23 Eylül 2009 Çarşamba

nutuk - mustafa kemal atatürk 16



CUMHURIYET SÖZÜNÜ SÖYLEMEYE RAUF BEY'IN DILI VARMIYORDU



Rauf Bey, söz söylerken, Meclis'e karsi çok saygili oldugunu göstermek için de firsat düsürmeye dikkat ediyordu. Bir puntuna getirerek dedi ki : "Bu yüce Meclis'in çikardigi kanunlara bazi sifatlar yakistirilmistir. (Koridor Kanunlari) denilmistir."
Rauf Bey, yüce Meclis'e saygi gösterilmesini istiyordu.
Rauf Bey, yüce Meclis'in Cumhuriyet'i ilân eden kanunu kabul etmesi üzerine, takindigi saygisiz tavrin unutuldugunu zannetmis olacak!
Mazhar Müfit Bey (Denizli Milletvekili) : "Onu ilk önce, sayin arkadasiniz Muhtar Beyefendi söylemistir" dedi. Bu söz, Rauf Bey'e konusma yönünü degistirtti. Fakat Muhtar Bey alindi.
Saip Bey (Kozan) söze karisti. Nihayet Basbakanlik makaminin araya girip uyarida bulunmasi üzerine Rauf Bey sözüne devam ettirildi.
Rauf Bey, döndü dolasti ve sonunda ilke meselesine dayandi. "Tutumumuz, siyasetimiz kayitsiz sartsiz millî hâkimiyet ilkesidir" dedi.
Yunus Nadi Bey'in sesi isitildi : "Cumhuriyet!"
Rauf Bey, cevap vermedi. Basladigi cümleyi su sekilde bitirdi : "Millî hâkimiyetin varligini gösterdigi tek yer Büyük Millet Meclisi dir."
"Cumhuriyet" sesleri bütün Meclis salonunu doldurdu.
Ali Saip Bey (Kozan) : "Cumhuriyet!" dedi.
Rauf Bey, Ali Saip Bey ile konusmaya basladi. Ihsan Bey söze karisti.
"Yüksek ifadenizde açiklik yoktur Rauf Beyefendi" dedi.
Rauf Bey : "Açiktir. Çok rica ederim Ihsan Beyefendi.
Ihsan Bey : "O kadar açik degildir. Uzun süreden beri sizinle anlasamadik!" dedi. Rauf Bey, Ihsan Beyin yüksek adalet duygusuna sahip bulundugundan, hâkimlik etmis oldugundan söz ederek ona dedi ki : "Suçsuzluk esastir. Aksini ispat edemedikçe bir tarafi töhmet altinda tutmak ve bunu böyle ifade etmek dogru degildir." Ihsan Bey cevap verdi : "Gerçegi söylemeyen saniktan süphe etmekte hâkim haklidir" dedi.
Rauf Bey ile Ihsan Bey arasindaki bu karsilikli konusma biraz uzadi. Baskan söze karisti. Rauf Bey devam etti ve "Teskilât-i Esasiye Kanunu'nda Bakanlarin görev ve yetkileri ile ilgili bir kanunu yapilmasi söz konusu idi. Bu yapildi mi? Bunu sorarim" dedi.
Efendiler, kanunlarin Meclis tarafindan yapilmasi tabiî oldugu halde, Rauf Bey, bu soruyu Hükûmet'ten degil de kendisinin de içinde üye olarak bulundugu Meclis'ten soruyordu.
Rauf Bey, Danistay teskilâtina temas ettikten sonra, "Men'i Sekavet Kanunu uygulanmis midir?" seklinde, Içisleri Bakanindan baslayarak Bayindirlik, Ticaret, Ziraat, Milli Savunma, Adalet ve Milli Egitim Bakanlarina çesitli sorular yöneltti. Bütün bu sorularla Rauf Bey'in millet ve ordunun dikkatini çekmek istedigi anlasiliyordu. Söz gelisi, basinda Karadere ormanlari ile ilgili bir islem oldugu gözüne ilismis; "O is nasil olmus?" Fedakâr ve kahraman ordumuzun Istiklâl Savasi'ndan sonra, barisa geçerken büyük bir intizam ve olgunluk gösterdigini isittik ve gögsümüz kabardi. Ancak, ondan sonra, beslenme ve barindirma isleri bakimindan durumun yine ayni sekilde kuvvetli oldugunu kabul edip düsünebilir miyiz? Bu noktada bizi aydinlatmalarini rica ederiz" dedi.
Rauf Bey'in bu sorusunun ortak bir soru oldugu kendi ifadesinden anlasiliyor. "rica ederiz" diyor. Gerçekten de bu sorunun, o güne kadar ordularin basinda bulunan iki ordu müfettisiyle birlikte hazirlanmis olduguna hükmetmemek elde degildir.
Rauf Bey, adalet teskilatindaki degisiklik dolayisiyla ortaya çikan uygulamanin, adaleti saglayabilecek en uygun usul ve sekil olup olmadigini ögrenmek istiyordu.
Millî Egitim Bakani'ndan da, ilk ögretim süresinin kanuna aykiri olarak niçin azaltildiginin açiklanmasini istedi.
Rauf Bey, Istanbul Valisinin gece manevrasindan, Istanbul'un "Emanet" ile idaresinin halkin haklarina tecavüz oldugundan da sözettikten sonra; Millî Egitim Bakani Vasif Bey'le basin arasinda çikan bir olaydan ve bu münasebetle ögretmenlerden de söz ederek dedi ki : "Ögretmen ordusunun, bu aydin ordunun su veya bu tarafi tutar ve destekler sekilde yayin yapmalari dogru mudur?"
Rauf Bey, bunun olmadigini söyleyerek konusmasini su cümle ile bitirdi. "Allah vatanimi, milletimi ve hepimizi korusun."
Bu cümlenin alkislarla karsilanmasindan sonra, Içisleri Bakani kürsüye çikti. Gümüshane Milletvekili Zeki Bey daha önce kendisinin görüsmesi gerektigini ileri sürdü. Vehbi Bey "Efendim bu mesele, Bakanlarin Meclis'i sorguya çekmesi sekline girdi. dedi. Baskanlik, Bakanlarin söz hakki ile ilgili iç tüzük maddesini hatirlatti. Recep Bey de, çok genis bir gensoru karsisinda bulunan Bakanlarin, tüzük ile saglanmis olan söz söyleme haklarini kullanmalarina müsaade edilmedigi takdirde, gerçeklerin açiga çikmasina yardim edilmemis olacagini söyledikten sonra, yöneltilen sorulardan kendisi ile ilgili bulunanlara birer birer cevap verdi. Konusmasi sirasinda, Rauf Bey'in kürsüye ögüt verircesine bir tavirla çiktigina isaret ederek, "bu Meclis ne tam bir sessizlik içinde hareket etmeye mecbur olan bir okuldur ne de bir bilim akademisidir" dedi. Rauf Bey'in kürsüde bu gün bile açik konusmadigina; "sorusturma" sözünü kullanmadan, Feridun Fikri Bey'in, üç Bakanligin bir yillik çalismalari ile ilgili anlamsiz, haksiz, mantiksiz, kanunsuz ve hükûmet dengesini bozucu nitelikteki "Meclis sorusturmasi" teklifini desteklemis olduguna Meclis Genel Kurulu'nun dikkatini çekti. Feridun Fikri Bey, yerinden, Recep Bey'in "mantiksizdir" sözüne itiraz etti. Bu sözü geriye almasini istedi. Recep Bey : Geriye almiyorum, efendim; mantiksizdir. Gerçek oldugu gibi ifade edilir" dedi. Feridun Fikri Bey'in "mantiksiz sözünü "kabul etmiyorum" sözüne, Recep Bey cevap verdi : "Feridun Fikri Bey" dedi, "Siz daha agir seyleri kabul etmeye alismalisiniz. . . "
Daha agir seyler, Adalet Bakani Necati Bey tarafindan söylenmis. . . Feridun Fikri Bey : "Adalet Bakani sözlerini geri aldilar" dedi. Necati Bey, yerinden firlayarak "Sözlerimi geri almadim" dedi. Biraz gürültü oldu. Nihayet Baskan : "Rica ederim, gürültüyü keselim!" dedi. Recep Bey, açiklamalarina devam ederek : ".... Birçok kimsede defterler varmis, demistim. Simdi Rauf Bey'in sözlerine göre, hazirlanmis sorulardan on, on bes tanesinin silinmesi firsatini bulacagiz. Iste, Efendiler, dedi. Defterlerin yavas yavas ilk sayfalari görünmeye basliyor. "
Recep Bey, Rauf Bey 'in konusmasinda kullandigi taktige dikkati çekerek dedi ki : "Rauf Bey hem bütün bu sorulari soruyorlar hem de asla bir sorumluluk töhmeti altinda tutmak veya Hükumeti düsürmek gibi maksat gütmüyorum, diyorlar. Bir gensorunun görüsüldügü günde, millet kürsüsüne çikan kimse, ya lehtedir ya aleyhtedir. Lehte ise, Hükumet'in desteklenmesini ister. Aleyhte ise, düsürülmesini ister. Bunu da açik seçik söylemek gerekir. Yoksa, Rauf Beyefendi 'nin sözleri bos ve anlamsiz sözlerden ibaret kalir."
Recep Bey 'in bu cümlesi, Rauf Bey'le aralarinda kisa bir tartismaya yol açti : Fakat saldiriyorsunuz, "siz de sözlerimi kesiyorsunuz. . . " gibi karsilikli sözler söylendi. Sonunda Recep Bey, konusmasina devam ederek dedi ki : Saygideger Efendiler! Birtakim sorular soruyorlar. . . Ahmet gelmis midir? Kanun uygulanmis midir? Böyle bir gensoru görüsülürken, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsü hedefsiz olarak sorulacak ve söylenecek sözlerin yeri degildir." "Buraya çikiyorlar, söylüyorlar söylüyorlar. Sonunda da söylüyorum, söylüyorum ama bir sey yoktur, diyorlar. Böyle olunca, söylenenler anlamsiz bos sözlerdir ve gayesizdir. Durumun tarifi budur." Recep Bey, sözlerine su yolda devam etti : Çok dikkat ettim. Rauf Bey buraya çiktilar; sirasi geldi, icap etti, baska bir tarif yaptilar; fakat Cumhuriyet kelimesini söyleyemediler. . ."Sayin arkadaslar!" dedi. Oyun oynamiyoruz. Büyük bir inkilâptan çiktik, aydinlik bir gelecege dogru gidiyoruz. Bütün gerekleri bütün sartlari ve bütün açikligi ile bir hedefe yürüyoruz. dedi: bu Rauf Bey'deki küskünlük ki, sirasi gelmis ve arkadaslar, dolayisiyla firsat vermisken, bu kutsal ismi söylememekte inat edip direnmislerdir." "Fakat dikkate deger bir noktadir ki, bu zat, Istanbul'da kiyametleri koparmistir." "Elinden gelen her seyi yapti. Karsiniza çiktigi zamanda bütün bu yaptiklarindan döndü ve yemin ederek dedi ki, ben Cumhuriyetçiyim." "Bugün kendisinden süphe ediyorum."
Beni bu süphenin yanlis olduguna inandirmayi kendileri için gerekiz buluyorlarsa, çiksinlar; kürsüden veya baska bir yerden söylesinler ki, böyle bir süpheye yer yoktur. Aksi takirde, Rauf Bey'in Cumhuriyet'e olan bagliligindan süphem vardir ve bu süphem devam edecektir. Gerçek budur.
Recep Bey açiklamalarini bitirirken : Sayin arkadaslar, bugüne kadar, bogazimiza kadar kan içinde yugrularak bu davayi, bu kutsal vatanin kesin olarak yükselisini saglayacak olan bu dâvâyi, bu günkü durumuna kadar getirdik. Bugünden sonra yapilacak olan en büyük yanilgi, kararsizliklar, süpheler ve belirsizliklerdir. Bunlarin, sonunda bizi nereye götürecegini kimse bilemez."
Recep Bey kürsüden inerken, Baskanlik makami, istegi üzerine, kendisini savunmak üzere Rauf Bey'e söz verdi.
Rauf Bey : "Sizin her kararsizlik ve süpheye düstügünüz zamanlarda ben yeni bastan yemin etmeye, ant içmeye mecbur muyum?" dedi, "Mecbursun" sesleri yükseldi. Rauf Bey bu seslere"Hayir Efendiler, kimsenin kimseden süphe etmeye hakki yoktur! cümlesiyle cevap verdi.
Buna Afyonkarahisar milletvekili Ali Bey, yerinden karsilik verdi : Sen de o vakit bu toprakta oturamazsin. Atalarinin, babanin ve dedenin geldigi yere gidersin. Bu toprak bunu istiyor" dedi.
Bunun üzerine, Rauf Bey, kendileri ile görüs ayriliginda bulundugu noktayi açiklama yollu bir konusma yaparak dedi ki : "Millet bizi, kayitsiz sartsiz millî hâkimiyet ilkesine dayanan bir rejimin, demokrasi denilen halk rejiminin esaslarini kurmak üzere, kendi temsilcileri olarak seçmistir. Birtakim arkadaslarimiz, milletin bu hakkini Meclis'ten alip su veya bu makama, Meclisi dagitma, kanunlari geri çevirme gibi yetkiler verme düsünce ve egilimini benimsediler. Iste ben buna karsiyim. "
Recep Bey, bu sözlere cevap verdi ve açikladi ki, Rauf Bey itiraz ettigi zaman, daha Teskilât-i Esasiye Kanunu ve böyle birtakim haklarin kimseye verilmesi veya verilmemesi söz konusu bile degildi. Bu meseleler ancak aylarca sonra ele alindi. Recep Bey, "Efendiler bu demagojidir" dedi.
Rauf Bey, muhalif olusunun sebebini iyice anlatabilmek için söyle bir açiklama yapmayi gerekli gördü : "Efendiler, degil halifeci ve sultanci, bu makamin haklarini elinden alabilecek olan herhangi bir makamin da karsisindayim" dedi.
Rauf Bey, halifeci ve sultanci olmadigini söylerken, Cumhurbaskanligi makamina ve Cumhurbaskanina karsi oldugunu da açiklamis ve ilân etmis oluyordu. Daha önce, yeri gelince de belirttigim üzere, Rauf Bey, "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti" seklinde israr ediyordu. Ismin degismesine, yani Cumhuriyet adini almasina ragmen, teskilâtin o niteliginin korunmasini istiyordu. Ne için? Çünkü, Cumhurbaskanligi makami, hilâfet ve saltanat makamlarinin haklarini alabilirmis...
Efendiler, sahsî görüs diye ortaya atilan bu sözler, Recep Bey' in dedigi gibi "bos ve anlamsiz sözler" degil de nedir? Bu gibi sözler üzerine kurulan "mantik demogoji" degil de nedir?
Bu görüsün ve bu mantigin tasidigi anlam ve özü Rauf Bey 'in bu günkü gayret ve çalismalari pek güzel göstermektedir. Fakat, biz bunu anlamak için bugünlere kadar beklemek gafletinde kalamazdik. Bundan dolayi bizi mazur görsünler.



MECLIS'TE YAPILAN GÖRÜSMELERIN MUHALIF BASINDAKI YANKILARI



Efendiler, o gün de gensoru görüsmeleri bir sonuca baglanamadi; ertesi güne birakildi. 8 Kasim günü yapilacak görüsmeleri beklemek üzere, biraz da o günlerdeki bazi yayinlari gözden geçirelim.
Vatan gazetesinin 5 Kasim l924 tarihli sayisindaki basyazida, Hükûmet'i tenkit edenler ve muhalefette yer alanlar ögülmekte, Hükûmet taraftarlari suçlanmaktadir. Basyazar : "Daha agzini açmayan tenkitçi adaylarina karsi, her gün kulaktan kulaga yeni bir saldirgan söz fisildaniyor. Hükûmetçi gruptan olan her kimse rastlarsaniz, o günün gizli günlük emrindeki sözleri oldugu gibi isitirsiniz" dedikten sonra, sözlerini dogrulamak için birtakim örnekler sayiyor ve "körükörüne emre uymayan, gerçegi görüp söylemek isteyen kimseleri daha baslangiçtan susturmak için her vasitaya basvuruyorlar" ve "keyfî irade, tabiî ve istikrarli durumun üstünde, hâkim olma niteligini korumaya devam edecektir" diyor.
Efendiler, yazar "gizli günlük emir" ve "keyfî irade" deyimleriyle, millete neyi haber vermek istiyordu. Gizli günlük emirler veren, keyfî iradesini hâkim kilan kimdi? Bu gizli kapakli sözleri kullanan makale yazari, sonunda biz. "Taraf tutmaksizin, bir hakem durumunda, her iki tarafi da çagirip dinlemek, Cumhurbaskanligi'nin en nazik ve önemli görevidir" ögüdünü veriyor. Bu görevin hemen yapilmasini istiyor ve "çünkü yarin pek geç olabilir!" diye tehdit ediyor.
Bir gün sonra, benim Meclis'in yeni dönemini açis nutkumdan söz eden ayni yazar, "tenkit egilimi gösteren en hür düsünceli vatandaslari, zaman zaman susturmaya çalisan tekelci bir siyasî sistem, gelisme ve ilerleme için kahredici bir cehennem demektir" cümlesiyle, uyguladigimiz sistem için pek haksiz ve insafsiz bir iftirada bulunuyor ve : Ugursuz gidisin belli bir noktada durdurulmasi, yeni bir çigir açilmasi lâzimdir." diyerek, bize yeniden görevimizi hatirlatiyordu.
Vatan yazari, bir gün sonra yazdigi "sokaktaki adam" baslikli bas makalesini : Insallah iyi olur, demekten baska yapacak sey kalmamis gibi görünüyor" cümlesiyle bitiriyordu.
8 Kasim 1924 tarihli Vatan gazetesinde yayinlanan bir Ankara telgrafinda : "Meclis, yüksek mevkide bulunanlar uygun görmedikçe kabineyi düsüremeyecektir" tarzinda büyük harflerle yazilmis ve "Rauf Bey'in dünkü konusmasinda, gensoru disinda önemsiz seylerden söz etmekle, gensoru isteyenlerin durumunu sarstigi ve gensoru dâvâsinin etkisini azalttigi söylenmektedir" gibi haberler vardir.
Vatan gazetesinin, gensoru dâvâsini takip için özel olarak gönderdigi muhabiri, izlenimlerinde pek isabet göstermiyorsa da, gensoru meselesinin etkisini azaltma sebebi ile ilgili haberinde aldanmis görünmüyordu.
Efendiler, Tevhid-i Efkâr basyazari da, bir sürü basmakalelerle muhalefeti destekleyip cesaretlendiriyor; kendini savunan Hükumet'in ve Hükumet'i tutan milletvekillerinin kendilerini savunmalarini ve söz söylemelerini bile istemiyordu. Bu basyazar diyordu ki : "Meclis'te Hükumet'i tutan milletvekilleri, böyle her önemli isi, gürültüye bogmak eglencesinde devam ederek, bunlari tenkit edenleri susturdukça, hiç süphe yokki, Ismet Pasa Hükumeti güvenoyu alacaktir. Ancak, bu güven oyunun gerçek degeri, nihayet, küçük bir sandigin içine çok sayida beyaz kâgit atilmis olmasindan ibaret kalacaktir."
Bu safsatalar üzerinde durmaya gerek yoktur. Biraz da Tanin gazetesine bakalim : Tanin'in "Siyasî Mayalanmalar" adli bir basmakalesinde "Kutsal Milli Mücadele'de büyük hizmetleriyle taninmis, saygideger ve güvenilir bazi kimseler arasinda bir isbirligi yapilmakta oldugu" haberinin alindigindan; "Halk Partisi'ni ve Hükûmet'i samimî olarak tutan basinin" bu haberleri büyük bir hosnutsuzlukla karsilayip yorumlamalarindan" ve "kurulmakta olan yeni partiyi, daha simdiden gözden düsürecek sekilde düsünceler ileri sürülmesine kalkisildigindan" söz edilmektedir. Makalede, program konusu üzerinde de durularak, Halk Partisi'nin bir programinin bulunmadigina isaret edildikten sonra, "Biz Halk Partisi'nden hiç memnun degiliz, fakat Halk Partisi'nin ilkeleri adina söylenen ve görülen seyleri tamamiyle benimsiyoruz" deniliyor ve Halk Partisi'nin ilkelerinden ne anlasildigi açiklanarak : "Fakat acaba gerçektede öyle midir?" sorusu ortaya atiliyor. Yazar, bu soruya olumsuz cevap veriyor ve "gönlümüz, karsisinda böyle yenilikçi ve reformcu bir partiyi görmek istedigi için, Halk Partisi'ni bu dedigimiz sekilde hayal ediyoruz" diyor. Ondan sonra yazar, sunlari söylüyor : "Halk Partisi'nin programi ve sözleri baskadir, tuttugu yol baskadir. Halk Partisi nin demokratligi dudaklarindadir."
Bu görüsün sahibi, birinci cümlesiyle, "Halk Partisi, Cumhuriyet ilân edecegini, hilâfeti kaldiracagini programina yazip ilân etmedi ve söylemedi; fakat fiilî olarak yapti" demek istiyorsa, dogrudur! Ancak, ikinci cümle ile Halk Partisi'ne yönelttigi suçlama dogru degildir.
Makale sahibi, muhalif kimselerin iktidar mevkiine geçmek istemelerinin kanunî haklari oldugunu ispatlamak için kullandigi birçok söze sunu da ekliyor : "Vatan düsüncesiyle hareket etmek, yalnizca Tanri'nin iktidar mevkiindeki kimselere hak olarak bahsettigi bir fazilet midir?"
Tanin basyazari, 4 Kasim 1924 tarihinde yazdigi "Ordu ve Siyaset," adli bir basmakalede de su düsünceleri ileri sürüyor : "Hükumet sekli Cumhuriyettir. Fakat, hükumetin yalniz adini "degistirmek hiçbir yarar saglamaz. Asil degistirilmesi gereken nokta, isin ruhudur, prensipleridir. Bugün Amerika'da, Birlesik Amerika Devletleri disinda daha yirmi kadar memleket vardir ki, hepsinin adi da Cumhuriyettir. Hattâ, hep senelerden meydana gelen Haiti bile bir Cumhuriyet idi. Fakat, buralarda, Cumhuriyetin istibdat rejiminden farki pek azdir. Soydan gelen bir hükümdar yerine, zorla Cumhurbaskanligina gelmis bir zorba görürüz. Iste bu kadar! Reisicumhur adini tasiyan bu zorba devleti keyfince yönetir. Mutlak bir hükümdar gibi, keyif ve hevesinden baska bir kanun tanimaz."
Tanin basyazari, söz konusu ettigi Amerika Cumhuriyetlerinden Sili'yi bir yana birakarak, digerleri için diyor ki : "Hiçbirisi, bugün, gerçek Cumhuriyet adini tasimaya lâyik degildir. Çünkü demokrasiye... dayanmiyorlar; "Cumhuriyet adi altinda mutlak hükumetlerin hâkim olmasi, liderlerin asker olmasi yüzündendir."
Burada bir an durmak isterim. Efendiler, bu makale, milletvekili olan komutanlarin, milletvekilliginden istifalari üzerine ve o münasebetle yaziliyor. Fakat öyle bir zamanda yaziliyor ki, ordularimizin müteftisleri, ordulari birakip Hükûmet'i düsürmek için Meclis'e gelmislerdir. Bu yazar da, onlarin iktidar mevkiine geçmek istemelerinin kanunî haklari oldugunu ispat için, daha bir gün önce sütunlarca yazi yazmistir. Cumhuriyet'in, mutlak hükûmet rejiminden farksiz olabilecegine örnekler siralayan ve bunun sebebinin de demokrasiye dayanmamak oldugunu söyleyen yazar, "Hükûmet partisinin demokratligi dudaklarindadir" diyen zattir. Bunun böyle olmasi "askerî liderler yüzündendir" diyen kimse, Türkiye Cumhurbaskani'nin da askerî liderlerden biri oldugunu bilen kimsedir. Bu kimsedir ki, askerî liderlerden olan filân ve filânlari, yine askerî liderlerden olan Türkiye Cumhurbaskani ve Türkiye Basbakani ile karsi karsiya getirip biribirlerine cephe aldirmak için, bütün gücüyle çalisiyor ve sonra sevmedigi tarafin yikilmasini millete gerekliymis gibi gösterebilmek için, sözde dikkate deger ve ibret alinacak örnekler veriyor ve hangi general, basina daha çok âsi toplayabilirse, Cumhurbaskanligina o geçer; "ordu komutanlari ve eskiya reisleri birbirleriyle çarpisarak Cumhurbaskanligi makamini zorla ele geçiriyorlar" diyor.
Efendiler, bu ve buna benzer sözlerin ne maksatla ve nasil bir duygu içinde yazildigini fark etmemek ve bu gibi yayinlarin Meclis üyeleri üzerinde ve kamuoyunda birakacagi olumsuz ve zararli etkileri anlamamak mümkün degildi. Ne yazik ki, bu bozguncu etkiler gerçekten de fiilî tepkilerini göstermistir.
Refet, Kâzim Karabekir ve Ali Fuat Pasa'larin, Millî Savunma Komisyonu'na seçilmemis olmalarindan üzüntü duyan ayni cumhuriyetçi yazar, bu defa da, ordu komutanlarinin, ordulara etki yapabilecek bir komisyona seçilmemis olmalarini dogru bulmuyor. Bu noktada, pek sevdigini anlatmak istedigi demokrasiye uygun davranistan bile vazgeçiyor. Bu düsünceleri içine alan cümleleri hep birlikte gözden geçirelim :
"Siyaset" basligi altinda yazilmis yazilar arasinda "Millî Savunma Komisyonu, Millet Meclisi'nin hemen hemen en az siyasî olan, hattâ siyasetle hiç ilgisi bulunmayan bir çalisma koludur" cümlesi okunur. Yazar, bu cümle ile, Meclis'e giren ordu müfettislerinin siyasetle ilgisi bulunmayan bir alanda çalismalarina neden ve ne için meydan verilmedi? demek istiyor. Buna su yolda cevap vermek mümkündür : Millî Savunma Komisyonu siyasî islerle ilgisi bulunmayan bir komisyon olduguna göre oraya sirf siyasî islerle ugrasmak üzere Meclis'e gelmis olanlari sokmakta sakinca vardi da onun için !
Yazar, bu cümleden sonra devam ederek diyor ki : "Burada, vatanin namus ve istiklâlini savunacak orduyu yönetmeye daha düzenli ve mükemmel bir duruma getirmeye ve gelismis bir sekle sokmaya yarayan kanunlar yapilacaktir. Kendilerini politikacilik hirsina kaptirmayip da yalniz vatani düsünenlerin, bu görevi, ordu ileri gelenleri arasinda en muktedir kimselere vermeleri bir vatan borcudur."
Bu cümleler üzerinde de biraz duracagim :
Ordunun yönetimi, daha düzenli ve mükemmel bir duruma getirilmesi ve daha da gelismis bir sekle sokulmasi hususu çok önemlidir. Bu hususla görevli bulunan ve ugrasan makam "Genelkurmay" dir. Yazarinda dedigi gibi, bu makamda en seçkin komutanlarimiz bulunmaktadir. Ordunun yönetimi, düzenlenmesi ve daha mükemmel bir duruma getirilmesi islerini üzerine almis bulunan Genelkurmay, gerektikçe, bu konularda Hükumet'e tekliflerde bulunur.
Genelkurmay'in ve Hükûmet içinde yer alan Millî Savunma Bakanligi'nin enine boyuna düsünüp tespit ettikleri meseleler, her yil toplanan "Yüksek Askerî Sûrâ" tarafindan incelenir ve görüsülür. Yüksek Askerî Sûrâ; Genelkurmay Baskani, Millî Savunma Bakani, Bahriye ve Ordu Müfettislerinden olusur. Yüksek Askerî Surâ'nin incelemesinden geçen ve uygulanmasi kabul gören hususlardan, gerekli bulunanlar hükumete teklif edilir. Bu teklifler içinde uygulanmak üzere kanunlasmasi gerekenler varsa, iste onlar Meclis'e sunulur. Meclis'te usulüne uyularak Millî Savunma Komisyonu'ndan ve ilgisi varsa baska komisyonlardanda geçtikten sonra, Meclis Genel Kurulu'nda görüsülür ve kanunlastirilir.
Millî Savunma Komisyonu'ndaki üyelerin askerlikten anlamasi gerekir. Fakat yalniz askerlikten anlamasi yeterli degildir. Devletin maliyesinden, siyasetinden ve daha birçok seyden de anlamasi gerekmektedir. Yalniz askerlikten anlamak, ordu ile ilgili kanun tasarilari hazirlamak için yeterli sayilsaydi, Genelkurmay'in tespitinden ve Yüksek Askerî Sûrâ'nin da onayindan sonra, tasarilarin ayrica baska bir komisyonda veya komisyonlarda incelenmelerine gerek kalmazdi. Zira, politika ile ugrasan kimseler, askerlikten gelmis olsalar bile, bütün hayatlarini ilim ve teknikle ve askerî gelismeleri günü gününe takip ve uygulamakla geçiren kimselerden daha uzman ve daha yetkili olamazlar.
Ordunun yönetimi, düzenlenip daha mükemmel bir duruma getirilmesi için pek yerinde görüsleri ve büyük tecrübeleri oldugunu zanneden ve Yüksek Askerî Surâ'da kanun geregince üye bulunan ordu müfettisleri için en uygun çalisma alani, ordularin basindaki ve Yüksek Askerî Surâ içindeki yerleriydi. Ciddiyet isteyen ve mevkiin deger ve önemini anlayip; Hükumet'i, Millî Savunma Bakanligi'ni, Genelkurmay'i begenmeyip; onlari, kendilerinin askerlikle ilgili düsünce ve tasarilarini degerlendirmekten uzak görerek, siyasî alanda çalismayi tercih eden komutanlarin Millî Savunma Komisyonu'na girmelerini saglamaya çalismak; Onlarin, Hükumet'ten Meclis'e gelen ordu ile ilgili her türlü teklifin sonuçlandirilmasini engellemek ve bunlari elde bir koz olarak kullanmak suretiyle Hükumet'i düsürmek ve Genelkurmay Baskani'ni degistirmek gibi kötü heveslerini gerçeklestirme maksadina dayanabilir. Tanin bas yazarinin da, bu noktadaki gayesinin baska bir sey oldugunu zannetmek abestir.
Gayesinin gerçeklesmemesi yüzünden "kaygili ve üzüntülü" olan yazar : "Eski Atina Cumhuriyeti'nde demokrasinin koydugu ilkelere o denli siki sikiya bagli idiler ki, yönetimle ilgili kollarin hiçbirinde, bilgi ve uzmanlik bakimindan bile bir üstünlük kurali kabul edememislerdi." Demokrasideki bu asiriliga ragmen, Atina demokrasisinde, generaller bu kurallarin disinda tutulmuslardir" diyor.
Halk Partisi'nin demokratliginin dudaklarinda oldugunu ve Cumhuriyet'in mutlak hükûmet rejiminden farksiz bulundugunu millete anlatmaya çalisan bir kimsenin, bu safsatasini daha gazetesinde okunmakta oldugu günlerde, iktidar mevkiine geçirmek gayretine koyuldugu generallerin demokrasi kurallarinin bile disinda tutulabilecekleri görüsünü ileri sürmesi, sanirim ki, dürüst insanlarin yapabilecekleri hareketlerden degildir.
Efendiler, kin ve ihtiras, bir insanin düsüncesini ve vicdanini kararttigi zaman o insan nasil konusur, buna bir örnek ister misiniz?
Iste buyurunuz, ayni yazarin su sözlerini dinleyiniz : "Halk Partisi'ne Ismet Pasa Hükûmeti'nin memlekete gösterdigi çirkin çehre! Sahsi ihtiraslarinin peSinde bu kadar esîr olan önderler, milli bir parti kurmak ve milleti temsil etmek iddiasina kalkisamazlar."
Gelecegin ümidiyle kaynayip cosan gençler, taze ve temiz canlarini feda ettiler : Memleketi kurtarmak için! Memleketi, kendilerinden ve ihtiraslarindan baska birsey düsünmeyen politikacilar elinde oyuncak etmek için degil!
Gerçegin tam tersini dile getiren bu demagoji ve safsata sahibi yazar, bizim kurdugumuz partiyi, bizim hükûmet kurmakla görevlendirdigimiz Ismet Pasa'nin ve Hükûmeti'nin çehresini çirkin görüyor ve gösteriyor.
Efendiler, bizim çehremiz her zaman temiz ve akti; her zaman da temiz ve ak kalacaktir. Çehresi çirkin, vicdani çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatanseverce vicdan temizligi ile ve namusluca davranislarimizi, kendi bayagi ve çirkin ihtiraslari yüzünden çirkin göstermeye kalkisanlardir.


MECLIS'TEKI GENSORU GÖRÜSMELERININ SON GÜNÜ



Efendiler, 8 Kasim günü, Meclis'te gensoru görüsmelerine devam edildi. Feridun Fikri Bey'in "Meclis sorusturmasi" nin kabulü ile ilgili konusmasi, birçok konusmacinin sözleriyle karisarak hayli uzadi. Ondan sonra Yunus Nadi Bey kürsüye çikarak : "Efendiler, dedi, memleketin rejimi söz konusudur. Cumhuriyet rejimi söz konusudur. Herseyden önce bu meseleyi görüsmek lâzimdir! " Yunus Nadi Bey, Rauf Bey'in bir gün önceki sözleri üzerinde durarak, millî hâkimiyet mi Cumhuriyet'in gelismesinden dogmustur? Yoksa Cumhuriyet mi millî hâkimiyetin gelismesinin sonucudur?" seklinde bir nazariyenin tartisilmasinin yersiz oldugunu açikladi.
Rauf Bey'in "Degil halifenin, saltanatin, bu makamin haklarini elinden alabilecek olan herhangi bir makamin aleyhindeyim" seklindeki sözlerini, Yunus Nadi Bey, söyle yorumladi : Rauf Bey'e göre bu makamin haklari vardir. Ifade açiktir. Sakli haklari vardir. Sakin kimse almasin, günün birinde belki lâzim olacaktir." "Halbuki Teskilât-i Esasiye Kanunu çikmistir. Bütün makamlar tespit edilmistir. Bütün durumlar kanunda yerini almis, belirtilmistir. Ama hâlâ efsaneden safsatadan söz ediyor."
Bundan sonra Yunus Nadi Bey sunlari söyledi : "... Cumhuriyet'i begenmeyen kimseler vardir. Açikça söyleyemediklerini düsüncelerinde besleyen yaratiklar vardir ve bunlar içimizdedirler. "... Öyle adamlarin kafasi ezilir, efendiler!"
Yunus Nadi Bey, Rauf Bey ve arkadaslarinin gösteri yaparcasina davranislarindan, müfettis pasalarin istifalarindan ve Meclis'in içinde oyun oynanilmayacagindan söz ettikten sonra, dedi ki : Özel ve gizli tertiplerle bazi maksatlari gerçeklestirebiliriz kuruntusuna kapilarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kösesinde oturarak bu türlü seyleri yapmak saygisizliktir. Kabul edemeyiz, efendim.
Yunus Nadi Bey, Refet Pasa'ya iliserek sunlari söyledi :
"Yüksek malumunuz oldugu üzere, Refet Pasa Hazretleri, alti yedi ay önce, basinda yer alan gösterisli ve yersiz... bazi açiklama ve demeçlerle milletvekilliginden istifa etmislerdir. Garip bir olaydir. Gerekçe olarak eklemislerdi ki, milletvekilliginden çekilmelerinin sebebi, karanlik odada, yalniz arkadaslari arasinda bir millî and mi ne, bir sey varmis. Orada toplanan arkadaslari is basina getirecekmis. Efendim, çok merak ettim bu isi."
Afyonkarahisar Milletvekili Ali Bey, yerinden söze karisti ve : "Yani generaller hükûmeti" dedi. Yunus Nadi Bey : "Çok merak ettim bu isi :" diyerek sözüne devam etti ve dedi ki : "Teskilât-i Esasiye Kanunu vardir. Cumhuriyet kurulmustur. Hükûmetin nasil teskil edilecegi orada yazilidir. Bütün bunlari idare eden bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardir. Hayir, bunlar yeterli degildir. Istenir ki, Refet Pasa milletvekilliginden istifa etsin ve gitsin hükûmet kursun; yakin arkadaslar toplansin... Ne kanaattir bu?"
"Efendim, dag basinda miyiz? Demirci Efe'yi alip gelip de hükûmet mi kuracakti? Meclis yok mudur? Teskilât-i Esasiye Kanunu yokmudur? Bu ne mantiksizca harekettir."
Refet Pasa, Yunus Nadi Bey'e cevap vermek üzere kürsüye çikti. Kendisini savunmaya çalisirken, Rauf Bey iIe aralarinda bir fikir birligi oldugundan, Rauf Bey'in söyledigi her seyin onun hesabina da kaydedilmesi gerekeceginden söz ettikten sonra : "Iki asker milletvekilinin Meclis'e dönmelerini istemissem, acaba Çin'de oldugu gibi bir cumhuriyeti mi yapmak istemis olurum?" dedi. Refet Pasa'nin sözlerine, birçok milletvekili oturduklari yerden kisa cevaplar vermeye basladilar. Hemen hemen karsilikli tartismalarin yapildigi bir konusma oldu. Nihayet, kürsü baska bir muhalif konusmaciya birakildi. Bundan sonra kürsüye çikan Mahmut Esat Bey ( Izmir), "...Günlerden beri sürmekte olan ve sonu bir türlü gelmeyen görüsmelere ne inkilâbin ve ne de milletin tahammülü vardir" dedikten sonra durumun inkilâp adina, inkilâbi ileri götürmek adina hükumeti düsürmek" ten ibaret olmadigini belirtti.
Mahmut Esat Bey, her seyden önce gidilecek yollarin belirtilmesi gerektigini, o takdirde daha samimî ve daha kesin olarak yürünebilecegini söyledi ve Rauf Bey'in görüsüne tenias ederek söyle bir degerlendirme yapti : "Millî hâkimiyet baska bir konudur. Cumhuriyet, mesrutiyet, mutlakiyet rejimleri ve istibdat daha baska konulardir. Bunlardan bir kismi devlet sekilleridir. Digerleri millet iradesinin kullanilmasi ve uygulanmasidir. Bu dört sekil içinde, millî hâkimiyetin çesitli yollarla uygulandigini görüyoruz. Hattâ bir parça istibdat seklinde bile vardir. Mesrutiyette biraz daha fazla, Cumhuriyet'te daha fazla. Bundan dolayi, burada iki seyi birbirine karistirmamak gerekir, Millî hâkimiyet Cumhuriyet'in gelismesinin eseridir, denemez. Çünkü millî hâkimiyet, sekil degildir. Ruh ve öz meselesidir. "
Mahmut Esat Bey, Rauf Bey'in sahsî görüs diye ortaya attigi sözler üzerinde, gerektigi kadar durduktan sonra : "Türk inkilâbi yükseliyor. "Ancak, bu inkilâbi sür'atle hedefine, milletçe beklenen hedefine ulastirabilmek için, bir an önce gerçek durumun açiklik kazanmasi lâzimdir. Türk milleti, ortada, demokrasi adina çekilmis bir kiliç gibi, bunu beklemektedir sözleriyle konusmasina son verdi.
Bundan sonra, Adalet Bakani Necati ve Millî Egitim Bakani Vasif Bey'ler, muhalif konusmacilarin sorularina uzun konusmalar yaparak cevap verdiler.




RIZA NUR BEY'IN ARNAVUTLARI TÜRKLÜGE KARSI AYAKLANDIRMAYA ÇALISANLARDAN BIRI OLDUGU ANLASILDI



Maliye Bakani, Mustafa Abdülhâlik Bey, konusmasina baslamadan önce, Riza Nur Bey'den, zabittaki sözlerinden bazilarinin açiklanmasini istedi. Riza Nur Bey, Yanyali'larin Türklügünü süpheli gösterecek sekilde sözler söylemisti. Abdülhâlik Bey, Riza Nur Bey'in düsüncesindeki yanlisligi söyle düzeltti : Doktor Bey alti yüz yil önce, Arnavutlugun bir parçasi olan Yanya'ya giden atalarimin orada biraktiklari torunlarini baska bir soydanmis gibi göstererek onlari itham ediyor. Hem de kim? Maalesef öyle savgideger bir arkadasim ki, alti yildan beri mutaassip bir milliyetçi olmustur. Daha önce öyle degildi. Kendisi daha iyi bilirler. Ben, o Yanyali dedikleri adam, Türklük için silâhla savasirken kendileri tam tersine, Arnavutlari "Türklüge karsi" ayaklansinlar diye kiskirtmistir.
Gerçekten de Riza Nur Bey'in siyasî hayatinda birçok mücadelelere katildigi biliniyordu. Bu durumu, milliyetçi olarak Millet Meclisi devrinde, ona hizmet ve çalisma alanlari gösterilmesine engel sayilmamisti. Fakat, Türklerin Rumeli'den çikarilmasi gibi, her Türk'ün kalbinde sonsuz ve unutulmaz bir aci yaratan büyük felâket olayinda asiri milliyetçi Riza Nur Bey'in, Arnavut âsileriyle birlikte Türklere karsi çalistigini bilmiyorduk. Bu durum anlasilinca Büyük Millet Meclisi'ni hayret ve dehset kapladi.
Bundan sonra Maliye Bakani öteki konular üzerindeki açiklamalarina geçti. Onun arkasindan Tarim Bakani Sükrü Kaya Bey söz aldi. Sükrü Kaya Bey, özellikle Tarim Bakanligi'ni tenkit eden bir konusmaciya cevap verdi ve ziraat islerinin güzel cümleler, güzel sözler ve güzel mantiklarla gizlenecek bir sey olmadigini açikladiktan sonra : Bu topraga yazilan bir eserdir. Onun sayfalari açik ve herkes tarafindan okunmaktadir" dedi ve ilâve etti : "Kalkip da yüce Meclis'in huzurunda, söyle yapildi, böyle yapildi gibi demagoji yapilabilir mi? Bu ne cür'ettir?"
Ticaret Bakani Hasan Bey ve Bayindirlik Bakani rahmetli Süleyman Sirri Bey'den sonra konusma sirasi Disisleri Bakanligi'na ve Basbakanlik'a geldi.
Efendiler, Basbakan Ismet Pasa, gensorunun genel olmasini teklif ettigi günden sonra, görüsmelere katilamayacak kadar, hastalanmis, yatiyordu. Millî Savunma Bakani Kâzim Fasa, Ismet Pasa adina kürsüye çikarak gereken açiklamalari yapti.
Artik gensoru görüsmelerine son verme zamani gelmisti. Görüsme yeterligi kabul edildikten sonra, Feridun Fikri Bey'in Meclis sorusturmasi önergesi reddedildi.




BÜYÜK MILLET MECLISI'NIN ISMET PASA KABINESI'NE GÜVENOYU VERMESI MUHALIF KALEM SAHIPLERINE DAHA NELER YAZDIRDI



19 oya karsi 148 oyla Ismet Pasa Hükümeti güven oyu aldi. Bir kisi de çekimser kalmisti. Efendiler, Meclis'te yenilmis olanlarin gazeteci arkadaslari, bu sonucu elbette hiç begenmediler. Daha küskün ve inatçi bir sekilde hücumlara geçtiler.
9 Kasim tarihli Vatan gazetesinin basmakalesi : "Bugünkü idare sekli, adina göre milli hakimiyetin en yüksek sekli olmustur. Fakat hükûmetçilerin zihniyeti biraz kazilsa, hemen hiç degismemis oldugu görülür" ve : "Bugün gerici kelimesi yeniden sik sik kullanilir olmustur" seklinde tenkitlerle doludur.
10 Kasim tarihli Vatan'in "Meydan Muharebesi'nin Neticesi" baslikli basmakalesinde Timurlenk'in fil hikâyesi tekrarlandiktan sonra, Hükûmet'i düsürmeye çalisanlarin iyi hareket edemediklerinden yakinan su düsünceler yer aliyordu : "Ankara'da ilk gensoru görüsmeleri basladigi zaman, ortada tenkitçi, azimli bir çogunluk vardi." "Tenkitçiler bu durumu idare edemediler. 'Teskilâtsiz kimseler olarak teker teker tenkitlerde bulundular." "Teker teker yapilan tenkitler bile, saglam ölçülerle yürütülemedi. Gensoru genellesince, tatil zamanindaki not defterlerini açan olmadi. En keskin tenkitçiler bile, dillerinin altindakini söylemekten çekindiler.
Makale sahibi, duruma , politikacilik açisindan bakarak, diyor ki : "Hükûmetçilerin mükemmel bir ayarlama ile ve basindan sonuna kadar iyi düsünülmüs bir plânla hareket ettikleri görülür."
Burada, insanin makale sahibine söyle bir soru soracagi geliyor :
Milletin kaderinin sorumlulugunu ellerine aldirmak istediginiz kimseler, aylarca ve aylarca hazirlandiktan ve Istanbul'daki arkadaslariylada uzun boylu görüstükten sonra, sizin de belirttiginiz gibi, dillerinin altindakini söylemekten çekinecek kadar kendilerine güvenemezlerse, topu topu on dokuz buçuk kisinin Meclis'teki hareketini birlestiremeyecek kadar güçsüz olurlarsa, bu kimselerin devletin basina geçmeye lâyik olduklari düsünülebilir mi?
Efendiler, Tanri'nin "Mirsad-i Ibret" sütunundan da birkaç cümle okuyacagim. Bu sütunu dolduran yazar, bütün memleket Meclis'in genel görüsünü seyrettiriyor ve ona : "Eyvah! Bu da ötekiler gibi çikti dedirtiyor."
Pusuya yatan bu yazar, kulagina su sözlerin fisildandigini da isitiyor : ".. Eski yikintilarla yapilan bir binadan ne umarsin ki!..." acaba, bu yazilari yazmis olan kimse, o gün gerçekten böyle mi duygulanmisti? Yoksa, bu anlamsiz sözleri, milleti bize karsi kiskirtmak için bile bile mi yaziyordu? Ister öyle, ister böyle olsun, her ikiside dogru degildi. Bu türlü yazarlar Cumhuriyet'e kötülük etmislerdir.
Efendiler, Tevhid-i Efkâr'in da "Faydasiz ve kiymetsiz bir Zafer" diye yazdigi yararsiz ve degersiz yazilari devam ediyordu.



TERAKKIPERVER CUMHURIYET FIRKASI VE EN HAIN KAFALARIN ESERI OLAN PROGRAMI



Saygideger Efendiler, komployu konusunu açiklarken ve komplonun Meclis içindeki safhasini anlatirken, önemsiz gibi sayilabilecek bazi ayrintilar üzerinde durdum. Bunda beni hakli bulacaginizi umarim.
Hatira gelir ki, her hükûmet, her zaman bu gensoru önergesi ile sorguya çekilebilir. Bir gensoruya bu kadar önem vermek dogru mudur? Arz etmeliyim ki, söz konusu olan gensoru normal bir gensoru denildi. Hazirlanan komplonun özel bir safhasiydi. Bu gensoru sahnesinden sonradir ki, muhalifler, maskelerini atmaya mecbur edildiler. Bilindigi üzere "Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi" diye bir parti kurdular. Bu partinin gizli eller târafindan çizilen programini da ortaya attilar.
"Cumhuriyet" kelimesini agizlarina almaktan bile çekinenlerin, Gumhuriyet'i dogdugu gün bogmak isteyenlerin, kurduklari partiye "Cumhuriyet" ve hem de "Terakkiperver Cumhuriyet" adini vermis olmalari, nasil ciddîye alinabilir ve ne dereceye kadar samimî sayilabilir.
Rauf Bey ve arkadaslarinin kurduklari bu parti "Muhafazakâr" adi altinda ortaya çikmis olsaydi, belki bir anlami olurdu. Fakat bizden daha çok oumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarini iddiaya kalkismalari elbette dogru degildi.
"Parti, dinî düsünce ve inançlara saygilidir" ilkesini bayrak olarak eline alan kîmselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyillardan beri cahilleri, bagnazlari ve hurafelere inananlari kazdirarak özel çikarlar saglamaya kalkmis olanlarin tasidiklari bayrak degil miydi? Türk milleti, yüz yillardan beri, sonu gelmeyen felâketlere, içinden çikabilmek için büyük fedakârliklarin gerekli oldugu pis batakliklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemis miydi :
Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarini zannettirrnek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atilmalari, dinî bagnazligi costurarak, milleti, Cumhuriyet'e" ilerlemeye ve yenilesmeye karsi kiskirtmak degil miydi? Yeni parti, dinî düsünce ve inançlara saygi perdesi altinda : "Biz Hilâfet'i yeniden isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bize Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, seyhler, müritler biz sizi koruyacagiz; bizimle birlikte olunuz ! Çünkü, Mustafa Kemal'in partisi Hilâfet'i kaldirdi. Islâmiyet'e zarar veriyor; sizi gâvur yapacak, size sapka giydirecektir" diye bagirmiyor muydu? Yeni partinin kullandigi slogan bu gerici haykirislarla dolu degil miydi ?
Efendiler, bu slogana bagli olanlardan birinin, çok zaman önce ( 10 Mart 1923 tarihinde) idam edilmis olan Cebranli Kürt Halit Bey' e yazdigi mektuptaki su cümlelere bakiniz : " Islâm dünyasinin ebedîligini saglayan ilkelere saldiriyorlar." "Bu konudaki açiklamalarinizi arkadaslara da okudum. Hepsinin gayretlerini artirdim "Batiyi örnek almak, tarihimizi, medeniyetimizi, kaybetmeyi" zarurî kilar. "... Hilâfet'i yikmak, lâik bir idare kurmayi düsünmek, hep Islâmligin gelecegini tehlikeye sokacak sebepleri yaratmaktan baska bir sonuç veremez.
Efendiler, olaylar ve olup bitenler ortaya koydu ve ispat etti ki, "Terakkiperver ve Cumhuriyet Firkasi'nin programi en hain kafalarin eseridir. Bu parti, memlekette suikastçilarin, gericilerin siginagi ve ümitlerinin dayanagi oldu. Dis düsmanlarin, yeni Türk Devleti'ni körpe Türk Cumhuriyeti'ni yikmayi hedef alan plânlarinin kolaylikla uygulanmasina yardim etmeye çalisti. Tarih, (gizli maksatlarla hdzirlanmis, genel ve gerici nitelikteki) Dogu isyaninin sebeplerini inceleyip arastirdigi zaman, onun önemli ve belirli sebepleri arasinda "Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi'nin dinî konularda verdigi sözleri, dogu ya gönderdigi sorumlu sekreterinin kurdugu örgütü ve yaptigi kiskirtmalari bulacaktir.
Hatira defterini "fazladan ve gece kilinan namazlar' in sevabini anlatan hadislerle dolduran bu sorumlu sekreter, dogu illerimizde dinî kiskirtmalarda bulunurken, partisinin programini uygulamiyormuydu? Mâsum halka, bes vakit namazdan baska, geceleri de fazla namaz kilmayi vaaz ve nasihat eden, belki de ömründe hiç namaz kilmamis olan bir politikaci olursa, bu hareketin hedefi anlasilmaz olur mu ?
Efendiler, yaptigimiz inkilâbin genisligi ve büyüklügü karsisinda eski hurafelerin ve müesseselerin birer birer yikilisini gören bagnaz ve gerici unsurlar, "dinî düsünce ve inançlara saygili" oidugunu ilân eden bir partiye ve özellikle bu partinin içinde isimleri ün yapmis kimselere dört elle sarilmazlar mi? Yeni parti kuran kimseler bu gerçegi kavramis degiller midir? O halde, ellerine aldiklari din bayragi ile, millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardi? Böyle bir soruya verilmesi gereken cevapta iyiniyet, gailet, kayitsizlik gibi sözler, memleketi ileriye götürecegim diye ortaya atilan bir partinin ileri gelenleri için mazeret sayilamaz!
Efendiler, yeni parti kendine ad olarak seçtigi "Terakkî" ve "Cumhuriyet" kelimelerinin tam tersi olan anlamlarla gelismistir. Bu partinin liderleri, gericilere gerçekten ümit ve kuvvet vermistir. Buna örnek olarak arz edeyim : Ergani'de, âsîlerin valiligini kabul eden ve sonra asilmis olan Kadri, Seyh Said'e yazdigi bir mektupta : "Millet Meclisi'nde, Kâzim Karabekir Pasa'nin partisi, seriat hükümlerine saygili ve dindardir. Bize yardimci olacaklarina süphe etmem. Hattâ, Seyh Eyüp'ün yaninda bulunan sorumlu sekreterleri, partinin tüzügünü getirmistir..." diyor. Seyh Eyüp de yargilanmasi sirasinda : "Dini kurtaracak tek partinin, Kâzim Karabekir Pasa'nin kurdugu parti olup, seriat hükümlerine uyulacaginin, parti tüzügünde ilân edildigini" söylemistir.
Efendiler, "Terakkiperver" ve "Cumhuriyet" kelimelerini kullanarak, bize ve milletin aydinlarina karsi din bayragini gizlemeye çalisanlarin, memlekette genel bir gericilik ve ayaklanmaya yol açmak için içeride ve disarida türlü düzen ve kiskirtmalarla ugrasanlarin varligindan habersiz olduklari düsünülebilir mi? Yeni partiye girenlerin bütün üyelerî söz konusu olmasa bile, dinî vaatleri basariya ulasmanin en etkili unsurlari sayan ve bununla ilgili slogani tüzüklerine de koymus olan kimselerin, sahislarimiza ve memlekete karsi yöneltilmis olan suikastlerden habersiz olduklari kabul edilemez!
Diyelim ki, bunlarin isyanin patlak vermesinden aylarca önce, memleketin surasinda burasinda yapilan gizli toplantilardan, "Cemiyet-i Hafiye-i Islâmiye" teskilâtindan, Istanbul'da Naksibendi seyhlerinin yaptigi toplantida, hazirlanacak ayaklanmaya yardim için söz verildiginden ve nihayet millî sinirlarimizin disinda bulunup da Dogu isyanini kiskirtanlarin bildirilerinde, Kâzim Karabekir Pasa'nin partisinden ümitle söz edildiginden haberleri olmadigini düsünelim. Ancak, Bunlarin, Fethi Bey Hükûmeti zamaninda, dogrudan dogruya Fethi Bey vasitasiyla kendilerine, partilerinin zararli, isyan ve gericiligi kiskirtici bir durum ve nitelikte oldugu bildirildigi zaman olsun, gerçegi görüp anlamalari gerekmez miydi? Hükûmetin ve benim tertemiz düsüncelerle yaptigimiz bu uyarmalardan sonra olsun, gerçegi kavrayip ona uymalari beklenirdi. Onlar tam tersine, bu defada "dinî düsünce ve inançlara saygiliyiz" sloganini büsbütün zit bir anlamda yorumlamaya kalkistilar. Sözde, bu sloganla, her dinin ve her dinden olanlarin düsünce ve inançlarina saygili olduklarini belirtmek... genis ölçüde hürriyetçi olduklarini anlatmak istiyorlarmis... Efendiler, böyle bir tutuma dürüst ve samimîdir denemez!
Politika dünyasinda birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün kendini ortaya koydugu Cumhuriyet rejimine, çagdas yenilesmeye karsi, cahillik, bagnazlik ve her türlü düsmanlik ayaga kalktigi zaman, özellikle yenilikçi ve cumhuriyetçi olanlarin yeri, gerçekten yenilikçi ve cumhuriyetçi olanlarin yanidir. Yoksa gericilerin ümit ve faaliyet kaynagi olan saf degil...
Ne oldu Efendiler? Hükûmet ve Meclis olaganüstü tedbirler almayi gerekli gördü. Takrîr-i Sükûn Kanunu'nu çikardi. Istiklâl Mahkemeleri'ni kurdu. Ordunun savasa hazir sekiz dokuz tümenini, uzun zaman isyani bastirmak üzere görevlendirdi. "Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi" denilen zararli siyasî kurulusu kapatti.



CUMHURIYET DÜSMANLARININ SON ALÇAKCA TESEBBÜSLERI



Bütün bu yapilanlar, elbette Cumhuriyet'in basarisi ile sonuçlandi. Âsîler yok edildi. Fakat Cumhuriyet düsmanlari, büyük komplonun bütün safhalari ile son buldugunu kabul etmediler . Alçakcasina son bir tesebbüse giristiler. Bu tesebbüsler Izmir suikasti olarak kendini gösterdi. Cumhuriyet mahkemelerinin ezici pençesi, bu defa da Cumhuriyet'i suikastçilarin elinden kurtarmayi basardi.



MEMLEKETTE HUZUR VE GÜVENLIGI SAGLAMAK IÇIN UYGULANAN OLAGANÜSTÜ TEDBIRLERIN IYI SONUÇLARI



Saygideger Efendiler, durumun ciddîlesmesi üzerine, hükûmetçe olaganüstü tedbirler alinmasi gerektigi yolundaki görüsümüzü ilk defa ortaya koydugumuz zaman, bunu iyi karsilamayanlar vardi. Takrîr-i Sükûn Kanunu'nu ve Istiklâl Mahkemeler'ini bir baski vasitasi olarak kullanacagimiz düsüncesini ortaya atanlar ve bu tiüsünceyi benimsetmeye çalisanlar oldu.
Süphe yok ki, zaman ve olaylar, bu nefret verici düsünceyi asilamaya çalisanlari, elbette utanilacak bir duruma düsürmüstür.
Biz, alinan fakat kanunî olan bu olaganüstü tedbirleri, hiçbir zaman ve hiçbir sekilde kanunun üstüne çikmak için bir vasita olarak kullanmadik. Aksine, memlekette huzur ve güvenligi saglamak için uyguladik. Biz o tedbirleri, milletin medenî ve sosyal alandaki gelismesinde yararli kildik.
Efendiler, aldigimiz olaganüstü tedbirlerin uygulanmasina gerek kalmadigi görüldükçe, onlarin uygulamadan kaldirilmasinda tereddüt edilmemistir. Nitekim, Istiklâl Mahkemeleri, zamaninda kaldirildigi gibi, Takrîr-i Sükûn Kanunu da yürürlük süresinin sonunda, yeniden Büyük Millet Meclisi'nin incelemesine sunuldu. Meclis, Kanunun bir süre daha yürürlükte kalmasini gerekli bulmussa, elbette, bu milletin ve Cumhuriyet'in yüksek yararlari içindir. Yüce Meclis'in elimize istibdat vasitasi verme gayesi güderek böyle bir karar aldigi düsünülebilir mi?
Efendiler, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte ve Istiklâl Mahkemeleri'nin faaliyette bulundugu süre içinde yapilan isleri gözönüne getirecek olursaniz, Meclis'in ve milletin güven ve itimadinin tamamen yerinde kullanilmis oldugu kendiliginden anlasilir.
Memlekette çikarilan büyük isyan ve hazirlanan suikast tertipleri bastirilarak saglanan güvenlik ve huzur, elbette bütün milletçe memnunlukla karsilanmistir.
Efendiler, milletimizin basina giymekte oldugu, cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve medeniyet düsmanliginin belirgin isareti gibi görünen fesi atarak, onun yerine bütün medenî dünyaca baslik olarak kullanilan sapkayi giymek ve böylece, Türk milletinin medenî toplumlardan zihniyet bakimindan da hiçbir ayriligi bulunmadigini göstermek kaçinilmaz oluyordu. Bunu, Takrîr-i Sükun Kanunu yürürlükte iken yaptik. Bu kanun yürürlükte olmasaydi yine yapacaktik. Fakat, bu uygulamada, kanunun yürürlükte olusu da kolaylik saglamis oldu denirse, bu, çok dogrudur. Gerçekten de Takrîr-i Sükun Kanunu'nun yürürlükte olmasi, bazi gericilerin, milleti genis ölçüde zehirlemesine meydan vermemistir. Gerçi, bir Bursa Milletvekili, yasama görevi boyunca, hiçbir zaman kürsüye çikmamis ve hiçbir zaman Meclis'te milletin ve Cumhuriyet'in çikarlarini savunmak için agzina bir tek kelime bile almamis olan Bursa Milletvekili Nurettin Pasa, yalniz sapka giyilmesinin aleyhine uzun bir önerge vermis ve bunu savunmak için kürsüye çikmistir. Sapka giydirilmesinin "temel haklara, millî hakimiyete ve kisi dokunulmazligina aykiri bir islem " oldugunu iddia etmis ve bunun "halka uygulanmamasini saglamaya" çalismistir. Ancak, Nurettin Pasa'nin, millet kürsüsünden alevlendirmeyi basarabildigi taassup ve gericilik duygulari sonunda birkaç yer de, o da yalniz birkaç gericinin, Istiklâl Mahkemeleri'nde hesap vermeleriyle söndü.
Efendiler, tekke ve zaviyelerle, türbelerin kapatilmasi ve bütün tarikatlarla, seyhlik, dervislik, müritlik, çelebilik, falcilik, büyücülük ve türbedarlik v.b. birtakim ünvanlarin kaldirilmasi ve yasaklanmasi da Takrîr-i Sükûn Kanunu yürürlükte iken yapilmistir. Bu konularla ilgili yüriiitme ve uygulamalarin, toplumumuzun, hurafelere inanan, ilkel bir kavim olmadigini göstermek bakimindan ne kadar gerekli oldugu takdir olunur.
Bir takim seyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babalarin, emirlerin arkasindan sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarini falcilara, büyücülere, üfürükçülere, muskacilarin ellerine birakan insanlardan meydana gelmis bir topluluga bir millet gözüyle bakilabilir mi?
Milletimizin kendine has niteligini yanlis sekilde gösterebilen ve yüzyillarca göstermis olan bu gibi unsurlar ve kuruluslar, yeni Türkiye Devleti'nde Türkiye Cumhuriyeti'nde devam ettirilmeli miydi ? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenilesme adina pek büyük ve düzeltilmesi imkânsiz bir yanilma olmaz miydi? Iste biz, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte olmasindan yararlandik ise, bu tarihî hatâyi bir daha islememek için, milletimizin alnini oldugu gibi açik ve ak göstermek için, milletimizin mutaassip ve ortaçag zihniyetinde olmadigini ispat etmek için yararlandik.
Efendiler, milletimizin sosyal, ekonomik, kisacasi bütün medenî is ve iliskilerinde feyizli sonuçlar veren yeni kanunlarimiz da, kadin hak ve hürriyetlerini saglayan ve aile hayatini saglamlastiran Medenî Kanunda bu sözünü ettigimiz devrede çikarilmistir.
Görülüyorki, biz her vasitadan yalniz ve ancak bir tek temel görüse dayanarak yararlaniriz. O görüs sudur : Türk milletini medenî dünyada, lâyik oldugu mevkie yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti'ni sarsilmaz temeller üzerinde her gün daha çok güçlendirmek... ve bunun için de istibdat fikrini öldürmek...

TÜRK GENÇLİĞİNE BIRAKTIĞIM EMANET
Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.
Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu sonucu, 'Türk gençliğine emanet ediyorum.

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!