23 Eylül 2009 Çarşamba

nutuk - mustafa kemal atatürk 15


ISTANBUL HALKININ TEMSILCILER CUMHURIYET'IN ILANINI NASIL KARSILAMISLARDI



Istanbul halkinin temsilcileri bu müjde ve bildiriyi büyük bir sevinç ve alkislarla karsiladilar. Derhal bütün Istanbul halki adina Komutan Pasa'yi ve birbirlerini kutladilar. Bu bakimdan, Istanbul'un sayin halki adina, Istanbul'un gerçek duygularini baska türlü göstererek demeçler vermenin ve gösterilerde bulunmanin ne kadar küstahça bir davranis oldugu meydandadir.
Rauf Bey, ''Bence konuyu Cumhuriyet kelimesi bakimindan ele almak dogru degildir'' sözleriyle Cumhuriyet'ten sözetmek bile istemiyor.
Rauf Bey'in kendi görüsü : '' Milletimizin refah ve istiklâlinin korunmasini ve aziz vatanimizin bütünlügünü saglayan rejimin en uygun rejim olacagi'' seklindedir.
Efendiler, bu sözler, düzenledikleri sorunun cevabi midir? Rauf Bey'e : ''Hangi hükûmet sekli en uygundur? sorusu mu sorulmustur? Eger soru bu olsaydi, o zaman Rauf Bey'in bu ifadesi yerinde bir cevap olabilirdi. Fakat ondan sonra da Rauf Bey'e söyle bir soru yöneltmek gerekirdi : Düsündügünüz rejimin adi yok mudur? Cumhuriyet rejimi, milletin refah ve bagimsizligini, vatanin bütünlügünü saglayan en uygun rejim degil midir? Eger öyle ise, uzun sözleri bir tarafa birakarak ''ben en uygun rejimin Cumhuriyet rejimi oldugu görüsündeyim''deyiver de, demagojiden kurtulalim. Çünkü söz konusu olan, Millet Meclisi'nce kanunla kabul ve ilân edilen Cumhuriyet'tir. Maksadiniz, dolayli olarak bu ilân olunandan daha uygun bir rejimin bulundugunu anlatmak ve buna isaret etmek ise, onu da söyleyiniz! O tercih ettiginiz rejim ne olabilir?
Rauf Bey, kendi görüsünü açiktan açiga söylemekten kaçiniyor. Bilinen birtakim nazariyelerden sözederek : ''Hükumetlerin yalniz biribirinden farkli iki ana temele dayanarak hareket ettiklerine inaniyorum; bu iki temelden biri mutlakiyet rejimidir'' diyor ve söyle bir mantik yürütüyor : '' Sözde, hükümdar, hak ve yetkisini Tanri'dan alir ve bu mesruluga dayanarak hükmünü yürütürmüs. Bu rejimin sakincalari görüldügünden milletler ihtilâl yaparak hükümdarlarin yetkilerini kisitlayip belli sartlara baglamislar... Son yillarda milletimiz de mesrutiyet mücadeleleriyle ise baslayarak, kendi isini kendi bilerek, kendi görerek, kendi karar vererek basarma hedefine dogru yürümüs; Ittihat ve Terakki, Meclis'in agir baskisindan kurtulmak için ''Besinci Sultan Mehmed'e'' Meclis'in dagitilmasi hakkini verdirmis; Vahdettin, bu haktan yararlanarak Meclis'i feshetmis; bilinen felâketler olmus; bu bakimdan mutlakiyet rejimi ve sahsî saltanat yanlisi olmak dogru degilmis.
Rauf Bey, ''Millet, kaderini kendinden baska bir kimseye birakmayi kendisi için küçüklük saydi'' dedikten sonra, milletin, millî hâkimiyeti kayitsiz sartsiz uygulayan Büyük Millet Meclisi'ni bir kurucu meclis olarak seçtigini ve bu seklin söz konusu edilen sekillerden ikincisi ve kendi görüsünce de en saglami ve dogrusu oldugunu '' söylüyor... Bundan sonra Rauf Bey su düsünceleri ileri sürüyordu :
'' Isim degisikliginin hedefi ve amaci degistirebilecegi inancinda degilim. Bundan baska, daha önceki bir hükûmet seklinin yerini alan yeni bir seklin begenilmesi ve ömürlü olabilmesi, ancak bir sartla mümkündür. O da gideni arattirmayacak sekilde halkin büyük çogunlugunun isteklerine uygun oldugunu, mutlulugunu sagladigini, vatanin seref ve istiklâlinin korundugunu göstermek ve ispat etmektir. Aksi takdirde isim degistirmekle veya üst tabakada sekil degisikligi yapmakla gerçek ihtiyaçlarin karsilanacagini sanmak, özellikle en yakin bir geçmiste gördügümüz en aci denemelerden sonra, çok büyük bir yanilma olur.
Efendiler, Rauf Bey'in düsünce ve görüslerini ortaya koyan bu sözler üzerinde biraz durmak isterim. Rauf Bey, yetkileri sinirsiz ve belirli sartlara baglanmamis olan, Millet Meclisi'ni de dagitabilen sahsî saltanat taraflisi degildir. Rauf Bey, öyle bir hükumet sekline taraftardir ki, o rejimde, Millet Meclisi bir kurucu meclis niteligi tasiyacak sekilde, millî hâkimiyeti hiçbir kayit ve sarta bagli kalmadan uygular. Bu sekli açikça ifade edelim. Rauf Bey demek istiyor ki, ''Cumhuriyet'in ilânindan önceki sekil en uygun hükûmet seklidir.'' Gerçekten de Rauf Bey'in uzun sözlerle tasvire çalistigi husus, 20 Ocak 1921 tarihli Teskilât-i Esasiye kanunu'nun üçüncü maddesinde yer alan hükümdür. O madde sudur : ''Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafindan idare edilir ve hükûmet Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adini tasir.''


CUMHURIYET'IN ILANIYLA BOSA ÇIKAN ÜMITLER



Bilindigi üzere, bu Teskilât-i Esasiye Kanunu'na göre, Meclis Baskani, Meclis adina imza atmaya, Bakanlar Kurulu kararlarini onaylamaya yetkili ve hükûmetin tabiî baskani olmakla birlikte, devletin de baskani oldugunu belirten bir kayit ve kanunî bir açiklik yoktur. Bu kanunun yapildigi günlerdeki sartlar ve genel durum dikkate alinirsa, kanunun önemli ve esasli bir noktayi ihmal etmis olmasindaki zaruret kendiliginden anlasilir. Bu ihmal, Meclis ve Meclis Hükûmeti var olmakla birlikte devlet baskanligi makaminin, padisahlik kaldirildiktan sonra kendini halifelik makaminda ortaya koyacagi düsünce ve inancinda olanlari, Cumhuriyet'in ilâni gününe kadar ümit içinde yasatti. Bu bakimdan Rauf Bey'in en dogru oldugunu iddia ettigi hükûmet seklinde, devlet baskanligini halifenin sahsinda düsündügüne süphe yoktur. Iste Cumhuriyet'in ilâni üzerine Rauf Bey'i ve kendisi ile ayni düsüncede olanlari telâs ve heyecana sürükleyen gerçek sebep, devlet baskanligi makamina Cumhurbaskani'nin getirilmis olmasidir. Aslina bakilirsa, ''Cumhurbaskani devletin baskanidir'' dedikten sonra, halifeye verilecek sifat ve yetkiyi saglamakla ugrasan, onun sevgi ve iltifatini Tanri'nin lûtfu sayarak memnun olanlarin hayal kirikligina düsmekten duyduklari üzüntü ve kaygiyi tabiî görmek gerekir.
Rauf Bey'in Cumhuriyet'e karsi oldugunu itiraf etmemekle birlikte, Cumhuriyet'in ilân edilmis oldugu bir günde, onun begenilip ömürlü olabilmesi için, birtakim sartlarin yerine getirildigini ispat gereginden sözetmesi, Cumhuriyet'in millete mutluluk getirecegine inanmadigini açikça göstermiyor mu?
Rauf Bey, yapilan isin sadece bir isim degistirmekten ve üst tabakada bir sekil degisikligi yapmaktan ibaret oldugunu söyleyerek Cumhuriyet'i ilân etmenin çocukça ve aceleye getirilmis bir hareketin eseri oldugunu anlatmaya çalisirken, ''Cumhuriyet idaresiyle gerçek ihtiyaçlarin karsilanmis olacagini zannetmek... affedilmez bir hatâ olur''demekle Cumhnuriyet rejimine ne kadar ilgisiz ve ondan ne kadar uzak oldugunu ispat etmiyor mu? Rauf Bey, son görüsünü pekistirmek üzere, en yakin bir geçmiste gördügümüz en aci tecrübeleri hatirlatiyor. Efendiler, bu türlü bir hatirlatma ile kamuoyuna ne anlatilmak isteniyor? Millet neden kandirilmak isteniyor? Bunu anlamak güç degildir, sanirim. . Rauf Bey, aklinca Devlet Baskanligi makaminin, orada halifenin oturmasi saglanincaya kadar, baska bir ünvanla baska biri tarafindan isgal edilmesini güven altina almak istiyor. Fakat bu makam isgal edilmis olduguna göre, yapilan isten geri dönülmesini saglamak için de kamuoyunu gericilige kiskirtiyor. Cumhuriyet rejiminin kabulünde affedilmez bir hatâ olabilecegini ileri süren kimseye göre hatânin neresinden dönülse kâr sayilmak tabiîdir. Rauf Bey, Cumhuriyet, seklinin kabul ve ilân edildigi noktasina temas ederken söyle diyor:''Görüsleri dagittilar. Sonra, Cumhuriyet'in bir günde kararlastirilip ilân edilmesi, halkta, sorumsuz kimseler tarafindan hazirlanan bir rejimin bir oldu bittiye getirildigi düsünce ve endisesini uyandirdi. Bu endise pek tabiî görülmelidir. Halkimizin, bundan ve geçmis olaylardan ders aldigini ve uyaniklik kazandigini anlayarak memnun olmalidir. Ben sahsen memnunum. Efendiler, Cumhuriyet rejimini bir günde kanun çikararak ilân eden Rauf Bey'in de pek güzel tarif ettigi ve vasiflandirdigi gibi ''istiklâl mücadelemizin biricik temel tasi olan ve millî hâkimiyeti kayitsiz sartsiz uygulamada gösterdigi yüksek güç ve kabiliyet ulastigi fiilî sonuçla ortaya çikmis bulunan Büyük Millet Meclisi'' idi. Söz konusu ettigi sorumsuz kimse, Meclis kamuoyunu Cumhuriyet'in ilânina yönelten ve bu konuda teklifte bulunan kimseyse, o, bendim ve onun ben oldugumu Rauf Bey 'in herkesten daha iyi anlayabilecegini kabul etmekte hatâ yoktur. Eger bunda bir yanlislik varsa, ''yillardan beri aramizda arkadaslik ve kardeslik duygularindan baska, karsilikli güven duygusunun da bulundugunu ve bana karsi yüksek saygi duygulariyla bagli oldugunu'' ifade eden Rauf Bey'in beni hiç tanimamis olduguna hükmetmek gerekir.
Benim tesebbüslerimi ve yaptigim isleri, halkta endise uyandirici nitelikte görmek ve sevinç gösterilerinde bulunan halk adina, gereksiz yere bunun aksini söylemek, sun'î olarak halka bu endiseleri asilamaya kalkismaktir. ''Halkin geçirdigi tecrübelerden ders aldigini ve uyaniklik kazandigini anlayarak sevinmelidir, ben sahsen memnunum'' diyen Rauf Bey'e bu münasebetle bir noktayi hatirlatmak mümkündür. Halki uyarmak ve uyandirmak için ömrünü adamis bir adama karsi böyle konusulmaz ve halkta bu duyarligin dogdugunu görmekle, kendisinin benden çok sevindigini söylemeye ne hakki ne de yetkisi vardi. Rauf Bey, bütün vatani düsmanlara isgal alani yapabilecek Mondros Ateskes Anlasmasi'nin stratejiyle ilgili maddesini bir oldubitti seklinde kabul ettigi zaman , milletin nasil kan aglayip iztirap çektigini duyabildi mi? Son zamana kadar, hattâ Cumhuriyet'in ilâninin ertesi günü bile, resminin altina, taraftarlarinin ''Mondros Ateskes Anlasmasi'ni imzalayan fakat Lozan Antlasmasi ile de öcünü alan Rauf Bey'' yazisini yazarak durmadan propagandasini yaptiklari bu zat, Türk milletinin gerçek emellerini, samimî duygularini bizden çok anladigini, o emeller ve duygularla bizden daha çok ilgili ve iliskili bulundugunu iddiaya kadar varmamalidir.
Rauf Bey, demecinin bir yerinde diyor ki : '' Sorumlu devlet adamIari, bu gerçekler (yani Cumhuriyet ilâninin gerekçeleri) üzerinde en yetkili görüsme ve karar makami olan Yüce Meclis vasitasiyla milleti aydinlatacak ve zihinlerdeki endiseleri giderecektir. Kamuoyunun bunu bilmesi tabiî bir haktir.'' Efendiler, bu sözlerde mantik yoktur. Bir kere Rauf Bey de demiyor mu ki, ''millî hâkimiyeti kayitsiz sartsiz uygulayan Meclis''tir. O halde hangi sorumlu devlet adamlari, Millet Meclisi'ni, almis ve gerekçesi ile birlikte yayinlayip ilân etmis oldugu pek mesru ve yüce bir karardan dolayi sorguya çekecektir? Bir memlekette bir toplumda bir inkilâp yapildigi zaman, elbette onu gerektiren sebepler vardir. Ancak, o inkilâbi yapanlar, inanmak istemeyen inatçi hasimlarini inandirmaya mecbur mudur? Elbette Cumhuriyet isteyenler de ona karsi olanlar da vardi. Isteyenler ne için ve ne gibi düsünce ve görüslere dayanarak Cumhuriyet'i ilân ettiklerini, ona karsi olanlara anlatsalar, kendi düsünce ve görüsleriyle, yapilan islerin dogru oldugunu onlara ispat etmek isteseler bile, onlari bu kasitli direnmelerinden vazgeçirecekleri, kabul edilebilir mi? Elbette Cumhuriyet taraftarlari muktedir iseler, ülkülerini, herhangi bir yolla, ihtilâlle, inkilâpla veya milletçe benimsenen daha baska yollara basvurarak gerçeklestirirler. Bu, ülkücü inkilâpçilara düsen bir görevdir. Buna karsi yapilan itirazlar, koparilan yaygaralar ve gerilikçi tesebbüsler ise, karsi gelenlerin yapmaktan geri durmayacaklari hareketlerdir. Cumhuriyet rejiminin ilâninda Rauf Bey ve benzerlerinin yaptiklari gibi...


CUMHURIYET'IN ILANI ÜZERINE HALIFE'YE YAPTIRILMAK ISTENEN ROL VE HALIFE LEHINE YAPILAN YAYINLAR



Efendiler, o günlerde Istanbul'da bulunan ordu müfettislerimiz de gazetelere demeçler vererek, çesitli vesilelerle düzenlenen ziyafetlerde nutuklar söyleyerek duygularini dile getiriyorlardi. Cumhuriyet'in ilâni üzerine Istanbul'da bazi kimseler ve bazi gazeteciler Halife'ye de bir rol yaptirmak hevesine düstüler. Gazetelerde Halife'nin istifa ettigi veya edecegi yolunda söylentiler, tekzipler (yalanlamalar) yayinlandi.
Sonra dendi ki : ''Haber aldigimiza göre, mesele böyle bir rivayetten ibaret olmadigi gibi, bir tekzip ile çözülebilecek kadar basit de degildir. Gerçek olan bir nokta vardir ki, o da Cumhuriyet'in ilâninin yeniden bir halifelik meselesi ortaya çikarmis olmasidir.''
Halife, ''yazi masasinin basina oturup ( ! ) Vatan gazetesi yazarina demeç vermistir'' denilerek, Halife'nin bütün mü'minler tarafindan sevildigi, Asya'nin en ücra köselerine varincaya kadar Islâm dünyasindan binlerce mektup ve telgraf aldigi ve birçok yerden hey'etler geldigi yolundaki sözlerle hilâfet mevkiinin kolay kolay sarsilir bir mevki olmadigi anlatilmaya çalisiliyor; Islâm dünyasinca istenmedikçe Halife'nin istifa edip çekilmeyecegi ilân ediliyordu. Ayni zamanda Hükûmet birçok iç meseleleri yoluna koymakla mesgul oldugundan simdiye kadar hilâfetin görevlerini tespitle ugrasma imkânini bulamamistir. Hükûmetin iç meselelerle mesgul oldugunu elbette Islâm dünyasi da bilmektedir ve simdiye kadar halifelik görevleri ile ugrasmaya imkân bulamamasini tabiî görür '' cümleleriyle bizi, hilâfetin görevlerini tespite çagirirken, simdiye kadar bunun yapilmamasini hosgörü ile karsilayan Islâm dünyasinin bundan sonra mazur görmeyecegini de bildirerek bir bakima tehdit ediliyorduk. Bir yandan da bizi etkilemesi için Islâm dünyasinin dikkati çekilmek isteniyordu. Vatan gazetesinin 9 Kasim 1923 tarihli nüshasinda okudugumuz bu yazilardan sonra, 10 Kasim 1923 tarihli Tanin gazetesinde Halife'ye yazilan bir açik mektup yayinlandi. Lütfi Fikri Bey'in imzasini tasiyan bu mektupta, Halife'nin istifasiyla ilgili haberlerden, milletin ne kadar üzüldügünü ve aci çektigini ispat için bir vapur hikâyesi uydurulmustu : ''Vapurda oturanlar, Halife'nin istifasi haberini ögrenince çehrelerine hüzün ve endise çökmüs... Birbirlerini tanimayanlar samimi görüsmeye ve hattâ çok görüsmeye baslamislar. . . Ortak endise bunlari bir dakikada dost etmis...
Lütfi Fikri Bey, ''gönül istiyor ki, bu istifa sözü, ebedî olarak gömülsün, kalsin'' diyor; Çünkü ''dünya için felâket olur''mus..
Lütfi Fikri Bey, millete sunu da telkin ediyordu : '' Hayretle ve üzüntüyle görülmelidir ki, bugün su manevî hazineye (yani hilâfete) saldirmak isteyenler, disaridan kimseler, Müslüman milletler içinde Türk'ü çekemeyenler degildir. Dogrudan dogruya biz Türkler, kendi dinimizden ebedî olarak bu hazînenin çikarilmasi sonucuna yol açabilecek tesebbüslerde bulunuyoruz.
Efendiler, yabancilar hilâfete saldirmiyorlardi. Fakat Türk milleti saldiridan kurtulamiyordu. Hilâfete saldiranlar, Müslüma milletler içinde Türk'ü çekemeyenler degildi. Fakat Çanakkale'de, Suriye'de, Irak'ta Ingiliz ve Fransiz bayraklari altinda Türklerle vurusan Müslüman milletlerdi. Türk milletine kolayca saldirabilmek için korunup devam ettirilmesi tercih edilen hilâfetin ortadan kaldirilmasini ''Türklük için bir intihardir'' diyerek vasiflandirmak; ''hilâfet'i ortadan kaldirmak için biz Türkler tesebbüslerde bulunuyoruz'' sözleriyle Cumhuriyet'in hedefini açiklayip ilân etmek, elbette etkisiz kalmadi.
Lütfi Fikri Bey'in Tanin'de yayinlanan açik mektubundaki görüs, ertesi gün, Tanin basyazari tarafindan desteklendi.
11 Kasim 1923 tarihli Tanin'in ''Simdi de Hilâfet Meselesi'' baslikli bas makalesi okununca, Cumhuriyet'in ilânina engel olamayanlarin, ne pahasina olursa olsun hilâfet makamini elde tutabilme gayret ve faaliyetine geçtikleri anlasilir. Bu yazida , sehzade mektuplari yayinlanarak halkta hanedan lehinde sevgi uyandirilmaya çalisiliyor. Ayrica, hanedan haklarina karsi çirkin saldirilar yapildigi ve bunu yapanin, partimizin en seçkin zümresinden oldugu belirtildikten ve Cumhuriyet Hükûmeti'ni milletin gözünde kötü göstermek için ne söylemek gerekirse onlar da yazildiktan sonra, Halife'nin istifasi söylentisi üzerinde durularak : ''Arkadan arkaya, verilmis bir karar karsisindayiz'' deniyordu. Daha sonra da : ''Millet Meclisi'nin bu kadar baski altinda kaldigini, disarida verilen kararlari yalnizca onaylamak durumuna düsürüldügünü görmek gerçekten pek üzücü oluyor'' sözleriyle, Meclis bize karsi kiskirtiliyor... Böylece, Cumhuriyet'in ilânini kabul eden Meclis'in hiç olmazsa Hilâfet'in kaldirilmasini bir oldubitti seklinde kabul etmemesinin saglanmasina çalisiliyordu.
Tanin basyazari, hilâfetle ilgili düsünce ve görüslerini su satirlarla ortaya koyuyordu : ''Hilâfet bizden giderse, bes on milyonluk Türkiye Devleti'nin Islâm dünyasi içinde hiçbir önemi kalmayacagini, Avrupa siyaseti karsisinda da en küçük ve degersiz bir hükumet durumuna düsecegimizi anlayabilmek için büyük bir kabiliyete gerek yoktur. Milliyetçilik bu mudur? kalbinde gerçek milliyetçilik duygusu yatan her Türk, halifelik makamina dört elle sarilmak mecburiyetindedir.''
Efendiler, halifelik konusundaki düsüncelerimi daha önce açikladigim için, bu sözleri burada tahlile gerek görmüyorum. Ancak, hilâfet makamina dört elle sarilmak mecburiyetinde kalan bir rejimin, Cumhuriyet rejimi olamayacagini anlayabilmek için de, büyük bir kabiliyet gerekmedigini söylemekle yetinecegim.
Tanin'in incelemekte oldugumuz bas makalesinin daha bir iki noktasina dikkati çekecegim.
Osmanli hanedaninca kabul edilmis ve bundan dolayi ebedî olarak Türkiye'de kalmasi güven altina alinmis bulunan Hilâfet'i elden kaçirmak tehlikesini yaratmak, akil ve vatanseverlikle, milliyet duygusuyla zerre kadar bagdastirilamazmis ( !. . .)
Tanin basyazari, kendisinin Cumhuriyetçi oldugunu ilân etmisti. Fakat öyle bir Cumhuriyetçi ki, onun istedigi Cumhuriyet idaresinin basinda, halife olarâk Osmanli hanedanindan biri bulunacaktir. Yoksa, yapilan hareket akil ve vatanseverlikle, milliyet duygusuyla zerre kadar bagdastirilamazmis. . . Hilâfeti, elimizden gitmesine hiçbir imkân kalmayacak sekilde korumakla görevliymisiz. . . Onu kaldirmak için girisilen gizli tertipler basarisizliga ugratilmaliymis...
Efendiler, bu yazilarin anlami ve bu düsüncelerin nasil bir maksada dayandigi bugün kolaylila anlasilmaktadir. Yarin, daha açik olarak anlasilacaktir. Gelecek nesillerin, Türkiye'de Cumhuriyet'in ilân edildigi gün, ona en insafsizca saldiranlarin basinda, ''cumhuriyetçiyim'' diyenlerin yer aldigini görerek asla sasiracaklarini sanmayiniz! Aksine, Türkiye'nin aydin ve cumhuriyetçi çocuklari, böyle cumhuriyetçi geçinmis olanlarin gerçek düsüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsizliga düsmeyeceklerdir.
Onlar, kolayca anlayacaklardir ki, çürümüs bir hanedanin, halife ünvanini tasiyarak basinin üstünden zerre kadar uzaklasmasina imkân birakmayacak sekilde korunmasini sart kilan bir devlet seklinde, Cumhuriyet rejimi ilân edilse bile, onu yasatmak mümkün degildir. Efendiler, o günlerde yapilan yayinlar arasinda dahi iki nokta yer aliyordu. Bunlardan biri benim hasta oldugum hususu. Digeri de rahmetli Enver Pasa'nin Türkistan'daki hizmetleri ve hayatta oldugu hususu. . Enver Pasa, memleket disinda kaldigi yillarda Islâm birligi için çalisiyormus ve ''Dâmâd-i Hilâfetpenahî (21') '' ünvanini kullanirmis. . . Hattâ Türkistan'da kazdirdigi bir mührün bir tarafina bu ünvani da yazdirmis. . .
Boyuna bu iki noktadan da sözetmek elbette maksatsiz degildi.
Efendiler, isaret ettigim bu yayinlarla birtakim kimselerin tutum ve davranislari özet olarak su sekilde ifade edilebilir : ''Esas olan milli hâkimiyettir. Millî hâkimiyet Cumhuriyet'in gelismesiyle saglanir. Türk milleti, millî hâkimiyete kavustu. Gumhuriyet'in ilânina lüzum yoktur, yanlistir. Türkiye'de en saglam devlet sekli, millî hâkimiyet esasini korumakla birlikte Cumhuriyet'i ilân etmeyip devlet baskanligindan halife ünvaniyla Osmanli hânedanindan birini bulunduran mesrutiyet idaresidir. Nasil ki, Ingiltere'de millî hdkimiyet mevcut olmakla birlikte devlet baskanliginda bir kral vardir ve o kral ayni zamanda Hindistan imparatorudur.''
Efendiler, böyle bir prensip üzerinde birlesmis olan kimseler, kendilerini sözleriyle, tavirlariyla ve yazilariyla göstermis gibiydiler. Bu zümrenin basina Rauf Bey'in seçildigine hükmedilebilirdi. Çesitli soy ve mesleklerden olusan kimselerin meydana getirdigi bu zümre, Rauf Bey'i maksatlarinin açiklanip savunulmasina en uygun bir kimse olarak görmüslerdi. Ondan büyük ümitler beklenebilecegi zannina kapilmislardi. Bundan sonradir ki, Rauf Bey Ankara'ya hareket etti. Vatan gazetesinin bildirdigine göre, büyük bir kalabalik Rauf Bey'i Ankara'ya ugurlamak için toplanmis. Kâzim Karabekir Pasa, Refet Pasa, Ali Fuat Pasa , Adnan Bey bu büyük kalabaligin basinda gösteriliyordu. Vatan gazetesi bu ugurlamadan bahsederken, Rauf Bey'in Ankara'da Meclis'te güdecegi politikayi da millete ilân ediyordu. Rauf Bey'in Meclis'teki çalismalarinin olumsuz yönde ve sahsî olmayacagi, faaliyetinin memleketin iyiligini ve huzurunu, kanunlarin hâkimiyetini saglama amaci güden bir faaliyet olacagi, kendisinin Büyük Millet Meclisi'nde bir iyilik ve düzen unsuru olacagi ve memleket yararina olan prensipleri savunacagi belirtiliyordu.
Vatan gazetesi sahibinin bu açiklamalari yapmaya ve kendiliginden garanti vermeye yetkili oldugu elbette kabul edilemezdi. Oysa, Rauf Bey, partimiz adina milletvekili olmustu. Partimizin programina uyacakti. Partiden ayrilmadan kendi basina bir politika takip etmemesi gerekirdi. Rauf Bey,daha partiden ayrildigini da bildirmemisti. Böyle bir düsüncesi olmadigini, daha sonra partiden ayrilmamakta gösterdigi israrla da dogrulamisti. Bu bakimdan, hem partide kalmak ve hem de parti disiplinini bozmak demek olan kendine has bir politikayi tek basina uygulamak, anlasilabilir bir husus degildi.
Efendiler, bu yolda hareketle, varilmak istenen sonucu kesfetmek geç ve güç olmadi. Isterseniz, bu noktanin aydinlanmasina yarayacak bazi açiklamalarda bulunayim.




RAUF BEY'IN ANKARA'YA GELEREK BIRTAKIM PROPAGANDALARDA, ARKADASLARI VE PARTI'YI BIZE KARSI KISKIRTMAYA KOYULMASI



Rauf Bey, Ankara'ya geldikten sonra, parti üyeleriyle yakindan ve arkadasça temaslara giristi. Fakat bütün temas ve görüsmelerinden bir maksat güttügü anlasiliyordu.
Rauf Bey, '' Cumhuriyet'in ilâninda acele edilmistir. Bu aceleye sebep olanlar sorumsuz kimselerdir. Bu sekilde davranisin içyüzünü anlamak gerekir. Meclis, millî hâkimiyeti hakkiyla koruyabilmelidir. Gizli maksatlarla yönetilmeye ses çikarilmazsa, nereye varilacagi bilinemez. Cumhuriyet ilânini zarurî kilan sebep neymis? Cumhuriyet'in bizim için gerçekten yararli ve lüzumlu oldugu ispat edilmelidir'' yollu birtakim propagandalarla, arkadaslari ve Parti'yi bize karsi kiskirtmaya ve çevirmeye koyuldu.
Rauf Bey, Istanbul'daki demecinin sonunda demisti ki : ''Meclis ve Hükûmet, bu acele edisin akla yatkin ve mesru bir sebebi bulundugunu millete göstermeli ve ispat etmelidir ve edecektir.''
Böylece pek güzel anlasiliyordu ki, Rauf Bey'in geceli gündüzlü devam ettigi temas ve görüsmelerden maksadi, parti ve Meclis üyelerine bu görüsünü benimsetmekti. Bunu basardiktan sonra, Cumhuriyet'in ilâni konusunu Meclis'te yeniden gündeme getirmek istiyordu.
Bununla güttügü maksat da, Meclis'i ve Hükûmet'i Cumhuriyet'in acele olarak ilâninda akla yatkin ve mesru bir sebep olup olmadigini ispata mecbur etmekti. Kendi aklinca ve taraftarlarinin görüsüne göre, akla yatkin ve mesru bir sebep göstermek güçtü. Akla yatkin ve mesru bir sebebe dayanmayan Cumhuriyet'in ilâninda acele edildigi ve yanlislik yapildigi ortaya çikacak ve sözde bu yanlislik düzeltilecekti!


RAUF BEY'IN SAHNEYE KOYMAK ISTEDIGI OYUNU FARKEDENLER TARAFINDAN BIR PARTI TOPLANTISINDA KENDISININ IMTIHANA ÇEKILMESI



Efendiler, Rauf Bey'in çalismalarinin nasil bir hedefe yöneldigini ve maksadinin içyüzünü anlamak için, bir haftalik bir süre yetti. Elbette kimin tarafindan yapilmis olursa olsun, Cumhuriyetçiler bu sekildeki bir çalismaya daha fazla göz yumamazlardi. Rauf Bey'in sahneye koymak istedigi oyunu farkedenler, bir parti toplantisinda Rauf Bey'i imtihana çekmeye karar verdiler. Bu toplantiyi hatirlarsiniz. Bu toplantida yapilan görüsmelerde oldugu gibi yayinlanmisti. Onu da okumussunuzdur. Ben burada o toplantinin ayrintilarina girecek degilim. Yalniz, o toplantinin vardigi sonucu gerçek anlam ve kapsamiyla açiklamaya yarayacak bazi tahliller yapmayi, kamuoyunun aydinlanmasi için gerekli ve yararli görüyorum.
Önce sunu açikça arz etmeliyim ki, Rauf Bey, saldiriya geçmek için daha hazirligini tamamlamakla ugrasirken, saldiriya ugramistir. Gerçi, bazi gazetelerde yapilan olumsuz yayinlar, Halifeye ve bir sehzadeye aldirilan durumlar, Rauf, Adnan Bey'lerin ve bazi komutanlarin Halife'yi ziyaretleri, Halife ve sehzade hakkinda söz söyleyenlere, yazi yazanlara bazi yerlerden yaptirilan haysiyet kirici hücumlar, memlekette kararsizliklar, kamuoyunda karisikliklar uyandirmaktan geri kalmamisti.Fakat Meclis'te saldiriya geçmek için bu yeterli görülmemis, Ankara'da Meclis üyeleri üzerinde de islemenin gerekli bulundugu anlasiliyordu. Iste bu son hazirliklar yapilirken, Rauf Bey'den önce davranilarak harekete geçilmistir.
Parti Grubu Baskanligi'na bir önerge verdirildi. Parti Grubu Baskani Ismet Pasa idi. Verilen önergede : ''Rauf Bey'in Istanbul gazetelerinde çikan Cumhuriyet'in ilânina karsi gelme yolundaki demecinin Cumhuriyet'i sarsintiya ugrattigi ve bu demeç sahibinin çevresinde muhalif bir parti kuruldugu kanaatinin belirdigi'' ileri sürülerek, durumun, Parti Grubu'nun görüslerine sunulmasi teklif edilmisti.
Parti Grubu'nun toplandigi 22 Kasim 1923 günü, ben de toplantidan önce, toplanti salonuna bitisik odada bulunuyordum. Rauf Bey yanima geldi. Benden görüsmelere karismamakligimi rica etti. Çünkü, bana karsi söz söyleyemeyecegini bildirdi.
Kesinlikle görüsmelere müdahale etmeyecegimi ve 'hiçbir söz söylemek niyetinde olmadigimi, ancak, Parti Baskani sifatiyla, görüsmelerin nasil geçecegini görmek üzere toplanti salonuna girecegimi bildirdim.Toplanti salonunda da bulunmamami rica etti. Bunu kabul etmedim.
Rauf Bey'in, benim görüsmelere karismami ve salonda bulunmami önlemek isteyisindeki gerçek maksadi neydi? Benim huzurumda veya benim muhatabim olarak konusmasina ve iddialarda bulunmasina engel olan sey, gerçekten bana karsi duydugu saygi miydi? Buna inanmak mümkün degildir. Benim anladigima göre, Rauf Bey, muhatap ve hasim olarak Ismet Pasa'yi karsisina almak istiyordu. Ben orada bulunmadigim takdirde, parti üyeleri arasindan kendisini destekleyenlerin çikabilecegini zannediyordu.
Parti Grubu, Ismet Pasa'nin baskanliginda toplandi. Ismet Pasa, baskanlik kürsüsünden görüsme konusunu açiklayip önemini belirttikten sonra, ''bugünkü toplantida benim de söz almam gerekebilir''diyerek baskanligi baskasina birakti.
Önerge sahibinin yaptigi açiklamalardan sonra, söz alan Rauf Bey, uzun bir konusma yapti.
Rauf Bey, Istanbul'daki demeci dolayisiyla bir yanlis anlama ortaya çiktigini, bunu düzeltmek için arkadaslarla görüsmelerde bulundugunu söyledikten sonra ''eger bizim elestirmek istedigimiz bir nokta varsa o da eserdir'' dedi.
Rauf Bey'in :'' Çok iyi niyetlerle baslanip ugrunda canlar feda edilmis olan pek saglam ilkelerin uygulanmasinda yapilan yanlisliklar yüzünden sakatlandigini da sanirim hiçbirimiz bir kalemde reddedemeyiz''seklindeki sözlerini de oldugu gibi aliyorum.
Simdi, bu iki cümle üzerinde bir an duralim. Rauf Bey'in elestirmek istedigi eser hangi eserdir? Cumhuriyet mi, yoksa Cumhuriyet'in ilân edilis tarzi mi?
Eser olan Cumhuriyet'tir. Ilân edilis tarzi su veya bu sekilde olabilir.
Rauf Bey'in ''saglam ilkeler'' dedigi Cumhuriyet ilkeleri midir? Yoksa, uygulamasinda yapilan yanlislik yüzünden sakatlanmasindan korktugu Cumhuriyet midir?
Efendiler, söz konusu olan Cumhuriyet'in kendisi ve onun memlekette ilânidir.
Daha Cumhuriyet rejimini uygulama safhalarinda yanlislik oldugunu iddia edecek kadar zaman geçmemisti. Rauf Bey'in telâsi Cumhuriyet ilâninin hemen ertesi günü basliyor ve daha iki üç gün bile geçmeden demeç veriyor.


KAZIM PASA'YA "CUMHURIYET'IN ILANINA ENGEL OLABILIRSEN MEMLEKETE BÜYÜK HIZMET ETMIS OLURSUN" DIYEN RAUF BEY ASLA CUMHURIYETÇI OLAMAZ



Rauf Bey, demecinin ne anlama geldigini ve ne gibi düsünceleri içine aldigini, her birini birer evirip çevirme ile yorumlayarak dedi ki : '' Duygularim, Cumhuriyet rejiminden baska hiçbir rejimi benimsemedigim yolundadir.'' Rauf Bey'in bu itirafi Meclis üyelerinde sevinç yaratti ve ''bravo'' sesleri ile karsilandi.
Rauf Bey, ''aziz duygularim'', ''kutsal duygularim'' diye söyledigi bu sözlerinde samimî ve ciddî miydi? Ben, hiç çekinmeden hayir diyorum, Efendiler. Çünkü, Ankara'dan ayrilirken, kendisine Cumhuriyet'ten söz açan Meclis Baskani Kâzim Pasa'ya : ''Buna engel olabilirsen, memlekete büyük hizmet etmis olursun'' diyen Rauf Bey oldugunu biliyorum.
Rauf Bey, Cumhuriyet'i bir puntuna getirip ilân eden sorumsuz kimselerden, birtakim müsavir ve danismanlari kastettigini de söyleyerek bunda da yanlis anlama oldugunu anlatmak istedi ve ''böyle olunca benim kullandigim ifadeden su veya bu kimse sorumludur seklinde bir anlam çikarilmasin; bunu benden beklemek dogru olmaz dedi.
Rauf Bey, sözlerindeki bu evirip çevirme ile de gösteriyordu ki, bugünkü Parti Grubu toplantisinda, Parti'nin simseklerini üzerine çekmeden maksadina ulasabilmek için, gereken noktalarda geri çekilme ve sözlerimi evirip çevirme yolunu tutmustu. Fakat, asil görüsünden vazgeçmis degildi. Örnek olarak su sözlere dikkat buyurunuz : ''Türkiye'de hükümet sekli nedir?'' diye sorulacak sorulara karsi, hatirlarsiniz ki, büyük Baskanimiz, bu kürsüden yapici bir cevap olarak ilân buyurdular ki, ''Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'dir.'' ''Hangi idareye benziyor?'' dediler. 'Bize benziyor. Çünkü biz, bize benzeriz. Bize has bir idaredir'' buyurdular. Bu benim vicdanimi tatmin eden en açik bir ifadeydi ve buna itiraz etmek çok güçtür. Zannetmem ki, insafli olmak sartiyla disarida ve içeride buna itiraz edecek bir tek adam bulunsun. Bu inandirici ve büyük sözlerden sonra, sirf bir kabine bunalimi yüzünden bu hükûmet seklinin idare edilemez bir sekil olarak gösterilip de ad degisikliginden ibaret olan 'Cumhuriyet' kelimesinin konmasini ve eskisine bu kadar güvendigimiz hattâ halkin da güvendigi bir seklin sakat oldugunun bu bunalim devresinde anlasildigi ileri sürülerek yeni bir hükûmet seklinin getirilmesini dogru bulmuyoruz. Bu duygunun etkisi altinda kalanlari gerici olarak kabul etmeyeceginizden emin olarak söylüyorum. Eger bu da eksik görülürse, acaba bunu da tamamlayacak yeni bir sekil var midir diye kararsizlik ve endiseye düsenler vardir.''
''... Bir halk ki, Cumhuriyet'i istiyor; bir halk ki, hâkimiyet kayitsiz sartsiz miletin elinde oldukça bunun Cumhuriyet oldugunu biliyor ve onu istiyor; istiyor ama uygulayamayiz da baska bir rejimde kaliriz, diye halk üzüntü ve endise duyarsa... üzülmek mi sevinmek mi gerekir?''


SALTANAT DEVRINDEN CUMHURIYET DEVRINE GEÇIS DÖNEMI VE BU DÖNEMDE IKI AYRI GÖRÜSÜN ÇARPISMASI



Efendiler, Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildigi üzere bir geçis dönemi yasadik. Bu dönemde iki ayri düsünce ve görüs, birbiriyle sürekli olarak çarpisti. O düsüncelerden biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüsün sahipleri belli idi. Diger bir düsünce, saltanat rejimine son vererek Cumhuriyet rejimini kurmakti. Bu bizim düsüncemizdi. Biz düsüncemizi açikça söylemeyi baslangiçta sakincali buluyorduk. Ancak, düsünce ve görüslerimizi daha sonra zamani geldiginde uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarinin görüslerini yavas yavas uygulama alanindan uzaklastirmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapildikça, özellikle Teskilât-i Esasiye Kanunu yapilirken, saltanat taraftarlari padisah ve halifenin hak ve yetkilerinin açikça belirtilmesi için israr ediyorlardi. Biz, bunun zamani gelmedigini veya gerekli olmadigini söyleyerek, o tarafi geçistirmekte yarar görüyorduk.
Devlet idaresini, Cumhuriyet'ten söz etmeksizin millî hâkimiyet ilkeleri çerçevesinde her an Cumhuriyet'e dogru yürüyen rejim etrafinda yogunlastirmaya çalisiyorduk.
Büyük Millet Meclisi'nden daha büyük bir makam olmadigini telkinde israr ederek, saltanat ve hilâfet makamlari olmadan da devleti idare etmenin mümkün olacagini ispat etmek lâzimdi.
Devlet Baskanligi'ndan bahsetmeksizin onun görevini fiilen Meclis Baskani'na yaptiriyorduk.
Fiiliyatta, Meclis Baskani Ikinci Baskan'di. Hükumet vardi. Fakat Büyük Millet Meclisi Hükumeti adini tasirdi. Kabine sistemine geçmekten çekiniyorduk. Çünkü saltanatçilar, hemen Padisah'in yetkisini kullanmasi gerektigini ortaya atacaklardi. Iste, geçis döneminin bu mücadele safhasinda, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulundugumuz orta sekli yani ''Büyük Millet Meclisi Hükumeti sistemini hakli olarak yetersiz bulan ve mesrutiyet seklinin açikça belirtilmesini saglamaya çalisan muhaliflerimiz, bize itiraz ederek diyorlardi ki : 'Bu kurmak istediginiz hükumet sekli, neye, hangi idareye benzer?'' Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu türlü sorulara biz de zamanin geregine uygun cevaplar vererek saltanatçilari susturmak zorunda idik.
Rauf Bey, bu durumu dikkate alarak verdigimiz bir cevabin, vicdanini tatmin eden, reddi ve itirazi mümkün olmayan bir cevap niteliginde oldugunu söylüyor; bütün görüs ve iddiasini benim o ifademe dayandiriyordu.
Rauf Bey, ''bu inandirici ve büyük sözlerden sonra'', Büyük Millet Meclisi Hükûmeti seklinin sakat olacagini kabul etmek istemiyor.Eger bu sakat ise, bu sakat sekli vaktiyle bize kabul ettirenlerin, bu defa da bir gün bu kabul ettirdikleri Cumhuriyet seklini eksik görüp baska bir sekli ortaya atmalarindan endise edilmek gerekir, tarzinda mantik yürütüyor. Bu mantigin ne kadar çürük bir safsatadan ibaret oldugu meydandadir. ''Kutsal duygulari, Cumhuriyet rejiminden baska hiçbir rejimi benimsemedigi yolunda'' olan bir kimsenin, geçis döneminin zaruretlerinden oldugunu çok iyi bildigi Büyük Millet Meclisi Hükumeti seklinde saplanip kalarak, Cumhuriyet seklinin de eksik görülecegi ve baska bir sekil arastirilacagi endisesine düsmesinin yeri midir? Rauf Bey'in burada, Cumhuriyet'ten sonra baska sekil diye ifade ettigi seyle ne anlatmak istedigi bellidir. Rauf Bey demek istiyor ki, Cumhuriyet'i ilân edenler, Osmanli hânedanini bu yolla saltanattan uzaklastirdiktan sonra, acaba cumhuriyetten tekrar saltanat devrine geçerek, saltanat makamini isgal etmeyecekler mi? Bunun tarihte benzerleri yok mudur? diye tereddüt ve endise edenler var.
Rauf Bey, oldugu gibi aldigimiz sözlerinin sonunda, halkin Cumhuriyet'i istedigini kaydederken, ''istiyor ama uygulayamayiz ki...'' yolundaki sasilacak ifadesiyle benim isaret ettigim noktayi çok güzel açiklamaktadir.


ISMET PASA'NIN MECLIS'TE RAUF BEY'E VERDIGI CEVAPLAR



Efendiler, Rauf Bey'e cevap veren ve degerli görüsler ileri süren konusmacilar çoktu. Bu arada Ismet Pasa da güzel bir konusma yapti. Ismet Pasa'nin, okunmasi her zaman yararli olabilecek ,bazi sözlerini de aktaracagim.
Ismet Pasa : ''Köklü bir devlet sekli söz konusu oldugu zaman düsünce ve duygularimiz kendi aramizda kalmaz. Onlari takip eden bütün bir dünya vardir'' dedikten biraz sonra, 'Cumhuriyet'in ilani bir milletin kutsal bir ideali, bir atesi, bir ülküsü gibi ortaligi sarar.
Cumhuriyet ilân edildigi zaman, o milletin bütün hararetini gösteren her türlü belirtiler ortaya çikar. Eger bir memlekette Cumhuriyet'in ilân edildigi günlerin üçüncüsünde, besincisinde, haklari ortadan kaldirilmis bir sehzade meydana çikar da Cumhuriyet'e karsi bir tavir takinirsa. . ., dünya ve dünya düsünürleri bu Cumhuriyet'in kuvvetinden süphe eder'' sözleriyle baslayarak Cumhuriyet'in ilani üzerine Istanbul da alinan durumun verecegi zarari açikladi.
Ismet Pasa, Rauf Bey'in konusmasini tahlil ederken ''millî hâkimiyet esastir, diyenlerin bu sözlerinden, tereddüt ve endiseye kapildiklari anlamini çikaramayiz'' dedi. Ondan sonra, Ismet Pasa, Rauf Bey'e hitaben : ''Rauf Bey! Siyaset yapiyoruz. Yanlislari birer birer göstermeliyiz. Hattâ siz basit bir is adami gördünüz mü ki, daha ise baslarken sermayesini tehlikeye koydugu düsüncesindedir ve basaramayacagini bile bile parasini tehlikeye atmistir? Bir ise baslayan adam, daima sonundaki basariyi garanti altina alir ve öyle baslar. Kaldi ki, böyle inkilâp zamanlarinda, hükûmet ileri gelenleri ve bir siyaset adami herhangi bir süphe gösteremez. Bu hatâdir. Hatâ ettiniz Rauf Beyefendi!''dedi. Bundan sonra, Ismet Pasa, Rauf Bey'in ''üst tabakada sekil degistirerek devletin çikarlarini gözetmeyi, milletin ihtiyaçlarini gidermeyi düsünmek affedilmez bir hatâdir'' seklindeki sözlerine cevap verirken, ''affedilmez bir hatâ olan, bu kadar hassas günlerde bir noktada yogunlasmasi gereken manevî kuvvetleri, inkilâp kuvvetlerini su veya bu noktada kararsizliga düsürmektir. Bu, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek affedilmez bir hatâ islemek olur'' dedi.
Ismet Pasa, Rauf Bey'den sunu da sordu : ''Devlet Baskanligi meselesini çözmek istiyordunuz. Nasil çözecektiniz? Kaç ihtimal vardi?
Ismet Pasa, acele edildigi iddiasi ile ilgili cevabinda : ''Arkadaslar'' dedi, ''tabiî sayilan bir sonuç için acele etme söz konusu degildir. Ancak hatâ sayilabilecek olan noktalarda acele etmis olmak söz konusu edilebilir.''
''Cumhuriyet aceleye getirilerek ilân edildi denmekle, o gün ilân edilmeyip de alti ay sonraya kalsaydi, belki baska bir sekil ortaya çikardi anlamina yol açiliyor ki, asil bu mânâda acele edilmistir.''
Rauf Bey, konusmasinda, bizim Cumhuriyet ilânindaki davranisimizi eski Genel Merkez (218) isleri gibi göstermek istedi.
Ismet Pasa, bu noktaya cevap verirken dedi ki : ''Bu memlekette Genel Merkez hayatini yasatmis ve onu yillarca savunmus olan temsilciler ve gazeteciler de kendi görüsünü savunuyorlar. Rauf Bey'in görüsünü ellerinde silâh olarak kullaniyorlar. Bu, bedbahtliktir!'' Rauf Bey, daha sonraki konusmasinda bu sözlere su yolda cevap verdi : ''Genel Merkez ifadesiyle yaptigim imâlari Tanin gazetesi bir silâh gibi kullanmistir; Yemin ederim ki, Efendiler, Tanin kullanmis, Tevhid-i Efkâr kullanmis, ben bilmiyorum.
Ismet Pasa, Rauf Bey ve arkadaslarinin Halife'yi ziyaretleri hususuna dokunarak sunlari söyledi : ''Halife'yi ziyaret konusu, halife konusudur.''
''Devlet adami olarak, hiçbir zaman hatirimizdan çikaramayiz ki, hilâfet ordulari bu memleketi bastanbasa harabeye çevirmislerdir. Bir gün yeniden hilâfet ordulari kurulabilecegini aslâ gözden uzak tutmayacagiz... Türk milleti en büyük acilari halife ordusundan çekmistir. Bir daha çekmeyecektir.''
''Bir hilâfet fetvasinin bizi I. Dünya Savasi felâketine sürükledigini hiçbir vakit unutmayacagiz. Bir hilâfet fetvasinin, millet ayaga kalkmak istedigi zaman, ona düsmanlardan daha alçakçasina hücum ettigini unutmayacagiz.''
''Tarihin herhangi bir devrinde, bir halife, kafasindan bu memleketin mukadderatina karisma istegini geçirirse, o kafayi mutlaka koparacagiz!''
Ismet Pasa, ''bravo'' sesleri ve alkislarla karsilanan bu sözlerine, sunlari da ekledi :
''Herhangi bir halife, düsünce ve davranis olarak, gelenek ve usule uyarak, gizlice veya açiktan açiga Türkiye'nin kaderinde söz sahibi imisçesine bir tavir almak isterse, Türkiye devlet adamlarini ödüllendirirmis gibi bir zihniyetle düsünürse, bunlari memleketin hayat ve varligi ile taban tabana zit sayacagiz, hareketlerini vatan hainligi olarak kabul edecegiz.''
Ismet Pasa, konusmasinin sonunda su hususu da söz konusu etti : ''Rauf Bey, konusmalarinda geçen ve bizim taban tabana zit buldugumuz noktalari geri alarak bu parti içinde kalmak kararinda midirlar? Yoksa, siyasî konusmalarinda bizimle tam zit olarak gördügümüz noktalarda israr ederek, partimizin disinda ve Meclis'te bizimle karsi karsiya çalismak kararini mi verecekler? Karar kendilerine aittir.''
Rauf Bey, tekrar uzun uzadiya kendini savunarak parti kurmayacagini, partiden çikmayacagini söyledikten sonra, Genel Kurul'un acima ve hosgörme duygularini harekete geçirerek ve konusmasina yumusak sözlerle son vererek, toplanti salonundan ayrildi.
Konusmacilar, karsilarinda cevap verecek kimse bulamadilar. Rauf Bey, yanildigini itiraf ederek cumhuriyetçi oldugunu söyledigine göre, görüsmeler yeterli sayildi. Halkin kafasinda uyandirilmis olan süpheleri gidermek için, gazetelerde bildiriler yayinlanmasi, ayrica, görüsmelerin tutanaginin da bastirilip dagitilmasi karariyla yetinildi.
Simdi Efendiler, bu karar neyi ifade eder?
Rauf Bey'in çaprasik ve iki anlamli sözleri, Parti'yi acaba onun gerçekten cumhuriyetçi olduguna inandirabildi mi? Rauf Bey'in, Parti içinde, bizimle ayni duygu ve görüs sahibi olarak çalisabilecegi kanaati dogdu mu?
Partinin bu karari, görüsmelerin gerçek sonucunun gerektirdigi karar miydi? Elbette ki hayir! . .
O halde, bu eksik kararla yetinilmesindeki sebep ve tesir neydi? Bu noktayi birkaç kelime ile açiklayayim. Rauf Bey, konusmasinin basindan sonuna kadar, aldigi tavir ve konusma üslûbuyla parti üyelerinin hosgörü ve yumusakligina siginmis gibiydi. Bundan baska, Rauf Bey, konusmasinda o kadar demagoji ve safsata yapiyordu ki, sözlerinin ne dereceye kadar ciddî ve samimî oldugunu hemen anlamak Genel Kurul için kolay degildi. Bu sebeplerin de üstüne çikan en önemli psikolojik sebep, itiraf etmek gerekir ki, ''sorumsuz, oldubitti, Cumhuriyet'ten sonra, sekil'' kelimeleri üzerinde yapilan olumsuz propaganda, duygu ve düsünceleri kararsizlik ve gevseklige sürüklemisti.
Durumu, Cumhuriyet tartismasi disinda, Ismet Pasa ve Rauf Bey çekismesi gibi görenlerin düsünüslerinin de anlamsiz bir kararla yetinilmesine yol açtigi süphesizdir.
Efendiler, bu karar yüzünden Rauf Bey ve arkadaslarina bir süre daha partinin içinde partiyi yikma firsati verilmis oldu.
Istanbul'daki bazi gazetelerin memleket ve Cumhuriyet'in yüksek yararlarina zarar verici nitelikteki yayinlari da, orada öyle bir hava yaratti ki, Meclis, Istanbul'a bir Istiklâl Mahkemesi göndermeyi zarurî gördü.


Hilafetin kaldirilmasi



HILAFETI KALDIRMANIN ZAMANI DA GELMISTI



Saygideger Efendiler, her meselede ve her uygulama safhasinda kendisini söz konusu ettirmis olan Halife'ye ve hilâfet'e bir defa daha dokunacagim.
1924 yili basiivda, büyük çapta bir ordu harp oyunu yapilinasi kararlastirilmisti. Bu harp oyununu Izmir'de yapacaktik. Bu münasebetle 1924 yilinin Ocak ayi basinda, Izmir'e gittim. Orada iki ay kadar kaldim. Hilâfet'in kaldirilmasi zamaninin geldigine orada iken karar vermis tim. Bu isin nasil yapildigini kisaca özetlemeye çalisacagim : Basbakan I s m e t P a s a 'dan 22 Ocak 1924 tarihli bir sifre aldim.
Onu oldugu gibi bilginize sunayim :
Sifre
Türkiye Cumhurbaskanligi Yüksek Katma Bir süreden beri gazetelerde, hilâfet makaminin durumu ve Halife'nin sahislari ile ilgili olarak yanlis anlanialara yol açabilecek yayinlara rastlanniasi ve özellikle arasira Istanbul'a giden hükumet üyelerinin ve resmî hey'etterin kendi siyle görüsmekten kaçinmalan ve çekinmeleri dolayisiyla Halife'nin büyük biri üzüntü duydugu; bu yüzden Basmabeyinci'lerinin Ankara'ya veya güvenilir bir zatin Istanbul'a kendi yanina gönderilmesini rica ederek duygu ve düsüncelerini ulastirmayi düsünmüs ise de, yanlis yorumlanabilir endisesiyle bundan da vazgeç tiklerini söyledikleri, Baslsatip ßey tarafindan bir yaziyla bildirilmektedir. Bu ya zida, ayrica uzun uzadiya ödenek isi de anlatilarak Hilâfet Hazînesi'nm gücünü asan ve yükümlülügü disinda kalan giderler için Maliye hazînesince yardimda bulunulacagi yolunda Hükîizziet'in yazdigi 15 Nisan 1923 tarihli yazinin ineelenmesi ve gereginin yerine getirilmesi istenmektedir. Durum, Hükumet'çe göri.isülecektir. Sonucu ayrica arz ederim, efendim.
Ismet
Bu telgrafa cevap olarak makine basinda yazdigim telgiaf sudur :
Makine basinda
Izmir
Ankara'da Basbakan Ismet Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 22.1.1923 tarihli sifre,
Hilâfet makami ve Halife'nin sahislari ile ilgili yanlis anlamalar ve yanlis yorumlar Halife'nin kendi yanlis tutum ve davranislanndan kaynaklanmaktadir. Halife, kendi özel hayati ve dis yasayisi ile, ecdadi padisalilarin yolunu tutmus görünmektedir. Cuma alaylari, yabanci devlet temsilcileri yanina memurlar göndererek iliskiler kurmak, gösterisli gezintiler, saray hayati, sarayinda yedek subaylara vanncaya kadar kabul etmek, onlann sikâyetlerini dinleyerek onlarla bir likte aglamak gibi davranislar bu cinstendir. Halife, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halki karsisindaki durumunu düsündügü zaman, Ingiltere Kralligi ile Hindistan Müslüman halki veya Afgan Devleti ile Afgan halki arasindaki durumuiiu bir ölçü olarak alinalidir.
Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugi.in var olan ve korunmakta bulunan Halife'nin ve halifelik makaminin gerçelcte ne dinî ve ne de siyasî bakimdan hiçbir anlami ve varolma gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varligini ve istiklâlini tehlikeye atamaz. Bizce, hilâfet makami olsa olsa tarih bir hâtira olmaktan öteye bir önem tasiyamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlannin veya resmî hey'etlerin kendisiyle görüsmelerini istemesi bile, Cumhuriyet'in bagimsizligina açik bir tecavüzdür. Basmabeyinei'sini Ankara'ya göndererek veya güvenilir bir kimseyi kendi yanina getirterek, Hükûmet'e duygu ve dileklerini ulastirmak istemesi de, Cumhuriyet Hükûrneti ile karsi karsiya bir durum almasi demektir. Buna da yetkili degildir. Kendisi ile Cumhuriyet Hükîuneti arasindaki yazismalarda Baskâtibi araci kilmasi da yersizdir. Baskâtip Bey'in böyle bir küstahliktan sakinmasi gerektigi, kendisine bildirilmelidir. Halife'nin yasayisi ve geçimi için Türkiye Cumhurbaskani'nin ödeneginden mutlaka daha asagi bir ödenegin yetmesi gerekir. Maksat, gösterisli ve debdeli bir hayat sürmek degil, insanca yasamak ve geçimi saglamaktan ibarettir. "Hilâfet Hazînesi"ile ne denmek istendigini anlayamadim. Hilâfetin hazînesi yoktur ve olamaz. Kendisine erdadindan böyle bir hazîne kalmissa, ve açik olarak bilgi alinmasini ve bana bildirilmesini rica ederim:
Halifeniii aldigi ödenekle yerine getirilemeyen yükümlülükler nelermis; I5 Nisan I923 tarihli yazisiyla, Hükûmet ne gibi vaatlerde bulunarak Halife'ye bildirilmistir? Lûtfen bunu da belirtiniz. Halife'nin oturacagi yeri tespit edip açiklamak, Hükûmet'in simdiye kadar yapmis olmasi gereken bir görevdi. Istanbul'da. milletin bogazindan kesilmis paralarla yapilmis bir çok saraylar ve bu saraylarin içindeki birçok kiymetli esya ve malzeme, Hükûmet'in durumu tespit etmemesi yüzünden yok olup gidiyor. Halife'nin yakinlari, saraylarin en degerli esyalarini Bevvglu'nda, surada burada satiyorlar diye söylentiler vardir. Hükûinet bunlara bir an önce el koymalidir. Satilmak gerekiyorsa Hükûmet eliyle satilmalidir. Hilâfet kadrosu ciddî olarak incelenerek yeni bastan düzenlenmelidir ki, basmabeyin cilerin ve baskâtiplerin varligi, Halife'yi hâlâ saltanat hülyasi içinde uyutmasin! Fransizlar, kral hanedanini ve yakinlarini Fransa'ya sokmakta, bagimsizliklari ve hâkimiyetleri için yüz yil sonra, bugün bile sakinca görüp dururken, her güii ufuk tari kendileri için bir saltanat günesinin dogmasina duaci bir haneden mensup lariyla ilgili tutumumuzda Türkiye Cumhuriyeti'ni nezaket ve safsataya kurban edemeyiz.
Halife, kendinin ve makaminin ne oldugunu açik olarak bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükûmetçe, ciddî ve esasli tedbirler alinarak bildirilmesini rica ederim, efendim.
Gazi Mustafa Kemal Türkiye Cumhurbaskani



HILAFET'IN, SER'IYE VE EVKAF VEKALETI'NIN KALDIRILMASI VE ÖGRETIMIN BIRLESTIRILMESI KARARI



Bu yazismadan sonra harp oyunu dolayisiyla Ismet Pasa ve Millî Savunma Bakani bulunan K a z i m P a s a da Izmir e gelmislerdi. Genel Kurmay Baskani Fevzi Pasa da zaten orada bulunuyordu. Hilâfetin kaldirilmasi gereginde görüsleri miz birlesmisti. Ayni zamanda Ser'iye ve Evkaf Vekâletlerini de kaldirmak ve ögretimi birlestirmek kararinda idik.
1924 yili Marti'nin birinci günü Meclis'in tarafimdan açilmasi gerekiyordu.
23 Subat 1924 günü Ankara'ya dönmüstük. Burada da gereken kimselere kararimi bildirdim. Mecliste bütçe görüsmeleri yapiliyordu. Hanedan'in ödenegi ile Ser'iye ve Evkaf Vekâletleri'nin bütçeleri üzerinde durulmak gerekiyordu. Arkadaslarimiz bu maksada göre görüsme ve tenkitlere basladilar. Görüsme ve tartismalar devam ettirildi.1 Mart günü, Büyük Millet Meclisi'nin besinci çalisma yili dolayisiyla verdigim nutukta, su üç noktayi özellikle belirttim :
1-Millet, Cumhuriyet'in bugi,in ve gelecekte bütün saldirilardan kesin ve ebedî olarak korunmasini istemektedir. Milletin istegi, Cumhuriyet'in denenmis ve olumlu sonuçlari görülmüs olan bütün esaslara bir an önce ve tam olarak dayandirilmasi seklinde ifade edilebilir.
2-"Millet kamuoyunda tespit edilen egitim ve ögretimin birlestirilmesi ilkesinin bir an önce uygulanmasini gerekli görüyoruz.
3-"Müslümanligin, yüzyillardan beri yapilageldigi üzere bir siyaset vasitasi olarak kullanilmaktan kurtarilmasinin ve yüceltilmesinin sart oldugu gerçegini de görmüs bulunuyoruz."
2 Mart günü Parti Grubu toplantiya çagrildi. Isaret ettigim bu üç konu ortaya atildi ve görüsüldü. Ilkeler üzerinde anlasmaya varildi. 3 Mar t günü, Meclis'in birinci oturuniunda, Baskanliga gelen evrak ara sinda su önergeler okundu :
1- Seyh Saffet Efendi ile elli arkadasinin, hilâfet'in kaldirilmasi ve Osmanli Hanedani'nin Türkiye disina çikarilmasi ile ilgili kanun teklifi.
2 - Siirt Milletevekili Ha1i1 Hu1ki Efendi ve elli arkadasinin Ser'iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkan-i Harbiye Vekâleti'nin kaldirilmasi ile ilgili kanun teklifi.
3 - Manisa Milletvekili Vâsif Bey ve elli arkadasinin, egitim ve ögretimin birlestirilmesi ile ilgili önergeleri.
Baskanlik kürsüsünde oturan Fethi Bey : "Efendim, birçok imzalarla gelen bu kanun tekliflerinin hemen görüsülmesi ile ilgili önerge ler vardir. Yüksek oyunuza sunacagim" dedi ve bu tekliflerin ilgili ko misyonlara gitmeden hemen görüsülmesini oya koyarak, kabul edildigini bildirdi.
Ilk itiraz, Kastamonu Milletvekili Ha1it Bey'den geldi. Görüsmeler sirasinda H a 1 i t B e y' e bir iki kisi daha katildi. Tekliflerin lehinde uzun konusmalar yapan birçok degerli konusmacilar kürsüye çikti. Önerge sahipleri disinda, rahmetli Seyyit Bey'in ve Ismet Pasa'nin ilmî ve inandirici konusmalari her zaman için ekunmaya deger. Bu konuda yapilan görüsme ve tartismalar bes saat kadar sürdü. Saat 18.45'te görüsmeler bittigi zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 429, 430 ve 431' inci kanunlarini çikarmis bulunuyordu.
Bu kanunlara göre "Türkiye Cumhuriyeti'nde millet isleriyle ilgili kanunlari yapma ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurdugu hükumete verildi"; "Ser'iye ve Evkaf Vekâleti kaldirilmis" oldu.
Türkiye içindeki bütün bilim ve ögretim kurumlariyla, bütün medreseler Milll Egitim Bakanligi'na baglandi.
Halife, görevinden uzaklastirildi ve hilâfet makami kaldirildi. Uzaklastirilan Halife ve tarihten izi silinmis Osmanli hanedaninin bütün mensuplarina Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturma hakki süresiz olarak yasaklandi.



HILAFET MAKAMININ KORUNMASINDA DINI VE SIYASI MENFAAT VE ZARURET BULUNDUGUNU ZANNEDENLERE VERDIGIM CEVAP



Efendiler, Hilâfet makaminin korunmasinda, dinî ve siyasî menfaat ve zaruret bulundugu inancinda olan bazi kimseler, arz ettigim kararlarin alinmakta oldugu son dakikalarda, hilâfet görevini kendi üze rime almam teklifinde bulundular.
Bu gibilere, hemen gereken red cevabini vermistim. Yeri gelmisken baska bir noktayi da arz edeyim. Büyük Millet Meclisi hilâfet'i kaldirdigi zaman, din bilginlerinden Antalya Milletvekili Rasih Efendi, Kizilay adina, Hindistan da bulunan bir heyetin baskanligini yapiyordu. Rasih Efendi Misir'a ugravarak Ankara ya döndü. Benimle görüsmek isteyerek sunlan söyledi : "Gezdigi ülkelerde Müslüman halk benim halife olmami istiyormus... Yetkili Islam heyetleri, bana bu dururumu bildirmek üzere Rasih Efendi 'yi vekil etmisler." Rasih Efendi'ye verdigim cevapta, Müslümanlarin bana olan baglilik ve sevgilerine tesekkür ettikten sonra dedim ki : "Zâtalîniz din bilginlerindensiniz. Halifenin devlet baskani demek oldugunu bilirsiniz. Baslarinda krallari, imparatorlari bulunan halkin bana ulastirdiginiz dilek ve tekliflerini ben nasil kabul edebilirim. Kabul ettim desem, buna o halklarin basinda bulunanlar razi olur mu? Halifenin emir ve yasaklan yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler emirlerimi yerine getire bilecekler midir? Durum böyle olunca, anlami ve fonksiyonu olmayan asilsiz bir sifati takinmak gülünç olmaz mi?
Efendiler, açik ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanlan hâlâ bir halife korkulugu ile ugrastirip aldatmak gayretinde bulunanlar, yalniz ve ancak Müslümanlann ve özellikle Türkiye'nin düsmanlaridir. Böyle bir oyuna kapilip hayal kurmak da ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.
Rauf Bey'lerin, Vehip Pasa'larin, Çerkez Ethem ve Resit'lerin, bütün yüzelliliklerin, kaldirilmis hilâfet ve saltanat hanedani mensuplarinin, bütün Türkiye düsmanlarinin, elele vererek aleyhi mizde durmadan atesli bir sekilde çalisip ugrasmalari din gayretiyle midir? Sinirlarimiza bitisik merkezlerde yuvalanarak, hâlâ Türkiye'yi yoketmek için "Mukaddes Ihtilâl" adi altinda haydut çeteleri, suikast tertipleriyle çilginca aleyhimizde çalisanlarin maksatlari gerçekten mukaddes midir? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu bir gafil olmak gerekir.
Müslümanlan ve Türk milletini bu kerteye düsmüs sanmak ve Islâm dünyasinin vicdan temizliginden, ahlâk ve karakterindeki incelikten, alçakça ve canîce maksatlar için yararlanma yolunu tutmak, artik o kadar kolay olmayacaktir. Küstahligin da bir derecesi vardir.


Cumhuriyete karsi iç muhalefet, pasalar mücadelesi ve Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi olayi



BASARISIZLIGA UGRATILAN BÜYÜK BIR KOMPLO

Simdi, saygideger Efendiler, isterseniz, size, büyük bir "komplo" konusunda bilgi vereyim.
1924 yili Ekiminin 26' nci günü, geç vakit, Birinci Ordu Müfettisi'nin Müfettislikten istifa ettigi bildirildi. Müfettis Pasa'nin, Genelkurmay Baskanligi'na verdigi istifa yazisi sudur : Genelkurmay Baskanligina
Bir yillik ordu müfettisligim boyunca, gerek teftislerim sonunda verdigim raporlarin ve gerekse ordumuzun yükseltilmesi ve güçlendirilmesi için sundugum tasarilarin dikkate alinmadigini görmekle hüzünü ve endisem çok büyüktür. Üzerime düsen görevi, milletvekili olarak daha büyük bir vicdan rahatligi içinde yapacagima tam inancim oldugundan, Ordu Müfettisligi'nden istifa ettigimi arz ederim, efendim.
Milli Savunma Bakanligi'na da arz olunmustur.
Kâzim Karabekir
26.10.1924
Bu istifa yazisinin altinda, renkli kalemle sunlar yazilidir : "Istifayi kabul etmedigimi bildirdim. Düsüncesinde direndi. Yarin yasama görevine dönecegini bildirdi." Bu satirlarin altinda imza yoktur. Fakat Genelkurmay Baskani tarafindan yazildigi anlasiliyor. Bu satirlarin altinda da, kirmizi mürekkeple yazilmis su notlar vardir : Verilen rapor ve tasarilarin hepsini göreyim. Bunlarin hangi maddeleri için neler yapilmis; hangi maddeleri yapilmamis, onlari da dosyalariyla birlikte göreyim. Bu notlarin altindaki tarih 28 Ekim'dir.
Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa'nin raporlari ve tasarilari Genelkurmay'in ilgili subelerince incelenmis, bunlarin kabul edilip uygulanabilecek olanlari, dikkate alinmis ve uygulanmisti. Ancak, uygulanmasi devletin gücünü asan veya ilmî bir degeri bulunmayan hayalî ve keyfî nitelikteki teklifleri, elbette dikkate alinmamisti. Kâzim Karabekir Pasa'ya raporlar ve tasarilar verdigi için bir takdirnâme verilmesi de gerekli görülmemisti.
30 Ekim günü de, 2' nci Ordu Müfettisi Ali Fuat Pasa'nin, Konya'dan geldigi bildirildi. Kendisini aksam yemegine Çankaya'ya davet ettim. Geç vakte kadar bekledigim halde gelmedi. Kendisini aratirken ögrendim ki, Fuat Pasa Ankara'ya gelince, Istasyonda Rauf Bey tarafindan karsilanmis; Millî Savunma Bakanligi'na ugradiktan ve bazi arkadaslarla kisa görüsmeler yaptiktan sonra, Genelkurmay Baskanligi'na gitmis. Bir süre Fevzi Pasa ile görüsmüs; çikarken Fevzi Pasa'nin yaverine su kâgidi birakmis :
30.l0.1924
Genelkurmay Baskanligi Yüksek Kurulu'na
Milletvekilligi yasama görevine baslayacagimdan, 2' nci Ordu Müfettisligi'nden affimi arz ve istirham ederim, efendim.
Ankara Milletvekili
Ali Fuat
Efendiler, milletvekilliginden istifa etmis oldugunu Meclis Baskanligi'na bildiren Refet Pasa'nin da istifasinin Rauf Bey tarafindan geri aLdirildigini ögrenmistim.
Dumlupinar'da yapilan törenden sonra, Bursa ve Karadeniz kiyilari ile Erzurum dolaylarinda devam eden bir buçuk aylik bir geziden sonra, 18 Ekim'de Ankara'ya dönmüstüm. Birçok milletvekili arkadas ve baskalari tarafindan karsilanmistim. Karsilayicilar arasinda, Ankara'da bulunan Rauf ve Adnan Bey'leri görmemistim. Oysa, darginlik belirtisi sayilabilecek böyle bir hareketi beklemiyordum.
Efendiler, bir komplo karsisinda bulundugumuzu anlamakta bir saniye bile süpheye düsmedim.
Bu durum ve görünüs söyle bir tahlil ve degerlendirmeden geçirilebilirdi : Bir yil öncesinden, yani Rauf Bey'in Hükumet Baskanligi'ndan çekildiginden beri, Rauf Bey, Kâzim Karabekir Pasa, Ali Fuat Pasa, Refet Pasa ve digerleri arasinda bir tertip düsünülmüstür. Bunda basari saglayabilmek için orduyu ele almak gerekli görülmüstür. Bu maksatla, Kâzim Karabekir Pasa, 1'inci Ordu Müfettisligi'ne atandiktan sonra, eski komutanlik bölgesi olan dogu illerinde dolasirken, Ali Fuat Pasa da politikadan hoslanmadigini ve bundan sonra kendisini askerlik meslegine vermek istedigini ileri sürdü. Rütbesi yükseltilerek 2' nci Ordu Müfettisligi'ne gitti. 3' üncü Ordu Müfettisi olan Cevat Pasa'nin ve bu müfettislige bagli kolordunun komutani olan Cafer Tayyar Pasa'nin da bu tertibe katilabilecegini düsündüler. Bir yil, ordular üzerinde kendi görüslerine göre çalistilar ve ordulari kendi görüslerine çekip kazandiklarini sandilar. Istifalarindan önce, bazi komutanlarin kendileriyle birlikte hareket etmelerini saglamaya çalistilar. Bu bir yil içinde, Cumhuriyet'in ilâni, hilâfet'in kaldirilmasi gibi islerimiz, ortak tertip sahiplerini biribirine daha da yaklastirarak birlikte hareket etmelerine yolaçti. Ise politikadan baslayacaklardi. Bunun için uygun an ve firsati bekliyorlardi. Siyasî alandaki ve ordudaki hazirliklarini yeterli görüyorlardi. Gerçekten de Rauf Bey ve benzerleri, Parti içinde korunmayi basardiklari durumlariyla, Meclis'in tatil dönemine rastlayan aylarda, üyeler üzerinde ve yeni seçimde basari kazanamayan Ikinci Grup mensuplari araciligi ile bütün memlekette milleti aleyhimize kiskirtmak üzere çalisma firsati buldular. Memleket içinde gizli gizli teskilâtlanmaya basladilar ve tesebbüslere de giristiler. Istanbul'da Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf Adana'da Abdülkadir Kemali Bey tarafindan çikarilan Tok Söz gibi gazetelerle birlestiler. Bu gazetelerle, bize karsi imzasiz yazilarla saldiriya geçtiler. Memleket kamuoyunda genel bir karisiklik yarattilar. Hakkâri bölgesinde, ordumuzla Nasturî ayaklanmasini bastirmaya çalistigimiz bir sirada, Ingiltere de Hükumet'e bir ültimaton verdi. Meclis'i olaganüstü toplantiya çagirdim.
Ingiliz ültimatomuna bilindigi sekilde cevap verdik. Harp ihtimalini göze aldik. Iste sözünü ettigimiz kimseler, bu sikintili günlerde ve bir yabanci devletin bize hücum edebilecegi zamanda, kendilerinin de bize saldirarak hedeflerine kolaylikla varabilecekleri hayaline kapildilar. Savasa hazir bir durumda bulundurmaya mecbur olduklari ordularini bassiz birakip, daha önce sevmediklerini söyledikleri politika alanina kostular.
Toplanmis olan Meclis'te ortaya atilan bir konu da onlarin bu kosuslarini çabuklastiracak nitelikte idi. Gerçekten, milletvekili Hoca Esat Efendi, 20 Ekim 1924 tarihli önergesiyle, göçmenlerin degistirilip yerlestirilmesi, yatili okullara ne kadar parasiz ögrenci alindigi ve nerelerde ilkokullar açildigi konularinda ilgili bakanlardan birtakim sorular soruyordu. Bu sorularin kapsadigi isler gerçekten milleti ilgilendiren islerdi. Bu konular bakanlari elestirmek için pek elverisliydi. Özellikle göçmenlerin degistirilmesi ve yerlestirilmesi islerinde herkesi düsündüren noktalar açikça bilinmekteydi.
Dogrudan dogruya ben bile, yaptigim gezi sirasinda gördüklerime dayanarak, degistirme ve yerlestirme islerinin gidisinden sikâyet etmis; Ankara'ya dönüsümde, bu islerle ilgili bakanligin kaldirilmasini ve Hükûmet'in bütün imkânlariyla harekete geçirilmesini saglayacak bir yol tutulmasini teklif etmistim. Bunda anlasmistik. Bu durum bile, saldiriya geçeceklerin bu konuda çok taraftar kazanmalari ihtimalini artiriyordu.
Efendiler, komployu sezdikten sonra tedbirini bulmakta güçlük çekilmedi. Biraktigimiz noktadan baslayarak durumu safha safha bilginize sunayim.


KOMPLOYA KARSI ALDIGIMIZ TEDBIRLER



Hoca Esat Efendi'nin soru önergesi 27 Ekim'de yani Karabekir Pasa'nin istifasinin ertesi günü gensoruya çevrilmisti. Fuat Pasa 'nin istifa yazisinin tarihi olan 30 Ekim günü Meclis'te gensoru görüsmeleri baslamisti.
O günün aksami, yemege bekledigim Fuat Pasa gelmedi. Fakat Basbakan Ismet Pasa ve Millî Savunma Bakani Kâzim Pasalar geldiler. Çok kisa bir görüsmeden sonra, komploya karsi tutulacak yol kararlastirildi.
Derhal telefonla, ayni zamanda milletvekili olan Genelkurmay Baskani Fevzi Pasa Hazretleri 'nden, Meclis Baskanligi'na milletvekilliginden istifa ettigini bildirmesini rica ettim. Bu düsüncesini Millî Savunma Bakani'na daha önce bildirdigini zaten ögrendigim Pasa, ricami hemen yerine getirdi. Milletvekili olan komutanlara da su sifreli telgrafi çektim :
3' üncü Ordu Müfettisi Cevat Pasa Hazretleri' ne
1'inci Kolordu Komutani Izzettin Pasa Hazretleri'ne
2' nci Kolordu Komutani Ali Hikmet Pasa Hazretleri'ne
3'üncü Kolordu Komutani Sükrü Taili Pasa Hazretleri'ne
5' inci Kolordu Komutani Fahrettin Pasa Hazretleri'ne,
7'nci Kolordu Komutani CaferTayyarPasa Hazretleri'ne
sifre makine basindadir :
1 - Bana olan güven ve sevginize dayanarak, gördügüm ciddî lüzum üzerine, milletvekilliginden istifa ettiginizi bildiren bir yaziyi telgrafla hemen Meclis Baskanligi'na bildirmenizi teklif ediyorum. Birinci derecede önemli olan askerlik görevinize bütün varliginizla kayitsiz sartsiz baglanmak istediginizi gerekçe olarak belirtmeniz yerinde olur.
2 - Genelkurmay Baskani Maresal Fevzi Çakmak Pasa Hazretleri de görülen ayni gerekçe ile teklifim üzerine istifa dilekçesini vermistir.
3 - 3' üncü Ordu Müfettisi Cevat Pasa, 1' inci Kolordu Komutani Izzettin Pasa, 2' nci Kor. Komutani Ali Hikmet Pasa, 3' üncü Kolordu Komutani Sükrü Nail Pasa, 5' inci Kolordu Komutani Fahrettin Pasa, 7'nci Kolordu Komutani Cafer Tayyar Pasa Hazretleri'ne yazilmistir.
4 - Telgraf basinda durum hakkinda bilgi vermenizi bekliyorum.
Cumhurbaskani
Gazi M. Kemal
Efendiler, 30/31 Ekim sabahina kadar, 1' inci Kolordu Komutani Izzettin Pasa'dan Izmir'den, 2' inci Kor. Komutani Ali Hikmet Pasa'dan Balikesir'den, 3' üncü Kolordu Komutani Sükrü Nailî Pasa'dan Pangalti'ndan ve 5' inci Kolordu Komutani Fahrettin Pasa'dan Adana'dan, makine basinda aldigim cevaplarda, teklifimin harfi harfine ve derhal yerine getirildigi bildirildi.
Efendiler, bu seçkin komutanlarin bu vesile ile de bana karsi gösterdikleri büyük güven ve itimada burada tesekkür etmeyi bir görev sayarim.
3' üncü Ordu Müfettisi ile, 7' nci Kolordu Komutani'nin Diyarbakir' dan verdikleri cevaplar aynen sunlardi :
Müfettis Pasa'nin cevabi :
Diyarbakir, 30.10.1924
Ankara'da Cumburbaskam Gazi Pasa Hazretleri'ne
Yüce sahsiyetlerine karsi duydugum güven ve sevgiden emin bulunmalarini arz eder; ancak, böyle bir vatan görevinden acele çekilerek millete ve seçim bölgem halkina karsi sorumlu ve suçlu duruma düsmemekligim için emir buyurulan istifayi gerektiren sebeplerin açiklanmasina zâtidevletlerinin müsaadelerini saygilarimla istirham ederim.
3' üncü Ordu Müfettisi
Cevat
Kolordu Komutaninin cevabi :
Diyarbakir, 30.10.1924
Cumhurbaskani Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
1 - Siz Cumhurbaskani'nin yüce sahsiyetlerine karsi besledigim saygi ve sevgiye itimat buyurulmasini rica ederim.
2 - Seçim bölgem halki ile hiç bir görüsme yapmadan, su dakikada zâti devletlerinin tekliflerini kabul etmekligim beni milletin gözünde sorumlu duruma düsürebilir.
3 - Vatanin ve milletin yararlan millet vekilliginden hemen ayrilmami gerektiriyorsa, kesin kararimi verebilmekligim için, durumun aydinlatilmasini arz ve istirham ederim, efendim.
Cafer Tayyar
1' nci Kolordu Komutani
Her iki telgrafta da benim için beslenen güven ve sevgi kesinlikle belirtildikten sonra, seçim bölgeleri halkina karsi olan durumlarindan söz edilmekte ve teklifimin gerekçesi sorulmaktadir.
Verdigim cevabi oldugu gibi bilginize sunayim :
31.10.1924
3' üncü Ordu Müfettisi Cevat Pasa Hazretleri'ne,
1' nci Kolordu Komutani Cafer Tayyar Pasa Hazretler i ' ne
Komutanlarin ayni zamanda milletvekili olarak bulunmalarinin, orduda, emir ve komutada beklenilen disiplin ile bagdasamadigi görüsüne varilmistir. 1'inci ve 2' nci Ordu Müfettisleri'nin görevlerinden istifa ederek Meclis'e dönmekle, ordulari uygunsuz bir zamanda bassiz birakmis olmalari, bu görüsü dogrulamistir. Seçim bölgenizdeki halk, ordu disiplininin selâmeti için vereceginiz karardan elbette memnun olur. Daha önce yazdiklarim dikkate alinarak kararinizin bildirilmesini rica ederim.
Cumhurbaskani
Gazi M. Kemal
Bu telgrafima Cevat Pasa'nin cevabi sudur :
Makine basinda Diyarbakir, 31.10.1924
Cumhurbaskam Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Emir ve komutada beklenilen disiplin ile bagdasamadigindan komutanlarin ayni zamanda milletvekili olarak bulunmamalari yolunda affimi yüce sahyetiniz bütün kalbimle katilir ve seçim sirasinda bu görevden istirhamimin da bu inanca dayandigini arz ederim. Ancak, bu gün yüce makamlarindan verilen bir emirle milletvekilliginden çekilmenin, zâtidevletlerincede tahmin buyurulacagi üzere, milletçe ve seçim bölgem halkinca iyi karsilanmayacagi inancindayim. Bu inançla ve hiç de uygun görmedigim su önemli zamanda ordudan ayrilmak zorunda kalacagimi düsünerek üzüntü duydugumu arz ederim.
3' üncü Ordu Müfettisi
Cevat
Cevat Pasa Ankara'ya geldikten sonra durumu anlamis ve teklifimin uygulanmasi gerektigi görüsüne vararak, derhal milletvekilliginden çekilmistir. Kendisinin yaratilmak istenen durumlarla hiçbir ilgisi bulunmadigi bizce de anlasilmistir. Gerçi, Kâzim Karabekir Pasa, istifa ettigini su gün ve su saatte gibi açiklamalarla birçok komutanlara ve bu arada Cevat Pasaya bildirmis ise de bu bildirme Diyarbakir'da iken teklifimin gerçek sebebini anlamakta Pasa yi kararsizliga düsürmekten öteye bir tesir yapmamistir.
Cafer Tayyar Pasa da su cevabi verdi :
Makine basinda Diyarbakir, 31.10.1924
Ankara'da Cumhurbaskani Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Milletvekilligi ve komutanlik görevlerinden birini birakmamiz geregi uygun görüldügü takdirde, millî görevlerin en saygidegeri olarak kabul ettigim yasama görevini yapmayi tercih etmekte oldugumu saygilarimla arz ederim, efendim.
7' nci Kolordu Komutani
Tümgeneral Cafer Tayyar


KOMPLO DÜZENLEYENLERIN MECLIS'E VE KAMUOYUNA KARSI ORDU ILE YAPMAK ISTEDIKLERI BLÖF ORTAYA ÇIKARILDI



Efendiler, ayni zamanda milletvekili olarak bulunan Genelkurmay Baskani ve komutanlar, orduda siyasetle ilgili unsurlarin bulunmasindaki sakincayi anlayarak, bu yoldaki teklifimi iyi karsiladiktan ve bana fiilî olarak güvenlerini gösterdikten sonra, Cevat ve Cafer Tayyar Pasa'larin müfettislik ve komutanlikta kalmalari uygun görülemezdi. Bu bakimdan, derhal askerî görevlerine son verildi. Yerlerine gerekenler tayin edildi ve durum Millî Savunma Bakanligi'nca bütün orduya bir genelge ile bildirildi.
Kâzim KarabekirveAli.Fuat Pasa'lara,Millî Savunma Bakanliginca bir emir gönderilerek, askerî görevlerini yerlerine atanan sahislara usulüne göre devir ve teslim ettikten ve sonucu da bildirdikten sonra Meclis'teki yasama görevlerine baslayabilecekleri bildirildi. Bu durum Basbakan tarafindan resmen Meclis Baskanligi'na da yazildi.
Meclis'e girmis olan Kâzim Karabekir ve Fuat Pasa'lar Meclis'ten çikarildi. Fuat Pasa, askerî görevinin devir ve teslim isleri için yeniden Konya'ya gitti. Kâzim Karabekir Pasa, Sarikamis' tan kendi yerine gelecek olan komutan göreve baslayincaya kadar Meclis disinda kalmaya mecbur edildi. Milletvekilliginde kalmak isteyen iki komutanin ordu ile ilgisi kesildi. Böylece, komplo düzenleyenlerin Meclis'e ve kamuoyuna karsi ordu ile yapmak istedikleri blöf meydana çikarildi.
Efendiler, 1 Kasim 1924 günü Meclis'in ikinci toplanti yiiinin açilis günü idi. Bu münasebetle oturumu ben açtim. Açis nutkunu söyledim. Ben Baskanlik kürsüsünden ayrildiktan sonra, Fevzi, Fahrettin, Ali Hikmet ve Sükrü, Nailî Pasa' larin istifa yazilari ile Basbakan Ismet Pasa'nin ordudaki komuta degisikligi ile ilgili, 31/10/1924 tarihli yazisi sirayla okundu. Meclis'in 5 Kasim günü toplanacagi bildirilerek oturuma son verildi.
Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa, 1 Kasim 1924 tarihli bir yazi ile Meclis Baskanligi'na basvurarak, Millî Savunma Bakanligi'nin, kendisinin Meclis'e katilmasini yasakladigindan sikâyet etti. 5 Kasim günü Meclis'te okunan bu yazida, Kâzim Karabekir Pasa diyordu ki : "Ordu Komutanligindan çekilmemden bes gün sonra (30.10.1924 Cuma günü geceleyin) Millî Savunma Bakani'nin Sarikamis' tan yerime gelecek olan komutanin göreve baslayisina kadar benim Meclis'e katilmaktan alikoymak isteyen bir yazisini aldim." Yazi; su cümlelerle son buluyordu : Bununla birlikte, bu konuda yetkili olan yüce Meclis'in kararini bekledigimi arz ederim. "
Kâzim Karabekir Pasa, ayni tarihte Millî Savunma Bakanligi'na da bir yazi yazarak : "Devir ve teslim islemleri öne sürülerek belirsiz bir süre için yasama görevine baslamamakligim bildiriliyor." "Istifa ettigim gün yerine gelecek komutani bekleme sarti ileri sürülmemisti. " "Bes gün sonra, bilmem neden böyle bir bahane ortaya atildi." "Meclis'e katildiktan sonra, geçici bir süre için de olsa, yeniden bir görevi kabul hem benim kendi istegime hem de Meclis'in kararina bagli oldugundan, durumu Meclis Baskanligi'na yazdigimi arz ederim."
Efendiler, "ordumuzun yükseltilip güçlendirilmesi için" rapor ve tasarilar sundugumdan söz eden ve onlar dikkate alinmadigi için "üzüntü ve endisem çok büyüktür" diyen eski müfettis Pasa, memleketin üçte birine yayilmis koskoca bir orduyu, keyfinin istedigi anda bes satirlik bir kâgitla bassiz birakmanin ne kadar hafif, ordunun yükseltilip güçlendirilmesi açisindan gerekli olan disiplini de ne denli bozucu bir hareket oldugunun farkinda görünmüyor. Dikkate alinmadigini iddia ettigi raporlari ve tasarilariyla yapamadigi bir isi, devletin bir ültimatom aldigi ve ondan dolayi olaganüstü toplanmak üzere çagirdigi Meclis'te yapmaya kalkistigini ileri süren müfettis pasa, kendisi gibi hareket eden arkadaslariyla birlikte ve pek elverissiz bir zamanda, orduya ne kötü bir anarsi örnegi oldugunu anlamak istemiyor...
Ordumuzun yükseltilmesi için ileri sürdügü düsünce ve görüslerine gereken degerin verilmemis olmasina gücenmis olan zat, askerî görevlerin devir ve tesliminin kanunî bir vazife oldugunu, ordudaki yönetim ve disiplinin selâmeti için onu yapmaya mecbur bulundugunu bilmez gibi görünüyor. . .
Üzerindeki askerlik görevinin sona erdigini Meclis'e resmen bildirecek makamin, ona bu askerî görevi vermis bulunan makam olmak gerektigini dikkate almiyor...
Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa' nin Meclis Baskanligi'na sundugu yazinin arkasindan Basbakan'in bir yazisi ile iki eki de okundu.
Basbakan, Karabekir Pasa'nin Millî Savunma Bakanligi'na yazdigi yazi ile Bakanligin ona verdigi cevabi oldugu gibi Meclis'e arz ediyordu.
Millî Savunma Bakani, Kâzim Karabekir Pasa'nin bütün iddia ve düsüncelerinin dogru olmadigini açikladiktan sonra, ona Ordu Müfettisligi ile ilgili görevlerin ve gizli belgelerin yerine gelecek olan komutana kendisi tarafindann devir ve teslim edilerek sonucun bildirilmesini bir daha belirtiyor ve emrediyordu.
Acaba bu son uyaridan sonra, eski müfettis pasa anlamis midir ki, vatanin savunulmasi için ordusu ile ilgili önemli görevi ve gizli belgeleri devlet onun sahsina güvenmis ve teslim etmistir. Onlari, yerine gelecek ve devlete karsi sorumlu olacak bir komutan gösterilmeden, kendiliginden istedigine terk ve teslim etmesi büyük bir suçtur. Hakkinda agir kanunî islem yapilmasini gerektirir. Bunlari anlamis midir?


KAZIMKARABEKIR PASA'YI BIRAN ÖNCE MECLIS'E SOKMAKTA ACELE EDENLER YAPTIGIMIZ ISLEMI BOZMAYA ÇALISIYORLARDI



Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa'yi bir an önce Meclis'e sokmakta acele edenler, yaptigimiz islemi bozmaya çalismakta kusur etmediler . Feridun Fikri Bey (Tunceli Milletvekili), ilk olarak ortaya atildi. Vehbi Bey (Balikesir Milletvekili) : "Meclis'e katilan bir arkadasi, bir üyeyi görüsmelere katilmaktan herhangi bir kuvvet alikoyabilir mi? Böyle sey olur mu?" seklinde konusmaya ve suçlamaya basladi.
Sayin milletvekili, fikir arkadasini Meclis'te bir an önce faaliyete girebilmek için kanun kuvvetini, onun kahredici kudretini o kuvvet ve kudreti kullanabilmek için yüce Meclisin ve milletin güven ve itimadini kazanmis olan kimselerin azim ve kararlarinida ne derece kesin olduklarini unutmus gibi görünüyordu.
Ismet Pasa'nin konusmasi, bu yaygaralari susturdu. Bu konudaki görüsmeler kapandi. Pasalara verilen emirler oldiigii gibi uygulatildi.


HÜKÜMET AÇIKTAN AÇIGA VE KARSI KARSIYA ÇARPISMAYI KABUL ETTI



Meclis, genel görüsmeye geçti. Görüsülecek konular "Mübadele,Imar ve Iskân Bakanligi ile ilgili gensoruydu."
Basbakan Ismet Pasa, kürsüye çikarak su teklifte bulundu : Birçok konusmacinin imar ve iskân isleri üzerinde degil, çesitli vesilelerle diger bakanliklarla ilgili isler üzerinde durduklarini gördüm. Hattâ, bazi konusmacilar, Basbakan'in devletin iç ve dis siyaseti üzerinde uzun uzadiya genis bilgi vermesini istemislerdir. Bu isteklerin hepsini de memnuniyetle benimsiyorum. Mübadele Bakani, yüce Meclis'in uygun görüp oy vermesiyle Baskan Vekilligi'ne seçilmistir. Ancak, bundan dolayi, gensorunun önem ve kapsaminin hiçbir sekilde hafife alinmamasini teklif derim. Ben, yerinde ve uygun "taktigi" severim.
Böylece Hükumet, sahnenin perdesini kaLdirdi ve oyun hazirligi yapanlarin oyunlarini sahneye koymalarini çabuklastirdi. Hükûmet, açiktan açiga ve karsi karsiya çarpismayi kabul etmis bulunuyordu.
Efendiler, lehte ve aleyhte olmak üzere otuz kadar konusmaci söz aldi. Adalet ve Millî Egitim Bakanlari da konustular, Tartisma, bes saat hiçbir sonuç alinmadan devam etti. Gensoru görüsmeleri ertesi güne birakildi.
Ertesi gün 14.30'da görüsmelere baslandi. Ilk söz alan Içisleri Bakani ve Mübadele, Imar ve Iskân Bakani Vekili Recep Bey oldu. Uzun açiklamalar yaparak konustu. Muhalifler, oturduklari yerlerden Recep Bey'e kisa satasmalar yapiyorlardi.
Recep Bey, bir noktada dedi ki : "Bazi gazeteler ve bazi kimseler diyorlar ki, Ankara'da bir Hükûmet varmis. Meclis'in bütün tatil zamanlarinda, memleketi ne kadar usulsüzlükler varsa hep bunlarla idare etmis... Söylentilere göre, bazi arkadaslarin birtakim gizli defterleri de varmis; orada Bakanlarin yaptiklari kanunsuz isler yaziliymis. . . Bir gün gelecekmis Meclis toplanacak ve orada Hükûmet'i hesaba çekeceklermis... O zaman o gizli defterlerin içindekiler, milletin huzurunda Hükûmet'ten sorulacakmis. Iste, o gün gelmistir! O defterlere yazilmis olanlari milletin gözü önüne döksünler!"
Feridun Fikri Bey, arkadaslari adina çogul sekli kullanarak cevap verdi : "Sirasinda dökecegiz" dedi.
Recep Bey, karsilik verdi : "Dökünüz efendim, bekliyoruz. Hükumet, milletin huzurunda bagrini sorumluluga açmis olarak daima karsinizdadir" dedi ve su sözleri ekledi : "Memleketin gizlilige kapaliliga, belirsizlige ve kararsizliga tahammülü yoktur. Açiktan açiga tenkit yapilmadan, her gün ufukta birtakim tehlike bulutlarinin dolastigini fisildayarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu körpe varligin yapisinda zararli karisikliklar varmis gibi göstermek bu memlekete karsi hainliktir. "Herkesin kösede bucakta, koridorlarda, surada burada, gerçek disi asilsiz birtakim kuruntularla kamuoyunu bulandirmaktansa, bu herkese esitlikle açik olan millet kürsüsüne çikip gerçegi oradan söylemesi lâzimdir. Gerçekler söylenmez ve yine bu asilsiz, kuruntuya dayanan telkinlerde bulunulmaya devam edilirse, bunu yapanlarin, bu memleketin kaderi ile içten ve saglam bir baglantilari bulunmadigina hükmedecegim. Ben kendim bunu böyle kabul edecegim. Sanirim ki, millet de böyle kabul edecektir. Bu kürsüye davet ediyorum. . . Ta ki millet bilsin : Gerçek ne taraftadir, zan, kuruntu, lekeleme, suçlama ne taraftadir?"
Recep Bey'den sonra, aleyhte konusan birtakim milletvekilleri dinlendi. Onlara da Ticaret Bakani Hasan Bey (Trabzon Milletvekili) ve Millî Savunma Bakani Kâzim Pasa cevap verdiler.
Aleyhte söz alanlar arasinda Rauf Bey de vardir. Ona da söz sirasi geldi.
Rauf Bey, Imar ve Iskân Bakanligi ile ilgili soru ve gensorunun, bütün Hükûmet'e yöneltilmesini uygun bulmamakla birlikte, Basbakan Pasa'nin bu davranisini mertçe buldu ve sözlerinin basinda : "Meclis, bir kasit karsisinda bulunan Hükûmet'e hücum durumuna geçmistir" dedi.
Yunus Nadi Bey : "Anlamadik" dedi. Rauf Bey açikladi. Dedi ki : "Tenkit edenler, Hükûmet'e karsi konusurken, kasitli bir is yapmislar ve ona hücum ediyorlarmis gibi bir durum görüyorum."
Rauf Bey, konusmacilarin agir kelimeler kullanmamalari, konusmalarinda Hükumet'i küçük düsürücü ifadelere yer vermemeleri gibi, ögüt verircesine yumusak bir tavir takinarak Feridun Fikri Bey'in teklifine dokundu ve o teklifi savundu. Tunceli Milletvekili'nin teklifi bir "parlamenter anket" idi. "Meclis sorusturmasi" yapacak bir komisyon kurulmasi için acele karar alinmasi isteniyordu. Feridun Fikri Bey'in bununla ilgili bir önergesi ve bu önergenin isim okunarak oya konmasi için de Feridun Fikri Bey'le birlikte daha on alti arkadasinin baska bir önergesi vardi.
Rauf Bey dedi ki : "Sorusturma komisyonu" diye tercüme ettigim bir komisyondan söz edildi. Bundan söz eden Feridun Fikri Bey 'dir. Rauf Bey, sözüne söyle devam etti :
"... Bakanlar böyle bir komisyonun kabulünü, bu ana kadar saygiya deger olan vatan ve millet duygularina karsi bir leke bir horlama saydilar."
Yunus Nadi Bey, Rauf Bey'in sözünü kesti. "Biraz öyle" dedi. Rauf Bey tekrar devam etti : "Hepimizin yanilmaz olmadigimizi kabul ederek arz ediyorum ve bunun gerekli bulundugunu ben de ilgili oldugum için, herkesten önce ben istiyorum" dedi.