17 Ekim 2015 Cumartesi
ilyada destanı -2
— Böğründen delip geçirildin! Bundan sonra çok yaşamazsın,
sanırım: Bana büyük bir şan vermiş olacaksın.
Güçlü kuvvetli Diomedes, hiç titremiyen bir sesle cevap verdi:
— Silâhın kaydı, bana değmedi. Şimdi sanırım ki, artık ikimizden
birinin yere yuvarlanması ve kanıyla cana susamış Ares'i kana
kana sarhoş etmesi yakındır.
Böyle deyip silâhını fırlattı: Athene sivri ucunu burnuna,
gözünün yanına değdirdi. Cana kıyan tunç beyaz dişleri kırdı, dilin
kökünü kesti, sivri uç çenenin altından delip geçti. Adam devrildi,
üstünde kıvılcımlar saçan silâhları çınladı. Tez giden atları irkilip
geriledi. Ünlü savaşçı yerde, canı uçmuş, iç ateşi sönmüş kaldı.
105/555
AFRODİTE'İN YARALANMASI
Ene uzun mızrağı ve kalkanı ile yere atladı. Ahaylılar gelir de
cesedi kaçırırlar diye korktu, yanında durdu. Kuvvetine güvenen bir
arslan gibi savunuyordu. Mızrağını, kalkanını önde tutuyor, üstüne
atılmağa gelecekleri öldürmek azmini korkunç naralar atarak ilân
ediyordu. O zaman Tydeoğlu eline bir taş aldı: İki kişinin, bugünkü insanlardan
iki kişinin kaldıramıyacağı ağırlıkta büyük bir taştı. O, kendi
başına, hiç bir çabalayış göstermeden, taşı sallayıp fırlattı, Ene'yi
kalçasından, kalçanın dize doğru dönen yerinden vurdu ki, buraya
«Kotylon» derler. Burayı ezdi ve iki veteri kopardı. Taşın keskin
pürüzleri cildi yırttı, kahraman dizleri üstüne çökerek kuvvetli eliyle
yere dayandı; karanlık bir gece gözlerini kapamak üzereydi.
O anda, halkın çobanı Ene mahvolacaktı, eğer anası Zeus kızı
Afrodite onu görüp imdadına koşmasaydı. Sığır çobanı Anhis'in
kollarında gebe kalarak Ene'yi dünyaya getirmiş olan Zeus kızı Afrodite
hemen beyaz kollarıyla oğlunu sardı, önünde parlak elbisesinin
eteğini yayarak üstüne atılacak silâhlara karşı siper yaptı. Danaoslulardan
biri gelir de tunç silâhını göğsüne saplar, hayatına son verir diye
korkuyordu.
Fakat oğlunu kavga tehlikesinden korumağa çalışırken,
Kapaneoğlu narası gür Diomedes'ten almış olduğu emri unutmamıştı:
Kendi atlarını büyük kalabalığın içinden uzaklaştırıp dizginlerini arabanın
rampasına taktı; sonra Ene'nin yeleleri güzel küheylânlarına atladı,
onları
106/555
Troyalıların safları arasından güzel dolaklı Ahaylılara doğru
götürerek, en çok kıymet verdiği arkadaşlarından Deipylon'a teslim
etti, koca karınlı gemilere sürsün diye. Sonra Kapaneoğlu yine arabaya
binip dizginleri eline aldı, ve çabucak duynakları kalın atları sürüp tezlikle,
iç ateşle dolu Diomedes'in önüne geldi.
Bu ara Diomedes, cana kıyan tunç silâhla, Kypris'i
(Afrodite'yi) izliyordu. Biliyordu ki, insanların kavgalarında kılavuzluk
eden Athene gibi yıkıcı Enyo gibi tanrıçalardan değildi, gücü yetmez
bir tanrıçaydı. Ve tam onu sayısız yığınlar arasında aradığı bir sırada
yanına gelen Tydeoğlu, hemen bir sıçrayışta, mızrağı ile, nazik
kolunun ucundan yaraladı. Silâh, Harites'ler (Grâces: Alım tanrıçaları)
tarafından işlenmiş olan tanrısal elbisenin arasında yürüyerek tanrıçanın
bileğine gelmişti; tanrıların damarlarında dolaşan ölümsüzler
kanı, «ihor» fışkırmıştı. Onlar ekmek yemediklerinden ve yanık yüzlü
şarap içmediklerinden damarlarında kan yoktur, ölümsüz «ihor»
vardır.
O zaman, tanrıça, bir çığlık içinde oğlunu kollarından bırakır;
onu hemen Foebos Apollon kendi kollarına alarak kara bir buğu içinde
saklar.
O ara, narası gür Diomedes haykırarak şöyle söyler — Geri
çekil, Zeus kızı! Kavgalara, dövüşlere karışmaktan vazgeç. Zayıf kadınları
ayartmak, baştan çıkarmak sana yetmiyor mu artık? Bir de
kavgalar arasında dolaşmağa mı kalkıyorsun? Şimdi, ben, sanıyorum
107/555
ki, bundan sonra, kavgadan, hattâ senden uzak geçen bir kavganın
lâfından tüylerin ürperecektir.
Böyle dedi ve tanrıça üzüntü ve heyecan içinde oradan ayrıldı,
binbir acı ve kaygı içindeydi. Yel ayaklı İris yetişip onu yığınlardan
uzaklaştırdı. Kavganın sol tarafında ateşli Ares'i dinlenme halinde
buldu, diz çökerek kardeşinden şöyle yalvardı:
— Sevgili kardeşim, bana yardım et, atlarını ver, ölümsüzler
yurdu Olympos'a varayım. Bir ölümlünün vuruşundan büyük acılar
içindeyim. Beni Tydeoğlu yaraladı, o şu anda Zeus Baba ile dövüşmekten
çekinmezdi.
Böyle dedi, Ares ona, alın süsleri altından, atlarını verdi.
Afrodite, gönlü ezgin, arabaya bindi. İris de binerek yanma oturdu,
dizginleri eline alarak bir kamçı vuruşu ile atları havaya kaldırdı, atlar
iç ateşle dolu, uçuyorlardı. Az sonra tanrıların oturduğu yalçın
Olympos'a ulaştılar. Orada, yel ayaklı İris, atları koşumdan çıkardı,
önlerine göksel yemlerini koydu. Bu ara, tanrısal Afrodite annesinin
dizlerine kapandı. Dione, onu kolları arasında sıktı, eliyle okşıyarak
ona, bütün isimleriyle, şunları söyledi:
— Sevgili çocuğum, göksellerden, seni büyük bir suç için cezalandırıyormuş
gibi, bu hale koyan kimdir? Ona gülümsemeyi seven
Afrodite cevap verdi:
108/555
— Tydeoğlu, coşkun Diomedes, çok sevgili oğlumu, Ene'yi,
kavga tehlikesinden korumak istediğim için beni yaraladı. Canlara kıyan
kavga artık Troyalılar ile Ahaylılar arasında olmuyor Danaoslular
şimdi tanrılara karşı savaşıyorlar!
— Katlan, çocuğum, uğradığın sınamaya, kaygıların, acıların
pek çoksa da, ellerini kaldır, kadere rıza göster. Olympos'un sahipleri
arasında insanlar için belâlara katlananlar ve birbirlerine cefalar çektirenler
çoktur. Ares belâya uğramıştı, o gün ki Aloeus oğulları Otos ile
güçlü Efialtos onu can yakan bir zincirle bağladılar ve onüç ay tunçtan
bir küp içinde esir tuttular. Kavgaya doymaz Ares mahvolacaktı, eğer
zalimlerin analığı, çok güzel Eeribe, Hermes'e haber vermeseydi. Hermes
onu o belâdan kaçırdığı zaman. Ares'in bütün kuvvetleri tükenmişti;
zalim zincirleri işini bitirmek üzereydi. — Here de böyle bir
belâya uğramıştı, o gün ki, Amfytrion'un zalim çocuğu onu üç sivri ucu
olan bir okla, sağ memesinden yaraladı, katlanılmaz ağrılara tutulmuştu—.
Hades o müthiş tanrı da belâya uğramıştı, o gün ki, Pylos'ta,
bir adam, Egid kalkanını taşıyan Zeus'un bir oğlu, onu ölüler arasında
tez giden büyük bir okla yaralamış, acılar içinde bırakmıştı. O zaman
yüreğim elem içinde, Olympos'a çıkmış, Zeus'un sarayına gelmişti. Ok
çok kuvvetli omuzunu deşip geçmişti. Peon, yaraya acıları savuşturan
tozlar ekmiş, iyi etmişti, çünkü ölümsüzdü. —Şimdi, söylediğin adamı
sana karşı kışkırtan çakır gözlü Athene'dir. Akılsız adam! Şu güzel Tydeoğlu,
gönlü içinde bilmiyor ki, ölümsüz tanrılarla kavgalı olan, uzun
zaman yaşıyamaz. Kavgadan, canlar yakan dövüşlerden sılasına gideceği
gün çocukları dizlerini okşamıyacak, «Babacığım» diyemiyecek.
Şimdi, Tydeoğlu da, ne kadar güçlü kuvvetli olursa olsun, bir gün
senden daha cesur bir tanrı ile kapışmak istemiyorsa, aklını başına toplasın
ki, mağrur karısı Egiale, kocasına yas töreni yapmak zorunda
kalmasın, uzun zamanlar yas, kaygı içinde kalmasın.
109/555
Böyle dedi ve iki eliyle kolundaki «ihor»u sildi; hemen yara
kurudu, kabuk bağladı; acılar, ağrılar savuştu O ara, Athene ile Here
oturup bakıyorlar, iğneleyici sözlerle Kronosoğlu Zeus'u kışkırtmağa
çalışıyorlardı. İlkin çakır gözlü tanrıça Athene söze başlayıp şöyle
söylendi:
— Zeus Baba, acaba söyliyeceğim şeye gücenir misin? Hiç
şüphesiz, Kypris (Afrodite) yine Ahaylı kadınlardan birini ayartmış,
Troyalılara kaçmağa kandırmıştı! Şu saatte onlara hudutsuz sevgi
göstermektedir! Tülü güzel Ahaylı kadınlardan şunu veya bunu
okşarken nazik eli altından bir toplu iğne ile çizilmiş olacak.
APOLLON, DİOMEDES'İ DURDURUR
Ölümsüzler böyle söyleşirken, narası gür Diomedes, Ene'nin
üstüne atıldı. Apollon'un onu kollarıyla korumakta olduğunu biliyordu,
fakat güçlü kudretli tanrıya da saygı göstermemişti. Ene'yi
öldürmek iç ateşi hiç sönmek bilmiyor, ünlü silâhlarını da soyup ele
geçirmek arzusunu yenemiyordu. Üç defa onu öldürmek hırsı ile atıldı.
Apollon da üç defa şiddetle bu saldırışlara karşı koydu. Dördüncü seferinde
bir tanrı gibi sıçradı, fakat yine uzağa atan Apollon müthiş bir
nâra ile çıkışarak şöyle dedi:
110/555
— Geri çekil, Diomedes, sakın kendini tanrılarla bir tutma!
Ölümsüz tanrılarla yeryüzünde yürüyen insanlar daima iki ayrı soy
olacaktır.
Böyle dedi ve Tydeoğlu biraz gerileyerek Okçu Apollon'un
öfkesinden kaçındı. Apollon, Ene'yi, tapmağının bulunduğu kutsal
Pergamos'a götürüp kalabalıktan uzaklaştırdı. Leto ile ok atan Artemis
tapınağın geniş hariminde Ene'ye gücünü ve şanını geri verirken, yayı
gümüşten Apollon ona benzer, silâhlan aynı, bir fantom yarattı; şimdi,
Troyalılar ve tanrısal Ahaylılar bu fantom etrafında, karşılıklı olarak
köseleden kalkanlar ve tunç silâhlarla birbirlerinin göğüslerini deşip
dururlar.
O ara Foebes Apollon ateşli Ares'e şöyle dedi:
— Ares, Ares! insanlar musibeti, kan içici, kaleler yıkıcı Ares!
Şu adamı, Tydeoğlu'nu, kavgadan uzaklaştırmak istemez misin? Şu
saatte Zeus Baba ile bile dövüşebilirdi. Önce Kypris'e yaklaşıp onu
bileğinden yaraladı, sonra bir tanrı gibi benim üstüme atıldı.
Böyle deyip kendi, Pergamos tepesinde oturdu, ve o ara meymenetsiz
Ares, Troyalıların saflarına giderek, Thrakyalıların Hani
coşkun Akamas'ın çehresiyle onları kavgaya kışkırtıyordu. Ondan
sonra Zeus dölü Priam oğullarına emirler verdi:
111/555
— Zeus soyu Priam Hanın oğulları, ne vakte kadar Ahaylılara
halkı öldürmeğe meydan vereceksiniz? iyi yapılmış kapılarınıza kadar
gelip dövüşmelerini mi bekliyeceksiniz? İşte, tanrısal Hektor kadar
saydığımız savaşçı. Ene, yerlerde yatıyor. Haydin, yığınların
patırdısından cesur arkadaşımızı kurtaralım.
Böyle dedi ve herkesin yüreğine cesaret verdi, iç ateşini
alevlendirdi.
TROYALILARIN KARŞI SALDIRIŞI
Bu ara Sarpedon, öfkeyle, tanrısal Hektor'a çıkıştı:
— Hektor, senin o eski iç ateşin ne oldu? Şehri ordusuz, müttefiksiz,
kendi başına, kardeşlerin ve kayınlarınla tutabileceğini mi
sanıyorsun? Onlardan, şu anda, kimse görmüyorum; hepsi, arslandan
korkmuş köpekler gibi bir kenara sinmiş duruyorlar. Yalnız biz, müttefikler,
kavga ediyoruz. Ben işte çok uzaktan gelen bir müttefikinizim;
Lykia ile coşkun Ksanthos suyu uzaktadır; orada karımı, masum
oğlumu ve —züğürdün çenesini yoran— sayısız hazinelerimi bırakıp
buraya geldim: Lykialı askerlerimi cesaretlendirmede kusur etmiyorum,
kendim de teke tek dövüşmeğe büyük bir iç ateşi ile yanıyorum.
Benim burada Ahaylıların alıp götürebilecekleri hiçbir şeyim var
mıdır? Sen ise aylâk aylâk duruyorsun, seninkilere, karılarını korumaları
için dövüşte sebat göstermek emrini bile veremiyorsun!
112/555
Herşeyi toparlıyan bir ağın ilmiklerine takılır, düşmanın avı, doyumluğu
olursunuz, diye korkuyorum. Yakında güzel şehrinizin nasıl bir
yağmaya uğrayacağını şimdiden gözümle görür gibi oluyorum. Bütün
bunları, geceli gündüzlü düşünmek, müttefiklerin ünlü şanlı Hanlarına
yalvarıp onların iç ateşini alevlendirmek sana düşer; ancak
böyle yaparsan tehdit eden büyük tehlikeden kurtulabilirsin
Sarpedon böyle dedi. Sözleri Hektor'u yürekten iğneledi. Hemen,
pürsilâh, arabadan yere atlar; ordunun içine dalarak her tarafa
koşar; sivri mızraklarını sallıyarak herkesi dövüşe cesaretlendirir, canlara
kıyan kavgayı harekete getirir. İşte taburlar dönüp Ahaylılara
karşı harp nizamına geçiyorlar. Fakat Argoslular da korkuya kapılmıyorlar,
elbirliği ile dayanıyorlar. Sarışın tanrıça Demeter, esinlerin nefesinden
faydalanarak, harmanlarda rüzgâr buğday tanelerini nasıl
samandan ayırır da sonra yavaş yavaş tınazlar tozlardan bembeyaz
olursa, onun gibi, Ahaylıların da vücutlarının yukarısı, atlarının ayaklarıyla
toprağı döve döve havaya yükselttiği toz bulutlarından bembeyaz
görünür, o ara arabacılar dizginleri döndürerek yeniden kavgaya
girişilir. O zaman ateşli Ares, Troyalılara yardım etmek için ovayı
birdenbire karanlık bir gece içine atar, altın kılıçlı Foebos Apollon'un
emirlerini yerine getirmek için şuraya buraya seğirtir. Bu tanrı, Danaosluların
koruyucusu Pallas Athene'nin uzaklaştığını görünce Ares'i
Troyalıların cesaretini yükseltmeğe yollamış, kendi de Ene'yi tapınağının
zengin hariminden almış, bu savaşçı Hanın iç ateşini
alevlendirmişti. Ene kendi kıtasına dönünce, herkes onun sağ esen
olduğunu görerek gönülleri şad oldu, fakat hiçbir sual sormadılar.
Çünkü başka uğraşılacak önemli bir iş var: Gümüş yaylı tanrının, insanlar
musibeti Ares'in ve ölümsüz bir iç ateş içinde Savaş'ın yeniden
harekete getirdikleri canlara kıyan kavga soruşturmalara meydan vermiyordu.
Bu ara iki Ayas, Odysseus, Diomedes Danaosluları kavgaya
113/555
cesaretlendiri-yorlardı. Fakat onlar da, kendileri, Troyalıların ne güçlü
saldırışlarından, ne de kovalamalarından korkuyorlardı.
Kronosoğlu'nun, havası çok sakin günlerde, bir dağ başının
yükseklikleri üstüne yaydığı koyu sis, Boreas ve başka rüzgârlar esmeğe
başlamadıkça hareketsiz durur; onun gibi, Danaoslular da
yerlerinde ayak direyerek Troyalıların saldırışlarına dayanıyorlar,
kaçmayı akıllarına getirmiyorlar.
Atreoğlu ordunun her tarafına gidip geliyor, bol bol cesaretlendirici
sözler söylüyordu:
— Dostlar, erkek olun! Yüreğiniz cesaretle dolu olsun. Can
yakan kavgalarda birbirinizi utandırın. Utanmak duygusu olan, yenilmeyi
utanç bilen savaşçılarda sağ kalanlar ölenlerden çok olur. Kaçanlar
için şan, şeref yok, yardım görmek de yoktur.
Böyle dedi ve mızrağını fırlattı, silâh düşmanlardan değerli bir
ere, ulu gönüllü Ene'nin arkadaşı Pergosoğlu Deikoon'a değdi, Troyalılar
ona Priam'ın oğulları derecesinde saygı gösteriyorlardı, çünkü
daima en ön safta dövüşmeğe hazırdı. Agamemnon Hanın mızrağı
adamın kalkanına değdi, kalkanı keserek iç kemeri yırttı, karnına saplandı.
Adam takırdı ile devrildi, üstünde silâhları çınladı.
114/555
O ara Ene de iki cesur Danaoslu, Diokles'in iki oğlunu,
Krethon ile Ortilok'u yakaladı. Babaları güzel Feres şehrinin zenginlerindendi.
Malları bütün Pylos memleketi içinde akan Alfe ırmağı boyunca
uzanıyordu. Alfe suyu büyük bir boyun Hanı olan Ortilok'un babası
idi. Ortilok'un da oğlu ulu gönüllü Diokles idi. Diokles'in iki oğlu,
Krethon ile Ortilok, savaşın her türlüsünde usta delikanlılardı. Deniz
teknelerine binerek, Argoslularla birlikte güzel, atı kısrağı bol İlion'a
gelmişler, Atreoğulları Menelas ile Agamemnon uğurunda savaşa
katılmışlardı. Şimdi, oracıkta, herşeye son veren ölümün avı oluvermişlerdi.
Dağ başında, derin orman içinde, analarının büyüttüğü iki
arslan: Ağıllara girip sığırları, iri koyunları kapıp durmakta iken, bir
gece, ağılların sahipleri tarafından öldürülüveren iki arslan gibi,
Ene'nin kollarıyla öldürülmüş, yüksek çam ağaçları gibi devrilmişlerdi.
Onların yerlere serilmesi Ares'in sevgilisi Menelas'ın gönlünü
acıma heyecanıyla doldurdu. Saflar dışındaki yiğitler arasından,
başında kıvılcımlar saçan tulgası; mızrağını sallıyarak ileri atıldı. Ares
bir yandan Menelas'ın iç ateşini alevlendiriyor, bir yandan da Ene'nin
kolları altında devrilmesini düşünüyordu. Fakat onu ulu gönüllü
Nestor'un oğlu Antilok gördü, o da yiğitler arasından ön saflara atıldı.
Budunlar çobanının başına bir şey gelir diye korktu! iki hasım,
dövüşmek ateşiyle dolu, birbirine karşı gelmişlerdi ki, Antilok yetişip
budunlar çobanı Menelas'ın yanında durdu. O zaman, Ene, karşısında,
yanyana durmuş iki kahraman görünce, ne kadar coşkun bir savaşçı
da olsa, geri çekildi. Bunun üzerine iki cesedi Ahaylıların safları içine
çektiler, talihsiz delikanlıları arkadaşlarının ellerine teslim ettiler;
sonra yine ön safta dövüşmek üzere yüzlerini çevirdiler.
115/555
O ara, ulu gönüllü savaşçı Paflagonların Hanı, Ares benzeri
Pylemen'i ele geçirdiler. Ünlü savaşçı Atreoğlu Menelas, onu
karşısında bulunca mızrağı ile köprücük kemiğinden vurdu, Antilok da
seyis ve arabacısı Mydon'u, kahraman Atymios'un oğlunu vurdu. Mydon
kalın duynaklı atları çevirmek üzere iken, Antilok bir taş kaldırıp
dirseğine attı. Fildişi parlaklığındaki dizginler ellerinden yere, tozlar
içine düştü. Antilok hemen, avucunda kılıç, sıçradı, şakağından vurdu.
Adam iyi işlenmiş arabadan, başı önde, tozların içine düşerek kafası
omuzlarına kadar gömüldü; uzunca bir zaman, böyle, dimdik kaldı; ta
ki atları gelip çarpana, onu tozların üstüne serene kadar. Antilok bir
kamçı çalışıyla atları Ahaylı ordunun içine sürdü. Hektor saflar
arasından onları gördü ve haykırarak o tarafa koştu. Troyalılar
kuvvetli taburlar halinde arkasından yürüdüler. Başlarında Ares Enyo
Sultan vardı. Can yakmada arlanmak bilmiyen kavgayı Enyo götürüyordu
Ares ise, elleriyle kocaman bir mızrağı sallıyarak Hektor'un bir
önüne, bir arkasına koşup duruyordu.
Bunları gören narası gür Diomedes ürperdi. Geniş bir ova
içinden yürürken karşısına denize akan, geçit vermez, coşkun bir ırmak
çıkan insan, acizliğini duyarak nasıl duruverirse, ilerlemeğe hiç
bir yol bulamayıp geri dönerse, Tydeoğlu da onun gibi geriledi ve
adamlarına şöyle dedi — Dostlar, tanrısal Hektor'un cesaretine, hiç
kırılmayan savaşçılığına hayran olmalıyız! Yanında daima ondan
felâketi uzaklaştıran bir tanrı vardır. Bugün yanında bir ölümlü
kılığında duran tanrı Ares'tir. Şimdi, yüzümüz Troyalılara karşı olarak
kalalım, fakat yavaş yavaş da biraz geri çekilelim, açık açık tanrılar
dövüşmekten kaçınalım.
Böyle dedi:
116/555
Şimdiden Troyalılar yakınlarına gelmişlerdi. Hektor şu anda,
savaşta usta, iki adam öldürdü, bunlar ikisi bir arabaya binmiş olan
Menesthe ile Anhial idi. Yere devrilmeleri Telemonoğlu büyük Ayas'ın
gönlünü acıma duygusu ile doldurdu; ölülerin yanına gelerek parlak
mızrağını fırlattı, Selagosoğlu Amfilos'u vurdu; Peseli olan babası
gümüşü ve buğdayı bol bir zengindir. Kader onu Priam'ın ve oğullarının
müttefiki olarak buraya getirmişti. Telamonoğlu Ayas'ın
mızrağı onun iç kemerinden yürüyerek karnına saplandı. Adam takırtı
ile devrildi. Ünlü Ayas ölünün silâhlarını soymak üzere seğirtti, fakat
Troyalılar hemen, kıvılcımlı sivri kargılarını yağdırırlar, birçoğunu
kalkanıyla savar, ilerliyerek ayağını cesedin üstüne koydu, tunç
silâhını çekip çıkardı. Daha fazlasını yapamazdı cesedin omuzlarından
silâhların almasına kargılar engel olur. Mağrur ve cesur Troyalılar,
avuçlarında mızraklar, önüne dikilmişlerdi; büyük, mağrur, güçlü
kudretli olmakla beraber sarsıldı, geri çekildi.
SARPEDON VE TLEPOLEM
Canlar yakan kavga ile böyle uğraşılıyordu. Birden Tlepolem,
büyük, ulu gönüllü Heraklesoğlu, karşı konmaz kaderin hükmü ile,
tanrılar benzeri Sarpedon'un tam karşısında dikilmiş bulundu. Bulutların
devşiricisi Zeus'un biri oğlu, öbürü torunu, iki savaşçı, birbirine
doğru yürüyerek tutuştular. Birincisi, Tlepolem, öbürüne şöyle
söyledi:
— Sarpedon, Lykialıların öğütçüsü, hangi kader seni, savaştan
hiç anlamıyan biri gibi, buralarda aylak aylak gezmeğe zorluyor? Senin
117/555
Egid kalkanını tutan Zeus'un oğlu olduğunu söyliyenler yalan söylüyorlar.
Eski insanlar zamanında, Zeus'tan doğmuş ünlü kahramanlardan
çok aşağı bir adamsın. Onlar, anlattıklarına göre, benim
babam, hedefleri büyük, arslan yürekli Herakles'e benzer insanlarmış.
Vaktiyle, babam, buraya, Laomedon'un atlarını almak için, yalnız altı
gemi ve pek az insanla gelmiş ve İlion şehrini yıkabilmiş, sokaklarını
ahalisiz koymuştu. Ama sen, yüreğin gevşek olduğu için, adamların
mahvoluyor. Güçlü kuvvetli bir adam olsan da, Lykiadan buraya gelmekle
Troyalılara herhangi, bir yardımın dokunmıyacak, sanırım; tersine,
benim kuvvetimle yenilerek Hades'in kapılarını açacaksın.
Lykialıların Hanı Sarpedon ona şöyle söyledi:
— Tlepolem, söylediğin büyük adam, muhteşem Laomedon'un
akılsızlığına uyarak İlion'u tahribe gitmişti, sonra, bu kadar uzaktan
aramağa geldiği atları ona vermediği gibi, uygunsuz sözlerle de onu kı-
namıştı. Şimdi de ben, öyle diyorum ki, hemen buracıkta, sen, benim
gücümle yenilerek acı ölümü tadacaksın, canın da ünlü küheylânlar
sahibi Hades'e gidecek.
Sarpedon böyle dedi; bunun üzerine Tlepolem gönderi kayın
ağacından mızrağını kaldırdı. Uzun silâhlar birden, her ikisinin
elinden fırladı. Sarpedon öbürünü boynundan vurdu ve silâhın sivri
ucu deşti geçti; o ara karanlık bir gece gözlerini kaplıyordu. Tlepolem
de Sarpedon'u uzun mızrağı ile sol budundan vurdu, ucu öldürmek
azmiyle oradan geçerek kemiğe saplandı. Fakat babası bu sefer de
felâketi ondan uzaklaştırdı.
118/555
Bu ara tanrılar benzeri Sarpedon'u şanlı yarenleri kavga yerinden
uzaklaştılar. Vücudunda saplanmış kalan uzun mızrak çok
ağırdı. Fakat ayağını yere basabilmesi için budundan gönderilen
kayından silâhı çekip çıkarmayı düşünen, aklına getiren hiç yoktu. Pek
acele başka ve çok önemli işleri vardı, bununla meşgul olunacak zaman
bulamıyorlardı!
Tlepolem'i de güzel dolaklı Ahaylılar kavga yerinden uzaklaştırdılar.
Fakat onu Odysseus, yüreği dayanıklı kahraman görerek
yüreği heyecanla doldu. O zaman gönlüyle ve aklıyla iki düşünce
arasında kaldı: Atılıp Zeusoğlunun işini bitirmeğe mi baksın, yoksa
başka ve daha çok Lykialıların canına kıymak yoluna mı gitsin? Fakat
ulu gönüllü Odysseus'un kaderinde Zeus'un mağrur oğlunu tunçtan
sivri silâhıyla öldürmek yoktu. Bunun için Athene onun iç ateşini Lykialıların
kalabalığına karşı çevirdi. Hemen Koeranos'u, Hromios'u ve
Alkandros, Halios, Noemos, Prytenis'i birer birer avladı; ve tanrısal
Odysseus daha başka Lykialıları öldürecekti, eğer tulgası kıvılcımlı
büyük Hektor, onu, uzaktan, keskin gözleriyle görmeseydL Hektor
hatlar dışındaki yiğitler arasından geçerek alev saçan tulgasıyla Danaosluların
yüreğine dehşet saldı. Onun yaklaştığını görünce Zeusoğlu
Sarpedon büyük bir sevinçle şöyle yalvardı:
— Hey Priamoğlu! Beni, Danaosluların avı olarak, yerlerde
bırakma. İmdadıma yetiş! Sizin şehirde ölmeğe razıyım, çünkü
görüyorum ki, sılama kavuşup karımı ve küçük yaştaki masum oğlumu
sevindirmek kaderimde yoktur.
119/555
Böyle dedi, tulgası kıvılcımlı Hektor hiç cevap vermedi; bir
sıçrayışla ondan öteye geçti: Argosluları çabuk bastırmak ve onlardan
mümkün olduğu kadar çok öldürmek arzusuyla seğirtiyordu. O sırada
tanrılar benzeri Sarpedon'u şanlı yarenleri kaldırıp Egid kalkanını
tutan Zeus'un ulu meşe ağacının dibine götürdüler. İyi arkadaşı
mağrur Pelagon, budundan, kayın mızrağı çıkardı, nefesi kesilir gibi
oldu, gözlerinin üstüne bir sis yayıldı. Sonra, yine nefes aldı; Boreas
esini üstünden geçerek yüreğini ve sönmek üzere olan nefesini
canlandırdı.
Bu sırada Argoslular Ares'in ve tulgası kıvılcımlı Hektor'un
etkileri altında, ne kara gemilere doğru kaçmak yolunu tutuyorlar, ne
de Troyalılara doğru ilerleyip kavgaya girişiyorlar; fakat düşman orduları
arasında Ares'in dolaştığını hissettikçe yavaş yavaş geriliyorlar.
O sırada Priamoğlu Hektor tunç tanrı Ares acaba en önce ve
en son kimleri devirdiler? Tanrı benzeri Teuthras, sonra at sürücüsü
Orestes, sonra Etoli'den iyi savaşçı Trehos, sonra Oenops oğlu
Helemos... sıra ile avladığı erlerdir. En son, önlüğü kıvılcımlı Oresbios
düşmüştür ki. Hyle'de oturan çok mal sahibi bir adamdı. Kefis
gölünün kıyılarında yaşıyan Beotililerdendir.
HERE İLE ATHENE'NİN ARAYA GİRMESİ
120/555
Bu sırada Here, ak kollu tanrıça, onların Argosluları, canlar
yakan kavga ortasında, kılıçtan geçirip durduklarını görünce,
Athene'ye şu kanatlı sözleri söyledi:
— Eyvah, Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, yorulmak bilmez
tanrıça! Menelas'a, surları sağlam İlion'u yıktıktan sonra memleketine
döneceğini söylemekle, boş bir vaadde bulunmuş olacağız, eğer şu
uğursuz Ares'e istediği gibi kudurganlığını yürütmeğe meydan verirsek.
Haydi, biz de ikimiz, ateşli istek ve yardımımızı gösterelim!
Böyle dedi ve Athene, çakır gözlü tanrıça, hayır demedi. Hemen
büyük Kronos'un kızı, kutsal tanrıça Here, alın bezekleri altından
atlarını gözden geçirip koşuma hazırladı. Arabanın iki yanına, demir
dingilin iki ucuna, Here, yuvarlak sekiz yarım çaplı, tunç tekerlekleri
taktı. Üst çember paslanmaz altındandır, bunun da üstüne tunçtan
daireler geçirilmiştir: Görülecek bir hârika! Tekerleklerin merkez
kısımları gümüşten; arabanın sandığı altın ve gümüş kayışlarla
bağlanmış, iki kat rampa ile çevrilmiş; gümüşten bir timonu uzanmış.
Arabaya, Here, güzel altın boyunduruğu taktı, onun da üstüne altın
kayışlar koydu. Ondan sonra Here tez ayaklı atlarını getirip boyunduruğa
koştu. Tanrıça bir an önce kavganın, meydan okuma naralarının
ortasına atılmağa çok hevesliydi.
Bu sırada Zeus kızı Athene, kendi elleriyle dokumuş ve işlemiş
olduğu bol, yumuşak robunu giyip tanrı babasının toprağına kadar
salıverdi. Sonra, bulut devşiren Zeus'un hediyesi kaftanı üste geçirdi
ve cebelenerek gözyaşları döktürecek kavgaya hazırlandı. Omuzlarına
121/555
korkunç, saçaklı kalkanını attı; çepeçevre, onda, Bozgun, Atışma,
Yiğitlik Güçlülük, yürekleri donduran Kovalama timsalleri ve Egid
kalkanını tutan Zeus'un korkunç alâmeti Gorgo canavarının başı
görünüyordu. Alnına iki tepeli tulgasını koydu. Ondan sonra, alev
saçan arabaya binerek uzun, ağır, kuvvetli mızrağını eline aldı:
Onunla, en kudretli tanrının kızı, öfkesinin konusu kahramanların saflarını
kırıp geçirecektir.
O zaman Here, kamçısının canlı bir vuruşu ile atlara dokundu.
Kendiliklerinden kapılar —setlerin beklediği, Olympos'a ve geniş göklere
açılan kapılar— inliyerek, kolu bulutları dağıtarak ve tekrar toplı-
yarak, onlara yol verdiler. Tanrıçalar Kronosoğlunu, Olympos'un
sayısız tepelerinden en yükseğine, çekilmiş öteki tanrılardan uzak bir
yerde, oturmuş buldular. O zaman beyaz kollu tanrıça Here, atlarını
durdurdu ve ulu Kronosoğluna şöyle sordu:
— Zeus Baba, Ares'in, çılgınlıklarına hiç darılmaz mısın?
Ahaylıların güzel ve sayısı çok ordusunu mahvetti! Her tarafa seğirtip,
hiçbir sebepsiz, gelişigüzel vurup duruyor. Kypris ile gümüş yaylı
Apollon'un, zincirini kopardıkları, şu kanun tanımaz delinin yaptıklarına,
rahat rahat oturup seyirci kalmaları beni kederler, kaygılar
içine atıyor. Zeus Baba, kavgadan uzaklaştırmak için Ares'e, ben, biraz
sertçe çarparsam gücenir misin?
Bulutlar devşiricisi Zeus ona şöyle cevap verdi:
122/555
— Peki, olsun! Üstüne doyumluk devşiren Athene'yi saldır;
hepsinden çok, ona acılar, fenalıklar çektirmek Athene'nin âdetidir.
Zeus böyle dedi ve beyaz kollu tanrıça Here itiraz etmiyerek
atları kamçıladı. Hayvanlar, ateşle dolu, yeryüzünü yıldızlı göklerden
ayıran geniş boşluğun içine uçup daldılar. Az sonra, Troya ovasında,
Eimois ve Skamandros ırmaklarının kavşağında, bulunuyorlardı.
Beyaz kollu tanrıça atlarını durdurup koşumdan çözdü ve etrafına
kalın bir buğu yaydı. Simois suyu, o zaman, onlara tanrısal bir yem olmak
üzere otlar bitirdi. Ondan sonra, iki tanrıça, ürkek kumrular
yürüyüşü ile, Argosluların yardımına gittiler, At kısrak terbiyecisi
Diomedes'in etrafında toplanmışlardı. Kana susamış arslanlara veya
güçleri hiçbir şeyle kırılmıyan yaban domuzlarına benziyorlardı. O zaman
beyaz kollu tanrıça Here durup bir nâra attı: Büyük yürekli
Stentor'un kılığına girmiş,.başka elli kişinin bir araya toplanmış sesi
derecesinde gür bir sesle haykırdı:
— Utanın, Argoslular! Güzel görünüşlü değersiz korkaklar!
Tanrısal Ahilleus kavgalara devam ettiği zamanlar Troyalılar Dardan
kapılarının önüne bile çıkmağa cesaret etmiyorlardı: Müthiş
mızrağından o derece korkuyorlardı. Bugün ise, şehirlerinden çok uzakta,
bizim koca Karınlı gemilerin bulunduğu yerlere sokularak
dövüşüyorlar!
Böyle dedi ve hepsinin cesaretini ve iç ateşini alevlendirdi. O
zaman çakır gözlü tanrıça Athene, Tydeoğlunu aramağa atıldı.
Kahramanı arabasının ve koşumunun yanında buldu. Pandaros'un
123/555
oku ile açılmış olan yarasını havalandırıyordu. Geniş bir kayışla asılı
yuvarlak kalkanı altında, kuvvetini tüketen bir ter içinde idi: Böyle
bitkin, kolu yorgun, kalkan kayışını kaldırarak yaradan akan kara kanı
siliyordu. O zaman tanrıça elini arabanın boyunduruğuna koyarak
şöyle dedi:
— Tyde'nin oğlu, babasına ne kadar az benziyor! Tyde, boyca,
kısaydı, ama büyük bir savaşçı idi. Bir gün onu dövüşmekten ve
öfkesini göstermekten menetmiştim. Ahay ilinden ayrılıp haberci
olarak Thebes şehrine geldiği gündü. Etrafında binlerle Kadmeli vardı;
sarayda verilmekte olan ziyafette rahat rahat cümbüşe katılmasını
söylemiştim. Ama yüreğinde, her zaman gibi, can yakmak hırsı vardı,
genç Kadmelilere meydan okuyor ve hepsini kolaylıkla birer birer yeniyordu.
Ona, ben, o kadar yardım ediyordum. Seni de, ne kadar gözetiyorum!
Yanından hiç ayrılmıyor, açık açık Troyalılarla dövüşmeğe
davet ediyorum: Saldırışlı kavganın yorgunluğu mu böyle kollarını
ayaklarını gevşetiyor? Yoksa, içine bir korkaklık sindi ve seni böyle
hareketsiz mi tutuyor? O halde sen cesur Oene'nin torunu Tyde'nin
oğlu değilsin!
Güçlü kahraman Diomodes şöyle cevap verdi:
Seni Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı tanrıça, tanıdım. Seninle
açık açık konuşacağım, senden hiçbir şey gizlemiyeceğim. Beni
böyle hareketsiz tutan, yüreğime sinmiş bir korkaklık değildir. Yalnız
bana verdiğin öğütleri hatırlıyorum, ölümsüz tanrılara karşı çıkıp
dövüşmekten beni menetmiştin; yalnız biri müstesna: Tanrı kızı
124/555
Afrodite kavgaya gelirse, onu tunç silâhımla vuracaktım. İşte bunun
için bugün geriliyorum, bunun için bütün Argoslulara burada toplanmaları
emrini verdim: Ares, hâkim olarak, kavganın içinde seğirtip
durmaktadır.
Çakır gözlü tanrıça Athene şöyle cevap verdi:
— Tydeoğlu, gönlümün sevgilisi Diomedes, artık Ares'ten ve
başka hiçbir ölümsüzden korkun olmasın: Şimdi ben, sana, bu derece
yardım edebilirim. Tersine, hemen kalın duynaklı atlarını Ares üzerine
sür, mızrak erimine gelince ona vur; ateşli Ares'e artık hiç saygın olmasın,
o kudurmuş bir çılgın, bir hoppadır, vaktiyle bize, Here ile
bana, Troyalılara karşı dövüşeceğini, Argoslulara yardım edeceğini
açık açık söz vermişti; şimdi ise Troyalılarla beraberdir, öbürlerini
unutmuştur!
Böyle dedi ve eliyle seyis Sthenelos'u geriye çekerek, tanrıça
arabaya bindi, sabırsızlık içinde, Diomedes'in yanına oturdu.
Ağırlığının altında dingil gıcırdadı. Böyle müthiş bir tanrıça ve böyle
bir kahraman taşıyordu!
Pallas Athene kamçı ile dizginleri eline aldı ve hiç gecikmeden
kalın duynaklı atları Ares'in üstüne sürdü.
125/555
O sırada Ares, Etolienlerin en cesuru Perifas'ın, ünlü
Ohesiosoğlu'nun silahlarını soymakla meşgul oluyordu, can yakan
Ares bu işleri görmekte iken, Athene başına Hades'in tulgasını giyiyordu
(yani, göze görünmez bir hale geçiyordu): Güçlü kuvvetli Ares
onu görmemeliydi.
ARES'İN YARALANMASI
Fakat insanların musibeti Ares, birdenbire Diomedes'i gördü;
hemen iri yarı Perifas'ı, canına kıymış olduğu yerde, boylu boyunca
serilmiş olarak bıraktı. Doğru at kısrak terbiyecisi Diomedes'in yanına
gitti. Birbirinin üstüne, yürüyerek tutuştular; ilkin Ares, arabanın
üstünden, tunç mızrağı ile uzandı. Kahramanın canını almak ateşiyle
yanıyordu. Fakat Athene, çakır gözlü tanrıça, eliyle mızrağı iterek
yönünü değiştirdi; boşa atılan silâh, arabadan öteye gitti. Şimdi, narası
gür Diomedes de, vücudu önde, tunç mızrağı elinde, uzanarak Ares'i
karnından yaraladı: Pallas Athene silâhı itip kalmıştı. Diomedes, onu
cildini yırtarak yaraladıktan sonra, silâhını çekip aldı. O zaman Ares,
Kavgaya atılan dokuz, on bin kişinin narası kuvvetinde bir sesle
haykırdı, Troyalılarla Ahaylılar korkudan bir titreme içinde kaldılar.
Kavgaya doymaz Ares'in narası bu derece korkunçtu!
Bir sıcak günde, bir fırtına rüzgârı koptuğu zaman, bulutlardan
karanlık bir buğu nasıl yükselirse, bunun gibi, Tydeoğlu
Diomedes'in gözleri önünde, tunç tanrı Ares bulutlar içinde geniş göklere
yükseldi. Çabuk, tanrıların oturduğu yalçın Olympos'a çıkan tunç
tanrı Ares, gönlü kaygı dolu, Kronosoğlu'nun yanma gelip oturdu.
126/555
Yarasından akan tanrısal kanı gösterdi ve iniltili bir sesle şu kanatlı
sözleri söyledi:
— Zeus Baba, bütün çirkin işleri gördüğün zaman içinden
darılmıyor musun? Aralık vermeksizin, biz tanrılar ölümlülere yaranmak
için, en fena cefalara uğramaktayız. Hepimiz sana karşı isyan etmiş
bulunuyoruz. Öyle iğrenç düşünmüyor, Olympos'ta bulunan
bütün öbür tanrılar seni dinlerler. Ama onu hiçbir zaman ne bir sözle,
ne bir işaretle azarlamazsın. Dizgini eline vermişsin, çünkü onu sen
kendi başına dünyaya getirdin, işte yine, bu yakıcı yıkıcı kızın, Tydeoğlu
coşkun Diomedes'i, öfke içinde, ölümsüzlere karşı kışkırttı. En
önce, bu ölümlü, yaklaşarak Kypris'i bileğinden yaraladı. Ondan sonra
benim üstüme bir tanrı gibi atıldı. Tez giden ayaklarım beni onun
elinden kurtardı, yoksa hâlâ iğrenç cesetler ortasında, acılar ve fenalıklar
çekerek kalacaktım; veya tunç vuruşlarıyla güçsüz kudretsiz bir
halde kalacaktım.
Bulutlar devşiricisi Zeus ona yandan bakarak şöyle dedi: —
Başındaki hoppalıkla, ayaklarıma gelip inleme. Olympos ta oturan
bütün tanrıların en iğrenci, benim için, sensin. Hep zevk aldığın şeyler
atışma, dövüşme, boğuşmadır. Sende ananın çekilmez, katlanılmaz
öfkeleri, kızmaları vardır. Onu da sözle, çok güç, zaptedebiliyorum.
Öyle sanıyorum ki, şimdi de çektiğin cefayı onun öğütlerini dinlediğin
için çekiyorsun. Bununla beraber, senin daha uzun zaman acılar çekmeni
istemem, çünkü sen bendensin, ana seni benim için doğurdu.
Fakat başka bir tanrıdan doğmuş olsaydın, çoktan tanrı oğullarının
yaşadığı yerden çok daha aşağı bir yere gitmiş olurdun.
127/555
Böyle dedi ve Peon'a Ares'i tedavi etmek için emir verdi. Peon,
onun üstüne acıları savuşturucu tozlar ekti,. böylece onu tedavi etti,
çünkü ölümlü doğmamıştı.
İncir ağacının usaresi karıştırılarak beyaz süt nasıl koyulaştırılırsa,
bunun gibi, ateşli Ares iyileşti. Ondan sonra Hebe
banyosunu yaptı, güzel çamaşır giydirdi; o zaman Kronosoğlu Zeus'un
yanına, şanının verdiği gurur ile gidip oturdu.
Tam bu ara, tanrıçalar, Argoslu Here ve Alalkumenli Athene,
Zeus'un sarayına dönüyorlardı. İnsanların mu sibeti Ares'in canlar
yakmasına bir son vermişlerdi.
128/555
ŞAN : VI
KAVGA DEVAM EDİYOR
Troyalılar ile Ahaylılar arasında canlar yakan kavga sürüp
gidiyordu. Ovanın şurasında burasında, birbirlerine uzatılan tunç
mızraklarla. Simois ve Ksanthos ırmakları arasında kavga hattı
çıkıntılar, girintiler halinde idi.
En ilki, Ayas Telamanoğlu, Ahaylıların kalesi, bir Troya taburunu
bastı, yarenlerine bir selâmet ışığı, gösterdi; ilk önce Trakyalıların
en cesur savaşçısını Evssores'in oğlu, necip ve büyük Akamas'ı vurdu;
silâhı at kıllarından sorguçlu tulganın tepesine değdi; mızrağını alnına
sançtı, tunç ucu batıp kemiği deşti; adamın gözlerini ölüm gölgesi
örttü.
Narası gür Diomedes te Aksylos'u öldürdü; güzel Arisbe şehri
ahalisinden Teuthras'ın oğludur. Babası çok zengindir, yol kenarında
oturduğu ve geleni geçeni ağırladığı için, onu herkes sever; fakat
oğlunu zalim ölümden kurtarmak için imdadına koşan yoktur.
Diomedes savaşçının ve onunla birlikte o gün arabayı sürmekte olan
seyisi Kalesios'un canını aldı; her ikisi yerin altına indi.
Evryolos ta Dresos'u ve Ofeltios'u öldürdü. Ondan sonra Esepos
ve Pedosos üzerine yürüyüp onları da vurdu. Bunlar deniz perisi
Abarbare'nin ve kusursuz Bukolion'un çocuklarıdır. Bukolion ünlü
Laomedon'un büyük oğludur; koyunlarını otlatırken su perisinin
aşkına ve yatağına girmiş, bundan ikizler dünyaya gelmiştir.
Mekestosoğlu, Evryolos, onların iç ateşlerini söndürdü ve kollarını
ayaklarını kırdı, ondan sonra da omuzlarından silâhlarını aldı.
Çok değerli savaşçı Polypoetes de Astyalos'u öldürdü, Odysseus
ise tunç mızrağı ile Perkotlu Pidytes'i vurdu. Teukros da tanrısal
Areton'u öldürdü. Nestor oğlu Antilok parlak kargısı ile Ableros'u, budunlar
çobanı Agamemnon da suları berrak Satniois ırmağının kenarlarında,
yüksek Pedos ilinin ahalisinden Elat'ı öldürdü. Fylak,
kaçmağa çalışırken, kahraman Leitos yakaladı. Evrypyl de
Melanthios'u öldürdü.
Ondan sonra narası gür Menelas Adrestos'u diri olarak ele
geçirdi. Ovada, giderken, birdenbire ürküp boşanan atları bir tamaris
ağacına çarpmışlardı; parçalanan arabadan kurtulup şehre doğru
koşan hayvanlar sahibi bir araba tekerleğinin yanında, ağzı tozlara
batarak yere yuvarlanmıştı. Adrostos dizlerini kucaklıyarak yalvardı:
— Atreoğlu, beni diri, esir tut, uygun bir kurtulmalık kabul et.
Babam zengindir; evinde bırakmış hazineler vardır: Altın, tunç ve
işlenmiş demir. Benim Ahaylıların gemileri yanında hayatta olduğumu
öğrenince hazinelerinden büyük kurtulmalıklar ayıracaktır.
130/555
Böyle dedi ve Menelas'ın göğsünde, yüreğini merhamete getirdi.
Onu, gemilerin yanına götürmek üzere, seyisine teslim etmeğe
hazırlanırken, kendisini görüp yanına koşan Agamemnon azarlayıcı
sözlerle şöyle dedi:
— Vah, iyi Menelas! Bu adamlara niçin bu kadar saygı gösteriyorsun?
Troyalılardan yurduna köle mi taşımak istiyorsun? Hayır,
kollarınızla ölüm uçurumuna yuvarlanmaktan kimse, hattâ anasının
karnındaki oğlan, hattâ kavgayı bırakıp kaçan kurtulamamalıdır! İlion
insanlarının hepsi yok olmalıdır, arkalarından yas tutacak
kalmamacasına, soy soplarından iz bırakmamacasına!
Kahraman böyle dedi, kardeşinin de gönlü kanabildi. Çünkü
fikir makuldü. Kahraman eliyle Adrastos'u itti, ve hemen böğründen
vurdu; adam yuvarlandı ve Atreoğlu ayağını göğsüne basarak gönderi
kayın ağacından mızrağını çekti çıkardı.
O ara, Nestor Argoslulara yüksek sesle haykırıyordu:
— Danaoslu kahramanlar, Ares tapuğçuları dostlarım. Artık
kimse arkada kalıp cesetleri soymakla, gemilere fazla şeyler taşımakla
meşgul olmasın. Şimdi adamları öldürmeğe bakalım, sonra istediğiniz
kadar, bütün ovada, ölülerin cesetlerinden silâhlarını alıp
götürebileceksiniz.
131/555
HEKTOR CEPHEYİ TERK EDİYOR
Nestor böyle dedi, ve herkesin kavgaya olan iç ateşini
alevlendirdi. O sırada, Troyalılar Ares sevgilisi Ahaylıların baskısı
altında, korkaklık duygusuna kapılarak, İlion şehrine gerileyebileceklerdi,
eğer
Priam oğullarından ve kâhinlerin en iyilerinden Helenos, Hektor
ile Ene'ye yaklaşıp şöyle demeseydi:
— Ene, Hektor, Troyalıların ve Likiahların selâmetini düşünmek
herkesten önce size düşer. Çünkü her zaman en iyi dövüşenler ve
en iyi tedbir alabilenler sizsiniz. Haydin, şu hat üzerinde bir mola verin;
sonra, askerlerinizi şehir kapılarının önünde tutabilmek için, bütün
cepheyi dolaşın, bozgun halinde karılarının kollarına kaçmalarına,
düşmanlara rezil rüsvay olmalarına meydan vermeyin. Siz. bütün
taburların iç ateşini alevlendirdikten sonra, biz ne derece yorgun ve
bitkin de olsak, yerimizde direnip Danaoslularla dövüşebileceğiz.
Böyle yapmak bir zarurettir. Fakat sen Hektor, bu ara, şehrin yolunu
tut, git, ikimiz adına annemizle konuş. Troya'nın yaşlı kadınlarını, Akropolda,
çakır gözlü Athene'nin tapınağını anahtarlarıyla açtırıp, orada
toplanmağa davet etsin. Sonra sarayında bulacağı en büyük, en güzel
tülü alsın, güzel saçlı Athene'nin dizlerine yaysın, aynı zamanda, bir
yaşında, henüz üvendire altında çalışmamış oniki düve boğazlayıp
kurban sunmayı adasın; tanrıçaya yalvarsın: Şehrimizde, Troyalıların
kadınlarına, masum küçük çocuklarına merhamet etsin, kutsal İlion
şehrinden vahşi savaşçı Tydeoğlunu uzaklaştırsın. Bence, Ahaylıların
132/555
en kuvvetlisi odur, taburları bozguna uğratmada ustadır. Bir tanrıça
anadan doğmuş olduğu söylenilen savaşçılar başı Ahilleus'tan daha az
korkardık. Tydeoğlu öfke içindedir, onun için ateşiyle ölçüşecek kimse
yoktur.
Böyle dedi, ve Hektor kardeşine itiraz etmedi; birden arabasından,
pürsilâh, yere atladı. Sivri kargılarını sallıyarak ordunun
arasından, her tarafa yürüyerek, herkesin kavgaya iç ateşini
alevlendirmeğe, canlar yakan kavgayı uyandırmağa çalıştı. İşte şimdiden,
yüz geri, Ahaylılara kafa tutmağa girişiyorlar. Argoslular
mukavemeti hissederek durdular, öldürme hamlesini kestiler. Yıldızlı
gökten bir ölümsüzün inip Troyalılara yardım ettiğini birbirlerine
söylemeğe başladılar. O zaman Hektor, gür nârasıyla Troyalılara şöyle
haykırdı:
— Coşkun Troyalılar! Ünlü müttefikler! Erkek olduğunuzu
gösterin, a dostlar! Ateşli cesaretinizi, yiğitliğinizi kaybetmeyin. Ben,
İlion'a gidip Derneğin yaşlı kadınlarıyla ve kanlarımızla konuşacağım:
Tanrılara yalvarsınlar ve yüzlük kurbanlar adasınlar.
Böyle diyerek yola çıktı: Tulgası kıvılcımlı Hektor; üstte altta,
ensesinden topuklarına kadar kabarık kalkanının geniş kösele kayışı
çalınıp gidiyordu.
GLAUKOS İLE DİOMEDES
133/555
Bu sırada Tydeoğlu ile Hippolokoğlu Glaukos, kavganın safları
arasında rastlaştılar: Her ikisi dövüşmek ateşiyle yanıyordu. Birbiri
üzerine yürüyerek tutuştular; ve ilkin narası gür Diomedes ötekine
şöyle dedi:
— Sen, çok güçlü kuvvetli savaşçı, ölümlü insanlardan kimsin?
Şimdiye kadar seni, insana şan ve şeref kazandıran kavgada hiç
görmüş değilim. Fakat şimdi bütün öbür savaşçılardan üstünsün,
çünkü benim uzun mızrağımın önünde bile cesaretin kırılmıyor. Vay!
Anasına babasına, benim öfkemin karşısına çıkmağa cesaret edenlerin!
Ancak sen göklerden inmiş ölümsüzlerden isen, ben gök tanrılarına
karşı dövüşmeğe çıkamam. Güçlü kuvvetli Lykurgos Dryasoğlu bile,
gök tanrılarıyla kavgalaşmak istediği günden sonra, uzun zaman
yaşıyamamıştır; Kronosoğlu onu önce kör etmiş, sonra da, o iğrenç
haliyle çok yaşamamış. Bunun için ben de mutlu tanrılarla kavgalaş-
mak istemem. Ama toprağın meyvesiyle yaşıyan bir ölümlü isen az
daha yanaş da kaderin olan ölüme daha çabuk erişesin.
Buna şanlı Hippolokoğlu cevap verdi:
— Ulu gönüllü Tydeoğlu, doğuşumu soyumu niçin soruyorsun?
Yapraklar nasıl doğarsa insanlar da öyle doğar. Yapraklar bahar
günlerinde yeşeren ormanda doğarlar, sonra rüzgârlar onları toprak
üzerine saçar. İnsanlar da böyle: Bir nesil silinip giderken, tam o anda,
bir başkası doğar. Fakat soyumu, doğuşumu daha fazla öğrenmek
istiyorsan bilenler pek çok ise de sen de öğren: Argos ilinin bir
tarafında Efyr şehri vardır, orada Eol oğlu Sisyf yaşardı; Glaukos'un
134/555
babası olmuştu; Glaukos'un da oğlu kusursuz Bellerefon, tanrıların
kendisine güzellik ve büyük cesaret verdikleri kahramandır. Argos
Kralı Proetos'un karısı tanrısal Ante, gizli bir aşk ile, Bellerefon'la
birleşmeğe müthiş bir arzu besliyor, fakat bir türlü muradına eremiyordu;
bunun üzerine, iftira ederek Kral Proetos'a dedi ki:
«Bana aşk ilân ederek benimle birleşmek isteyen Bellerefon'u
öldürmezsen, tanrılardan senin helakini dilerim.»
Bu sözler üzerine Kral, çok kızmışsa da, bir öldürme önünde
yüreği çekinme hissetti; fakat Bellerefon'u eline meymenetsiz işaretleri
taşıyan bir yazı vererek kayınatası Lykia kralının yanına gönderdi.
Geniş Lykia'nın sahibi kral, Bellerefon'u şanlı bir konuk olarak
karşıladı, dokuz gün boyunca onu ağırladı, şerefine dokuz öküz kurban
ederek ziyafetler çekti; onuncu sabah gül parmaklı şafak göründüğü
zaman .damadı Poetos'tan getirdiği alâmeti görmek istedi; görür
görmez de damadının maksadını anladı, ve başlamak üzere
Bellerefon'u Şimer'i öldürmeğe gönderdi. Tanrısal soydan olan yenilmez
Şimer: Önden arslan, arttan yılan, ortası keçi bir varlıktı; her
soluğundan korkunç bir alev fışkırırdı. Böyle iken, tanrıların belirmiş
alâmetleriyle, onu öldürmesini bildi. Fakat kral, Lykia'da bulunan en
cesur savaşçıları seçerek dönüş yolunun üzerine yolladı, onu pusuya
düşürmek istedi; hiçbiri evine dönemedi, Bellerefon birer birer
hepsinin canını aldı.
O zaman kral onun bir tanrı dölü olduğunu anladı; kendisine
bağlamak için Bellerefon'a kızını verdi. Bu evlenmeden üç çocuğu
135/555
dünyaya geldi: İsandros, Hippolok ve Laodamia. Tedbirli Zeus,
Laodamia'nın yanında yattı, bu birleşmeden tanrı eşi bir oğlan doğdu:
Tunç tulgalı Sarpedon.
Bir ara bütün tanrıların kinini üstüne çeken Bellerefon, ünlü
Solynlere karşı olan kavgada, dövüşe doymaz Ares, oğlu İsandros'u, ve
büyük bir öfke içinde altın dizginli Artemis de kızını öldürmüşlerdi.
Beni Hippolok Bellerefonoğlu hayata getirdi; onun oğlu olduğumu
söyleyebilirim. Babanı beni Troya'ya gönderirken, her yerde en iyi
savaşçı olmamı, hepsinden üstün gelmemi, atalarımın soyuna şerefsizlik
getirmememi ısrarla tavsiye ediyordu; atalarım gerek Efyr'de, gerek
bütün Lykia içinde en cesur erler olarak tanınmışlardır.
Böyle dedi, ve narası gür Diomedes çok sevindi, uzun
mızrağını besleyici toprağa batırdı ve budunlar çobanı Glaukos'a yumuşak
sözler söyledi:
— Evet, öyle ise sen eski, atalardan kalma hukuk ile benim
konuğumsun. Tanrısal Oene, vaktiyle, konağında kusursuz
Bellerefon'u ağırlamıştı, birbirine çok değerli hediyeler vermişlerdi.
Oene parlak ergovandan bir kemer, Bellerefon da iki kulplu bir altın
sağrak vermişti; ben memleketten ayrılırken o sağrağı sarayımda
bırakmıştım. Ben, Tyde'yi hiç hatırlamıyorum, ayrıldığı zaman çok
küçüktüm: Ahaylıların Thebes üzerine çullandıkları günlerdi. Böylece,
sen, Argos ilinde benim konuğumsun; ben de bir gün Lykia'ya gidersem
senin konuğun olacağım. Şimdiden birbirimizin mızrağından
kaçınalım; benim için Troyalılar ve ünlü müttefikleri arasında vuracak
136/555
başka erler vardır, bir tanrı bana ulaştırırsa veya kendim koşuda onlara
ulaşabilirsem. Senin için de elinden geldiği kadar devirecek başka
Ahaylılar vardır. Silâhlarımızı değiş tokuş edelim, ve herkes atalardan
kalma hukuk ile birbirimizin konuğu olduğumuzu bilsin.
Böyle deyip arabalarından yere indiler, birbirinin elini tutarak
dostça birbirine vefa gösterdiler. Fakat aynı anda Kronosoğlu,
Glaukos'un aklını alıyordu, çünkü tunç yerine altın, dokuz öküz yerine
yüz öküz vermiş oluyordu.
HEKTOR İLE HEKÜBE
Bu sırada Hektor, Ske kapılarına ve sur kalesine gelmişti.
Etrafına, koşarak, Troyalıların kadınları, kızları, oğullarından,
kardeşlerinden, akrabalarından, kocalarından bir haber almağa
gelmişlerdi. O ise, hepsini, ayrı ayrı, tanrılara, dua etmeğe davet ediyordu.
Çoğunun kaderinde kaygılar, yaslar vardı!
Oradan Priam'ın çok güzel ve cilâlı divanhanelerle bezenmiş
sarayına geldi. Onda cilâlı taştan, bir sıra üzerine dizilmiş elli oda
vardır, bunlarda Priam'ın oğulları nikâhlı kadınlarıyla yatarlar. Öbür
tarafta, avlunun öte yanında kızlarının odaları var: Oniki oda, cilâlı
taştan, bir sıra üzerine dizilmiş; bunlarda Priam'ın damatları şanlı
kadınlarıyla yatarlar.
137/555
Bu sırada, tatlı yüzlü, tatlı sözlü annesi, kızlarının en güzeli
Laodike'nin dairesinde, Hektor'un yanına gelerek elini tuttu ve her
türlü isimleriyle hitap ederek şöyle konuştu:
— Oğlum, niçin kavgadan ayrılarak buralara kadar geldin?
Surlarımızın etrafında savaşan, isimleri iğrenç Ahaylılar sizleri nasıl
yıpratıyorlar! Gönlünden kopmuş olsa gerek: Buraya, Akropol'ün
yukarısında, ellerini Zeus'a doğru kaldırıp yalvarmak için mi geldin?
Burada dur, gideyim, sana tatlı şarap getireyim: Önce Zeus Baba'ya ve
öbür tanrılara saçı kılarsın, ondan sonra sen de içer, faydasını görürsün.
Yorgun bir savaşçının iç ateşi şarapla yerine gelir; sen, elbet; halkı
korumak için çok yorulmuşsundur.
Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi: — Bana tatlı
şarap sunma, hanım annem, iç ateşimi zayıflatacak hiçbir şey yapma,
değerimden bir şey eksilir diye korkuyorum. Zeus'a yanık yüzlü şarapla
saçı kılmak ise, arınmamış ellerle caiz değildir. Kanlı ve çamurla
kirlenmiş bir adam için kara bulutlu Kronosoğlu'na dua etmek günah
sayılır. Hayır, ganimetler devşiricisi Athene'nin tapınağına, armağanlarla
ve yaşlı kadınları başına toplıyarak gitmek, daha çok sana düşer.
Sarayında bulacağın en güzel, en büyük, en değerli vuali alıp tapınağa
götürür, güzel saçlı Athene'nin dizlerine serersin. Aynı zamanda, ona,
bir yaşında, henüz öğendire altında çalışmamış on iki düveden kurban
sunmağı adarsın: Şehrimize, Troyalıların kadınlarına, masum
yavrularına acıması ve kutsal İlion'u bozgun üstadı, vahşi savaşçı
Tydeoğlu'nun şerrinden koruması için tanrıçaya yalvarırsın. Sen hemen
ganimetler devşiricisi Athene'nin tapınağı yolunu tut, ben de
Paris'i aramağa gideceğim, bakayım beni dinlemek istiyecek mi? Hay
yer ayaklarının altında yarılsaydı! Olympos, onun yüzünden, bütün
138/555
Troyalılar, ulu gönüllü Priam ve bütün çocukları için ne müthiş musibetler
vermiştir! Hades'e indiğini bir görsem, her felâketi unuturum,
sanıyorum. Böyle dedi.
HEKÜBE, ATHENE'NİN TAPINAĞINDA
Hekübe, hemen Saray'a doğru yürüdü, çağırdığı oda hizmetçileri
şehrin içinde dolaşarak yaşlı kadınları toplantıya davete gittiler.
Kendi de vuallerin bulunduğu ıtır kokulu odaya indi; Sidon'lu
kadınların işlemiş olduğu binbir nakışlı vualler ki, vaktiyle tanrı benzeri
Aleksandros Sidon'dan getirmişti; atalar asil Helene'yi kaçırdığı
seferden dönerken. Hekübe, Athene'ye sunmak üzere, vuallerden
birini, nakışlar bakımından en güzelini, en büyüğünü! seçti; bir yıldız
gibi parlıyordu. Sandığın en dibinde, hepsinin altında idi. Ondan
sonra, yola çıktı, yaşlı kadınlarj da toplu olarak arkasından
yürüyorlardı.
Akropol'ün yukarısında, Athene'nin tapınağına eriştikleri zaman,
onlara kapıları Kisses kızı ve atkısrak terbiyecisi Antenor'un
nikâhlısı güzel Theano açtı; Troyalılar onu tanrıçanın hizmetine
memur etmişlerdi. Törensel haykırışla, bütün kadınlar Athene'den
yana ellerini kaldırdılar. Duacı güzel Theano, vuali alıp saçları güzel
Athene'nin dizlerine yaydı; sonra yalvarıcı bir sesle, ulu tanrı Zeus'un
kızına şöyle dua etti:
139/555
— Athene Sultan, şehrimizin koruyucusu, tanrıçaların en tanrısalı;
Diomedes'ın mızrağını kır; kendisini de Ske kapılarının önünde,
yüzükoyun, yerlere çarp. Hemen biz de, tapınağında, sana, bir yaşında
henüz öğendire altında , çalışmamış oniki düve kurban sunacağız; yalvarırız
sana: Şehrimize, Troyalıların kadınlarına, masum yavrularına
merhamet et.
Duacı Theano böyle dedi, fakat Pallas Ath'ene duayı kabul
etmedi.
HEKTOR İLE PARİS
Kadınlar böylece ulu tanrı Zeus'un kızına yalvarıp dua ederken,
Hektor, Aleksandros'un konağına vardı: Bu, vaktiyle kendisinin,
usta doğramacıların yardımıyla yapmış olduğu güzel bir konaktı.
Odaları, avlusu bir bina içinde, Akropol'ün yukarısında Priam'ın ve
Zeus sevgilisi Hektor'un konakları yanındaydı. Hektor'un avucunda,
onbir arşın boyunda bir mızrak vardı ki, bir altın halka ile sarılı tunç
ucundan öne doğru ateşler yayılıyordu. Aleksandros oturmuş, silâhlarını,
mızrağını, kalkanını temizliyor, parlatıyordu; kavisli yayı da
elleri arasında idi. Argoslu Helene, halayıklarının ortasında, onlara
güzel sanat işleri yaptırıyordu. Hektor, kardeşini görünce, aşağılayıcı
sözlerle ona şöyle çıkıştı:
140/555
— Zavallı akılsız! İnsanın gönülden böyle bir öfkeye kapılması
iyi bir şey değildir. Adamlarımız şehrimizin etrafında ve surların
üstünde boğuşarak can veriyorlar; kavganın, boğuşmanın bu şehirde
alevlenip parlaması senin yüzündendir. Canlar yakan kavgalarda
birinin gevşemediğini görünce, herkesten önce ona senin çıkışman
gerekirdi. Haydi! Kalk, eğer şehrimizin yangın ateşleri içinde kül
olduğunu görmek istemiyorsan.
Tanrılar benzeri Aleksandros cevap verdi:
— Hektor, bana çıkışmağa hakkın vardır. Bütün söylediklerin
adalete uygundur. Fakat sen de beni dinle ve iyi anla. Benim odaya
çekilip durmam bir öfke veya Troyalılara kırılma sebebiyle değildir;
kedere, acıya kapılmak da değildir. Şu saatte, karım, yumuşatıcı sözlerle
gönlüme dokundu ve içimi kavgaya yöneltti. Ben de kendim
düşünerek en iyisinin böyle olduğuna inanıyorum. Zafer, insanlar
arasında nöbet değiştirebilir. Haydi, bekle beni: Sadece savaş zırhımı
arkama geçirecek kadar bir zaman. Sen yürü, ben de arkandan gelir,
yetişirim.
Böyle dedi; Hektor hiç cevap vermedi; Helene, Hektor'a
dönerek tatlı sözler söyledi:
— Zavallı enişteciğim! Ben senin için yüreğini donduracak
derecede fena bir köpekten başka bir şey değilim. Keşke doğarken beni
141/555
bir rüzgâr koparıp yüksek bir dağın üstüne ataydı veya bir dalga kapıp
denizlerin derinliklerine batıraydı da, bu cinayetler dünyada olmasaydı.
Ya da tanrılar bize bu korkunç fenalıkları gösterecek idiyseler, hiç
olmazsa neden, insanların tekrarlanan hakaretlerine karşı ayaklanacak
cesur bir adamın karısı olmadım? Ama bunun (benimkinin) hiç bir
sebatlı iradesi yoktur ve hiç bir zaman olmıyacaktır bunun için
iradesizliğinin cezasını çekeceğine (ektiğini biçeceğine) inanıyorum.
Şimdi sen, enişteciğim, içeri gir, şu iskemleye biraz otur. Yüreği kaygı
ile dolu yalnız sen varsın; bu kederlerin ise ben dişi köpek yüzünden ve
Aleksandros'un çılgınlığından ileri gelmiştir! Zeus bize ağır bir kader
hazırlamıştır, gelecekte insanlar bizi söyliyecek, okuyacaktır. Tulgası
kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi:
— Bana otur deme, Kelene, beni çok sevsen de; seni dinliyemiyeceğim.
Gönlüm tezlikle Troyalıların yardımına koşmamı emrediyor;
şimdi onlar beni yanlarında görmedikleri için çok üzülmektedirler!
Fakat sen bunu (kocanı) yola çıkar, o da acele hazırlansın, ben daha
şehirden çıkmadım, bana ulaşsın. Ben şimdi bir de kendi evime gidip
adamlarımı, karımı, masum yavrumu görmeliyim. Bir daha yanlarına
dönebilecek miyim; yoksa bir an sonra tanrıların dileğiyle Ahaylıların
kolları altında devrilecek miyim? Bunu nasıl bilebilirim?
Böyle deyip ayrıldı.
HEKTOR VE ANDROMAK
142/555
Çabucak tulgası kıvılcımlı Hektor güzel evine geldi. Fakat
beyaz kollu Andromak'ı orada bulamadı. Kadın sarayda değildi,
masum oğlu ile, güzel vuali halayık ile, sur üstüne gitmişti: Gönlüyle
gam yemekte, ağlayıp inlemekte!
Hektor, karısını bulmayınca halayıklara sordu:
— Söyleyin bana doğrusunu, halayıklar, beyaz kollu Andromak
saraydan çıkıp nereye gitti? Güzel vualli kızkardeşlerimin yanına mı,
erkek kardeşlerimin karıları yanına mı? Yoksa, şimdi, şu anda, başka
Troyalı kadınlarla birlikte müthiş tanrıçaya yalvarmağa mı gitti?
Ona tez çalışan kâhya kadın cevap verdi:
— Hektor, doğrusunu söylememi istediğin için söyleyeyim:
Hayır, Hanım ne beyaz tüllü kızkardeşlerinin, ne yengelerinin yanına
gitti; örgüleri güzel Troyalı kadınları ile birlikte müthiş tanrıçaya yalvarmak
için Athene'nin tapınağına da çıkmadı. İlion'un geniş suru
üstüne gitti, çünkü Troyalıların kuvveti tükenip Ahaylıların zaferiyle
işin bitmek üzere olduğunu işitti. Bu haber üzerine bir çılgın gibi fırladı,
çocuğu taşıyan sütnine de beraberdir.
143/555
Kâhya kadın böyle dedi. Hektor evden çıktı ve aynı yoldan,
güzel sokakları dolaşarak, bütün şehrin içinden Ske kapılarına geldi;
oradan ovaya doğru yürüyecekti, orada karısı Andromak'ın koşup
yanına gelmek üzere olduğunu gördü. Andromak, vaktiyle, zengin
hediyeler ödeyerek kaynatasından almış olduğu ulu gönüllü Eetion'un
kızı Andromak. Eetion, ormanlı Plakos'un altında, Thebe şehrinde
oturur. Kilikialılar üzerine hüküm sürerdi. Tulgası tunçtan Hektor
oraya gitmiş, kızını karısı olarak almıştı.
Şimdi Andromak yanına gelmekte ve arkasından masum
çocuğu kucağında taşıyan kadın yürümekte. Hektor, çocuğunu
görünce, ses çıkarmadan, gülümsedi. Andromak, ağlamaklı, yanında
durdu; elini tuttu ve her türlü isimlerle hitap ederek konuştu:
— Zavallı! İç ateşin seni mahvedecek. Masum çocuğuna, bana,
az sonra felâketler içinde dul bırakacağın karına acımaz mısın?
Ahaylılar, yakında, hepsi birden üstüne atılıp seni öldürecekler. Sen
artık olmadıktan sonra benim için yerin dibine geçmek daha iyi olur.
Hayır, kaderin böyle tamamlanırsa, benim için artık kederden, kaygıdan
başka bir şey olmaz! Benim çoktan babam da ulu gönüllü annem
de kalmamıştır. Babamı tanrısal Ahilleus öldürdü, kapıları yüksek
Thebe'yi, Kilikiyalıların güzel şehrini yakıp yıktığı gün. Ama Eetion'u
öldürmüşse de hiç olmazsa silâhlarını soymadı: Gönlü bundan çekindi.
Tersine, onu yaktı, güzel işlenmiş silâhları ile beraber: Sonra
üstüne toprak yığarak ona bir mezar verdi. Etrafında Zeus kızları, dağ
perileri taze orman ağaçları bitirdiler. Yedi kardeşim vardı, hepsini
birden tanrısal Ahilleus öldürdü, paytak yürüyüşlü sığır ve beyaz koyun
sürülerimizin önünde. Annemi de bütün hazineleriyle beraber
144/555
götürmüştü: Babası zengin fidyeler vererek onu kurtarmıştı; onu da
babasının konağında ok atan Artemis gelip vurmuştu.
Haydi, artık, bir defacık, merhamet et, sur üzerinde kal;
oğlunu yetim, karını dul bırakma.
Orduyu yabani incir ağacının yanında, şehire en kolay girilen
bu yerde durdur. Onların en namlı şefleri: İki Ayas, ünlü İdomene,
Atreoğulları, cesur Tydeoğlu üç defa gelip bizi sınamışlardı: Göğün kaderini
iyi bilen birinin söylemesi veya kendi gönüllerinin böyle istemiş
olması üzerine.
Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor şöyle cevap verdi:
— Bütün bunları senin gibi ben de düşünüyorum. Ama Troyalılar
önünde ve elbiseleri uzun Troya kadınları önünde, alçak bir
korkak gibi kavgayı bırakmaktan çok utanıyorum. Kendi gönlüm de
beni kaçmaktan menediyor. Cesur olmayı ve her zaman Troyalıların
en ileri hatlarında dövüşmeyi öğrenmiş bulunuyorum: Kendime ve
babama şan, şeref ancak böyle kazanılır. Şüphesiz, gönlümle ve
aklımla, çok iyi biliyorum, bir gün gelecek kutsal İlion mahvolacak,
onunla beraber Priam da, Priam'ın halkı yok olacak. Ama geleceğin en
büyük kaygısı gönlümde, Troyalılar için, hattâ Hekübe için, Priam Han
için, hepsi yiğit olan ve düşmanların vuruşları ile tozlara yuvarlanacak
kardeşlerim için değildir: senin için: Bir gün tunç cebeli bir Ahaylının
145/555
seni gözyaşları dökerken götüreceği, hürriyetini elinden alacağı aklıma
geliyor da müthiş kaygılanıyorum. Belki o zaman Argos'ta başka bir
kadın için bez dokuyacak belki Messeis veya Hypere pınarından su
taşıyacaksın; zalim bir kader altında ezilecek, bin defa cefa çekeceksin.
Bir gün ağladığını görecek olanlar, şöyle diyecekler: «Bu kadın
Hektor'un karısıdır, İlion etrafındaki kavgada, at-kısrak terbiyecisi
Troyalıların en başında dövüşen Hektor'un.» İşte bunları söyliyecekler,
ve başından köleliği uzaklaştırmak için sonuna kadar
boğuşmuş olan biricik erkeği kaybettiğinden yeni kaygılar duyup yeniden
ağlıyacaksın. Öyle ise, âh! Öleyim, toprak üstüme yığılarak büsbütün
örtüleyim de, seni halayık olarak sürükleyip götürürlerken
hıçkırıklarını işitmiyeyim.
Ün salan Hektor böyle dedi ve kolunu oğluna uzattı. Fakat
çocuk başını çevirdi, ağlıyarak güzel kemerli sütninenin koynuna
atıldı: Babasının heybetinden ürkmüştü. Kıvılcımlı tunçla tulganın sallanan
at kılından sorgucu onu korkutmuştu. Babası kahkaha ile güldü,
hanım annesi de öyle yaptı. Ün salmış Hektor hemen başından parlak
tulgayı çıkarıp yere koydu. Ondan sonra, oğlunu alarak kollarında salladı,
öptü ve Zeus'a şöyle dua etti:
— Zeus ve siz bütün tanrılar! Sizden dilerim ki, oğlum Troyalılar
arasında nam kazansın, benimkine eşit bir kuvvet göstersin ve
İlion'da hüküm sürsün! Bir gün kavgadan dönüşünde, «Babasından da
daha cesur bir savaşçıdır» denilsin! Öldürülmüş bir düşmanın kanlı
silâhlarını getirsin de annesinin gönlü sevinç içinde kalsın!
146/555
Böyle dedi, ve çocuğu, karısının kucağına verdi! Kadın çocuğu
ıtırlı bağrına basarken hem gülüyor, hem gözyaşları döküyordu. Onun
bu hali kocasına dokundu; erkeği her türlü isimleriyle anarak şöyle
dedi:
— Zavallıcık! İnan bana, gönlün fazla kedere, kaygıya kapılmasın.
Hiçbir ölümlü ecel saati gelmeyince beni Hades'e indiremez.
Sana söylüyorum, hiç kimse cesur veya korkak doğduğu günden
başlıyan kaderinden kurtulamaz. Hadi, artık, eve dön, işlerinle:
Tezgâhınla, örekenle meşgul ol; halayıklarına gereken emirleri ver.
Kavga ile de erkekler başta ben, bütün İlion'da doğmuş olanlar meşgul
olacaklar.
Ün salmış Hektor böyle dedi; yerden sorgucu at kılından tulgasını
alırken karısı başını çevirip iri gözyaşları dökerek eve doğru
uzaklaşıyordu. Az sonra canlar yakan Hektor'un güzel konağına dönmüştü.
Halayıklarını toplu olarak buldu ve haliyle hepsini hüngür
hüngür ağlattı.
Hepsi Hektor için haykırıyorlardı; hâlâ içinde yaşadıkları konağına,
Ahaylıların kollarından ve kudurganlığından kurtulup dönebileceğine
artık inanmıyorlardı.
HEKTOR'UN VE PARİS'İN CEPHEYE DÖNÜŞÜ
147/555
Paris yüksek sarayında fazla eğlenmeden, kıvılcımlı tunçtan
zırhını giyer giymez, çevik ayaklarına güvenerek, şehrin sokaklarına
atıldı. Uzun zaman yemliğinin önünde tutulup arpa ile tıka basa doyurulan
bir at nasıl ipini koparıp ovaya, içinde içmeğe alışmış olduğu
suları berrak ırmağa doğru koşarsa; gururla başını yüksek tutup
omuzlarında yelesi sallanırsa, tıpkı onun gibi, Priam oğlu Paris de,
Pergamos'un yukarısından, zırhları içinde bir güneş gibi pırıl pırıl,
dudaklarında gülüş pek az sonra, tez giden ayakları Hektor'un yanına
ulaştırmıştı. İlk olarak Aleksandros ona şöyle dedi:
— Ağabeyciğim, geç kalmış, işine engel olmuş muyum? Tam
vaktinde, bana söylediğin saatte gelmiş değil miyim?
Tulgası kıvılcımlı Hektor cevap verdi:
— Zavallı kardeşim! Senin kavgada oynadığın rolün kıymetini,
doğruluktan ayrılmayan bir kimsenin küçümsemesi mümkün değildir.
Sen cesur bir savaşçısın. Sen mahsus gevşeklik gösterir, kaçınır gibi
görünürsün. Ve senin yüzünden felâketlere uğramış Troyalıların
ağzından sana karşı aşağılayıcı sözler çıktığını işittiğim zaman gönlüm
üzülür. Fakat şimdi bırakalım, bunları ileride dostça ayarlarız, eğer
Zeus yol verir de daima var olan tanrılara sarayımızda şaraplı bir
ziyafet sunabilirsek, güzel dolaklı Ahaylıları Troya ilinden
kovabilirsek.
148/555
149/555
ŞAN : VII
HEKTOR'UN TEKLİFİ
Bunları söyledikten sonra, ün salmış Hektor kapılardan dışarı
fırladı, yanında kardeşi Aleksandros da yürüyordu; her ikisinin
yüreğinde kavga, dövüş arzusu vardı. Tanrı denizcilere cilâlı kürekleriyle
denizi dövüp durmaktan yorgun düştükleri ve yorgunluktan
kolları kopacak bir hale geldiği sırada dileklerine uygun rüzgârı verip
gönüllerini nasıl sevindirirse; onun gibi, iki kahramanım orduya
dönüşü, beklemekten usanç getirmiş Troyalılara, dileklerine uygun bir
müjde sevinci vermişti.
Hemen, birinin eline, Topuzlu lâkabıyla anılan Ameli Areithoos
ve (anası) büyük gözlü Fylomedüs'ün oğlu Menesthios geçti.
Hektor da sivri temrenli mızrağı ile Eione'yi boynundan, tunç
başlığının altından vurdu, dizlerini çöktürdü (işini bitirdi). Lykialıların
başı Hippolobos'un oğlu Glaukos kargısı ile, can yakan bir dövüş
içinde, tez giden arabasının üstüne athyarak Deksides İfinoos'u vurdu.
Adam omuzundan yaralanarak arabasından yere yuvarlandı, dizleri
çökmüş, işi bitmişti.
Fakat bu ara çakır gözlü tanrıça Athene canlar yakan
dövüşmelerde Argosluların kırıldığını gördü. Bir sıçrayışta
Olympos'un tepelerinden havalanıp kutsal İlion'a yetişti. Onu
Pergamos'un yukarısından gören Apollon, tanrıçanın karşısına çıktı:
Troyalıların zaferini istiyordu.
En ilki. Zeus oğlu Apollon Han, tanrıçaya şöyle dedi: — Büyük
Zeus'un kızı, Olympos'tan fırlayıp gelişinde gösterdiğin tezliğin sebebi
nedir? Ulu gönlün seni ne yapmağa götürüyor? Herhalde Danaoslulara
karşı saldırışlarla zaferi vermek istiyorsundur? Boyuna can veren
Troyalılara hiç acıdığın yok! Ama bana inanırsan, en iyisi şu olurdu:
Şimdilik bugünlük kavgayı, dövüşü kestirelim. Sonra gene dövüşürler,
Troya için mukadder olan saat gelinceye kadar, çünkü siz ölümsüz tanrıçaların
gönlünüzle istediğiniz: Bu sitenin harap olmasıdır.
Çakır gözlü tanrıça Athene cevap verdi:
— Öyle olsun! Ben ne Olympos'tan Troyalılara ve Ahaylılara
doğru gelirken düşündüklerim ayniyle bunlardı. Fakat, söyle bana, bu
savaşçılar arasında devam eden kavgayı nasıl durdurmak istiyorsun?
Zeus'un oğlu Apollon Han cevap verdi:
— Atkısrak terbiyecisi Hektor'un iç ateşini alevlendirelim,
kendi başına Danaoslulara meydan okusun, kendisiyle cana kıyan bir
151/555
dövüşe girecek er arasın. O zaman tunç dolaklı Ahaylılar da, şeref duyguları
kabarıp Hektor'la dövüşecek bir er çıkaracaklardır.
Böyle dedi; çakır gözlü tanrıça Athene itiraz etmedi. Fakat o
ara, Priam'ın oğlu Menelas, birbiriyle danışıp anlaşan iki tanrının kurduğu
plânı gönlü ile sezerek, Hektor'un yanına geldi, şunları söyledi:
— Priam oğlu Hektor, düşünüşte Zeus'un eşi! Kardeşim olarak
sana söyliyeceklerime inanmak ister misin? Öyleyse haydi, Troyalılarla
Ahaylıları oturt. Ondan sonra Ahaylıların en yiğitlerine meydan oku,
seninle cana kıyan bir dövüşe girecek er ara. Henüz ölümün kur'ası
çıkmamış, kaderinin son saati gelmemiştir. Daima var olan tanrıların
kulağıma gelen sesi benim için bir güvenliktir.
Böyle dedi, ve bu sözleri işiten Hektor çok sevindi. O zaman
elinde yarı-günder mızrağı ile, Troya taburlarını tutmak için hatların
önüne ilerledi. Hepsi oturdu. Agamemnon da güzel dolaklı Ahaylıları
oturttu. Athene ile gümüş yaylı Apollon, Akbaba kılığında kuşlara
dönerek Zeus Baba'nın yüksek meşe ağacına kondular. Adamların sık
saflar halinde oturduklarını sevinçle seyrediyorlardı: Onlarda mızraklar,
zırhlar, kalkanlar titreşiyordu. Zefyr rüzgârı çıkar çıkmaz deniz
yüzü nasıl titreşirse, ova içinde saf saf oturan Troyalılarla Ahaylılar
öyle bir titreşme içindeydi.
Hektor her iki orduya şöyle dedi:
152/555
— Dinleyin beni Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar! Size
göğsümün içinde gönlümün ne istediğini söyliyeceğim. Yukarılarda
tahtında oturmuş olan Zeus yeminli paktı onaylamadı. İki milletimize
karşı kötü niyeti, kavganın sonu olarak ya sağlam hisarları ile
Troya'nın düşmesi, veya Ahaylıların kendi gemileri yanında mahvolup
gitmesi saatini tespit etmiştir. Aramızda bütün Ahaylıların cesur
kahramanları vardır; bunlardan gönlünde benimle dövüşmek arzusunu
kim buluyorsa, bütün ordu namına tanrısal Hektor'a karşı bir
şampiyon olarak meydana çıksın. Şimdi, hepinize şunları söylüyorum.
Zeus aramızda şahit olsun! Eğer o, temreni uzun tunç silâhıyla beni
yenerse, silâhlarımı soysun, koca karınlı gemilere götürsün; ama
cesedimi bizimkilere teslim etsin. Troyalılar ve kadınları ateş payımı
törenle verebilsinler. Eğer ben onu yenersem, Apollon zafer şerefini
bana verirse, ben onun silâhlarını soyup kutsal İlion'a götüreceğim.
Okçu Apollon'un harimi duvarına asacağım; ama cesedini denk yapılı
gemilerin yanına götürüp teslim edeceğim; başları saçlı Ahaylılar onu
gömsünler ve üstüne toprak serpip geniş Hellespont (Çanakkale) denizi
sahilinde ona bir mezar versinler. Ve gelecekte sağlam kürekli bir
gemi ile şarap tortusu rengi denizden geçilirken şöyle denebilecek:
«İşte bir mezar; onda, vaktiyle, ün salmış Hektor'un öldürdüğü bir
kahraman yatıyor!» Böyle denecek, şanım, şerefim hiç kaybolmıyacak.
Böyle dedi ve herkes sustu, bir ses çıkarmadı. Şeref teklifin
reddini, korku kabulünü menetmektedir. Nihayet Menelas hışımla
kalkarak Ahay kahramanlarına küfürlerle çıkıştı:
— Hay çolpalar, mendeburlar, karı Ahaylılar, size erkek denemez.
Şu anda, Danaoslular içinde, Hektor'a karşı çıkacak tek bir kişi
bulunmazsa, müthiş, iğrenç bir utanç olur. Haydin, hepiniz topraksu
153/555
olun, şuraya, gayretsiz, cesaretsiz oturan haysiyetsizler! Ona karşı ben
silâhlanıp çıkacağım. Zafer için, değişmez hüküm yukarıda, göklerde
verilmiştir.
Böyle dedi. ve güzel silâhlarını takındı. Fakat Menelas, Hektor
senden yüz kat daha kuvvetlidir, onunla dövüşmek ömrünün son
gününü görmek demektir. Seni A'naylı Hanlar buna zorluyorlar!
Atreoğlu, güçlü kuvvetli Agamemnon Han senin sağındadır, sana
bütün isimlerinle hitap ediyor:
— Bu çılgınlık olur, Zeus dölü Menelas! Böyle bir delilik sana
yakışmaz. Sana neye mal olursa olsun, sen den çok kuvvetli biriyle
dövüşmek hevesinden vazgeç. Priam oğlu Hektor bütün kahramanları
korkutur. Ahilleus bile, senden yüz kat kuvvetli iken, insanın şeref
kazandığı kavgada onunla karşılaşmaktan ürkerdi. Git, kendi yarenlerinin
ortasında otur. Hektor'a karşı Ahaylılar başka bir yiğit çıkarabilirler;
ne derece cesur ve yiğit olsa, cana kıyan dövüşmede canını kurtarsa
bile, üyelerini sarsmak güç olmıyacaktır.
Kahraman böyle dedi; kardeşinin yüreği kandı. Öğüt makuldü.
Menelas da dinledi. Seyisleri sevinç ile omuzlarından silâhlarını
aldılar. O zaman Nestor kalktı ve Ahaylılara şöyle dedi:
— Eyvah, eyvah! Ahay iline ne büyük yas çöküyor? Şimdi, ne
kadar ah, vah ederdi, ihtiyar araba sürücüsü Myrmidonların ulu
154/555
gönüllü öğütçüsü ve hatibi Peleus ki, vaktiyle konağında, Argosluların
babaları ve oğulları hakkında bana binbir sual sormaktan zevk alırdı.
Bugün hepsinin Hektor karşısında korkup sindiklerini öğrenmiş olsaydı!
Ellerini ölümsüz tanrılara kaldırıp dua ederdi ki, ruhu vücudundan
ayrılsın da, Hades'in konaklarına girsin. Hay Zeus Baba, Athene, Apollon!
vaktiyle tek akan Keladon ırmağı kıyılarında, Yardan suyu
kıyısındaki Feya (veya Fera) sitesinin suları önünde, Pyloslularla Arkadialılar
arasında dövüşüldüğü günlerde olduğu gibi; şimdi genç olsaydım!
Şampiyonları tanrılar eşi Erevthalion'da, omuzundaki silâhlar
Areithoos Hanın, erkek, kadın, herkesin Topuzlu diye andığı tanrısal
Areithoos'un silâhlarıydı. Bu lâkap ona, başka savaşçılar gibi yay, kargı
kullanmayıp bir demir topuz taşıdığı ve onunla taburları bozup kırdığı
için verilmişti. Lykurg onu hile ile kuvvetle değil, dar bir yolda
sıkıştırarak, öldürmüştü: Orada demir topuz, korunmak için, işine
yaramamıştı. Lyikurg haince üstüne çullanıp kargısı ile deşmiş
geçirmişti; adam toprağa yuvarlanmıştı; Lykurg, tunç tanrı Ares'in
hediyesi silâhlarını soyup aldı, ondan sonra onları seyisi Erevthalion'a
nediye etmişti. Bu silâhlarla Erevthalion bütün kahramanlara meydan
okurdu. Fakat hepsi korkudan titrerlerdi, onunla dövüşmeyi hiç biri
gözüne almazdı.
Yalnız ben; sabırlı yüreğim o derece güveniyordu ki, beni
dövüşmeğe dürttü. Yaşça da, o sırada, hepsinden gençtim. Ben
dövüştüm ve Athene şanı, şerefi bana verdi: En kocaman ve en
kuvvetli adamı öldürdüm: Yerde boylu boyuna serilmiş, yatıyordu. Ah,
şimdi de genç olsaydım, gücüm eski halinde olsaydı, tulgası kıvılcımlı
Hektor ile dövüşmeğe büyük bir hevesle atılırdım! Halbuki siz, bütün
Ahay ordusunun kahramanları, Hektor'un meydan okumasına cevap
vermeğe hiç bir arzu göstermiyorsunuz.
155/555
İhtiyar onlarla böyle atışıyordu. Fakat işte şimdiden, dokuz
kişi birden kalktı, ilkin, budunlar çobanı Agamemnon kalktı. Onun arkasından
Tydeoğlu güçlü Diomenes; ondan sonra, cesaretli ateşli iki
Ayas; ondan sonra İdomene ile yardımcısı Merion can yakan Enyal'ın
rakibi, ondan sonra Evemon'un yiğit oğlu Evripyl; nihayet, Andremon
oğlu Thoas ile tanrısal Odysseus. Hepsi tanrı eşi Hektor'la dövüşmeğe
hazırdı.
O zaman ihtiyar araba sürücüsü Nestor gene söz aklı.
— Şimdi, birimizin seçilmesi için aranızda kur'a çekin. Seçilecek
olan bütün güzel dolaklı Ahaylıların dâvası adına dövüşecek.
Dövüşmede zalim ölümden kurtulursa, kendi yüreğinin şan, şeref
dâvasına da hizmet etmiş olacak.
Böyle dedi. Hepsi, kur'alarına birer marka koydular. Ondan
sonra, kur'alar Atreoğlu Agamemnon'un tulgasına kondu. Bunun üzerine
adamlar ellerini kaldırarak dua ettiler
— Zeus Baba; lütfet: Ayas seçilsin, ya Tydeoğlu, ya da altın
yatağı Mykene Hanı seçilsin!
156/555
Böyle diyorlardı. İhtiyar araba sürücüsü kur'aları salladı; tam
herkesin dilediği, Ayas'ın kur'ası tulgadan dışarı sıçradı. O zaman
çavuş, sıçrayan kur'ayı aldı. sağdan başlıyarak yığınlar arasından, birer
birer kahramanlara götürüp gösterdi. Birer birer kur'ayı tanımayıp
«hayır» diyorlardı, en son, ün salmış Ayas'ın önüne gelen çavuş,
kur'ayı onun eline verdi, Ayas markasını görüp tanıdı; yüreği büyük
sevinç içinde, kur'ayı yere atarak şöyle dedi:
— Dostlar, kur'a benimkidir, ve yüreğimde sevinç var, çünkü
tanrısal Hektor'u yeneceğimi sanıyorum. Haydin, ben zırhımı giyerken,
siz de Kronosoğlu Zeus Hana dua edin, kendiniz için, ağzınızı
açmadan; Troyalılar sezinlemesinler; isterseniz, açık açık dua edin,
kimseden pervamız yoktur çünkü. Beni kimse kaçmağa mecbur edemiyecek,
ne arzusu ile, ne de bilgisi ile: Anam Salamin'in doğurup büyüttüğü,
umarım ki, toy bir çocuk değildir.
Böyle dedi, hepsi gözleri geniş göklere açılmış, Kronosoğlu
Zeus Hana dua etti:
— Zeus Baba! İda'nın sahibi, ulu şanlı tanrı! Zaferi Ayas'a ver,
ona büyük bir şan, şeref kazandır. Ama Hektor'u seviyorsan, ve onun
için kaygılanıyorsan, her ikisine eşit kuvvet ve şan, şeref bağışla!
Böyle diyorlardı.
157/555
HEKTOR İLE AYAS'IN DÖVÜŞMESİ
Bu sırada Ayas göz kamaştıran tunç silâhlarını takındı, vücudu
tamamıyla silâhlandıktan sonra ortaya sıçradı. Kronosoglu nün,
yürekleri yakan savaş ateşinin harareti içinde, kavgaya tutuşturduğu
savaşçılara ulaşmak için canavar tanrı Ares öyle bir sıçrayışla atılır.
Ahaylıların kalesi, in yarı Ayas da öyle bir sıçrayışla ortaya atıldı. Yüzü
gülümsüyor, ayakları geniş adımlarla yürüyor, elleriyle de uzun
mızrağını sallıyordu. Onu görünce Argoslular sevinç içinde kaldılar.
Troyalıların yüreklerinde ise zalim bir korku sinmişti. Hektor bile
göğsünde yüreğinin çarpıntısını hissetti. Fakat meydan okuyan kendi
olduğu için, soldan yarım çark edip yarenlerinin yanına çekilmesine
vakit, kalmamıştı. O sırada, Ayas, elinde bir kuleye benziyen tunç
kalkanıyla, yaklaştı: Tyhios'un sanatıyla yapılan bu kalkanın yedi kat
kurumuş öküz köselesinden, sekizinci, dış katı tunçtandı. Hyle ahalisinden
ve öküz derilerini biçmede usta olan Tyhios, bu kıvılcımlı
kalkanı iyi beslenmiş yedi boğanın derisinden yapmış, en üste bir tunç
levha çekmişti. Telemanoğlu Ayas bunu göğsünün önünde tutuyordu,
Hektor'un iki adım önünde durarak tehdit edici bir tavırla şöyle dedi:
— Hektor, şimdi sen kendin deniyeceksin. Ahaylılardan ne
kıratta yiğitler vardır: Safları bozan arslan yürekli Ahilleus'tan başka.
Ahilleus, deniz teknelerinin ortasında, küskün, budunlar çobanı
Agamemnon'a kızgın, oturup dinleniyor. Ama biz de senin karşına
çıkacak boyda ve sayıdayız. Haydi, şimdi, dövüş ve savaş işaretini ver.
Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi:
158/555
— Tanrı dölü Ayas Telemanoğlu, budunlar başı, beni zayıf bir
çocuk veya kavgadan anlamaz bir kadın yerine koyup sınamaya
kalkma. Ben kavgadan, dövüşten iyi anlarım. Kurumuş öküz derisinden
yapılı, çok dayanıklı cenk âletimi sağa sola götürmesini iyi bilirim.
Tez koşan arabalar karşılaşmasında hücuma geçmesini iyi bilirim.
Göğüs göğüse dövüşmede Ares'in dansını iyi oynarım. Ama senin
gibi bir adamı, gözetleyip şaşkınlığa getirerek değil, açıktan açığa,
silâhımı değdirmeğe çalışarak vurmak isterim.
Böyle dedi, uzun mızrağını sallıyarak fırlattı ve Ayas'ın müthiş
kalkanının sekizinci tunç katına değdirdi. Suali ucunun bükülmez tuncu
kalkanın altı katını deldi, yedincisi onu durdurdu. Bunun üzerine
tanrısal Ayas da uzun mızrağını fırlattı ve Priamoğlunun yusyuvarlak
kalkanına değdirdi. Sağlam silâhın ucu parlak kalkanı deşerek iyi
işlenmiş zırha saplandı; böğür boyunca yürüyerek cebeyi yırttı. Fakat,
her ikisi, elleriyle uzun silâhlarını çekerek birbirlerine saldırdılar. Kan
içici arslanlara veya kuvvetleri hiçbir şeyle kırılmaz yaban
domuzlarına benzetilebilirlerdi. Priamoğlu mızrağı ile kalkanın ortasına
dokundu, ama onu yırtacağı yerde, ucunun tuncu büküldü. O
zaman Ayas bir sıçrayışla Hektor'un kalkanını deşip geçirdi. Tam
hamle üstü, savaşçıyı geri itti, boynundan çizdi, ve hemen oradan
siyah kan akmağa başladı. Fakat tulgası kıvılcımlı Hektor'un
dövüşmesi bu kadarla kalmadı. Az geriledi ve ötede bulunan büyük,
pürtüklü, ağır bir taşı kuvvetli eliyle kaldırdı, sallıyarak fırlattı, bu
taşın altında Ayas'ın müthiş kalkanını, ortasından ezdi, tuncun çınlaması
etrafa yayıldı. Bunun üzerine Ayas da ondan çok daha büyük
bir taş alıp çevirerek, gücünün bütün hızıyla fırlattı ve bir değirmen
taşı kadar olan bu kaya parçasının altında kalkanını çökertti. Hektor,
kendi kalkanının altında çiğnenerek ayakları sendeledi ve boylu boyunca
yere serildi; ama Apollon hemen, aniden, onu ayağa kaldırdı. O
zaman, kılıçla birbirlerine saldırmak üzere iken, iki çavuş, biri
159/555
Troyalılar, öbürü tunç cebeli Ahaylılar namına, araya girdi. Zeus'un ve
insanların habercileri olan çavuşlar, ki bilge: Talthibios ile İdeos'tur.
Değneklerini kaldırdılar; sonra, İdeos çavuş söz alarak şöyle dedi:
— Çocuklar, dövüşü, savaşı kesin; ikiniz de bulut devşiren
Zeus'un sevgililerisiniz; ikiniz de savaşçısınız; bunu hepimiz biliyoruz.
Fakat işte gece geldi, geceyi de dinlemek lâzım
O zaman Ayas Telemanoğlu cevap verdi:
— İdeos, böyle konuşmağa, her ikiniz, Hektor'u davet etmelisiniz.
Bütün bütün yiğitlere meydan okuyan odur, işareti o versin. Ben
Hektor'un diyeceğini yapmağa hazırım.
Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi:
— Ayas, tanrı sana büyüklük ve kuvvet verdiğinden bunlara
bilgeliği de kattığından, mızrakta ise Ahaylıların birincisi olduğundan,
şimdilik bugünlük dövüşü, savaşı keselim. Daha sonra, tanrı iki milletimiz
arasında tercihini belirtip zaferi birine vereceği güne kadar gene
dövüşürüz, işte gece de geldi; .geceyi dinlemek de haktır. Gemilerin
yanına gidip bütün Ahaylıları, hususiyetle, yarenlerini, dostlarını
sevindirirsin. Ben Priam Hanın büyük şehrinde, Troyalıları ve
160/555
elbiseleri yerlere kadar uzun Troya kadınlarını sevindiririm ki, bana
inayetlerini dilemek için Tanrılar Meclisine gireceklerdir. Haydi,
birbirimize kıymetli armağanlar verelim. Böylece Troyalılarla
Ahaylılarda herkes şöyle desin: «ikisi yürekleri yakan atışma
yüzünden dövüştüler ve aralarında dostluk kurarak birbirinden
ayrıldılar.»
Böyle dedi, ve o sırada gümüş çivili bir kılıcı, iyi biçilmiş kını
ve kayışıyla, birlikte getirerek Ayas'a verdi; Ayas da ona pırıl pırıl erguvandan
bir kemer hediye etti. Ondan sonra ayrıldılar, biri
Ahaylıların ordusuna, öbürü Troya yığınlarına doğru yürüdü. Troyalılar
onu; sağ salim, Ayas'ın iç ateşinden ve kuvvetli ellerinden kurtulmuş
görerek sevindiler; onu şehre götürdüler; az önce ise kurtuluşundan
ümitlerini kesmişlerdi.
PAZARLIKLAR
Atreoğlu'nun barakasına gelinir gelinmez budunlar çobanı
Agamemnon Kronos'un en kudretli oğluna beş yaşında bir öküzü kurban
kesti. Derisini yüzdüler, hazırladılar, doğradılar; sonra bilgi ile
parça parça kestiler, şişlere geçirdiler, büyük dikkatle kızarttılar; nihayet
hepsini ateşten çektiler. Bu işler bitince ziyafete oturdular, ve
herkesin payını aldığı bu yemekten şikâyet eden olmadı. Uzun
filetoları yemek şerefini Atreoğlu kahraman Agamemnon Han Ayas'a
sakladı. Sonra, susuzluk ve iştiha tatmin edildiği zaman, ihtiyar Nestor
hepsinden önce davranarak, tasarladığı projenin iplerini dizmeğe
161/555
başladı. Öğüdü daima onaylanan da o idi. Uslu akıllı söz alarak şunları
söyledi:
— Atreoğlu, ve siz bütün Ahay ordusunun alp savaşçıları, bizim
başları saçlı Ahaylılardan ölenler çoktur, kanları, coşkun Ares'in
vuruşlarıyla, akışı güzel Skamandros suyunun kıyılarında saçılmış,
ruhları Hades'e inmiştir. Ahaylıların içinde bulundukları kavgayı, tan
ağarmasıyla, durdurmalısın. Biz de toplanalım: Öküzlerle, katırlarla
ölülerimizi buraya taşıyalım; onları gemilerin az önünde yakalım;
içimizden kimler kalırsa, küllerini evlerine, çocuklarına götürelim;
vatan toprağına dönebileceğimiz gün. Ondan sonra, cenaze ateşinin
etrafında, toprak yığıp müşterek bir mezar yapalım; bu mezar için
gelişigüzel ova içinde bir yer seçeriz. Buna yakın olarak, çabuk, yüksek
burçları olacak bir hisar yaratalım ki, gemilerimiz ve kendimiz için
koruyucu bir sığınak olsun; iyi tanzim edilmiş kapılar açalım, onlardan
ferah ferah arabalar geçebilsin. Sonra, Sur'un dışında ve ona çok
yakın, bir hendek kazalım, ki düşman atlarını ve savaşçılarını bizden
uzak tutsun, mağrur Troyalıları üstümüze saldırmaktan alıkoysun.
Böyle dedi ve bütün Hanlar onayladılar.
Bu sırada, Troyalılar da, İlion'un Akropol'ü üstünde,
162/555
Priam'ın kapılarına yakın, dernek kurdular: Müthiş fırtınalı
bir dernek. Bu toplantıda, en ilki, akıllı tedbirli Altenor söz alarak
konuştu:
— Dinleyin beni, Troyalılar, Dardanlılar, müttefikler, size
göğsümde yüreğimin emrettiklerini söyliyeceğim. Karar verelim,
Atreoğullarına Argoslu Helene'yi ve bütün hazinelerini teslim edelim,
götürsünler. Bu saatte, devam eden kavga, yeminli pakt'ın bozulması
yüzündendir. Bizim için taundan faydalı bir şeyin çıkacağını, bizi
söylediğimden kurtaracak bir neticenin alınabileceğini
bekliyemiyorum.
Böyle deyip yerine oturdu. Bunun üzerine güzel saçlı
Helene'nin kocası tanrısal Aleksandros ayağa kalktı. Şu kanatlı sözlerle
ona cevap verdi:
— Altenor, hoşuma gidecek bir dil kullanmıyorsun. Halbuki
daha kutlu fikirler vermesini de bilirsin. Gerçekten ciddi mi konuşuyorsun?
Öyle ise, tanrılar aklını almışlar demektir. Şimdi ben, at-kısrak
terbiyecisi Troyalılarla ben konuşacağım. Açık açık söylüyorum: Hayır,
kadını vermiyeceğim. Buna karşılık, Argos'tan konağına getirebilmiş
olduğum hazineleri, hepsini geri vermeğe razıyım hattâ kendi hazinelerimden
de katabilirim.
163/555
Böyle deyip yerine oturdu. Bunun üzerine, Dardanoğlu,
Dernekte tanrı eşi Priam ayağa kalktı; uslu akıllı söz alıp konuştu:
— Dinleyin beni, Troyalılar, Dardanlılar, müttefikler, size
göğsümün içinde yüreğimin emrettiklerini söyliyeceğim. Şimdilik,
akşam yemeğini, âdet üzere, şehirde yiyin. Aynı zamanda, kendinizi
korumağa bakın, tetik olun. Sonra; İdeos, tan ağarmasıyla, koca karınlı
gemilere gitsin, Atreoğullarına, Agamemnon ile Menelas'a, bu çekiş-
menin sebebi olan Aleksandros'un teklifini söylesin. Buna makul bir
teklif ilâve etsin. İsterlerse can yakan kavga, ölülerimizi yakabilmek
için, bir müddet durdurulsun. Sonra gene dövüşürüz; tanrı iki milletimiz
arasında tercihini belirtip zaferi birine nasip edeceği saate kadar.
Böyle dedi, hepsi güzelce dinleyip onayladılar. Akşam yemeğini,
kıta kıta, ordugâhta yediler. Tan ağarırken İdeos çavuş koca
karınlı gemilere gitti; Ares hizmetçileri Danaosluları, Agamemnon'un
gemisi yanında Dernek kurmuş buldu. Gür sesli çavuş ortalarında durarak
şöyle dedi:
— Atreoğlu ve siz, bütün Ahay ordusunun alp savaşçıları! Priam
ve Troya'nın öbür başları bana emrettiler ki, beğenip onaylarsanız,
bu çekişmenin sebebi olan Aleksandros'un teklifini söyliyeyim:
Argos'tan Troya'ya dönerken hay dönemez olaydı beraber getirdiği
hazineleri, hepsini, geri vermeğe, hattâ kendininkilerden de katmağa
razıdır. Fakat şanlı Menalas'ın nikâhlı karısını geri vermiyeceğini
söylüyor. Bununla beraber, Troyalılar onu buna sıkıştırıyorlar!
Bundan başka şunu da söylememi emrettiler: Ölülerimizi yakmak için
164/555
bir müddet can yakan kavgayı durdurmak ister misiniz? Sonra gene
dövüşürüz: Tanrı iki milletimiz arasında terchini belirtip zaferi birine
nasip edeceği saate kadar.
Böyle dedi ve hepsi dinleyip sustular, ağızlarını açmadılar.
Sonra narası gür Diomedes söz alıp konuştu:
— Kimse kabul etmesin, ne Aleksandros'un teklif ettiği
hazineleri, ne de Helene'yi. Herkes, en ahmak insan bile, bilir ki Troyalıların
mahvolması mukadderdir.
Böyle dedi, ve Ahay oğulları, tek sesle, alkışladılar, at-kısrak
terbiyecisi Diomedes'in söylevinden çok hoşlandılar. Bunun üzerine
Agamemnon Han, İdeos'a şöyle dedi:
— Ahaylıların nasıl konuştuklarını, sana nasıl cevap verdiklerini
kendin işitiyorsun. Ben de bu cevabı beğeniyorum. Buna mukabil,
ölüleri yakmak teklifine karşı değilim. Hayatı terkedenlere, kadavralarını
yakarak ateşle verilecek ilk hafiflik reddedilemez. Bu paktımıza
Here'nin gürler sesli kocası şahit olsun.
Böyle dedikten sonra, bütün öbür tanrıları tanıklığa çağırmak
işareti olarak elindeki asayı kaldırdı, İdeos da kutsal İlion'a doğru
165/555
yürüdü. Orada, Troyalılar ve Dardanlılar, hepsi, Dernek halinde toplanıp
oturuyorlar, İdeos'un dönüşünü bekliyorlardı. Çavuş dönünce
ortalarında durup getirdiği mesajı tebliğ etti. Bunun üzerine, çarçabuk
bazıları ölüleri taşımağa, bazıları odun arayıp getirmeğe koştular. Argoslular
da, denk yapılı gemilerinden uzak, tezlikle, ölüleri toplamağa
ve odun tedarik etmeğe koyuldular.
MÜTAREKE, HİSARIN YAPILMASI
Derinden yavaş yavaş akan Okeanos'tan göğe yükselen
güneşin tarlalara şualarını yeni yaydığı saatte idi; ve işte birbirleriyle
(sağ kalanlar ölenlerle) tekrar yüzyüze geliyorlar. Fakat o sırada adamları
birer birer tanımak çok güçtü. Yaralarının kanı su ile yıkanıyor, ve
sıcak gözyaşları dökerek, yük arabalarına konuyordu. Büyük Priam
cenazelere ağlamak âdetine izin vermedi. Yürekler kederli, sükût
içinde, kadavraları ateş öbekleri üzerine yığıyorlardı; cenazeleri yaktıktan
sonra kutsal İlion'a doğru yürüdüler. Onlar gibi, öbür yandan,
güzel dolaklı Ahaylıların da, yürekleri kederli, cenaze ateşinin öbekleri
üzerine kadavraları yığdıktan ve yaktıktan sonra koca karınlı gemilerine
doğru yürüdükleri görülüyordu.
Henüz tan ağarmamıştı, daha, gündüz denemiyecek bir
vakitti, ki ateşin etrafında, Ahaylılardan seçkin bir zümre toplandı. Toprak
yığıp müşterek bir mezar yaptılar; bu mezar için, ova içinde,
gelişigüzel bir yer tuttular; buna yakın olarak burçları yüksek bir hisar
yarattılar ki, gemileri ve kendileri için koruyucu bir sığınak olsun.
Ondan sonra ferah ferah arabaların geçebileceği kapılar açtılar.
166/555
Hisarın dışında boylu boyunca bir hendek kazdılar Ve kazıklar
kaktılar.
Fakat başları saçlı Ahaylılar bu işlerle uğraşırken, tanrılar,
şimşek fırlatan Zeus'un etrafında dernek kurup tunç cebeli Ahaylıların
başardığı büyük işlere bakarak düşündüklerini söylediler. İlkin yeri
sarsan Posseidon sözü aldı:
— Zeus Baba, artık sonsuz yeryüzünde bir ölümlü var mıdır ki,
tasarladığını ve düşündüğünü ölümsüzlere bildirmek istesin? Bir defa
daha görüyorsun, işte başları saçlı Ahaylılar, gemileri için bir hisar
diktiler ve ona boydan boya hendek de çektiler: Bunun için tanrılara
şanlı yüzlük kurban sunmadılar. Şafak nerelere uzanıyorsa bu hisarın
şanı oraya kadar gidecek; halbuki bizim, Feobos Apollon ile benim,
zahmetlere katlanarak, kahraman Leomedon için diktiğimiz şehrin
şanı unutulacak.
Ona, bulut devşiren Zeus, büyük bir öfkeyle şöyle söyledi:
— Vah, vah! Güçlü kuvvetli yeri sarsan! Bu söylediğin sözler
nedir? Senden, kolları ve ateşliliği yönünden yüz kat daha kuvvetsiz
bir tanrı böyle bir şeyin olacağından korkuya düşebilirdi. Fakat senin
şanın, Şafak nerelere yayılıyorsa, oraya kadar gidecektir. Bak, dinle
beni, başları saçlı Ahaylılar, gemileriyle, vatanlarına dönmek üzere
hareket edecekleri gün, git, hisarlarını yık, enkazını denize dök, uzun
167/555
sahilleri yeniden kumlarla ört, böylece Ahaylıların hisarı senin istediğin
gibi yok olsun.
Aralarında söyledikleri konular bunlardı.
Güneş batmak üzere iken Ahaylıların tasarladığı işler tamamlanmıştı.
Barakalarında öküzler boğazlayıp akşam yemeklerini yediler.
Onlara Lemnos'tan şarap getiren birçok kayıklar vardır. Bu şarabı onlara
Jason oğlu Eune gönderiyor: Budunlar çobanı Jason'un
kollarında, gebe kalan Kyssipyl onu doğurmuştu. Jason oğlu,
Atreoğullarına, Agamemnon'la Menelas'a, ayrıca bin ölçek
şarap hediye etmektedir. Başları saçlı Ahaylılar şaraplarını almak için
kimi tunç, kimi pırıl pırıl demir, kimi deriler, kimi canlı öküzler, hattâ
esirler verirler.
Ondan sonra, bol bir ziyafet tertip ettiler ve bütün gece başları
saçlı Ahaylılar cümbüş yaptılar, Troyalılar ve müttefikleriyle aynı
zamanda.
Akıllı tedbirli Zeus da bütün gece onların felâketini tasarlıyordu-,
müthiş bir gök gürlemesi işitildi; yüzleri sapsarı oldu, sağraklarındaki
şarap yerlere döküldü ve artık kimse güçlü kudretli
168/555
Kronosoğluna saçı kılmadan şarabı ağzına götürmeğe cesaret etmedi.
Sonunda, uyuyup uykunun hediyelerini topladılar.
169/555
ŞAN : VIII
TANRILARIN ARAYA GİRMESİ KALDIRILIYOR
Tülü safran renginde Şafak bütün yeryüzüne yayılıyordu ki,
gürler sesli Zeus, dorukları sayısız Olympos'un en yüksek tepesinde
Tanrılar Derneğini kurmuştu. Kendi söz alıp konuşuyor, bütün Tanrılar
dinliyordu:
— Dinleyin beni, hepiniz, tanrılar ve tanrıçalar: Göğsümün
içinde yüreğimin emrettiklerini söyliyeceğim: Hiç bir tanrı, hiç bir tanrıça,
emrimin dışına çıkmak denemesinde bulunmasın: Hepiniz, oy
birliğiyle onaylayın da şu işleri en büyük tezlikle sona erdireyim. Eğer
Tanrılardan birini görürsem, ki bilerek sözümden çıkıp Troyalılara
veya Ahaylılara yardım etmeğe gidiyor, öyle çarparım ki, Olympos'a
acınacak halde döner; veya onu yakalar, sisli puslu Tartarın içine, yerin
altında en aşağılara batan uçurumun dibine atarım: Oranın demir
kapıları ve tunç eşiği vardır; gök yerden ne kadar yukarıda ise, orası da
Hades'ten o kadar aşağıdadır. O zaman bütün tanrılardan ne kadar
üstün olduğumu anlarsınız. Haydin, tanrılar, tecrübesini yapın da
görün: Gökten bir altın ip sarkıtın, sonra hepiniz, tanrılar ve tanrıçalar,
bir ucuna yapışın; ne kadar çabalarsanız, Zeus'u, en üstün
mevlâyı gökten yere indiremezsiniz. Fakat ben, kendi irademle, çekmek
istemiş olsam, sizinle beraber yeri de, denizi de çekebilirim.
Sonra, ipi Olympos'un sivri bir kayasına bağlasam, her şey ve siz
hepiniz beraber, havalar arasında uçardınız, tanrılardan ve insanlardan
o kadar üstünüm!
Böyle dedi, ve hepsi sustu, ağız açmadı, söylediklerinden
heyecan içinde kalmışlardı: O derece sert konuşmuştu.
Neden sonra, çakır gözlü tanrıça Athene söz aldı:
— Kronosoğlu babamız, en üstün hakan! Biz iyi biliriz. Senin
gücün kuvvetin, bükülmez bir kuvvettir. Fakat zalim kaderlerine yaklaşıp
mahvolmak üzere olan Danaoslu savaşçılar için
kaygılanmaktan da kendimizi alamıyoruz. Peki, senin dediğin
gibi, biz kavgadan uzak duralım; fakat Argoslulara, işlerine yarıyacak
bir fikir telkin etmek isterdik ki. Öfkenin kurbanı olarak hepsi can
verip gitmesin.
Bulut devşiren Zeus gülümsiyerek şöyle dedi:
— Ümitsiz olma, sevgili kızım. Tritogeni; söylediklerimden
öyle fazla korkuya kapılmak gerekmez; sana karşı yumuşak davranmak
isterim.
171/555
Bu sözleri söyledikten sonra, arabasına, uçuşu tez, ayakları
tunçtan, alınlarındaki yele altından iki at koştu. Kendi de omuzlarına
altın elbiseler atarak eline bir altın kamçı aldı: sonra arabaya bindi ve
bir kamçı vuruşu ile atları havaya kaldırdı. İçleri ateş dolu, hayvanlar,
yer ile yıldızlı gök arasındaki geniş uzay içinde uçtular. Bu gidişle pınarları
çok İda dağına, canavarlar yatağı Gargar tepesine ulaştı: Tapınağı
ve ıtırlı harimi oradadır. Tanrıların ve insanların babası atları
durdurup koşumdan çıkardı ve üstlerine kalın bir buğu yaydı. Ondan
sonra, şanına, mağrur, yapayalnız tepeye geçip oturdu: Oradan Troyalıların
sitesine ve Ahaylıların gemilerine uzun uzun seyirci kaldı.
AHAYLILARIN BOZGUNU
Bu ara başları saçlı Ahaylılar, yemeklerini barakaların ortasında
çabucak yediler, ondan sonra zırhlarını giyindiler. Troyalılar
da bütün şehire dağılarak silâhlandılar. Sayıları daha az ise de
kavgaya, dövüşmeğe ateşli arzuları küçük değildi: Çocuklarım, kadınlarını
korumak ihtiyacı onları zorlamaktaydı. Bütün kapılar açıldı,
ordu gerek yayan, gerek atlı arabalı olanlar dışarı atıldı; büyük kargaşalık
sesleri yükseldi.
Az sonra iki ordunun savaşçıları karşı karşıya geldiler, tutuştular;
zırhları, kargıları, savaşçı ateşlikleri çarpışıyor, kabarık kalkanları
tokuşuyordu; hıçkırıklar, haykırışlar, zafer naraları hep birden yükseliyordu.
Öldürenler, cansız düşenler karışıyor, sel gibi akan kan
yerleri kaplıyordu.
172/555
Şafak söküp kutsal gün yükseldikçe mızraklar, oklar yağıyor,
adamlar düşüyordu. Güneş göğün ortasını aşınca, tanrıların babası
altın terazisini açtı; iki kefeden birine at-kısrak terbiyecileri Troyalıların
, öbürüne tunç cebeli Ahaylıların ölüm tanrıçalarını koydu;
sonra, ortasından kaldırdı, Ahaylıların kefesi aşağı ağdı, günün onlar
için uğursuz olacağını gösterdi. O zaman Zeus, İda'nın üstünden,
müthiş bir gürleyiş gürletti ve Ahay ordusuna doğru alevli bir ışık
yayıldı. Bunu görünce dehşet içinde kaldılar, yüzlerini sapsarı bir
korku kapladı.
O sırada, ne İdomene'nin, ne Agamemnon'un yüreği sabır ve
sebat gösteremedi; Ares'in tapuğcuları iki Ayas da cesaretsizliklerini
saklıyamadılar. Yalnız Nestor, Ahaylıların ihtiyar koruyucusu, korku
eseri göstermedi, halbuki tam o ara cesareti kıracak bir taarruza
uğradı; Atlarından biri vuruldu. Tanrısal Aleksandros, güzel saçlı
Helene'in kocası, bir okla, başından, atların kafalarındaki yelenin
başladığı yerden yaralamıştı. Hayvan, okun beynine değmesiyle duyduğu
acıdan, sıçrayıp arabayı altüst etti. İhtiyar, elinde bir hançer,
atılıp hayvanı arabaya bağlayan kayışları keserken Hektor'un tez
koşan atları yetişti. Çok cesur bir arabacının sürdüğü atlar Hektor'u
oraya getirmişti: İhtiyar o ânda candan olacaktı, eğer narası gür
Diomedes, keskin gözleriyle, onu görmemiş olsaydı. Müthiş bir nâra
atarak Odysseus'u şu sözlerle cesaretlendirdi:
— Tanrısal Laestosoğlu, yığınlarla sürüklenerek bir korkak
gibi arka çevirip nereye kaçıyorsun? Dikkat et, böyle kaçarken, düş-
manın biri kargısını omuzlarının arasına saplamasın! Haydi, sebat et,
ve ihtiyardan şu şaşkın savaşçıyı uzaklaştıralım.
173/555
Böyle dedi, fakat tanrısal Odysseus, çok sabırlı kahraman, onu
dinlemedi, hep koşarak Ahaylıların koca karınlı gemilerine doğru
ilerledi; yalnız Tydeoğlu hatlar dışındaki yiğitler arasına gidip yer aldı.
Nele oğlu Nestor'un arabası önünde durdu ve ona şu kanatlı sözleri
söyledi:
— Hey ihtiyar! Genç savaşçılar seni çok üzüyorlar. Gücün
kırılmış, yaşlılık yakana sarılmış; seyisinde pek kuvvet kalmamış, arabanın
koşumu ağırlaşmış. Haydi, hızlanıp benim arabama bin. Tros'un
hediyesi olan atların ne değerde olduğunu göreceksin; onları ben
Ene'den alınıştım. Bozgun ustası hayvanlardır. Şu iki atla seyislerimiz.
Bu ikisini, kendimiz, at-kısrak terbiyecisi Troyalılara karşı süreceğiz.
Hektor da öğrenecek, benim de mızrağım, ellerinin içinde, iç ateş-
liliğini ne dereceye kadar gösterebilecek.
Böyle dedi, ve ihtiyar araba sürücüsü Nestor itiraz etmedi.
Nestor'un ipleriyle gayretli Sthenelesos (Diomedes'in seyisi) ile cesur
Evrymedon (Nestor'un seyisi) meşgul oldu. iki kahraman beraber
Diomedes'in arabasına bindiler. Nestor kızıl dizginleri eline alarak atları
kamçıladı. Çabucak, Hektor'un önünde idiler. Bu kahraman, hemen,
öfkeyle üstlerine yürürken Tydeoğlu mızrağını fırlattı. Silâh
hedefe değmedi; Hektor'un seyis arabacısı coşkun Thebe'nin oğlu Eniope,
göğsünden, memeye yakın bir yerden vuruldu. Elinden dizginleri
düşen adam, arabadan devrildi; tez koşan atları bir tarafa kaçtı, kendi,
hayatı ve bütün güçlülüğü kırılmış, yerde kaldı. Arabacısının kaderini
gören Hektor'un ruhu can yakan acılar içinde kaldı. Böyle bir
arkadaşın kaybından üzgünlüğü büyüktü, fakat onu toprak üzerinde
uzanmış bırakarak, cesur bir arabacı aramağa seğirtti ve atları uzun
174/555
zaman kılavuzsuz kalmadı: Hektor çabuk İfites'in alp oğlu
Arheptolem'i buldu, arabaya oturtarak dizginleri eline verdi.
O zaman çaresi bulunmaz bir felâket ve ümitsizlik olmak
üzereydi. İlion içinde ağılda koyunlar gibi kapalı kalacaklardı, eğer
tanrıların ve insanların babası onları keskin gözleriyle görmeseydi.
Hemen müthiş bir tarzda gürledi ve beyaz bir yıldırım fırlattı;
Diomedes'in arabası önünde toprağı yaktı. Kükürt kokusu içinde,
müthiş bir alev fışkırdı. Korkuya tutulan atlar, şimdiden, arabama
altına sinmiş bir halde idiler; kızıl dizginler Nestor'un ellerinden çıktı.
Yüreği ürken ihtiyar Diomedes'e şöyle dedi:
— Tydeoğlu, inan bana, senin için artık duynakları kalın atlarını
kaçışa sürmekten başka yapacak bir şey kalmıyor. Görmüyor
musun ki, Zeus'un yardımı sana değildir? Bu sefer Zeus şanı öbürüne
veriyor bugün ona. Yarın, canı isterse, bize verecektir. Hiçbir ölümlü
Zeus'un ne kurduğunu sezinleyip kestiremez. İnsan ne derece zekâsına
mağrur olsa da Zeus ondan yüz kat üstündür.
Narası gür kahraman Diomedes şöyle cevap verdi:
— Bütün söylediklerin, ihtiyar, çok iyi söylenmiştir. Fakat
yakıcı bir kaygı ruhuma ve yüreğime giriyor: Hektor'un bir gün Troyalılara
Tydeoğlu önümden kaçıp gemilerine sığınmıştır! diyebileceğini
175/555
düşündükçe. Evet, böyle övünecektir... Keşke ayaklarımın altında yer
yarılsaydı!
ihtiyar araba sürücüsü Nestor şöyle cevap verdi:
— Eyvah! Kahraman Tyde'nin oğlu! Nasıl sözler söyledin öyle?
Hektor istediği kadar senin için korkak, cebin desin! Troyalılar ve
Dardanoğullarından kimse ona inanmıyacak; kocalarını yerlere sermiş
olacağın kadınlar, ulu gönüllü savaşçıların karıları arasında da ona inanacak
kimse çıkmıyacaktır.
Böyle dedi, ve duynakları kalın atları kaçışa sürdü. Bozgun
arasından giderken, Troyalılar ve Hektor korkunç bir haykırış içinde,
üstlerine, hıçkırıklar kaynağı oklar yağdırıyorlardı. Tulgası kıvılcımlı
büyük Hektor yüksek sesle yuhaladı:
— Hey Tydeoğlu! Eskiden Danaosluların senden fazla kıymet
verdikleri kimse yoktu: Onlarda şeref yeri senindi, etler, sağrak sağrak
şaraplar sana sunulurdu; fakat bugünden sonra seni hor görecekler,
çünkü karıya döndün. Sefil kukla, seni! Kötü saatten kurtulma.
Kavgadan asla çekilmiyeceğim, ve sen hiç bir zaman hisarlarımıza ayağını
basmıyacak, kadınlarımızı gemilerinize götürmeyeceksin: Ondan
önce kaderini eline vermiş olacağım.
176/555
Böyle dedi, ve Tydeoğlu iki tasarlayış arasında bocaladı: Arabayı
çevirip Hektor'a kafa tutsun, onunla savaşa girişsin mi? Üç defa
ruhu ve yüreği bu kararsızlık içindeydi ve her üç defasında tedbirli
Zeus, İda'nın üstünden gürledi, Troyalılara bir zafer vaadeden alâ-
metler gösterdi. O zaman Hektor yüksek sesle Troyalılara hitabetti:
— Troyalılar, Lykalılar, Dardanlılar, teke tek dövüşünde usta
savaşçılar! Dostlarım, erkek olduğunuzu gösterin; ateşli değerlerinizi
unutmayın. Görüyorum ki, Zeus bize iyilikle davranıp zafer ve büyük
şan vâdediyor. Danaosluları ise mahvetmek isteğini gösteriyor.
Zavallıcıklar! Şu hiç bir işe yaramıyacak hisarlardan ne ümitlere
düşmüşler, ahmaklar! Bizim saldırışlarımızı bu hisarlar durduramıyacak,
atlarımız kolaylıkla, bir sıçrayışta hendekleri aşacaktır. Onların
koca karınlı gemileri önüne geleceğim zaman, her şeyi yiyen ateşi unutmıyacağım:
Gemilerini alevlere vereceğim ve aynı saldırışta, dumandan
bunalmış olacak Argosluları imha edeceğim.
Böyle dedi, ve şu sözlerle de küheylânlarına hitabetti:
— Ksanthe, Podorge, Ethon ve sen tanrısal Lampos! Size
Andromake'nin, ulu gönüllü Eetion kızının, tatlı buğday yedirdiğini,
gönlünüz istedikçe içmek üzere şarap kardığını; ben genç ve güzel
kocası olmakla övündüğüm halde, benden önce sizi ağırladığını hatırlamanız
ve bana hizmet etmeniz saati gelmiştir. Haydin! Tezlikle davranın!
Nestor'un zırhını elde etmeliyiz: Göklere varan bir söylenti ile
som altından olduğu bilinmektedir. At-kısrak terbiyecisi Diomedes'in
omuzlarından Hefaestos'un sanat eseri olan işlenmiş zırhı bugün
177/555
söküp almalıyız! Bu iki şeyi elimize geçirebilsek, Ahaylıları bu gece tez
giden gemilerine bindirebileceğimi ümit ediyorum.
HERE'NİN BOŞUNA ÖFKELENMESİ
Böyle deyip övündü. Here Sultan öfkelenerek tahtı üzerinden
kımıldadı, bütün Olympos titredi. Sonra büyük tanrı Poseidon'a
bakarak şöyle dedi:
— Güçlü kuvvetli, yeri sarsan! Senin de göğsünün içinde
yüreğin, Danaosluların böyle can verdiklerini görüyor da hiç acımıyor.
Halbuki Helike'de, Egers'te sana o kadar güzel şeyler, kıymetli
armağanlar sunan onlardır. Hey büyük tanrı, onlar için zaferi dile.
Tutalım ki, biz hepimiz, Danaosluları korumak istiyen tanrılar, birleşip
gürler sesli Zeus'u kenarda bıraktık: Orada, İda'nın üstünde, küskün
küskün, yapayalnız oturur kalırdı.
Güçlü kuvvetli Yeri Sarsan şiddetle kızarak şöyle dedi:
— Here, dili tedbirsiz tanrıça, söylediklerin nasıl söz öyle? Bizim,
bütün tanrıların Kronosoğlu Zeus'a karşı savaşa kalktığınızın
görülmesini, ben, hiç istemem, çünkü o, hepimizden çok daha
kuvvetlidir.
178/555
AHAYLILARIN KARŞI SALDIRIŞI
Onlar aralarında böyle konuşuyorlardı. Bu sırada, gemiler
tarafından, hisar ile hendek arasına atlar, savaşçılar dolmuş, birbirleri
üstüne sıkışıp kalmışlardı; onları böyle sıkıştıran Ares benzeri, Priamoğlu
Hektor idi ki, Kronosoğlu Zeus ona zafer yüzü göstermişti.
Böyle gitse güzel gemileri alevler içine atacaktı, eğer Here Sultan, hemen
tezlikle, Ahaylıları cesaretlendirmeğe, çalışmak fikrini Atreoğlu
Agamemnon'a telkin etmeseydi. O da hemen harekete geçerek,
Ahaylıların barakalarıyla gemileri arasında, elinde dört köşeli büyük
bir erguvan parçası, bir bu yana, bir o yana, seğirtmeğe koyuldu. Şimdi
ise Odysseus'un gemilerinde, iki böğürü derin kara geminin üstünde
durdu; hattın ortasına gelen bu gemi her iki tarafa sesi işittirmeğe
elverişli idi; hattın bir ucunda Telamonoğlu Ayas'ın, öbür ucunda
Ahilleus'un gemileri vardı; iç ateşlerine ve kollarının kuvvetine
güvenerek iki ucu tutmuşlardı. Agamemnon, bütün Danaoslular için
işitilebilir yüksek bir sesle haykırdı:
— Ayıp, utanın, Argoslular, görünüşleri çok güzel korkaklar!
Hani övünüp böbürlenmeniz nerede kaldı? Sözde kahramanlardık,
Lemnosta, düz boynuzlu sığırların filetolarını atıştırır ağızlarına kadar
dolu şarap testilerini yuvarlarken, kendi kendimize övünür dururduk:
birimiz tek başına, yüz, iki yüz Troyalı ile savaşabilecektik! Şimdi ise,
hepimiz tek bir Troyalıya, Hektora karşı koyamıyoruz! Biraz daha
sonra böyle giderse, gemilerimizi ateşe verip yakacaktır. Hey Zeus
Baba, hiç güçlü hanlardan bir başkasının gözlerini bu derece kör ettiğin,
elinden şanı şerefi aldığın var mıdır? Halbuki ben söyliyebilirim:
hiç bir zaman, buraya felâketime gelirken, hiç bir zaman senin çok
güzel tapınaklarından birine, kürekleri sağlam bir gemi üzerinde
179/555
uğrayıp ta sana bir öküzün butlarını ve iç yağını yakmıyayım. Surları
sağlam Troyayı almak arzusu bende o derece kuvvetli idi. Hey ulu tanrı,
dileğimi yerine getir: tehlikeden kurtulmamıza yol ver. Ahaylıları
Troyalılara yendirme.
Böyle dedi. Tanrıların Babası onun göz yaşları döktüğünü
görünce acıdı, dileğini onayladı: ordusu sağ esen kalacak, mahvolmıyacak.
Çabuk kartalı, kuşların en emniyetlisini salıverdi; kartal,
pençesiyle tuttuğu tez koşan bir dişi geyiğin yavrusunu, Ahaylıların
çok güzel tapınağına bıraktı: burada bütün seslerin sahibi (alâmetleri
bilerek gösteren) Zeus'a kurbanlar sunmak Ahaylıların âdeti idi. Alâ-
metin Zeus'tan geldiğini anladılar ve taze bir ateşlilikle Troyalılara
saldırdılar; artık kavgadan başka bir şey düşünmüyorlardı. Bu kadar
çok sayıda olan Danaoslulardan kimse Tydeoğlundan önce davranamamıştı:
en ilki Diomedes tez koşan atlarına hendeği aştırdı, düş-
mana karşı girip kavgaya başladı. Herkesten çok önce, Troyalı bir
savaşçıyı, Fradmonoğlu Agelaos'u, atlarını kaçışa sürerken, kargısını
arkasına, omuzları arasına sapladı ve göğsünü deşti geçirdi. Adam arabasından
devrildi, üstünde silâhları çınladı.
Diomedes'in arkasından Atreoğulları, Agamemnon ile
Menelas geliyordu; ondan sonra ateşli cesaretiyle iki Ayas; sonra İdomene,
İdomene'nin arkasından Enyoles'in (Ares'in) benzeri Merion,
sonra Evemon'un ün salmış oğlu Evrypyl; nihayet dokuzuncu olarak,
yayı ile ucunu arkaya kadar gererek çeken Tevkros geliyordu. Tevkros
gidip Telamanoğlu Ayas'ın kalkanı altında yer aldı; sonra Ayas hafifçe
kalkanının yerini değiştirince, Tevkros tedbirli bir göz attı ve az sonra
yığınlar içinde okunun değmesiyle bir savaşçı olduğu yere düşerek can
180/555
verdi; Tevkros ise, annesine dönen bir çocuk gibi, tekrar Ayas'ın gölgesine
girdi. Ayas da onu parlak kalkanıyla sakladı.
Kusursuz Tevkros'un yıktığı Troyalılar kimlerdi? En önce
Orsilohos'u, Ormenon ve Ofelestes'i Daitor ile Hromios'u ve tanrılar
eşi Lykofontes'i Polyemonoğlu Amopaon'u ve Melanipos'u. Hepsini,
birer birer, bereketli toprağın üstüne serdi. Budunlar Hanı
Agamemnon, onun, güçlü yayı ile Troyalıların hatlarına ölümü
götürdüğünü görerek sevinç içinde kaldı; yanına gelerek şöyle söyledi:
Tevkros, sevgili baş, Telamonoğlu, savaşçılar başı! böyle, ok
atmağa devam et, belki Danaoslular için ve baban Telamon için selâ-
met ışığı olursun. İşin nasıl olacağını sana söyliyeyim: eğer egid
kalkanını tutan Zeus ve Athene bana güzel İlion sitesini alıp talan etmeği
nasip ederlerse, benden sonra ilk olarak sana, seçkin bir şeref
payı ayıracağım: bir üç ayaklı, ya arabasıyla bir çift at, veya yatağına
girecek bir kadın.
Kusursuz levkros da şöyle cevap verdi: — Ulu şanlı Atreoğlu,
ben kendim ateşli bir kavga arzusu içindeyim, beni cesaretlendirmeğe
ne hacet? Onları İlion'a sürmeğe başladığımız saatten beri pusudayım,
ve oklarım onlardan adamlar öldürmektedir. Uzun temrenli sekiz ok
atmış bulunuyorum, hepsi de cesur delikanlıların etine kemiğine saplanmıştır.
Yalnız şu kudurmuş köpeği vuramıyorum.
181/555
Böyle dedi, ve yayının kirişinden doğru Hektor üzerine bir ok
daha fışkırttı; bütün gönlüyle ne kadar ona değdirmek istiyordu! Fakat
ok kayarak onun yerine kusursuz Gorgytion Priam oğlunu göğsünün
ortasından vurdu. Bir haşhaş çiçeği bahar yağmurlarıyla meyvası
altında bir yana nasıl eğilirse, vurulan savaşçının başı da öyle eğildi.
Tevkros, yayının kirişinden doğru Hektor üzerine bir ok daha
fışkırttı; bütün gönlüyle ne kadar vurmak istiyordu! Bu sefer de oku
Apollon kaydırdı. Ok kayıp Arheptolem'i, Hektor'un çok cesur arabacısını
göğsünden, memenin yanından vurdu. Adam, arabasından
devrildi, atları bir tarafa kaçtı, vurulan ise oracıkta, hayatı kesilmiş, iç
ateşi sönmüş kaldı. Arabacısının öldüğünü gören Hektor'un yüreği
yakıcı, acı kaygılar içinde kaldı. Bir arkadaşı kaybetmekle çok üzüldü
ise de vurulanı orada bıraktı; pek yakın bir yerde olduğunu gördüğü
kardeşi Kebriona seslenerek arabanın dizginlerini almasını emretti.
Kebrion dinledi ve itiraz etmedi. Kendi pırıl pırıl arabadan yere atlayıp
korkunç naralar attı. Eliyle yerden bir taş kaldırarak doğru Tevkros'a
yaklaştı. O sırada Tevkros okluğundan yeni bir ok çekmiş, kirişin
üstüne koymuştu bile; omuz boyunca, köprücük kemiğinin, göğsü boyundan
ayırdığı yere, isabetin en kolay olduğu noktaya çekiyordu, ki
tulgası kıvılcımlı Hektor sivri taşı atarak Tevkros'un kirişini kırdı. Kolu
bilekten uyuştu; oracıkta devrilerek diz üstü çöktü; yay elinden
düşmüştü. Fakat Ayas düşen kardeşini terketmedi, onu korumağa,
kalkanının altına almağa koştu. İki sevimli arkadaş, Ehios oğlu
Mekiste ile tanrısal Alestor sokularak vurulanı koca karınlı
gemilere kaçırdılar; o ise boyuna ağır hıçkırıklarla inliyordu.
182/555
AHAYLILARIN YENİLMESİ
O zaman Olymposlu, Troyalıların savaş ateşini yeniden yükseltti:
Ahaylıları, doğru, derin hendek üzerine bastırdılar. Hektor,
kuvvetine mağrur, en ön saflarda yürüyordu. Tez ayaklı bir köpek bir
yaban domuzunun veya bir arslanın arkasından giderek nasıl tezlikle
kovalar, yanlarını veya sağrısını sıkıştırır, her hareketini gözetlerse,
onun gibi Hektor başları saçlı Ahaylıları kovalıyor, daima en
arkadakini öldürüyordu; ötekiler kaçıyorlardı. Fakat tam bozgun
halinde kazıkları ve hendeği geçtikten ve yüzlerde Troyalının saldırışı
altında can verdikten sonra gemilerin yanına geldiler. O zaman kaçışı
durdurarak birbirlerini çağırmağa ve cesaretlendirmeğe başladılar, ve
elleri göğe uzanmış, her biri bir tanrıya, hararetli dua ettiler; bu sırada
Hektor güzel yeleli atlarını her yana koşturup döndürüyordu; gözlerinde
Gorgon'un ve ölümlüler musibeti Ares'in bakışı parıldıyordu.
HERE İLE ATHENE'NİN HEYECANA GELMESİ
Onları o halde gören beyaz yollu tanrıçanın yüreği acıma ile
doldu. Hemen Athene'ye dönerek kanatlı sözler söyledi:
— Eyvah! egid kalkanını tutan Zeus'un kızı! Anaosluların böyle
can verdiklerini görürken, son bir defa olarak yardımlarına koşmaktan
nasıl vaz geçeriz? Tek bir adamın, Priamoğlu Hektor'un saldırışları
183/555
altında hazin kaderlerini tamamlayıp mahvolsunlar mı? Bu adamın
öfkesi sona ermeli artık! Şimdiden ettiği fenalık çok fazla:
Çakır gözlü Athene şöyle cevap verdi:
— Bu adamın, çok çabuk, kendi vatanının toprağı içinde, Argosluların
kollarıyla, ateşliliği de söner nefesi de kesilirdi. Ama benim
babam da kızgın; düşüncelerinde, yüreğinde hiç insaf yok. Daima zalim,
adaletsiz; arzularımı kırıyor, iç ateşimi söndürüyor. Kaç defa,
Eurysthe'nin (emriyle Heraklisin) işleri sırasında, son nefesini vermek
haline gelen oğlunu kurtarmış olduğumu hatırlamıyor: göğe ellerini
kaldırıp ağlarken, Zeus, beni gökten yardımına yolladı. Kapıları sıkı
sıkı kapalı Hadese, Erebes'ten Hades köpeğini götürmeğe gönderilmişti!
Styks suyunun derin akıntısından yakayı kurtaramıyacaktı.
Şimdi ise bana hınç gösterirken Thetis'in arzularını yerine getirmiştir:
deniz tanrıçası dizlerine sarılmış, eliyle çenesini okşamış, oğlu şehirler
fatihi Ahilleus'un şerefini yükseltmek ricasında bulunmuştur.
Bir gün gelecek, bana: «çakır gözlü, sevgili kızım» diyecek!
Fakat, saati geldi: sen duynakları kalın atları hazırla. Bu sırada ben,
kendim, egid kalkanını tutan Zeus'un sarayına sokulacağım, savaş için
silâhlanacağım. Öğrenmek istiyorum: Priamoğlu, tulgası kıvılcımlı
Hektor, ikimizin kavga meydanında görünmemizden haz duyacak mı?
Veya Ahay gemilerinin yanında bir Troyalının eti, kemiği, yağı ile kurda
kuşa yem mi olacak?
184/555
Böyle dedi ve kolları beyaz tanrıça Here itiraz etmedi. Büyük
Kronos'un kızı sayın tanrıça Here alınlarının bezeği altından atlarını
hazırlamağa ve teftiş etmeğe gitti. O sırada, egid kalkanını tutan
Zeus'un kızı Athene, kendi elleriyle dokuduğu ve işlediği yumuşak elbisesini
babasının toprağına salıverdi: sonra bulut devşiren Zeus'un
kaftanını giyerek göz yaşları kaynağı kavga için silâhlandı. Nihayet
alev gibi pırıltılı arabaya bindi; güçte kuvvet o en üstün tanrının kızı
olarak, öfkelendiği kahramanların saflarını bozmak için kullandığı
uzun, ağır, kuvvetli mızrağını eline aldı. O zaman, Here, kuvvetle atları
kamçıladı ve işte saatların beklediği gök kapıları kendiliklerinden inlediler:
kalın bir bulutla örtmek veya bulutu dağıtmak vazifesiyle
birlikte Olymposun ve geniş göklerin girişini beklemek bu saatlere verilmiştir.
Atları üvendirekle dürterek arabayı buradan geçirdiler.
Fakat Zeus Baba İda'nın üstünden onları görerek müthiş bir
öfke içinde kaldı ve altın kanatlı İris ile onlara şu haberi gönderdi:
— Tez uçan İris, yola çık, onları geri çevir; benimle yüz yüze
gelmelerine meydan verme: İş kavgaya giderse çok fena olur. Ne
olacağını sana söyliyeyim: boyunduruk altında tez koşan atlarının
baldırlarını kıracağım; arabalarını da parçalayacağım. Yıldırımlarımla
öyle bir hale gelirler ki, ondan sonra on yıl, birer birer, geçse onları ondurmuş
olmaz. Çakır gözlü Bakire babasıyla dövüşeceği günü hep
hatırlayacaktır. Here'ye karşı hıncım, kinim daha azdır, benim istediğime
engel olmak onun her zamanki âdetidir.
185/555
Böyle dedi, ve yelayaklı İris haberciliğine atıldı. İdanın tepelerinden
yukarı Olymposa ulaştı. Girintisi çıkıntısı çok Olymposun
birinci kapısında tanrıçalarla karşı karşıya geldi; Zeus'un buyurduklarını
tekrarlıyarak onları alıkoymıya çalıştı
— Ne yapmak arzusundasınız? İçinizde yüreğinizi öfkeye getiren
nedir? Kronosoğlu Argosluların yardımına gitmenize yol vermiyor.
Kronosoğlunun tehditleri işte neler yapacağını anlatıyor: tez koşan
atlarınızın boyunduruk altında, baldırlarını kıracak; sizi, oturduğunuz
yerden aşağı atacak; arabanızı parçalıyacak. Yıldınmlariyle öyle bir
hale geleceksiniz ki, ondan sonra on yıl, birer birer, geçse sizi ondurmuş
olmıyaraktır. Çakır gözlü Bakire, babanla dövüşeceğin günü hep
hatırhyacaksın. Here'ye karşı hıncı, kini daha azdır: onun isteğine engel
olmak Here'nin her zamanki âdetidir.
Böyle dedikten sonra, yelayaklı İris çekildi, gitti. Bunun üzerine
Here Athene'ye şöyle söyledi:
— Eyvah, egid kalkanını tutan Zeus'un kızı! Olduğumuz yerde
duralım. Ölümlüler için, ikimizin, Zeus'a karşı kavgaya kalkmamızı
ben doğru bulmuyorum. Onlardan filân ölmüş falan yaşamış: kader ne
ise öyle olsun! Troyalılarla Ahaylılar arasında, yüreğiyle ve tasarlayışlarına
göre karar vermek Zeus'a düşer: bundan iyisi yoktur.
186/555
Böyle dedi, ve duynakları kalın atlarını çevirdi. Saatler güzel
yeleli atları koşumdan çözdüler; ondan sonra göksel yemliklere
bağladılar. Arabayı girişin karşısında ki pırıl pırıl duvara dayadılar.
Tanrıçalar da, yürekleri kederli, tanrılar arasındaki altın tahtlarına
oturdular.
ZEUS, TROYALILARA YARDIMDA BULUNMAYA
KARAR VERiYOR
Zeus Baba İda'nın üstünden, atlarıyla ve güzel tekerlekli arabasıyla,
Olympos'a sürerek tanrılar Meclisine geldi. Ün salmış Yeri
sarsan, atlarını koşumdan çözdü, arabayı kaidesi üzerine koydu ve
üstünü örttü. Bu ara gürler sesli Zeus altın tahtına çıkıp oturdu; ayaklarının
altında geniş Olympos sarsıldı. Athene ile Here, Zeus'tan uzak
bir yerde, sessiz sedasız, hiç bir şey sormaksızın oturuyorlardı. Ulu
tanrı aklıyla düşünerek ve bilerek şöyle dedi:
— Niçin bu kadar kederli duruyorsunuz, tanrıçalar, Here,
Athene? pek te fazla yorulmuş olmasanız gerek; şu müthiş kin beslediğiniz
Troyalılara karşı, şan şeref kazandıran kavgada uzun boylu
dolaşmış ta değilsiniz? Ateşli gücüm ve ellerim öyle müthiştir ki,
Olympos'ta oturan tanrılar birleşse, hepsi birden karşıma çıksa sırtımı
döndüremez. Siz gözlerinizle kavgayı ve bütün dehşetli işlerini
görmeden, parlak endamlarınız korkuya tutuldu. İleri gitseydiniz ne
olacaktı, onu size ben söyliyeyim: yıldırıma çarpılacak arabanızla
ölümsüzlerin oturduğu Olympos'a dönemiyecektiniz.
187/555
Böyle dedi. Here ile Athene mırıldandılar. Yan yana oturmuşlar,
Troyalılara nasıl fenalıklar edeceklerini tasarlıyorlardı. Athene
sus pus oturmuş Zeus Babaya gücenikliğiyle beraber ağzından kelime
çıkmıyordu; ama gittikçe öfkesi içini yakıyordu. Here ise, göğsünde
öfkesini bastıramadı, söz alıp konuştu:
— Müthiş Kronosoğlu, o söylediklerin nasıl sözlerdir? Biz çok
iyi biliyoruz, senin kolun bükülecek kol değildir. Bununla beraber
Danaoslu savaşçıların felâketine acımaktan kendimizi alamıyoruz:
kötü kaderlerini tamamlayıp hepsi mahvolup gidecek. Madem ki emrediyorsun,
pekiyi kavgadan uzak duralım, fakat Argoslulara, işlerine
yarıyacak bir fikir de mi telkin etmiyelim? Sen bir kere onlara
öfkelendin diye hepsi mahvolmamalıdır.
Bulut devşiren buna cevap olarak şöyle dedi:
— Tan ağarmasını bekle büyük güzel gözlü Here Sultan! ve pek
ısrar ediyorsan güçlü kuvvetli Kronosoğlunun Argoslu savaşçıların
geniş ordusuna ölümü nasıl götüreceğini görürsün. Güçlü Hektor ayağına
çabuk Peleoğlunun, gemilerin yanında, harekete gelmesinden
önce kavgayı kesmiyecektir: ölecek Patroklos'un cenazesi için en
müthiş savaşların başlıyacağı güne kadar. Karar verilen kader
böyledir. Seni, senin öfkeni hiç umursamam, yer ile denizin hudutlarına
varsan bile: orada Japet ile Kronos, hiç kurtulmamak üzere,
kapanmış, güneşin lâtif ışınlarından ve havanın nefeslerinden
mahrum tutulmuştur; yakınlarında ise Tartar var! Oralara kadar gidip
dolaşsan bile seni hiç mühimsemem çünkü senden daha köpek hiç bir
188/555
şey yoktur. Böyle dedi, ve kolları beyaz Here hiç karşılık vermedi. Bu
arada güneşin alevli pırıltıları Okeanosun altına inerek bereketli yer
üzerine karanlık geceyi yaydı. Troyalılar ışığın battığını esefle
gördüler. Ahaylılar için ise, tersine, üç kat beklenen karanlık gece
büyük bir sevinçle karşılandı.
GECENİN TROYALILARI DURDURMASI
Ün salmış Hektor, bu arada, Troyalıların Derneğini topladı:
gemilerden uzaklaşarak, burgaçlı ırmağın kenarında, kadavralar
arasında kalmış temiz bir yer bulmuştu. Arabalarından yere inerek
oturmuşlar, Zeus'un sevgilisi Hektor'un söylediğini dinliyorlardı.
Avucunda, on bir arşın uzunluğunda tunç temreni altın çenberle
sarılmış bir mızrak tutuyordu: alevleri önüne yayılıyordu. Hektor
ona dayanarak konuştu:
— Dinleyin beni, Troyalılar, Dardanlılar, müttefikler! Az önce
sanıyordum ki, bir kere Ahaylıları gemileriyle birlikte imha ettikten
sonra, rüzgârların dövdüğü İlion'un yolunu tutabileceğiz. Fakat daha
önce karanlık geldi ve şimdilik Argosluları ve deniz kumsalı üzerinde
gemilerini işte bu karanlık kurtardı. Biz de şimdilik karanlık geceyi
dinliyelim, akşam yemeğimizi hazırlamakla meşgul olalım. Arabaların
altından güzel yeleli atları çözün; yanlarına yemlerini koyun. Sonra şehirden
öküzler ve kocaman koyunlar getirirsiniz. Çabuk davranın!
189/555
Evlerinizden de şarap ve ekmek tedarik edin. Nihayet, çok çok odun da
toplayın, bütün gece, sabah tan ağarıncaya kadar, bir çok ateşler yakmalıyız,
alevlerinin ışıkları göklere yükselsin: eğer başları saçlı
Ahaylıların, kaçmak için, karanlık geceden faydalanıp geniş denize
açılmalarını istemiyorsak. Fakat hayır, dövüşmeden, rahat rahat gemilerine
binip gitmemelidirler; her biri, gemisine atlarken de olsa ya bir
okla ya temreni sivri bir mızrakla bir kere daha yaralansın da memleketine
öyle dönsün; bir daha at kısrak terbiyecileri Troyalılara göz
yaşları döktüren Ades'i getirmek hevesinden vazgeçsinler. Zeus'un
sevgilileri çavuşlar şehir içinde yaysınlar ki emir vardır: genç delikanlılar
ve şakakları ağarmış yaşlılar, şehri çeviren kuleleri yüksek, tanrı
yapısı hisarlarımız üzerinde toplansınlar. Her kadın kendi evinde
büyük bir ateş yaksın; ve aralıksız nöbet beklesin, düşman pusu kurup
savaşçıları dışarda olan şehre sokulmağa fırsat bulmasın. Dediğim gibi
yapın, ulugönüllü Troyalılar. Şimdi söylediklerim, şu saatteki duruma
göre alınmış tedbirlerdir. Sabah tan ağarırken at kısrak terbiyecileri
Troyalılara başka tedbirler söyliyeceğim. Umuyorum Zeus'tan ve
bütün taunlardan diliyorum ölüm tanrıçalarına gönül vermiş şu
köpekleri buradan koğalım. Yarın, şafakla, baştan ayağa, silâhlı olarak,
koca karınlı gemilerde, ateşli Ares'i uyandıralım. O zaman anlıyacağım:
Tydeoğlu Güçlü Diomedes mi beni gemilerden bizim hisarlara
sürecek, yoksa ben mi onu tunç temrenle deşip kanlı soykalarını
götüreceğim. Fakat sanıyorum ki, yarın ki güneş doğarken, yığın yığın
yere yuvarlanacak yaralıların en ilklerinden olacak! Hay bana nasip
olaydı: yaştan ve ölümden korunmuş olaydım! Athene gibi, Apollon
gibi bir tanrının şerefi bana da verilmiş olaydı! işte o gün Argosluları
felâkete atmak bir hakikat olurdu!
Hektor böyle konuştu, Troyalılar da onu alkışladılar. Hemen,
terlemiş atlarını boyunduruktan çözdüler; sonra arabalarının yanında
kayışlarla bağladılar, ve çabuk davranarak şehirden öküzler, kocaman
190/555
koyunlar getirdiler; evlerinden tatlı şarap ve ekmek edindiler, çok çok
odun topladılar ve az sonra yanık yağ dumanı göklere yükseliyordu.
Hepsi büyük ümitler ve yüksek düşünceler içinde, bütün gece
kavga meydanında kalıp ateşler yaktılar.
Gök kubbesinde, yelsiz ether içinde, ışıklı ay etrafında, sayısız
yıldızlar nasıl şıkır şıkır parıldarsa; onun gibi, gemilerle Ksanthe
ırmağı arasında, Troyalıların İlion önün de yaktıkları ateşlerden pırıl
pırıl alevler yayılıyordu.
Birdenbire sonsuz ether içinde, Şafak altın tahtı üzerinde
görünerek tan ağardı, çobanın gönlü sevinç içinde kaldı. Atlar da,
ayakta, önlerine atılmış olan beyaz arpayı ve esmer sumteri o sırada
bitiriyordu.
191/555
ŞAN : IX
AHAYLILARIN GECE TOPLANTISI
Böyle, Troyalılar nöbetçileri bekletirken, Ahaylılar, yürekleri
donduran bozgunun kardeşi çılgın bir korku içinde kalmışlardı. Bütün
kahraman savaşçıları katlanılmaz bir matem çarpmıştı. Balıklı deniz
birden esen iki rüzgârla nasıl kabarırsa, her ikisi Thrakiadan esen
Boreas ile Zefir nasıl birden bire siyah dalgalar yükseltir ve sahillere
boylu boyunca yosunlar saçarsa onun gibi, göğüsleri, içinde,
Ahaylıların yürekleri yırtılmış, parçalanmıştı.
Bu ara, Atreoğlu yürekten müthiş kederlenmiş her tarafta gür
sesli çavuşları arıyarak onlara Derneği toplamak emrini veriyordu:
üyeler teker teker, isimleriyle çağrılacak, hiç ses çıkarılmıyacaktı.
Kendi de onlardan ilkin buna çalışıyordu. Üyelerin hepsi, gamlı oturmuş,
Dernek toplanmıştı. O zaman Agamemnon gözlerinden yaşlar
dökerek ayağa kalktı: yalçın bir kayadan kara sularla akan karanlık bir
pınara benziyordu. Ağır hıçkırıklarla Argoslulara şunları söyledi:
— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları! Kronosoğlu
Zeus beni müthiş bir felâket tuzağına düşürdü; zalim, vaktiyle bana
söz vermiş ve va'dini teyid etmişti ki, ancak hisarları sağlam İlion'u
alıp talan ettikten sonra memlekete dönecektim. Meğer bana fena bir
pusu kuruyormuş, şimdi işte beni Argos'a dönmeğe çağırıyor: alnımda,
boşuna bunca insanları mahvetmiş olmak şerefsizliği olduğu
halde! Ne çare! Zeus böyle istiyor, kudreti sonsuz Zeus ki bunca Hanın
başından tacını almış, daha da başkalarından alacaktır; çünkü güçte
kuvvette en üstün odur! O halde haydin, hepimiz benim dediğim gibi
yapalım, gemilerimize binip vatanın sahillerine doğru kaçalım. Saati
geçmiştir, geniş Troya şehri artık bizim olmıyacaktır.
Böyle dedi; hepsi sustular, ses çıkarmadılar. Uzun bir zaman
Ahaylıların oğulları, böyle, dilsiz ve gamlı kaldılar. Nihayet, narası gür
Diomedes söz alıp konuştu:
— Atreoğlu, düşüncesizliğin için, en önce seninle atışacağım;
Dernek'te görenek böyledir, ey Han! Darılmıyasın. İlk olarak sen öfkelenip
Danaosluların önünde yiğitliğime hakaret ettin: bana hamasetsiz,
gevşek, korkak dedin. Bütün bunları Argoslular, gençleri ihtiyarları, iyi
bilirler. Sana gelince, dolap çeviren Kronosoğlu vergi vermede tutumlu
hesaplı davranmıştır: çok kudretli, hepsinden üstün bir asa vererek
şanını şerefini yükseltmiştir, fakat hamaset, kavgada iç ateşi vermemiştir,
en yüksek erdem ise budur. Zavallıcık, sen Ahay oğullarını
bu derece gevşek, korkak mı sanıyorsun da öyle konuşuyorsun?
Yüreğinde böyle bir sıla arzusu varsa, kalk git: önünde yolun açık;
gemilerde denizin yanında duruyor, o gemiler ki Mykenes'ten
çıkarken, donanma olarak arkadan gelmişlerdi. Başları saçlı başka
Ahaylılar, Troyayı alıp talan edinceye kadar burada kalacaklardır. Onlar
da isterlerse gemilerini alıp sevgili vatan toprağına kaçsınlar. Yalnız
ikimiz. Sthenelos ile ben, kalırız. Troya'nın kaderini elde edinceye
kadar dövüşürüz. Burada bulunuyorsak her halde tanrının dileği ile
bulunuyoruz.
193/555
Böyle dedi, ve bütün Ahay oğulları at kısrak terbiyecisi
Diomedes'in söylediklerini beğenerek alkışladılar. Sonra araba ustası
Nestor ayağa kalkarak konuştu:
— Tydeoğlu, kavgada güçlü kuvvetlisin. Dernekte de yaşıtların
arasında, hepsinden üstünsün. Ahaylılardan söylediklerini beğenmiyecek,
aksini söyliyecek kimse yoktur. Fakat her şeyi söylemiş değilsin.
Hakikat şu ki gençsin; oğlum, bütün oğullarımdan sonra doğmuş bir
oğlum olabilirsin. Böyle ise de, Argos Hanlarına sağduyu sahibi bir
adam gibi konuşmaktan geri kalmıyorsun. Fakat ben, senden çok daha
yaşlı olmakla övünen ben, söylediklerini tamamlamalıyım, her şeyi
söylemeliyim. Ve sanırım ki, söyliyeceğim şeyler için, beni kimse,
Agamemnon bile kıramıyacak. Demos içinde harp isteyen adamda
aile, görenek, yurt, vatan duygusu yoktur: bu yüreği üşütüp titreten
savaştır. Fakat haydin şimdi karanlık geceyi dinliyelim, akşam yemeğini
hazırlıyalım. Bekçi takımları açık hendeğin yanında, hisarın
dışında nöbet beklemeğe gitsinler; bunları delikanlılara söylüyorum.
Ondan sonra, Atreoğlu, sen bize baş ol, çünkü en büyük Han sensin,
ihtiyarlara ziyafet vermek itirazsız sana düşer. Barakaların şarapla
doludur: Ahaylıların gemileri her gün sana Thrakiadan geniş deniz
üzerinden getiriyorlar. Ağırlamak için her şeyin vardır bir çokları üzerine
de hanlık hükmü sürmektesin. Dernek toplantılarında kimlerin en
iyi tedbirleri ileri süreceğine kulak asarsın. Şu saatte, düşman, gemilerimizin
çevresinde sayısız ateşler yakmakta iken Ahaylıların en iyi
ve en sağlam tedbirlere ihtiyaçları yok mudur? Kimin içi rahat edebilir?
Gece orduyu ya parçalıyacak veya selâmete çıkaracak. Böyle dedi,
ve hepsi dinleyip kandılar.
194/555
Bekçi takımları, silâhlanmış olarak, iş başına gidiyorlardı:
başlarında ya budunlar çobanı Thrasymedes Nestoroğlu, ya Aresoğulları
Askalafos ile İalmenes; ya Merion, Afareos, Deipyros; ya
Kreonoğlu tanrısal Lykomedes vardı. Bekçi takımlarının başları yedi
idi, her birinin çevresinde yüz delikanlı, ellerinde uzun mızrakları ile,
toplanmıştı. Hendek ile hisar arasında yerleştiler; her takım ateşini
yakarak akşam yemeğini hazırladı.
Bu ara, Atreoğlu, bütün Ahay ilinin ihtiyarlarını toplu olarak
kendi barakalarına götürdü, onlara yüreklere neşe veren bir ziyafet
verdi. Onlar da hazırlanıp önlerine konan yemeklere ellerini uzattılar;
ve iştihalarını susuzluklarını yatıştırdıktan sonra, ihtiyar Nestor söz
alıp tasarladığı plânı açıkladı:
— Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon, sözün
sonunu sana getireceğim gibi söze de seninle başlıyorum. Hükmün
altında pek çok halk bulunuyoruz. Zeus ise eline hem asayı hem
görenekleri vermiştir ki onları tedbirle idare edesin. Bunun için söz
söylemek sana ne kadar gerekiyorsa başkalarını dinlemek te gerektir;
biri gönlünün dürtüsü ile cümlenin iyiliği için söz söylerse onun ileri
sürdüğüne uygun tedbir almak gerektir. İşte ben şimdi, bana en iyi
görüneni söyliyeceğim. Benim çoktan edinmiş olduğum ve bugün
üstünde durduğum kanaate varmış bir başkası yoktur. Zeus dölü,
öfkelenmiş Ahilleus'un barakasından bizim istediğimize aykırı olarak
kız Briseis'i aldığın gün bu kanaate gelmiştim! Seni vazgeçirmek için
ne kadar çok söz söylemiştim! Fakat sen yüksek gönlüne kapıldın;
ölümsüzlerin, şanın şerefini yükselttiği bir kahramana hakaret ettin;
şeref payını elinden aldın ve hâlâ tutuyorsun! Şimdi, haydi, vakit
195/555
varken, gönül çeken hediyelerle, tatlı sözlerle onu nasıl yatıştırabileceğimizi
düşünelim.
AGAMEMNON'UN TEKLİF ETTİĞİ HEDİYELER
Ona budunlar Hanı şöyle karşılık verdi:
— İhtiyar, sayıp döktüğün hatalarım yalan değildir. Bu
hataları inkâr etmiyorum. Nice savaşçı değerindedir o kahraman ki,
Zeus şerefini yükseltmek için Ahaylıların ordusunu bozguna uğratmaktadır.
Fakat meymenetsiz, duygulara uyarak hatalar işledimse,
şimdi de tamirleri için sayısız kurtulmalıklar vermeğe hazırım.
Hepimizin önünde, vereceğim çok seçkin hediyeleri sayayım: yedi
üçayaklı ki henüz alev görmemiş; on batman (talant) altın; yirmi tane
ateş gibi pırıl pırıl kazan: yarışlarda bir çok ödül kazanmış on iki
kuvvetli at: bu duynakları kalın atların yarışlarda bana kazandırmış
oldukları ödülleri biri elde etse kıymeti çok büyük altın edinebilirdi!
Ona kusursuz işlerde eli yatkın yedi kadın da vereceğim. Bunlar Lesboslu
kadınlardır: kendisi güzel Lesbos şehrini aldığı zaman onları
kendime ayırmıştım: güzellikte bütün kadınlardan üstün oldukları
için. Bunları ona vereceğim, ve onlarla birlikte, vaktiyle kendisinden
aldığım Brises'in kızını da bulacaktır; ve büyük and içiyorum ki hiç bir
zaman yatağıma almış değilim: erkeklerle kadınlar arasında âdet olan
münasebette bulunmamışımdır. Bütün bunlar, hemen kendisine
verilecektir. Bundan başka, eğer tanrılar bize Priam'ın geniş sitesini
alıp talan etmeği nasip ederlerse, Ahaylılar arasında ganimetler paylaşılırken
gelsin, gemisini bol bol altın ve tunç yüklesin; fazla olarak,
196/555
Argoslu Helene'den sonra en güzel Troyalı kadınların yirmisini seçsin,
götürsün. Ve bir gün Ahay ilinde, yerin memesi Argos'a dönersek, damadım
olsun; kendisine, büyük itinalarla büyütülmekte ve şımartılmakta
olan, benim tekne kazıntısı sevgili oğlum Orestes ile aynı derecede
saygı ve sevgi göstereceğim. Güzel yapılı konağımda üç kızım
vardır: Hrysothemis, Laodike ve İfianossa hangisini isterse alsın
Peleus'un konağına götürsün ve bana hediyeler vermesin: ben onlara,
dünyada kimsenin kızına vermediği zengin çeyizler hediye edeceğim.
Ona güzel şehirlerimden de yedi tane vereceğim: Kardamyl, Enope,
Hire şehirlerini otlaklarıyla beraber; tanrısal Peres'i ve çayırları gür
Antheia'yi, güzel Epeia'yı ve bağlarıyla birlikte Pedasus'u ona mülk
edeceğim. Hepsi deniz sahiline yakın, kumsal Pylos'un ötesindedir.
Onlarda oturan, koyunları ve sığırları bol, zengin insanlar ona tanrı
gibi saygı gösterecekler, asasının hükmü altında ona zengin vergiler
ödeyeceklerdir. İşte öfkesini yatıştırmak için bütün bunları vermeğe
hazırım. Artık o da razı olsun! Dediğinden vazgeçmiyen, inadı
bükülmiyen bir Hades vardır, bu yüzden insanların en çok nefret ettikleri
tanrı da odur. Ondan daha büyük hükümdar olduğum gibi yaşça
da ondan büyük olmakla övünebildiğim için bana uyarlık göstersin.
Buna ihtiyar araba sürücüsü Nestor karşılık verdi: — Çok şanlı
Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon! Ahilleus Hana verdikleri hiç te
küçümsenecek hediyeler değildir. Haydin, hemen seçkin kimseler
gönderelim, en büyük tezlikle Peleoğlu Ahilleus'un barakasına gitsinler.
Haydin, şimdi belirteceklerim itaate hazır olsunlar. En önde, Zeus
sevgilisi Feniks başa geçip kılavuzluk etsin, arkasından büyük Ayas ile
tanrısal Odysseus yürüyecekler; çavuşlarımızdan da Odios ile Evrybates
yanlarına katılacak. Şimdi eller için su getirin; sonra sükût emredilsin,
dualarımızla Kronosoğlu Zeus'a yalvaralım ve bize acımasını
ümit edelim.
197/555
Böyle dedi, ve söylediğini hepsi beğendi. Vakit geçirmeden
ellere su döktüler; delikanlılar Kraterleri (testileri) ağızlarına kadar
doldurdular; sonra herkesin sağrağına tanrılara saçı kılınacak şarabı
döktüler. Saçılar bittikten ve gönül istediği kadar içildikten sonra
Atreoğlu Agamemnon'un barakasından çıktılar, ihtiyar araba sürücüsü
Nestor hepsine ayrı ayrı tavsiyelerde bulundu, bir göz işaretiyle de
Odysseus'a anlatmış oldu: Kusursuz Peleoğlu'nu kandırmağa
çalışsınlar!
ELÇİLERİN AHİLLEUS'A GİTMESİ
Kumlu çakıllı kıyı boyunca, denizin gürültüsü içinde, yan yana
gidiyorlar ve Yeri sarsan tanrıya çok yalvarıyorlardı: kolaylıkla Aiakos
soyu Peleoğlunun ulu gönlünü kandırabilsinler! Myrmidonların gemilerine
ve barakalarına geldiler. Orada Ahilleus'u buldular. Kitara
çalarak gönül eğlendiriyordu; güzel sesli kitarası sanatla içlenmiş,
gümüşle süslenmişti. Bu çalgıyı alıp talan etmiş olduğu Eeton şehrinin
ganimetleri arasından kendisi için ayırmıştı. Bunu çalarak ve
kahramanların destanlarını okuyarak gönlü şad oluyordu. Karşısında
Patroklos, yalnız başına, sükût içinde oturmuş, Eiakos soyu
Ahilleus'un çalgıyı kesiş anlarını gözetliyordu. Tanrısal Odysseus
başta, ilerleyip Ahilleus'un önünde durdular. Şaşkınlıkla sıçrayıp ayağa
kalkan Ahilleus, kitarayı elinde tutarak, oturmuş olduğu yere
bıraktı; Patroklos da onun gibi, kahramanları görünce ayağa kalktı.
Sonra, elinin bir jesti ile, ayağına çabuk Ahilleus şöyle dedi:
198/555
— Selâm size! Dostlar gibi geliyorsunuz, elbet; yoksa büyük bir
ihtiyaç mı var? Çok darılmış isem de, ikiniz, Ahaylılar arasında en çok
sevdiklerimsiniz.
Tanrısal Ahilleus böyle diyerek onları ergovan halılar üzerine
oturttu; sonra, hemen yakınında duran Patroklos'a şöyle dedi:
— Menoetiosoğlu, daha büyük bir Krater (şarap testisi) al,
daha kuvvetli bir şarap hazırla; herkes için sağraklar getir; çatımın
altına gelenler çok sevgili dostlardır.
Böyle dedi; Patroklos da sevgili arkadaşına itaat etti. Çarçabuk
büyük bir et masası getirerek ocağın eşiği içine yerleştirdi; üstüne bir
koyun ve bir semiz keçi sırtı, bir de iyi beslenmiş, çok yağlı bir domuz
arkası getirip koydu. Automedon etleri tutuyor, tanrısal Ahilleus
doğruyordu; parçaladıktan sonra şişlere dizdi. Tanrılar benzeri Menoetios
oğlu da büyük bir ateş yaktı. Odunlar iyice yanıp alevleri sönmeğe
başlayınca, korları yaydı ve etlere tanrısal tuzu ekerek şişleri
ateşin üstüne uzattı. İyice kızardıktan sonra etleri şişlerden tepsilere
sıyırdı. Patroklos güzel sepetler içindeki ekmeği dağıtırken Ahilleus
kebapları pay pay ayırıyordu. Sonra tanrısal Odysseus'un karşısına
geçip oturdu ve arkadaşı Patroklos'a tanrılara kurban sunmak emrini
verdi. Ondan sonra, hazırlanmış, önlerine konmuş seçkin paylara,
hepsi, ellerini uzattılar. İstedikleri kadar yiyip içtikten sonra, Ayas
Feniks'e işaret etti; bunu gören tanrısal Odysseus, şarapla doldurduğu
sağrağını kaldırarak şöyle konuştu:
199/555
ODYSSEUS'UN NUTKU
— Selâm sana, Ahilleus! Herkesin payını aldığı ziyafetler,
bugün, gerek Atreoğlu Agamemnon'un barakasında gerek şimdi
burada eksiksizdir. Gönüllerin hoşlandığı yemekler boldur. Fakat şu
saatte ziyafeti cünbüşü düşünecek halde değiliz. Önümüzde, Zeus
dölü, büyük bir felâket kuruyor, ondan korkuyoruz. Denk yapılı gemilerimiz
kurtulacak mı, mahv mı olacak? Sen büyük hamasetinle
yardıma gelmedikçe bizim için bu acı düşünceden kurtuluş yoktur.
Coşkun Troyalılar ve ün salmış müttefikleri gemilerimizle hisar
arasında kamp kurmuşlar, sayısız ateşler yakıyorlar; daha ziyade dayanamıyacağımıza
inanarak kara gemilere atılmamızı bekliyorlar. Kronosoğlu
Zeus şimşekler çakarak onlara hayırlı alâmetler göstermektedir.
Hektor da, kuvvetine mağrur, Zeus'un yardımından emin, kudurmuşçasına
her tarafa seğirtiyor, tanrılara insanlara hürmet göstermiyor.
Tanrısal Şafak'ın görünmesini bekliyor. Gemilerimizi ateşlere
vermeğe ve dumanlar içinde bunalacak Ahaylıları kılıçtan geçirmeğe
hazırlanıyorlar. Bütün bunlardan gönlümle korku içindeyim: Tanrılar
tehditlerini hakikate eriştirecek mi? Kaderimiz atkısrak yatağı Argostan
uzak, Troya ili içinde mahvolmak mıdır? Yorgun, bitkin bir
halde olan Ahayoğullarını kurtarmağa, içinde, geç kalmış bir arzu duyuyorsan,
fazla beklemeden kalk artık! Fenalık olup bittikten sonra
çaresi bulunmaz; senin için de gelecekte acı bir pişmanlık olabilir!
Buna meydan vermeden, Danaoslulardan felâket gününü uzaklaştırmağı
düşün. Hey sevgili dost! Baban Peleus'un, seni
Agamemnon'a sefere gönderdiği gün şunları söylediğini hatırla:
«Çocuğum, zaferi sana Athene, Here vereceklerdir eğer isterlerse!
Fakat ulu gönlünü göğsünde bastırmak sana düşer; tatlılıkla hareket
etmek daima en doğru yoldur. Yaramaz atışmaya gem vur ki Argoslular,
ihtiyarları, gençleri, sana daha çok hürmet etsinler.» İhtiyar
bunları söylemişti, sen ise unutuyorsun! Haydi, daha vakit
200/555
geçmemiştir, canlar yakan öfkeni artık bir tarafa bırak. Agamemnon,
öfkeden vazgeçersen, sana küçümsenmiyecek hediyeler teklif ediyor;
henüz alev görmemiş yedi tane üç ayaklı; on batman altın; yirmi tane
ateş gibi pırıl pırıl kazan; yarışlarda bir çok ödül kazandırmış oldukları
ödülleri biri elde etse kıymeti büyük altın edinebilirmiş! Kusursuz işler
yapmada elleri yatkın yedi Lesboslu kadın da verecek; bunlar, en güzel
Lesbos şehrini alıp talan ettiğin zaman, güzellikte bütün kadınlardan
üstün oldukları için, kendisine ayırmıştı; bunları sana verecek ve
bunlarla birlikte senden aldığı Brises'in kızını bulacaksın; ve büyük bir
and ta içiyor ki hiçbir zaman onu yatağına almış değildir; onunla
erkeklerle kadınlar arasında âdet olan münasebette bulunmamıştır.
Bütün bunlar sana hemen verilecektir. Bundan başka, eğer tanrılar nasip
eder de Priam'ın geniş şehrini alıp talan edersek, Ahaylılar
arasında ganimetler paylaşılırken, sen de gemini bol bol altın ve tunç
ile yükliyeceksin; fazla olarak —Argoslu Helene'den sonra— en güzel
Troyalı kadınlardan yirmisini seçip götürürsün. Ve bir gün, kısmet
olur da, Ahay ilinde, yerin memesi Argosa dönersek damadı olacaksın,
sana büyük itinalarla büyütülmekte ve şımartılmakta olan tekne
kazıntısı oğlu Orestes ile aynı derecede saygı ve sevgi gösterecektir.
Güzel yapılı konağında üç kızı vardır: Hrysothemis, Laodike ve İfisanossa,
hangisini istersen alır, Peleus'un konağına götürürsün; ona
hediyeler vermiyeceksin; onlara, kendi dünyada kimsenin kızına vermediği
zengin çeyizler hediye edecektir. Bunlardan başka, sana, güzel
güzel şehirlerinden yedi tane verecek. Karcamyl, Enope, Hire şehirlerini
otlaklarıyla beraber; tanrısal Feres'i ve çayırları gür Antheia'yı;
güzel Epelia'yı ve bağlarıyla birlikte Pedasos'u sana mülk olarak
bırakacaktır. Hepsi deniz sahiline yakın ve kumsal Pylos'un az ötesindedir.
Onlarda oturan, koyunları ve sığırları bol zengin adamlar sana
tanrı gibi saygı gösterecekler; âsa'nın hükmü altında, sana zengin vergiler
ödeyeceklerdir, işte öfkeni yatıştırmak için bütün bunları yapmağa
hazırdır.— Eğer Atreoğlu ve hediyeleri, senin ulu gönlüne,
eskisinden de daha iğrenç gelecek olursa... o halde dahi, hiç olmazsa
öbürlerine, ordu içinde yorgun ve bitkin bir halde olan bütün
201/555
Ahaylılara acı! Onlar bundan sonra, seni bir tanrı gibi sayacak ve sevecekler.
İğrenç bir kudurganlık içinde, Hektor, buraya gemileriyle
gelmiş olan Ahay ordusu içinden kendisiyle boy ölçüşecek tek
kahramanın bulunmadığına inanıyor! Bu sefer, seninle temasa gelince,
onu yenecek, haddini bildirmiş olacaksın! Ahaylılara ne büyük bir şan
kazandıracaksın!
Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi: