25 Eylül 2009 Cuma

nutuk - mustafa kemal atatürk 11


DÜNYA ÖNÜNDE VERECEGIMIZ IMTIHANA HAZIRLANIRKEN



Efendiler, dünya imtihan meydanidir. Türk milleti, bunca yüzyillardan sonra yine bir imtihan, hem bu defa en çetin bir imtihan karsisinda bulunduruluyordu. Imtihanda basari saglamadan bize karsi lûtufkârca davranilmasinibeklemek dogru olabilir miydi?
Biz büyük bir ciddiyetle dünya önünde verecegimiz imtihana hazirlanirken, bir yandan da yabanci gözlemcilerin durumlarini ve bizim içinneler duyup düsündüklerini gözden uzak tutmamayi her zaman yararlibuluyorduk. Bu maksatladir ki, bildiginiz gibi, önce Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey'i daha sonra da Içisleri Bakani olan Fethi Bey'iAvrupa'ya göndermistik. Istanbul üzerinden Avrupa'ya gidecek olan Yusuf Kemal Bey'e, Istanbul'la ilgili bazi özel görevler verilmisti. Yusuf Kemal Bey, Izzet Pasa ve arkadaslariyla ve eger gerçekbir istek ve dilek olursa Vahdettin ile de görüsecekti. Vahdettin'in, Büyük Millet Meclisi'ni tanimasi, Izzet Pasa ve arkadaslarinin bizim çizdigimiz hedefe dogru yürümeleri geregini teklif edecekti. YusufKemal Bey, Istanbul'da aldigi talimat çerçevesinde hareket etti. Fakat, ne yazik ki, Izzet Pasa ve arkadaslari kendisini oyalayip aldatarak Padisah'a bir müracaatçi imis gibi götürdüler. Izzet Pasa vearkadaslari bununla da yetinmeyerek, Yusuf Kemal Bey'in Avrupa'daki tesebbüslerini karistirmak ve güçlestirmek için, Izzet Pasa'yiYunan isgali altinda bulunan yerlerden geçirerek, Yusuf KemalBey'den önce Paris'e ve Londra'ya gönderdiler. Izzet Pasa, bu yolculugunu son dakikaya kadar gizlemistir.
Yusuf Kemal Bey'in Paris ve Londra'da yaptigi görüsmelerden bir sonuç çikmadi. Yalniz su anlasildi ki, Itilâf Devletleri'nin DisisleriBakanlari yakin bir zamanda toplanacaklar ve bize baris tekliflerinde bulunacaklarmis. Anadolu'nun bosaltilmasi ilke olarak kabul edilmis ise de konferans görüsmeleri sirasinda savas baslarsa, baris tesebbüsleri sonuçsuz kalacagi için Yunanlilarla bir ateskes anlasmasi yapmamiz gerekirmis. Bu hususu Yusuf Kemal Bey'e söyleyen Lord Curzon (Lord Kürzon)'a Yusuf Kemal Bey, konferansin önce Anadolu'nunbosaltilmasina karar verip, bize ve Yunanlilara bildirmemesinin ateskesanlasmasindan daha etkili olacagini söylemis. Lord Curzon, ateskesüzerinde direnmis ve bunun hükûmetimize bildirilerek alinacak cevabinkendisine verilmesini istemis.


22 MART 1922 TARIHLI ATESKES ANLASMASI TEKLIFI



Yusuf Kemal Bey daha Türkiye'ye dönmeden Itilâf Devletleri, Disisleri Bakanlari Konferansi 22 Mart 1922 tarihinde Türkiye ve Yunan hükûmetlerine ateskes anlasmasi teklifinde bulundu.
Bu sirada ben cephede bulunuyordum. Ateskes anlasmasi teklifi bana Disisleri Bakani Vekili Celâl Bey tarafindan bildirildi. Bu teklifinana çizgileri sunlardi : Her iki tarafin birlikleri arasinda on kilometrelik, asker bulunmayan bir bölge meydana getirilecek, birlikler, insan ve cephane bakimindan takviye edilmeyecek. Birliklerin durumunda degisiklik yapilmayacak. Bir yerden bir yere malzeme de götürülmeyecek. Ordumuzu ve askerî durumumuzu, Itilâf Devletleri'nin askerî komisyonlarikontrol edip denetleyebilecekler. Bu komisyonlarin hakemligini samimiyetle kabul edecegiz. Çarpismalar üç ay süre ile durdurulacak ve bu durum, baris için yapilacak ön görüsmeler taraflarca kabul edilinceye kadar, üçer aylik sürelerle kendiliginden yenilenecektir. Taraflardan biriyeniden savasa baslamak isterse, ateskes süresinin bitiminden hiç olmazsa on bes gün önce karsi tarafa ve Itilâf Devletleri temsilcilerine durumubildirecek.
Efendiler, Yunanlilar bu teklifi hemen kabul ettiler. Yunan ordusuSakarya'da maddî ve manevî bakimdan yenilmisti. Bu ordunun yenidengenis çapta bir taarruza geçerek bir daha talihini denemeye kalkismasigüçtü. Bunu, bu gerçegi anlamak elbette herkesçe mümkün olmustu. Yunan ordusunu yeniden kesin sonuç verecek bir harekâta yöneltmek imkâni olmayinca, bizim de bir yila yakin bir zamandan beri hazirligi ileugrastigimiz ordumuzu uyusukluga düsürmek, millî hükûmete ümitlervererek bekleyis içinde birakmak ve böylece geçecek zaman içinde millîhükûmeti ve orduyu gevsetmek dogrusu önemli bir tedbirdi. Bu bakimdan Itilâf Devletleri'nin Anadolu'yu bosaltma ve Yakin Dogu sorununuçözme maksadina dayandigini ifade ettikleri bu ateskes sartlarini ciddiyetle inceledik.
Önce, Ankara'da bulunan Bakanlar Kurulu ile makine basinda telgraf görüsmesi yaptik. Istanbul'daki memurumuz vasitasiyla Disisleri Bakanligi'ndan Itilâf Devletleri temsilcilerine verilmesini uygun buldugumuzilk karsilik suydu :
Ateskes anlasmasi teklifinin yapildigi notayi 23/24 Mart 1922 tarihli telgrafiniza ek olarak bugün 24 Mart 1922 günü saat...'de aldim. Bu nota metni ordunun durumuyla ilgili oldugundan, Bakanlar Kurulu'nda ve gerektiginde Meclis'tegörüsülmeden önce, düsüncesini bildirmesi için, cephede bulunan Baskomutan'ayazdim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin verecegi cevabi, temsilcilerinistekleri üzere mümkün olan en kisa zamanda bildirecegimi kendilerine duyurunuz,efendim.
24 Mart 1922 tarihinde Bakanlar Kurulu Baskanligi'na su düsüncemibildirdim :
Esas itibariyle, Itilâf Devletleri disisleri bakanlarinin ortaklasa yaptiklanateskes teklifini kabul etmemek veya herhangi bir sekilde bu teklife yanasiliniyorve güven gösterilmiyor hissini verecek gibi davranmak dogru degildir. Aksine, ateskes teklifini iyi karsilamak gerekir. Bundan dolayi verecegimiz karsilik olumsuzdegil olumlu olacaktir. Itilâf Devletleri'nde iyiniyet yoksa, olumsuz davranis onlardan gelmelidir. Yalniz, biz, onlarin ileri sürdügü sartlari kabul edemeyecegimizden, karsi sartlar ileri sürecegiz.
Ertesi gün, ajans ve telgraflar da notadan söz ederek su haberleriyayinliyorlardi :
. . . . . . . Yakin Dogu'da barisi yeniden kurmak ve yeniden can ve mal kaybina yol açmadan, Küçük Asya'yi bosaltmak gayesini güttügü sanilan bu teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nce olumlu karsilandigi ve Itilâf Devletleri'nin iyiniyet ve tarafsizligina güvenerek hükûmetçe olumlu karsilik verilmesininkuvvetle ümit edildigi hükûmet çevrelerince ifade edilmektedir. Bu teklifin aklayatkin, uygulamaya elverisli sartlan içine almasini ve barisin bir an önce yapilmasini saglayacak sekilde kisa süreli olmasini dileriz.
Bakanlar Kurulu'nun, verilecek cevabin Avrupa'da bulunan DisisleriBakanimizin dönüsüne birakilmasi yolundaki düsüncesine karsi da, beklemenin gerekli olmadigini bildirerek, verilecek cevapla llgili genel kararimi söyle özetledim :
Ateskes anlasmasi teklifini prensip olarak kabul ediyoruz. Ancak, ordununeksiklerinin ve hazirliklarinin tamamlanmasindan bir an geri kalinmayacaktir.Ordumuzun içine yabanci denetleme hey'etleri sokmayacagiz. Bu teklifi, Anadolu'nun bosaltilmasi için kabul etmekle birlikte, uygulanabilir ve gerçeklestirilebilirsartlar ileri sürecegiz. Ateskes anlasmasiyla birlikte, bosaltma isinin baslamasi, enönemli sartimiz olacaktir.
Martin 24' üncü günü makine basinda, ben notaya verilecek karsiligiBakanlar Kurulu'na bildirdim. Bakanlar Kurulu da Ankara'da hazirladiklari bir cevap suretini bana bildirmisti. Iki cevap metinleri arasinda baziayriliklar görüldü. Nihayet 24/25 Mart gecesi Bakanlar Kurulu ile Sivrihisar'da birleserek, verilecek karsiligin son seklini görüsüp tespit etmeyekarar verdik.
Efendiler, Istanbul'daki özel memurumuzun Disisleri Bakanligi'naçektigi 25 Mart tarihli sifreli telgrafina göre, bu memurumuz TevfikPasa ile görüsmüs. Tevfik Pasa, temsilcilerin Istanbul Hükûmeti'ne de verdikleri ayni notayi Ankara'ya göndererek, alinacak cevabin kendilerine bildirilmesini rica ettiklerini söylemis. Memurumuz, TevfikPasa'ya söz hakkinin yalniz ateskes anlasmasi teklifi üzerinde mi, yoksa bütün islerde mi Ankara'ya ait oldugunu sormus. Tevfik Pasabu soruya cevap vermemis. Memurumuz, Izzet Pasa'dan ne gibihaberler aldigi sorusuna, Tevfik Pasa su karsiligi vermis : IzzetPasa yakinda konferansin toplanacagini ve ne olursa olsun asiriligakaçilmamasini bildiriyor.




ATESKES ANLASMASI TEKLIFINE CEVAP VERMEYE HAZIRLANIRKEN ALINAN BARIS TEKLIFI



Efendiler, Sivrihisar'da ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili notaya verilecek cevap kararlastirildiktan sonra, Bakanlar Kurulu Ankara'ya döndü. Fakat bu cevabi vermeye vakit kalmadan, Paris'te toplanan Disisleri Bakanlari Konferansi'nin 26 Mart 1922 tarihli ikinci bir notasi alindi. Bu nota Itilâf Devletleri'nin, baris esaslari ile ilgili tekliflerini içine aliyordu. Bu tekliflerin ana çizgileri sunlardi :
Gerek Türkiye'de gerek Yunanistan'da azinliklarin haklarinin korunmasina ve bu maksatla konulacak kurallarin uygulanmasina Milletler Cemiyeti'nin de katilmasi. Doguda bir Ermeni yurdunun kurulmasi ve bu ise de Milletler Cemiyeti'nin katilmasi.
Bogazlarin serbestligini saglamak üzere Gelibolu yarimadasinda ve Bogazlar'in çevresinde askerden arinmis bir bölgenin olusturulmasi.
Trakya sinirinin Tekirdag'i bize, Kirklareli, Babaeski ve Edirne'yi Yunanlilar'a birakacak sekilde tespiti.
Bizde kalacak olan Izmir'in Rumlarina ve Yunanistan'da kalacak olan Edirne'nin Türklerine, bu sehirlerin yönetimine adaletli bir sekilde katilabilmelerini saglamak üzere uygun bir yöntemin kararlastirilmasi.
Baris yapilir yapilmaz Istanbul'un Itilâf Devletleri'nce bosaltilmasi. Serves projesi ile elli bin kisi olarak tespit edilen Türk silâhli kuvvetlerinin seksen bes bine çikarilmasi ve Sevres projesinde oldugu gibi askerlerimizin ücretli asker olmasi.
Sevres projesindeki malî komisyonun kaldirilmasi disinda, Itilaf Devletleri'nin iktisadî çikarlarinin gözetilmesi, dis borçlarin ve bize yükletilecek savas tazminatinin ödenmesinin saglanmasi için Türk hakimiyeti ile bagdasabilecek bir yöntemin tayini.
Adlî ve iktisadî kapitülasyonlarda degisiklik yapilmak üzere bir komisyonun kurulmasi.
Efendiler, Itilâf Devletleri'nin ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili ilk notalari iyice incelendikten ve ikinci ayrintili notalarinin tasidigi sartlar da görüldükten sonra, bu devletlerin Istanbul Hükûmeti ile birlik olarak bizi yoketme maksadina dayanan çalismalarla yeni bir safha açtiklari yargisina varmak pek tabiî idi. Buna karsi, durumun çok ciddî oldugunu düsünerek esasli ve büyük bir savasa hazirlanmak gerekiyordu.
Önce, bize teklif edilen sartlarin ne oldugunu millete ve dünya kamuoyuna açiklamak yerinde olurdu. Bu konudaki düsüncelerimi Bakanlar Kurulu'na bildirdim.
Her iki notaya, 5 Nisan 1922 tarihinde verilen cevabimizin ana nok- talarini hatirlatayim :
Ateskes anlasmasini ilke olarak kabul ettik. Fakat temel sart olarak, ateskes anlasmasiyla birlikte Anadolu'nun bosaltilmasi isine hemen baslanmasini da zarurî bulduk. Ateskes süresinin Anadolu'nun bosaltilma süresi olan dört aydan ibaret olmasini teklif ettik. Bosaltma isi bittigi zaman barisla ilgili ön görüsmeler sonuçlanmamis olursa, ateskesin kendiliginden üç ay daha uzamasini kabul ettik.
Bosaltma isinin nasil yapilacagi konusundaki teklifimiz de suydu :
Ateskes anlasmasinin yürürlüge girisinden baslayarak ilk on bes gün içinde Eskisehir - Kütahya - Afyonkarahisar kesimi ve anlasma süresi olan dört ay içinde, Izmir de dahil olmak üzere, isgal altindaki bütün topraklaniniz bosaltilacaktir.
Ateskes anlasmasi ile ilgili tekliflerimiz Itilâf Devletleri'nce kabul edildigi takdirde, baris tekliflerini incelemek üzere, üç hafta içinde delegelerimizi kararlastirilacak sehre göndermeye hazir oldugumuzii bildirdik.
Bu notamiza 15 Nisan 1922'de cevap verdiler. Elbette olumsuzdu. Biz de 22 Nisan'da buna cevap verdik. Bu cevabimizin sonunda, ateskes konusunda anlasmaya varilmasa bile, baris görüsmelerini geciktirmenin uygun olmayacagini bildirdik. Izmit'te bir konferans toplanmasini teklif ettik. Bu yazismalar da sonuçsuz kaldi. Beykoz'da veya Venedik'te bir konferansin toplanmasi birçok defa söz konusu oldu. Fakat, son zaferimizin kazanildigi ana kadar, bunlarin hiçbiri gerçeklesmedi.



BASKOMUTANLIK KANUNUN TARIHÇESI



Saygideger Efendiler, bizim Baskomutanligimiz ile ilgili 5 Agustos 1921 tarihli kanunun ayrica bir tarihçesi vardir. Arzu buyurursaniz, bu konuda yüksek kurulunuzu biraz aydinlatayim.
Baskomutanlik Kanunu'nun süresi birinci defa 31 Ekim l921'de ikinci defa 4 Subat 1922'de; üçüncü defa 6 Mavis 1922'de uzatildi. Her defasinda muhaliflerin türlü türlü elestiri ve hücumlarina ugradi. Özellikle üçüncü defa uzatilisi oldukça önemli bir olay haline geldi.
6 Mayis 1922 gününden önceki günlerde, zamani geldigi için, kanunun süresinin uzatilmasi Meclis'te söz konusu edilmis; ben, rahatsizligim dolayisiyla Meclis'te bulunamamistim. 5 Mayis aksami evime gelen Hükûmet üyeleri durumu söyle anlattilar :
Meclis'teki muhalifler benim Baskomutanlikta kalmami istemiyorlar. Birçak tartismali görüsmelerden sonra, teklif oya konmus fakat çogunluk saglanamamis; yani Baskomutanlik Kanunu'nun süresinin uzatilmasi kabul edilmemis, Bakanlar Kurulu üyeleri ve özellikle askerî durumu yakindan izleyen kimseler durumunda olan Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani pek çok üzülmüsler. Meclis'in gösterdigi bu tutum karsisinda kendilerinin de göreve devamlarinda bir yarar olmayacagini ileri sürerek, istifaya kalkistilar.



MEMLEKETIN YÜKSEK ÇIKARLARI UGRUNA BASKOMUTANLIK GÖREVINE DEVAM KARARI VERDIM



Meclis'in oyunu belli ettigi dakikadan baslayarak ordu komutansiz kalmisti. Genelkurmay Baskani ve Bakanlar Kurulu da istifa ettigi takdirde, memleketin genel yönetiminde, üzerinde durup düsünülmeye deger agir bir bunalimin dogmasi kaçinilmazdi.Onun için gerek Genelkurmay Baskani'na gerek Bakanlar Kurulu'na daha yirmi dört saat sabretmelerini ve beklemelerini rica ettim. Memleketinve millî gayenin yüksek çikarlari adina, ben de Baskamutanlik göreviniyürütmeye devam kararini verdim ve bunu Bakanlar Kurulu'na da bildirdim.
Ertesi günü, yani 6 Mayis 1922'de yapilan bir gizli oturumda Meclis'e açiklama yapacagimi bildirdim. Açiklamadan önce, Baskomutanlikaleyhinde söz söylemis olan kimselerin düsüncelerini Meclis zabitlarinigetirterek, birer birer incelemis bulunuyordum.
Efendiler, sizleri fazla yormamak için arz ettigim gizli oturumdakikonusmami özetlemekle yetinecegim :
Efendiler, dedim; Baskomutanlik ve Baskomutanlik Kanunu konusunda, baslangiçta oldugu gibi bugün de kanunun gereksizliginden veyahut degistirilmesi gereginden söz eden ve Baskomutanligin varligindansikâyetçi olan kimseler vardir. Bu sikâyetçilerin hep ayni kimseler oldugu görülmektedir. Ben gereksiz bir mevkiin, bir makamin mutlaka devam ettirilmesi taraflisi degilim. Herhangi bir makama sinirsiz yetkilerverilmesini saglayacak kanunlarin da taraflisi degilim. Ancak, Baskomutanlik makaminin ve bu makama yetki veren kanunun gerekli olup olmadigina karar verebilmek için, genel durumun, askerî durumun iyice gözden geçirilmesi ve incelenmesi gerekir. Bu nokta ile ilgili düsüncelerimiarz etmeden önce, Baskomutanligin ve kanunun gereksizligi üzerine sözsöylemis olan kimselerin, bazi ifadelerini hep birlikte gözden geçirelim.
Örnek olarak, Salih Efendi(Erzurum Milletvekili), benim,Meclis'in hakkini zorla ele geçirdigimi, zorla ele geçirmek istedigimi söyleyerek, çok açik olan hakkimizi vermeyiz diye feryat etmis.
Efendiler, açik konusacagim, beni bagislayiniz; her birinizin olaganüstü yetki ile seçilmesine ve olaganüstü yetkiye sahip bir Meclis'in kurulmasina ve bu Meclis'in memleketin kaderini ele alacak bir nitelik kazanmasina çalisan benim ! Bunda basari saglamak için en yakin arkadaslarimla görüs ayriligina ve çatismaya düstüm. Bütün hayatimi, varligimi,bütün seref ve haysiyetimi tehlikeye attim. Demek oluyor ki, bu benimeserimdir. Ben eserimi alçaltmakla degil yükseltmekle görevliyim. Salih Efendi'den hiç olmazsa, beni de kendisi kadar olsun, bu Meclis'inhaklariyla ilgili saymasini rica ederim. Fazla bir sey istemem. Bu sözlerden sonra, Meclis'in hakkini zorla ele geçirmek sözünü reddeder ve oldugu gibi Salih Efendi'ye iade ederim. Böyle bir sey söz konusudegildir ve olamaz.
Efendiler, Baskomutanlik konusunun gizli oturumda görüsülmesinin uygun olacagi yolunda bir önerge verilmis. Bu da türlü sekillerde yanlis yoruma ugramis. Konunun açik oturumda görüsülmesi istenmis. Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Sükrü Bey, gizli oturumlarlagerçegin milletten gizlenmek istendigini söylemis. Bir defa Türkiye Büyük Millet Meelisi, yalniz yasama görevi olan bir meclis degildir. Yürütme yetkisine de sahip bulunuyor. Böyle olmasa bile, memleketin, devletinher türlü isleriyle ilgili kararlari, vaktinden önce açikca söz konusu etmek ve herkese duyurmak dünyanin neresinde görülmüstür? Özelliklesöz konusu edilen durum, düsman karsisinda bulunan bir ordunun Baskomutani ile ilgili olursa, bunu açik oturumda görüserek, lehte oldugugibi aleyhte söylenen sözleri de düsmana isittirmekte, memleketin birçikari var midir? Baskomutanin ordu üzerindeki, özellikle düsman üzerindeki etki ve nüfuzunun çok büyük olmasi gerekir. Hattâ, HüseyinAvni Bey'in burada söz konusu ettigi rahatsizligimin bile, düsmantarafindan isitilmesi sakincalidir. Buna ne gerek vardi. Görüyorsuniiz ki,konunun gizli oturumda görüsülmesinden maksat, Mehmet SükrüBey'in dedigi gibi, hiçbir vakit gerçekleri milletten gizlemek düsüncesine dayanmamaktadir. Keske açik oturumda bir sakinca olmasaydi da,Mehmet Sükrü Bey, kürsüden istediklerini bagira bagira söyleseydi. Ben de Mehmet Sükrü Bey'in sözlerindeki anlami ve gizlimaksadi millete açiklasam ve yorumlasaydim. Sükrü Efendi bilsin ki, millet onun gibi düsünmüyor. Sükrü Efendi bilsin ki, onundedigi gibi komedya oynamiyoruz. Biz, buraya komedya oynatmak içintoplanmadik. Efendiler, komedya oynayan ve oynatan Sükrü Efendi'nin kendisidir. Fakat emin olsun ki, biz o komedyaya kapilmayacagiz.Sükrü Efendi oynamak ve oynatmak istedigi komedya sonunda,yakalandigi kanun pençesinden ne kadar büyük bir alçalma ile kurtuldugunu, unutacak kadar çok zaman geçmemistir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, Baskomutanlik Kanunu aleyhinde konusurken birtakim sözler sarfetmis. Yüksek Meclis'e bu tutumla milleti rezil edeceksiniz! demis. Miskinler sözünü kullanmis. Görevler sahislara bagli degildir; sahis yoktur, millet vardir gibi kurallarortaya atmis.
Gerçi asil olan millettir, toplumdur. Onun da genel iradesi Meclis'tekendini gösterir. Bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardir. Meclis, memleket ve devlet islerini fertlerle sahislarla yapmaktadir. Her devletinislerini yürüten sahis ve sahislar meydandadir. Gerçegi, anlamsiz birtakim düsüncelerle inkârin yeri degildir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, ikide bir de, birtakim anlamsiz sözlerle konusmami kesiyordu. Kendisine agir uyarida bulundum. Meclis'in mahalle kahvesi olmadigini söyledim. Kendisinden, milletin kâbesiolan kürsüye saygili olmasini istedim.
Efendiler, konusanlardan biri de Salâhattin Bey'dir. Salahattin Bey, bize taarruz edip edemeyecegimizi sormus imis. . .Biz de edecegiz demisiz... Kendisi de edemeyeceksiniz! demis. Veen sonunda edememisiz!.. Kendi dedigi çikmis.
Halbuki, taarruzun ertelenme sebeplerini yeri geldikçe yeterinceaçikladigimizi saniyorum. Tekrar edeyim ki, taarruz edecegiz. Düsmanivatanimizdan kovacak ve uzaklastiracagiz. Bu kararimizdan dönmeyecegiz. Kararsizligi gerektiren hiçbir sebep düsünülemez. Bundan baska, Salahattin Bey demis ki, ordu güç bakimindan en yüksek seviyeyegelmistir. Evet, ordumuz mükemmeldir; fakat, istenilen seviyeye gelmemistir. Kendisi gibi bir asker arkadasin, yüksek kurulumuzda böylekonusabilmesi için, ordunun içyüzünü bilmesi gerekir. Halbuki, Salâhattin Bey, bundan çok uzaktir. Ordu ile yakindan ilgilenenlerinsözü, yalniz benim sözüm degil, bütün komutanlarin sözü, kendisini yalanlamaktadir. Fakat hiç süphe yok ki, ordumuzu lâyik oldugu seviyeyegetirecegiz. Salâhattin Bey'in en önemli sözlerinden biri de, bizim baslica görevimiz siyaset yapmaktir seklindeki düsüncesidir. HayirEfendiler, bizim önemli ve asil olan görevimiz siyaset yapmak degildir.Bizim, bütün memleketin ve bütün milletin bugün için tek görevi, topraklanmizda bulunan düsmani süngülerimizle kovmaktir. Bunu yapamadikça, siyaset anlamsiz bir sözden ibaret kalir. Bununla birlikte, bir dakika için, Salâhattin Bey'in sözlerini kabul edelim ! Buna benengel miyim? Baskomutan engel midir? Bu sözün Baskomutanlik Kanunuile ne ilgisi vardir? Anlasiliyor ki bir engelleme ve bir zitlasma düsünülmektedir. Ben millî hedefe ulasilabilmesi için tek çikar yolun savas vesavasta basari oldugunu söylüyorum. Bütün gücümüzü, bütün kaynaklanmizi ve bütün varligimizi orduya verecegiz. Kudretimizi dünyaya tanitacagiz ve ancak ondan sonra milleti insan gibi yasatmak mümkün olacaktir ! diyorum.
Salahattin Bey, iste bu anlayisi, aklinca siyaset yapmayaengel saniyor ve konunun siyasetle çözüme baglanabilecegini zannediyor.Bir de Salahattin Bey diyor ki, bugünkü askerî durumun gerektirdigi masraflari incelemek için, Baskomutanligin varligi bir engeldir.
Efendiler, bu dogru degildir. Baskomutan, Meclis'in, malî kaynaklarin incelemesine ne zaman engel olmustur? Gelir kaynaklarimizla neyapabilecegimiz konusundaki endise belki herkesten çok beni mesgul etmektedir. Yalniz, ben, ordumuzun varlik ve kuvvetini paramiza göreayarlama görüsünü kabul edenlerden degilim. Paramiz vardir, orduyukurariz; paramiz bitti, ordu dagilsin.. Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler, para vardir veya yoktur; ister olsun ister olmasin, orduvardir ve olacaktir. Bu konuda bir hatirami da aktarayim. Ben ilk defabu ise basladigim zaman en akilli ve düsünür geçinen birtakim kimselerbana sordular :
Paramiz var midir? Silâhimiz var midir? Yokturdedim. O zaman: O halde ne yapacaksin? dediler. Para olacak, orduolacak ve bu millet istiklâlini kurtaracaktir dedim. Görüyorsunuz ki,hepsi oldu ve olacaktir.
Birtakim Efendiler de, Baskomutan millete angarya yaptiriyordemisler. Halbuki kanunun memlekette angaryayi yasakladigini söylemisler. Bu dogrudur Efendiler; fakat, ihtiyaç, tehlike bize her seyi mesru göstermektedir. Ordunun ihtiyaçlari, millete angarya yaptirmayi gerektiriyorsa, bunu yapiyoruz ve en dogru kanun budur. Milletin ve ordunun yenilmemesi için, kanun buna engeldir diye, gerekli gördügüm tedbiri almaktan çekinmeyecegim.
Efendim, Kara Vasif Bey de demisler ki, her yerde Baskomutan vardir. Fakat Baskomutanlik için ayrica bir kanun yoktur. Eldeki askerî kanunlar, her komutanin oldugu gibi baskomutanin da görevve yetkilerini belirtir ve sinirlandirir. Bunu da ilim tayin ve tespit eder.
Bilinmektedir ki, devletler, biribirinden farkli hükûmet sekilleriyleidare edilirler. Sekillerine göre, baslarinda krallar, imparatorlar, padisahlar bulunur. Bazilarinin baslarinda cumhurbaskanlari vardir. Böyle memleketlerde, baskomutan, devletin basinda bulunan kimsedir. Bu kimsebaskamutanlik görevini ya kendisi yapar yahut birini vekil tayin eder.Bizim bugünkü hükûmet seklimize göre, baskomutanlik yetkisi Meclis'inmanevî sahsiyetinde toplanmistir. Bunun için, Meclis, falan veya filânkimseyi baskomutan seçtigini ifade edince, bu ifadeye kanun derler.Kral, padisah ve imparatorun buyurduguna irade dendigi gibi, Meclis'ten çikan millî iradeye de kanun adi verilir. O halde kanun vardir. Birmeclisin olaganüstü bir zamanda kendisine olaganüstü görev verdigi Baskomutan, Kara Vasif Bey'in komutanlarin görev ve yetkilerinibelirterek sinirlandirdigini isaret ettigi Askerî Ceza Kanunu ile Iç HizmetYönetimcligi çerçevesinde kalmasi gereken bir komutan degildir. KaraVasif Bey 'in ilim tayin ve tespit eder dedigi sey, büsbütün baskadir. Askerlik ilim ve teknikleri, askerlik sifatini ve Baskomutan olacakkimsede bulunmasi gereken vasiflari siralar, açiklar ve ögretir. Yoksa,insanlari baskomutanliga getirme isi, komuta edilecek ordunun asil sahibi veya mesru vekilleri tarafindan yapilir. Baskomutanlik vasiflarinitasiyorum diyen bir kimsenin o mevkiye kendiliginden gelebilmesininanlami ise büsbütün baskadir.
Kara Vasif Bey, bir de demis ki; Baskomutan, cepheningerisindeki islerle ugrasmasin ! Bu düsünce yanlistir. Cephenin insan sayisiyla, yiyecegi, giyecegi, silâh ve cephanesi ve daha baska eksiklikleriyleilgili bulunan Baskomutan, elbette bütün bunlarin geride bulunan kaynaklariyla da ilgilidir. Kara Vasif Bey, bu ileri sürdügü düsünceyi hangi kitapta, hangi alanda, hangi yerde görmüs ! Gerçi, hem cepheile hem de gerideki birçok islerle ugrasmak güçtür. Bir adam hem cepheye komuta edecek, savas idare edecek, hem de bu islerle birlikte cephegerisinde birçok seylerin yapilmasini saglayacak. Bunu bir adam nasilyapabilir? Süphesiz yapar. Fakat yapar dedigim zaman, Baskomutan suan cepheye komuta eder, sonra kalkar oradan filân yere gider, yiyecekisini yoluna koyar; filân yere de gider ordunun ikmal isini yapar demekdegildir.
Üzerlerine büyük isler almamis olari insanlarin bu konudaki kararsizliklarini çok görmemelidir. Bakiniz, size bir örnek vereyim :
Bençok acemi komutanlar gördüm. Söz gelisi, bir alay komutani, yeni tümenkomutani olmus veya bir tümen komutani yeni kolordu komutani olmus;biraz da tecrübesiz! Daha tecrübe edinmeye zaman bulamadan, güç durumlar karsisinda kalmis. Görevi boyunca bir tümene alismis iken, düsman karsisinda iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalinca, kararsizliga düsmesi ve güçlüklere ugramasi olagandir. Bir tek tümene komuta ettigi zaman, tümenin bütün birliklerini elden geldtgi kadarayni anda görüp idare edebilen acemi komutan, gözden uzak mevzilerdeyer alan iki üç tümenin Muharebesini idare etmek zorunda kalinca, kendikendine : Ben hangi tümenin yaninda bulunayim, onun mu, bunun mu?Orada mi, burada mi? diye sorar...
Hayir! Ne orada bulunacaksin, ne de burada! Öyle bir yerde bulunacaksin ki, hepsini idare edeceksin. O zaman : Ben hiç birini gerektigigibi göremem! der. Tabiî göremezsin, elbette gözlerinle göremezsin! Akilve ferasetinle görmek gerekir.




ORDUNUN KIPIRDANAMAYACAGINI IDDIA EDEN BIR GAFILI ALKISLAYANLAR



Vasif Bey, bir konusmasinda demis ki : Biz Sakarya Muharebesi'nden sonra, iste hâlâ kipirdayamadik, kipirdayamiyoruz. Bu söz, bazilarinin bravo sesleriyle ve alkislariyla karsilanmis.
Efendiler, buna pek üzüldüm ve kahroldum, çok utanç duydum. Ordunun kipirdamamasini ve kipirdamayacagini iddia eden bir gafilin sözlerini alkislamak, cidden çok gariptir. Rica ederim, bunu burada gömelim, kimse isitmesin !
Iste Efendiler, Baskomutanligin gereksizligini ispatlamak için söylenen sözlerin belli baslilari bunlardan ibaretti. Benim de bu sözlere verebilecegim karsiliklar dinlendi. Bundan sonra düsünüp karar vermek Meclis'e düser. Yalniz bir gerçegi gözler önüne sermek zorundayim. YüceMeclis'in, Baskomutanligin geregine inandigina süphe olmamakla birlikte, muhalefetin, hiç bir temele dayanmayan tutumu, Meclis kararinin istenilmeyen bir sekilde çikmasina yol açti. Bunun sonucu ne oldu, Efendiler, biliyor musunuz? Baskomutanlik iki gündür belirsiz bir durumdave bosluktadir. Su dakikada ordu komutansizdir. Eger ben orduya komuta etmekte devam ediyorsam, kanunsuz olarak komuta ediyorum. Meclis'te beliren oy sonuçlarina göre, hemen komutadan el çekmek isterdim.
Baskomutanligimin sona erdigini hükümete bildirdim. Fakat, önlenmesiimkânsiz bir felâkete meydan vermeme mecburiyeti ile karsi karsiya geldim. Düsman karsisinda bulunan ordumuz bassiz birakilamazdi. Bununiçin birakmadim, birakamam ve birakmayacagim.
Saygideger Efendiler, bu gizli oturumda, muhaliflerin hükûmetive orduyu yikmak için öteden beri kurcaladiklari daha birtakim noktalar üzerinde hemen hemen düelloyu andiran tartismalar oldu. Sonunda geregi gibi aydinlanmis olan Meclis, oyunu su yolda belirtti :
11 red,15 çekimsere karsi 177 oyla Baskomutanlik Kanunu'nun süresi uzatildi.


ORDUNUN MADDI VE MANEVI GÜCÜ, MILLI GAYEYI TAM BIR GÜVENLE GERÇEKLESTIRECEK DÜZEYE YÜKSELMISTI



Efendiler, üç ay sonra, yani 20 Temmuz 1922 tarihinde, Baskomutanlik Kanunu, süresi bittigi için yeniden görüsme konusu oldu. Bu defa Meclis'te yaptigim genel konusmanin bir kismini oldugu gibi bilginize sunmama müsaadenizi rica ederim. Demistim ki :
Artik ordumuzun maddi ve manevi gücü, olaganüstü hiçbir tedbire ihtiyaç duyurmaksizin, milli gayeyi tam bir güvenle gerçeklestirecek düzeye ulasmistir. Bu bakimdan, olaganüstü yetkilerin devam ettirilmesine gerek ve ihtiyaç kalmadigi görüsündeyim.
Bugün ortadan kalktigini görmekle sevindigimiz bu ihtiyacin, bundan sonra da dogdugunu görmemekle mutlu olacagiz. Baskomutanlik görevinin süresi, olsa olsa Misak-i Millî'mizin özüne uygun kesin bir sonuca ulasacagimiz güne kadar uzar. Mutlu sonuca güvenle ulasacagimiza süphe yoktur. O gün, degerli Izmir'imiz, güzel Bursa'miz, Istanbul'umuz, Trakya'miz ana vatana katilmis olacaktir. O mutlu gün gelince, bütün milletle birlikte, en büyük mutluluklara erismekle seref duyacagiz.
Benim bundan baska ikinci bir mutlulugum daha olacaktir ki, o da kutsal dâvâmiza basladigimiz gün bulundugum duruma dönebilmekligim imkânidir. Dünyada, milletin bagrinda serbest bir fert olabilmek kadar büyük bir mutluluk var midir? Gerçekleri bilen, kalbinde ve vicdaninda manevi ve kutsal hazlardan baska zevk tasimayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamlarin hiçbir degeri yoktur.
Efendiler, bu görüsmelerin sonunda, Baskomutanligin süresiz olarak bana verilmesi kararina varildi.


MUHALIF GURUBUN MECLISTE'KI FAALIYETI



Saygideger Efendiler, muhalif grubun Meclis'teki faaliyeti, bizi kendisiyle biraz daha ugrastiracaktir. Ikinci Grup adini alan muhalifler, olumsuz yoldaki direnmelerini uzun süre denediler. Bakanlar Kurulu'nun seçim seklini düzenleyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla, Bakanlarin ve Bakanlar Kurulu Baskani'nin dogrudan dogruya Meclis'çe ve gizli oyla seçilmeleri saglandi. Böylece, Bakanlar Kurulu Baskanligi'ndan fiilen uzaklastirilmis oldugum gibi, Bakanlarin da benim gösterecegim adaylar arasindan seçilmesi ile ilgili hüküm kaldirilmis oldu.



RAUF BEY BAKANLAR KURULU BASKANI OLDU



Muhalif grup, bundan sonra saldiriya geçti. Rauf Bey'i Bakanlar Kurulu Baskanligi'na getirmeye çalisti. Bunda basari da sagladi. Muhaliflerin gizli niyetlerini anliyordum. Bununla birlikte Rauf Bey' i yanima davet ettim. Meclis'teki çogunlugun kendisini BakanlarKurulu Baskani olarak seçme egiliminde oldugunu, bunun bence de uygun görüldügünü söyledim. Rauf Bey, kararsiz bir tavir takindi.Bakanlar Kurulu Baskanligi'nin bir görevi yoktur dedi. Rauf Beydemek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi'nin Baskani, Bakanlar Kurulu'nun da tabiî baskanidir. Bakanlar Kurulu'nun aldigi kararlar onun tarafindan onaylanmadikça yürürlüge girmez. Buna göre, Bakanlar KuruluBaskani'nin bir yetkisi ve serbestligi yoktur. Gerçekten de Teskilât-iEsasiye Kanunu geregince durum böyleydi. Bununla birlikte, sonundaBakanlar Kurulu Baskanligi'ni kabul etti. Rauf Bey, 12 Temmuz1922 tarihinden 4 Agustos 1923 tarihine kadar bu görevde kaldi.
Efendiler, bir nokta dikkatinizi çekmistir. Kara Vasif Bey'leRauf Bey, muhalefetin dogusunda, desteklenmesinde ve yönetiminde, daha ilk günden birlik olmuslar ve liderligini yapmislardir. FakatRauf Bey, açiktan açiga Ikinci Grup'a geçmeyerek, bizim içimizdekalma durumunu tercih ediyor. Bu durum üç yil sürdü. Rauf Bey'e sonunda kendi ifadesiyle :
Bizimle birlikte imis gibi görünmeye artik imkân kalmadigi zaman ayriligini ilân etmek zorunda kaldi.
Efendiler, muhaliflerin, Meclis'te ordu aleyhine baslattiklari hava devam ediyordu. Sürekli ve atesli bir sekilde ordunun taarruz kabiliyeti olmadigindan ve artik konuyu siyasî tedbirlerle bir çözüme baglayarak sonuçlandirinanin kaçinilmaz oldugundan etkili bir sekilde söz ediyorlardi


Sakarya meydan muharebesi ve müteakip gelismeler

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESI



Saygideger Efendiler, olaylari Sakaiya Meydan Muharebesi'ne getirmek istiyorum. Fakat, bunun içinmüsaade buyurursaniz, ufak bir giris yapacagim. Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra, üç ay kadar bir zaman geçti. Ondan sonra 10 Tenzmuz 1921tarihinde, Yunan ordusu yeniden cephemize genel taarruza. giristi. Butarihten önceki günlerde taraflarin durumu söyleydi :
Bîzim ordumuz, baslica Eskisehir ve Eskisehir'in kuzeybatisindakiInönü mevzileri ile Kütahya - Altintas dolaylarinda yiginak yapmisti. Afyonkarahisar dolaylarinda iki tümenimiz vardi. Geyve ve Menderes dolaylarinda da birer tümenimiz bulunuyordu.
Yunan ordusu da, Bursa'da bir, Usak dogusunda iki kolordusunutoplu olarak bulunduruyordu. Menderes'te de bir tümeni vardi.
Yunanlilann bu taarruzu ile baslayan ve Kütahya - Eskisehir Muharebeleri adiyla anilan bir sira muharebeler vardir. Bunlar on bes günsürmüstür. Ordumuz 25 Temmuz 1921 aksami büyük kismiyla Sakarya'nin dogusuna çekilmisti. Ordumuzun çekilmesini zarurî kilan sebeplerinbaslicasina isaret edeyim :
Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra genel seferberlik yapmis olanYunan ordusu, insan, tüfek, makineli tüfek ve top sayisi bakimindan ordumuzdan önemli derecede üstündü. Temmuzda, Yunan ordusu taarruzageçtigi zaman millî hükûmetin durumu ve Millî Mücadele'nin gelismesi,bizim genel seferberlik ilân ederek, milletin bütün kaynak ve imkânlarini,baska bir sey düsünmeden düsman karsisinda toplamaya daha elverislive yeterli görülmemisti. Iki ordu arasindaki kuvvet, vasita ve sartlar bakimindan kendini gösteren nispetsizligin elle tutulur baslica sebebi budur.Bunun sonucu olarak, biz, daha tümenlerimizin tasit araçlarini bile tamamlayamadigimizdan, bunlarin hareket güçleri yoktu. Yunan milletinin bütün kuwetiyle yaptigi bu taarruz karsisinda, bizim askerlik bakimindan asil görevimiz, Millî Mücadele'nin basindan beri yürütegeldigimizgörev idi ki, o da, her Yunan taarruzu karsisinda kaldikça, bu taarruzudirenerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz birakmak ve yeniorduyu kurmak için zaman kazanmak seklinde özetlenebilir. Son düsmantaarruzu karsisinda da, bu aslî görevi gözden uzak tutmamak sartti. Budüsünceyle, 18 Temmuz 1921 tarihinde, Ismet Pasa'nin Eskisehir'ingünebatisinda, Karacahisar'da bulunan karargâhina giderek, durumuyakindan inceledikten sonra, Ismet Pasa'ya genel olarak su direktifivermistim :"Orduyu, Eskisehir'in kuzey ve güneyinde topladiktan sonra,düsman ordusuyla aramizda büyük bir açiklik birakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun içinSakarya'nin dogusuna kadar çekilmek yerindedir. Düsman hiç durmadantakip ederse, hareket üssünden uzaklasacak ve yeniden menzil hatlari kurmaya mecbur olacak; herhalde bekleinedigi birçok güçlüklerle karsilasacak; buna karsilik bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverisli sartlara sahip olacaktir. Bu sekildeki çekilisimizin en büyük sakincasi, Eskisehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarimizi düsmana birakmaktan dolayi kamuoyunda dogabilecek manevî sarsintidir. Fakat kisazamanda elde edebilecegimiz basarili sonuçlarla, bu sakincalar kendiliginden ortadan kalkacaktir. Askerligin geregini kararsizliga düsmedenuygulayalim. Baska türden sakincalara karsi koyabiliriz. "


ORDUNUN BASINA GEÇMEMI ISTEYENLER



Efendiler, gerçekten de tahmin ettigim manevi sakincalar hemen kendini gösterdi. Ilk duyarlik Meclis'te belirdi. Özellikle muhalifler, kötüm'ser nutuklarla feryada basladilar :ss En sonunda, Mersin Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim adimi söyleyerek : "Ordunun basina geçsin!" dedi. Bu teklifekatilanlar çogaLdi. Buna karsi olanlar da vardi.
Efendiler, bu görüs ayriliklarinin sebepleri üzerinde biraz açiklamada bulunmak uygun olur. Bir defa, benim dogrudan dogruya ordununbasina geçmem teklifinde bulunanlarin düsünce ve maksatlarini ikiyeayirmak mümkündür. Benim ve benimle birlikte birçoklarinin o zamananladigimiza göre, birtakim kimseler, artik ordunun büsbütün yenildigine,durumun iadesine imkân kalmadigina, bundan dolayi da dâvânin, güttügümüz millî dâvânin kaybedildigi yargisina varmislardi. Bu sebeplerleduyduklari öfke ve hincin acisini benden almak istiyorlardi. Istiyorlardiki, kendi zanlarina göre bozguna ugramis ve bozgunu devam edecek olanordunun basinda benim de sahsiyetim bozguna ugrasin! Diger birtakimkimseler, diyebilirim ki çogunluk, bana karsi duyduklari güven dolayisiyla, samimî olarak ordunun basina geçmemi arzu ediyorlardi.
Simdilik komutanligi fiilî olarak üzerime almami sakincali görenlerin de düsüncesi suydu :
Ordunun bundan sonraki herhangi bir savasta basari kazanamayipyeniden geri çekilmesi, uzak bir ihtimal degildir. Bu durumlarda ben,fiilen ordunun basinda bulunursam, genel kanaate göre son ümidin deyitirilmis oldugu gibi bir inanç dogabilir. Oysa, genel durum, daha sontedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini gerektirecek bir nitelikte degildir. Bundan dolayi, kamuoyunda son ümidin korunabilmesiiçin benim askerî harekâti sahsen yürütme zamanim gelmemistir.


BASKOMUTANLIGI KABUL EDIYORUM



Ben, görüsmeler ve tartismalarla ortaya çikan bu görüsleri, gerektigi kadar gözönünde tutuyor ve inceliyordum. Son görüsü savunanlar, mantiga dayanan kuvvetli sebepler ileri sürüyorlardi. Samimiyetsiz isteklerde bulunanlarin yaygaralari, baskomutanligi üzerime almami içtenlikle teklif edenlerde, derin ve kaygi verici etkiler yapmaya basladi. Benim fiilen baskomutanligi üzerime almam, bütün Meclis'te son çare ve son tedbir olarak görüldü.
Meclis'in bu görüsü çabucak Meclis disinda da yayildi. Benim ses çikarmayisim ve komutayi fiilen üzerime almaya yanasmayisim, adeta felâketin kesin ve yakin olacagi düsünce ve inancini yaygin bir duruma getirdi. Bunu anlar anlamaz derhal kürsüye çiktim.
Efendiler, bu anlattigim durum, 4 Agustos 1921 günü bir gizli oturumda geçiyordu. Üyelerin bana karsi gösterdikleri yakinlik ve güvene tesekkür ettikten sonra, Baskanlik makamina söyle bir önerge verdim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Baskanligina
Meclisin pek sayin üyelerinin genel olarak beliren istek ve talepleri üzerine, Baskomutanligi kabul ediyorum. Bu görevi sahsen üzerime almaktan dogacak yararlari azamÎ çabuklukla elde edebilmek, ordunun maddî ve manevî gücünü en kisa zamanda artirip en yüksek seviyeye çikarmak, sevk ve idaresini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sahip oldugu yetkileri, fiilen kullanmak sartiyla üzerime aliyorum. Ömrüm boyunca, millî hâkimiyetin en sadik bir kulu oldugumu millete bir defa daha gösterebilmek için, bu yetkinin üç ay gibi kisa bir süreyle sinirlandirilmasini ayrica rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal


BASKOMUTANLIGIMA YAPILAN ITIRAZLAR



Efendiler, bu önergem, dogruluktan yanaymis gibi görünerek tekliflerde bulunanlarin gizli düsüncelerini açiga vurnialarina yol açti. Derhal itirazlar basladi. dediler. 0, Büyük Millet Meclisi'ninmanevî sahsiyeti içindedir. Baskomutan Vekili denilmelidir.
Ikinci olarak, "Meclis'in yetkilerini kullanmak gibi bir imtiyazin verilmesi asla söz konusu olamaz" düsüncesini ileri sürdüler. Ben, padisah ve halifeler tarafindan verilegelmis eski bir ünvani takinamayacagimi; yerine getirecegim görev, fiilen baskomutanlik olduguna göre, bu ünvani oldugu gibi vermekten kaçinmanin yersizligini ilerisürerek görüsümde direndim. Durum, Meclis'in degerlendirdigi ve belirttigi gibi olaganüstü olduguna göre, benim de alacagim kararlarin ve yapacagim islerin olaganüstü olmasi gerekecegine süphe yoktu. Düsünceve kararlarimi çabuk ve sert bir sekilde yürütmek ve uygulamak zarureti vardi. Hükûmetten ve Meclis'ten izin istemekle dogacak gecikmeleredurum elverisli olmayabilirdi. Bütün memleketi ve memleketin bütünkaynaklarimi ilgilendiren emir ve tebliglerim için, her isin ilgili bakanindan veya Bakanlar Kurulu'ndan olur ve izin almak, benim yapacagimBaskomutanliktan beklenen yararlari saglayamazdi. Onun için kayitsiz vesartsiz emir verebilmeliydim. Bunun için de Büyük Millet Meclisi'ninyetkisi benim kisiligimde belirmeliydi. Bunu, basari için zarurî görüyordum. Onun için bu noktada israr ettim.
Salâhattin Bey, Hulûsi Bey gibibirtakimmilletvekilleri, Meclis'in, kendi yetkisini bir baskasina vermekle isleyemez duruma geleceginden, milletten aldigi vekâleti baskasina devretme hakki bulunmadigini ve aslinda orduya komuta edecek bir kimseye Meclis'e aityetkilerin verilmesinin söz konusu olamayacagini, buna gerek de olmadigini belirttiler. Meclis'in yetkisini kullanabilecek bir kimseye, milletvekillerinin sahsen güvenemeyecekleri ihtimalinden söz edenler de oldu.
Ben bu düsüncelerin iiiçbirine karsi çikmadim. Hepsini dogru buldugumu belirttim. Meclis'in bu noktayi çok dikkatle ve önemle düsünüpincelemesini söyledim. Yalniz, sahislarindan korkanlarin, telâslarina yerolmadigini söyledim. 4 Agustosta bu konu bir karara baglanamadi. Görüsme, 5 Agustos 1921 günü de devam etti. Bugün bazi milletvekillerindeki karar sizligin iki noktada toplandigi anlasildi. Birincisi : Meclis'invarliginin herhangi bir sekilde is göremez duruma getirilmesi; ikincisi deüyelerden herhangi biri için keyfî ve kanunsuz islem yapilmasi...
Bu süphe ve kararsizliklari giderecek sekilde konustuktan ve açikIamalar yaptiktan sonra, yapilacak kanuna da bu hususlarla ilgili baglayici hükümler konmasinin yerinde oldugunu belirttim ve vermis oldugum önergeyi buna göre bazi maddeler haline getirerek bir tasari seklinde Meclis'e sundum. Iste bu tasari maddeleri üzerinde yapilan görüsmeler sonunda, bana Baskomutanlik ünvaninin verilmesiyle ilgili, 5 Agustos192l tarihli kanun çikti. Bu kanunun ikinci maddesine göre bana verilmisolan yetki suydu : "Baskomutan, ordunun maddî ve manevî gücünü büyük ölçüde artirmak, sevk ve idaresini bir kat daha saglamlastirmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bununla ilgili yetkisini Meclis adina fiilen kullanabilir."
Bu maddeye göre benim verecegim emirler kanun olacakti. Efendiler, bu ünvanin verilisinden dolayi, "Meclis'in bana karsi gösterdigi güvene layik oldugumu az zamanda ispatlamayi basaracagim"dedikten sonra, Meclis'ten bazi ricalarda bulundum : Örnek olarak, MillîSavunma Bakanligi ve Genelkurmay Baskanligi görevlerini yapmakta olan
Fevzi Pasa Hazretleri'nin alniz Genelkurmay in isleri ileugrasabilmesi için, Içisleri Bakanligi görevinde bulunan Refet Pasa'nin Milli Savunma Bakanligi'na getirilmesi ve onun yerine bir baskasinin seçilmesi gibi...
Özellikle, Meclis'in ve Bakanlar Kurulu'nun içeriye ve disariya karsisükûnet içinde ve çok güçlü bir durum ve göri.inüste kalmasinin önemlioldugunu, ufak tefek sebeplerle Bakanlar Kurulu'nu sarsmanin dogru olmadigini arz ettim. Kanun teklifi, o gi.in açik oturumda okundu. Öncelikle görüsüldü ve ad okunarak oylandi. Oy birligiyle kabul edildi.
Bu münasebetle yaptigim kisa bir konusmanin bir iki cümlesini,tekrar etmeme müsaade buyurmanizi rica ederim. O cümleler sunlardi : "Efendiler, zavalli inilletimizi esir etmek isteyen düsmanlari mutlaka yenecegimize olan güven ve inancim bir dakika olsun sarsilmamistir. Su dakikada, bu kesin iiiancimi yüksek hey'etinize karsi, bütün millete karsi bütüin dünyaya karsi ilân ederim."


BASKOMUTANLIGI FIILI OLARAK ÜZERIME ALDIM



Saygideger Efendiler, Baskomutanligi fiilî olarak üzerime aldiktan sonra birkaç gün Ankara'da çalistim.
Genelkurmay Baskariligi'nin ve Millî Savunma Bakanligi'nin bütünkadrosu ile Baskomutanlik karargâhini kurdum. Bu iki makamin ortakçalismalarini Baskomutanlikta uyumlu bir sekilde birlestirmek; bundanbaska orduyu ilgilendiren ve Baskomutanlik yoluyla çözümü gerekenöteki bakanliklara ait isleri yürütebilmek için de yanimda küçük bir bürokurdum.
Ankara'daki çalismalarim, yalniz, ordunun insan ve tasit araçlaribakimindan gücünün artirilmasi, yiyecek ve giyeceginin saglanip düzenekonmasiyla ilgili tedbirler almak ve hazirliklar yapmakla geçti.
Bu sözünü ettigim hususlari gerçeklestirmek için ikigün içinde, 7, 8 Agustos 1921 tarihlerinde, Tekâlif-i Milliye Emri adialtinda yaptigim genel tebliglerden her biri için kisaca bilgi vereyim. Birsavasin kazanilmasinda en küçük seylerin bile dikkate alinmasi gerektigini gösterebilmek için bunlari bilginize sunmayi yararli bulurum :
1 sayili emrimle heT ilçede bir Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurdurdum. Bu komisyonlarca toplanan malzemenin, ordunun çesitlibölümlerine dagitimi seklini düzenledim.
2 sayilip emrime göre, vatanin her ailesi birer kat çamasir, birerçift çorap ve çarik hazirlayip Tekâlif-i Milliye Komisyonu'na teslim edecekti.
3 sayili emrimle, tüccarin ve halkin elinde bulunan çamasirlikbez, amerikan, patiska, pamuk, yikanmis ve yikanmamis yün ve tiftik,erkek elbisesi dikmeye yarayan her türlü kislik ve yazlik kumas, kalinbez, kösele, vaketa, taban astarligi sari ve siyah mesin, sahtiyan,dikilmis ve dikilmemis çarik, potin, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipligi, nallik demir ve yapilmis nal, mih, yem torbasi, yular,belleme, kolan, kasagi, gebre, semer ve urgan stoklarindan yüzde kirkina, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
4 sayili emrimle, eldeki bugday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur,nohut, mercimek, kasaplik hayvan, seker, gaz, pirinç, sabun, yag, tuz, zeytinyagi, çay, mum stoklarindan yine yüzde kirkina, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
5 sayili emrimle, ordu ihtiyaci için alinan tasit araçlari disinda,halkin elinde kalan tasit araçlariyla, yüz kilometrelik bir uzakliga kadar,ayda bir defa olmak üzere, parasiz askerî ulasim yapilmasini mecburtuttum.
6 Sayili emrimle, ordunun giyimine ve beslenmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el koydum.
7 sayili emrimle, halkin elinde bulunan savasta ise yarar bütünsilâh ve cephânenin üç gün içinde teslimini istedim.
8 sayili emirle, benzin, vakum, gres, makine, don, saatçi ve tabanyaglari, vazelin, otomobil ve kamyon lâstigi, solisyon, buji, soguk tutkal,Fransiz tutkali, telefon makinesi, kablo, pil, çiplak tel, yalitkan maddelerve bunlar türünden malzeme ve asit sülfi,irik stoklarinin yüzde kirkinael koydum.
9 sayili emirle demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç, ;arabaci esnaflari ve imalâthaneleriyle, bu esnaf ve imalâthanelerin is çikarabilme güçleri ve kasatura, kiliç, mizrak ve eyer yapabilecek ustalarinadlariyla birlikte sayilarini ve durumlarini tespit ettirdim.
10 sayili emirle, halkin elinde bulunan dört tekerlekli yayli araba,dört tekerlekli at ve öküz arabalariyla, kagni arabalarinin bütün takimve hayvanlariyla birIikte binek ve topçeker hayvanlarinin, katir ve yükhayvanlarinin, deve ve esek sayisinin yüzde yirmisine el koydurdum.
Efendiler, emirlerimin ve tebliglerimin yerine getirilmesi için kurdugum Istiklâl Mahkemeleri'ni Kastamonu, Samsun, Konya, Eskisehirbölgelerine gönderdim. Ankara'da da bir mahkeme bulundurdum.


MILLI VERGILER EMRI



Ondan sonra Efendiler, 12 Agustos 1921 günü, Ge nelkurmay Baskani Fevzi Pasa Hazretleriy'lebirlikte Polatli'ya cephe karargâhina gittim.
Düsman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadimizdan kusatacagi yargisina varmistik. Bu görüse dayanarak tam bir cesaretle gerekliitedbirleri aldirdim ve yapilacak hazirliklari yaptirdim. Olaylar görüsümüzü dogruladi. Düsman ordusu, 23 Agustos 1921'de ciddî olarak cephemizodogru ilerlemeye basladi ve taaruza geçti. Birçok kanli, bunalimli safhalarve dalgalar oldu. Düsman ordusunun üstün gruplari, savunma hattimizinbirçok parçalarini kirdilar. Bu ilerleyen düsman birliklerinin karsisinakuvvetlerimizi yetistirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik eephe üzerinde oluyordu. Solkanadimiz, Ankara'nin elli kilometre güneyine kadar çekilmisti. Ordumuzun yönü batiya iken güneye döndü. Arkasi Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü degistirilmis oldu. Bunda hiçbir sakinca görmedik.Savunma hatlarimiz kisim kisim kiriliyordu. Fakat kirilan her kisminyerine en yakin bir yerde hemen yeni bir savunma hatti kuruluyordu. Savunma hattina çok ümit baglamak ve onun kirilmasiyla, ordunun büyüklügii ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektigi teorisini çürütmek içinmemleket savunmasini baska türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek siddet göstermeyi yararli ve etkili buldum. Dedim ki :


CEPHE KARARGAHINA HARAEKET



Düsman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadimizdan kusatacagi yargisina varmistik. Bu görüse dayanarak tam bir cesaretle gereklitedbirleri aldirdim yapilacak hazirliklari yaptirdim. Olaylar görüsümüzü dogruladi. Düsman ordusu, 23 Agustos 1921'de ciddî olarak cephemizedogru ilerlemeye basladi ve taaruza geçti. Birçok kanli, bunalimli safhalarve dalgalar oldu. Düsman ordusunun üstün gruplari, savunma hattimizinbirçok parçalarini kirdilar. Bu ilerleyen düsman birliklerinin karsisinakuvvetlerimizi yetistirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Solkanadimiz, Ankara'nin elli kilometre güneyine kadar çekilmisti. Ordumuzun yönü batiya iken güneye döndü. Arkasi Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü degistirilmis oldu. Bunda hiçbir sakinca görmedik.Savunma hatlarimiz kisim kisim kiriliyordu. Fakat kirilan her kisminyerine en yakin bir yerde hemen yeni bir savunma hatti kuruluyordu. Savunma hattina çok ümit baglamak ve onun kirilmasiyla, ordunun büyüklügü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektigi teorisini çürütmek içinmemleket savunmasini baska türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek siddet göstermeyi yararli ve etkili buldum. Dedim ki :


SAVUNMA HATTI YOKTUR, SAVUNMAZ HATTI VARDIR



Savunma hatti yoktur, savunma sathi vardir. O satih bütün vatandir. Vatanin her karis topragi
Vatandasin kaniyla islanmadikça terk olunamaz.Onun için küçük büyük her birlik bulundugu msvziden atilabilir. Fakatküçük büyük her birlik, ilk durabildigi noktada yeniden düsmana cephekurup savasa devam eder. Yanindaki birligin çekilmeye mecbur oldugunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulundugu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karsi koymaya mecburdur.
Iste ordumuzun her ferdi, bu sistem içinde her adimda en büyükfedakârligini göstererek ve düsmanin üstün kuvvetlerini yipratip yokederek, sonunda onu, taarruzuna deiram güç ve kudretinden yoksun birduruma getirdi.
Muharebe durumunun bu safhasini sezer sezmez hemen özelliklesag kanadimizla Sakarya irmagi dogusunda düsman ordusunun sol kanadina ve daha sonra cephenin önemli yerlerinde karsi taarruza geçtik.Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmeye mecbur oldu.13 Eylül 1921 günüSakarya irmaginin dogusunda düsman ordusundan eser kalmadi. Böylece23 Agustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bu günler de dahil olmaküzere, yirmi iki gün yirmi iki gece araliksiz devam eden büyük ve kanliSakarya Meydan Muharebesi yeni Türk devletinin tarihine, dünyatarihinde pek az rastlanan büyük bir meydan muharebesi örnegi kaydetti.
Saygideger Efendiler, Baskomutanlik görevini fiilen üzerime aldigim zaman, Meclis'e ve millete mutlaka basaracagimiz yolundaki kesininancimi arz ve ilân etmekle ve bu inancimi, varligimin bütün haysiyetiniortaya atarak gerçeklestirmekle ilk manevî görevimi yapmis oldugumusanirim. Ondan sonra, önemli maddî görevlerim de vardi. Onlardan biri,savas ve muharebe karsisinda millete aldirmaya mecbur oldugum durumidi.


BÜTÜN TÜRK MILLETINI CEPHEDE BULUNA ORDU KADAR, DUYGU,



Bildiginiz gibi savas ve muharebe demek; iki milletin, yalniz iki ordunun degil, iki milletin bütün varliklariyla bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle, biri biriyle karsi karsiya gelmesi ve biribiriyle vurusmasi demektir. Bunun içindir ki,bütün Türk milletini cephede bulunan ordu kadar duygu, düsünce ve hareket bakimindan savasla ilgilendirmeliydim. Yalniz düsman karsisindabulunanlar degil köyünde, evinde, tarlasinda bulunan herkes, milletinher ferdi silâhla vurusan savasçi gibi kendini görevli sayarak bütün varligini yalniz mücadeleye verecekti. Bütün maddî ve manevî varligini vatan savunmasina vermekte agir davranan ve titizlik göstermeyen milletler, savas ve muharebeyi gerçekten göze almis ve basarabileceklerineinanmis sayilmazlar.
Gelecekteki harplerin tek basari sarti da en çok bu arz ettigimnoktaya bagli olacaktir. Avrupa'nin askerlik bakimindan ileri durumdaolan büyük milletleri, daha simdiden bu tutumu kanun haline getirmeyebaslamislardir. Biz, Baskomutan oldugumuz zaman, Meclis'ten bir vatanisavunma kanunu istemedik. Fakat, Meclis'ten aldigimiz yetkiye dayanarak bu amaci kanun niteligiideki belirli emirlerle saglamaya çalistik.Millet, bundan sonra, bugüne kadar olan tecri.ibeleri de dikkatle gözdengeçirerek aziz vatana taarruzu imkânsiz kilan sebep ve sartlan daha açikve daha kesin olarak tespit eder.


BÜYÜK MILLET MECLISI'NCE BANA "MARESAL" RÜTBESIYLE "GAZI" ÜNVANININ VERILMESI



Efendiler, diger bir görevim de, ordu içinde, muharebe saflari arasinda bizzat muharebeye katilmak ve savasi bizzat yönetmekti. Bunu da gücümün yettigi ölçüde, hattâ bir kaza sonucu sol kaburga kemiklerimden birinin kirilmis olmasina ragmen, bütün varligimla en iyi sekilde yapmaya çalistigimi sanirim. Sakarya Muharebesi'nin sonuna kadar askerî bir rütbem yoktu. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisi'nce bana Maresal rütbesiyle Gazi ünvani verildi.Osmanli Devleti'nin rütbesinin, yine o devlet tarafindan geri alinmis oldugunu biliyorsunuz



FRANSIZ HÜKÜMETI ILE YAPILAN GÖRÜSMELER VE ANKARA ANTLASMASI


Efendiler, Sakarya Zaferinden sonra, Bati ile yaptigimiz olumlu ve verimli temas ve görüsmeler Ankara antlasmasi ile sonuçlanmistir. Bu anlasma Ankara'da, 20 Ekim 1921'de imza edilmistir. Bu konuda özet halinde bir bilgi vermek için, kisa bir açiklamada bulunayim :
Bekir Sami Bey'in baskanligindaki delegeler hey'etinin gittigi Londra Konferansi'ndan sonra, bildiginiz üzere, Ikinci Inönü Zaferiyle sonuçlanan Yunan taarruzu geri püskürtülmüstü. Bir zaman için, askerî durum sakinlesti. Rusya ile, Moskova Anlasmasi imzalanmis ve dogudaki durumumuz açiklik kazanmisti. Itilâf Devletleri'nden de millî ilkelerimize saygili olabileceklerle anlasmanin yararli olacagi düsünülmekteydi. Adana, Antep ve dolaylarini yabanci isgalinden kurtarmak, bizce önemli görülmekteydi.
Çesitli sebeplerle, Suriye'den baska, bu adi geçen illeri isgalleri altinda bulunduran Fransizlarin da, bizimle anlasma egiliminde olduklari anlasiliyordu. Gerçi, Bekir Sami Bey'in, Mösyö Briand (Briyan)'la yaptigi fakat millî olmayan anlasma reddedilmis idiyse de, ne Fransizlar ne de biz çarpismalari sürdürmeye istekli degildik. Bu yüzden her iki taraf biribiriyle görüsme yollarini aramaya basladi. Fransiz hükumeti, eski bakanlardan Mösyö Franklin Bouillon (Franklen Buyon)'u önce gayri resmî olarak Ankara'ya göndermisti. 9 Haziran 1921 tarihinde Ankara'ya gelen Mösyö Franklin Bouillon ile Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Pasa Hazretleri'nin de katilmasiyla, bizzat iki hafta süren görüsmeler yaptim.
Biribirimizi tanimakla geçen özel bir bulusmadan sonra, 13 Haziran 1921 Pazartesi günü, Ankara istasyonundaki bana ait dairede yaptigimiz ilk toplantida görüsmelerimizin hareket noktasini belirtmek gerektiginden söz ederek konusmaya basladik. Ben, bizim için hareket noktasinin Misak-i Millî'de tespit edilen ilkeler oldugunu ortaya attim.
Mösyö Franklin Bouillon, ilkeler üzerindeki tartismanin güçlüklerini ileri sürerek, Sevres Antlasmasi'nin bir oldubitti olarak ortada bulundugunu söyledikten sonra, Londra'da Bekir Sami Bey'le Mösyö Briand'in yaptiklari anlasmayi temel almanin ve bu anlasmanin Misak-i Millî'ye aykiri olan noktalari üzerinde tartismanin yerinde olacagi görüsünü savundu. Bu teklifinde hakli oldugunu göstermek için, Londra'ya giden delegelerimizin Misak-i Millî'den söz etmediklerini, Misak-i Millî'nin ve Millî Mücadele'nin, degil Avrupa'da, daha Istanbul'da bile degeri anlasilamamis oldugunu söyledi.
Ben verdigim cevaplarda dedim ki : "Eski Osmanli Imparatorlugu'ndan yeni bir Türk Devleti dogmustu. Bunu tanimak gerekir. Bu yeni Türkiye, her bagimsiz devlet gibi haklarini tanitacaktir. Sevres Antlasmasi Türk milleti için öylesine ugursuz bir idam kararnâmesidir ki onun bir dost agzindan çikmamasini dileriz. Bu konusmamiz sirasinda bile Sevres Antlasmasini agzima almak istemem. Sevres Antlasmasi'ni kafasindan çikarmayan milletlerle güven temeline dayanan iliskilere girisemeyiz. Bize göre böyle bir antlasma yoktur. Londra'ya giden delege hey'etimizin baskani eger bundan bahsetmemisse, verdigimiz talimat ve yetki çerçevesinde hareket etmemis demektir. Yanlis is görmüstiir. Bu yanlislik yüzünden Avrupa ve özellikle Fransiz kamuoyunda ters etkiler dogdugu görülüyor. Bekir Sami Bey'in gittigi yoldan hareket dersek, biz de ayni yanlisligi yapmis oluruz. Avrupa'nin Misak-i Millî'den haberdar olmamasina imkân yoktur. Avrupa Misak-i Millî deyimini ögrenmemis olabilir. Fakat, yillardan beri kan döktügümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, su kanli mücadelelerin neden ileri geldigini elbette düsünmektedir. Istanbul'un Misak-i Millî'den ve Millî Mücadele'den haberi olmadigi yolundaki sözler dogru degildir. Istanbul halki, bütün Türk milleti gibi, Millî Mücadele'yi bilmektedir ve ondan yanadir. Bu mücadeleyi bilmezlikten gelen ve ona karsi görünen kimselerle bunlarin yardakçilari azdir ve milletçe de taninmaktadir."
Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey'in kendisine verilen talimat ve yetki disina çikarak hareket etmis oldugu yolundaki sözlerim üzerine dediler ki, "bunu açiklayabilir miyim?" Sözlerimi istedigi yerlere bildirip anlatabilecegini söyledim. Mösyö Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey'le yapilan anlasmadan ayrilmamak için mazeret ileri sürerken, Bekir Sami Bey'in bir Misak-i Millî oldugundan ve onun sinirlari disina çikamayacagindan söz etmedigini, eger bundan söz etmis olsaydi, o zaman ona böre görüsülüp gerektigi sekilde hareket edilebilecegini; ancak, simdi durumun güçlestigini tekrarladi. Batidaki kamuoyu, bu Türkler, delegeleri vasitasiyla bunu niçin dile getirmemisler de simdi yeni veni meseleler çikariyorlar" diyeceklerdir.
Nihayet, uzun görüsme ve tartismalardan sonra, Mösyö Franklin Bouillon, Misak-i Millî'yi okuyup anladiktan sonra yeniden görüsmek üzere, toplantinin ertelenmesini teklif etti. Ondan sonra Misak-i Millî'nin maddeleri bastan sona kadar birer birer okunarak görüsüldü ve tartismaya devam edildi. Üzerinde en çok durulan nokta, kapitülasyonlarin kaldirilmasi ve istiklâlimizin tam olarak saglanmasini isteyen madde oldu. Mösyö Franklin Bouillon, bu meselelerin incelenmesi ve üzerinde durulmasi gerektigini bildirdi. Ben bu noktaya cevap verdim. Söylediklerimin özeti suydu : "Tam istiklal, bizim bugün üzerimize aldigimiz görevin can damaridir. Bu görev, bütün millete ve tarihe karsi yüklenilmistir. Bu görevi yüklenirken, ne ölçüde basarilabilecegi üzerinde hiç süphe yok ki çok düsündük. Fakat sonunda vardigimiz kanaat ve inanç, bunda basarili olabilecegimizdir. Biz, böyle ise baslamis adamlariz. Bizden öncekilerin yaptiklari yanlisliklar yüzünden, milletimiz sözde var sanilan istiklâline gerçekte sahip degildi. Simdiye kadar Türkiye'yi medeniyet dünyasinda kusurlu gösteren neler düsünülebilirse, hep bu yanlisliktan ve bu yanlisliga boyun egmekten ileri gelmektedir. Bu yanlisliga boyun egmenin sonucu, mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetini ve bütün yasama kabiliyetini kaybetmesine ve ondan yoksun kalmasina yal açabiliriz. Biz, yasamak isteyen, haysiyet ve serefiyle yasamak isteyen bir milletiz. Bir yanlisliga boyun egme yüzünden bu vasiflardan yoksun kalmaya katlanamayiz. Aydin olsun cahil olsun, istisnasiz milletimizin bütün fertleri, belki isin içindeki güçlügü iyice kavramamis olsalar bile, bugün yalniz tek bir nokta etrafinda toplanmis ve fakat sonuna kadar kanini akitmaya karar vermistir. O nokta, istiklâlimizin tam olarak kazanilmasi ve devam ettirilmesidir.
Tam istiklâl demek, elbette, siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel v.b. her alanda tam bir bagimsizliga ve hürriyete kavusmak demektir. Bu saydiklarimin herhangi birinde istiklâlden yoksun kalmak, millet ve memleketin gerçek anlamiyla bütün istiklâlinden yoksun kalmasi demektir.
Biz, bunu elde etmeden baris ve huzura kavusacagimiz inancinda degiliz. Sekil ve usullere uyarak baris yapabiliriz, anlasma yapabiliriz. Ancak, istiklâlimizi tam olarak saglamayacak olan bu gibi barislar, uyusma ve anlasmalarla, milletimiz hiçbir vakit varligina ve huzura kavusamayacaktir. Belki de silâhli mücadelesini birakarak, yikima sürüklenmeye razi olacaktir. Eger milletimiz buna razi olsaydi, bunu kabul edebilecek yaratilista bulunsaydi, iki yildan beri mücadele etmeye hiç de gerek kalmazdi. Daha ateskes anlasmasinin ertesinde har ekete geçmemek olabilirdi.
Mösyö Franklin Bouillon, bu sözlerim karsisinda, ciddî ve samimî olarak bazi görüsler ileri sürdü ve en sonunda da bunun zaman meselesi oldugu görüsünü belirtti.
Efendiler, Mösyö Franklin Bouillon ile önemli ve ikinci derecede kalan sorunlar üzerinde günlerce ve günlerce görüstük. Sonuç olarak biribirimizi, düsüncelerimizle, duygularimizla ve tutumlarimizla anlayabildik sanirim. Fakat Fransiz Hükumetiyle Türk Millî Hükumeti arasinda, kesin anlasma noktalarinin tespit edilebilmesi için biraz daha zaman geçmesi zarurî oldu. Ne bekleniyordu? Belki de, Türk millî varliginin Birinci ve Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra daha büyücek bir eserle ispatlanmis olmasi! . . Gerçekten de, Mösyö Franklin Bouillon'un kesin karara vararak imza ettigi Ankara Anlasmasi, büyük ve kanli Sakarya Meydan Muhabei-esi'nden otuz yedi gün sonra, arz etmis oldugum gibi, 20 Ekim 1921'de dogmus olan bir belgedir.
Bu anlasma ile, siyasî, iktisadî, askerî v.b. hiçbir alanda bagimsizlimizdan hiçbir sey feda etmeksizin, vatan topraklarimizin degerli parçalarini isgalden kurtarmis olduk. Bu anlasma ile millî davamiz ilk defa olarak Bati devletlerinden biri tarafindan onaylanmis ve açiklanmis oldu.
Mösyö Franklin Bouillon, bundan sonrada birkaç kere Türkiye'ye gelmis, Ankara'da ilk günlerde aramizda kurulan dostluk duygularini belirtme yollari aramistir.


PONTUS MESELESI



Saygideger Efendiler, genel konusmamin basinda bir Pontus meselesinden söz etmistim. Bu mesele belgeleriyle herkesçe bilinmektedir. Ancak, bizi de çok ugrastirdigindan, burada, onunla ilgili bazi noktalara dokunacagim.
1840 yilindan beri; yani üç çeyrek yüzyildan beri, Anadolu'nunRize'den Istanbul Bogazi'na kadar uzanan Karadeniz bölgesinde, eskiYunanliligin diriltilmesi için çalisan bir Rum toplulugu vardi. AmerikaliRum göçmenlerden Rahip Klematios adinda biri, ilk Pontustoplanti yerini simdi halkin Manastir dedigi bir tepede Inebolu'da kurmustu. Bu teskilâta bagli olanlar, zaman zaman biribiriilden ayri eskiyaçeteleri kurarak faaliyet gösteriyorlardi. Birinci Dünya Savasi sirasindada, disaridan gönderilip dagitilan silâh, cephâne, bomba ve makineli tüfeklerle, Samsun, Çarsamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri sanki bir silâhdeposu durumuna gelmisti.
Ateskes Anlasmasindan sonra, bütün Rumlar Yunanlilik millî davasi ile her tarafta simardigi gibi, Ethniki Hetairia (Etniki Eterya) Cemiyeti'nin propagandacilari ile Merzifon'daki Amerikan kuruluslarininmanevî destekleri ile egitüp yetistirilen, maddî bakimdan da yabancihükumetlerin silâhlariyla güçlendirilip cesaret verilen bu bölgedeki Rumlar da, bagimsiz bir Pontus hükumeti kurma emeline düstü. Bu maksatlagenel bir ayaklanma hazirladilar. Daglara çekildiler; Amasya, Samsun vedolaylari Rum Metropolit'i Yermanos' un idaresinde düzenli birprogramla çalismaya basladilar. Bir yandan da, Samsun'daki Rum komitecilerinin baskani olan Reji Fabrikasi Müdürü Tokomanidis,Iç Anadolu ile haberlesme saglamaya çalisiyordu. Bazi yabanci hükumetler, Pontus hükumetinin kurulmasi için yardimci olacaklarina söz verdiler. Samsun ve dolaylarindaki Rum nüfusunu arttirmak için de, Rusya'daki Rum ve Ermenileri Batum'da topladilar. Onlari, Türk Kafkas ordularindan alinip Batum'da depo edilen silâhlarla donatarak, sahillerimizeçikarmaya baSladilar. Çetecilik etmek üzere, sahillerimize çikarilabilecekbirkaç bin Rum'u Sohum'da Haralambos adinda bir adamin basina topladilar. Batum'da toplananlarin da Haralambos'un etrafindatoplananlara katilmalari saglaniyordu. Bunlar, memleketimiz içinde,Samsun'daki bazi yabanci devlet temsilcileri tarafindan korunuyor vesilâhlandiriliyordu. Kiyilarimiza çikan bu çeteler, göçmenleri besleme maskesi altinda, yabanci hükumetler tarafindan yedirilip giydiriliyordu. Yabancilarin Kizilhaç hey'etleri arasinda gelen subaylarin da örgüt kurniak, çetelerin askerî ögretim ve egitimi ile ugrasmak ve gelecekteki Pontus hükumetinin temelini atmakla görevlendirildikleri anlasiliyordu.
4 Mart 1919 tarihinde, Istanbul'da Ponius adiyla yayinlanmayabaslayan bir gazetenin basmakalesinde Trabzon ilinde Rum cumhuriyetinin kurulmasina çalismak maksadiyla yayinlandigi ilân adilmisti.
Yunanistan'in bagimsizligini kazanma gününe rastlayan 7 Nisan1919 günü, her yerde ve özellikle Samsun'da gösteriler yapildi. Yermanos'un küstahça davranislari Rumlarin düsünce ve emellerini açigavurdu. Bafra ve Çarsamba dolaylarindaki yerli Rumlar, sik sik kiliselerdetoplaniyor, örgütlenmelerini ve donatimlarini artiriyorlardi. 23 Ekim 1919tarihinde, Dogu Trakya ve Pontus için merkez olarak Istanbul kabul edilmisti.
Venizelos, Istanbul'un merkez olarak kabul edilme konusunun daha sonraki bir tarihe ertelenerek, bunun yerine Pontus hükûmetikurulmasi düsüncesini ortaya atmis ve Istanbul Patrikhanesi'ne bunagöre talimat vermisti. Ayni zamanda, Istanbul'da gizli bir Yunan polisteskilâti kurmakla görevlendirilen Albay Alexandros Zimbrakakis tarafindan Pontus jandarma teskilâtini düzene sokmak üzereEiffel (Eyfel) adli Yunan torpidosuyla, bir subaylar hey'eti de gönderilmisti. Türkiye'de bu türlü isler olurken Batum'da da 18 Aralik 1919'daPontus Rum Hükûmeti adiyla bir hükûmet kurulmus ve teskilâtlanmayabaslamisti.19 Temmuz 1920'de de Batiim'da, Karadeniz, Kafkas ve GüneyRusya Rumlari tarafindan Pontus meselesi ile ilgili bir kongre toplandi.Bu kongrenin raporu üyelerden biri vasitasiyla Istanbul'da Rum Patrikligi'ne gönderildi. Pontusçular 1920 yilinin sanlarina dogru çalismalarinibüsbütün artirarak iyiden iyiye or taya çiktilar. Bizi, ciddî tedbir almayamecbur ettiler.
Daglarda kurulan Pontus teskilâti söyleydi :
a) Birtakim çetebaslaririin emrinde silâhli ve savasçi kuvvetler,
b) Buularin beslenmesine hizmet eden üretici Pontus halki,
c) Yönetim ve güvenlik kuvvetleri ile sehirlerden ve köylerden yiyecek saglamakla görevli ulastirma kollari.
Çetelerin çalisma bölgeleri biribirinden ayrilmisti. Pontus eskiyasinin kuvveti baslangiçta 6.000 - 7.000 silâhli idi. Daha sonra her taraftan katilanlarla 25.000'e yaklasti. Bu kuwet yeterli küçük 'birliklere ayrilarakçesitli yerlerde bariniyordu. Pontus çetelerinin bütün isleri, Islâm köylerini yakmak, Müslüman halka karsi akil ve hayale sigmaz zulümleryapmak, cinayetler islemek gibi kan içici bir sürünün yaptiklarindan baska bir sey degildi.
Biz, Anadolu'ya çikar çikmaz, Türk halkini dikkat ve uyanikliga davet ettik. Dogabilecek tehlikelere karsi tedbirler almaya basladik. Merkezi Sivas'ta bulunan 3' üncü Kolordu, yalniz, çesitli bölgelerdegözüken çeteleri takip ve ortadan kaldirmakla ugrasti. Trabzon bölgesinde dolasan Köroglu adindaki Rum çetesiyle, Eftalidi çetesi ve öteki çeteler, merkezi Erzurum'da bulunan 15' inci Kolordu tarafindan takip edilerek ortadan kaldiriliyordu. Bir taraftan da Pontus eskiyasinin dönüpdolastigi yerlerde, halk silâhlandirilarak millî teskilât kuruldu.



ANADOLU'NUN ORTASINDA YENIDEN ÇIKAN BIRAKIM IÇISYANLAR



Efendiler, Sivas'in kuzeyinde ve Yozgat'ta çikan ve Sizlerce de bilinen iç isyan olaylarindan baska,1920 yili sonlarinda, yeniden Anadolu'nun ortasinda, Ziletaraflarinda, Küçük Aga, Deli Haci Aynaci ogullari,Erbaa yakinlarinda Kara Nâzim, Çopur Yusuf; baska yerlerdeDeli Hasan, Küçük Hasan gibi birtakim serserilerle YozgatÇayözü Çerkezlerinden kurulu çeteler;1921 yili baslarinda da Koçkiri asiretinin beylerinden Haydar Bey; Istanbul'da Seyit Abdülkadir'den aldigi talimat üzerine Alisan ve akrabasindan Naki, Alisir ve daha baskalari ile birlikte isyan hareketlerine basladilar. Birçokkuvvetimiz bir taraftan Pontusçulari diger taraftan da bu âsîleri izleyiportadan kaldirmakla ugrasiyorlardi


MERKEZ ORDUSUNUN KURULMASI VE NURETTIN PASANIN KOMUTANLIGA GEÇMESI


Efendiler, hatirlarsiniz ki, Nurettin Pasa, Yunan ordusunun ilk defa taarruz eder gibi görünmesi karsisinda, birtakim bos ve iaiantiksiz düsünceler ileri sürdügü için, kendisine görev verilmemis oldugundan, bir mektupla, bizimle çalisamayacagini bildirerek ve izin alarâk Tasköprü'ye gitmisti. O tarihten bes ay sonra, bazikimseler,Nurettin Pasa adina gerek Fevzi Pasa Hazretleri'ne gerek bana, kendisine bir görev verilirse, bunu ciddiyet ve samimiyetle yapacagini söyleyerek aracilik ettiler. Biz de Anadolu'nun orta kesiminde güvenligi sagIamakla görevli bulunan kuvvetlerimizi büyücek bir komuta altinda birlestirmekte yarar gördügümüzden, 9 Aralik 1920'de, Sivas'taki .3' üncü Kolordu'vu kaldirarak, onun görevirii yeni kurdugumuz Merkez Ordusu'na verdik. Bu ordunun komiitanligina da Nurettin Pasa'yigetirdik.
Nurettin Pasa, merkez bölgesinde bir yila yakin görev yapti. Fakat milletvekillerinin, kendi yetkisi disina tasarak bazi yurttaslarin haklarina el uzattigi yolundaki sikâyetleri ve Içisleri Bakanligi'na soru önergeleri vermeleri, Bakanligin da sikâyetleri hakli bulmasi üzerine Meclis'in istegi ile Kasim 1921 baslarinda görevden alindi. Meclis, Nurettin Pasa'nin yargilanmasina karar verdi. Bu durum benimle Bakanlar Kurulu arasinda da bir anlasmazligin çikmasina yol açti. Fen, Nurettin Pasa için uygulanmasi istenen isleme katilmadim. Fevzi Pasa Hazretleri de benim görüsüme katildi. Ikimizle Bakanlar Kurulu arasinda dogan anlasmazlik Meclis'çe çözüldü. Meclis'te Nurettin Pasa'yi savundum. Kendisi için agir bir islem uygulanmasini önledim.
Nurettin Pasa'yi bundan sekiz ay kadar sonra, 1' inci Ordu Komutanligi'nda görecegiz.


MALTA'DAN YENI DÖNEN BAYINDIRLIK BAKANI RAUF BEY'LE KARA VASIF BEY



GÜDÜLEN ASKERI SIYASETI ÖGRENMEK ISTIYORLARDI Rauf Bey, 15 Kasim 1921'de Ankara'ya gelmisti. Rauf Bey'i, 17 Kasim 1921'de, bosalan Bayindirlik Bakanligi na seçtirdik.
Rauf Bey 'den sonra Ankara'ya gelen Kara Vasif Bey'i de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun Yönetim Kurulu üyeligine seçtirdim. Bu iki zatin birinden hükûmette digerinden grupta yararlanmayi düsünmüstüm. Çok geçmedi, bir gün RaufBey'in Bakanlar Kurulu'nda bir konunun açiklanrriasini istedigi haberverildi. liyni günde, Kara Vasif Bey'in de grup hey'etinde ayni konuyu ögrenmek istedigi bildirildi. Bu iki zatin aralarinda önceden kararlastirdiklari anlasilan konu suydu : "Güdülen askerî politika nedir?" Busorudan nasil bir anlam çikarilabilirdi? Neyi anlamak istiyorlardi? Bizimyürütmekte oldugumuz siyasî ve askerî politika belli olmustu. Istiklâlimiz tam olarak saglanincaya kadar, düsmanlarla vurusmak ve onlari yenecegimize olan kesin bir inançla savasa devam etmek... Iste ortaya atilan soru ile demek isteniliyordu ki, ne olursa olsun muharebeye devametmekle sonuç almak mümkün müdür? Mümkün olmadigi ihtimalini hesaba katarak daha simdiden daha baska tedbir ve çarelere anlatmakistediklerine göre siyasî çarelerdir basvurarak içinde bulundugumuztehlikeli duruma son vermek yerinde olmaz mi?
Elbette, ne Bakanlar Kurulu'nda ne de Grup Yönetim Kurulu'ndaböyle bir konunun görüsme ve tartisma konusu edilmesine müsaade etmedim. Bunun üzerine Rauf Bey Bakanliktan, Kara Vasif Beyde Grup Yönetim Kurulu'ndan çekildiler. 13 Ocak 1921 tarihinde Meclis'te Rauf Bey'in Istifasi okunurken, ayni tarihli bir istifa yazisi daha okunmustu. Bu istifa yazisi, Milli Savunma Bakani olan Refet Pasa'nindi.
Efendiler, Refet Pasa'nin istifa sebebini birkaç kelime ile açiklayayim : 4 Ocak 1922 günü, Meclis'in bu gizli oturumunda söyle bir konunun tartismasi yapilmisti. Baskomutanlik ve Genelkurmay BaskanligiAnkara'da oturuyormus. Cepheden uzak bulunuyormus. Bundan su sonuççikarilmis ki, benim hem Baskomutan hem de Meclis Baskani olmam sakincali imis. Ordu isleri iyi gitmiyormus. Meclis bir savas komisyonu kurarak, ardunun durumunu incelemeliymis. Genelkurmay Baskani, aynizamanda Bakanlar Kurulu Baskani oldugundan, Genelkurmay isleri deiyi gitmiyormus. Fevzi Pasa Hazretleri yalniz Bakanlar Kurulu Baskanligi'nda kalsin, Genelkurmay Baskanligi iIe Millî Savunma Bakanligibirlestirilsinmis.
Millî Savunma Bakani olan Refet Pasa, bu tezi kürsüden bizzat savunuyordu. Bu görüslere su yolda cevap verdim :



BENIM SAHSEN ANKARA'DAN UZAKLASMAM ISTENIYORDU



Baskomutanlik ve Genelkurmay Baskanligi pek yerinde olarak Ankara'yi karargâh edinmistir. Görevini en iyi bir sekilde buradan yürütmektedir. Gerektiginde ne vakit nereye gidecegine kendisi karar verir. Cephe ile bizzat ugrasan cephe komutani vardir. Gereksiz yere, benim sahsen Ankara'danuzaklasmami istemenin anlami yoktur. Genelkurmay Baskanligi ile MillîSavunma Bakanligi, Baskomutanin emri altinda, Baskomutanlik Karargâhi'ni olusturur. Ayn avri degildir. Genelkurmay Baskani olan FevziPasa Hazretleri'nin, Ankara'da bulundukça Bakanlar Kurulu Baskanligini da yapmasi, bugün için bir zarurettir. Çünkü, onun yoklugunda,Refet Pasa ona vekâleten, Bakanlar Kurulu Baskanligi görevini deyapmisti. Basaramamisti. Bakanlar Kurulu'nda karisiklik basladi. Bakanlar toplanmaz oldular. Fevzi Pasa Hazretleri'nin dönüsü, bakanlarin sikâyeti üzerine oldu. Ordu ile ilgili olarak yaptigimiz islerin denetlenmesi için, Meclis'in bir komisyon kurmasini sakincali görmem. Ancakbu komisyon benim baskanligim altinda olur.
Gerçekten, bu komisyon, dedigim sekilde kuruldu. Eski HarbiyeNâzin Cemal Pasa da komisyona üye olarak seçildi. Öteki hususlarda Refet Pasa ve digerlerinin görüsleri benimsenmisti. Iste bundan dolayi istifaya hazirlanan Refet Pasa istifasini Rauf Bey'inistifasiyla ayni günde vermis oluyor.


IKINCI GRUP KURULUYOR



Efendiler, yeri düsünce bilginize sunmustum ki, Meclis'te kurdugumuz Müdafaa-i Hukuk Grubu,Meclis görüsmelerinin iyi gitmesini ve Bakanlar Kurulu çalismalarininaksamadan yol almasini saglama bakimindan sonuna kadar yardimci oIdu. Fakat bir taraftan da muhalif duygu ve düsüncede olanlar, her günbiraz daha taraftar buldukça, Grup'un çalismasini güçlestirmeye basladilar. Muhalefet düsüncesinin ana kaynagi, Müdafa-i Hukuk Grubu tüzügünün temel maddesindeki ikinci noktaydi. Yani hükumet kurulusununTeskilât-i Esasiye Kanunu'na uygun olarak yapilmasi meselesi...
Programin ilk maddesinin son fikrasi, duygu ve düsüncelerde tambir uvusma saglanmasina sürekli bir engel olarak kaldi. Bu sebeple grupiçinde de görüS aynliklari ve disiplinsizlik basgösterdi. Birtakim kimseler gruptan ayrildi. Aynlanlar disaridakilerle birleserek grubu yikmayaçok çalistilar. Alinari tedbirler buna engel oldu. Sonunda Ikinci Grupadiyla yeni bir grup olustu. Bu grubu olusturanlar, memleketteki Anadoluve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden ayrilmadiklarini, onun kongrelerde tespit edilen gayelerinin takipçisi bulunduklarini iddia ediyorlardi.Ikinci Gruba önayak olanlar görünüste Salâhattin ve HüseyinAvni Bey'lerdi. Birinci derecede faaliyet gösteren ve kiskirtanlarin iseRauf ve Kara Vasif Bey'ler oldugu anlasiliyordu.
Bu grubun faal ve inatçi üyelerinden olan Samsun milletvekiliEmin Bey, son zamanlarda bir vesileyle Ankara'ya gelmisti. Bütüngerçekleri anlamisti; kiskirtici ve bozgunculari lânetliyordu. Bu zat banasunu anlatti : Rauf Bey, Ikinci Grubu kiskirtiyor ve asiri davranislarasürüklüyormus... Emin Bey, Rauf Bey'e demis ki : Rauf Bey, su cevabi vermis :
Efendiler, bildiginiz üzere, o zaman yürürlükte olan kanuna göre,Bakanliklar için, ben Meclis'e aday gösterirdim. Milletvekilleri gösterdigim adaya olumlu veya olumsuz oy verirler yahut da çekimser kalirlardi.Ikinci Grup, benim adaylarimi dikkate almadan, kendi gruplari adina ortaya attiklari adaylara, kanuna aykiri olarak oy vermek suretiyle, hükûmetin kurulmasini engellemeye basladilar.
Efendiler, Meclis'te ordu aleyhine de bir hareket yaratilmisti. Diyorlardi ki, Sakarya Muharebesi'nden sonra aylar geçtigi halde, ordu niçintaarruza geçmiyor? Mutlaka taarruz etmelidir. Hiç olmazsa sinirli, belirlibir cephede taar ruz yapilmalidir ki, ordumuzun taarruz kabiliyeti olupolmadigi anlasilsin' Bu harekete karsi direndik. Maksadimiz, bütün hazirliklarimizi tamamlayarak genel ve kesin sonuca götürücü bir taarruzyapmak oldugu için, sinirli bir cephede taarruz görüsünü benimseyemezdik; bunda bir yarar yoktu.
Muhaliflerde uyanan kanaat, ordumuzun taarruz gücünü kazanamayacagi noktasinda toplandi. Bunun üzerine, ordunun taarruza geçirilmesiyolundaki hücumlarini durdurdular. Hücum sistemini degistirer ek baska bir görüs ortaya attilar. Bu defa dediler ki, bizim asil düsmanimiz Yunanlilar, Yunan ordusu degildir. Zaten Yunan ordusunu tamamen yenmisolsak da is bununla bitmez. Itilâf Devletleri'ni, özellikle Ingilizleri savasla yenmek gerekir. Bunun için Yunan ordusuna karsi bir perde hatti birakmak, asil orduyu Irak'in kuzey sinirina yigip, Ingilizlere taarruz etmek gerekir. Davamizin savasla halledilmesi görüsü benimseniyorsa yapilacak is budur.



ORDU SAFLARINA KADAR YAYILAN BOZGUNCULUK TELKINLERI



Efendiler, bu kadar anlamsiz ve mantiksiz olan dü süncelere iltifat etmedik. Bunun üzerine muhaliflerin elebasilari yeni bir propaganda çikardilar : Nereye gidiyoruz? Bizi kim nereye sürüklüyor? Meçhullere?.. Koskoca bir millet, belirsiz, karanlik hedeflere akilsizca sürüklenir mi? Bu propaganda, Meclis binasindan, Ankara çevrelerinden ordusaflarina kadar yaydirildi. Orduya her vasita ile bu bozguncu telkinleryapilmaya çalisiliyordu.
Rauf Bey, sik sik gizlice diyordu ki : "Hiç olmazsa gerçek durumu bana söyle, ordu ne durumdadir? Gerçekten taarruz edemeyecek mi?"
4 Mart 1922 günü aksami, cepheyi teftis etmek üzere, Ankara'danayrilmaya karar vermistim. Dolayisivla, o gün Meclis'teki gizli oturumda,bazi açiklamalarda ve ricalarda bulundum. Kendilerine anlattim ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düsman ordusunu Eskisehir - Seyitgazi - Afyonkarahisar kesimine kadar kovalayan kuwetlerimiz, bütün ordu olmayip yalniz süvarilerimiz ve süvari birliklerimize destek olmak üzere ileri sürülen bazi tümenlerimizdi.


ORDUMUZUN KARARI TAARRUZDUR



Ordumuzun karan taarruzdur. Ama bu taarruzu erteliyoruz. Sebebi, hazirligimizi iyice tamamlamakiçin biraz daha zaman gerekmektedir. Yarim hazirlikla, yarim tedbirle yapilacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür. Bekleyisimizi,taarruz karanndan vazgeçtigimiz veya bunu basarmaktan ümidimizi kestigimiz seklinde anlamak ve yorumlamak yersizdir.
Bundan sonra Su görüsleri dile getirdim : Osmanlilar, yapacaklariaskerî harekâtin genisligi ölçüsünde hazirlikli ve tedbirli davranmadiklanve daha çok duygu ve hirslannin etkisi altinda hareket ettikleri için, Viyana'ya kadar gittikleri halde, geri çekilmeye mecbur olmuslardir. Ondan sonra Budapeste'de de duramadilar, geri çekildiler. Belgrat'ta da yenilerek geri çekilmeye mecbur edildiler. Balkanlan terk ettiler. Rumeli'den çikardilar. Bize, içinde daha düsman bulunan bu vatani miras biraktilar. Bu son vatan parçasini kurtarirken olsun, hirslarimizi, hislerimizibir yana birakarak ihtiyatli olalim. Kurtulus için... istiklâl için, enindesonunda düsmanla bütün varligimizla vurusarak onu yeiimekten baskakarar ve çare yoktur ve olamaz.
Sinir gevsetici sözlere, telkinlere önem verilmemeli ve güvenilmemelidir. Osmanli yönetim ve siyasetinin yarattigi bu türlü zihniyetler reddedilmelidir. "Ordu ile, savasla, inatla bu isin içinden çikilmaz" seklindeki dis kaynakli ögütlere uymakla, bir vatan, bir millet istiklâli kurtulamaz. Tarih böyle bir olay kaydetmemistir. Bunun aksini düsünerek hareket edeceklerin çok aci sonuçlarla karsilasacaklarina süphe yoktur.Türkiye iste bu yoldaki yanlis yoktur. düsüncelere... yanlis zihniyetlere sahip olanlar yuzunden her saat biraz daha gerilemis, biraz daha çökmüstür. Ne yazik ki, çöküs yalniz maddi alanda olsaydi, hiçbir önemi yoktu. Hiç süphe yok ki ahlâki ve manevi degerleri de içine almis görünüyor. Hiç süphe yok ki bu büyük memleketi bu koca milleti dagilip yok olmanin uçurumuna sürükleyen baslica sebep bu olmustur.
Efendiler, bilirsiniz ki, Meclis'te bu anlattigim dönemde en çok olumsuz ve karamsar rol oynayanlar, vaktiyle, Türk milletinin kendi kendinebagimsizligini elde edemeyecegi görüsünü ileri sürmüs olan kimselerdi.Sunun bunun mandasini istemekte direnenlerdi. Onun için görüslerimesunlari da ekledim ve dedim ki : "Efendiler, maddi ve özellikle manevîçöküs korku ile... güçsüzlükle baslar."
Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir felâket karsisinda millletin de uyusukluga düsmesine ve çekingen bir duruma gelmesine yol açarlar.Güçsüzlük ve kararsizlikta o kadar ileri giderler ki, âdeta kendi kendilerine hakaret ederler. Derler ki, biz adam degiliz ve olamayiz! Kendi kendimize adam olmamiza imkân oktur. Biz kayitsiz ve sartsiz olarak varligimizi bir yabanciya teslim edelim. Balkan Savasi'ndan sonra milletin ve ozellikle ordunun basinda bulunanlarda baska turlu , fakat yine ayni zihniyeti beninimsemislerdi.
Türkiye'yi, böyle yanlis yollarda çökme ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak lâzimdir. Bunun için bulunmus bir gerçek vardir. O gerçek sudur: Türkiye'nin düsünen kafalarini yepyeni bir imanla doiiatmak. . . Bütün millete taptaze bir manevi güç vermek.


YETERINCE HAZIRLANMIS OLMASI GEREKEN ÜÇ VASITA, IÇ VE DIS CEPHELERIMIZ


Simdi Efendiler, düsmana taarruz için verilmis olan kesin kararimizi uygulamaya baslamadan önce, hazirlamak ve tamamlamak zorunda bulundugumuz savas vasitalarinin ne oldugunu arz edeyim : Tam üç vasitanin hazirliginin yeterli oldugunu görmek geregini duyuyorum. Birincisi, en önemlisi ve asil olani dogrudan dogruya milletin kendisidir. Milletin varligi ve istiklâli için gönlünde, vicdaninda belirmis, gelismis olan istek ve emelleriii saglamligidir. Millet, içindeki bu istegi ne kadar güçlü bir sekilde ortaya koyarsa, bu istek ve emelinin gerçeklesmesi için ne kadar çok azim ve iman gösterirse, düsmanlara kar si basari saglamak için o kadar güçlü bir vasitaya sahip oldugumuza ina nirim. Ikinci vasita, milleti temsil eden Meclis'in millî istegi ortaya koy makta ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta gösterecegi kararlilik ve yigitliktir. Meclis, millî istegi ne kadar büyük bir dayanisma ve birlik içinde aksettirebilirse, düsmana karsi o kadar güçlü bir üstünlük vasita sina sahip oluruz :
Üçüncü vasita, milletin silâhli evlâtlarindan ibaret olup düsman kar sisinda toplanmis bulunan ordumuzdur.
Efendiler, dedim, bu üç vasita veya gücün düsmana karsi olustur dugu cepheler iki sekilde düsünülebilir. Kolay anlasilmasi için söyle di yeyim : Iç ve görünürdeki cephe. . . Asil olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdigi bir cephedir. Görünürdeki cephe, dogrudan dogruya ordunun düsman karsisindaki silâhli cephe sidir. Bu cephe sarsilabilir, degisebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiç bir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memle keti temelinden yikan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküsüdür. Bu ger çegi bizden çok daha iyi bilen düsmanlar, bu cephemizi yikmak için yüz yillarca çalismislar ve çalismaktadirlar. Bugüne kadar basari da sagla mislardir. Gerçekten, kaleyi içinden almakp disindan zorlamaktan çok kolaydir. Bu maksadi gerçeklestirmek için içimize kadar sokulahilen boz guncu mikroplarin ve ajanlarin varligini iddia etmek yerindedir.
Meclis'in zihniyeti, çalismalari ve dunimu düsmana ümit verici ol madikça iç ve dis cephelerimizin yerinden oynamasina imkân ve ihtimal yoktur. Meclis'te bir veya birkaç üyenin karamsarlik telkin eden sözlerin den bile aleyhimizde yararlanma çareleri aranmakta olduguna süphe edil inemelidir. Disisleri Bakanligi'nin dosyalari bununla ilgili belgelerle dolu dur. Kesinlikle arz ederim ki, istemeyerek de olsa, düsmanlara ümit ve recek en iifak belirtilerden kaçinilmadikça, millî dâvânin sonuçlanmasi gecikir.
Efendiler, bu sözlerden sonra, cephede bulunacagim siralarda, or dunun duygu ve düsünceleri üzerinde ümitsizlik yaratacak açik tartisma lardan vazgeçilmesini Meclis'ten özellikle rica ettim. Bu konusmamdan sonra, muhaliflerin de sözlerini dinledim. Muhaliflerden biri, düsünce ve ricalarimi, emir veriyorum seklinde yorumladi. Diger biri, Meclis'in duy gularindaki temizlikten süphe ettigimi ileri sürdü. Bir baskasi uygulama imkani olmayan bir sey yapilamaz; orduyu bozguna ugratirsin efendim, dedi.


DOGU CEPHESI KOMUTANI'NIN BIR GÖRÜSÜ



Saygideger Efendiler, yüce hey'etinizi muhaliflerin sözleriyte isgal etmek istemem. Çünkü, bu sözler bir kaç kisinin saskin ve cahil kafalarinin akislerindenbaska bir sey degildi. Genel Kurul, sundugum görüsleri anlayiSla karsilamisti. Yalniz, Dogu Cephesi Komutani'nin bir görüsüne, bes on gündenberi veremedigim cevabi, cepheye gitmeden önce, o nün yani 4 Mart 1922'de yazmistim. Onu bilginize sunacagim. Cevabin anlasilmasi için, müsaade buyurursaniz, önce gelen görüsü okuyalim :
Kisiye özel
Baskomutan Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Yönetim islerimizin yürütülmesi ile ilgili tartismalar bize daha yeni ulasmaktadir. Barisin saglanmasindan sonraki seçimlerde birçok degerli kimselerinyerine birtakim muhafazakârlarin toplanmasina karsi simdiden alinacak tedbiripek önemli sayarim. Millî Meclis, degerli sahsiyetlerden kurulmazsa, iki büyüksakinca memleketi bugünkü perisanligindan kurtaramayacaktir. Birincisi, düsüncede yenilikler olmayacak. Ikincisi, en önemli tasarilar herhangi bir duyguya kapilarak tartismaya dahi lüzum görülmeden reddediverilecektir. Böyle bir meclisekarsi, üyelerini büyük uzmanlarin olusturdugu ikinci bir meclisin bulunmasiniyararli görüyorum. Bu ikinci meclis, Millî Meclis'e yön verecegi ve onu ileriye götürecegi gibi, memleketin varligi ile ilgili kararlar Millet Meclisi'nde heyecanla redveya kabul edilse bile, bu meclisin uyarmasi ve yol göstermesiyle kararir: degistirilmesi ve zararin önlenmesi mümkün olur. Bu meclise "Âyan" diyerek eskidevrin köhne hayatini hatirlamamak için "Büyük Uzmanlar Meclisi" denebilir veya daha uygun bir ad verilebilir. Üyelerini birtakim kayit ve sartlar altinda,tipki milletvekilleri seçiminde oldugu gibi millet seçebilir. Bu üyeler için, herhangibir meslegin en yüksek ögrenimini görmek, Türkiye Hükümeti'nin bakanhgini, valiligini veya ordu komutanligini yapmis olmak gibi önemli sartlar ayrintili olaraktespit edilebilir. Konunun ayrintilari, mevcut hükiimet sekillerinin de incelenmesiyle her türlü sakincadan uzak olarak ortaya konabilir. <> kabul edilirse, her bakanligin surâsi da bunlar arasindan seçilir. Örnek olarak, Askerî Sura, Bayindirlik Sürasi v.b. gibi. Iki meclisin onayindan geçerekbir süre için uygulanniasi kabul edilecek olan herhangi bir programa sonuna kadar bagli kalmak ve bunun yürütülmesinde, güdülen hedef ve gayeden ayrilmamak için, bu suralann varligini pek gerekli sayiyorum. Aksi halde, bakanliklardasahislar degistikçe, program ve bunu yürütecek kimseler de azçok degismekten kurtulamayacaktir. Bundan baska, kabul edilen herhangi bir sey, uzmanlarincakabul edilmezse tenkide yol açar. Millet buna gerektigi gibi sarilinalidir. MilletMeclisi'nin, millet adina bir seyi red veya kabul ve kontrol hakkidir. Fakat, bubaska, uzmanlasmis kisilerin yapacagi ve bundan sonra kabul edilecek sey debaska olur. Olagan sartlara dönülmesinden sonraki ditrumlarla ilgili endise vegörüslerimi arz ediyorum. Yüksek düsüncelerinizin bildirilmesini istirham ederim.
l9/19.2.1922, sayisizdir.
Kâzim Karabekir
Dogu Cephesi Komutani
Özel 4.3.1922
Dogu Cephesi Komutani Kâzim Karabekir
Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 18/19.2.1922 tarihli sayisiz sifre.
Memleketin genel idaresini eline almis tek yüce kiivvet olan Büylik MilletMeclisi'nin alacagi kararlarin, uzmanlardan kurulu baska bir meclis tarafindanincelenmemesinden dogacak sakincalarla ilgili yüksek görüsünüz aslinda pek yerindedir.
Ancak, adi ve ünvani "Âyan" olmasa bile, Milletin bütün hak ve yetkilerinikullanmak üzere seçilmis ve seçilecek olan Büyük Millet Meclisi'nin temel kararlarini diger bir meclisin kararlariyla baglamak, genel yönetimde takip ettigimiz ilkelerin ruhuyla bagdasamayacaktir. Yüksek düsüncelerinize göre, bu Uzmanlar Meclisi de milletvekilleri gibi milletçe seçilirse, o zaman, ayni kaynaktanayni yetkiyi almis iki büyük kuvvet, milletin genel yönetiminde söz sahibi olacakdemektir. Bu da hukuk bakimindan oldugu kadar uygulama bakimindan da karisikliga yol açan bir ikilik yaratacaktir. Böyle bir durumun doguracagi dengesizligi gidermek için de milletin hayat ve haklari üzerinde etkili üçüncü bir kuvvetin varligini kabul etmek gerekecektir.
Benim düsünceme göre, akliniza gelen sakincalari giderecek tek çikar yol,Millet Meclisi üyelerinin degerli ve uzman kisilerden seçilmesini sagiamak; Meclis'in iç teskilatinda, komisyonlarin kurulmasinda, Bakanlar Kurulu'nun seçilmesinde ilim ve ihtisasa son derece önem vermek hususlarindan ibarettir. Geçirdigimiz çok aci tecrübelerin sonuçlarindan dogmus bulunan ve milletlerin idaresinileen dogru bir yol, temel haklar bakimindan da en begenilen bir sekil demek olansimdiki idaremizin daha da güçlendirilmesi ve seçim islerinde uyanik davranilmasisayesinde bugün için de gelecekteki gelismeler için de basarili bir idare makinesikurulmus olacagini bilgilerinize sunarim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani
Mustafa Kemal


ÇESITLI DEVLETLERLE YAPILAN RESMI VE ÖZEL TEMASLAR



Saygideger Efendiler, 1921 yili içinde, çesitli devletlerle resmî ve özel bir takim temaslar kuruluyordu. Türk - Rus temas ve iliskileri olumlu bir yönde gelisiyordu. Fransizlardan baska, Italyanlar ve Ingilizlerle de temaslar kurulmustu.1921 yili Haziraninda yanlis anlasilmaya yol açmis bulunan birkonuyu açiklayacagim.13 Haziran 1921'de Itilâf Kuvvetleri BaskomutaniGeneral H a r r i n g t o n'un yakinlarindan oldugunu söyleyen BinbasiH e n r y ( Henri ) ve S t u r t o n ( Störton ) adlarindaki iki subay motorla Inebolu'ya geldiler. Bu subaylar, G e n e r a l H a r r i n g t o n (Harington) adina sunlari bildirdiler : Ben, bir torpido ile Inebolu'dan Istanbul'a H a r r i n g t o n 'un Bogaziçi'ndeki yalisina gideyim. Orada generallebaris esaslari üzerinde anlasayim. Ayrica, Ingiltere'nin bagimsizligimizitam olarak kabul ettigini, Yunalilarin topraklarimizdan çikarilacaklarinive daha baska konular üzerinde de tartismanin mümkün oldugunu söylemisler. Bu subaylara verilen cevapta, benim Istanbul'a gitmeyecegimve General H a r r i n g t o n 'un Inebolu'ya gelip o sirada orada bulunan R e f e t P a s a ile görüsmesinin uygun olacagi bildirilmistir. 18 Haziran 1921 tarihli bir telgrafta Istanbul'da H a m i t B e y'dengeldi. Bu telgrafta bildirilenler asagi yukari söyleydi : Burada resmî göreviolan bir Ingiliz, Ingiltere'nin Istanbul'daki en büyük makami adina bugün bana basvurarak hemen bir baris anlasmasi için görüsmeye hazir bulunduklarini, M u s t a f a K e m a l P a s a H a z r e t l e r i 'yle derhaliliski kurmak istediklerini ve acele cevap beklediklerini size bildirmeküzere araci olmami rica etti.
H a m i t B e y'e verilen cevapta, görüsmelere hazir oldugumuz bildirilmisti. 5 Temmuz 1921'de Zongiildak'a gelen bir Ingiliz torpidosu G e n e r a l H a r r i n g t o n 'dan bana bir mektup getirmisti. Tercümesi Ankara'ya telgrafla bildirilen bu mektup suydu : Komutan H e n r y vasitasiyla aldigim habere göre; siz, bana, bir askerinbir askerle görüsmesi tarzinda bazi düsünceler bildirmek isteginde bulunuyorsunuz. Böyle oldugu takdirde, sizce uygun görülecek bir günde Inebolu'da veya Izmit'te sizinle bulusmak üzere Ajax zirhlisiyla gelmeme Britanya Hükümeti'nce izin verilmistir. Arzu buyuruldugu takdirde, durum üzerinde son derece açik ve serbest olarak görüsmelere hazirim. Düsüncelerinizi dinlemek vebunlari Ingiliz Hükümeti'ne bildirmekle görevliyim. Ingiliz Hükümeti adina ne görüsmeler yapmak ne de konusmak için hiç bir resmi yetkim yoktur. Görüsmenin Ingiliz zirhlisinda yapilmasi gerekir. Zirhlida, yüksek sahsiniz kendilerine layik bir biçimde kabul edilecektir. Karaya dönüslerine kadar tam bir hürriyetiçinde bulunacaklardir. Böyle bir bulusma kabul edildigi takdirde, size uygun düsen tarih ve saatlerin bildirilmesini rica ederim.
Bu mektupta yazilanlara göre, G e n e r a l H a r r i n g t o n iletemasa geçmek ve görüsmek isteyenin ben oldugum anlasiliyor. Halbuki,gerçek böyle degildir. Onun için G e n e r a 1 H a r r i n g t o n 'a su cevabiverdim :
Zonguldak'a göndermis oldugunuz mektubun tercümesini, bugün Ankara'yabildirdiler. Aramizda yapilacak görüsmelerin bir yanlis anlama temeline dayandirilmamasi için asagidaki noktalara dikkatinizi çekmeye mecburum. 13 Hazirantarihinde Binbasi H e n r y ve arkadaslan Inebolu'ya gelerek, zâtiâlîlerinin, Binbasi H e n r y araciligi ile R e f e t P a s a ' ya teklif edilmis olan esaslar üzerinde benimle görüsmek istediginizi bildirmislerdir. Nitekim, bu noktalar BinbasiH e n r y tarafindan size yazilan ve imzali bir sureti de bize birakilmis olan mektupta bildirilmistir. Aramizda dogrudan dogruya yapilan haberlesmenin baslangici bundan ibarettir. Millî isteklerimiz sizce bilinmektedir. Millî topraklarimizin düsmanlardan tamamiyla kurtarilmasi millî siiiirlarimiz içinde siyasî, malî, iktisadî,askeri ve kültürel alanlarda tam istiklâl ilkesi kabul edildigi takdirde, görüsmelere baslamaya hazir oldugumuzu bildiririm. Size, Binbasi H e n r y tarafindan açiklanan sebepler dolayisiyla, görüsmelerin, sizin çok iyi karsilanacaginiz Inebolu kasabasinda ve karada yapilmasi bizce uygun görülmüstür. Bu noktalardaaramizda görüs birligi olup olmadigini belirtecek cevabinizi bekliyorum. Yüksekmaksadiniz, sadece durum hakkinda bilgi almak ise, bunun için arkadaslarimizdanbirini görevlendirebiliriz.
Bu mektuba bir karsilik gelmedi. Ancak, Temmuzun yedinci günüIstanbul'da H â m i t B e y'i gören Ingiliz maslahatgüzari M ö s y ö R a t t i g a n (Retigin), bir tüccar olarak Anadolu'ya gelen Binbasi H e n r y'ye, G e n e r a l H a r r i n g t o n 'un, oradaki Ingiliz esirlerinin yerlerini ve saglik durumlarini ögrenmeye çalismasini ve mümkünse, millîordularin Istanbul'a dogru ilerlemeye devam edip etmeyeceklerini M u s t a f a K e m a l P a s a ' dan sormasini istedigini, B i n b a s i H e n r y'nin bundan baska tesebbüslere girismek için bir yetkisinin bulunmadigini bildirmis.
Efendiler,1922 yilinin Agustosuna kadar da Bati devletleriyle olumluanlamda ciddi iliskiler kurulamadi. Memleketimizde bulunan düsmanlarisilâh gücüyle çikarmadikça, gösterebilecegimiz millî varlik ve kudretimizifiilen ispat etmedikçe, diplomasi alaninda ümide kapilmanin dogru olmadigi yolundaki inancimiz kesin ve sürekli idi. En dogru görüsün bu oldugunu, bu olacagini tabiî olarak kabul etmek gerekir. Gerçekten de bugünün hayat sartlari içinde bir tek fert için oldugu gibi, bir millet için de kudret ve kabiliyetini fiilî eserlerle gösterip ispatlamadikça kendisine deger verilmesini ve saygi gösterilmesini beklemek bosunadir. Kudret vekabiliyetten yoksun olanlara deger verilmez. Insanlik, adalet ve cömertligingereklerinin yerine getirilmesini, bütün bu vasiflara sahip oldugunu gösterenler isteyebilir.


DÜNYA ÖNÜNDE VERECEGIMIZ IMTIHANA HAZIRLANIRKEN



Efendiler, dünya imtihan meydanidir. Türk milleti, bunca yüzyillardan sonra yine bir imtihan, hem bu defa en çetin bir imtihan karsisinda bulunduruluyordu. Imtihanda basari saglamadan bize karsi lûtufkârca davranilmasinibeklemek dogru olabilir miydi?
Biz büyük bir ciddiyetle dünya önünde verecegimiz imtihana hazirlanirken, bir yandan da yabanci gözlemcilerin durumlarini ve bizim içinneler duyup düsündüklerini gözden uzak tutmamayi her zaman yararlibuluyorduk. Bu maksatladir ki, bildiginiz gibi, önce Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey'i daha sonra da Içisleri Bakani olan Fethi Bey'iAvrupa'ya göndermistik. Istanbul üzerinden Avrupa'ya gidecek olan Yusuf Kemal Bey'e, Istanbul'la ilgili bazi özel görevler verilmisti. Yusuf Kemal Bey, Izzet Pasa ve arkadaslariyla ve eger gerçekbir istek ve dilek olursa Vahdettin ile de görüsecekti. Vahdettin'in, Büyük Millet Meclisi'ni tanimasi, Izzet Pasa ve arkadaslarinin bizim çizdigimiz hedefe dogru yürümeleri geregini teklif edecekti. YusufKemal Bey, Istanbul'da aldigi talimat çerçevesinde hareket etti. Fakat, ne yazik ki, Izzet Pasa ve arkadaslari kendisini oyalayip aldatarak Padisah'a bir müracaatçi imis gibi götürdüler. Izzet Pasa vearkadaslari bununla da yetinmeyerek, Yusuf Kemal Bey'in Avrupa'daki tesebbüslerini karistirmak ve güçlestirmek için, Izzet Pasa'yiYunan isgali altinda bulunan yerlerden geçirerek, Yusuf KemalBey'den önce Paris'e ve Londra'ya gönderdiler. Izzet Pasa, bu yolculugunu son dakikaya kadar gizlemistir.
Yusuf Kemal Bey'in Paris ve Londra'da yaptigi görüsmelerden bir sonuç çikmadi. Yalniz su anlasildi ki, Itilâf Devletleri'nin DisisleriBakanlari yakin bir zamanda toplanacaklar ve bize baris tekliflerinde bulunacaklarmis. Anadolu'nun bosaltilmasi ilke olarak kabul edilmis ise de konferans görüsmeleri sirasinda savas baslarsa, baris tesebbüsleri sonuçsuz kalacagi için Yunanlilarla bir ateskes anlasmasi yapmamiz gerekirmis. Bu hususu Yusuf Kemal Bey'e söyleyen Lord Curzon (Lord Kürzon)'a Yusuf Kemal Bey, konferansin önce Anadolu'nunbosaltilmasina karar verip, bize ve Yunanlilara bildirmemesinin ateskesanlasmasindan daha etkili olacagini söylemis. Lord Curzon, ateskesüzerinde direnmis ve bunun hükûmetimize bildirilerek alinacak cevabinkendisine verilmesini istemis.


22 MART 1922 TARIHLI ATESKES ANLASMASI TEKLIFI



Yusuf Kemal Bey daha Türkiye'ye dönmeden Itilâf Devletleri, Disisleri Bakanlari Konferansi 22 Mart 1922 tarihinde Türkiye ve Yunan hükûmetlerine ateskes anlasmasi teklifinde bulundu.
Bu sirada ben cephede bulunuyordum. Ateskes anlasmasi teklifi bana Disisleri Bakani Vekili Celâl Bey tarafindan bildirildi. Bu teklifinana çizgileri sunlardi : Her iki tarafin birlikleri arasinda on kilometrelik, asker bulunmayan bir bölge meydana getirilecek, birlikler, insan ve cephane bakimindan takviye edilmeyecek. Birliklerin durumunda degisiklik yapilmayacak. Bir yerden bir yere malzeme de götürülmeyecek. Ordumuzu ve askerî durumumuzu, Itilâf Devletleri'nin askerî komisyonlarikontrol edip denetleyebilecekler. Bu komisyonlarin hakemligini samimiyetle kabul edecegiz. Çarpismalar üç ay süre ile durdurulacak ve bu durum, baris için yapilacak ön görüsmeler taraflarca kabul edilinceye kadar, üçer aylik sürelerle kendiliginden yenilenecektir. Taraflardan biriyeniden savasa baslamak isterse, ateskes süresinin bitiminden hiç olmazsa on bes gün önce karsi tarafa ve Itilâf Devletleri temsilcilerine durumubildirecek.
Efendiler, Yunanlilar bu teklifi hemen kabul ettiler. Yunan ordusuSakarya'da maddî ve manevî bakimdan yenilmisti. Bu ordunun yenidengenis çapta bir taarruza geçerek bir daha talihini denemeye kalkismasigüçtü. Bunu, bu gerçegi anlamak elbette herkesçe mümkün olmustu. Yunan ordusunu yeniden kesin sonuç verecek bir harekâta yöneltmek imkâni olmayinca, bizim de bir yila yakin bir zamandan beri hazirligi ileugrastigimiz ordumuzu uyusukluga düsürmek, millî hükûmete ümitlervererek bekleyis içinde birakmak ve böylece geçecek zaman içinde millîhükûmeti ve orduyu gevsetmek dogrusu önemli bir tedbirdi. Bu bakimdan Itilâf Devletleri'nin Anadolu'yu bosaltma ve Yakin Dogu sorununuçözme maksadina dayandigini ifade ettikleri bu ateskes sartlarini ciddiyetle inceledik.
Önce, Ankara'da bulunan Bakanlar Kurulu ile makine basinda telgraf görüsmesi yaptik. Istanbul'daki memurumuz vasitasiyla Disisleri Bakanligi'ndan Itilâf Devletleri temsilcilerine verilmesini uygun buldugumuzilk karsilik suydu :
Ateskes anlasmasi teklifinin yapildigi notayi 23/24 Mart 1922 tarihli telgrafiniza ek olarak bugün 24 Mart 1922 günü saat...'de aldim. Bu nota metni ordunun durumuyla ilgili oldugundan, Bakanlar Kurulu'nda ve gerektiginde Meclis'tegörüsülmeden önce, düsüncesini bildirmesi için, cephede bulunan Baskomutan'ayazdim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin verecegi cevabi, temsilcilerinistekleri üzere mümkün olan en kisa zamanda bildirecegimi kendilerine duyurunuz,efendim.
24 Mart 1922 tarihinde Bakanlar Kurulu Baskanligi'na su düsüncemibildirdim :
Esas itibariyle, Itilâf Devletleri disisleri bakanlarinin ortaklasa yaptiklanateskes teklifini kabul etmemek veya herhangi bir sekilde bu teklife yanasiliniyorve güven gösterilmiyor hissini verecek gibi davranmak dogru degildir. Aksine, ateskes teklifini iyi karsilamak gerekir. Bundan dolayi verecegimiz karsilik olumsuzdegil olumlu olacaktir. Itilâf Devletleri'nde iyiniyet yoksa, olumsuz davranis onlardan gelmelidir. Yalniz, biz, onlarin ileri sürdügü sartlari kabul edemeyecegimizden, karsi sartlar ileri sürecegiz.
Ertesi gün, ajans ve telgraflar da notadan söz ederek su haberleriyayinliyorlardi :
. . . . . . . Yakin Dogu'da barisi yeniden kurmak ve yeniden can ve mal kaybina yol açmadan, Küçük Asya'yi bosaltmak gayesini güttügü sanilan bu teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nce olumlu karsilandigi ve Itilâf Devletleri'nin iyiniyet ve tarafsizligina güvenerek hükûmetçe olumlu karsilik verilmesininkuvvetle ümit edildigi hükûmet çevrelerince ifade edilmektedir. Bu teklifin aklayatkin, uygulamaya elverisli sartlan içine almasini ve barisin bir an önce yapilmasini saglayacak sekilde kisa süreli olmasini dileriz.
Bakanlar Kurulu'nun, verilecek cevabin Avrupa'da bulunan DisisleriBakanimizin dönüsüne birakilmasi yolundaki düsüncesine karsi da, beklemenin gerekli olmadigini bildirerek, verilecek cevapla llgili genel kararimi söyle özetledim :
Ateskes anlasmasi teklifini prensip olarak kabul ediyoruz. Ancak, ordununeksiklerinin ve hazirliklarinin tamamlanmasindan bir an geri kalinmayacaktir.Ordumuzun içine yabanci denetleme hey'etleri sokmayacagiz. Bu teklifi, Anadolu'nun bosaltilmasi için kabul etmekle birlikte, uygulanabilir ve gerçeklestirilebilirsartlar ileri sürecegiz. Ateskes anlasmasiyla birlikte, bosaltma isinin baslamasi, enönemli sartimiz olacaktir.
Martin 24' üncü günü makine basinda, ben notaya verilecek karsiligiBakanlar Kurulu'na bildirdim. Bakanlar Kurulu da Ankara'da hazirladiklari bir cevap suretini bana bildirmisti. Iki cevap metinleri arasinda baziayriliklar görüldü. Nihayet 24/25 Mart gecesi Bakanlar Kurulu ile Sivrihisar'da birleserek, verilecek karsiligin son seklini görüsüp tespit etmeyekarar verdik.
Efendiler, Istanbul'daki özel memurumuzun Disisleri Bakanligi'naçektigi 25 Mart tarihli sifreli telgrafina göre, bu memurumuz TevfikPasa ile görüsmüs. Tevfik Pasa, temsilcilerin Istanbul Hükûmeti'ne de verdikleri ayni notayi Ankara'ya göndererek, alinacak cevabin kendilerine bildirilmesini rica ettiklerini söylemis. Memurumuz, TevfikPasa'ya söz hakkinin yalniz ateskes anlasmasi teklifi üzerinde mi, yoksa bütün islerde mi Ankara'ya ait oldugunu sormus. Tevfik Pasabu soruya cevap vermemis. Memurumuz, Izzet Pasa'dan ne gibihaberler aldigi sorusuna, Tevfik Pasa su karsiligi vermis : IzzetPasa yakinda konferansin toplanacagini ve ne olursa olsun asiriligakaçilmamasini bildiriyor.




ATESKES ANLASMASI TEKLIFINE CEVAP VERMEYE HAZIRLANIRKEN ALINAN BARIS TEKLIFI



Efendiler, Sivrihisar'da ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili notaya verilecek cevap kararlastirildiktan sonra, Bakanlar Kurulu Ankara'ya döndü. Fakat bu cevabi vermeye vakit kalmadan, Paris'te toplanan Disisleri Bakanlari Konferansi'nin 26 Mart 1922 tarihli ikinci bir notasi alindi. Bu nota Itilâf Devletleri'nin, baris esaslari ile ilgili tekliflerini içine aliyordu. Bu tekliflerin ana çizgileri sunlardi :
Gerek Türkiye'de gerek Yunanistan'da azinliklarin haklarinin korunmasina ve bu maksatla konulacak kurallarin uygulanmasina Milletler Cemiyeti'nin de katilmasi. Doguda bir Ermeni yurdunun kurulmasi ve bu ise de Milletler Cemiyeti'nin katilmasi.
Bogazlarin serbestligini saglamak üzere Gelibolu yarimadasinda ve Bogazlar'in çevresinde askerden arinmis bir bölgenin olusturulmasi.
Trakya sinirinin Tekirdag'i bize, Kirklareli, Babaeski ve Edirne'yi Yunanlilar'a birakacak sekilde tespiti.
Bizde kalacak olan Izmir'in Rumlarina ve Yunanistan'da kalacak olan Edirne'nin Türklerine, bu sehirlerin yönetimine adaletli bir sekilde katilabilmelerini saglamak üzere uygun bir yöntemin kararlastirilmasi.
Baris yapilir yapilmaz Istanbul'un Itilâf Devletleri'nce bosaltilmasi. Serves projesi ile elli bin kisi olarak tespit edilen Türk silâhli kuvvetlerinin seksen bes bine çikarilmasi ve Sevres projesinde oldugu gibi askerlerimizin ücretli asker olmasi.
Sevres projesindeki malî komisyonun kaldirilmasi disinda, Itilaf Devletleri'nin iktisadî çikarlarinin gözetilmesi, dis borçlarin ve bize yükletilecek savas tazminatinin ödenmesinin saglanmasi için Türk hakimiyeti ile bagdasabilecek bir yöntemin tayini.
Adlî ve iktisadî kapitülasyonlarda degisiklik yapilmak üzere bir komisyonun kurulmasi.
Efendiler, Itilâf Devletleri'nin ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili ilk notalari iyice incelendikten ve ikinci ayrintili notalarinin tasidigi sartlar da görüldükten sonra, bu devletlerin Istanbul Hükûmeti ile birlik olarak bizi yoketme maksadina dayanan çalismalarla yeni bir safha açtiklari yargisina varmak pek tabiî idi. Buna karsi, durumun çok ciddî oldugunu düsünerek esasli ve büyük bir savasa hazirlanmak gerekiyordu.
Önce, bize teklif edilen sartlarin ne oldugunu millete ve dünya kamuoyuna açiklamak yerinde olurdu. Bu konudaki düsüncelerimi Bakanlar Kurulu'na bildirdim.
Her iki notaya, 5 Nisan 1922 tarihinde verilen cevabimizin ana nok- talarini hatirlatayim :
Ateskes anlasmasini ilke olarak kabul ettik. Fakat temel sart olarak, ateskes anlasmasiyla birlikte Anadolu'nun bosaltilmasi isine hemen baslanmasini da zarurî bulduk. Ateskes süresinin Anadolu'nun bosaltilma süresi olan dört aydan ibaret olmasini teklif ettik. Bosaltma isi bittigi zaman barisla ilgili ön görüsmeler sonuçlanmamis olursa, ateskesin kendiliginden üç ay daha uzamasini kabul ettik.
Bosaltma isinin nasil yapilacagi konusundaki teklifimiz de suydu :
Ateskes anlasmasinin yürürlüge girisinden baslayarak ilk on bes gün içinde Eskisehir - Kütahya - Afyonkarahisar kesimi ve anlasma süresi olan dört ay içinde, Izmir de dahil olmak üzere, isgal altindaki bütün topraklaniniz bosaltilacaktir.
Ateskes anlasmasi ile ilgili tekliflerimiz Itilâf Devletleri'nce kabul edildigi takdirde, baris tekliflerini incelemek üzere, üç hafta içinde delegelerimizi kararlastirilacak sehre göndermeye hazir oldugumuzii bildirdik.
Bu notamiza 15 Nisan 1922'de cevap verdiler. Elbette olumsuzdu. Biz de 22 Nisan'da buna cevap verdik. Bu cevabimizin sonunda, ateskes konusunda anlasmaya varilmasa bile, baris görüsmelerini geciktirmenin uygun olmayacagini bildirdik. Izmit'te bir konferans toplanmasini teklif ettik. Bu yazismalar da sonuçsuz kaldi. Beykoz'da veya Venedik'te bir konferansin toplanmasi birçok defa söz konusu oldu. Fakat, son zaferimizin kazanildigi ana kadar, bunlarin hiçbiri gerçeklesmedi.



BASKOMUTANLIK KANUNUN TARIHÇESI



Saygideger Efendiler, bizim Baskomutanligimiz ile ilgili 5 Agustos 1921 tarihli kanunun ayrica bir tarihçesi vardir. Arzu buyurursaniz, bu konuda yüksek kurulunuzu biraz aydinlatayim.
Baskomutanlik Kanunu'nun süresi birinci defa 31 Ekim l921'de ikinci defa 4 Subat 1922'de; üçüncü defa 6 Mavis 1922'de uzatildi. Her defasinda muhaliflerin türlü türlü elestiri ve hücumlarina ugradi. Özellikle üçüncü defa uzatilisi oldukça önemli bir olay haline geldi.
6 Mayis 1922 gününden önceki günlerde, zamani geldigi için, kanunun süresinin uzatilmasi Meclis'te söz konusu edilmis; ben, rahatsizligim dolayisiyla Meclis'te bulunamamistim. 5 Mayis aksami evime gelen Hükûmet üyeleri durumu söyle anlattilar :
Meclis'teki muhalifler benim Baskomutanlikta kalmami istemiyorlar. Birçak tartismali görüsmelerden sonra, teklif oya konmus fakat çogunluk saglanamamis; yani Baskomutanlik Kanunu'nun süresinin uzatilmasi kabul edilmemis, Bakanlar Kurulu üyeleri ve özellikle askerî durumu yakindan izleyen kimseler durumunda olan Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani pek çok üzülmüsler. Meclis'in gösterdigi bu tutum karsisinda kendilerinin de göreve devamlarinda bir yarar olmayacagini ileri sürerek, istifaya kalkistilar.



MEMLEKETIN YÜKSEK ÇIKARLARI UGRUNA BASKOMUTANLIK GÖREVINE DEVAM KARARI VERDIM



Meclis'in oyunu belli ettigi dakikadan baslayarak ordu komutansiz kalmisti. Genelkurmay Baskani ve Bakanlar Kurulu da istifa ettigi takdirde, memleketin genel yönetiminde, üzerinde durup düsünülmeye deger agir bir bunalimin dogmasi kaçinilmazdi.Onun için gerek Genelkurmay Baskani'na gerek Bakanlar Kurulu'na daha yirmi dört saat sabretmelerini ve beklemelerini rica ettim. Memleketinve millî gayenin yüksek çikarlari adina, ben de Baskamutanlik göreviniyürütmeye devam kararini verdim ve bunu Bakanlar Kurulu'na da bildirdim.
Ertesi günü, yani 6 Mayis 1922'de yapilan bir gizli oturumda Meclis'e açiklama yapacagimi bildirdim. Açiklamadan önce, Baskomutanlikaleyhinde söz söylemis olan kimselerin düsüncelerini Meclis zabitlarinigetirterek, birer birer incelemis bulunuyordum.
Efendiler, sizleri fazla yormamak için arz ettigim gizli oturumdakikonusmami özetlemekle yetinecegim :
Efendiler, dedim; Baskomutanlik ve Baskomutanlik Kanunu konusunda, baslangiçta oldugu gibi bugün de kanunun gereksizliginden veyahut degistirilmesi gereginden söz eden ve Baskomutanligin varligindansikâyetçi olan kimseler vardir. Bu sikâyetçilerin hep ayni kimseler oldugu görülmektedir. Ben gereksiz bir mevkiin, bir makamin mutlaka devam ettirilmesi taraflisi degilim. Herhangi bir makama sinirsiz yetkilerverilmesini saglayacak kanunlarin da taraflisi degilim. Ancak, Baskomutanlik makaminin ve bu makama yetki veren kanunun gerekli olup olmadigina karar verebilmek için, genel durumun, askerî durumun iyice gözden geçirilmesi ve incelenmesi gerekir. Bu nokta ile ilgili düsüncelerimiarz etmeden önce, Baskomutanligin ve kanunun gereksizligi üzerine sözsöylemis olan kimselerin, bazi ifadelerini hep birlikte gözden geçirelim.
Örnek olarak, Salih Efendi(Erzurum Milletvekili), benim,Meclis'in hakkini zorla ele geçirdigimi, zorla ele geçirmek istedigimi söyleyerek, çok açik olan hakkimizi vermeyiz diye feryat etmis.
Efendiler, açik konusacagim, beni bagislayiniz; her birinizin olaganüstü yetki ile seçilmesine ve olaganüstü yetkiye sahip bir Meclis'in kurulmasina ve bu Meclis'in memleketin kaderini ele alacak bir nitelik kazanmasina çalisan benim ! Bunda basari saglamak için en yakin arkadaslarimla görüs ayriligina ve çatismaya düstüm. Bütün hayatimi, varligimi,bütün seref ve haysiyetimi tehlikeye attim. Demek oluyor ki, bu benimeserimdir. Ben eserimi alçaltmakla degil yükseltmekle görevliyim. Salih Efendi'den hiç olmazsa, beni de kendisi kadar olsun, bu Meclis'inhaklariyla ilgili saymasini rica ederim. Fazla bir sey istemem. Bu sözlerden sonra, Meclis'in hakkini zorla ele geçirmek sözünü reddeder ve oldugu gibi Salih Efendi'ye iade ederim. Böyle bir sey söz konusudegildir ve olamaz.
Efendiler, Baskomutanlik konusunun gizli oturumda görüsülmesinin uygun olacagi yolunda bir önerge verilmis. Bu da türlü sekillerde yanlis yoruma ugramis. Konunun açik oturumda görüsülmesi istenmis. Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Sükrü Bey, gizli oturumlarlagerçegin milletten gizlenmek istendigini söylemis. Bir defa Türkiye Büyük Millet Meelisi, yalniz yasama görevi olan bir meclis degildir. Yürütme yetkisine de sahip bulunuyor. Böyle olmasa bile, memleketin, devletinher türlü isleriyle ilgili kararlari, vaktinden önce açikca söz konusu etmek ve herkese duyurmak dünyanin neresinde görülmüstür? Özelliklesöz konusu edilen durum, düsman karsisinda bulunan bir ordunun Baskomutani ile ilgili olursa, bunu açik oturumda görüserek, lehte oldugugibi aleyhte söylenen sözleri de düsmana isittirmekte, memleketin birçikari var midir? Baskomutanin ordu üzerindeki, özellikle düsman üzerindeki etki ve nüfuzunun çok büyük olmasi gerekir. Hattâ, HüseyinAvni Bey'in burada söz konusu ettigi rahatsizligimin bile, düsmantarafindan isitilmesi sakincalidir. Buna ne gerek vardi. Görüyorsuniiz ki,konunun gizli oturumda görüsülmesinden maksat, Mehmet SükrüBey'in dedigi gibi, hiçbir vakit gerçekleri milletten gizlemek düsüncesine dayanmamaktadir. Keske açik oturumda bir sakinca olmasaydi da,Mehmet Sükrü Bey, kürsüden istediklerini bagira bagira söyleseydi. Ben de Mehmet Sükrü Bey'in sözlerindeki anlami ve gizlimaksadi millete açiklasam ve yorumlasaydim. Sükrü Efendi bilsin ki, millet onun gibi düsünmüyor. Sükrü Efendi bilsin ki, onundedigi gibi komedya oynamiyoruz. Biz, buraya komedya oynatmak içintoplanmadik. Efendiler, komedya oynayan ve oynatan Sükrü Efendi'nin kendisidir. Fakat emin olsun ki, biz o komedyaya kapilmayacagiz.Sükrü Efendi oynamak ve oynatmak istedigi komedya sonunda,yakalandigi kanun pençesinden ne kadar büyük bir alçalma ile kurtuldugunu, unutacak kadar çok zaman geçmemistir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, Baskomutanlik Kanunu aleyhinde konusurken birtakim sözler sarfetmis. Yüksek Meclis'e bu tutumla milleti rezil edeceksiniz! demis. Miskinler sözünü kullanmis. Görevler sahislara bagli degildir; sahis yoktur, millet vardir gibi kurallarortaya atmis.
Gerçi asil olan millettir, toplumdur. Onun da genel iradesi Meclis'tekendini gösterir. Bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardir. Meclis, memleket ve devlet islerini fertlerle sahislarla yapmaktadir. Her devletinislerini yürüten sahis ve sahislar meydandadir. Gerçegi, anlamsiz birtakim düsüncelerle inkârin yeri degildir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, ikide bir de, birtakim anlamsiz sözlerle konusmami kesiyordu. Kendisine agir uyarida bulundum. Meclis'in mahalle kahvesi olmadigini söyledim. Kendisinden, milletin kâbesiolan kürsüye saygili olmasini istedim.
Efendiler, konusanlardan biri de Salâhattin Bey'dir. Salahattin Bey, bize taarruz edip edemeyecegimizi sormus imis. . .Biz de edecegiz demisiz... Kendisi de edemeyeceksiniz! demis. Veen sonunda edememisiz!.. Kendi dedigi çikmis.
Halbuki, taarruzun ertelenme sebeplerini yeri geldikçe yeterinceaçikladigimizi saniyorum. Tekrar edeyim ki, taarruz edecegiz. Düsmanivatanimizdan kovacak ve uzaklastiracagiz. Bu kararimizdan dönmeyecegiz. Kararsizligi gerektiren hiçbir sebep düsünülemez. Bundan baska, Salahattin Bey demis ki, ordu güç bakimindan en yüksek seviyeyegelmistir. Evet, ordumuz mükemmeldir; fakat, istenilen seviyeye gelmemistir. Kendisi gibi bir asker arkadasin, yüksek kurulumuzda böylekonusabilmesi için, ordunun içyüzünü bilmesi gerekir. Halbuki, Salâhattin Bey, bundan çok uzaktir. Ordu ile yakindan ilgilenenlerinsözü, yalniz benim sözüm degil, bütün komutanlarin sözü, kendisini yalanlamaktadir. Fakat hiç süphe yok ki, ordumuzu lâyik oldugu seviyeyegetirecegiz. Salâhattin Bey'in en önemli sözlerinden biri de, bizim baslica görevimiz siyaset yapmaktir seklindeki düsüncesidir. HayirEfendiler, bizim önemli ve asil olan görevimiz siyaset yapmak degildir.Bizim, bütün memleketin ve bütün milletin bugün için tek görevi, topraklanmizda bulunan düsmani süngülerimizle kovmaktir. Bunu yapamadikça, siyaset anlamsiz bir sözden ibaret kalir. Bununla birlikte, bir dakika için, Salâhattin Bey'in sözlerini kabul edelim ! Buna benengel miyim? Baskomutan engel midir? Bu sözün Baskomutanlik Kanunuile ne ilgisi vardir? Anlasiliyor ki bir engelleme ve bir zitlasma düsünülmektedir. Ben millî hedefe ulasilabilmesi için tek çikar yolun savas vesavasta basari oldugunu söylüyorum. Bütün gücümüzü, bütün kaynaklanmizi ve bütün varligimizi orduya verecegiz. Kudretimizi dünyaya tanitacagiz ve ancak ondan sonra milleti insan gibi yasatmak mümkün olacaktir ! diyorum.
Salahattin Bey, iste bu anlayisi, aklinca siyaset yapmayaengel saniyor ve konunun siyasetle çözüme baglanabilecegini zannediyor.Bir de Salahattin Bey diyor ki, bugünkü askerî durumun gerektirdigi masraflari incelemek için, Baskomutanligin varligi bir engeldir.
Efendiler, bu dogru degildir. Baskomutan, Meclis'in, malî kaynaklarin incelemesine ne zaman engel olmustur? Gelir kaynaklarimizla neyapabilecegimiz konusundaki endise belki herkesten çok beni mesgul etmektedir. Yalniz, ben, ordumuzun varlik ve kuvvetini paramiza göreayarlama görüsünü kabul edenlerden degilim. Paramiz vardir, orduyukurariz; paramiz bitti, ordu dagilsin.. Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler, para vardir veya yoktur; ister olsun ister olmasin, orduvardir ve olacaktir. Bu konuda bir hatirami da aktarayim. Ben ilk defabu ise basladigim zaman en akilli ve düsünür geçinen birtakim kimselerbana sordular :
Paramiz var midir? Silâhimiz var midir? Yokturdedim. O zaman: O halde ne yapacaksin? dediler. Para olacak, orduolacak ve bu millet istiklâlini kurtaracaktir dedim. Görüyorsunuz ki,hepsi oldu ve olacaktir.
Birtakim Efendiler de, Baskomutan millete angarya yaptiriyordemisler. Halbuki kanunun memlekette angaryayi yasakladigini söylemisler. Bu dogrudur Efendiler; fakat, ihtiyaç, tehlike bize her seyi mesru göstermektedir. Ordunun ihtiyaçlari, millete angarya yaptirmayi gerektiriyorsa, bunu yapiyoruz ve en dogru kanun budur. Milletin ve ordunun yenilmemesi için, kanun buna engeldir diye, gerekli gördügüm tedbiri almaktan çekinmeyecegim.
Efendim, Kara Vasif Bey de demisler ki, her yerde Baskomutan vardir. Fakat Baskomutanlik için ayrica bir kanun yoktur. Eldeki askerî kanunlar, her komutanin oldugu gibi baskomutanin da görevve yetkilerini belirtir ve sinirlandirir. Bunu da ilim tayin ve tespit eder.
Bilinmektedir ki, devletler, biribirinden farkli hükûmet sekilleriyleidare edilirler. Sekillerine göre, baslarinda krallar, imparatorlar, padisahlar bulunur. Bazilarinin baslarinda cumhurbaskanlari vardir. Böyle memleketlerde, baskomutan, devletin basinda bulunan kimsedir. Bu kimsebaskamutanlik görevini ya kendisi yapar yahut birini vekil tayin eder.Bizim bugünkü hükûmet seklimize göre, baskomutanlik yetkisi Meclis'inmanevî sahsiyetinde toplanmistir. Bunun için, Meclis, falan veya filânkimseyi baskomutan seçtigini ifade edince, bu ifadeye kanun derler.Kral, padisah ve imparatorun buyurduguna irade dendigi gibi, Meclis'ten çikan millî iradeye de kanun adi verilir. O halde kanun vardir. Birmeclisin olaganüstü bir zamanda kendisine olaganüstü görev verdigi Baskomutan, Kara Vasif Bey'in komutanlarin görev ve yetkilerinibelirterek sinirlandirdigini isaret ettigi Askerî Ceza Kanunu ile Iç HizmetYönetimcligi çerçevesinde kalmasi gereken bir komutan degildir. KaraVasif Bey 'in ilim tayin ve tespit eder dedigi sey, büsbütün baskadir. Askerlik ilim ve teknikleri, askerlik sifatini ve Baskomutan olacakkimsede bulunmasi gereken vasiflari siralar, açiklar ve ögretir. Yoksa,insanlari baskomutanliga getirme isi, komuta edilecek ordunun asil sahibi veya mesru vekilleri tarafindan yapilir. Baskomutanlik vasiflarinitasiyorum diyen bir kimsenin o mevkiye kendiliginden gelebilmesininanlami ise büsbütün baskadir.
Kara Vasif Bey, bir de demis ki; Baskomutan, cepheningerisindeki islerle ugrasmasin ! Bu düsünce yanlistir. Cephenin insan sayisiyla, yiyecegi, giyecegi, silâh ve cephanesi ve daha baska eksiklikleriyleilgili bulunan Baskomutan, elbette bütün bunlarin geride bulunan kaynaklariyla da ilgilidir. Kara Vasif Bey, bu ileri sürdügü düsünceyi hangi kitapta, hangi alanda, hangi yerde görmüs ! Gerçi, hem cepheile hem de gerideki birçok islerle ugrasmak güçtür. Bir adam hem cepheye komuta edecek, savas idare edecek, hem de bu islerle birlikte cephegerisinde birçok seylerin yapilmasini saglayacak. Bunu bir adam nasilyapabilir? Süphesiz yapar. Fakat yapar dedigim zaman, Baskomutan suan cepheye komuta eder, sonra kalkar oradan filân yere gider, yiyecekisini yoluna koyar; filân yere de gider ordunun ikmal isini yapar demekdegildir.
Üzerlerine büyük isler almamis olari insanlarin bu konudaki kararsizliklarini çok görmemelidir. Bakiniz, size bir örnek vereyim :
Bençok acemi komutanlar gördüm. Söz gelisi, bir alay komutani, yeni tümenkomutani olmus veya bir tümen komutani yeni kolordu komutani olmus;biraz da tecrübesiz! Daha tecrübe edinmeye zaman bulamadan, güç durumlar karsisinda kalmis. Görevi boyunca bir tümene alismis iken, düsman karsisinda iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalinca, kararsizliga düsmesi ve güçlüklere ugramasi olagandir. Bir tek tümene komuta ettigi zaman, tümenin bütün birliklerini elden geldtgi kadarayni anda görüp idare edebilen acemi komutan, gözden uzak mevzilerdeyer alan iki üç tümenin Muharebesini idare etmek zorunda kalinca, kendikendine : Ben hangi tümenin yaninda bulunayim, onun mu, bunun mu?Orada mi, burada mi? diye sorar...
Hayir! Ne orada bulunacaksin, ne de burada! Öyle bir yerde bulunacaksin ki, hepsini idare edeceksin. O zaman : Ben hiç birini gerektigigibi göremem! der. Tabiî göremezsin, elbette gözlerinle göremezsin! Akilve ferasetinle görmek gerekir.




ORDUNUN KIPIRDANAMAYACAGINI IDDIA EDEN BIR GAFILI ALKISLAYANLAR



Vasif Bey, bir konusmasinda demis ki : Biz Sakarya Muharebesi'nden sonra, iste hâlâ kipirdayamadik, kipirdayamiyoruz. Bu söz, bazilarinin bravo sesleriyle ve alkislariyla karsilanmis.
Efendiler, buna pek üzüldüm ve kahroldum, çok utanç duydum. Ordunun kipirdamamasini ve kipirdamayacagini iddia eden bir gafilin sözlerini alkislamak, cidden çok gariptir. Rica ederim, bunu burada gömelim, kimse isitmesin !
Iste Efendiler, Baskomutanligin gereksizligini ispatlamak için söylenen sözlerin belli baslilari bunlardan ibaretti. Benim de bu sözlere verebilecegim karsiliklar dinlendi. Bundan sonra düsünüp karar vermek Meclis'e düser. Yalniz bir gerçegi gözler önüne sermek zorundayim. YüceMeclis'in, Baskomutanligin geregine inandigina süphe olmamakla birlikte, muhalefetin, hiç bir temele dayanmayan tutumu, Meclis kararinin istenilmeyen bir sekilde çikmasina yol açti. Bunun sonucu ne oldu, Efendiler, biliyor musunuz? Baskomutanlik iki gündür belirsiz bir durumdave bosluktadir. Su dakikada ordu komutansizdir. Eger ben orduya komuta etmekte devam ediyorsam, kanunsuz olarak komuta ediyorum. Meclis'te beliren oy sonuçlarina göre, hemen komutadan el çekmek isterdim.
Baskomutanligimin sona erdigini hükümete bildirdim. Fakat, önlenmesiimkânsiz bir felâkete meydan vermeme mecburiyeti ile karsi karsiya geldim. Düsman karsisinda bulunan ordumuz bassiz birakilamazdi. Bununiçin birakmadim, birakamam ve birakmayacagim.
Saygideger Efendiler, bu gizli oturumda, muhaliflerin hükûmetive orduyu yikmak için öteden beri kurcaladiklari daha birtakim noktalar üzerinde hemen hemen düelloyu andiran tartismalar oldu. Sonunda geregi gibi aydinlanmis olan Meclis, oyunu su yolda belirtti :
11 red,15 çekimsere karsi 177 oyla Baskomutanlik Kanunu'nun süresi uzatildi.


ORDUNUN MADDI VE MANEVI GÜCÜ, MILLI GAYEYI TAM BIR GÜVENLE GERÇEKLESTIRECEK DÜZEYE YÜKSELMISTI



Efendiler, üç ay sonra, yani 20 Temmuz 1922 tarihinde, Baskomutanlik Kanunu, süresi bittigi için yeniden görüsme konusu oldu. Bu defa Meclis'te yaptigim genel konusmanin bir kismini oldugu gibi bilginize sunmama müsaadenizi rica ederim. Demistim ki :
Artik ordumuzun maddi ve manevi gücü, olaganüstü hiçbir tedbire ihtiyaç duyurmaksizin, milli gayeyi tam bir güvenle gerçeklestirecek düzeye ulasmistir. Bu bakimdan, olaganüstü yetkilerin devam ettirilmesine gerek ve ihtiyaç kalmadigi görüsündeyim.
Bugün ortadan kalktigini görmekle sevindigimiz bu ihtiyacin, bundan sonra da dogdugunu görmemekle mutlu olacagiz. Baskomutanlik görevinin süresi, olsa olsa Misak-i Millî'mizin özüne uygun kesin bir sonuca ulasacagimiz güne kadar uzar. Mutlu sonuca güvenle ulasacagimiza süphe yoktur. O gün, degerli Izmir'imiz, güzel Bursa'miz, Istanbul'umuz, Trakya'miz ana vatana katilmis olacaktir. O mutlu gün gelince, bütün milletle birlikte, en büyük mutluluklara erismekle seref duyacagiz.
Benim bundan baska ikinci bir mutlulugum daha olacaktir ki, o da kutsal dâvâmiza basladigimiz gün bulundugum duruma dönebilmekligim imkânidir. Dünyada, milletin bagrinda serbest bir fert olabilmek kadar büyük bir mutluluk var midir? Gerçekleri bilen, kalbinde ve vicdaninda manevi ve kutsal hazlardan baska zevk tasimayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamlarin hiçbir degeri yoktur.
Efendiler, bu görüsmelerin sonunda, Baskomutanligin süresiz olarak bana verilmesi kararina varildi.


MUHALIF GURUBUN MECLISTE'KI FAALIYETI



Saygideger Efendiler, muhalif grubun Meclis'teki faaliyeti, bizi kendisiyle biraz daha ugrastiracaktir. Ikinci Grup adini alan muhalifler, olumsuz yoldaki direnmelerini uzun süre denediler. Bakanlar Kurulu'nun seçim seklini düzenleyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla, Bakanlarin ve Bakanlar Kurulu Baskani'nin dogrudan dogruya Meclis'çe ve gizli oyla seçilmeleri saglandi. Böylece, Bakanlar Kurulu Baskanligi'ndan fiilen uzaklastirilmis oldugum gibi, Bakanlarin da benim gösterecegim adaylar arasindan seçilmesi ile ilgili hüküm kaldirilmis oldu.



RAUF BEY BAKANLAR KURULU BASKANI OLDU



Muhalif grup, bundan sonra saldiriya geçti. Rauf Bey'i Bakanlar Kurulu Baskanligi'na getirmeye çalisti. Bunda basari da sagladi. Muhaliflerin gizli niyetlerini anliyordum. Bununla birlikte Rauf Bey' i yanima davet ettim. Meclis'teki çogunlugun kendisini BakanlarKurulu Baskani olarak seçme egiliminde oldugunu, bunun bence de uygun görüldügünü söyledim. Rauf Bey, kararsiz bir tavir takindi.Bakanlar Kurulu Baskanligi'nin bir görevi yoktur dedi. Rauf Beydemek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi'nin Baskani, Bakanlar Kurulu'nun da tabiî baskanidir. Bakanlar Kurulu'nun aldigi kararlar onun tarafindan onaylanmadikça yürürlüge girmez. Buna göre, Bakanlar KuruluBaskani'nin bir yetkisi ve serbestligi yoktur. Gerçekten de Teskilât-iEsasiye Kanunu geregince durum böyleydi. Bununla birlikte, sonundaBakanlar Kurulu Baskanligi'ni kabul etti. Rauf Bey, 12 Temmuz1922 tarihinden 4 Agustos 1923 tarihine kadar bu görevde kaldi.
Efendiler, bir nokta dikkatinizi çekmistir. Kara Vasif Bey'leRauf Bey, muhalefetin dogusunda, desteklenmesinde ve yönetiminde, daha ilk günden birlik olmuslar ve liderligini yapmislardir. FakatRauf Bey, açiktan açiga Ikinci Grup'a geçmeyerek, bizim içimizdekalma durumunu tercih ediyor. Bu durum üç yil sürdü. Rauf Bey'e sonunda kendi ifadesiyle :
Bizimle birlikte imis gibi görünmeye artik imkân kalmadigi zaman ayriligini ilân etmek zorunda kaldi.
Efendiler, muhaliflerin, Meclis'te ordu aleyhine baslattiklari havadevam ediyordu. Sürekli ve atesli bir sekilde ordunun taarruz kabiliyetiolmadigindan ve artik konuyu siyasî tedbirlerle bir çözüme baglayarak sonuçlandirmanin kaçinilmaz oldugundan etkili bir sekilde söz ediyorlardi