25 Eylül 2009 Cuma

nutuk - mustafa kemal atatürk 12


Büyük Taarruz ve Baskomutanlik Savasi, Mudanya konferansi

TAARRUZ KARARI



Gerçekte ordumuz ihtiyaçlarini ve eksiklerini tamamlamak üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarinda taarruza karar vermistim. Bu kararimi yalniz Cephe Komutani ile Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani biliyorlardi. Bildirdigim tarihlerde bir geziyi vesile ederek Izmit - Adapazari yönüne hareket ettigim zaman, Ankara'da Genelkurmay Baskani F e v z i P a s a Hazretleri'yle görüstükten sonra, o zaman Millî Savunma Bakani bulunan K â z i m P a s a Hazretleri'ni Sariköy istasyonuna kadar birlikte götürerek, oraya davet ettigim Cephe Komutani I s m e t P a s a Hazretleri'yle birlikte, taarruz için gerekli hazirliklarin sür'atle tamamlanmasi ile ilgili kararlar aldik.
Efendiler, artik Büyük Taarruz'dan söz açma sirasi geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düsman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar - Dumlupinar arasinda bulunuyordu. Bir baska kuvvetli grubuyla da Eskisehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasinda yedek kuvvetleri vardi. Sag kanadini, Menderes dolaylarinda bulundurdugu kuvvetlerle, sol kanadini da Iznik Gölü'nün kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düsman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzaniyordu. Düsman ordusunun teskilâti, üç kolordu ve bazi müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydi. Biz, Bati Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teskilâtlandirmis ve düzenlemistik. Bundan baska, dogrudan dogruya cepheye bagli teskilâtimiz da vardi. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan baska üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayif mevcutlu iki süvari tümenimiz vardi. Teskilâti biribirinden farkli olan iki düsman ordusu biribiriyle karsilastirilirsa, her iki tarafin insan ve tüfek kuvvetleri, asagi yukari biribirine denk bulunuyordu. Yalniz, Yunan ordusu, dünyanin hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandigi için, makineli tüfek, top, uçak, tasit, cephâne ve teknik malzeme bakimindan daha üstün durumdaydi. Diger taraftan bizim ordumuz süvari sayisi yönünden daha üstün bulunuyordu.


1'INCI ORDU KOMUTANI ALI IHSAN PASA'NIN YARATTIGI DURUM



Burada, sirasi gelmisken bir noktayi belirtmeliyim. Ordularimizdan birinin, 2' nci Ordu'nun komutani bugün Askerî Sûra üyelerinden olan S e v k i P a s a Hazretleri idi. 1' inci Ordumuzun komutasini Malta'dan gelmis olan I h s a n P a s a 'ya vermistik. I h s a n P a s a 'nin, kendisini Divan-i Harbe kadar götüren yersiz ve davranislarindan dolayi, ordu komutanligindan uzaklastirilmasi gerekti. Gerçekten, A l i I h s a n P a s a; ordunun disiplinini ve genel yönetimini bir çikmaza sokacak sekilde hareket etti. Örnek olarak, ordusundaki ast komutanlarda, üst komutanlara karsi itaatsizlik edecek durumlar yaratti.
Söz gelisi, ambarlarinin mevcudunu günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sikintisinin çekildigi bir sirada, ansizin ambarlarinin bosaldigini ve açlik tehlikesi bulundugunu bildirdi.
Ast komutanlari, üstlerine karsi itaatsizlige ve görevlerini yapmamaya kiskirtma ve bu davranislari destekleme gibi tutumlari yaninda, ordunun emirlere uyma ve görev duygusuyla oynayacak kadar entrikaci bir yaratilista oldugu kanaatini de uyandirdi.
A l i I h s a n P a s a 'nin bilinen, kendisine has özelliklerinden baslicalari sunlardi :
En küçük birliklere kadar bütün ordusuna, önemli önemsiz her isin ve her kararin ancak kendisi tarafindan verilecegini telkin ederek bütün ordusunda yalniz kendisinin kudret sahibi oldugunu zannettirmek. Büyüklerinden daha üstün oldugunu herkese ispatlamak düsüncesine kapilmak. Gerek resmî is gerek özel davranis bakimindan büyüklerinin itibarlarini düsürmeye çalismak. Savas açisindan tedbirde yerindelik ve sinirde saglamlik yönleriyle kendisini deneme firsati bulunmamis olmakla birlikte, bu hususta anlasilan karakteri suydu :
Herhangi bir basarisizligi mutlaka astina veya üstüne yükleme yolunu her zaman düsünmesi. I h s a n P a s a, yumusak ve nazik davranislardan çok, sert ve resmi davranisla is yaptirmayi gerekli bulur.
A l i I h s a n P a s a 'nin huyu ve ahlâki konusunda, kendisinin kurmay baskani iken çekilmek zorunda kalan Yarbay H â l i t B e y'in (Sonradan Kastamonu Milletvekili olmustur) Bati Cephesi Komutanligi'na verdigi 20 Ocak 1922 tarihli resmî bir raporunun bazi bölümlerini oldugu gibi bilginize sunacagim. H â l i t B e y, Birinci Dünya Savasi'nda, Irak'ta da A l i I h s a n P a s a ile birlikte bulunmustu. Sözünü ettigim raporda su cümleler vardir :
" . .. . .... . . . . .... .... .... .... .. . ..... .... .. . ...... .. ................ . . . .... . ..... . . . . . . .. . . . ..... Komutanim A l i I h s a n P a s a 'nin geldigi günden beri ast komutanlarin haysiyetini ve görev yapma istegini kiracak davranislar içinde bulunmasi ve yapilan yazismalardan anlasilmis olacagi üzere Cephe Komutanligi'na karsi astlara hissettirecek derecede yakisiksiz bir haberlesme kapisi açmasi, benlik kokusu hissedilen düsünce yarisina girismesi, dünyanin deger verdigi ve saygi duydugu cephe karargâhinin nüfuzunu azaltmak istedigini anlatir bir davranis tarzini benimsemis olmasi, beni ciddî olarak düsündürdü ve üzdü. Davranislarini elimden geldigi kadar degistirmeye çalistim. Fakat yine büyük bir fark göremedim.
. .... . .. .... ....... .. ........ .......... .. . .. ....... .......... .... . ............ ....... . .... Aklinda yer etmis bencillik hastaligi, ün yapma hirsi, asiri kiskançlik ve sonsuz bir bencilliigin etkisiyle bas olmak istedigi, davranislarindan ve ast komutanlar yaninda söyledigi biribirine düsürücü sözlerden anlasiliyordu. 11' nci Tûmen Komutani istifami isittikten sonra, bana gizli bir konusmada :
A I i I h s a n P a s a ' nin Malta'da iken kurtulmasi için F e r i t P a s a ' ya mektuplar yazdigini ve Ingiliz mandasini kabul etmek için kendi karsisinda saatlerce açiktan açiga konusmalar ve tartismalar yaptigini söyledi. A l i I h s a n P a s a 'nin davranislarina bakarak, bu sözleri dikkat çekici buldum.." Astlardan gelen bazi evraki cepheye, cepheden geleni astlara oldugu gibi göndererek karsilikli güven duygularmi sarsma seklindeki davranislan da ayrica dikkati çekmektedir. Söz gelisi : Seyhelvan daginin düsman eline geçisi ile ilgili yazismalarin oldugu gibi 2 nci Kolordu'ya, 5 inci Kolordu'dan yazilan bazi raporlarin da aynen cepheye yazilmasi gibi. Buna ragmen, söz konusu olayin sorumlulugunu 5' inci Kolordu Komutani'na yüklemesi ve kendisinden cepheye sikâyette bulunmasi âmirlik niteligi ile bagdastirilamaz, Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayinlattigi hâtiralari arasinda, Ateskes Anlasmasi tarihinden bir gün önce, Musul güneyinde, Sarkat'ta esir olan Dicle Grubu nun esirlik sebebini yalniz o zaman grup komutani olan (Simdi Dogu Cephesi nde Tümen Komutani imis) Yarbay I s m a i l H a k k i B e y ' in üzerine atmasi da bu karakterinin delilidir. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22 nci Alaylarla Avci Alayindan olusmustur. Bunlardan baska ayrica 5' inci Tümen'den 13 ve 14' üncu Alaylar da parça parça esir verildi. Ateskes Anlasmasi'ndan bir gün önce 13.000 kisinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybi, gerçekte kendisinin sartlara ve duruma uygun olmayarak verdigi bir emir yüzündendir. Iste bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol açti, Halbuki, ateskes anlasmasi yapilacagi belliydi. Gruba, Keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi, Ingilizler gruba tesir etmek söyle dursun yenemezlerdi bile. Bu gruba 5' inci Tumen de katilabilirdi. Ateskes anlasmasi yapildigi zaman, esir olan sekiz piyade alayi elde bulunur ve Musul da bizde kalirdi, Fakat sefil bir düsünce mantiga galebe çaImistir.
Hâtiralarinda, Dicle boyundaki bütün basan ve T o w n s h e n d ' in esir alinmasi serefi, kendisine mâledilmistir.... , Her basariyi kendisine aitmis gibi gösteren yayinlar yaptirmaktan maksadi, kamuoyunu aldatarak söhret ve mevki kazanmaktir. Ünlü adamlarm hâtiralarini yayinlamak, millette övünme duygularini canli tutar ve gereklidir de, ancak, tarihin sorumlu tutacagi kimselerin hareketlerini övünülecek seyler arasinda saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlis düsüncelere sürükler.
General M a r s h a l I 'in :
Yanzi ölene kadar Musul'u terk ediniz; aksi halde savas esirisiniz, emri aldigi zaman o büyüklük taslayan Pasa Hazretleri Sincar çölünü geçerek Nusaybin'egitmek için G e n e r a l M a r s h a l l'dan resmi bir yazi ile kendisini koruyacak iki zirhli otomobil istedi ve bunlarin koruyuculugunda A s i r B e y ' le (simdiki Milli Savunma Bakani Müstesar Yardimcisi A s i r P a s a ' dir) beni Musul'da birakarak Nusaybin'e gitti. Asiretler arasinda hükümetin manevi otoritesini de kirdi. Bu durumu görenlerin vicdani sizladi. Zaho yoluyla, koruyucusuz gidebilirdi veya süvari alarak çölden geçebilirdi. Halep'te Ingiliz generalinden sahsi için özel tren istedi ve yolda hakarete ugramamasi için muhafiz bulundurulmasini istemeyi de unutmadi. Gerektiginde hayatinin ve rahatinin korunmasi için milli serefi unutan pasa Hazretleri'nin ahlâkina örnek olmak üzere yukandaki olaylari dile getirdim..... Eski komutanima hos görünmedim.Çünkü hirsina hizmet etmedim ve dalkavuklugunu yapmadim." Millete, Millî Ordu'yukuran ve millete zaferler kazandiranbüyük komutanlar gibiasil ruhlu, iyi niyetli kilavuzlar, komutanlar gerekir. Orduda birlik ve uyumun bozulmasina, görev askinin zayiflamasina çalisanlar, dâhi de olsalar zararli birer sahsiyettirIer. Ben, çekilen emekleri bildigim, girisilen kutsal mücadelede basariya ulasmayi istedigim için, kötû niyetli olmadigima ve çikar gözetmedigime namusum ve mukaddesatim üzerine yemin ederek bunlari anlatmaya cür'et ettim. Iran'da, Kafkas a'da uzun süre yaverligini yapan (simdi Birinci Ordu harekat sube müdürü)Binbasi C e m i l B e y son günlerde bana :" Iyi ki A l i I h s a n P a s a , Millî Mücadele'nin baslangicinda Anadolu'da bulunmadi. Malta'da bulundugu iyi oldu. Aksi halde, hiç süphe yok ki, aykiri bir yol tutardi dedi. Pasa'nin nasil bir insan oldugunu çok iyi bilen C e m i l B e y , pek dogru söylemistir... Ulu Tanri'dan kis uykusuna yatmis yilana günes göstermesin dileginde bulunurum.
Efendiler, A l i I h s a n P a s a, Meclis'teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberlesmelerde bulunuyordu. Kendisinin komutanligina son verilerek, hakkinda kanunî isleme devam edilmek üzere Millî Savunma Bakanligi emrine verilmesini onayladigim. 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Ikinci Baskani bulunan R a u f B e y'den, makina basinda, I h s a n P a s a ile ilgisini gösterir bir sifreli telgraf almistim. Yeri gelince bu telgrafi da bilginize sunmustum. O günlerde Adapazari, Izmit taraflarinda gezide bulunuyordum. R a u f B e y telgrafinda diyordu ki : 1' inci Ordu Komutani A l i I h s a n P a s a' nin görevden alinarak Divan-i Harbe verilmek üzere Konya'ya gönderildigine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardir.
Efendiler, bir komutanin görevden alinmasi, göreve tayini veya askerî mahkemeye verilmesi isleminin üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclis'çe dedikodu olabilecek bir söylenti haline gelmesi ve Meclis Ikinci Baskani'nin bu olayla, benden açiklama isteyecek kadar yakindan ilgilenmesi dikkat çekici degil midir? R a u f B e y'e tarafindan gereken cevap verildi.1' inci Ordu Komutanligi bir süre vekâletle idare edildi. Fakat birinin asil olarak tayini gerekiyordu. Moskova Sefirligi'nden dönmüs olan F u a t P a s a'nin 1' inci Ordu Komutanligi'ni kabul edip etmeyecegi konusunda düsüncesini almak istedim. Anladim ki, cephe komutanligi yapmis oldugundan, cephe komutaninin emrine girmek istemiyor. Millî Savunma Bakani bulunan K â z i m P a s a vasitasiyla 1' inci Ordu Komutanligi'ni, R e f e t P a s a'ya teklif ettirdim. Kabul etmemis. Nihayet, o tarihlerde kayitsiz sartsiz cephe emrine girerek görev yapacagini söyleyen ve açikta bulunan N u r e t t i n P a s a 'yi 1' inci Ordu Komutanligi'na getirdik.


TAARRUZ PLANIMIZIN ANA ÇIZGILERI



Efendiler, düsman ordusunun cephe ve teskilât durumu ile, ona karsi Bati Cephesi'ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmis oldugunu söylemistim. Öteden beri tasarlamis oldugumuz taarruz plânimizin ana çizgilerini de arz edeyim :
Düsündügümüz, ordularimizin ana kuvvetlerini düsman cephesinin bir kanadinda ve mümkün oldugu kadar dis kanadinda toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverisli buldugumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düsmanin Afyonkarahisar yakinlarinda bulunan sag kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupinar hizasina kadar olan alanlarda toplamakti. Düsmanin en hassas ve önemli noktasi orasiydi. Çabuk ve kesin sonuç almak, düsmani bu kanadindan vurmakla mümkündü.
Bati Cephesi Komutani I s m e t P a s a ve Genelkurmay Baskani F e v z i P a s a, bu bakimdan gerektigi gibi bizzat incelemeler yapmislardi. Hareket ve taarruz plânimiz çok önceden tespit edilmisti.
Konya'ya gelmis olan G e n e r a l T o w n s h e n d'in istegi üzerine, kendisiyle görüsmek için, Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 aksami Bati Cephesi Karargâhi'nin bulundugu Aksehir'e gittim. Savas plâni üzerinde görüsürken Genelkurmay Baskani'nin da katilmasini uygun bulduk. Ben, 24 Temmuzda Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Aksehir'e gelmisti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptigimiz görüsme sonunda, tespit edilmis olan plân geregince taarruz etmek üzere, 15 Agustosa kadar bütün hazirliklarin tamamlanmasina çalismayi kararlastirdik.
28 Temmuz 1922 günü ögleden sonra yaptiriIan bir futbol maçini seyretmek bahanesiyle ordu komutanlari ve bazi kolordu komutanlari Aksehir'e çagrildi. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanlarin taarruzla ilgili görüslerini aldim. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Baskani ve Bati Cephesi Komutani ile yeniden görüserek tarruzun seklini ve ayrintilarini tespit ettik. Ankarara'dan çagirdigimiz Millî Savunma Bakani K â z i m P a s a da 1 Agustos l922 ögleden sonra Eskisehir'e geldi. Ordu hazirliginin tamamlanmasinda Millî Savunma Bakanligi'na düsen isler tespit edildi.


TAARRUZA HAZIRLIK EMRI



Ordunun hazirliklarinin tamamlanmasini ve taarruzun bir an önce yapilmasini emrettikten sonra tekrar Ankara'ya döndüm. Bati Cephesi Komutani, 6 Agustos 1922'de ordularina gizli olarak taarruza hazirlik emri verdi. Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani Pasalar da Ankara'ya döndüler.
Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara'da yapilmasi gereken bazi isler vardi. Daha taarruz emri verdigimi Bakanlar Kurulu'na da açikça bildirmemistim. Artik onlara recmî olarak haber verme zamani gelmisti. Yaptigimiz bir toplantida iç ve dis durumlarla ordunun durumunu görüsüp tartistiktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile görüs birligine vardik.
Önemli bir konu daha vardi. Muhalifler ordunun çürüdügünden, kipirdayacak durumda olmadigindan, böyle karanlik ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacagi yolundaki propagandalarina alabildigine hiz vermislerdi. Gerçi, Meclis'te bu düsünce akiminin biraktigi yankilar, zaten düsmanlardan fazlasiyla gizlemek istedigim taarruz bakimindan yararliydi. Fakat bu olumsuz propaganda en yakin ve en inanmis kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye baslamis, onlarda da kararsizliklar uyandirmisti. Onlari da yakinda yapacagim taarruz konusunda ve alti yedi gün içinde düsmanin ana kuvvetlerini yenecegime olan güvenim hususunda aydinlatmayi ve yatistirmayi gerekli buldum. Bunu da yaptiktan sonra Ankara'dan ayrildim. Genelkurmay Baskani benden önce 13 Agustos 1922'de cepheye gitmisti.
Ben birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkaç kisi disinda bütün Ankara'dan gizledim. Benim Ankara'dan ayrilacagimi bilenler, burada imisim gibi davranacaklardi. Hattâ gazetelerde benim Çankaya'da çay ziyafeti verdigimi de ilân edeceklerdi. Bunu süphesiz o vakitler isitmissinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü üzerinden Konya'ya gittim. Konya'ya hareketimi telgrafla orada kimseye bildirmedigim gibi, Konya'ya varir varmaz telgrafhaneyi kontrol altina aldirarak Konya'da bulundugumun da hiçbir yere bildirilmemesini sagladim. 20 Agustos 1922 günü ögleden sonra saat 16.00'da Bati Cephesi Karargâhi'nda yani Aksehir'de bulunuyordum. Kisa bir görüsmeden sonra 26 Agustos 1922 sabahi düsmana tarruz için Cephe Komutani'na emir verdim.
26 AGUSTOS 1922 TAARRUZ EMRI



2O/21 Agustos 1922 gecesi 1' inci ve 2' nci Ordu Komutanlarini da Cephe Karargâhina çagirdim. Genelkurmay Baskani ile Ccphe Komutanini da yanimda bulundurarak, taarruzun nasil yapilacagini harita üzerinde kisabir savas oyunu seklinde açikladiktan sonra, Cephe Komutani'na o günvermis oldugum emri tekrarladim. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve ayni zamanda bir taktik baskin halinde yürütülecekti. Bunun gerçeklestirilebilmesi için de kuvvetlerin yiginak ve hazirliklarinin gizli kalmasina önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütünyürüyüsler gece yapilacak, birlikler gündüzleri köylerde ve agaçliklaraltinda dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yollarin düzeltilmesi v.b.çalismalarla düsmanin dikkatini çekmemek için diger bazi bölgelerdide benzeri yaniltici hareketlerde bulunulacakti.
24 Agustos 1922'de karargâhimizi Aksehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Suhut kasabasina getirttik, 25 Agustos 1922 sabahi da Suhut'tan savasi idare ettigimiz Kocatepe'nin güneybatisindaki çadirli ordugâha naklettik. 26 Agustos sabahi Kocatepe'de hazir bulunuyorduk.Sabah saat 5.30'da topçu atesimizle taarruz basladi.



BASKOMUTAN SAVASI



Efendiler, 26/27 Agustos günlerinde, yani iki gün içinde, düsmanin Karahisar'in güneyinde 50 ve dogusunda 20, 30 kilometre uzunlugundaki müstahkem cephelerini düsürdük. Yenilen düsman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Agustosa kadar Aslihanlar yöresinde kusattik. 30 Agustosta yaptigimiz savas sonunda (buna Baskomutan Muharebesi adi verilmistir),düsmanin ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldik. Düsman ordusununBaskomutanligini yapan General Trikopis de esirler arasina girdi.Demek ki, tasarladigimiz kesin sonuç, bes günde alinmis oldu. 31 Agustos 1922 günü ordularimiz ana kuvvetleriyle Izmir'e dogru yol alirken ,diger birlikleriyle de düsmanin Eskisehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardi.


ATESKES TEKLIFI



Efendiler, Baskomutan Savasi'nin sonuna kadar her gün büyük basarilarla gelisen taarruzumuzu,resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadimiz, durumu mümkün oldugu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü,düsman ordusunu tamamen yok edecegimizden emindik. Bunu anlayip,düsman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni tesebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüstük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasindan bize basvuranlarolmustur. Örnek olarak, biz taarruza devam ettigimiz sirada, BakanlarKurulu Baskani olan R a u f B e y 'den, Ateskes konusunda Istanbul'dan haber geldigini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almistim.Verdigim cevap aynen söyledir :
Tel. Makama özel 5.9.1922
Bakanlar Kurulu Baskanligi
Yüksek Katina
Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye ugratilmistir. Yunan ordusunun artik yeniden ciddî bir direniste bulunmasina ihtimal yoktur. Anadoluiçin herhangi bir görüsmeye gerek kalmamistir. Ateskes ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakimdan Eylülün onuna kadar dogrudan dogruya YunanHükümeti veyahut Ingiltere vasitasiyla, hükümetimize resmen basvurdugu takdirde, asagidaki sartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülünonundan sonra yapilacak basvurmaya verilecek cevap baska türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrica bildirilmelidir :
1- Ateskes Anlasmasi tarihinden baslayarak on bes giin içinde Trakya,1914sinirlarina kadar kayitsiz sartsiz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin sivilmemurlarina ve askerî kuwetlerine teslim edilmis bulunacaktir.
2 - Yunanistan'daki esirlerimiz on bes gi.i.n içinde Izmir, Bandirma ve Izmit limanlarinda bize teslim edilecektir.
3 - Yunan Hükumeti, Yunan ordusunun üç buçuk yildan beri Anadolu'dayaptigi ve yapmakta oldugu tahribati tamir etmeyi simdiden taahhüt edecektir.
Büyük Millet Meclisi Baskani
Baskomutan
Mustafa Kemal


ORDULARIMIZ IZMIR RIHTIMINDA ILK VERDIGIM HEDEFE, AKDENIZ'E ULASTILAR



Dogrudan dogruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, Izmir'deki Itilâf Devletleri konsoloslarina benimle görüsmelerde bulunma yetkisinin verildigi bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede bulusabilecegim soruluyordu. Buna verdigim cevapta da, 9 Eylül 1922'de Kemalpasa'da görüsebilecegimizi bildirmistim. Gerçekten de, söz verdigim gün, ben Kemalpasa'da bulundum. Fakat görüsme isteyenler orada degildi. Çünkü ordularimiz, Izmir rihtiminda ilk verdigim hedefe,, Akdeniz'e ulasmis bulunuyorlardi
Saygideger Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupinar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düsman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kiliç artiklarini Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtimizi açiklayici ve vasiflandirici söz söylemeyi gereksiz sayarim.
Her safhasiyla düsünülmüs, hazirlanmis, idare edilmis ve zaferle sonuçlandirilmis olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanligini tarihe bir kere dahageçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve istiklâl düsüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdi, bir orduniin baskomutani oldugumdan, mutluluk ve bahtiyarligim sonsuzdur.
Efendiler, iste simdi diplomasi alanina geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulasacagindan ümitsiz olduklari için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme baglama kanaat ve iddiasinda olanlari, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmis oldum. Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alaninda ciddî olarak çaba harcadigimi görerek memnun olmalari gerekirdi. Böyle olup olmadigini görecegiz.
Ordularimiz, Izmir ve Bursa'yi geri aldiktan sonra, Trakya'yi da Yunan ordusundan kurtarmak için Istanbul ve Çanakkale dogrultusunda yürüyüslerine devam ederken, Ingilizlerin o zamanki basbakani bulunan L1oyd George, fiilen harbe karar vermis bir tavirla ve yardimci birlikler gönderilmesi istegiyle dominyonlara müracaat etmis. Yalniz, ondan sonra olup bitenlere bakilirsa LIoyd George'un isteginin yerine getirilmedigini kabul etmek gerekir.


ITILAF DEVLETLERININ 23 EYLÜL 1922 TARIHLI ATESKES TEKLIFI



Bu siralarda, Istanbul'da Fransiz Fevkalâde Komiseri bulunan Genera1 Pe1le benimle görüsmek üzere Izmir'e geldi. diye adlandirdigi bir bölgeye, ordularimizin girmemesinin yerinde olacagini tavsiye eti. Millî hükûmetimizin böylebir bölge tanimadigini, Trakya'yi da kurtarmadikça ordularimizin durdurulmasina imkân olmadigini söyledi. General PeI1e, bana,Mösyö Frank1in Boui1Iin 'un benimle görüsmek üzere gelmek istedigini bildiren, kendisine çekilmis özel bir telgrafini gösterdi.Kendisini Izmir'de kabul edecegimi söyledim. Mösyö Frank1inBoui1Ion, bir Fransiz harp gemisiyle Izmir'e geldi. Fransiz Hükümeti adina ,Ingiliz ve Italyan Hükûmetlerinin de uygun görmeleri üzerine, benimle görüsmeler yapmaya geldigini söyledi. Biz F r a n k 1 i nBoui11on'la görüsürken, Itilâf Devletleri Disisleri Bakanlari imzasini tasiyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geldi. Bu notada iki önemlinokta yer aliyordu. Bunlardan biri askerî harekâtin durdurulmasiyladigeri de Baris Konferansi'yla ilgiliydi.
Biz, Rumeli'de Dogu Trakya'yi millî sinirlarimiza kadar tamamenalmadikça askerî hareketten vazgeçemezdik. Ancak, yurdumuzun bu bölgesinden düsman birlikleri çikarildigi takdirde böyle bir harekete devametmeye kendiliginden gerek kalmayacakti. Bu notada, Venedik veya baska bir sehirde toplanacak olan Ingiliz, Fransiz, Itâlyan, Japon, Romen,Sirp - Hirvat - Sloven Devleti ile Yunanistan'in da çagriIacagi bir konferansa, delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyecegimiz sorulmaklabirlikte, görüsmeler sirasinda Bogazlardaki tarafsiz bölgelere bizden asker gönderilmemesi sartiyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç'e kadarTrakya'nin bize iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karsilanacagi bildiriliyordu.
Notada, bogazlardan, azinliklardan ve Milletler Cemiyeti'ne girmemizden de söz ediliyordu.
Konferansin toplanmasindan önce, Yunan birliklerinin, Itilâf Devletleri komutanlarinin çizer&127;kleri bir hattin gerisine çekilmesi için, Itilâf Devletleri'nin nüfuzunu kullanacagina söz aerilmekte ve bu konudagörüsülmek üzere Mudanya veya Izmit'te bir toplanti yapilmasi teklifedilmekteydi.



MUDANYA KONFERANSI



29 Eylül 1922 tarihinde, bu notaya verdigim kisa bir cevapta, Mudanya Konferansi'ni kabul ettigimi bildirdim. Fakat Meriç nehri'ne kadar Trakya'ninderhal bize geri verilmesini istedim. 3 Ekimde toplanmasinin uygun olacagini söyledigim Mudanya Konferansi'na, Baskomutanlik adina olaganüstü yetkiyle Bati Cephesi Ordulan Komutani I s m e t P a s a 'yi de.lege tayin ettigimi bildirdim. Bu notaya hükûmetçe de 4 Ekim l922tarihli etrafli bir cevap verildi. Bu cevapta, konferans yeri olarak Izmirteklif edildi. Bogazlar meselesi dolayisiyla, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuriyetleri'nin de daveti istendi. Diger konular üzerindeki görüslerimiz de ana çizgileriyle bildirildi.
Mudanya'da, I s m e t P a s a 'nin baSkanligi altinda, Ingiliz delegesi General Harrington, Fransiz delegesi GeneralCharpy, Italyan delegesi Genera1 MonbeI1i 'nin katildiklarikonferans toplandi. Bir hafta kadar süren tarti$mali görüsmelerden sonra, 11 Ekimde, Mudanya Ateskes Anlasmasi imzalandi. Böylece, Trakyaana vatana katilmis oldu.
Efendiler, zaferden sonra, bizim Izmir'deki siyasî temaslarimizüzerine, Ankara'da Bakanlar Kurulu'nun daha dogrusu bazi bakanlarintelâsli bir duruma girdikleri farkedildi.
Askerî görevimin son bulmus oldugunu, bundan sonraki siyasiislerin Bakanlar Kurulu'na ait oldugunu hissettirecek sekilde, beni Ankara'ya davet ettiler. Halbuki, ne askerî görevim son bulmustu ne desiyasî ve diplomatik konularla ilgilenmek ve ugra$maktan kendimi aIabilirdim. Bu bakimdan, Izmir'den ordunun basindan ve baslattigim siyasî iliskilerden uzaklasamazdim. Bundan dolayidir ki, benimle görüsmek isteginde bulunan ve bunda direnen hükumet üyelerinin veya ilgili bakanlarin Izmir'e yanima gelmelerini teklif ettim. Hükumet Baskani Rauf Bey 'le Disisleri Bakani Yusuf Kema1 Bey geldiler. Rauf Bey, Izmir'de bana bazi özel dileklerini de bildirdi. Sözgelisi, A1i Fuat Pasa ile Refet Pasa 'nin, zafer dolayisiylaterfi ettirilmelerini ve kendilerine uygun birer görev verilerek memnunedilmelerini rica ettiler. Bildiginiz üzere, muharebeden önce A1i Fuatve Refet Pasa'larin bu harekâta katilmalari için türlü yollarla tesebbüste bulunmustum; fakat basaramadim. Zaferden dolayi, Muharebe'de fülen hizmet edip liyakat göstermis olan komutanlar ve subaylarterfi ettirilmek ve takdir edilmek suretiyle elbette ödüllendirilmislerdi.Askerî harekâta katilmaktan kaçinan kimselerin de bizzat orada bulunanlarla birlikte ödüllendirilmeleri elbette kötü etki yapabilirdi .Kisacasi, Rauf Bey'e dileklerini yerine getiremeyecegimi söyledim. Fakat A1i Fuat Pasa, Meclis Ikinci Baskani bulunduguna göre, mevkii ve görevi kendisini memnun edebilecek bir seviyede idi. Yalniz, açikta bulunan Refet Pasa için uygun bir görev bulmaya çalisacagimasöz verdim. Kendisini Izmir'e davet etmesini sövledim. Refet Pasa,Izmir'e gelmisti. Fakat bu geli$ tam benim Ankara'ya döndügüm geceye rastladigi için kendisiyle orada görüsme imkâni olamadi.


Lozan baris konferansi ve Saltanatin kaldirilmasina iliskin gelismeler, Hilafet meselesi



BARIS KONFERANSI'NA GÖNDERDIGIMIZ DELEGELER
Refet Pasa'ya görev verilmesi ,daha sonra Ankara'dan Bursa'ya gidisim sirasinda oldu.Efendiler, Izmir'den Ankara'ya dönüsümde, baslica Mudanya Konferansi görüsmeleriyle ugrasildi. Bir yandan da Bakanlar Kurulu'nda, Meclis'te ve komisyonlarda Baris Konferansi'na gönderilebilecek delegeler hey'eti söz konusu oluyordu. Bakanlar Kumlu Baskani Rauf Bey, Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey ve Saglik Bakani bulunan Riza Nur Bey, gidecek delegeler hey'etinin tabii üyeleri gibi görülüyordu. Ben, bu konuda daha kesin bir görüs ve kararimi tespit etmemistim. Ancak, Rauf Bey'in baskanligi altindaki bir hey'etin bizim için hayati önemi olan bir konuda basari kazanabileceginden emin olamiyordum. Rauf Bey'in de kendisini zayif görmekte oldugunu hissediyordum. Müsavir olarak Ismet Pasa'nin yanina verilmesini teklif etti. Bu teklifle ilgili görüsümü belirtirken, "Ismet Pasa'dan müsavir olarak elde edilecek yarar sinirlidir. Ismet Pasa baskan olursa kendisinden azami ölçüde yararlanilabilecegine ben de inaniyorum" dedim. Bu nokta üzerinde uzun boylu görüsülmedi. Ondan sonra Rauf Bey, delegeler hey'etine kimlerin girecegi konusundaki türlü çalismalarina devam ettiler. Ben buna önem verir görünmedim. Mudanya Konferansi sona ermisti. Ismet Pasa ve Genelkurmay Baskani Fevzi Pasa Bursa'da bulunuyorlardi. Kendileriyle görüsmek üzere Bursa'ya gittim.



ISMET PASA'NIN DISISLERI BAKANLIGI'NAVE DELEGELER HEY'ETI BASKANLIGINA SEÇILMESI
Bursa'ya giderken yanimda Milli Savunma Bakani Kazim Pasa vardi. Doguda aleyhindeki çesitli tepki ve gösteriler dolayisiyla görev yapma imkanini bulamadigindan Ankara'ya gelmeye mecbur olan Kazim Karabekir Pasa ile Istanbul'da kendisine görev vermek üzere Refet Pasa'yi da birlikte götürdüm. Bursa'da kaldigim günlerde, Refet Pasa'yi, bilindigi gibi Istanbul'a gönderdim .Ismet Pasa'nin da, mevcut bunca bilgime ragmen, delegeler hey'etine baskanlik edip edemeyecegini bir daha inceledim. Mudanya Konferansi'ni nasil idare ettigini ayrintili olarak anlamaya çalistim. Ismet Pasa'nin kendisine tasavvurlarimla ilgili hiçbir kelime söylemiyordum. Sonunda kararimi olumlu olarak verdim. Ismet Pasa'nin Delegeler Hey'eti Baskani olabilmesi için daha önce Disisleri Bakani olmasini uygun gördüm. Bunu saglamak için dogrudan dogruya Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey'e özel ve gizli olarak yazdigim bir sifreli telgrafta. kendisinin Disisleri Bakanligi'ndan çekilmesini ve yerine Ismet Pasa'nin seçilmesini, bizzat yardimci olmasini rica ettim.

Ankara'dan hareket etmeden önce, Yusuf Kema1 Bey, bana, Delegeler Hey'eti Baskanligini en iyi Ismet Pasa'nin yapabilecegini söylemisti. Yusuf Kema1 Bey'den, kendisine bildirdigim ricami yerinde bularak geregini yerine getirmeye çalistigini bildiren bir cevap aldim.



LOZAN ( LAUSANNE ) BARIS KONFERANSI'NA DAVET
Iste ondan sonra idi ki, Ismet Pasa'ya, bir oldubitti seklinde Disisleri Bakani olacagini ve ondan sonra da Baris Konferansi'na Delegeler Hey'eti Baskani olarak gidecegini söyledim. Pasa, birdenbire sasirdi. Asker oldugunu söyleyerek özür diledi. En sonunda teklifimi emir sayarak boyun egdi. Tekrar Ankara'ya döndüm. Bu sirada, Itilaf Devletleri tarafindan, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak olan Baris Konferansi'na davet edildik. Itilaf Devletleri, hala Istanbul'da bir hükümet tanimak istiyor ve onu da bizimle birlikte konferansa davet ediyordu.



SALTANATIN KALDIRILMASI
Bu birlikte davet edilme durumu, sahsi saltanatin kaldirilmasi isini kesin olarak sonuçlandirdi. Ger-çekten de 1 Kasim 1922 tarihli kanun geregince, hilafet ile saltanat biribirinden ayrildi. Iki buçuk yili asan bir zamandan beri fiilen hükmünü yürüten milli saltanatin varligi kabul edildi. Hilafet, açiklik kazanmis bir hakka sahip olmaksizin bir süre daha birakildi.

Efendiler, bu konuda zabitlara geçmis yeterince bilgi vardir. Konunun özel yönleri ile ilgili noktalar, belki yüce hey'etinizi ilgilendirir düsüncesiyle, bazi bilgiler sunacagim:

Bilindigi gibi, "saltanat" ve "hilafet" makamlari ayri ayri ve birlesmis olarak önemli meselelerden sayilmaktaydi. Bunu dogrulayan bir hatirami anlatayim: 1 Kasim 1922 tarihinden önce, muhalifler, Meclis çevresinde benim saltanati kaldiracagim yolunda telasli ve heyecanli propaganda yapiyorlardi.

Rauf Bey, bir gün Meclis'teki odama gelerek benimle bazi onemli konulari görüsmek istedigini ve aksam Keçiören'de Refet Pasa'nin evine gidersem daha güzel konusabilecegimizi söyledi. Rauf Bey'in teklifini kabul ettim. Fuat Pasa 'nin da orada bulunmasina izin vermemi istedi. Onu da uygun gördüm. Refet Pasa'nin evinde dört kisi toplandik. Rauf Bey'den dinlediklerimin özeti suydu: Meclis, Saltanat makaminin belki de Hilafet'in ortadan kaldirilmasi görüsünün benimsenmis oldugu endisesiyle üzgündür. Sizden ve sizin ileride benimseyeceginiz tutumdan süphe etmektedir. Bu bakimdan Meclis'e ve dolayisiyla millet kamuoyuna güven vermeniz gerektigine inaniyorum.



RAUF BEY'IN SALTANAT VE HILAFET KONUSUNDAKI DÜSÜNCESI
Rauf Bey'den saltanat ve hilafet konusundaki kanaat ve düsüncesinin ne oldugunu sordum. Verdigi cevapta su açiklamalarda bulundu: Ben, dedi, saltanat ve hilafet makamina vicdanimla ve duygularimla bagliyim. Çünkü benim babam, Padisahin ekmegi ve nimetiyle yetismis, Osmanli Devleti'nin ileri gelen adamlari sirasina geçmistir. Benim de kanimda o nimetin zerreleri vardir. Ben nankör degilim ve olmam. Padisah'a baglilik borcumdur. Halifeye bagliligim ise terbiyem geregidir. Bunlardan baska, genel bir görüsüm de vardir. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erisemeyecegi kadar yüksek görülmeye alisilmis bir makam saglayabilir. 0 da saltanat ve hilafet makamidir. Bu makami ortadan kaldirip onun yerine baska nitelikte bir makam getirmeye çalismak felakete ve büyük acilara yol açar. Bu da asla dogru olamaz.

Rauf Bey'den sonra, karsimda oturan Refet Pasa'nin görüsünü sordum. Refet Pasa'dan aldigim cevap suydu: "Rauf B e y 'in düsünce ve görüslerinin hepsine katilirim. Gerçekten de bizde padisahliktan ve halifelikten baska bir idare sekli söz konusu olamaz."

Ondan sonra, Fuat Pasa'nin düsüncesini ögrenmek istedim. Pasa. Moskova'dan yeni döndügünden, durumu, halkin duygu ve düsüncelerini daha yeterince incelemeye vakit bulamadigindan söz ederek, görüsülen konu üzerinde kesin bir düsünce ve görüs ileri süremeyecegini bildirdi ve özür diledi.

Ben, karsimdakilere kisaca su cevabi verdim: "Üzerinde durdugunuz konu bugünün isi degildir. Meclis'te bazilarinin telas ve heyecana kapilmalarina da gerek yoktur.

Rauf Bey, bu cevabimdan memnun göründü. Fakat su veya bu sekilde bu konu etrafindaki görüsmelere yine devam edildi. Aksam üzeri baslayan konusmalarimiz, bütün gece, sabaha kadar uzadi. Rauf Bey 'in bir seyi saglama baglamak istedigini hissettim. Benim hilafet ve saltanat ve ileride sahsen alabilecegim durumla ilgili olarak kendilerine söyledigim ve inandirici bulduklari sözleri bana kürsüden bizzat Meclis'e karsi söyletmek...

Kendilerine söyledigim sözleri oldugu gibi Meclis'e karsi söylemekte de bir sakinca görmedigimi bildirdim. üstelik bu sözleri kursun kalemle bir kagit parçasina yazarak ertesi gün bir sirasini düsürüp Meclis'te söyleyecegime söz verdim. Verdigim bu sözü yerine de getirdim. Benim bu konusmam muhaliflerce, Rauf Bey 'in basarisi olarak sayilmis ve kendisi takdir edilmis...




MECLIS'TE SALTANATIN KALDIRILAMSI GÖRÜSÜLÜRKEN RAUF BEY'E VERDIGIM ROL
Efendiler, belki birtakim kimselere göre. Rauf Bey, üzerine aldigi görevi yerine getirmisti. Ben de açikladigim üzere, genel ve tarihi görevimin o güne ait safhasini tamamlamistim. Ancak, genel görevimin emrettigi asil noktayi hedefe ulastirmak ve uygulamaya geçmek gerektigi zaman da asla kararsizliga düsmedim. Tevfik Pasa' nin telgraflari dolayisiyla saltanati hilafetten ayirmaya ve önce saltanati kaldirmaya karar verdigim zaman, ilk yaptigim islerden biri de, derhal Rauf Bey'i, Meclis'teki odama çagirmak oldu. Rauf Bey'in, Refet Pasa 'nin evinde sabahlara kadar dinledigim düsünce ve görüslerini hiç bilmiyormusum gibi davranarak, ayakta, kendisinden su istekte bulundum: "Hilafet ve saltanati biribirinden ayirarak saltanati kaldiracagiz! Bunun dogru oldugu konusunda kürsüden bir konusma yapacaksiniz! " Rauf Bey ile bundan baska bir tek kelime konusmadik. Rauf Bey odamdan çikmadan önce, ayni maksatla çagirmis oldugum Kazim Karabekir Pasa geldi.Ondan da ayni sekilde konusmasini rica ettim.

Efendiler, o tarihe ait Meclis tutanaklarinda görüldügü üzere, Rauf Bey, kürsüden bir iki defa görüstü ve hatta saltanatin kaldirildigi günün bayram olarak kabul edilmesi teklifini de ortaya atti.

Burada bir nokta, kafalarda dügüm olarak kalabilir. Bana, Padisah'a bagliligi borç bildiginden, saltanat makami yerine baska nitelikte bir makamin getirilmesine çalismanin felakete ve büyük acilara yol açacagini söylemis olan Rauf Bey, benim yeni kararimi ögrendikten sonra ve hele kararimin desteklenmesi ve saltanatin kaldirilmasi için Meclis'te bir konusma yapmasini teklif etmem karsisinda, ne düsündügünü bile söylemeden boyun egmistir. Bu tutum ve davranis nasil yorumlanabilir? Rauf Bey eski inanç ve görüslerini degistirmis miydi? Yoksa bu görüsierinde esasen samimi degil miydi? Bu iki noktayi biribirinden ayirmak ve biri üzerinde kesin bir yargiya varmak güçtür.

Efendiler, böyle süpheli bir yargida bulunmaya girismektense, durumun daha iyi anlasilmasini kolaylastiracak bazi safhalari, islemleri ve tartismalari yüksek hey'etinize hatirlatmayi tercih ederim.



LOZAN BARIS KONFERANSI'NA TEVFIK PASA VE ARKADASLARI DA KATILMAK ISTIYORDU
Daha önce bilginize sunmustum ki, saltanatin kaldirilmasi, Lozan Konferansi'na Istanbul'dan da bir delegeler hey'etinin davet edilmesi ve Istanbul'un, yani Vahdettin, Tevfik Pasa ve arkadaslarinin da böyle bir daveti. Türk milletinin büyük emeklerle, fedakarliklarla elde ettigi kazançlari küçültmek, belki de anlamsiz kilmak pahasina da olsa, kabul etmelerinden ileri gelmisti.

Tevfik Pasa, önce bana bir telgraf çekti. 17 Ekim 1922 tarihli bu telgrafta, Tevfik Pasa, kazanilan zaferin, bundan böyle Istanbul ile Ankara arasinda anlasmazlik ve ikiligi kaldirmis ve milli birligimizi saglamis oldugunu yaziyordu. Yani Tevfik Pasa demek istiyordu ki "memlekette düsman kalmadi; o halde, padisah yerinde, hükümet onun yaninda; millete düsenin de bu makamlarin verecegi emirlere uymaktir. Böyle olunca da, elbette birlige engel bir sey kalmamis olur." Yalniz, Tevfik Pasa. Ankara'dan biraz daha yardim istemek akilliligini gösteriyordu. 0 da, Baris Konferansi'na Istanbul ile Ankara'nin birlikte davet edilmis olmasi dolayisiyla, daha önce benden çok gizli talimat almis bir kimsenin elden gelen sür'atle Istanbul'a gönderilmesini saglamakti (Belge: 260).

Tevfik Pasa'ya verilmek üzere, Istanbul'da Hamit Bey'e çektigim telgraf la "Tevfik Pasa ve arkadaslarinin devletin siyasetini bulandirmaktan vazgeçmemelerinin ne büyük bir sorumluluk doguracaginin asikar bulundugunu" bildirdim (Belge: 261).

Neyazik ki,Hamit Bey, bu telgrafin aynen Tevfik Pasa'ya bildirilmesi gerektiginde kararsizliga düsmüs, bunu kendisine gönderilen talimat sanmis; bununla birlikte bu telgrafimda yazilanlar çerçevesinde, Tevfik Pasa'ya üç gün içinde bes defa tebligatta bulunmus; hatta Tevfik Pasa ve çalisma arkadaslarinin konferansa delege göndermeleri için gazetelere, ajanslara, verilmesi gereken demecin esaslarini bildiren bir müsveddeyi bile kendilerine göndermis (Belge: 262).



ÇIKARLARINI KIRLI BIR TAHTIN ÇÜRÜMÜS, ÇÖKMÜS AYAKLARINA SRILMAKTA BULANLAR
Bütün çikarlarini yalniz kirli bir tahtin çürümüs çökmüs ayaklarina sarilmakta gören, Tevfik Pasa ve benzeri pasalardan kurulu Vahdettin Hükümeti'nin, gizli maksatlarini ne olursa olsun kabul ettirmekten baska hiçbir seyle ugrasmadiklari anlasiliyordu. Tevfik Pasa, bana çektigi telgrafa verilen cevaptan haberi olmadigini bildirdikten sonra, dogrudan dogruya 29 Ekim 1922 tarihli telgrafiyla ve Sadrazam ünvaniyla Meclis Baskanligi'na basvurdu (Belge: 263).

Bu telgrafta yazilanlar, Osmanli devrinin Tevfik Pasa'larina yarasir bir biçimdeydi. Tevfik Pasa ve arkadaslari, bu telgraflarinda, kazanilan basarinin elde edilmesine hizmet ettiklerinden bahsedecek kadar cesaret gösterebilmislerdir.

Efendiler, gayri mesru olarak, Osmanli Devlet'inin Hükümeti adini tasimak gafletinde bulunan Tevfik Pasa, Ahmet Izzet Pasa ve benzerlerinden kurulu son Osmanli Hükümeti üzerinde daha fazla durmanin bir yarari yoktur. Sözü Meclis görüsmelerine getirecegim.

Üzerinde durdugumuz konu dolayisiyla, Meclis'te 30 Ekim 1922 günü görüsmeler basladi. Birçok konusmaci birçok seyler söyledi. Istanbul'daki Osmanli Hükümet'lerini ele aldilar. Ferit Pasa devresinden sonra Tevfik Pasa perdesinin açildigini ve bu perdeyi açanlarin idrakten yoksun, vicdandan yoksun birtakim insanlar oldugunu belirterek, bu adamlara gereken kanuni islemin yapilmasini istediler. "Böyle bir anlayista olan, yani bize bu kadar ahmakça tekliflerde bulunan kimseler -...- gerçekten Babiali'nin tarihi kimligine imzasini koyan ve her seyden çok oraya bagli olan sahislardir.. ." dediler.

Istanbul'da hükümet adini ve kimligini takinan adamlarin; Hiyanet-i Vataniye Kanunu'na göre cezalandirilmalanni isteyen önergeler okundu.

Efendiler, Osmanli Imparatorlugu'nun yikilmis oldugunu, yeni bir Türkiye Devleti'nin dogdugunu, Teskilat-i Esasiye Kanunu geregince hakimiyet haklarinin millete ait bulundugunu ifade eden bir önerge hazirlandi. Sekseni askin arkadasa imza ettirildi. Bu önergede benim de imzam vardir.

Bu önerge okunduktan sonra, ciddi olarak muhalif duruma geçenlerin basinda iki kisi vardi. Bunlardan biri Mersin Milletvekili bulunan Salahattin Bey'dir. Ikincisi, Izmir'de asilan Ziya Hursit'tir. Bunlar Saltanat'in kaldirilmamasi görüsünde olduklarini açikca belirttiler.


OSMANLI SALTANATININ KALDIRILMASI KARARININ VERILDIGI GÜN, TESKILAT-I ESASIYE, SER'IYE VE ADLIYE KOMISYONLARININ ORTAK TOPLANTISI
Efendiler, 31 Ekim 1922 günü Meclis toplanmadi. 0 gün Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantisi oldu. Bu toplantida, Osmanli Saltanati'nin kaldirilmasinin zaruri oldugunu anlattim. 1 Kasim 1922 günü yapilan Meclis toplantisinda, ayni konu uzun tartismalara ugradi. Meclis'te de genis bir konusma yapmak geregini duydum (Belge: 264).Islam ve Türk tarihinden örnekler vererek hilAfet ve saltanatin ayrilabilecegini, milli hakimiyet ve saltanat makaminin Türkiye Büyük Millet Meclisi olabilecegini, tarihi olaylara dayanarak açikladim. Hülagü'nün Halife Mu'tasim'i idam ettirerek yer yüzünde hilafete fiilen son verdigini ve 1517'de Misir'i alan Yavuz, ünvani halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet ünvaninin günümüze kadar miras kalmis bulunamayacagini anlattim.

Bundan sonra bu konu ile ilgili önergeler üç komisyona, Teskilat-i Esasiye, Ser'iye ve Adliye Komisyonlari'na gönderildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelip, konuyu bizim güttügümüz maksada uygun bir çözüme baglamasi elbette güçtü. Durumu yakindan ve bizzat takip etmek gerekti.

KARMA KOMISYONA ANLATTIGIM GERÇEK
Üç komisyon bir odada toplandi. Baskanligina Hoca Müfit Efendi'yi seçti. Konuyu görüsmeye basladilar. Ser'iye Komisyonu'nda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrilamayacagini, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddialarin yersizligini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konusabilecek olanlar ortaya çikar görünmediler. Biz, çok kalabalik olan bu odanin bir kösesinde tartismalari dinliyorduk. Bu sekildeki görüsmelerin istenilen sonuca varmasini beklemek bosunaydi. Bunu anladik. Sonunda, karma komisyon baskanindan söz istedim. Önümüzdeki siranin üstüne çiktim. Yüksek sesle su konusmayi yaptim: "Efendim, dedim, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafindan, hiç kimseye ilim geregidir diye, görüsme ve tartismayla verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alinir. Osmanogullari, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatina el koymuslardir. Bu zorbaliklarini alti yüzyildan beri sürdürmüslerdir. Simdi de Türk milleti bu saldirganlara isyan ederek ve artik dur diyerek, hakimiyet ve saltanatini fiilen kendi eline almis bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatini, hakimiyetini birakacak miyiz, birakmayacak miyiz meselesi degildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmis olan bir gerçegi kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktir. Burada toplananlar. Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karsilarsa, sanirim ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazi kafalar kesilecektir.

Isin ilim yönüne gelince, hoca efendilerin merak ve endiseye kapilmalarina yer yoktur. Bu konuda "ilmi açiklamalarda bulunayim" dedim ve uzun uzadiya birtakim açiklamalar yaptim. Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, "Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu baska bakimdan ele aliyorduk; açiklamalarinizla aydinlandik" dedi. Konu karma komisyonca çözüme baglanmisti.

OSMANLI SALTANATI'NIN YIKILIS VE GÖÇÜS MERASIMININ SON SAFHASI



Sür'atle kanun tasarisi hazirlandi. O gün Meclis'in ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konmasi teklifine karsi, kürsüye çiktim. Dedim ki, "Buna gerek yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedî olarak koruyacak ilkeleri, yüce Meclis'in oy birligi ile kabul edecegini sanirim." "Oya" sesleri yükseldi. Sonunda, baskan oya sundu ve "oybirligi ile kabul edilmistir" dedi. Yalniz olumsuzluk bildiren bir ses isitildi:"Ben muhalifim!" Bu ses "söz yok" sesleriyle boguldu. Iste Efendiler, Osmanli Saltanati'nin yikilis ve göçüs merasiminin son safhasi böyle geçmistir.


HAIN VAHDETTIN BIR INGILIZ HARP GEMISIYLE ISTANBUL'DAN KAÇIYOR



17 Kasim 1922 tarihli resmî bir telgrafin ilk cümlesi suydu : "Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrilmistir. " Bu telgrafin bir iki cümlesini daha 18 Kasim 1922 gününe ait Meclis tutanaklarinda okumussunuzdur. Fakat telgrafin aslinda, bu ayrilisa kimlerin yardim etmis olabileceginden, kutsal emanetlerin nasil korunacagindan ve daha baska hususlardan bahseden alt tarafi da vardir.
Ayni gün Meclis'te okunmus bir mektup suretiyle ona ekli -ajans- larla yayinlanmis bir bildiri suretini de zabitlardan bir daha okuyalim :
17.11.l922

Mektup Sureti
Bir nüshasini ilisik olarak sundugum resmi bildiride açiklandigi gibi, Zâtisâhâne, Ingiltere'nin koruyuculuguna siginarak bir Ingiliz harp gemisiyle Istanbul'dan ayrilmistir....
Imza : Harrington

Mektuba Ekli Bildiri Sureti
Resmen bildirilir ki, Zâtisâhâne, bugünkü durum karsisinda hürriyet ve hayatini tehlikede gördügünden, bütün Müslümanlarin halifesi sifatiyla Ingiliz himayesini ve ayni zamanda Istanbul'dan baska bir yere götürülmesini istemistir. Zâtisâhâne'nin istegi bu sabah yerine getirilmistir. Türkiye'deki Ingiliz Kuvvetleri'nin Baskomutani General Sir Charles Harrington, (Sör Çarlz Harrington) Zâtisâhâne'yi almaya giderek bir Ingiliz harp gemisine kadar kendisine eslik etmis ve Zâtisâhâne, vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutani AmiralSir De Brook (Sör Bruk) tarafindan karsilanmistir. Ingiliz Fevkalâde KomiserVekili Sir Newill Henderson, Zâtisâhâne'yi gemide ziyaret ederekKral Besinci George' a bildirilmek üzere arzularini sormustur.
General Harrington'un Ulviye Sultan adindabir hanima gönderdigi Fransizca bir mektup da vardir. Bu mektup, hiçbir karsilik verilmemis oldugu notuyla Refet Pasa' ya gönderilmis.O da, 25 Kasim 1922 tarihinde bize bir suretini göndermisti. Fransizca mektubun bize gönderilen Türkçe sureti sudur :
Sultan Hanimefendi Hazretleri,
Su siralarda Malta'ya yaklasmakta olan Padisah Hazretleri'nden, ailesinindurumu hakkinda bilgi rica eden bir telsiz aldim. Bu konuda, geçen CumartesiYildiz'dan bilgi almis ve Kadinefendi Hazretleri'nin saglik ve nes'elerinin yerindeoldugunu ögrenmis ve derhal Zâtisâhâne'ye arz etmistim. Eger Padisah Hazretleri'nin aileleri hakkinda yeni bilgiler lutfederseniz, onu da derhal Zâtisâhâne'yesunmakla mutluluk duyarim. Zâtisâhâne'nin içinde bulunduklari güçlükler dolayisiyla, en samimî dileklerimi Kadinefendi Hazretleri'ne ve pek muhterem ailelerine sunmama izin vermenizi ve en derin saygi ve tazimlerimin kabulünü rica edcrim.
Imza : Harrington

Efendiler, bu son mektup, üzerinde durulmaya deger nitelikte degildir. Bundan baska, General Harrington' un, Istanbul'daki askerî memurumuza yazdigi mektup ile ekinde yazilanlar üzerinde görüs belirtmeyi de gereksiz bulurum.


ASIL BIR MILLETI UTANILACAK BIR DURUMA DÜSÜREN SEFIL



Kamuoyunu gerçek durumla karsi karsiya birakmayi tercih ederim. O zaman, Saltanat'i atadan ogula geçirmek gibi yanlis bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanali bir ünvan kazanabilmis birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasil utanilacak bir duruma düsürebilecegi kendiliginden anlasilir.
Gerçekten de, her ne sebeple ve ne sekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatini milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratigin, bir dakika bile olsa, bir milletin basinda oldugunu düsünmek ne hazindir! Sükre deger bir durumdur ki, bu alçak, mirasina kondugu Saltanat makamindan millet tarafindan atildiktan sonra, alçakligini sonuna kadar getirmis oluyor. Türk milletinin bu iste önce davranmasi elbette takdire deger.
Âciz, âdi, duygu ve anlayistan yoksun bir yaratik, kendisini kabul eden herhangi bir yabancinin koruyuculuguna siginabilir; ancak, böyle bir yaratigin bütün Müslümanlarin Halifesi sifatini tasidigini ifade etmek elbette dogru degildir. Böyle bir düsünce tarzinin dogru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmalari sartina baglidir. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyuncahürriyet ve istiklâle sembol olmus bir milletiz! Degersiz hayatlarini ikibuçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düskünlüge katlanmakta bir sakinca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldirabildigimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin biribirleriyle olan iliskilerinde, sahislarin, özellikle bagli bulunduklari devlet ve milletin zararina da olsa sahsî durumlarindan ve kendi hayatlarindan baska birsey düsünemeyecek pespavelerin herhangi bir önemi olamayacagi seklindeki bilinen gerçegi bir defa daha ortaya koymus olduk.
Milletler arasindaki iliskilerde mankenlerden yararlanma yöntemineragbet etme devrine son vermek medenî dünyanin samimî bir dilegi olmalidir.


ABDÜLMECIT EFENDI'NIN BÜYÜK MILLET MECLISI'NCE HALIFE SEÇILMESI



Saygideger Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nce kaçak Halife'nin halifeligi kaldirildi. Yerine. sonuncu halife olan Abdülmecit Efendi seçildi. Meclis'çe, yeni halife seçilmeden önce, seçilecek sahsin da padisahlik sevda ve davasina katilarak, herhangi bir yabanci devlete siginmasi ihtimalini ortadan kaldirmak gerekiyordu. Bunun için Istanbul'da bulunan görevlimiz Refet Pasa' ya, Abdülmecit Efendi ile görüserek ve hattâ elinden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilâfet ve saltanatla ilgili kararini tamamen kabul ettigini bildiren bir belge alarak göndermesini yazdim. Bu yazdiklarim yapilmistir.
18 Kasim 1922 günü, Istanbul'da Refet Pasa' ya bir sifreli telgrafla verdigim talimatta baslica su noktalari belirtmistim : "Abdülmecit Efendi, Halife-i Müslimîn ünvanini kullanacaktir. Bu ünvana baska bir sifat ve kelime eklenmeyecektir. Islâm dünyasina duyurulmak üzere hazirlayacagi bir bildiriyi, sizin araciliginizla önce bize sifre olarak bildirecektir. Bu bildiri, onaylandiktan sonra yine sifre ile ve sizinaraciliginizla kendisine bildirilecek, ondan sonra yayinlanacaktir. Bu bildiri metninde baslica su noktalar yer alacaktir :
a) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kendisini halifelige seçmesinden dolayi memnun oldugu açikça söylenecektir.
b) Vahdettin Efendi' nin hareket tarzi etrafli olarak ele alinip kötülenecektir.
c) Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 10. maddesine kadar olan hükümleri, uygun bir biçimde açiklanarak ve önemli olan ifadeleri oldugu gibi tekrarlanarak Türkiye Devleti'nin, Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükumeti'nin kendine has niteliginin ve idare seklinin Türk halki ve bütün Islâm dünyasi için en yararli ve en uygun rejim oldugu belirtilip tespit edilecektir.
d) Türkiye millî halk hükumetinin geçmisteki hizmetlerinden veyararli çalismalarindan övücü bir dille bahsedilecektir.
e) Bu bildiride, belirtilen noktalar disinda, siyasî sayilabilecek birnokta ve düsünce söz konusu edilmeyecektir.
19 Kasim 1922 tarihli açik bir telgrafla da, Abdülmecit Efendi' ye : "Türkiye Devleti'nin hâkimiyetini kayitsiz sartsiz millete veren Teskilât-i Esasiye Kanunu geregince, yürütme gücü ve yasama yetkisi kendisinde belirmis ve toplanmis bulunan, milletin tek ve gerçek temsilcilerinden kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasim 1922 tarihinde oybirligi ile kabul ettigi gerekçe ve ilkeler çerçevesinde ve Yüce Meclis'in 18 Kasim 1922 tarihli oturumunda halifelige seçilmis oldugunu bildirdim.
19 Kasim 1922 tarihli bir sifreli telgrafla Refet Pasa, çektigimiz telgraflara cevap veriyordu. Abdülmecit Efendi : "imzasinin üstünde Halife-i Müslimîn ve Hâdimü'1-Haremeyn ünvanlarinin bulunmasinin ve Cuma selâmliginda hil'ât giymesinin ve Fatih' inki gibi bir sarik sarinmasinin mümkün ve uygun olacagi görüsünüileri sürmüs. Islâm dünyasina yayinlayacagi bildiri metninde, Vahdettin Efendi hakkinda bir sey söylemeyecegini bildirmis. Bildiri Istanbul gazetelerinde yayinlanirken, Türkçesi ile birlikte Arapçaya çevrilmis ve metninin de yayinlatilmasi görüsünü ortaya atmis.
Refet Pasa' ya, 20 Kasim 1922 günü makine basinda verdigim cevapta, "Halife-i Müslimîn" ünvaniyla birlikte "Hâdimü'1-Haremeyni's-serifeyn" ünvaninin kullanilmasini da uygun buldugumu söyledim. Cumatöreninde Fatih' in kiyafetine girmesini uygunsuz buldum. Redingot veya istanbulin giyebilecegini, askerî üniformanin elbette söz konusu olamayacagini bildirdim. Yayinlanacak bildiride, Vahdettin' in adisöylenmeden eski halifenin manevî sahsiyetinin ve zamaninda düsülen kötü durumun dile getirilmesinin gerekli oldugunu bildirdim.
ABDÜLMECIT EFENDI, BABASININ ADI DOLAYISIYLA DA OLSA "HAN" ÜNVANINDAN VAZGEÇEMIYOR



Refet Pasa'dan, 20 Kasim I922'de aldigim sifreli telgrafin birinci maddesinde, Refet Pasadiyordu ki, Abdülmecit Efendi' nin 29 Rebiülevvel tarihli yazisinin altinda "Halife-i Resulullah Hâdimü'1-Haremeyni's-Serifeyn" ünvaninin altinda "Abdülmecid Bin Abdülazîz Han" ) imzasi kullanilmistir.
Efendiler, yaptigimiz uyariyi iyi karsiladigini bildirmis olan Abdülmecit Efendi, "Halife-i Müslimîn" yerine "Halife-i Resîilullah" ve babasinin adi dolayisiyla "Han" ünvanlarini kullanmaktan kendini alamamistir. Birtakim düsünceler ileri sürdükten sonra da, Vahdettin'le ilgili demeçten vazgeçtigini, çünkü baskasinin kötü islerini dile getirmek seklinde bile olsa, bu türlü demeçlerin kendi prensip ve karakterineagir geleceginin asikâr oldugunu bildirmis. Bu nokta telgrafin ikincimaddesinde yer almisti, Telgrafin üçüncü maddesi, benim Meclis Baskani sifatiyla kendisine, halifelige seçildigini bildiren telgrafima yazdigi cevap niteliginde idi. Bu cevapta : "Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Maresal Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne diye, dogrudan dogruya sahsima hitap eden bir baslik kullanilmisti. Dördüncü maddede, Islâm dünyasina duyuracagi bildiri suretivardi. Bu bildirinin yazildigi Istanbul'un "Dârü'1-Hilâfetü'1-Âliyye" oldugu da özenle belirtilmisti.
21 Kasim 1922 tarihli bir telgrafta : "Halife-i Resulûllah yerine dahaönce de bildirdigimiz gibi Halife-i Müslimîn denilecektir" dedik. Kendisine, halife seçildigini bildiren telgrafimiza verecegi cevabin sahsima degilTürkiye Büyük Millet Meclisi Baskanligi'na yazilmasini hatirlattik. Yazilarinda siyasî ve genel konularla ilgili kelimelerin bulundugunu, bunlardan kaçinilmasi gerektigini bildirdik.
Efendiler, önemsiz ayrintilar gibi sayilmasi pek mümkün olan buaçiklamalarimla isaret etmek istedigim asil nokta sudur : Ben, sahis hâkimiyetine dayanan saltanatin kaldirilmasindan sonra, baska ünvanla ayni nitelikle bir makamdan ibaret olmasi gereken hilâfetin de ortadan kaldirilmis oldugunu kabul ediyordum. Bunun, elverisli bir zaman ve firsatta açiklanmasini tabiî buluyordum. Halife seçilen Abdülmecit Efendi' nin bu gerçekten büsbütün habersiz oldugu iddia edilemez. Özellikle ,kendisinin Halife ünvaniyla saltanat sürmesinin imkân ve sartlarini hazirlayip saglayabileceklerini hayal edenlerin varligi düsünülürse, Abdülmecit Efendi' nin ve tabiî taraftarlarinin saf ve gafil olduklari zannina kapilmak hiç de dogru olamazdi.

HALIFE OLACAK ZATIN SIFAT VE YETKISI NE OLACAKTI



Simdi, arzu buyurursaniz, Halife seçimi dolayisiyla Meclis'in 18 Kasim 1922 günlü gizli oturumlarinda geçen görüsmelerle ilgili kisa bir bilgi vereyim :
Meclis'te konuyu pek ciddî ve önemli sayanlar vardi. Özellikle hoca efendiler, kendi ihtisaslari ile ilgili bir konu bulduklarindan çok dikkatli ve uyanik idiler. Bir halife kaçmis. .. Onu makamindan indirmek ve yenisini seçmek... Sonra, yenisini Istanbul'da birakmayip Ankara'ya getirmek. . . Milletin ve devletin yakindan basina geçirmek. . . Kisacasi, Halife' nin kaçmasi yüzünden Türkiye'de ve bütün Islâm dünyasinda karisiklik çikmis veyahut çikacakmis... Onun için tedbirler alinmali imis... seklinde düsünceler, endiseler ortaya atiliyordu.
Bazi konusmacilar da halife olacak zatin sifat ve yetkisinin ne olacagini tespit gereginden söz ediyorlardi.
Görüsme ve tartismalara ben de katildim. Konusmalarimin çogu, ileri sürülen düsüncelere cevap niteliginde idi. Söylediklerimin özü su cümlelerde toplaniyordu :
Bu konu fazlasiyla tartisilip tahlil edilebilir. Ancak, tartisma ve tahlillerde ne kadar ileri gidersek, konuyu çözüme baglamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere ugrariz. Yalniz, su noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkinin Meclisidir. Bu Meclis'in sifat ve yetkileri yalniz ve ancak Türk halkinin ve Türk vataninin varligi ve kaderi ile ilgili ve onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün Islâm dünyasini içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmus bulunan Meclis'imiz kendi varligini, halife ünvanini tasiyan veya tasiyacak olan bir zatin eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayi Islâm dünyasinda karisiklik varmis veyahut olacakmis. Bunlarin hepsi anlamsiz ve yalan sözlerdir. Kim söylemisse yalan söylemistir, yalan söylüyor."
Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve açikça dedim ki :
- Sen yalan söyleyebilirsin, yaratilisin buna elverislidir!
Efendiler, ortaligi gürültüye vermenin geregi olmadigini açikladiktan sonra, dedim ki : "Bizim dünya gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni sekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makami esaret altinda olabilir. Halife ünvanini tasiyanlar, yabancilara siginabilirler. Düsmanlar ve halifeler elele verip her seyi yapabilecek bir isbirligine girisebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasini ve kuvvetini hiç bir sekilde sarsamazlar .


TÜRK HALKI KAYITSIZ VE SARTSIZ HAKIMIYETINE SAHIPTIR



Türk halkinin kayitsiz ve sartsiz hâkimiyetine sahip oldugunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir sekilde, hiçbir renk ve hiçbir kilavuzlukta ortaklik kabul etmez. Ünvani ister halife ister baska bir sey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çikamaz. Millet buna kesinlikle müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. Bunun içindir ki, kaçmis olan Halife'nin Halifeligine son verip, yenisini seçmek ve bu konu ile ilgili bütün islemlerde belirttigim görüsler çerçevesinde hareket etmek zarurîdir. Baska türlüsüne kesinlikle imkân yoktur.
Saygideger Efendiler, biraz tartismali ve gürültülü olmakla birlikte, yapilacak islem üzerinde Meclis'te çogunlukla görüs birligi saglandi. Ondan sonraki sonuç da yüksek malûmunuzdur.
Saltanatin kaldirilmasi üzerine, Istanbul'da hükûmet adini tasiyan Tevfik ve Izzet Pasa' larla arkadaslarinin Saray'a istifalarini nasil verdiklerinden; Istanbul'un yönetimini düzene sokmak için verdigimiz talimat ve emirlerden de söz ederek yüksek hey'etinizi yormayi yararli bulmuyorum.
LOZAN BARIS KONFERANSI



Lozan Konferansi genel toplantisi 21 Kasim 1922 günü yapilmistir. Bu konferansta Türkiye Devleti'ni Ismet Pasa Hazret1eri temsil etti. Trabzon Milletvekili Hasan Bey ve Sinop Milletvekili Riza Nur Bey, Ismet Pasa' nin baskanligindaki delegeler hey'etini olusturuyordu.
Hey'etimiz, Kasim 1922 baslarinda Lozan'a gitmek üzere Ankara' dan ayrildi.
Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansi ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur.
Bir süre Ankara'da Lozan Konferansi görüsmelerini takip ettim. Görüsmeler hararetli ve tartismali geçiyordu. Türk haklarini taniyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabiî buluyordiim. Çünkü, Lozan baris masasinda ele alinan meseleler yalniz üç dört yillik yeni devreye ait ve onunla sinirli kalmiyordu. Yüzyillarin hesabi görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karisik ve bu kadar kirli hesaplarin içinden çikmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacakti.
Efendiler, bilindigi üzre, yeni Türk Devleti'nin yerini aldigi Osmanli Devleti, Uhud-i Atîka adi altinda birtakim kapitülasyonlarin esiri idi. Hristiyan halkin birçok haklari ve ayricaliklari vardi. Osmanli Devleti, Osmanli ülkesinde oturan yabancilara karsi yargi hakkini uygulayamazdi; Osmanli vatandaslarindan aldigi vergiyi, yabancilardan almasi engellenmis bulunuyordu. Devletin varligini kemiren ve kendi sinirlari içinde yasayan azinliklarla ilgili tedbirler almasi mümkün degildi.
Osmanli Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin, insanca yasamasini saglayacak tedbirleri alma bakimindan da engellenmisti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptiramazdi. Hattâ okul yaptirmakta bile serbest degildi. Bu gibi durumlarda yabanci devletler hemen ise karisirlardi.
Osmanli hükümdarlari ve çevresindeki yakinlari debdebe ve gösteris içinde yasayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarini kuruttuktan baska, milletin her türlü çikarlarini feda etmek, devletin haysiyet ve serefini ayaklar altina almak suretiyle birçok dis borçlar yapmislardi. O kadar ki, devlet bu borçlarin faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmis, dünya gözünde "müflis" sayilmisti.


OSMANLI DEVLETI'NIN DÜNYA GÖZÜNDE HIÇBIR DEGERI KALMAMISTI



Efendiler, mirasçisi oldugumuz Osmanli Devleti'nin dünya gözünde hiçbir degeri, fazileti ve haysiyeti kalmamisti. Devletlerarasi hukukun disinda tutulmus, sanki, himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmis gibi kabul ediliyordu.
Geçmisteki hosgörürlügün ve yapilan yanlislarin sorumlusu biz olmadigimiza göre, yüzyillarin birikmis hesaplari bizden sorulmamak gerekirken, bu konuda da dünya ile karsi karsiya gelmek bize düsmüstü. Milleti ve memleketi gerçek istiklâl ve hâkimiyetine sahip kilmak için, bu güçlüge ve fedakârliga da katlanmak bizim üzerimize yüklenmisti. Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alinacagindan emindim. Türk milletinin varligi için, istiklâli için, hâkimiyeti için ne pahasina olursa olsun elde etmeye ve saglamaya mecbur oldugu haklarin dünyaca taninacagindan asla süphem yoktu. Çünkü, gerçekte bu haklar, kuvvetle, liyakatle fiilî ve maddî olarak elde edilmisti. Konferans masasinda istedigimiz, zaten elde edilmis olan bu haklarin usulünce ifade ve onaylanmasindan baska bir sey degildi. Isteklerimiz, açik ve tabiî haklarimizdi. Bundan baska, haklarimizi kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardi; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanagimiz millî hâkimiyetimizi kavramis, onu fiilî olarak halkin eline vermis ve halkin elinde tutabilecegimizi fiilen ispatlamis olmamizdi.
Iste bu düsüncelerle, konferansin gidisini sogukkanlilikla takip ediyor ve ortaya çikan tersliklere gereginden fazla önem vermiyordum.


HALKIN IÇINDE BULUNDUGU PSIKOLOJIYI, DÜSÜNCE EGILIMLERINI BIR DAHA INCELEMEK IÇIN HALKLA YAKINDAN TEMASA GEÇMEK



Efendiler, saltanatin kaldirilmasi ve hilâfet makaminin yetkisiz kalisi üzerine, halk ile yakindan temasa geçmek, halkin içinde bulundugu psikolojiyi, düsünce ve egilimlerini bir daha incelemek önem kazaniyordu. Bunun disinda, Meclis, son yilina girmis bulunuyordu. Yeni seçim dolayisiyla, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni siyasî bir parti durumuna getirmeye karar vermistim. Baris gerçeklesince, cemiyet teskilâtimizin, siyasî bir partiye dönüsmesini gerekli buluyordum. Bu konuda da dogrudan dogruya halk i1e görüsüp konusmayi yararli sayiyordum. Zaferden sonra egitimle ugrasmaya baslamis olan ordumuzu da yakindan görmek istiyordum. Iste bu maksatlarla Bati Anadolu'da bir gezi yapmak üzere, 14 Aralik 1923 tarihinde Ankara'dan hareket ettim,
Eskisehir'den baslayarak, Izmit, Bursa, Izmir ve Balikesir'de, halki uygun yerlerde toplayarak uzun sohbetlerde bulundum. Halkin, bana, diledikleri gibi serbestçe sorular sormasini istedim. Sorulan sorulara cevap olmak üzere, alti saat, yedi saat süren konferanslar verdim.
Saygideger Efendiler, hemen her yerde halkin anlamak istedigi hususlardan dikkati çeken noktalar sunlardi :
Lozan Konferansi ve sonucu, millî hâkimiyet ve hilâfet makami, bunlarin durumlari ve iliskileri; bir de kurmak niyetinde oldugum anlasilan siyasî parti...
Lozan Konferansi görüsmelerini, her yerde, özetleyerek oldugu gibi anlatiyordum. Olumlu sonuç alinacagi hakkindaki inancimi da belirterek milletin endisesini gidermeye çalisiyordum.
MILLI HAKIMIYET ILE HILAFET MAKAMININ DURUMLARI VE ILISKILERI



Halkin, millî hâkimiyet ve hilâfet makaminin durumlari ile bunlarin iliskileri konusunda merak ve endiseye kapilmakta hakki vardi. Çünkü, Meclis 1 Kasim 1922 tarihli karariyla, sahis hâkimiyetine dayanan devlet seklinin 16 Mart 1920 tarihinden baslayarak ve ebedî olarak tarihe karistigini ilân ettikten sonra, birtakim Sükrü HocaIar Müslüman kamuoyu süphe ve üzüntülere düsmüstür diyerek hareket ve faaliyete geçtiler. Bunlar : Hilâfet demek hükûmet ('93) demektir. Hilâfetin hak ve görevlerini yok etmek hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde degildir dâvâsini ortaya atmislardi. Meclis'in, milletin ortadan kaldirdigi sahis saltanatini, hilâfet makaminda devam ettirmek ve Padisah'in yerine Halife'yi geçirmek sevdasina düsmüslerdi.Gerçekten de gerici bir grup, Afyonkarahisar Milletvekili Hoca Sükrü imzasiyla Islâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adiyla bir brosür yayinladi. Bu brosürün, Ankara'da 15 Ocak 1923 tarihinde yayinlandigi ve bütün milletvekillerine dagntildigi bana Izmit'te bildirildi. Brosürün üzerine sadece 1339 ( 1923 ) yili yazilmisti. Fakat, brosürün daha ben Ankara'da iken hazirlanip bastirildigi ve benim Ankara'dan ayrilis tarihim olan 14 Ocak 1923 gününün ertesixLde ortaya çikarildigi anlasilmisti.Sükrü Efendi Hoca ve arkadaslari, Halife Meclis'in, Meclis Halifenindir safsatasiyla, Millet Meclisi'ni Halife'nin danisma kurulu ve Halife'yi Meclis'in, dolayisiyla devletin baskani gibi göstermek ve kabul ettirmek istemislerdir.


HALIFE OLAN ZATI ÜMITLENDIRECEK BAGLILIK GÖSTERILERI



Efendiler, Halife bulunan zati ümitlendirecek bazi baglilik gösterileri de dikkati çekiyordu. Gizli olarak yapilan baglilik gösterileri ise, bizim disardan tahmin ettiklerimizden daha fazla imis. Bu konuda bir fikir vermis olmak için, o siralarda Istanbul ve Trakya'da görevli memurumuz ve temsilcimiz olan Refet Pasa'nin, o günlerde, Halife'ye Konya adindaki bir ati sunmasi dolayisiyla, kendi kardesi ve ayni zamanda yaveri Rifat Beye yazdigi bir sifreli telgrafla, bu telgrafa Halife'nin basyaveri vasitasiyla verdigi cevabi oldugu gibi bilginize sunacagim : Sifre Rifat Bey'e 5.1.1923 Konva'yi Halife Hazretleri'ne sunmak için getirmistim. Yalniz simdi ne durumda oldugunu görmedim. Cesaret edemiyonim. Istanbul'da iyi bir hayvan bulunmayacagini anladigim için, Halife Hazretleri'nin basyaverlerinden de hayvan satin alinmasi hususunda acele etmemelerini rica etmistim. Hayvanm Halife Hazretleri tarafindan begenilmesini Tanri'nin bir lütfü sayiyoruin. Büyük bir cür'etkârlik olacagini bilmekle birlikte, Istiklâl Savasi'nin tarihî bir hâtirasi oldugu için,eski sadik bir askerin gazâ yadigân olarak sundugu Konya'nin Halife Hazretleri tarafindan lûtfen kabulünü ve Halife Hazretleri'nin en içten gelen baglilik duygulanriyla ellerini öptügümün Halife Hazretleri'ne duyurulmasina araci olmalarini Basyaver Sekip Bey'den rica ederim.Konya'yi ve bu sifreyi Sekip Bey'e hemen teslim ediniz. Refet T.1.1923 Trakya Fevkalâde Temsilcisi Refet Pasa Hazretleri'ne Saygiyla arz ederim : Pek sayin kardesiniz Rifat Bey'in teslim ettigi yüce sahsinizdan gelen telgrafi Halife Hazretleri Efendimiz'e arz ettim. Peygamber vekili olan Halife Hazretleri, gerek bir defa daha ifade buyurulan içten baglilik duygularindan gerek kendilerine sunulan Konya adindaki hayvandan dolayi pek hosnut ve mütesekkir kaldilar. Aziz vatanimizin istiklâlini korumak gibi pek kutsal ve yüce bir gayenin elde edlimesine çalisan büyük siinalar arasinda seçkin bir yeri olan yüksek sahsiyetlerinin de yigitlik ve fedakârlik gösterdikleri er meydanlarindan bIrinin adiyla anilan bu sevimli ve güzel ata sahip olmakla iftihar ettiler, Yüce Cebrail, kâinatin serefi Peygamberimiz Hazretleri'ne (S.A.S.)'in peygamberligi bildirdigi gibi, zâtidevletiniz de Halife Hazretleri'ne Peygamberin vekili oldugunu bildirdiginizden dolayi, yüksek sahsiyetiniz, kendilerine bütün ömürlerinin en mutlu ve kutsal bir olayini her zaman hatirlatacaktir. Yüksek sahsiyetlerinin bu aziz hâtiraya kansmis olmalan dolayisiyla, sik sik ve içten gelen bir sevgi ile hatirlanacaklan zaten belli iken, bir de her gün, alisildigi üzere tatli Sabâ Rüzgâri (95) gidisli bu ata binildikçe, yüksek sahsiyetlerinin degerli hâtirasi yeniden anilacak ve canlanacaktir. Su satirlarla, Halife Efendimiz'in gerçekten tertemiz ve degerbilir duygulanna ne dereceye kadar tercüman olabildigimi kestiremem. Bunu basaramadiysam. eksigimi, Bati,devletlerine, Halife Hazretleri'nin bizzat göstermis ve ifade buyurmus olduklan babaca sevgi ve oksayislar daha önceden telâfi etmistir, kanaatiyla avunmaktayim. Bu vesileyle ve sonuÇ olarak size, Tanri'nin gölgesi ve Peygamber'in vekili Halife Hazretleri'nin özel selâmlanni ve hayir dualarini bildirmek ve müjdelemekle seref duyar, üstün saygilanmin kabulünü ricaederim, Efendim fiazretleri. Sekip Hakki Basyaver (Bu yazismalari ve karsilikli sevgi gösterilerini, biz ancak hilâfetin kaldirilmasindan ve Halife'nin soyuivdan gelen kimselerin memleketten çikarilmasindan sonra tesadüf eseri olarak ögrenebildik.)
DIN OYUNU AKTÖRLERI HALIFE'YI BÜTÜN ISLAM DÜNYASINA HÜKÜMDAR YAPMAK ISTIYORLARDI



Sunu arz etmeliyim ki, Sükrü Efendi Hoca ile,onu ve imzasini ileri süren politikacilar, sultan veya padisah ünvanini tasiyan bir hükümdar yerine, ünvani halife olan bir hükümdar koyarak konusmuslar ve iddialarda bulunmuslardi. Yalniz su farkla ki, herhangi bir memleket ve milletin hükümdari yerine, dünyanin dört bucaginda kitleler halinde yasayan, türlü türlü irktan üç yüz milyonluk bir topluluga hüküm yürüten bir hükümdardan, onun görev ve yetkilerinden söz etmislerdi. Bu, bütün Islâm dünyasina hâkim olacak büyük hükümdarin eline, kuvvet olarak, üç yüz milyon Muhammet ümmetinden yalniz on on bes milyon Türk halkini lutfetmislerdi. Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki bütün Müslümanlarin islerini yönetecek,dünya isleriyle ilgili hükümlerden, onlarin çikarlarina en uygun olanlari hakkinda karar verecekti. Bütün Müslümanlarin haklarini savunacak, onlarin islerine ve problemlerine etkili bir azim ve irade ile saliip çikacakti.Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki üç yüz milyon müslüman arasinda, adaleti sürekli olarak ayakta tutacak vatandas haklarini gözetecek, güvenlik vie huzur bozucu olaylara engel olacak, Müslümanlara baska dinlere bagli olanlardan gelmesi muhtemel saldirilari önleyecekti. Islâm toplulugunun güven içinde yasamasini, gelisip kalkinmasini saglayici çareleri hazirlamakla yükümlü bulunacakti.Saygideger Efendiler, bu kadar kara cahil, dünya sartlarindan ve gerçeklerden bu denli habersiz Sükrü Hoca ve benzerlerinin milletimizi kandirmak için, Islâmî hükümler diye yayinladiklari safsatalarin,gerçekte tekrarlanacak bir degeri yoktur. Ancak, bunca yüzyillar boyunca oldugu gibi, bugün de, milletlerin cahilliginden ve bagnazligindan yararlanarak binbir türlü siyasi ve sahsî maksatla çikar saglamak için, din âlet ve vasita olarak kullanmak tesebbüsünde bulunanlarin memleket içinde de disinda da var olusu, ne yazik ki, daha bizi bu konuda söz söylemekten alikoyamiyor. Insanlik dünyasinda, din konusundaki uzmanlik ve derin bilgi, her türlü hurafelerden armarak gerçek bilim ve teknigin isiklariyla tertemi ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine,her yerde rastlanacaktir. Sükrü Hoca'larin ne kadar anlamsiz, mantiksiz ve uygulama kabiliyetinden yoksun düsünce ve hükümler savurduklarini anlamamak için cidden Hoca Efendi gibi allahlik denilen yaratiklardan olmak lâzimdir. Onlarin dedigi gibi, halifenin ve hilâfetin otoritesi, bütün dünya Müslümanlari üzerinde geçerli olmak gerekince, bütün varligini ve kuvvet kaynaklarini yalniz halifenin emir ve yasaklarina birakmakla, Türk halkinin omuzlarina bindirilecek yükün ne kadar agir olacagini insaf edip düsünmek lâzim gelmez miydi? Onlarin ileri sürdükleri gerekçe ve hükümlere göre, halife adini tasiyan hükümdar; Çin, Hint, Afgan, Iran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Misir, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, kisacasi dünyanin dört kösesindeki Islâmlarin ve Islâm memleketlerinin islerinde yetki sahibi olacakti.Bu hayalin hiçbir zaman gerçeklesmemis oldugu bilinmektedir. IsIâm topluluklarinin baska baska maksatlarla biribirinden ayrildiklari; Emevîlerin Endülüs'te, Alevilerin Kuzey Afrika'da, Fatimîlerin Misir'da,Abbasî'lerin Bagdat'ta birer hilâfet yani saltanat kurduklari; hattâ Endülüs'te her bin kisilik bir toplulugun bir halifesi ile bir minberi oldugu, Hoca Sükrü imzali brosürde de yer almistir. Bu tarihî gerçegi bilmezlikten gelerek, hemen hepsi yabanci devletlerin idaresi altinda bulunan veya bagimsiz olan Müslüman milletlere ve devletlere Halife adi altinda bir hükümdar tayin etmek akil ve gerçek ile bagdastirilabilir miydi? Hele, böyle bir hükümdarin mevküni korumak için, bir avuç Türkiye halkini o hükümdarin emrine vermek, onu yok etmek için uygulanagelen tedbirlerin en etkilisi olmaz miydi?Halifenin görevi ruhani degildir, hilâfetin temeli maddî iktidar ve hükumet kuvvetidir diyenlerin, hilâfetin devlet, halifenin devlet baskani oldugunu ifade ve ispat ettikleri ve maksatlarinin halife ünvanini tasiyan bir zati Türkiye Devleti'nin baskanligina geçirmek oldugu kolaylikla anlasilabiliyordu. Saygideger Efendiler, Sükrü Hoca Efendi 'nin ve politikaci arkadaslarizin, siyasî maksatlarini açiktan açiga ortaya koymayip, bunu bütün islâm dünyasina maletmek istedikleri dinî bir konu olarak ele almalari, hilâfet oyuncaginin ortadan kaldirilmasini çabuklastirmaktan baska bir sonuç vermemistir.

HILAFET KONUSUNDA HALKIN SÜPHE VE ENDISESINI GIDERMEK IÇIN YAPTIGIM AÇIKLAMALAR



Hilâfet konusurinda halkin süphe ve endisesini gidermek için, her yerde gerektigi kadar konustum ve açiklamalarda bulundum. Kesin olarak belirttim ki, milletimizin kurdugu yeni devletin mukadderatina,islerine, bagimsizligina, ünvani ne olursa olsun hiç kimseyi karistiramayiz! Milletin kendisi, kurdugu devleti ve onun bagimsizligini koruyor ve sonsuz olarak da koruyacaktir! Millete anlattim ki, bütün Müslümanlari içine alan bir devlet kurmak görevi ile yükümlü imis gibi hayal edilen bir halifenin, görevini yerine getirebilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tâbi tutulamaz. Millet buna razi olamaz! Türk halki bu kadar büyük bir sorumlulugu bu kadar mantiksiz bir görevi üzerine alamaz. Milletimiz, yüzyillarca bu anlamsiz ve bos görüSten hareket ettirildi.Fakat ne oldu? Her gittigi yerde miilyonlarca insan birakti. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu evlâtlarinin sayisini biliyor musunuz? dedim. Suriye'yi, Irak'i elden çikarmamak için, Misir'da barinabilmek için, Afrika'da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu görüyor musunuz? dedim. Halife'ye dünyaya meydan okutmak ve onu bütün Islâm Dünyasinin islerinde söz ve yetki sahibi kilmak düsüncesinde olanlar, bu görevi yalniz Anadolu halkindan degil, onun sekiz on kati nüfusa sahip olan büyük Müslüman kitlelerinden beklemelidirler! Yeni Türkive'nin ve Yeni Türkiye halkinin, artik, kendi varhk ve mutlulugundan baska düsünecek bir seyi yoktur... Baskalarina verilecek bir zerresi kalrriamistir! dedim. Bir baska noktayi da halka iyice açiklayabilmek için sunlari söyledim : Bir an için farz edelim ki, dedim; Türkiye söz konusu görevi kabul etsin... Bütün fslâm dünyasini bir noktada birlestirerek yönetmek gayesinde yürüsün ve basarmis da nlsun! Pekâlâ ama, uyrugumuz ve idaremiz altina almak istedigimiz milletler, derlerse ki bize büyük hizmetler ve yardimlar yaptiniz, tesekkür ederiz. Fakat, biz bagimsiz kalmak istiyoruz. Istiklâl ve hâkimiyetimize kimsenin karismasini uygun bulmayiz! Biz kendi kendimizi yönetmeye muktediriz. O zaman Türk halkinin bütün bu gayret ve fedakârligi yalnizca bir tesekkür ve diia almak için mi göze alinacaktir?Görülüyordu ki, bos bir istek ve heves için, bir vehim ve hayal için,Türk halkini mahvetmek istiyorlardi. Hilâfet ve halifeye görev ve yetki vermek düsüncesinin temelinde yatan esas bundan ibaretti. Efendiler, halka sordum : Bir Islâm devleti olan Iran ve Afganistan , halifenin herhangi bir yetkisini tanir mi? taniyabilir mi? Hakli olarak taniyamaz. Çünkü, böyle bir yetki devletinin istiklâlini milletinin hâkimiyetini ortadan kaldirir.Millete sunu da hatirlattiin ki, kendimizi dünyaiun hâkimi zannetmek gafleti, artik devam etmemelidir. Dünyanin durumunu ve dünyadaki gerçek yerimi -i tanimamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürükledigimiz felâketler yetisir! Bile bile ayni faciayi devam ettiremeyiz. Efendiler, Ingiliz tarihçilerinden We11s, iki yil önce yayinlanan bir tarih yazdi. Eserinin son sayfalari Dünya tarihinin gelecekteki safhasi basligi altinda bazi düsünee ve görüsleri içine almaktadir. Bu görüslerin yönelmis oldugu hedef Un gouvernement federal mondial yani birlesik bir dünya devletidir.We11s, bu bölümde, birlesik bir dünya devletinin nasil durulabilecegini ve böyle bir devletin önemli ayirici özellikleri ile ilgili tasavvurlarini belirtiyor; adaletin ve tek bir kanunun hâkimiyeti altinda dünyamizin ne durumda bulunacagini tahayyül ediyor. WeI1s, bütün hâkimiyetler tek bir hâkimiyet içinde eritilmezse,milliyetlerin üstünde bir kuvvet meydana çikmazsa, dünya mahvolacaktir diyor ve gerçek devlet, çagdas hayat sartlarinin bir zaruret haline getirdigi birlesik dünya devletinden baska birsey olamaz;hiç süpheyoktur ki, insanlar kendi icatlari altinda ezilmek istemezlerse er geç birlesmeye mecbur olacaklardir görüsünü ileri sürüyor.Insanligin dayanismasi iIe ilgili büyük hayallerin sonunda ger çeklesmesi için ne yapmak ve neyin önüne geçmek gerektiginin dogru olarak bilinmedigi ve saIdirgan bir dis siyaset gelenegine sahip olan devletlerin, birlesik bir dünya devleti tarafindan güçlükle temsil edilebilecegi de bildiriliyor. W e 11 s' in Avrupa ve Asya'nin felâketleri ve ortak ihtiyaçlari, belki dünyanin bu iki parçasiildaki milletlerin bir dereceye kadar birlesmesine yardim edecektir, olabilir ki, dünya ölçüsünde bir birIesmeye gidilmeden önce, bir sira bölgesel birlesmeler yapilabilir seklindeki düsüncelerini de kaydedeyim.Efendiler, bütün insanligin görgü, bilgi ve düsüncde yükselip olgunlasmasi, HIristiyanligi, Müslümanligi, Budizmi bir yana birakarak basitlestirilmis ve herkes için anlasilacak duruma getirilmis saf ve lekesiz bir dünya dininin kurulmasi ve insanlarin, simdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve istahlar arasinda bir sefalethanede yasamakta olduklarini kabul ederek, bütün vücutlari ve zekâlari zehirleyen zararli tohumlari yok etmeye karar vermesi gibi sartlarin gerçeklesmesini gerektiren birlesik bir dünya devleti kurma hayalinin tatli oldugunu inkâr edecek degiliz. Türkiye'ye musallat olmamak sartiyla, hilâfetçileri ve Panislâmizm taraftarlarini memnun etmek için, bu tasavvur ve tahayyül bir dereceye kadar bizde de tasvir edilmisti. Ortaya atilan görüs suydu : Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diger kit'alarda yasayan Müslüman toplumlari, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularini kullanacak bir güç ve özgürlüge kavusurlar ve o zaman lüzumlu ve yararli görürlerse, çagin gereklerine uygun birtakim uyusma ve birlesme noktalari bulabilirler. Süphesiz, her devletin, her toplumun biribirinden karsilayabilecegi ihtiyaçlari vardir. Karsilikli çikarlari olacaktir. Tasarlanan bu bagimsiz Islâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve falan ve filân Islâm devletleri arasinda su veya bu iliskiler kurulmustur. Bu ortak iliskileri korumak ve bu iliskilerin gerektirdigi sartlar içinde birlikte hareket saglamak için, bütün Islâm devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis olusturulacaktir. Birlesmis olan Islâm devletleri bu meclisin baskani tarafindan temsil edilecektir derlerse ve isterlerse, iste o zaman, o birlesik Islâm devletine hilâfet ve ortak meclisin baskanligina seçilecek zata da halife ünvani verirler. Yoksa, herhangi bir Islâm devletinin, bir kisiye bütün Islâm dünyasinni islerini yönetme ve yürütme yetkisini vermesi akil ve mantigin hiçbir zaman kabul edemeyecegi bir durumdur.

TESKILAT-I ESASIYE KANUNU'NDA DÜGÜM NOKTALARI



Efendiler, hilâfet ve din konulariyla ugrasildigi sira larda, Teskilat-i Esasiye Kanunu'ndaki bir noktanin halki ve özellikle aydinlarin kafasinda dügümlenip kaldigini ögrendik. Bu dügüm kanunda Cumhuriyet'in ilânindan sonra da birakildigi gibi, kanuna, dügüm teskil edecek ikinci bir noktanin birdaha sokulmus oldugunu görenler, saskinliklarini gizleyememislerdi ve bugün de gizlememektedirler.Bu noktalari açiklayayim : 20 Ocak 1921 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 7' nci ve 21 Nisan 1924 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 26' inci maddesi Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder. Maddenin basinda, Meclis'in ilk görevi olmak üzere, seriat hükümlerinin yürütülmesi yer alir. Iste bunun nasil bir görev ve seriat hükümlerinden maksadin ne oldugunu anlamakta sikinti çekenler vardir. Çünkü, sözü geçen maddede Büyük Millet Meclisi'nin,kanunlari yapmak,degistirmek, yorumlamak, yürürlükten kaldirmak v.b gibi belirtilen ve sayilan görevleri o kadar genis kapsamli ve açiktir ki, seriat hükümlerinin yürütülmesi diye ayrica ve baslibasina bir klisenin yer almasi gereksiz sayilmaktadir. Çünkü, seriat demek kanun demektir.Seriat hükümleri demek kanun hükümleri demekten baska bir sey degildir ve olamaz. Baska türlüsü çagdas hukuk anlayisi ile bagdastirilamaz. Bu böyle olunca, seriat hükümleri deyimiyle kastedilen anlam ve kavramin büsbütün baska bir sey olmasi gerekir. Efendiler, ilk Teskilât-i Esasiye Kanunu'nu hazirlayanlara bizzat baskanlik ediyordum. Yapmakta oldugumuz kanunla, ser'î hükümler deyiminin bir iliskisi olmadigini anlatmak için çok çalistik. Fakat bu deyime, kendi zanlarinca bambaska anlam verenleri inandirmak mümkün olmadi.Ikinci nokta Efendiler, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun ikinci maddesinin basinda yer alan Türkiye Devleti'nin dini, Islâm dinidir cümlesidir.Bu cümle daha Teskilât-i Esasiye Kanunu'na geçmeden çok önce,Izmit'te, Istanbul ve Izmit basin mensuplariyla yaptigimiz uzun bir görüsme ve sohbet sirasinda, karsimdakilerden birinin su sorusuyla karsilastim Yeni hükûmetin dini olacak mi? Itiraf edeyim ki, böyle bir soru ile karsilasmayi hiç de istemiyordum. Sebebi, pek kisa olmasi gereken cevabin, ogünkü sartlara göre agzimdan çikmasini henüz istemeyisimdir, Çünkü, vatandaslari arasinda çesitli dinlere bagli unsurlar bulunan ve her dinden olanlar hakkinda,adaletli ve tarafsiz davranmak, mahkemelerinde vatandaslari ve yabancilari için adaleti esit ölçülerle uygulamakla yükümlü bulunan bir hükûmet, düsünce ve vicdan hürriyetine saygili olmak zorundadir. Hükûmetin bu tabiî sifatinin, süpheli yoruma yol açabilecek vasiflarla sinirlandirilmasi elbette dogru degildir.Türkiye Devleti'nin resmî dili Türkçe'dir dedigimiz zaman bunu herkes anlar. Hükûmetle olan resmî islemlerde Türk dilinin geçerli olmasi geregini herkes tabiî bulur. Eakat, KTürkiye Devleti'nin dini Islâm dinidir cümlesi ayni sekilde mi anlasilacak ve kabul edilecektir? Bu elbette, açiklanmaya ve yorumlanmaya muhtaçtir.Efendiler, karsimdaki gazetecinin sorusuna hükûmetin dini olamaz! diyemedim. Aksini söyledim.Vardir Efendim, Islam dinidir, dedim. Fakat, hemen arkasindan Islâm dininde düsünce özgürlügü vardir cümlesiyle cevabimi açiklamak ve yorumlamak geregini duydum. Demek istedim ki, devlet, düsünce ve vicdana saygi gös termekle kayitli ve yükümlü olur. Karsimdaki gazeteci, verdigim cevabi akla yatkin bulmadi ki, soru sunu su tarzda tekrarladi :Yani devlet bir dine bagli kalacak mi? Kalacak mi, kalmayacak mi bilmem! dedim. Konuyu kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadi. O halde, denildi; herhangi bir konuda inançlarim ve düsüncelerim dogrultusunda bir fikir ortaya atmaktan, hükûmet beni engelleyecek veva cezalandiracaktir. Oysa, herkes kendi vicdanini susturmaya imkân görecek mi? O zaman iki sey düsündüm.Bir:, yeni Türkiye Devleti'nde her ergin sahis dinini seçmekte serbest olmayacak midir? sorusu. Digeri, Hoca Sükrü Efendi'nin : Bazi yüksek din arkadaslarimizla birlikte düsündüklerimizi seriat kitaplarinda yer almis belirli ve degismez Islâmî hükümleri yayinlayarak maalesef yaniltildigi görülen Islâm kamuoyunu aydinlatmayi boynumuza borç bilip görev saydik girisinden sonra yeralan islâm halifesinin görevi, dinin emirlerini korumak ve kollamakta peygamberin yerini tutmaktir. Dinî hükümler koymakta da yüce Peygamber Efendimiz'in vekilligini yapmaktir sözleri. Oysa, Hoca'nin sözlerini uygulamaya kalkismak, millî hâkimiyeti,vicdan hürriyetini kaldirmaya çalismakti. Bundan baska, Hoca'nin bilgi dagarciginda, Yezitler (i9') zamaninda yazdirilmis istibdat rejiminc has formüller bulunmuyor muydu?O halde, ne anlama geldigi ve ne kastedildigi artik herkesçe iyiden iyiye anlasilmis bulunan devlet ve hükûmet kavramlarini ve millet meclislerinin görevlerini din ve seriat kiliklarina bürüyerek kim ve ne için aldatilacaktir? Gerçek bundan ibaret olmakla birlikte, o gün Izmit'te basin mensuplariyla, bu konuda daha fazla görüsmekte yarar yoktu. Cumhuriyetin ilânindan sonra da, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu yapilirken, lâik devlet deyiminden dinsizlik anlami çikarmak egiliminde olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere firsat vermemek için, kanunun ikinei maddesini anlamsiz kilan bir deyimin sokulmasina göz yumulmustur. Kanunun gerek 2' nci ve gerek 26' nci maddelerinde fazladan yer alan, yeni Türkiye Devleti'nin ve Cumhuriyet rejimimizin çagdas karakteriyle bagdasmayan deyimler, inkilâp ve Cumhuriyet'in ogün için sakincali görmedigi tavizlerdir. millet, bu fazlaliklari, Teskilât-i Esasiye Kanunu'muzdau ilk firsatta kaldirmalidir!



Halk partisinin kuruluş çalışmaları, Lozan Barış Antlaşması ve müteakip gelişmeler



HALK PARTİSİ'Nİ KURMA TEŞEBBÜSÜ



Saygıdeğer Efendiler, her yerde, siyasî parti kurma konusunda da halkla uzun sohbetler yaptım. 7 Aralık 1922 tarihinde, Ankara basını vasıtasıyla, halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Partisi adını taşıyan siyasî bir parti kurmak niyetinde olduğumu açıklayarak, bu partinin nasıl bir program yapması gerekeceği konusunda, bütün vatanseverlerin, ilim ve fen adamlarının yardım ve işbirliğine başvurmuştum.


DOKUZ İLKE VE PARTİMİZİN İLK PROGRAMI



Gerek bazı kimselerden aldığım yazılı düşüncelerden ve gerek halk ile yaptığım görüşmelerden çok yararlandım. Sonunda 8 Nisan 1923 tarihinde, görüşlerimi dokuz ilke halinde tespit ettim. İkinci Büyük Millet Meclisi'nin seçimi sırasında yayınlayarak ilân ettiğim bu program, partimizin kuruluşuna temel olmuştur.Bu program, bugüne kadar ele alıp gerçekleştirdiğimiz bütün önemli hususları içine alıyordu. Bununla birlikte programa girmenıiş önemli ve esaslı bazı konular da vardı. Örnek olarak, Cumhuriyet'in ilânı, Şer'iye Vekâleti'nin, medrese ve tekkelerin kaldırılması, şapka giyilmesi gibi... Bu konuları programa alarak, cahil ve gericileıin, bütün milleti vaktinden önce zehirlemeye fırsat bulmalarını uygun görmedim. Çünkü, bunların zamanı gelince çözüme bağlanacağından ve milletin sonuçtan memnun olacağından kesinlikle emindim. Yayınladığım programı, bir siyasî parti için yetersiz, kısa bulanlar oldu. Halk Partisi'nin programı yoktur dediler. Gerçekten de ilkeler adı altında bilinen programımız, itiraz edenlerin gördükleri ve bildikleri şekilde bir kitap değildi. Fakat temel ilkeleri içine alıyordu ve pratikti. Bizde uygulanması imkânsız düşünceleri, nazarî birtakım ayrıntıları yaldızlayarak bir kitap yazabilirdik. Öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî alandaki yenileşmesi ve gelişmesi yolunda, söz ve teori ile iş ve icraata önem vermeyi tercih ettik. Bununla birlikte, Hâkimiyet milletindir, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dışında hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz, Bütün kanunların düzenlenmesinde, her türlü teşkilâtta, yönetimin bütün ayrıntılarında, genel eğitimde, ekonomi konularında, millî hâkimiyet esasları çerçevesinde hareket edilmeyecektir Saltanat'ın kaldırılması ile ilgili karar değişmez bir kanun hükmüdür gibi bilinmesi gerekli önemli noktalar, mahkemelerde reform yapılacağı, bütün kanunlarımızın, hukuk ilminin verilerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, vergide âşar ('9s) usulünün değiştirileoeği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, muhtaç olduğumuz demiryollarının yapımına, öğretim birliğinin sağlanmasına derhal teşebbüs edileceği, füzulî askerlik süresinin indirileceği, memleketin limanlarına çalışılacağı v.b. gibi önemli ve âcil ihtiyaçlar, ilkeler dışında bırakılmamıştı. Barış konusundaki görüşümüzün de : malî, iktisadî ve idarî alandaki bağımsızlığımızı mutlaka sağlamak şartıyla, barışın gelmesine çalışmak olduğunu söyledik. Hilâfet makamının bütün İslâm dünyasına ait bir makam olabileceğine de işaret ettik. İlkeler, Halk Partisinin kuruluşu ve faaliyet göstermesi için yeterli oldu. Partinin adına, daha sonra Cumhuriyet kelimesi de eklenerek, bilindiği gibi, Cumhuriyet Halk Partisi adı verildi.


LOZAN KONFERANSI GÖRÜŞMELERİ KESİLDİ



Efendiler, yine Lozan Konferansı'na temas edeceğim. Konferans 4 Şubat 1923 tarihinde kesildi. İki aya yakın bir süre devaın eden görüşmelerin özeti olmak üzere, İtilâf Devletleri temsilcileri, delegeler hey'etimize bir barış tasarısı verdiler. Bu tasarı anlam ve öz bakımından istiklâlimize zarar veren şartları içine alıyor du. Özellikle, adlî, malî ve iktisadî konularla ilgili maddeleri çok ağırdı. Bunun için, bu tasarıyı kesinlikle reddetmek zorundaydık. Delegeler heyetimiz, bu tasarıya karşılık bir mektup verdi. Bu mektupta özet olarak şunlar yer alıyordu : Üzerinde anlaştığımız noktaları imza ederek barış yapalım. Gerçekten de, Konferans'ta görüşme konusu olan birçok meseleden bizce kabul edilebilecek durumda olanları vardı. Mektupta : İkinci, üçüncü dereceâe olan konuları ayrıca inceleriz. İtilâf Devletleri, bu teklifimizi kabul etmeyecek olurlarsa, tekliflerimiz hiç yapılmamış sayılacaktır da denilmiştir. Delegeler Hey'eti'mizin teklifi dikkate alınmadı. Yalnız, konferansın yarıda kesilmesi, görüşmelerin ertelenmesi gibi gösterildi. Her devletin temsilcileri memleketlerine döndüğü gibi, bizim Delegeler Hey'eti'miz de geri geldi. Ben de Batı Anadolu gezisinden dönüyordum.
MECLİSTE'Kİ MUHALİFLERİN ÇEŞİTLİ SALDIRI HAREKETLERİ



Meclis'teki muhaliflerin çeşitli şekillerde ve başka başka konularda saldırı hazırlıklarında bulundukları yeni değildi. Geziye çıktığım tarihten bir gün sonra,İslâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adlı broşürün ortaya çıktığını,bütün Meclis'in ve milletin bize karşı kışkırtılmak istendiğini arz etmiştim. Bundan önce çevrilmek istenen bir dolap, var dır ki, daha ondan söz etmedim. Sebebi, 1922 Aralık ayı başlarında oynanmak istenen oyun, sonuçları itibariyle gezim boyunca da devam etmişti. Müsaade buyurursanız, bu konu ile ilgili olarak hatıralarınızı canlandırmaya yarayacak birkaç söz söyleyeyim : Saygıdeğer Efendiler, üç milletvekili, milletvekili seçimi kanun tasarısında değişiklik yapılması ile ilgili bir önerge hazırlamışlar... Önergede neler in yer aldığını öğrenmiştim.2 Aralık 1922 günü, Meclis'in, İkinci Başkanı Adnan Bey 'in başkanlığında yapılan oturumunda, başkanlık kürsüsünden şöyle bir söz işitildi : Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu'nda değişiklik yapılması ile ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu'nun tutanağı var. Bu söz okunsun sesleriyle karşılandı. İki milletvekili : Önemlidir, okunmasını teklif ederiz diyerek genel havayı açığa vurdular. Başkan : a- Efendiler, bu önergenin, okunmadan önce komisyona gönderilmesi usuldendir dedi.
"BENİ VATANDAŞLIK HAKLARINDAN MAHRUM ETMEK" TEKLİFİ ÜZERİNE MECLİSTE YAPTIĞIM KONUŞMA



Efendiler, meselenin ne olduğunu ve bu konuda Meclis'te yapılan görüşmeleri ogüne ait Tutanak Dergisi'nde okumak mümkündür. Fakat yüksek hey' etinizi bu külfetten kurtarmak için, müsaade buyurursanız, o otuzumda yaptığım konuşmanın bir kısmını olduğu gibi arz edeyim :
Değişiklik önergesini okutmadan komisyona göndermek isteyen başkandan söz alarak şunları söyledim : '' Efendim! bu kanun tasarısı özel bir maksat taşıyor. Bu özel maksat doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile düşüncemi arz etmek istiyorum. Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Salâhattin ve Canik Milletvekili Emin Beyefendi'ler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya, benim şahsıını vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. 14' üncü maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız, orada deniliyordu ki: ''Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilebilmek için, Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.''
Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış buIunuyor. İkincisi, herhangi birseçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim, bugünkü millî sınırların dışında kalmıştır. Fakat, bu böyle ise, bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istilâ hareketlerinin kısmen önlenememiş olnıasıdır. Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.
TEKLİF EDİLEN MADDEDEKİ ŞARTLAR BENDE NEDEN YOKTU



Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar'daki savunmalarımı yapmamaklığım gerekirdi. Eğer ben bir yerde beşyıl oturmaya mahkum olsaydım, Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra, Diyarbakır'a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş'u kurtarmaktan ibaret olan vatan görevimi yapmamaklığım gerekirdi. Bu Efendiler'in istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye'yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep'te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemekliğim ve bugün millî sınırlar dediğimiz sınırları fiilî olarak çizmemekliğim gerekirdi.
Zannediyorum ki, ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiç bir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum.Ben zannediyordum ki, bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslâm dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum. Fakat bu durumumdan dolayı, bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarından yoksun bıralcılacağımı asla hatırıma getirmezdim. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar Bana suikast yapmak suretiyle, beni memleket hizmetinden alıkoymaya çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki,yüce Meclis'te iki üç kişi bile olsa, aynı zihniyette kimseler bulunabiIsin. Bu bakımdan ben anlamak istiyorum ''Bu efendiler, gerçekten kendi seçim bölgelerinin duygu ve düşüncelerini mi aksettiriyorlar?
Yine bu Efendilere karşı söylüyor ve soruyorum : Milletvekili oldukları için elbette bütün milletin vekili sıfatını taşıyorlar. Yalnız, bu Efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?
Efendiler, beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu Efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden, resmen yüce hey'etinize, bu Efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum! ''
MİLLETİN BANA KARŞI GÖSTERDİĞİ SEVGİ VE GÜVENİN SAMİMİ İFADELERİ



Bu gözlerim ajans ve basın vasıtasıyla yayınlandı.Millet yaptığım konuşmayı ve cevabını beklediğim soruyu öğrendi... Hemen, memleketin bütün seçim bölgelerindeki gerçek seçimler ve halk tarafından Meclis Başkanlığı'na protesto telgrafları yağdı. Bu kanun tasarısına imza koyan milletvekili Efendilerin de seçim bölgeleri halkı, kendilerini ve kendileriyle görüş birliğinde olanları suçlamakta gecikmedi. Miletin, benim için gösterdiği bu sevgi ve güveni samimî olarak belirtmesi bakımından kıymetli birer hâtıra olarak saklamakta olduğum bu telgraflar büyük bir dnsya tutmaktadır. Bu dosyadaki telgraflar, zaınanında basında da yer almıştı. Ben burada yalnız bir tek seçim bölgesinin, Rize'nin şahsıma çekmiş olduğu bir telgrafı olduğu gibi bilginize sunmakla yetineceğim :
''Üç milletvekili beyin, Seçim Kanunu ile ilgili önergesine, sancağımız milletvekillerinin katılmayacağı inancıyla bir şey yazmayı geı-ekli bulmanııştık. Şimdi Milietvekili Osman Efendi'den aldığımız mektupta, kendisinin o önerge ile ilgili ve muhalif gruptan olduğunu övünürcesine bildirmesi üzerine, aşağıdaki hususların bilginize sunulmasına mecburiyet duyulmuştur :
1- (Övücü ve samimî sözlerden sonra) Şahsınız ve değerli çalışma arkadaşlarınız, aleyhinde, sancağımız adına söz söyleyen, muhalefet düşüncesi taşıyan ve bizce hiçbir şahsiyet ve değeri olmayan milletvekilini lânetleriz. O, artık sancağımızı da temsil hakkına sahip değildir.
2 - Şu zamanda vatansızların bile katılamayacağı muhalefet ve bozgunculuk düşüncesini bize tavsiye eden milletvekili efendinin görüşünü benimseyecek bir tek kişinin bile sancağımızda mevcut olmadığını, bundan duyduğumuz şükran duygusuyla ve yüksek şahsiyetinize olan üstün saygılarımızla arz ederiz, efendim. İmzalar 25.5.1923

YENİDEN SEÇİM YAPILMASI KARARI



Saygıdeğer Efendiler, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, olaylarına işaret ettiğimiz tarihte gösterdi karışık ruh hali, üzerinde ciddı olarak durup düşünülmeyi gerektiren bır durum almıştı. Bütün millette, Meclis'in görev yapamayacak bir duruma geldiği endişesi doğmaya başladı. Meclis'te durumu soğukkanlılıkla ve uzakgörüşlülükle düşünüp değerlendiren üyeler bile üzüntülerini açığa vurrmaktan kendilerini alamadılar. Artık şüpheye yer kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe, millet ve memleketin ağır ve sorumluluk bekleyen işlerini yürütmeye imkân yoktur. Bu zarurete ben de inandım. Bir gece, Başbakan Rauf Bey'e, kalmakta olduğu istasyon binasında Hükûmet üyelerini toplantıya davet etmesini, bu toplantıya benim de bizzat geleceğimi telefonla bildirdim.
Rauf Bey'in dairesinde toplanan Bakanlar Kurulu'na Meclis'in yenilenmesini Meclis'e teklif etmek gereğinden söz ettim. Kısa,bir tartışmadan sonra, Hükûmet üyeleri ile görüş birliğine vardık. ,Aynı gece, Meclis teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Yönetim Kurulu'nu da Bakanlar Kurulu toplantısına çağırdım. Bu Yönetim Kurulu içinde teklifimi yersiz bulup yadırgayanlar oldu. Görüşme ve tartışmalar ertesi güne kadar sürdü. Buna rağmen, bu hey'et ile de anlaştık. Ondan sonra, derhal Grup Genel Kurulu'nu topladım. Orada memleketin içinde bulunduğu genel durumu, acele olarak yapılması gereken memleket işlerini anlattım. Meclis'in artık bu görevleri yerine getirme kabiliyeti kalmadığını belirterek ve ispat ederek, Meclis'ten, seçimleri yenileme kararı vermesini istemek gerektiğini bildirdim. Grup Genet Kurulu, konuşmalarımı ve açıklamalarımı yerinde buldu. Bunun üzerine konu, aynı gün, 1 Nisan 1923'te Meclis'e götürüldü. Yüz yirmi kadar üye, bir önergeylc, seçimlerin yenilenmesi için bir kanun teklifi sundu. Meclis, ''Seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiştir'' şeklindeki bir kanunu oybirliği ile çıkardı.
Meclis'in bu kararı vermesi, inkılâp tarihimizde önemli bir noktadır. Çünkü, Meclis bu kararı vermekle, kendinde beliren hastalığı itiraf etmiş ve bundan dolayı milletçe duyulan ızdırabı anlamış olduğunu göstermiştir.

LOZAN KONFERANSI'NIN İKİNCİ SAFHASI VE YENİ SEÇİMLERDE MİLLETİN GÖSTERDİĞİ UYANIKLIK



EfendiIer, Lozan Konferansı, 23 Nisan 1923'te yeni den toplandı. Delegeler Hey'eti'miz Lozan'da yeni den barışı sağlamaya çalışırken, ben de veni seçimler ile meşgul oluyordum.
Yeni seçimlere, bilinen ilkelerimizi ilân ederek katıldık. Görüşleri mizi kabul edip milletvekili olmak isteyen kimseler, önce ilkeleri kabul ettiğini ve görüşlerde birleştiklerini bana bildiriyorlardı. Adayları ben tespit edecek ve zamanı gelince partimiz adıyla ilân edecektim. Bu yolu benimsemiştim. Çünkü, yapılacak seçimlerde, milleti alda tarak, çeşitli maksatlarla milletvekili olmaya çalışacakların çnk olduğu nu biliyordum. Konuşmalarım ve uyarmalarım memleketin her tarafın da büyük bir samimiyet ve güvenle karşılandı. Bütüıı millet, ilân ettiğim ilkeleri tamamen benimsedi. Bu ilkelere, hatta şahsıma muhalefet edeceklerin milletçe milletvekilliğine seçilmesi ne imkân kalmadığı anlaşıldı.
NURETTİN PAŞA'NIN BAĞIMSIZ MİLLETVEKİL OLMA TEŞEBBÜSÜ VE YAYINLADIĞI HAL TERCÜMESİ



Gerçekten, bazı seçim bölgelerinde bağımsız milletvekili olma teşebbüsünde bulunanlar başarı sağlaya madılar. Bu arada, o zaman daha Birinci Ordumuzun Komutanı bulunan Nurettin Paşa da millet vekili olmak teşebbüsünde bulunmuştıı. Mümkün olmadı. Nurettin Paşa, bu isteğini daha sonra bir ara seçimde Bursa'da gerçekleştirdi.
Paşa'nın kendi başına ve bağımsız olarak milletvekili seçilebilmek için, her zaman olduğu gibi, kendi usulünce ve gerektiği şekilde propagan da yaptırmaktan geri kalmadığı da anlaşılmıştı. Bu yoldaki teşebbüsler den ve yapılan yayınlardan herkesin dikkatini çekmiş olanı özellikle hal tercümesidir.
Nurettin Paşa , yeni seçim yılı olan 1923'te, Âbit Sürey ya Bey adında bir şahsa (A. S.) baş harflerini taşıyan bir hal tercümesi yayınlattı.
Abit Süreyya Bey , Abdülhamid'in başkâtiplerinden rahmetli Süreyya Paşa'nın oğludıır. Meşrutiyetten önce, Nurettin Paşa gibi ve onunla birlikte fahı î hünkâr yaveri idi. Birinci Dün ya Savaşı'nda İzmir'de ve İstiklâl Savaşı'nın sonunda, Nurettin Paşa karargâhının bulunduğu İzmit'te ordu müteahhitliği yaptı. Nurettin Paşa'nın hal tercümesinin yer aldığı broşürü hazırlayan Âbit Süreyya Bey değildir. Broşür kendisine yazılı olarak verilmiştir. On dan, adının baş harflerini koyması ve cırtağı bulunduğu Matbaa-i Osma niye'de bastırması Nurettin Paşa tarafından rica edilmiştir.
Bu broşürün kapağında şu yazılar okunur :
İzmir Fâtihi, Afyonkarahisar ve Dumlupınar Savaşlarının galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretieri' ninhaltercümesi.
Efendiler, on dokuz sayfadan ibaret olan bu hal tercümesi broşürü nün ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum. Ben, bu hal ter cümesinin memleketin bütün aydınları tarafından okunmasını çok ya rarlı ve eğitici buluyorum. Yalnız, bu broşürü okuyanların veya okuya cak olanların, broşürde temas edilen olaylar ve işlerle ilgili olarak başka ve güvenilir kaynaklardan da bilgi edinerek, metinle gerçeği karşılaştır malan ve ona göre hüküm vermeleri gerekir.
Bu broşürün niteliği ve nasıl bir anlayışı ortaya koyduğu konusun da bir fikir edinebilmek için, bazı noktalarını hep birlikte gözden geçi relim :
Broşürün kapağındaki yazılardan sonra, metnin başlığında da şu sözler vardır :
Kûtülamare'nin kuşatıcısı, Bağdat'ın savunucusu, Yemen, Selman pâk, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Savaşları galibi ve İzmir fâtihi.
Nurettin Paşa'nın kendi kendine takındığı "kuşatıcı", "galip", "fâtih" ünvanları hakkındaki görüşümü belirtmeyi daha sonraya bırakarak, broşürün metnine girelim.
Paşa, Konyar adındaki Türk aşiretinden rahmetli Mareşal İbrahim Paşa'nın oğlu ve Hazret-i Peygamber soyundan gelen Âyan üyesi ve Şeyhü'l-Vükelâ Bursalı merhum Rıza Efendi' nin torunlarından imiş. . . Bu bilgilere ve ifade biçimine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap'tır. Babası ve büyük babala rıyla da övünmektedir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius'a babası ve anası Türk olan Attilâ'nın aben de, büyük ve asil bir milletin evlâdıyım" dediğini hatır latmadan geçemeyeceğim.
Resmî okullardaki öğrenim dışında özel öğrenim de görmüş olan Nurettin Paşa 1893'te Harp Okulu çıkışlı olup Hassa Ordusu Erkân-ı Harbiyesi'ne atanmış...
Nurettin Paşa, kurmaylık tahsili yapmamış ve o sınıfa gir memiştir. Bu bakımdan ordu karargâhına kurmay olarak atanamaz. Olsa olsa, bir askeri birliğe gönderilmeyip ordu kurmaylığında karargâh emir subaylığı veya buna benzer bir görevle alıkonulmuş olabilir... Genç bir teğmen için, askerlik görevine buradan başlamak, elbette övünülecek bir başlangıç sayılmaz. Askerî bir birliğe tayin edilmek ve orada askerliğin disiplin ve güçlüklerine alışmak şarttır.
Nurettin Paşa,1887'de gönüllü olarak Türk - Yunan Harbi'ne katılmış ve Başkomutanlığa tayin edilen Gazi Osman Paşa 'nın yaverliğine ve İstanbul'a dönüşünde hünkâr yaverliğine, refakat subay lıklarırıâ getirilmiş.
Bilindiği üzere, Gazi Osman Paşa, istanbul'dan Selânik'c kadar gitmiş fakat savaş meydanına gitmeden Selânik'ten geri dönmüş tür. Savaşa katılmamış bir komutanın yaverliğine ve ondan sonra da Sultan Hamid'in yaverliğine ve birtakım refakat subaylıklarına tayiıı edilmiş olmak, bilmem ki, ne dereceye kadar anlatılmaya ue övü nülmeye değer görülebilir.
Nurrettin Paşa, sırasıyla yarbaylığa ve albaylığa yükseltil miş ve 19il8 yılı başlarında Selânik'te Üçüncü Ordu Kurmaybaşkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayin edilmiş. . . Nurettin Paşa'nın han gi sıra ile albaylığa kadar yükselmiş olduğu, Meşrutiyet'in ilânından son ra rütbesinin yeniden binbaşılığa indirilmiş olmasıyla anlaşılıyorsa da, Selânik'te, Üçüncü Ordu Kurmay Başkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayinini anlamak güçtür. Çünkü, benim de Kurmay Başkanlığı'nda bu lunduğum bu orduda, denildiği gibi bir özel şube yoktu. Belki de ordu komutanı olan babası, oğlu için, özel ve gizli işlerle uğraşan bir özei şube kurmuş olacak...
Nurettin Paşa, İİçüncü Ordu Komutanı bulunan babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülnıesine hizmet ve yardımda bulunmuşlar. . .
Hal tercümesi broşüründe, Nurettin Paşa'nın iki defa Sultan Hamit tarafından tutuklattırıiıp sorguya çekildiği, bir defasında süzülmesine ve diğer bir defasında da askerlikten kovularak altı yıl hap sine karar verildiği ve fakat babasının, araya girip yalvarması üzerine kurtulduğu hikâyesinden sonra.. "İstanbul'dan bir yolunu bulup yine Rumeli'ye geçerek,1908 Meşrutiyet inkılâbının hazırlanmasına ve gerçek leştirilmesine diğer arkadaşlarıyla birlikte hizmet etmiştir" sözleri yazı lıdır.
Nurettin Paşa'nın gördüğü zulmü kısaca anlatmak gerekir se, diyetiiliriz ki, Sultan Hamit, Nurettin Bey'e hürriyetçi düşüncelerinden dolayı kızdıkça, onu yarbaylığa, albaylığa yükselterek sırmasını artırır ve sevilip okşansın diye babasına teslim edermiş. . .