve
Ahaylılar dediğinden çıkmazlarsa erlerden ve Hanlardan kimlerin cesur,
kimlerin korkak olduğunu bileceksin.
En son şehri almana engel olanlar tanrılar mıdır, yoksa korkak
ve harp sanatında cahil oldukları için insanlar mıdır, bunu da
anlıyacaksın.
Agamemnon Han buna karşı şöyle cevap verdi:
48/555
— Bir kere daha, ihtiyar, Mecliste bütün Ahay çocuklarından
üstün olduğunu gösterdin. Hey, Zeus Baba, Athene, Apollon! Ahaylılar
arasında bu ihtiyar gibi yalnız on müşavirim olsaydı! Priam Hanın
şehri kollarımızla çabuk alınır ve tahrip edilirdi. Fakat, Egid kalkanını
tutun Kronosoğlu bana yalnız kaygılar, kederler vermiştir. Beni boş
tartışma ve atışmalar içine atıyor. Ahileus ile ben, birbirimizle, bir kız
için kaba kaba atıştık. En önce öfkelenen ben kendim değil miyim? Bir
gün hepimiz tek bir hedef üzerinde birleşebilirsek Troya'nın alınması
gecikmiyecektir. Şimdi haydin, hepiniz yemeğinizi yemeğe gidin;
ondan sonra kavgaya girişiriz. Herkes silâhını iyi bilesin, kalkanını iyi
hazırlasın, tez koşan atlara yemleri verilsin, arabaların her tarafına
dikkatle bakılsın; yalnız kavga düşünülerek zalim Ares'in gün boyunca
lehimize hakemliği kazanılsın. Çünkü, bundan sonra, akşama kadar
savaşılacak ve gece gelip savaşçıları ayırıncaya kadar hiçbir gevşeme
gösterilmeyecektir. Göğüslerin terleri kılıçların kayışlarını ıslatacak,
eller mızrağı tuta tuta yorgun düşecek, cilâlı arabaları çeken atlar
köpüklü terler dökecek; kimi koca karınlı gemilerin bir tarafına çekilip
tembel tembel sürterken görürsem tenini kurtlara kuşlara yem olmaktan
kurtaramıyacaktır. Böyle dedi
KAVGADAN ÖNCE
Bunun üzerine Argoslular yüksek bir nâra attılar. Notos
rüzgârının sarsıp kopardığı dalgalar yükselip kıyının kayalıklarına,
denize uzanan burunlara çarptığı zaman, nasıl uğultulu sesler işitilirse,
yığınlar tıpkı öyle, haykırmıştı.
49/555
Şimdiden ayaktalar; barakalardan fırlıyanlar gemilerin
etrafında şuraya buraya dağılıp dolaşıyorlar, ateşler yakıp sabah öğünlerinin
hazırlığını görüyor, karınları doyuruyorlar. Hepsi daima var
olan tanrılara kurban sunuyorlar, her biri ayrı bir tanrıya dua edip
Ares boğuşmalarında ölümden necat diliyorlar. Budunlar çobanı
Agamemnon Han, tanrıların en kudretlisine, Kronosoğluna, beş
yaşında semiz bir öküzü kurban kesti. Bütün Ahaylıların ihtiyarlarını,
Nestor ile İdomene başta olmak üzere, davet etti; ondan sonra iki Ayas
ile Tydeoğlu geliyordu; altıncıları akılda, tedbirde Zeus'un eşi
Odysseus'tu. Narası gür Menelas kendiliğinden, davetsiz gelmişti:
Gönlüyle ve aklıyla hep kardeşinin büyük işlerini düşünüyordu. Hepsi
öküzün etrafında toplanıp ellerine, kurban töreni için saçılacak arpa
tanelerini aldıkları zaman, Agamemnon sözü alıp dua etti:
— Zeus, tanrıların en şanlısı, en büyüğü! Kara bulut sahibi,
konağı Ether içinde Zeus! Güneşin batmasına ve karanlığın gelmesine
yol verme, ben, ondan önce Priam'ın cephesi alevlerle kararmış
sarayını devirmedikçe, kapılarını her şeyi yutan ateşlere vermedikçe;
bilenmiş tunç ile Hektor'un zırhını göğsünde paralamadıkça; cesedinin
etrafında arkadaşlarının yerlere düşüp dişleriyle tozu toprağı çiğ-
nediklerini gözlerimle görmedikçe.
Böyle dedi, fakat sunulan kurbanları reddetmiyen Kronosoğlu
dileklerini kabule hiç yanaşmadı, acılarına, kaygılarına yenilerini kattı.
50/555
Kurban sunulduktan ve ziyafette iştiha ve susuzluk tatmin
edildikten sonra, ihtiyar araba sürücüsü Nestor, ilk olarak söz alıp
şöyle dedi:
— Çok şanlı Atreoğlu, budunlar çobanı Agamemnon Han,
burada fazla konuşmalarla vakit geçirmiyelim! Haydin, çavuşlar işlerine
başlasınlar, gemilerin yanına giderek tunç cebeli Ahaylıları toplasınlar;
biz de hepimiz olduğumuz gibi, gidip geniş Ahay ordusuna
karışalım, en mühim iş, ateşli Ares'i uyandırmaktır.
Böyle dedi, budunlar çobanı Agamemnon da itiraz etmedi. Hemen,
gür sesli çavuşlara başları saçlı Ahaylıları kavga saflarına
çağırmalarını emretti. Ve çarçabuk bir yandan çavuşlar çağırıyor, öbür
yandan ordu kavga saflarına giriyordu: Zeus soyu Hanlar,
Atreoğlu'nun etrafında safların tanzimiyle meşgul oluyorlardı. Çakır
gözlü tanrıça Athene hizmetlerine koşmuştu; elinde Egid kalkanı
vardı: Tuz saçaklı Egid kalkanı ki, havalanan, sırma ile işlenmiş her
saçağı yüz öküz değerinde. Tanrıça, Egid kalkanı elinde, safları
dolaşıyor, erlerin gönlünde düşmanla dövüşmek arzusunu alevlendiriyordu.
Az sonra savaşçılara da kavga güçlükleri hafif gelmeğe başladı,
artık koca karınlı gemilere binip vatan sahillerine dönmek isteği
kimsede kalmamıştı.
Bir dağ başında çıkan yangın, bütün bir ormana yayıldığı zaman,
alevlerinin ışıkları uzaklarda nasıl parıldarsa, onun gibi,
Ahaylılar yürüdükleri zaman sayısız tunç silâhlarının parıltısı Ether'in
içinden göklere yükseliyordu.
51/555
Sürü sürü kanatlı kuşlar, kazlar, turnalar, uzun boyunlu kuğular,
Kaustrion ırmağının iki kıyısında, çayırlar içinde, her yana, kanat
çırparak birbirleri ardında uçuştukları ve çayırı cıvıltıları ile doldurdukları
gibi barakalardan ve gemilerden sayısız savaşçılar çıkıp
Skamandrion ovasına yayılıyor; yer, adamların ve atların ayakları
altında sarsılıyor; kıtalar Skamandrion ırmağının suladığı çiçekli
çayırın üstünde mola veriyordu.
Bir koyun ağılı önünde, bahar günlerinde, kaplara beyaz süt
sağılırken dalga dalga uçuşan sinekler gibi, başları saçlı Ahaylılar,
ovada, yüzleri Troyalılara çevrilmiş, onları mahvetmek arzusu içinde
duruyorlardı.
Çayıra geniş sürülerini götüren keçi çobanları, otlarken
karışan hayvanlarını zahmetsizce ayırabildikleri gibi, kumandanları da
kıtalarını içice gelmek üzere saflara sokuyorlar ve kolaylıkla kavgayı
idare ediyorlardı.
Atreoğlu, alnı ve gözleriyle gürler sesli Zeus'a, beli ve kemeriyle
Ares'e, göğsü ile Poseidon'a benziyordu. Sürünün inekleri ve başka
hayvanları arasında, boğa. bütün gözleri üstüne nasıl çekiyorsa, Zeus
da Atreoğlunu, o gün, binlerce kahramanlar ortasında seçilen,
bakışları üstüne çeken heybetli bir hale koymuştu.
52/555
ŞAN : III
PARİS'İN MEYDAN OKUMASI
Troyalılar, Hanlarının emirleri altında, saf saf olmuş, ilerliyorlar,
yürürken kuşların çığrışmalarını andıran sesler çıkarıyorlar. Kışın
boralarından kaçan turnaların gökten işitilen çığlıklarına benzer
sesler. Bu kuşlar, Pyagmelere ölümü götürmek üzere uçup Okeanos'u
aşacak ve tan ağarırken onlara karşı amansız bir boğuşmaya girişecek.
Ahaylılar ise, kızgın ve sessiz, ilerliyorlar, gönüllerinde dayanışmak,
birbirlerine yardım etmek arzusu yanıyor.
Dağ tepelerinde, çok kere, Notos bir sis yayar; ondan çoban
hoşlanmaz, hırsızın ise geceden daha iyi işine gelir; insana bir taş
atımı yerden ötesini göstermez; tıpkı bunun gibi, büyük bir tezlikle
ovanın ortasından geçmek üzere yürüyen savaşçıların ayakları
altından öyle koyu bir toz bulutu yükseliyordu.
İki ordu birbiri üzerine yürüyerek temasa geldiler. Troyalıların
arasından tanrı benzeri Aleksandros öne gelerek kendi başına
dövüşmek isteğinde bulundu. Omuzlarında bir Panter derisi, bükeyli
bir yay, bir de kılıç vardı. Ucu tunçtan iki kısa mızrak sallayıp Argosluların
cesur yiğitlerine meydan okudu; kendisiyle dövüşecek kim vardı!
Onu Ares'in sevgilisi Menelas görerek saflar arasından uzun
adımlarla ilerledi; bir av hayvanını dal boynuzlu bir geyiği, ya bir
yaban keçisini aç bir arslan görüp üstüne nasıl sevinçle atılıp paralar
ve üşüşen genç kuvvetli köpeklere aldırış etmiyerek, iştiha ile yerse,
tıpkı onun gibi, Menelas, tanrı benzeri Aleksandros'u gözlerinin
önünde görünce sevinmişti; çünkü suçlunun cezasını verebileceğini
düşünüyordu. Hemen, pür silâh, arabasından yere atladı.
Tanrı benzeri Aleksandros teke tek dövüşmek isteyen başyiğitler
arasına Menelas'ın atıldığını görünce, korkudan yüreği titredi,
ölümden kaçınmak için kendi yârenleri arasına çekildi. Bir dağbaşı otlağında
bir ejderha gören adam nasıl birden ürkerek geri çekilirse, tıpkı
onun gibi, Atreoğlunu gören Aleksandros, eli ayağı titreyerek
mağrur Troyalılar kalabalığına karıştı. Fakat bu halinin farkına varan
Hektor, aşağılayıcı sözlerle ona şöyle çıkıştı:
— Hay meymenetsiz Paris! Hay yalabık oğlan! Kadın avcısı, ırz
düşmanı! Keşke doğmaz olsaydın, keşke evlenmeden ölüp gideydin!
Seni böyle, bizim için yüzkarası elâlemin maskarası görmektense,
keşke dediğim gibi olaydı! Başlan saçlı Ahaylılar, meydan okumağa
çıkan yüzü parlak bir şampiyonda kuvvet, cesaret adına hiçbir şey bulunmadığını
görünce ne kadar gülerler! Sen de bu de ğersizliğinle
kalkar, başına zarif yarenler toplarsın, onlarla deniz teknelerine
binerek açık denizlere çıkarsın; yabancılarla dostluklar kurar, uzaklardan,
savaşçı bir eski ve namlı aile içinden evli bir genç ve güzel
kadını karın olarak kaçırırsın! Babanın başına, vatanına, milletine
belâlar getirirsin; düşmanları güldürür, kendini rezil edersin! Ares'in
sevgilisi Menelas'ın karşısına çıkmak istemiyorsun, ha! Onunla
dövüşsen, genç, güzel karısını kaçırdığın adamın ne değerde olduğu
54/555
belli olurdu. Kitaran, Afrodite'nin hediyesi saçların, güzel yüzün dövüş
sonunda, toza toprağa yuvarlanacak olduktan sonra ne işine yarar?
Troyalılar çok çekingen insanlardır, yoksa fenalıklarının cezası olarak
çoktan sana taş gömleği giydirmiş olurlardı, (seni taşa tutarlardı).
Buna karşı tanrı benzeri Aleksandros cevap verdi:
— Hektor, bana çıkışmağa hakkın vardır; ne söyledinse doğrudur.
Senin göğsünde yüreğin bir geminin omurgasını yontan ustanın
oduna saplanan baltasına benzer, onun gibi hiç bükülmek bilmez.
Böyle olmakla beraber, altın Afrodite'nin hediyelerini hor görme. Gökten
gelen iyilikleri küçümsemek doğru değildir, bilirsin. Herşeyi bize
veren tanrılardır, kendimiz için başka türlü seçimlerde bulunmak
elimizde değildir.
Bugün benim dövüşe, savaşa girmemi mi istiyorsun? Peki;
herkesi, Troyalıları ve Ahaylıları, oturt; iki ordu arasında, ikimizi,
Ares'in sevgilisi Menelas ile beni, birbirimizle tutuştur. Bu dövüşün
ödülü Helene ile bütün hazineler olsun. Galip çıkan, daha kuvvetli
olduğunu gösteren, kadını ve hazineleri alsın götürsün; hakçası budur.
Ondan sonra aramızda bir iyi dostluk andlaşması ile birbirimize
bağlanırız: Buna sadık kalınacağına karşılıklı yemin" edersiniz; siz toprakları
bereketli Troya ülkesinde kalırsınız, onlar da at kısrak yatağı
Argos'larına, kadınları güzel Ahay iline dönmek üzere yola çıkarlar.
55/555
Böyle dedi, Hektor bu sözleri işiterek çok sevindi. İki ordunun
safları arasına ilerledi, Troyalıların taburlarını geri tutmak için
mızrağını yarı gönder tutuyordu, hepsini oturttu. Fakat Ahaylılar yaylarını
ona çevirdiler, üstüne ok, taş atmağa hazırlandılar. Bunu
görünce Agamemnon Han gür bir nâra ile haykırdı, şu sözleri söyledi:
— Durunuz Argoslular! Ok atmayınız, Ahaylıların çocukları!
Tulgası kıvılcımlı Hektor bizimle konuşmak istiyor.
Böyle dedi ve hemen kavga durdu. Herkes sustu; Hektor her
iki orduya şöyle dedi:
— Dinleyin beni Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar!
Aleksandros'un, bu kavgalara sebep olan adamın ne teklif ettiğini dinleyin.
Herkesi, Troyalıları ve Ahaylıları güzel silâhlarını bereketli toprak
üzerine koymağa davet ediyor, iki ordu arasında, Ares'in sevgilisi
Menelas'la kendisi birbirile tutuşup dövüşsünler. Helene ve bütün
hazineler bu dövüşün ödülü olsun. Galip çıkan, daha kuvvetli
olduğunu gösteren hakça, kadını ve hazineleri alsın, yurduna götürsün.
Sonra aramızda bir iyi dostluk andlaşmasıyla birbirimize
bağlanırız.
Böyle dedi, ve hepsi susarak, seslerini çıkarmıyarak beklediler.
O zaman narası kuvvetli Menelas söz alarak şöyle dedi:
56/555
— Beni dinleyin! Söz sırası bana geldi; çünkü herkesten çok
benim yüreğim kaygılı ve yaslıdır. Fakat hepiniz benim yüzümden ve
en önce kavgayı doğuran Aleksandros'un yüzünden çok çekmiş bulunuyorsunuz.
İkimizden hangimizin kaderi ölüm ise, ölsün! Ama sizin
de haklarınız iyi bilinsin, hemen iyi belirtilsin. Siz iki kuzu, beyaz bir
erkek kuzu ve siyah bir dişi kuzu getirin; biri Yer için, öbürü Güneş
için; biz de Zeus için başka bir kuzu getirelim. Buraya da güçlü
kudretli Priam'ı getirin: Andlaşmayı bizzat o, kabul ederek milletler
bağlansın, çünkü oğulları yüksekten bakan ve verdikleri sözü tutmayan
insanlardır. Herhangi bir çılgınlıkla, Zeus adına bağlanacak andlaş-
manın bozulmasına yer verilmemelidir. Delikanlıların başında türlü
yeller eser. Onlarla beraber bir ihtiyar bulunursa, geçmişi geleceğe
yaklaştırarak, işin iki taraf için, nasıl en iyi bağlanabileceğini görebilir.
Böyle dedi. Ahaylılarla Troyalılar, canlara kıyan kavganın
kalkmasını umarak sevinç içinde kaldılar. Bütün hat boyunca arabalarından
indiler; sonra silâhlarını, birbirine yakın yere koydular; iki
cephe birbirine yaklaşmıştı.
O zaman Hektor çarçabuk kuzuları getirmek ve Priam'ı çağırmak
için şehre iki çavuş gönderdi. Agamemnon Han da Talthybios
çavuşu koca karınlı gemilere yolladı ve ona bir kuzu getirmek emrini
verdi. Talthybios da hemen tanrısal Agamemnon'a itaat etti.
HELENE, HİSARIN ÜSTÜNDE
57/555
O sırada haberci İris, ak kollu Helene'nin yanına geldi.
Antenoroğlu Helikaon Hanın karısı görümcesi Laodike'nin suretine
girmişti. Priam Hanın kızlarından güzellikçe birincisiydi.
iris, Helene'yi sarayında geniş bir parçayı iki enli bir ergovan
mantoyu dokurken buldu. Kumaşın üstüne kendisi için Ares'in vuruşları
altında at cambazı Troyalıların ve tunç cebeli Ahaylı ların çektiklerini
gösteren levhalar işliyordu.
Yel ayaklı İris, ona yaklaşarak şöyle dedi:
— Gel sevgili gelin, gel de gözünle gör, çünkü hikâye dille anlatılmaz:
Şimdiye kadar at cambazı Troyalılar ile tunç cebeli Ahaylılar,
birbirine gözyaşlarının kaynağı Ares'i (savaşı) götürmek için ovaya
çıkarlardı, canlara kıyan savaştan başka bir şey düşünmezlerdi. Bir de
şimdiki hallerine bak: Oturmuşlar, hiç ses çıkarmıyorlar; dövüş, boğuş
kesilmiş; kalkanlarına dayanarak oturuyorlar; mızrakları, kargıları
yerlere atılmış. Aleksandros ile Ares'in sevgilisi Menelas, seni kazanmak
için, birbiriyle, bir başlarına dövüşmeğe başlıyacaklar, hangisi
galipçıkarsa sen onun karısı olacaksın.
Tanrıça böyle diyerek Helene'nin gönlüne eski kocasının tatlı
arzusunu; şehrinin, ana babanın hasretini soktu. Çabucak beyaz, uzun
bir tülle örtülen Helene, sıcak gözyaşları dökerek odasından çıktı. Yalnız
değil, iki kız, Pithe kızı Ethre ile büyük güzel gözlü Klyonen onun
58/555
yanında gidiyorlardı. Az sonra Skees kapısına geldiler. Orada, Priam,
Panthoos, Thymoites, Lampos Klytios ve Ares dölü Hiketaon Ukalegon
ile Antenor iki bilge İhtiyarlar Derneği olarak toplanmışlardı. Yaş onları
dövüşten, boğuştan uzaklaştırmıştı. Fakat hepsi güzel konuşurlar,
söylev üstüne söylev çekerler: Ormanda bir ağaç üstünde, güzel sesleriyle
öten Ağustos böceklerini andırıyorlardı.
Hisar üzerinde Troya ihtiyarları böyle Dernek kurup konuşurlarken,
sur'a çıkmak üzere olan Helene'yi gördüler, birbirlerine kanatlı
sözler söylediler:
— Hayır, Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar, böyle bir kadın
için uzun zamanlardan beri acılara, kaygılara katlanıyorlar diye ayı-
planamazlar. Bu kadın, insanın kargısında iken ölümsüz tanrıçalara
çok benzer... Fakat ne kadar güzel olursa olsun, varsın gemiye bindirilerek
götürülsün! Burada kalması bizim için ve oğullarımız için bir
musibettir.
İşte aralarında böyle konuşuyorlardı; Priam sesini yükselterek
Helene'yi çağırdı:
— Bu yana gel, kızım, yanıma otur. Buradan ilk kocanı, hısımlarını,
bildiklerini göreceksin. Sen, hiçbir şeyime sebep değilsin, her
şeyin sebebi tanrılardır, bizimle Ahaylılar arasında bu gözyaşları döktüren
savaşa onlar sebep oldular. Şu boylu boslu, dev gibi savaşçının
59/555
adını bilmek isterdim; Han görünüşlü şu ulu Ahaylı kim olsa gerek?
Kendisinden daha uzunları, bir baş aşanları da vardır, fakat bu kadar
heybetli ve bu kadar güzel adam ömrümde görmüş değilim. Her
haliyle bir krala benziyor.
Kadınların en tanrısalı Helene, ona şöyle cevap verdi:
— Sizin önünüzde, kayınatam, hem utanıyor, hem korkuyorum.
Keşke ölmüş olaydım, oğlunuza uyarak buraya geldiğim gün:
Gelin odamı, yakınlarımı, o kadar sevip şımarttığım kızını, sevgili
arkadaşlarımı terkederek. Şimdi pişmanım, bunun için oturup gözyaşları
döküyorum. Fakat sorduğunuza cevap vereyim. Şu adam
Atreoğlu kudretli Agamemnon Handır: Hem iyi bir kral, hem iyi bir
savaşçıdır. Eskiden, ben köpek-suratlının da kayınımdı: Eğer gerçekten
başımdan geçmiş böyle bir zaman olmuşsa.
Böyle dedi ve ihtiyar yine hayretle sordu:
— Ne mutlu adam, şu Atreoğlu! Kaderi güzel, tanrıların sevgilisi!
Görüyorum, kanunlarının altında topladığı Ahay oğullarını da
görüyorum. Vaktiyle bir kere, bağ yatağı Frygi'ye gitmiştim, orada
Frygi'lerden büyük yığınlar gördüm, hararetli küheylânları vardı.
Otre'nin ve tanrı eşi Mygdon'un ordularıydı; Sangarios suyunun kenarında
ordu kurmuşlardı. Ben de müttefik olarak orada bulunuyordum:
O gün erkek gibi olan Amazonlar görünmüştü. Fakat
60/555
Frygi'lilerin orduları bile buradaki gözleri ateşli Ahaylılardan daha
azdılar.
Sonra, Odysseus'u gören ihtiyar yine sordu:
— Söyle bana, sevgili kızım, şu adam da kimdir? Atreoğlu
Agamemnon'dan bir baş kısa, ama göğsü ve omuzları daha geniş.
Silâhları bereketli yer üzerine atılmış, kendisi ise bir koç gibi
dolaşarak askerlerinin saflarını teftiş ediyor. Gözüme, yapağısı kalın
bir koç beyaz koyun sürüsünü gözden geçirir gibi görünüyor. Ona Zeus
kızı Helene cevap verdi:
— Bu sorduğunuz adam, çok hünerli Laertesoğlu Odysseus'tur.
İtake ilinin kayalık toprağında büyümüştür. Her türlü hilelerde ve ince
düşünüşte ustadır.
O zaman bilge Antenor ona bakarak şöyle dedi;
— Kadın, söylediğin sözler çok doğrudur! Bir gün tanrısal
Odyseus buraya gelmişti, Ares'in sevgilisi Menelas da onunla
61/555
beraberdi. Onları ben evimde misafir etmiş, ağırlamıştım. Boyları
boşlarına ve ince düşünüşlerine dikkat edebilmiş, hükmümü vermiş-
tim. Troyalıların derneğine girmişlerdi; ayaktalar iken Menelas onu
boyca ve omuzlarca geçiyordu; otururlar iken Odysseus daha heybetli
görünüyordu. Fakat halka diller dökmek saati gelince... Menelas şüphesiz
kolaylıkla konuşuyordu, kelimeleri az, fakat canlı sesli idi; çok
konuşmuyordu, fakat beceriksiz de değildi daha da gençti. Fakat sıra
çok hünerli Odysseus'e geldiği zaman, doğrulup ayakta duruyor, gözlerini
yerden kaldırmıyordu; asayı ileri geri sallamıyor, hareketsiz tutuyor,
sanki kendi de ne söyliyeceğini bilmiyen küsmüş veya zihni
şaşırmış bir adama benziyordu. Fakat göğsünden büyük sesini yükselttiği
ve kelimeleri kışın lapa lapa düşen kar gibi kulaklara çarptığı zaman,
artık onunla hiç bir insan tartışamazdı; onun vücudunun heybetli,
güzelliği bir tarafa bırakılırdı.
Üçüncü defa, Ayas'ın farkına varan Priam gene sordu:
— Ya şu Ahaylı, bulun Argosluları boyu ile, geniş omuzları ve
göğsü ile geçen ulu, necip gösterişli savaşçı kimdir?
Vuali uzun, kadınların en tanrısalı Helene cevap verdi:
— Bu cenkçi Ayas'tır: Ahaylıların kalesi, ulu ve heybetli Ayas!
Öbür yanda ise İdomene, Giritli askerleri arasında ayakta duruyor.
Etrafına Girit'in Hanları toplanıyor. Sık sık Girit'ten geldiği zaman,
62/555
Menelas onları konağımızda misafir eder, ağırlardı. Evet, şimdi
hepsini, gözleri ateşli Ahaylıları görüyorum; hepsini tanıyıp birer birer
sana isimlerini söyliyebilirim. Fakat iki şef vardır ki, onları göremiyorum.
At kısrak cambazı Kastor ile yumruk dövüşünde usta Polluks, annemin
bana vermiş olduğu iki kardeş. Acaba ordusuyla beraber gelmek
için güzel Lakedemon'dan ayrılmamışlar mı? Yoksa buraya kadar
gelmişler de, benim hak ettiğim aşağılayıcı sözleri işitmemek için,
ordular arasına katılmaktan çekiniyorlar mı?
Öyle dedi; bilse ki şu anda, kardeşlerini hayat kaynağı olan
çift, çubuk işleri Lakedemon'da, kendi topraklarında tutmaktadır.
ANTLAŞMA
O sırada çavuşlar şehirden yeminli pakt için gereken şeyleri,
iki kuzuyu ve keçi derisinden bir tulum içinde, neşe verici şarabı getirdiler.
İdeos çavuş ise, parlak bir desti ve altın sağraklar getirdi, ihtiyarın
yanına gelerek su sözlerle onu davet etti:
— Laomedonoğlu, ayağa kalk; aşağıda, Hanlar, atkısrak cambazı
Troyalıların da, tunç cebeli Ahaylıların da Hanları seni çağırıyorlar.
Ovaya inip yeminli pakt ile barışı kur, Aleksandros ile Ares'in sevgilisi
Menelas, kadın için, uzun mızrakları ile dövüşecekler. Galip
çıkan, kadını ve hazineleri alıp götürecek. Yeminli pakt ile iyi dostluk
kurduktan sonra biz toprağı bereketli Troya ilimizde kalacağız, onlar
63/555
da atkısrak yatağı Argoslarının ve kadınları güzel Ahay ilinin yolunu
tutacaklardır.
Böyle dedi, ve ihtiyar ürpererek adamlarına bir araba hazırlamalarını
emretti; gönülden isteyerek ona itaat ettiler. Priam bindi ve
dizginleri eline aldı. Antenor da muhteşem arabaya binerek ihtiyarın
yanına oturdu. Sonra, her ikisi, Skees kapısından geçerek tez
yürüyüşlü atlarını ovaya sürdüler.
Troyalılarla Ahaylılar arasına erişince arabadan bereketli toprağa
indiler ve Troyalılar ile Ahaylıların cephe hatları arasında sıraya
girdiler. Bir an gecikmeden budunlar çobanı Agamemnon kalktı, aynı
zamanda çok hünerli Odysseus kalktı. Bu ara, şanlı çavuşlar, yeminli
pakta hizmet edecek şeyleri toplayıp getirdiler. Şarabı testide kardılar
ve kralların ellerine ibriklerden su döktüler. Atreoğlu, daima kılıcının
kını yanında sarkan palayı kendi elleriyle çekerek kuzuların alnındaki
kılları kesti. Troyalı ve Ahaylı çavuşlar kılları Hanlara dağıttılar, sonra.
Atreoğlu, ellerini göğe kaldırarak, yüksek sesle dua ettir.
— Zeus baba, İda dağının sahibi, şanlı, ulu tanrı! Ve sen her-
şeyi gören ve herşeyi işiten Güneş! Ve sen Yer? Ve siz sular! Ve yerin
altında yeminlerini bozanlara cezalarını verenler! Şahitlerimiz olun ve
yeminli paktımızı gözetin! Aleksandros, Menelas'ı öldürecek olursa
kadın da hazineler de onun olsun; biz deniz teknelerimize binip
buradan gideriz. Fakat tersine, Sarı Menelas, Aleksandros'u öldürürse,
Troyalılar bize Helene'yi ve bütün hazineleri teslim edecekler, gelecek
nesillerin faydalanacağı münasip bir tazminat ödeyecekler. Fakat
64/555
Priam ve Priam'ın oğulları bu tazminatı ödemek istemezlerse, dileğimizi
elde etmek için ben savaşarak sonuna kadar buradan
ayrılmıyacağım.
Böyle dedi ve merhametsiz tunç ile kuzuların boğazlarını kesti;
sonra onları, depreniş içinde can verirken, yere yatırdı. O zaman
testiden sağraklara boşalan şarap, bir dökülüşte, daima var olan tanrılara
saçıldı. Herkes, Ahaylı olsun, Troyalı olsun, hep bir ağızdan dua
etti:
— Zeus, şanlı, ulu tanrı! Ve siz hepiniz, ölümsüz tanrılar! İki
budundan hangisi en önce bu anlaşmayı bozarsa, şu şarabı saçtığım
gibi, o halkın, hısımlarının, ana babalarının, çocuklarının beyinleri
saçılsın, karıları da başka yabancı kocaların olsun!
Böyle dediler, fakat Kronosoğlu dualarına aldırış etmedi,
dileklerini yerine getirmek istemedi. O ara Dardanlı Priam şöyle bir
dille konuştu:
— Beni dinleyin, Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar! Ben
rüzgârların dövdüğü İlion'a çekileceğim; oğlumun Ares'in sevgilisi
Menelas ile dövüştüğünü gözlerimle görmeğe gönlüm razı olmuyor.
Yalnız Zeus ve öbür ölümsüz tanrılar her şeye son veren ölümün kime
mukadder olduğunu bilirler.
65/555
PARİS'İN MENELAS İLE TEKE TEK DÖVÜŞMESİ
Sonra, bu tanrı eşi insan kuzuları arabaya koydu, kendi de
binerek dizginleri eline aldı; Antenor da çok güzel arabaya binerek
yanma oturdu; ve bunlar İlion tarafına sürerken Priam oğlu Hektor ile
tanrısal Odysseus dövüş meydanını ölçmeğe başladılar; sonra kuralar
seçerek bir hınç tulga içinde salladılar, ikisinden en önce kimin tunç
mızrağı atacağını bilmek için. O ara insanlar, Troyalı olsun, Ahaylı
olsun, herkes ellerini göğe kaldırarak dua etti:
— Zeus baba, İda dağının sahibi, şanlı, ulu tanrı! Budunlarımıza
bu kaygıları getiren kim ise, onun ölmesine yol ver, canı
Hades'e gitsin, biz de yeminli pakt ile aramızda iyi dostluk kuralım.
Böyle dua ettiler, ve tulgası pırıl pırıl, büyük Hektor, başını
çevirerek kur'aları salladı. Paris'inki çabucak dışarı fırladı. O ara insanlar
sıra sıra oturdular, herkes yel ayaklı küheylânlarının
yanıbaşında; pınl pırıl silâhlar da yerlerde. Bu ora, güzel saçlı
Helene'nin kocası tanrısal Aleksandros güzel silâhlarını omuzlarının
etrafına sarmağa bakıyor. Önce, bacaklarına dolaklarını geçirdi,
bunlarda gümüşten topuk kapakları vardı. Sonra kardeşi Lykaon'un
kendi ölçüsüne uydurulmuş, tunç zırhı ile göğsünü örttü. Omuzlarına
gümüş çivili bir tunç kılıç, sonra da büyük ve kuvvetli bir kalkan astı.
Mağrur başına güzel bir tulga koydu; at kılından sorgucu korkunç bir
halde havada sallanıyordu. En son, eline uygun, kuvvetli mızrağını
aldı. Bu ara, ateşli Menelas da zırhını giydi.
66/555
Her biri bir yandan, kalabalıktan uzak, silâhlandıktan sonra.
Troyalıların ve Ahaylıların cephe hatları arama dizildiler. Atkısrak
cambazı Troyalılardan ve güzel olaklı Ahaylılardan müthiş gözlerine
bakanlar donakalıyordu. Ölçülen meydana gelerek birbirinin yanında
durular: Gönülleri kin dolu, mızraklarını sallıyorlardı. Önce Alaksendros
uzun mızrağını attı, Atreoğlunun denk yapısı kalkanına değdi;
fakat onu yırtmadı, tersine, mızrağın ucu yamrı yumru oldu. O zaman,
Atreoğlu Menelas da, elinde tunç, atıldı; Zeus babaya da dua ediyordu:
— Zeus Han, bana nasibet, ilk önce haksızlık eden tanrısal
Aleksandros'un cezasını vereyim. Kolumla vurularak yere yuvarlansın.
Böylece gelecek neslin çocuklarına kadar artık kimse kendisini ağırlayan
ve konaklıyana haksızlık etmekten çekinsin.
Böyle dedi ve uzun mızrağını sallıyarak fırlattı, silâh Priamoğlunun
denk yapılı kalkanına değdi. Sağlam mızrak parlak
kalkana saplandı, iyi işlenmiş zırhı deldi; doğru yürüyüp cebeyi deşti.
Fakat savaşçı, vücudunu büktü ve böylelikle kara ölümden kurtuldu. O
zaman Atreoğlu gümüş çivili kılıcını çekti, kaldırıp tulganın tepesine
çaldı. Fakat kılıç üç yerinden kırıldı, dört parça olarak yere saçıldı. O
zaman Atreoğlu, inliyerek gözlerini geniş göklere çevirdi:
— Hey Zeus baba! Senden yaman tanrı yoktur. Alek-sandros'a
cezasını vermeği düşünürken işte kılıcım ellerimin içinde parça parça
oldu! Mızrağım ise bir hiç için avucumdan çıktı, onu da ele
geçiremedim.
67/555
Böyle dedi ve Aleksandros'u kalın sorguçlu tulgasından tutup
fırıldak gibi çevirdi, sonra güzel dolaklı Ahaylıların arasına çekmeğe
çalıştı. Bir öküz köselesinden biçilip işlenmiş olan bu tulgayı çenenin
altına bağlıyan kayış, nazik boynunu boğacak gibi sıkmıştı. Onu
sürüklemek üzereydi, böylece sonsuz bir şan kazanacaktı, eğer Zeus
kızı Afrodite keskin gözü ile görmeseydi. Tanrıça yetişerek kayışı kopardı,
öyle ki, Menelas'ın kuvvetli elinde boş tulgadan başka bir şey
kalmamıştı. Kahraman bu tulgayı döndürüp güzel dolaklı Ahaylılar
tarafına fırlattı. Yarenleri onu alıp götürürken, kahraman bir yarım
dönüşle, hasmını tunç mızrakla öldürmek arzusu içinde yanarak öne
atıldı. Fakat Afrodite, onu, küçük bir oyunla, elinden kaptı; kalın bir
sis arkasında kaçırarak kokulu, ıtırlı odasına götürdü.
PARİS VE HELENE
Tanrıça odada durmayıp Helene'yi çağırmağa gitti. Ona
yukarıki surda rastgeldi; etrafında birçok Troyalı kadınlar vardı. Tanrıça,
eliyle, koku sürülmüş tülün bir ucundan tutup çekti. Konuşmak
için, vaktiyle Lakedemon'da iken ona yünden işler yapan bir ihtiyar
kadının suretine, kılığına girmişti. Tanrısal Afrodite, bu çehre ile ona.
şöyle söyledi:
— Benimle beraber gel: Aleksandros seni eve çağırıyor.
Odasında, yatağa yatmış bulunuyor. Süsler içinde güzelliği pırıl pırıl.
Teke tek bir dövüşten çıkmış olduğuna inanamazsın; dansa hazırlanıyor,
veya danstan dönmüş, dinleniyor, sanırsın.
68/555
Böyle diyerek Helene'in göğsünde yüreğini heyecanlandırdı.
Tanrıçanın çok güzel gerdanını, arzu uyandıran göğsünü, ateşli gözlerini
tanıdı ve hayret içinde ona bütün isimlerile şöyle dedi:
— Hay çılgın hay! Beni niçin ayartıp heveslendirmek istiyorsun?
Beni daha uzak bir tarafa, Frygi'nin veya sevimli Meoni'nin bir
güzel sitesine sürükliyebileceğini mi sanıyorsun? Çünkü oralarda da,
ölümlü insanlar arasında, gözdelerinden biri vardır, herhalde. Şimdi
de, bugün Menelas, tanrısal Aleksandros'u yendiği ve ben sefil kadını
yurduna götürmek emelinde olduğu için, yine hain niyetlerle yanıma
sokuluyorsun! Fakat git, onun evinde yerleş, tanrıların gittikleri yolları
terk et; bir daha Olympos'a çıkmağa cesaret etme; o erkek için başın
dönsün, hiç durmadan yanına, ona bakmağa koş, belki bir gün karısı,
hattâ cariyesi olursun! Hayır, ben gitmiyeceğim, -bu çok fena bir iş
olurdu- hayır, oraya, yatağını hazırlamağa gitmiyeceğim. Sonra bütün
Troyalı kadınlar benimle eğlenirler; yüreğimde, çoktan, sonsuz kaygılar
vardır, yeter artık.
Tanrısal Afrodite öfkelenerek ona cevap verdi:
— Beni kışkırtma öyle, arsız! Hem aklını başına topla, seni terketmiyeyim.
Bugün seni ne kadar büyük bir his ile seviyorsam, o
derece büyük bir kin ile senden nefret de edebilirim. Sonra iki budun,
Troyalılarla Danaoslular arasında hain kinler uyandırabilirim, sen de
zalim bir ölümle helak olabilirsin.
69/555
Böyle deyince, Zeus kızı Helene korktu, ve beyaz tülle
örtünerek, sükût içinde, hiç bir Troyalı kadın farkına varmadan,
oradan uzaklaştı. Adımlarına tanrıça kılavuzluk ediyordu.
Aleksandros'un çok güzel konağına geldikleri zaman, hizmet
kızları çarçabuk işlerinin başına geçtiler. Kadınların en tanrısalı
Kelene de yüksek tavanlı odasına gitti.
Güzel tebessümlü tanrıça bir iskemle alarak ona getirdi ve tam
Aleksandros'un karşısında yere koydu.
Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı Helene oturur ve kocasından
yana gözlerini çevirerek, ona şöyle söyler:
— Kavgadan döndün! Keşke ilk kocam olan kudretli savaşçı
erkeğin vuruşları altında can vereydin! İnkâr etme: Ares'in sevgilisi
Menelas'a kuvvetinle, kollarınla, mızrağınla galip geleceğini söyler,
böbürlenirdin? Haydi, bir kere daha Ares'in sevgilisi Menelas'ı dövüşe
davet et de görelim... Fakat sana ben bu davadan vazgeç, diyorum;
Sarı Menelas'ın mızrağı altında yuvarlanmak istemiyorsan, onunla,
öyle sersemce dövüşmeğe kalkma.
Ona karşı Paris cevap vererek şöyle dedi:
70/555
— Kadın, kalbimi aşağılayıcı sözlerle kırma. Bugün Menelas
galip geldiyse, Athene sayesinde geldi; bir başka sefer benim de sıram
gelir: Bizim de koruyucu tanrılarımız vardır. Haydi yatalım, aşkın
zevkini tadalım. Şimdiye kadar gönlümün, şu andaki gibi kuvvetli bir
arzu ile taştığını bilmiyorum. Hattâ seni güzel Lakedemon'dan
kaçırdığım gün, deniz teknelerine binip geniş denize açılıp, Kronde
adacığında, visalin nasip olduğu gün, yok, yok, seni hiç bir zaman şu
anda olduğu kadar sevmiş, arzu etmiş değilim.
Böyle dedi ve ilkin o yatağa yürüdü, kadın da arkasından
yanına gitti.
AHAYLILARIN İSTEDİKLERİ
Onlar güzel, delik delik işlenmiş yatağa girdikleri sırada,
Atreoğlu, kızgın bir kaplan gibi, şuraya buraya seğirtiyor, tanrıya benzer
Aleksandros'u nerede görebileceğini arıyordu. Fakat kimse, Troyalılardan
ve ünlü müttefiklerinden hiç bir kimse, gerçekten.
Aleksandros'un nerede olduğunu Ares'in sevgilisi Menelas'a söyliyemiyordu;
çünkü bir kişi görüp yerini bilseydi, ona dostluk gösterip
saklıyacak değildi; hepsi kara ölümden ziyade nefret ediyordu ondan.
O zaman, budunlar çobanı Agamemnon onlara şöyle dedi: —
Dinleyin beni, Troyalılar. Dardanlılar ve müttefikleri! Ares'in sevgilisi
Menelas'ın galip olduğu söz götürmez bir hakikattir. Artık Argoslu
71/555
Helene'yi ve onunla beraber hazineleri bize teslim etmek size düşer;
sonra gelecek nesillerin faydalanacağı, uygun bir tazminat da
vermelisiniz.
Atreoğlu böyle dedi ve Ahaylılar bu dileği onayladılar.
72/555
ŞAN : IV
TANRILAR ARASINDA
Tanrılar, Zeus'un çevresinde, saraylarının altın hariminde,
dernek kurmuşlardı. Ortalarında Hebe Sultan onlara Nektar sunuyordu.
Birbirlerine karşı sağraklarını kaldırarak Troya şehrine
bakıyorlardı.
Birden, Kronosoğlu iğneleyici sözlerle Here'yi üzmek istedi,
alaylı bir tarzda şöyle dedi:
— Menelas'ın iki koruyucu tanrıçası var: Argoslu Here ile,
Alalkomenli Athene. Fakat ondan uzak oturup seyrine bakmaktan
başka bir şey yapmıyorlar. Öbürünün tanrıçası gülüşü güzel
Afrodite'dir, her an yardımına koşar ve onu. ölümden kurtarmasını
başarır. Bir kere daha onu, tam helak olmak üzere iken, kurtardı.
Fakat zafer Ares'in sevgilisi Menelas'ın olduğu için, işlerin nasıl gideceğini
düşünmek bize düşer. Gene zalim savaşı, canlara kıyan
dövüşleri mi uyandıralım? Bu, hepsini hoşnut eden, her iki tarafın kabul
ettiği bir çare ise, Priam Han, şehrini ve ahalisini kurtarmış olacak,
Menelas da Argoslu Helene'yi alıp götürecek.
Böyle dedi. Athene ile Here mırıldandılar; iki yanında oturmuş,
Troyalıların başına getirecekleri musibetleri düşünüyorlar. Fakat
Athene ağzını açmadan, tek bir kelime söylemeden, duruyor; Zeus
babaya karşı duyduğu hıncı, kendi gönlündeki öfkeyi bastırıyordu.
Here ise göğsünde kızgınlığını zaptedemiyor, söz alıp şöyle
diyor:
— Müthiş Kronosoğlu: Bu söylediklerin nasıl sözlerdir?
Çabalayışlarımı boşa çıkarmağı, habire didinerek döktüğüm terleri,
Priam'a ve çocuklarına felâketi getirecek orduyu toplarken kısraklarımın
çektiği yorgunluğu yele vermeyi nasıl istiyebiliyorsun. Bu senin
düşündüğün! Ama biz öbür tanrılar, hepimiz, seni onaylamağa
sözbirliği edemeyiz.
O zaman bulutlar devşiricisi Zeus, ateş püskürerek şöyle dedi:
— Hay cin çarpmış hay! Priam'la Priam'ın oğulları sana ne
kötülük etmişler de güzel İlion şehrini tahrip ettirmede, böyle öfkeyle
direniyorsun? Öfkeni yatıştırmak îçin Troya'nın kapılarını zorlamak,
Priam'la oğullarını diri diri yemek ve bütün Troyalıları kılıçtan
geçirmekten daha yumuşak bir ceza yetmez mi? Dilediğin gibi yap. Bu
tartışmanın, ileride, ikimizin arasında fena bir ayrılığa sebep olmasını
istemiyorum. Ama sana daha söyliyecek bir şeyim var, onu iyice
kafana koy: Ben de bir gün, içinde, senin korumak istediklerin
74/555
bulunan bir şehri yıkmak istersem, o zaman benim öfkemi
yatıştırmağa kalkma sakın! Ben şimdi, gönlümle değilse bile, hatır
için, istediğini kabul edeyim, sen de o vakit benim hıncımı önlemeği
aklına getirme, Güneş'in ve yıldızlı göklerin altında, yeryüzünde ölümlü
insanların yaşadığı bütün şehirler, siteler arasında kutsal İlion
kadar, Priam'la Priam'ın uzun mızraklı budunu ile beraber, benim
bütün görgümle değer verdiğim hiçbir şehir yoktur.
Buna karşı, büyük ve güzel gözlü Here Sultan şöyle cevap
verdi:
— Benim de, bütün şehirler arasında, gönlümün sevdiği üç tanedir:
Argos, Santa ve Mykene: Gönlün ne zaman kızarsa onları tahrip
et; onlar için seninle kavga edecek değilim. Zaten ben onları kurtarmak
için kavga da etsem tahriplerine engel olamam, çünkü sen
benden yüz kat güçlüsün. Ama benim de çabalayışım boşuna gitmemeli.
Ben de tanrıçayım ve senin çıktığın yerden çıkıyorum. Düzenbaz
Kronosoğlu bütün tanrıçalar arasında, doluşumla ve bütün ölümsüzlere
hükmeden senin karın olmaktan kazandığım nam ile, kudretli
olarak yaratılmışımdır Haydi sen benim, ben de senin, birbirimizin
dileğimizi kabul edelim. Öbür ölümsüzler arkamızdan gelirler. Haydi,
çarçabuk, Athene'ye emir ver, Troyalılarla. Ahaylılar arasındaki canlara
kıyan savaş saflarına doğru gitsin. Troyalıların, Ahaylılara bir hinlik
göstermesine, ilkin anlaşmayı onların bozmuş olmasına bir yol
arasın.
75/555
Böyle dedi, tanrıların ve insanların babası Zeus da Athene'ye
şu kanatlı sözlerle emretti:
— Çabuk, savaş saflarının arasına git: Troyalıların Ahaylılara
bir hainlik göstermesine, antlaşmayı ilkin onların bozmuş olmasına
bir yol ara.
Böyle diyerek Athene'nin zaten içinde yanmakta olan. ateşi,
bir kat daha alevlendirdi. Tanrıça bir sıçrayışta Olympos'un yüksek
tepelerinden uçtu. Tıpkı, düzenbaz. Kronosoğlu'nun bir alâmet olarak,
denizcilere veya geniş bir ordunun savaşlarına gösterdiği bir yıldız;
kendisinden binlerce kıvılcımlar saçılan parlak bir yıldız gibi; Pallas.
Athene yeryüzüne atılarak uça uça savaş saflarının arasına gelip indi;
onu görenler hayret içinde kalıyor, gerek atkısrak cambazı Troyalılar,
gerek güzel dolaklı Ahaylılar; ve o zaman herkes komşusuna bakarak
şöyle diyordu:
— Gene zalim savaş, canlara kıyan vuruşma mı? Zeus ikimiz
arasında artık iyi dostluk kurmak istemiyor mu? Yeryüzündeki insanlar
arasında, bütün kavgaların biricik hâkimi Zeus?
Ahaylı veya Troyalı, herkes böyle söylüyordu. Bu sırada tanrıça
erkek suret ve kılığına girerek Troyalıların safları arasına karıştı.
Anteneroğlu Laodok'un çehresi altında, tanrılar benzeri Pandaros'u
aramağa başladı, araya araya, nihayet tanrıça, kudretli ve kusursuz
76/555
Lykaonoğlunu buldu: Ayakta duruyordu; etrafında, Esep suyu kenarlarından
arkasına katılıp gelmiş olan silâhlı savaşçı kıtaları toplanmıştı.
Ona yaklaşarak şu kanatlı sözleri söyledi
— Lykaon'un alp oğlu! Bana inanmak ister misin? Menelas'a
çabucak bir ok atmağa cesaret etsen Troyalıların ve herkesten önce
Aleksandros Hanın gözünde anlı şanlı bir kahraman olurdun. Ondan
ilkin, çok güzel armağanlar alırsın: Senin okunla Menelas'ın düşeceği
ve cenaze yakmağa yarıyan ateşin üstüne verileceği gün! Haydi, ünlü
Menelas'a ok at, aynı zamanda şanlı okçu Lykialı Apollon'a ada,
vatanın kutsal Zele şehrine döner dönmez ilk doğan kuzulardan bir
yüzlük kurban sunmağı.
Athene böyle konuştu, zavallı akılsız da, ona inandı. Çabucak
cilâlı yayını aldı. Bu yay vaktiyle göğsünden vurmuş olduğu bir yaban
keçisinin boynuzlarından bir usta eliyle çekilmiş, cilâlanmıştı.
Pandaros yayı toprağa doğru çekerek gerdi, sonra dikkatle
yere koydu. Önünde yiğit yarenleri kalkanlarını tutuyorlardı: Ok
kahraman Atreoğluna isabet etmeden Ahaylıların yiğit çocukları taarruza
geçmemelidir. O zaman okluğun kapağını tutarak kanatlı bir ok
seçti. Çabucak oku kirişe uygular; içinden de şanlı okçu, Lykialı
Apollon'a, vatanı kutsal Zele'ye döner dönmez, ilk doğan kuzulardan
bir yüzlük kurban sunmağı adar. Sonra, okun çentiğini ve öküz bağırsağından
kirişi, ikisini birden tutarak kendine çeker ve kirişi göğsüne,
demiri yaya kadar getirir. Gerilen büyük yay daire şeklini alır, birden,
kiriş çınlar, sivri ok atılır, yığına doğru uçar.
77/555
Fakat seni de, Menelas mutlu ölümsüzler unutmuş değildir, en
önce Zeus kızı, ganimetler devşiricisi tanrıça, önünde dikilir ve sivri
okun yönünü değiştirir. Bir anne uykuya yatmış yavrusunun yüzünden
bir sineği uzaklaştırdığı gibi, oku senin başından uzaklaştırır. Ok
kemere doğru yöneldi: iyi işlenmiş iç kemeri deldi, zırha geçti ve nihayet
kahramanın cildini hafifçe tırmaladı. Bu tırmık yarasından kara
kan aktı. Bir Karialı veya Moenili kadının at dizginine süs olacak
fildişini kırmızıya boyadığı gibi, bu kan da. Menelas, senin kalçalarını,
baldırlarını, bacaklarını boyadı, güzel topuklarına kadar aktı.
Yaradan kara kanın aktığını görünce, budunlar çobanı
Agamemnon'u bir ürperme aldı. Ares'in sevgilisi Menelas da ürperdi.
Fakat okun dikenli kısmının yaradan dışarıda kaldığını görünce gayret
ve cesaret tekrar göğsünden uyandı.
Bu sırada Agamemnon, Menelas'ın elini tutarak, hıçkıra
hıçkıra söz söyledi, çevresindeki yarenleri de hıçkırıklarını kendi
hıçkırıklarıyla karşıladılar.
— Sevgili kardeşim, seni yalnız başına, yeminli pakt ile, Troyalılara
karşı, bütün Ahaylılar adına dövüşmeğe bıraktığım zaman
meğer ölümünü hazırlıyormuşum. Troyalılar sana ok attılar ve böylece
yeminli antlaşmayı ayaklarının altında çiğnediler! Yeminli anlaşma
bizim için bir hiç olamaz: Kuzuların kanı, tanrılara saçılan şarap,
karşılıklı sıkılan eller, bütün inandığımız, iman ettiğimiz şeyler!
Olympos'lu tanrı belki hemen, şu saatte yeminli anlaşmaya, edilen
ihaneti cezalandırmaz, ama ne kadar geç kalsa da cezayı ihmal
78/555
etmiyecek: Suçlular borçlarını ağır faizlerle ödeyecekler: Kendi canlarıyla,
karılarının ve çocuklarının hayatlarıyla. Hiç şüphesiz, canımla
ve gönlümle biliyorum: Bir gün kutsal İlion mahvolacak, Priam da
Priam'ın budunu da, bir gün gelecek, Kronosoğlu Zeus, yukarıda Ether
içindeki konağında, böyle bir ihanetin uyandıracağı öfke içinde, kara
Egid kalkanıyla harekete gelecektir. Bütün bunlarda olmıyacak hiçbir
şey yoktur; fakat sen, Menelas, ölürsen, sana mukadder olan hayat
tükeniverirse ben ne hazin bir yas içinde kalacağım! Ben, alnımda
utanç damgası, Argos iline döneceğim.
Az sonra Ahaylılar vatan toprağını hatırlıyacaklar; Priam'a,
Troyalılara, zaferlerinin bir delili olarak, Argoslu Helene'yi bırakıp gideceğiz,
senin kemiklerinse toprak içinde çürüyecek, maksadın yerine
gelmeden, Troya ilinde kalacaksın. Şu veya bu Troyalı şanlı Menelas'ın
mezarı üstünde sıçrayıp şöyle söyliyebilecek: Agamemnon öfkesini almak
için, buraya ordular kaldırıp getirmiş, bir hiç için!
Dileriz ki, daima böyle olsun. İşte bomboş gemilere binerek
vatanının uzak sahillerine dönüyor, kahraman Menelas'ı da burada
bırakıyor! Herkes bunları söyliyecek. Ah, yer açılsa da içine girsem!
Fakat sarı Menelas onu teselli ederek şöyle dedi:
— Korkun olmasın, ve böyle çabucak gidip Ahaylılar ordusunu
telâşa verme. Sivri ok can alacak yere girmemiş. Önce kıvılcımlı iç
79/555
kemere çarpmış, sonra daha aşağıdaki kemere ve iyi demirci ustalar
elile işlenmiş karın örtüsüne.
Agamemnon Han şöyle cevap verdi:
— Dilerim, sevgili Menelas, hakikat ağzından çıktığı gibi ola!
Hemen bir hekim yaranı yoklasın ve ağrıları savuşturabilecek ilâçlarla
tedavi etsin.
Böyle dedi ve tanrısal Talthybios çavuşa hitap etti: —Talthybios,
çarçabuk Asklep'in oğlu Mahaon'u, kusursuz hekimi çağır: Hemen
gelsin Atreoğlu Menelas alpı görsün. Yaycenginde usta biri, Troyalı
veya Lykialı onu okla yaralamıştır: Ona kendisine şan, bize yas
olsun diye.
Böyle dedi ve onu dinleyen çavuş «hayır» demedi. Tunç cebeli
Ahaylıların ordusu arasından gitti; kederli gözleri kahraman
Mahaon'u araştırmada; nihayet onu görür: Ayakta duruyor ve
etrafında, silâhlı olarak arkasından, atkısrak yatağı Trikke'den gelmiş
olan kudretli kıtalar bulunuyordu. Yanına gelerek kanatlı sözler
söyledi:
80/555
— Haydi! Aslepionoğlu! Agamemnon Han seni çağırıyor: Gel,
Ahaylıların Alp şefi Menelas Hana bak; yay çenginde usta, bir Troyalı
veya Lykialı, onu okla yaralamış, kendisine şan, bize yas olsun diye.
Böyle dedi ve göğsünde yüreğini heyecanlandırdı.
Yola çıktılar; yığınlar içinden, Ahaylılar ordusu arasından
geçerek yaralı Menelas'ın bulunduğu yere geldiler. Etrafını çepçevre
şefler çevirmişti. Tanrılar eşi insan, onların yanında durdu. Çarçabuk
oku iç kemerden çıkardı; ve çekerken okun dikenleri kırıldı. Kıvılcımlı
iç kemeri çözdü, daha aşağıda kemeri ve usta demirciler eliyle işlenmiş
karın örtüsünü. Kara okun açtığı yarayı görür görmez, kanı emdi;
sonra, büyük bir bilgi ile, üstüne ağrıları savuşturucu tozlar ekti,
bunları vaktiyle babasına Hiron vermişti.
Fakat onlar narası kuvvetli Menelas ile meşgul iken, Troyalıların
savaş cephesi harekete geçti. Yeniden silâhlarını takındılar ve
yeniden savaşa geçtiler.
AGAMEMNON ORDUSUNU TEFTİŞ EDİYOR
O sırada, gözlemiş olsanız, tanrısal Agamemnon'u, uyumuyor,
hiç bir korkuya kapılmıyor, kavgaya katılmaktan çekinmiyor
81/555
görürdünüz. Aksine, insanın şan kazandığı cenklere atılmak hevesini
gösteriyordu. Nefesleri yorgun kısraklarını ve kıvılcımlı tunçtan savaş
arabalarını, seyisi Ptolemeoğlu ve Piros torunu Eyrymedona çıraktı.
Ona emir verdi ki, uzaklaşmasın, ayaklarının yorulduğunu hissedeceği
zamana kadar, hayvanları oralarda yedsin. Bütün kıtalar ortasında kumanda
makamında görünecekti. Şimdi yaya olarak savaşçıların saflarını
dolaşıyordu; ve tez giden küheylânlar sahibi, kavgaya istekli
Danaoslulara rastladıkça onlara yaklaşarak şöyle diyordu:
— Argoslular, ateşli yiğitliğiniz soğumasın, yüreğiniz
gevşemesin! Zeus baba anlaşmaya ihanet edenlere yardım edecek
değildir, ilkin hain bir vuruşla yeminli anlaşmayı bozanlar onlardır.
Elbet, akbabalar cesetlerini parçalayıp yiyecek, biz de şehirleri zaptederek
gemilerimizle karılarını, çocuklarını alıp götüreceğiz.
Can yakan kavgadan ürkmüş, yürekleri gevşemiş gördüklerine
ise, öfkeli gazaplı sözlerle çıkışıyordu:
— Zevzek, bağırgan değersiz erler! Sizde insanlık şerefi, haysiyeti
yok mudur? Niçin böyle alık alık duruyorsunuz? Ovada gezmiş
dolaşmış, sonunda yorgun düşmüş, yüreklerinde kuvvet kalmamış dişi
geyiklere benzer bir hal alıyorsunuz. Böyle, aptalca durup kavgaya
katılmağa heves göstermediğiniz zaman işte bunlara benziyorsunuz!
Troyalıların, güzel yapılı gemilerimizin çekilmiş payandalanmış oldukları
deniz kıyısına kadar inmesini mi bekliyorsunuz? Kronosoğlu'nun
—keyfi isterse— bize yardım etmesini mi?
82/555
Böyle bir şef olarak askerlerinin saflarını dolaşıyordu. Savaşçı
yığınlar arasından Giritlilerin yanına geldi. Bunlar yiğit İdomene'nin
çevresinde savaş düzenine girmişlerdi. İdomene, bir yaban domuzu
yiğitliğiyle, kıtalarının hatları önünde duruyorken, Merion son taburları
sürüyordu Budunlar çobanı Agamemnon, İdomene'yi görmekten
çok sevinerek, ona baldan tatlı sözler söyledi:
— İdomene, tez ayaklı küheylânlar sahibi Danaoslular
arasında, senin kadar değer verdiğim hiç kimse yoktur, gerek savaşta,
gerek başka işlerde, hattâ cümbüşte, Argoslu şefler testilerle şarabı
kardıkları zaman. O vakit, başları saçlı öbür Ahaylılar paylarını
içerken, senin sağrağın, benim sağrağım gibi dolu durur, gönlün istedikçe
içebilsin diye. Haydi şimdi, kavgaya yürür ve her zaman
övündüğün gibi olduğunu göster.
Giritlilerin başı İdomene de ona bakarak şöyle dedi:
— Atreoğlu! Emin ol, ben daima sana vaktiyle söz verdiğim
gibi iyi arkadaş olarak kalacağım; güvenin sarsılmasın. Sen git başları
saçlı öbür Ahaylılara cesaret ver. Troyalılar anlaşmayı bozdukları için,
mümkün olduğu kadar çabuk, kavgaya girmeliyiz. Onlar için ölümden,
yastan başka bir gelecek yoktur, çünkü yeminli anlaşmayı ilkin, hain
bir vuruşla, bozanlar onlardır.
83/555
Böyle dedi, Atreoğlu da, gönlü şad, öteye geçti. Savaşçı yığınları
arasından geçerek iki Ayas'ın yanına geldi. Kavgaya hazırlanıyorlardı.
Arkalarından bir yığın piyadeler geliyordu, havaya bir toz bulutu
yükselterek. Yukarıdaki gözetleme yerinden keçi çobanı bir bulutun
yükselip ortalığı allak bullak ettiğini görür de ürpererek sürüsünü nasıl
bir mağaranın sığınağına sürerse; onun gibi iki Ayas'ın kumandanlığı
altında Zeus'un büyüttüğü delikanlı yığınları cana kıyan savaş önünde
yürekleri heyecanlanmıştı.
Agamemnon Han onları görerek sevindi ve kanatlı sözler
söyledi:
— İki Ayas'lar, tunç cebeli Ahaylıların şefleri, size hiç emir vermeyeceğim.
Sizi cesaretlendirmek için söz söylemek de yakışmaz;
yiğitlerinizi kavgaya sokmak için kimsenin teşvikine ihtiyacınız yoktur.
Hay Zeus baba! Athene! Apollon! Böyle bir gayret ve cesaret bütün
göğüslerde bulunsaydı! Priam Hanın şehri kollarımızla çoktan
alınırdı!
Böyle dedi ve onlardan ayrılarak başkalarına geçti. Pylos'un
gür sesli hatibi Nestor'un yanına geldi. Bu Han, askerlerini savaş
düzenine geçirmiş, ileri sürmek üzereydi. Kıtalarının kumandanları
büyük Belegan, Alastor, Hromios, Hemon Han ve budun çobanı Bios
idi. Başa atları ve arabaları ile araba sürücülerini koymuştu. Çok ve cesur
piyadelerini arkaya yerleştirmişti; ona göre bunlar, kavganın
kalesiydi. Değersiz olanları cesurların ortasına vermişti ki, gönül
isteğiyle olmasa da, dövüşmek zorunda kalsınlar diye. İlk önce araba
84/555
sürücülerine atlarını zaptetmeleri, yığınlar arasında kargaşalık yaratmamaları
için emirler vermişti:
— Kimse, kendisinin iyi bir sürücü ve cesur bir savaşçı
olduğuna güvenerek başkalarını geçmek, herkesten önce Troyalılarla
tutuşmak hevesine kapılmasın; başkalarından geri kalmamağa da
dikkat etmelidir. Sonra, kuvvetçe çok daha zayıf olursunuz, içinizden
biri arabasından bir düşman arabasına yetişebilirse mızrağını uzatsın.
Bu, yüz kat daha faydalı olur. Atalarımız surları ve şehirleri, bu istek ve
göğüslerinde böyle bir yürekle yıkarlar, zaptederlerdi.
Savaş uzmanı ihtiyar işte böyle kendi askerlerini kavgaya sokuyordu.
Agamemnon Han onu görünce şad oldu, konuşmağa başlı-
yarak şu kanatlı sözleri söyledi:
— Hay ihtiyar! Cesur göğsündeki yüreğine uyacak dizlerin, bacakların
olaydı! Eski gücün eksilmemiş olsaydı! Ama yaş, kimseye
hatır gönül saymıyan ihtiyarlık, sana da ağır basıyor! Delikanlıların saflarına
karışabilecek bir kudretin olsaydı!
Eski savaş arabacısı Nestor ona cevap verdi:
85/555
— Atreoğlu, elbet ben de isterdim, tanrısal Ereulthalion'u
öldürdüğüm günlerde nasıl idiysem şimdi de öyle olayım. Fakat tanrılar
insanlara her şeyi bir arada vermezler. Evet, o zaman gençtim,
şimdi ihtiyarlığın baskısını hissediyorum; ama gençlerin saflarına
karışamasam da, onlara öğüdümle ve sesimle kılavuzluk edebilmek
daha az faydalı sayılmasa gerek. ihtiyarların imtiyazı budur. Gençler
de mızrakla, kargı ile oynarlar, çünkü vücutları dövüşmeğe elverişlidir,
kuvvetlerine de güvenebilirler.
Böyle dedi ve Atreoğlu, gönlü şad, öteye geçti; gidip
Peteosoğlu, at-kısrak büyütücüsü Menesthe'yi buldu. Savaşın üstadları
Atinalıların ortasındaydı; az ötede çok hünerli Odysseus, Odysseus'un
yanında, kuvvetli saflar altında, Kefalonyalı kıtalar toplanmıştı. Bu
kıtalar kavgaya başlamak işaretini daha işitmemişlerdi. Taburları
gerek at kısrak cambazı Troyalılara, gerek Ahaylılara doğru, bir deprenme
içindeydi. Orada, Troyalılara karşı başka bir yığının hücuma
geçerek savaşın açılmasını bekliyorlardı. Budunlar çobanı Agamemnon
onlara çıkışmak üzere kanatlı sözler söylemeğe başladı:
— Hey Zeus dölü Peteos Han! Sen de hey yaramaz hileler
üstadı, yüreği kazanç ihtirasıyla dolu! Niçin böyle kenara çekilip aylak
duruyorsunuz! Niye başkalarını bekliyorsunuz! Canlara kıyan
kavganın en ön hatlarına atılmak size düşerdi! Ahaylılar ihtiyarlar
şerefine ziyafet verirken benim cenge davetimi ilk işitenlerden değil
misiniz? Cümbüşte, istediğiniz kadar kızartılmış etler atıştırmak,
sağrak üstüne sağrak lezzetli şarap yuvarlamak zevkinden geri
kaldığınız yok! Şimdi ise önünüzde, ellerinde zalim tunç silâhlar,
Ahaylı taburların geçip dövüşmeğe atıldığını, seyreder durursunuz!
86/555
Ona, çok hünerli Odysseus gamlı bir bakış atarak cevap verdi:
— Atreoğlu, nasıl oluyor da dişlerinin arasından böyle sözler
kaçıyor! Nasıl iddia edebiliyorsun ki, savaşa gitmeğe gevşek davranıyoruz:
Bizim Ahaylılar at-kısrak cambazı Troyalılara karşı yürüyüp
Ares'i ateşlendirirken! İstemiş olsan ve işe ilgi göstersen,
Telemahos'un babasını en ön hatlarda Troyalıların en yiğitleriyle
dövüşürken görebilirdin! Boş lâflardan başka bir şey söylemiyorsun.
Agamemnon Han gülümsiyerek cevap verdi. Odysseus'un
öfkelendiğini görerek sözünü geri aldı:
— Tanrısal Laerteoğlu, çok hünerli Odysseus! Seninle sebepsiz
kavga etmek ve sana emirler vermek istemiyorum. Biliyorum,
göğsünde yüreğin hep dost çareler düşünür, çünkü duyguların duygularımın
aynıdır. Gücendirici bir söz söylenmişse, işi ilerde dostça
hallederiz. Daha önce dilerim ki bu sözleri tanrılar yele versin!
Böyle dedi, bırakıp öteye geçti; az sonra Tydeoğlu coşkun
Diomedes'i gördü: Ayakta, atlarının arkasında, arabasının üstünde
duruyordu. Onun yanında Kapanoğlu Stenelos vardı. Agamemnon
Han görür görmez Diomedes'e çıkışarak kanatlı sözler söyledi:
87/555
— Hey Tydeoğlu, cesur at-kısrak cambazı! Niçin böyle gözlerini
kavgaya çevirip aylak duruyorsun? Tyde aylak durmasını hiç
sevmezmiş; en ileri hatlarda, arkadaşları beklemiyerek, düşmanla
dövüşmekten hoşlanırmış. Onu iş başında görenler öyle söylerler, eşsiz
bir kahraman olduğunu anlatırlar. Tyde bir gün Myken'e girmiş —
kavga ederek değil, misafir olarak—, tanrılar benzeri Polynike ile berabermiş,
bir ordu toplamak peşinde imişler. Thebes'in sağlam surlarına
sefer açıyorlar, ünlü müttefikler bulmak için yalvarıyorlarmış.
Öbürleri de ricalarını kabul ederek yardım vermeğe hazırmışlar; ama
Zeus uğursuz alâmetler göstererek isteklerinden vazgeçirmiş. Bununla
beraber sefer heyeti geri kalmamış, yola çıkmış. Epey uzun bir yol
almış. Asop suyunun sazlık bataklık kenarlarına erişmişken, Ahaylılar
Tyde'yi yine elçi yollamışlar. Hareket ederek Kadmelileri kudretli
Eteükles'in konağında şölen-cümbüş kurmuş bir halde bulmuş. Orada
Tyde, tek bir yabancı, bu kadar çok Kadmeli arasında hiç bir korkuya
kapılmamış. Onlara meydan okumaktan çekinmemiş ve birer birer
hepsine galip gelerek büyük, şanlı bir zafer kazanmış! Athene, ona bu
derece yardım edermiş! O zaman, çok öfkelenen Kadmeliler, o dönerken,
yolunu kesmek üzere elli genç yollayıp fena bir pusuya
düşürmek istemişler. O gençlere iki şef kumanda ediyormuş: Ölümsüzler
benzeri Hemonoğlu Meon ile Autofonoğlu çok değerli
Polyfont, Tyde öyle savaşmış ki, hepsine utandırıcı bir kader
nasip olmuş: Hepsinin canına kıymış! Yalnız birine, Meon'a yurduna
dönmeğe izin vermiş ki, uğursuz alâmetlerin bir ispatı olabilsin. Etollu
Tyde böyle bir kahramanmış. Ama hayat verdiği oğlu, kavgada, onun
kadar değerli çıkmadı, gerçi Dernekte güçlü bir hatip ise de!
88/555
Böyle dedi ve güçlü Diomenes hiç karşılık vermedi; şanlı
kralın azarını saygı ile dinledi. Fakat necip Kapaneoğlu cevap verdi:
— Atreoğlu, gerçeği söyleyebilecek kadar bilgin varken, yalan
söyleme. Biz babalarımızdan çok daha değerli olmakla övünebiliyoruz.
Thebes'i, yedi kapılı şehri alanlar biziz. Halbuki daha sağlam surlara
karşı sayıca daha küçük bir ordu görmüştük. Fakat Göğün alâmetlerine
saygı göstererek, Zeus'un yardımını sağladık. Onlar, babalarımız,
can verdiler, ancak aptallıklarından. Artık babalarımızı bize üstün saymaktan
sakın.
Güçlü Diomedes, buna karşı gamlı bir bakış çevirerek şöyle
dedi:
— Dostum, barışık ol ve sus! Sesime boyun eğ! Ben budunlar
çobanı Agamemnona, dolakları güzel bütün Ahaylıları kavgaya sokmak
için sıkıştırıp cesaretlenmesinden dolayı, kusur bulmam.
Ahaylılar, Troyalıları yenip kutsal İlion'u alırlarsa şerefi şanı onun olacak,
ama Ahaylılar mahvolurlarsa, yine bu felâketin geniş yası, matemi
ona gelecek. Yiğitliğimiz; değerimiz ne kadar ateşli olursa olsun, bu
gerçekleri de hatırlayalım.
Diomedes böyle dedi, ve silâhlı olarak arabasından yere atladı.
Yere sıçrayan kahramanın göğsünde tunç müthiş bir ses çıkardı: En
cesur savaşçı bile bu sesten korkuya düşebilirdi.
89/555
İLK KAVGALAR
Nasıl ki, çok yankılı kıyıda, Zefyr'in sarsması altında, sıkışık
dalgalarla fırtınalaşan deniz, önce açıkta kabarır, sonra karaya dönüp
ulu bir uğultu ile parçalanırsa, uzanan bulutların üstünde «volut»
helezonları yükselip tuzlu su köpükleri kusarsa; tıpkı onun gibi, Danaosluların
taburları, sıkışık dalgalarla, aralıksız kavgaya doğru yürüyorlar.
Her şef kıtasına gayret ve cesaret veriyor, kıta da sessizce ilerliyor.
Arkalarından bu derece büyük bir ordunun yürüdüğüne ve her göğüste
bir ses bulunduğuna inanılmazdı. Dilsizler gibi, kendilerini saydırabilmiş
şeflere itaatli, gidiyorlar. Hepsinin üstünde, savaş hatlarına
girmek için giymiş oldukları zırhların kıvılcımları parıldıyor.
Troyalılar, bunun tersine, zengin bir adamın ağılında toplanmış,
beyaz sütleri sağılırken kuzularının çığrışmalarına bir düzine meleyen
sayısız koyunlara benziyorlardı. Troyalıların geniş ordusundan
böyle uğultulu sesler yükseliyordu. Hepsinin ağzı ve dili bir değildi:
türlü dilleri karışıyordu; bunca memleketten gelmiş insanlardı! İki
ordudan biri Ares'in, öbürü çakır gözlü tanrıça Athene'nin, Korku,
Bozgun, Boğuşma tanrılarının şevki altındaydı. Canlara kıyan Ares'in
öfkeler gösteren kızkardeşi ayağa dikiliyor, onca kısa, az sonra alnıyla
göklere değecek kadar yüksek, ayakları ise hep toprağı çiğniyor. Bir
kere daha herkesin yüreğine kavga ruhunu üfürmeğe gelmiş,
tesirinden kimsenin kurtulmasına imkân vermiyen bir tezlikle yığınlar
arasında dolaşıyor; her yerde arkasından insan şikâyetleri, iniltileri
yükseliyor.
90/555
Az sonra iki ordunun savaşçıları temasa geliyor ve hemen
kavgaya tutuşuyorlar; kalkanları, mızrakları, tunçtan zırh giymiş iç
ateşleri çarpışıyor! Kabarık cebeler birbirine değiyor, sınırsız bir kargaşalıktan
ulu uğultular yükseliyor. Öldürenlerle can verenler
birarada, iniltiler ve zafer naraları birlikte işitiliyor. Kan dalgaları yeri
kaplıyor Dağların yüksekliklerinden yuvarlanan seller, iki vadinin
kavşağında bir bol suların birleştirip bir derenin oyuk yatağına akarlarken
yüksekteki çoban uzaktan gürleyişlerini duyar, bunun gibi,
birbirine karışan iki ordunun kargaşalığından böyle dehşet verici
gürültüler çıkıyordu.
İlkin Troyalı bir savaşçı, hatlar arasına çıkan cesur yiğitlerden
biri, Thalysiosoğlu Ehepal, Antilok'un yakaladığı av oldu. En önce,
mızrağını, kalın sorguçlu tulganın tepesinden alnına sançtı. Tunç
silâhın sivri ucu battı ve kemiği deldi: ölüm gölgesi gözlerini örttü. Bir
duvar gibi yere devrildi.
Hemen onu Elefenor Han ayaklarından tuttu, Halkodonoğlu
Elefîıor, ulu gönüllü Abantların kumandanı; cesedi alttan sürüklemek,
çabucak silâhlarını soyup almak istiyordu. Fakat bu çabalayışı kısa
sürdü: ulu gönüllü Agonos, onun cesedi çektiğini ve eğilirken buğurunun
üstünden kalkanın sıyrıldığını gördü, hemen tunç kargısıyla
sançarak kemiklerini kırdı. Can verdi ve onun da cesedinin üstünde
Troyalılarla Ahaylılar arasında zalim bir dövüşme oldu. Kurtlar gibi
birbirlerine girdiler, her adam karşısına gelen adamı devirdi.
91/555
O ara, Telemonoğlu Ayas, saldırmak için ilerleyen genç Simoisios
Anthemionoğlunu, gençliğinin en kuvvetli çağında tunç mızrağı
ile devirdi.
Bu gencin annesi, vaktiyle İda dağından inmiş, anası babasıyla
Simois suyunun kenarında sürülerini beklemişti; burada gebe kalarak
çocuğu dünyaya getirdiği için ona Simoisios denilmişti. Ne yazık ki
büyütenlerin emekleri ödenemiyecekti; ömrü çok kısa imiş: ulugönüllü
Ayas onu tunç mızrağının bir vuruşuyla deviriverdi. Göğsünün ortasından
vurdu, tunç doğru omuz arasından yürüdü; genç adam
tozların içine düştü. Geniş bir bataklığın otlak toprağında gelişmiş,
cilalanarak kütüğünden araba yanları yontulmak üzere bilenmiş demirle
çevrilmiş bir kavak ağacı nasıl su kenarında yatıp kuruyacaksa,
tanrısal Ayas'ın öldürdüğü Anthemionoğlu Simoisios da tıpkı öyle,
cansız yatıyordu. Fakat işte, Ayas'ın da üstüne Priam oğlu Antif, yığın
arasından sivri mızrağını fırlattı, isabet ettiremedi. Fakat onun yerine
yanında durmakta olan Levkos'u, Odysseus'un değerli arkadaşını
kasığından vurdu, o ara, ayaklarına devrilmiş bir cesedi öteye çekmek
için eğilmişti: vurularak kollarından kayan cesedin üstüne düştü.
Odysseus, arkadaşının öldürüldüğünü görünce, yürekten
öfkelendi. Başında pırıl pırıl tunçtan tulga, hatlar dışında kalan yiğitler
arasından geçti. Ölünün yanında durdu, ihtiyatlı bir gözle etrafına
baktıktan sonra, kıvılcım saçan mızrağını fırlattı; Troyalılar geriye
çekildiler, fakat silâh boşuna atılmadı: Priam'ın Abydos'tan, at-kısrak
cambazlığından gelen bir piçini, Demokoon'u vurdu. Öfkeli
Odysseus'un tunç mızrağının sivri ucu bir şakağına saplanarak öbür
şakağından çıkmıştı. Büyük takırtı ile yere düştü, silâhları da üstünde
çınladı. Hatlar dışındaki yiğitler geriledi. Ünlü Hektor da onlarla
92/555
birlikte. O anda Ahaylılar bir nâra attılar ve ölülerini çektiler; sonra
ileriye geniş bir sıçrayışla atıldılar. Onları Pergamos'un yukarısından
gören Apollon kızdı, haykırarak Troyalıları cesarete davet etti:
— Haydin Troyalılar! Kavgada Argoslulara hiç fırsat vermeyin!
Derileri taştan veya demirden değildir: değen tunç silâh onların da
etlerini yırtar, kemiklerini kırar. Sonra saçları güzel Thetis'in oğlu
Ahilleus muharebelere katılmıyor, zalim bir küskünlük içinde gemilerinin
yanında eğleniyor.
Akropolün yukarısından, müthiş tanrı böyle konuştu. Fakat
Argosluları da cesaretlendirmek için Zeus kızı şanlı Tritogeni ileri
vardı. Bu tanrıça geniş dövüşler ortasında durmadan dolaşıyor, nerede
bir erin gevşediğini görürse oraya koşuyor.
Bu ara Amarynke oğlu Diores kaderin tuzağına düştü. Sağ
bacağının ökçesine pürüzlü bir çakıl taşı battı. Ona o taşı atan
Enos'tan gelen Trakyalıların şefi İmbrosoğlu Piros idi. Zalim taş topuğun
kemik ve sinirlerini ezmişti. Piros Dioris'in yaralandığını
görünce koşup mızrağını göbeğine sapladı, ölüm gölgesi gözlerini
örttü.
Fakat o zaman, Piros'un da üstüne Etollu Thoas atıldı ve kargısı
ile memenin üstüne vurdu, göğsünü delen tunç gidip akciğere saplandı.
Thoas yaklaşıp kuvvetli silâhını Piros'un göğsünden çıkardı,
93/555
sonra sivri kılıcını kınından çekerek karnına sapladı, fakat son nefesini
veren adamın silâhlarını alamıyordu, ölünün yarenleri Troyalılar, kafataslarının
ortasında top saçları olan savaşçılar, ellerinde uzun kargılarla,
Piros'u sardılar ve büyük, mağrur, cesur bir savaşçı olmasına
rağmen onu geriye ittiler. Sarsılıp düştü. Şimdi ikisi yan yana, toz
içinde yatıyorlar: Troyalıların şefiyle tunç cebeli Epelilerin şefi! Onların
çevresinde, yüzlerce başkaları birbirlerinin canına kıyıyorlardı. O
gün, Troyalılarla Ahaylılar, yığın yığın, alınları toz içinde, yan yana
serildiler!
94/555
ŞAN : V
DIOMEDES'IN KAHRAMANLIKLARI
Bu sefer, Pallas Athene ateşli cesareti Tydeoğlu Diomedes'e
verdi: bütün Argoslular arasından kendini göstersin, şanlı ün salsın diye.
Tanrıça onun tulgasında ve kalkanında sönmez bir ateş yaktı:
Okeanos'un sularından yıkanmış çıkan yaz-sonu yıldızı gibi, eşsiz bir
parıltı ile ışıldıyordu. Ondan sonra onu kavganın ortasına, en kalabalık
savaşçıların kakıştığı yere attı.
Troyalılarla Hefaestos'un, zengin, kusursuz, bir duacısının iki
oğlu vardı: Fege ile İdeos, savaşın her türlüsünde usta yetiştirilen bu
gençler saflar arasından çıkarak kahramanca karşılaşmağa atıldılar.
Arabalarının üstünden saldırdılar, kahraman ise yerde, yayan vuruşuyordu.
Birbirlerine doğru ilerleyerek temasa geldiler. İlk olarak
Fege uzun mızrağını fırlattı. Fakat silâhın ucu sol omuzundan
sıyrılarak Tydeoğluna değmedi. Hemen o da, tunç kargısı ile atıldı, ve
onun elinden fırlayan silâh boşuna gitmedi: Fege'nin göğsü ortasına
değdi, iki meme arasından yaralayıp arabasından yere devirdi. İdeos
bir sıçrayışla yere inerek çok güzel arabayı terk etti; fakat kardeşinin
cesedini beklemeğe yüreği dayanmadı; kendi de kara ölümden kurtulamazdı.
Hefaestos o anda bir karanlık yayarak hayatını kurtarmasaydı;
tanrı ihtiyar duacısını büsbütün yas içine atmak istememişti. O anda
ulu gönüllü Tyedeoğlu arabayı atlarıyla birlikte çekip yarenlerine
teslim etti, Kocakarınlı gemilerin yanına götürsünler diye.
Troyalılar Dares'in iki oğlunu, —biri gerçi tehlikeyi atlatmış,
ama öbürü yerde ölü yatmada— görünce yürekleri heyecanlandı. O
ara, çakır gözlü Athene ateşli Ares'in elini tutarak şöyle seslendi:
— Ares, Ares, insanlar musibeti, kan içici, kaleler yıkıcı Ares!
Troyalılarla Ahaylıları kendi hallerine bırakamaz mıyız dövüşe dursunlar;
Zeus Baba kimlere isterse zaferi onlara nasibetsin; biz de,
ikimiz uzaklaşıp Zeus'un öfkesinden çekinsek olmaz mı?
Tanrıça böyle deyip azgın Ares'i kavgadan uzaklaştırdı, otlak
Skaomandros'un kıyılarında bir yere oturttu. Hemen Troyalılar Danaosluların
altında büküldüler. Hanların her biri Troyalılardan bir er
yakaladı. İlkin budunlar çobanı Agamemnon büyük Odios'u Alizonların
Hanını, arabasından aşağı devirdi: mızrağını iki omuzu
arasından, arkasına sapladı, göğsünü bir yandan öbür yana deşti,
geçirdi. Adam takırdı ile yere düştü, silâhları da üstünde çınladı.
İdomene, uzaktan, bereketli Teneden gelmiş olan Meonlu
Feste Boroğlunu tam arabasına çıkmak üzere iken, yıktı; uzun mızrağı
ile sağ omuzundan sançtı, adam yere devrildi, ölüm karanlığı gözlerini
kapadı.
İdomene'nin seyisleri ölünün silâhlarını soymak üzere iken,
çok usta avcı olan Strofios Skamandrios, Atreoğlu Menelas'ın eline
geçti. Bu savaşçı cesur bir avcıdır, Artemis ona dağların ormanlarında
96/555
yaşıyan her türlü av hayvanlarını ok atıp avlamak sanatını öğretmişti.
Fakat bugün ne okçu Artemis ne de ondan öğrendiği atıcılık sanatı bir
işine yaramadı. Ünlü savaşçı Atreoğlu Menelas, onu, önünden
kaçmağa çalışırken, uzun mızrağı ile, arkadan, omuzlarının arasından
vurarak göğsünü deşti, geçirdi. Adam, yüzükoyun yuvarlandı, üstünde
silâhları çınladı.
Merion Tektonoğlu Fereklos'u yıktı; bunun da babası elleriyle
her türlü sanat eserleri yapmasını bilen Harmondu. Pallas Athene'nin
sevgi gösterdiği adamlardandı. Vaktiyle Aleksandros'a da, deniz seferine
çıkmak için, güzel gemileri yapan Harmon'du; bu gemiler bunca
fenalıklara sebep olmuş, Troyalılara belâlar, kendisine de felaket getirmişti;
çünkü tanrıların alâmetlerinden hiç bir şey bilmiyordu. Tektonoğlunu
kovalayan Merion ona yetişerek sağ kalçasından vurdu.
Mızrağın ucu, doğru giderek kemik altındaki sidik kavuğunu deşti.
Adam inleyerek dizlerinin üstüne çöktü ve ölüm gözlerini kararttı.
Megas Atreoğlu Pede'yi öldürdü. Tanrısal Theano, başka bir
kadından doğmuş olan Pede'yi, kocasının hatırı için çok iyi büyütmüştü.
Fyleoğlu Meges, ün salmış savaşçı, yaklaşıp ucu sivri mızrağı
ile, enseden başına vurdu, tunç silâh dişlerin arasından dilin kökünü
kesti. Adam tozlara yuvarlandı, dizleri soğuk tunç üzerinde
kapanmıştı.
Evemonoğlu Evrypyl, coşkun Dolopion'un oğlu tanrısal
Hypsenor'u öldürdü. Skamandros suyunun duacısı iken vaktiyle
Lolopion'a halk bir tanrı gibi saygı gösterirdi. Önünden kaçmakta iken
97/555
şanlı Evrpyl Evemenoğlu kovalayıp kısa kılıcıyla omuzundan vurarak
ağır kolunu kesti. Kanlı kol yere düştü, adamın gözlerini kızıl ölüm ve
değişmez kader kapladı.
Canlar yakan kavga içinde bu işler görülmekte iken
Tydeoğlu'nun iki ordugâhtan hangisinde bulunduğu, Troyalılarla mı
Ahaylılarla mı birleşmiş olduğu bilinmiyordu.
Ova içinde öfkeyle gidip gelirken bora sağanaklarıyla kabarıp
taşan, selleri bütün yükseklikleri silip götüren ırmağa benziyordu.
Zeus'un bora yağmurları günlerinde sellere ne bağ çitleri, ne genç
bağcıların işleri, hiç bir şey karşı koyamaz, tıpkı bunun gibi,
Tydeoğlu'nun çarpışları altında Troyalıların taburları, ne kadar
kalabalık olurlarsa olsunlar, tutunamıyorlardı.
Fakat Lykaon'un ünlü oğlu onu, kızgın, her tarafa seğirtip
Trova taburlarını kakıştırırken gördü. Hemen kavisli yayını gererek
Tydeoğlu'nu, saldırışları içinde sağ omuzundan, cebesinin
göğüslüğünden vurdu. Zalim ok zırhın altından, doğru yürüdü, cebe
kanlar içinde kaldı. Bunun üzerine şanlı Lykaonoğlu nâra atarak
haykırdı:
— Haydin, ulu gönüllü Troyalılar, at-kısrak terbiyecileri!
Ahaylıların en cesuru yaralandı, ve ben diyorum ki ,güçlü okumun
98/555
tesiri altında çok zaman dayanamıyacak, eğer beni —Lykiadan
çıkarken— gerçekten Zeus oğlu Han sefere ugurlamışsa.
Böyle deyip övündü. Fakat tez giden ok Diomedes'in işini
bitirmemişti: geri çekilerek atlarının ve arabasının önünde durdu,
Kapaneoğlu Sthenelos'a şöyle dedi:
— Haydi, Kapane'nin sevgili oğlu, arabadan in, omuzumdan
zalim oku çekmek lâzım.
Böyle dedi, Sthenelos hemen arabadan yere atlayıp tez giden
oku girerken seyrettiği yönden çekti; kan yumuşak kaftandan fışkırdı.
Bu ara narası yüksek Diomedes dua etti:
— Dinle beni, Egid kalkanını tutan Zeus kızı, yorulmak bilmez
tanrıça! Vaktiyle babama iyilik edip canlar yakan kavgalarda yardımcısı
olduğun gibi, şimdi de bana dostluk göster! Bana nasib et, beni
yaralıyan ve övünerek güneşin ışığını uzun zaman göremiyeceğimi
söyleyen adamı öldüreyim; bunun için onu gaflete düşür, kendi,
mızrağımın doğrultusuna gelsin!
Böyle dedi, Pallas Athene duasını kabul etti: önce bacaklarını,
sonra kollarını canlandırdı, ondan sonra ona yaklaşarak şöyle dedi;
99/555
— Şimdi, korkusuz, Troyalılarla dövüşmeğe devam et,
Diomedes! Göğsüne babanın iç ateşini koyuyorum: O ateşliliği iyi araba
binicisi Tyde kalkanını sallayarak gösterirdi. Gözlerini örtmekte
olan bulutu da uzaklaştırıyorum Böylece insanla tanrıyı birbirinden
fark edebileceksin. Eğer tanrılardan biri gelir de seni sınamak isterse
sakın ona karşı vuruşma yalnız biri müstesna; Zeus kızı Afrodite
gelirse, saldır, onu sivri tunç silâhınla vur.
Böyle deyip çakır gözlü Athene uzaklaştı, Tyde oğlu da Troyalılarla
dövüşmeğe döndü. O andan, ateşliliği üç kat artmıştı, sanki
beyaz yünlü koyunlarını korumak için çobanın —tam ağıla atlarken—
yaraladığı arslandı! Çoban yaralamakla canavarın işini bitirememiş,
sadece kuvvetini kat kat arttırmış; Çoban artık mücadele edemez, koyunları
kendi hallerine bırakarak kulübesine çekilir. Canavar öfkeyle
seğirtir, koyunlar yığın yığın yerlere serilir. Tıpkı böyle bir öfkeyle Tydeoğlu,
Güçlü Diomedes Troyalılarla döğüşmeğe seğirtti.
O ara, Astynos ile Hyperion Hanı yakaladı, birincisini tunç
mızrağı ile memenin altından deşip geçirdi; öbürünü büyük kılıcıyla,
köprücük kemiğinden vurarak omuzunu ensesinden ve arkasından kopardı.
Onları orada bırakarak ihtiyar rüya tabircisi Evrydamas'ın iki
oğlunu, Abos ile Polyidos'u, izleyip yakaladı, ihtiyar, oğullarını sefere
yollarken, onlar için rüyalarını yorumlamamış olacak ki, güçlü
Diomedes her ikisini öldürdü. Ondan sonra, analarının üstüne bırakacak
oğlu yoktu. Diomedes ikisini de öldürdü, sanlarına kıymakla ihtiyara
yastan, kederden başka bir şey bırakmadı.
100/555
Ondan sonra Dardanoğlu Priam'in iki oğlunu Ehemon ile
Kromios'u yakaladı; ikisi de bir arabaya binmişti. Bir sürünün üstüne
sıçrıyan arslan, nasıl otlamakta olan bir ineğin veya düvenin boynunu
koparırsa, onun gibi, Tydeoğlu iki cenkçiyi arabalarından çekip koparmış,
silâhlarını soymuştu; atlarını ve arabalarını yarenlerine teslim
ederek kocakarınlı gemilere yollamıştı.
PANDAROS'UN SONU
Ene, kahramanın, savaşçı saflarını kırıp geçirdiğini görünce
tanrılar eşi Pandaros'u, kavgalar ve silâh takırtıları arasında aramağa
başladı. Nerede bulacağını düşünürken, güçlü kuvvetli, kusursuz
Lykaonoğlu'nu görüp yanına gitti, önünde durarak şöyle dedi:
— Pandaros, yayını, kanatlı oklarını, şanını şerefini ne yaptın?
Bu yerin adamlarından hiç bir kimse seninle boy ölçüşemez, bütün
Lyka içinde kimse senden üstün olduğunu söyleyip övünemez. Haydi.
Zeus'a ellerini kaldır, sonra burada Troyalıların saflarını kasıp kavuran,
bunca kahramana diz çöktüren zafer naraları atan adama bir ok at;
umalım ki, Troyalılara, ihmal edilmiş bir adak sebebiyle, bir tanrı
kızmış olmaya! Çünkü bir tanrının öfkesine uğramak çok ağır!
Buna şanlı Lykaonoğlu cevap verdi:
101/555
— Ene, tunç cebeli Troyalıların iyi öğütçüsü! Bütün gördüklerimden
cesur Tydeoğlu'nu seçiyor gibiyim: Kalkanından, tulgasından,
uzun tepeliğinden, atlarından —odur, sanıyorum; pek de emin
değilim, bir tanrı da olabilir, herhalde, düşündüğüm gibi, o— cesur Tydeoğlu
ise, bir tanrı yardımcısı olmasa şu yamanlıkları gösteremezdi.
Yanında omuzları bulutla örtülü bir ölümsüz, tez giden okumun ucu
tam hedefine değmek üzere iken, yolunu çeldi. Canını Hades'e yolladığımı
sanırken, kendisini yıkamadım! Bir tanrıyı gücendirmiş
olmıyayım: Binecek arabam, atlarım kalmadı. Oysa ki, Lykaon'un
sarayında yepyeni, taptaze onbir arabam kaldı, üstleri geniş örtülerle
kaplanmış. Herbirinin yanında arpa, yulaf yemini alan birer çift at-kısrak
vardır. Memleketten ayrılırken ihtiyar savaşçı Lykaon ne ısrarlarla
bana tavsiye ediyordu. Troyalıları canlar kıyan, kavgalara götürürken
iyi atlara koşulmuş arabaya bineyim, diye. Onu dinlemedim, şimdi ne
kadar pişmanım! Atlarım, kuşatılmış bir şehirde aç kalır diye korkmuştum.
Bol yeme alışmış atlarımı korumak istemiştim. Onları memlekette
bıraktım, kendim yayan geldim, bütün güvenim yayımda
olarak. Meğer işime hiç yaramıyacakmış! Şimdiye kadar iki
kahramana ok attım: Bir Tydeoğlu'na bir de Atreoğlu'na. Okum
değmiş ve her ikisinden hakikî kan akmıştı, fakat onları daha çok
kızdırmaktan ve saldırışlarını arttırmaktan başka bir netice almadım.
Hiç şüphem kalmadı, tanrısal Hektor'a yaranmak için, askerimi güzel
İlion'a getirmek üzere yola çıkarken, kavisli yayımı asılı olduğu çividen
alırken, felâketimi hazırlıyormuşum. Kısmet olsa da bir gün yurduma
dönsem, gözlerimle karımı, yüksek tavanlı geniş konağımı görsem.
—O gün bu yayı kendi ellerimle parçalayıp alevli ateşe atmazsam
kellemi uçursunlar!...
102/555
Troyalıların öğütçüsü Ene ona bakarak şöyle dedi:
— Böyle söyleme, bunun bir tek çaresi var: Her ikimiz, benim
arabam ve atlarımla, bu adama karşı silâhlarımızla yürüyüp açık açık
bir sınamaya girişmek. Haydi, bin arabama. Zeus'un Tros'a verdiği atların
ne kadar değerli olduklarını göreceksin: Ovanın içinde her tarafa
gitmesini, kovalamasını da, geri kaçmasını da, bilirler. Zeus bir kere
daha şanı şerefi Tydeoğlu Diomenes'e verirse, ikimizi şehre doğru
kaçırabilecekler. Haydi, geç kalma, benden kamçı ile parlak dizginleri
al, ben arabadan iner, dövüşürüm; veya adamla sen çarpışırsın, atlarla
ben meşgul olurum.
Şanlı Lykaonoğlu cevap verdi:
— Ene, dizginleri sen tut, atları kendin sür: Alıştıkları kılavuzu
daha kolay dinlerler; bir kere daha Tydeoğlu'nun önünden kaçmamız
gerekirse, arabayı daha iyi götürürler. Böyle yapmazsak, korkarım, atlar
irkilerek bizi kavgadan uzaklaştırmazlar, ulu gönüllü Tydeoğlu
üstümüze saldırıp her ikimizi öldürmeğe, senin atlarınla arabanı alıp
götürmeğe fırsat bulur. Arabayı, atları sen idare et, ben sivri
mızrağımla adamın saldırışını karşılıyayım.
Böyle söyliyerek kıvılcım saçan arabaya bindiler; ateşli bir
istekle Tydeoğlu'na doğru tez giden atlarını sürdüler. Kapane'nin şanlı
oğlu onları görerek Tydeoğlu'na kanatlı sözler söyledi:
103/555
— Gönlümün sevgilisi Diomedes Tydeoğlu, iki kuvvetli cenkçi
görüyorum, seninle dövüşmeğe azmetmiş görünüyorlar. Biri yayla
atıcılıkta usta: Lykaon'un oğlu olmakla övünen Pandaros; öbürü,
kusursuz kahraman Anhi'in oğlu Ene, babasıyla olduğu kadar anasının
Afrodite olmasıyla da övünmekte. Beni dinlersen, arabamızla geri
çekilelim, en ileri saflarda dövüşen savaşçılara karşı böyle bir iç ateşle
atılma, tatlı canın kıyıldığını istemezsen.
Ona yandan bir bakışla, güçlü Diomedes şöyle dedi:
— Korkup kaçmaktan söz açma, çünkü seni dinlemek niyetinde
değilim. Böyle, kaçarak savaşmak benim doğuşumda, kanımda
yoktur, bir tarafa sinmek de âdetim değil. İç ateş bende hiç sarsılmaz,
arabaya binip kavgaya girmektende hoşlanmam; yok, yok, onlara karşı
böyle, olduğum gibi yürüyeceğim; korkup titremeği bana Pallas
Athene yasak etmiştir. Hem böyle sanıyorum ki, onların her ikisi benim
silâh erimimden, arabalarının üstünde, sıvışamıyacaktır, birinin
kaçabileceği düşünülse bile. Sana söyliyecek bir şeyim daha var, kafanda
iyi tut: Yorulmak bilmez Athene bana her ikisini öldürmeği kısmet
ederse, sen, bizim atları oldukları yerde alıkoy, dizginleri arabanın
rampasına takarak; ondan sonra, Ene'nin arabasına binip atlarını
güzel dolaklı Ahaylılara doğru kaçırmağı unutma. Vaktiyle gür sesli
Zeus'un Ganymede'sini kurtarmak için kurtarmalık olarak Tros'a vermiş
olduğu atların ırkındandır bu atlar, düşmana bozgun vermede
usta atlardır; onları ele geçirirsek bizim için büyük bir şan ve şeref
olur. Aralarında böyle söyleşirken, ötekiler atlarını hızla sürerek yaklaştılar,
ilkin, şanlı Lykaoğlu söze başladı:
104/555
— Ünlü Tyde'nin oğlu, ruhu ateşli, cesur Diomedes! Öbür sefer,
benim can yakan, tez giden okum, demek, seni yıkmamış? Bu sefer
uzun mızrağımla seni sınayacağım; bakalım, değer mi, kayar mı?
Böyle dedi ve uzun mızrağını sallıyarak fırlattı. Tydeoğlu'nun
kalkanına değdirdi. Tunç silâhın sivri ucu kalkanı deşip cebeye kadar
geldi. Bunun üzerine Lykaon'un şanlı oğlu, gür bir sesle haykırdı: