4 Kasım 2015 Çarşamba

ali şir nevai

Ali Şir Nevâî
Nizâmüddîn Ali Şir Nevâî, 9 Şubat 1441 (H. 17 Ramazan 844) tarihinde Herat’ta doğdu. Uygur Türklerindendir. Babası Gıyâsüddîn Kiçkine Bahadır, Horasan hâkimi Ebu’l-
Kâsım Babur’un hizmetinde bulunmakta idi. Ana tarafından büyük babası Ebû Sa’îd Çisekde Mîrzâ Baykara’nın beylerbeyi idi. Esasen ataları başlangıçtan beri Timurluların hizmetinde bulunuyorlardı.
Babası, 1447 yılında Şâhrûh’un vefatı üzerine altı yaşındaki Ali Şir’i yanına alarak
Irak’a gitmek üzere yola koyuldu. Yolculuk esnasında Teft şehrine uğrayıp Timur’un tarihçisi Şerefüddîn Alî Yezdî’nin hankahı yanında konakladılar. Ali Şir küçük yaşına rağmen
Mevlânâ Yezdî ile tanışıp mülâkât şerefine erişti.
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı 74
1452 yılında Sultan Ebu’l-Kâsım Babur, Horasan hâkimi olunca baba-oğul Horasan’a
döndüler. Bu sırada babası bir süre Sebzvâr şehri emirliğinde bulundu. Ali Şir, küçüklükten itibaren Mîrzâ Baykara’nın torunu Emîr Gıyâsüddîn Mansûr’un oğlu Hüseyn-i Baykara
ile birlikte büyümüş ve birlikte öğrenime başlamıştı. Aralarında ölünceye kadar sürecek
olan dostluğun temelleri bu yıllarda atılmıştı.
1456 yılında Ali Şir, Ebu’l-Kâsım Babur ile birlikte Meşhed’e gitti. Ebu’l-Kâsım Babur
bu şehirde vefat etti, ancak Ali Şir hemen geri dönmeyip bir müddet daha Meşhed’de kal-
dı, öğrenimini sürdürdü. Yine bu sıra Şeyh Kemâl-i Tevbetî ile görüşüp ondan feyz aldı.
Babasının vefatı üzerine Herat’a dönen Ali Şir, Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın hizmetine girdi. Ancak
Hüseyn-i Baykara ile olan yakınlığı sebebiyle Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın hizmetinde fazla kalamayıp ayrıldı. Herat’tan Semerkand’a giderek orada Hâce Fazlullâh Ebû Leysî hankahına
gelerek iki sene derslere devam etti.
1469 yılında Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan üzerine yürümesi
sırasında Karabağ’da yakalanıp öldürülmesi neticesinde Hüseyn-i Baykara Horasan’ı ele
geçirip Timurlular tahtına oturdu. Ali Şir bu hadise üzerine Herat’a dönüp dostu Hüseyn-i
Baykara’nın hizmetine girdi. Hüseyn-i Baykara, Ali Şîr’e “mühürdarlık” görevini verdi. Ali
Şir bu görev yanında Baykara’nın en yakın dostu ve destekçisi oldu. Nitekim o sıra vergi
yüzünden ortaya çıkan bir ayaklanmayı Ali Şir dirayetiyle önlemeye muvaffak oldu. Ayrıca Şâhrûh’un torunu Mîrzâ Yâdigâr Muhammed’in Uzun Hasan’ın desteği ile Herat üzerine yürümesi ve şehri ele geçirmesi olayında Ali Şir’in emrindeki kuvvetlerle şehre girip
Mîrzâ Yâdigâr Muhammed’i yakalaması ve tahtı kurtarması, onun Baykara’ya olan sadakatini gösterdiği gibi büyük bir idareci olduğunu da işaret etmektedir.
1472 yılında Nevâî, “Emîr” yani “Dîvân beyi” unvanını aldı. Bütün gücüyle ülkedeki
yolsuzluklarla savaşıp haksızlığa uğrayanları korumaya çalıştı. Bu hareketi birçok düşman
edinmesine sebep olduysa da asla doğru yoldan ve mücadeleden ayrılmadı.
1476 yılında büyük hürmet ve takdir beslediği devrin önde gelen siması Molla
Câmî’nin irşadı ile Nakşbendî tarikatına intisab etti.
1479 yılında, Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın oğlu Mîrzâ Ebû Bekr’in ayaklanmasını bastırmak
için Esterâbâd’a yürüyen Baykara, Herat’ta naib olarak Ali Şir’i bıraktı.
1483-1485 yılları arasında Hamse’sini tamamladı. 1487 yılında Esterâbâd valiliğine
gönderildi, böylece gereksiz yere Herat’tan uzaklaştırılan Nevâî, bu görevde bir yıl kaldıktan sonra 1488 yılında görevden affını istedi, kabul edilince Herat’a döndü.
1489 yılında üstadı ve yakın dostu Seyyid Hasan-ı Erdşîr’in vefatı Ali Şir’i fazlasıyla
üzdü. Ali Şir Nevâî bunun üzerine Seyyid Hasan-ı Erdşîr’in hayatı, faziletleri ve münasebetlerini ihtiva eden risalesini kaleme aldı.
1490 yılında Nevâî, Divan beyliği görevini bırakarak Hüseyn-i Baykara’nın nedimi
olarak kalmakla yetindi. 1492 yılında ise mürşidi ve üstadı Molla Câmî’nin vefatı Nevâî
için daha büyük bir yıkım oldu. Bunun yanında saray entrikaları, Hüseyn-i Baykara’nın
oğulları ve torunları ile olan münasebetleri, şehzadelerin taht kavgaları Nevâî’yi fazlasıyla
rahatsız etti ve hayattan bezdirdi. 1498 yılında teselli için Meşhed’e gitti, bir müddet kaldıktan sonra Hacc’a gitmek için saraydan izin istedi. Ancak yolların güvenli olmayışı sebebiyle izin verilmedi ve Herat’a döndü.
Hayatının son yıllarını Herat’ta sadece sanatıyla zamanını geçiren Ali Şir Nevâî, 3
Ocak 1501 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu ve hayattayken hazırlattığı Kudsiye Camii
yanındaki kabre gömüldü.
Ali Şir Nevâî’nin klâsik Çağatay edebiyatının teşekkülünde seçkin bir yeri vardır. Dört
Türkçe, bir Farsça divanı, hamsesi, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuara tezkiresi, Muhakemetü’l-
Lugateyn’i ve sayısı otuzu aşkın çeşitli konudaki eserleri ile başlı başına bir çağı dolduran,
ona kendi damgasını vuran büyük bir şair, fikir adamı, devlet adamı ve hepsinin üzerinde
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 75
dil ve ulus arasındaki köprüyü kurmasını bilen bilinçli bir Türk dili savunucusu ve hadimi
(=hizmetçisi) idi. Bu düşünce ile Türklüğü aydınlatan eserler verdi ve Türkçe için çalıştı.
Farsçanın resmî dil olarak hüküm sürdüğü, Fars edebiyatının Molla Câmî ile zirveye
ulaştığı ve aydın kesimin Farsça yazmayı meziyet saydıkları dönemde Nevâî’nin, Türkçenin
birçok yönden Farsçadan üstün bir dil olduğunu savunması ve Türkçe ile de yüksek
bir edebiyat meydana getirmenin mümkün olduğunu bizzat eserleriyle ispat etmesi, genç
şairleri Türkçe yazmaya özendirmesi göz önüne alınırsa, kültür ve edebiyat hayatımızdaki
yeri ve hizmeti daha iyi anlaşılır. O ayrıca, doğusu ve batısı ile bütün Türk şairlerini okuyan ve değerlendiren bir edip idi.
Nevâî’nin her eseri, döneminin sosyal ve kültürel bir yönünü aydınlattığı gibi, onun
geniş kültürünü, millî şuurunun yüceliğini ve sanat dehasını da yansıtmaktadır. Câmî ve
Hüsrev-i Dihlevî’nin tesiri altında kalmasına rağmen hiçbir zaman taklitçi bir sanatkâr olmamış, orijinal kalmaya hatta bazı bakımlardan üstatlarını aşmaya muvaffak olmuştur.
Orta Asya Türk kültür ve sanat hayatının gelişmesinde en büyük rolü oynayan Nevâî, şaşılacak derecede Türkçe sevgisine ve Türkçenin ifade kudretinin üstünlüğü inancına sahiptir. Altmış yıllık hayatını bu inanç uğruna veren Nevâî, kültür ve edebiyat tarihinde seçkin bir yer edinmiştir.
Nevâî’nin şöhreti, yalnız Çağatay alanı içerisinde kalmamış, siyasî ve coğrafî sınırları aşarak bütün Türk ülkelerine yayılmış, eserleri her yerde zevkle okunmuş, yüzyıllar boyunca yetişen nice ünlü şairleri etkisi altında bırakmıştır. Pek çok Osmanlı şairi, nazireler
yazarak hatta Çağatay Türkçesinde şiirler kaleme alarak Nevâî’ye olan şükran borçlarını
dile getirmekten geri kalmamışlardır.
Eski yazarlarca “Nevâî tili” diye de adlandırılan Çağatay Türkçesi, henüz gereği gibi araştırılmış olmaktan uzaktır. Agâh Sırrı Levend’in hazırladığı ve kıymetli bir bibliyografya
ile şairin bütün eserleri hakkında genel bir bilgi vermeyi amaç edinen dört ciltlik yayın,
bu alanda büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Nevâî’nin eserlerinin hemen hemen tamamı
üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Kültür dünyamızdaki büyük bir boşluk bu şekilde doldurulsa da filoloji çalışmasına dayanan edebiyat araştırması henüz yapılmamıştır.
Nevâî’nin çeşitli tür ve konularda pek çok eser vermesi, onun kuruculuk vasfı ve gayesi
ile izah edilebilir. Gerçekten Nevâî, Türk edebiyatının gelişmesinde Tanzimatçıların oynadığı rolü, klâsik Çağatay edebiyatının teşekkül ve gelişmesinde yüklenir. Bu sebepledir
ki Nevâî, Fars edebiyatını örnek almış, çeşitli türlerde Farsça yazılan eserleri Türkçeyle yeniden
ve orijinal kalarak yazmaya gayret etmiştir.
Nevâî’nin eserleri şunlardır:
Divanları (Hazâ’inü’l-Me‘ânî): Ali Şir Nevâî, Münşe’ât’ında 4 Türkçe divanını tertip etmeden önce 1469-1486 yılları arasında Bedâyi‘ü’l-Bidâye ve Nevâdirü’n-Nihâye adını verdiği iki divanını tanzim ettiğini yazmaktadır. Bedâyi‘ü’l-Bidâye’nin Hüseyn-i Baykara’nın arzusu ile tanzim edildiğini ayrıca belirtmek gerekir. Nevâî’nin kendi derlediği ikinci divanı Nevâdirü’n-Nihâye tek nüshadır ve 1480’lerde Alî Meşhedî tarafından yine Baykara için yazılmıştır.
Nevâdirü’n-Nihâye’den sonra tanzim ettiği divanının adı Hazâ’inü’l-Me‘ânî’dir. Bu tertip her iki divanın yazılışından sonra yazılan şiirleri içerir. Hazâ’inü’l-Me‘ânî şairin çocukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemlerinde yazdığı şiirleri ihtiva eder. Yani Garâ’ibü’s-
Sıgâr, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyi’ü’l-Vasat ve Fevâ’idü’l-Kiber olarak düzenlenmiştir.
Garâ’ibü’s-Sıgâr (Günay Kut, Ali Şir Nevayi. Gara’ibü’s-Sıgar, İnceleme-Karşılaştırmalı
Metin, TDK Yayınları, Ankara 2003), Nevâdirü’ş-Şebâb (Metin Karaörs, Nevâdirü’ş-Şebâb,
İstanbul 1984 (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi), Bedâyi’ü’l-
Vasat (Kaya Türkay, Bedâyi’ü’l-Vasat, TDK Yayınları, Ankara 2002) ve Fevâ’idü’l-Kiber
(Önal Kaya, Fevâyidü’l-Kiber, TDK Yayınları: 670, Ankara 1996) adlı divanlarından başka
olarak yine Farsça Divan’ı da vardır.
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı 76
Hamsesi: Hayretü’l-Ebrâr (M. Sabir, Hayretü’l-Ebrâr (İnceleme-Metin-İndeks), İstanbul 1961 (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora
tezi), Ferhâd u Şîrîn (Gönül Alpay Tekin, Alî Şîr Nevaî. Ferhad u Şirin. (İnceleme-Metin),
TDK Yayınları: 577, Ankara 1975), Leylî vü Mecnûn (Ü. Çelik, Alî-şîr Nevâyî. Leylî vü
Mecnûn, TDK Yayınları: 659, Ankara 1996), Seb’a-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî (Hatice Tören,
Alî Şîr Nevâyî. Sedd-i İskenderî, TDK Yayınları: 674, Ankara 2001) hamsesini meydana getiren mesnevileridir. Bunlardan başka şairin mensur eserleri de vardır.
Mecâlisü’n-Nefâis (Kemal Eraslan, Mecâlisü’n-Nefâyis I-II, TDK Yayınları, Ankara
2001), şairler tezkiresi olup mensurdur. Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâyimi’l-Fütüvve
(Kemal Eraslan, Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâyimü’l-Fütüvve, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları: 2654, İstanbul 1979) ise, bir çeşit velîler tezkiresidir. Risâle-i
Mu‘ammâ, Mîzânü’l-Evzân (Kemal Eraslan, Mîzânü’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi), TDK
Yayınları: 568, Ankara 1993) ve Muhakemetü’l-Lugateyn (F. Sema Barutcu, Muhâkemetü’l-
Lugateyn, TDK Yayınları: 656, Ankara 1996) adlı eserleri dil ve edebiyatla ilgilidir.
Münâcât, Çihil Hadîs (N. Asım, “Hadîs-i Erba’în Tercümeleri”, Millî Tetebbular Mecmuası,
1915, S. 77, s. 149-155), Nazmü’l-Cevâhir, Lisânü’t-Tayr (Mustafa Canpolat,
Lisânü’t-Tayr, TDK Yayınları: 626, Ankara 1995), Sîrâcü’l-Müslimîn (Tanju Oral Seyhan,
Sîrâcü’l-Müslimîn. Giriş- Karşılaştırmalı Metin, Ankara 2005) ve Mahbûbu’l-Kulûb (Kargı Ölmez, Mahbûbu’l-Kulûb (Metin-Gramer-Açıklamalar-Sözlük), Ankara 1993 (Hacettepe Üniversitesi, yüksek lisans tezi) dinî nitelikli eserleridir.
Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ, Târîh-i Mülûk-ı ‘Acem (A. Deniz Abik, ‘Alî Şîr Nevâyî’nin Risaleleri, Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ, Târîh-i Mülûk-i ‘Acem, Münşeat (Metin, Gramatikal
İndeks, Sözlük), Ankara 1993, (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi) ve Zübdetü’t-
Tevârîh adlı eserleri tarihle ilgilidir. Bunlardan başka, Hâlât-ı Seyyid-i Hassan-ı Erdşîr
(Kemal Eraslan, “Nevâyî’nin Hâlât-ı Seyyid Hasan Big Risâlesi”, Türkiyat Mecmuası, C.
XVI, İstanbul 1971, s. 89-110), Hamsetü’l-Mütehayyirîn (A. Deniz Abik, Ali Şir Nevayi: Hamsetü’l-Mütehayyirin (Metin-Çeviri-Açıklamalar-Dizin), Ankara 2006) ve Hâlât-ı
Pehlevân Muhammed adlı biyografik eserleri de bulunmaktadır.
Vakfiyye ve Münşe’at ise belge niteliğindeki eserleridir.
Garâibü’s-Sıgâr’dan
Sin öz òulúuŋnı tüzgil bolma il aòlÀúıdın òorsend
Kişige çün kişi ferzendi hergiz bolmadı ferzend
Sen kendi huyunu düzelt, başkalarının ahlakı ile yetinme.
Çünkü insana başkasının çocuğu asla kendi çocuğu gibi olmaz.
ZamÀn ehlidin üz peyvend eger diseŋ birev birle
Úılay peyvend bÀrì úılmaġıl nÀ-ehl ile peyvend
Zamanın insanlarından ilişkini kes, eğer birisi ile dersen ki,
ilişki kurayım, hiç olmazsa layık olmayanla ilişki kurma.
Köŋül kÀmını úoy ger òod miniŋ dìvÀne köŋlümni
Taparsın eyle yüz perkend ü sal her itke bir perkend
Gönlün dileğini bir yana bırak, eğer bizzat benim deli gönlümü
bulursan yüz parça et ve her bir parçasını bir köpeğe at.
İşitmey òalú pendin ùurfe kim pend ilge hem dirsin
Úıla alsaŋ işitgil pend sin kim ilge birmek pend
Halkın öğüdünü dinlemeyerek, işin şaşılacak yanı, hem de
başkalarına öğüt verirsin.Yapabilirsen öğüt dinle, sen kim
başkalarına öğüt vermek kim.
Bu fÀnì deyr ara ger şÀhlıġ ister iseŋ bolġıl
GedÀlıġ nÀnıġa horsend ü bolma şÀhġa óÀcetmend
Eğer bu ölümlü dünyada hükümdar olmak istersen
kulluk ekmeğine razı ol ve hükümdara muhtaç olma.
Bolup nefsiŋġa ùÀbiè bend úılarsın tüşse düşmeni
Saŋa yoú nefs dik düşmen úıla alsaŋ úıl anı bend
Nefsine uyup, eline geçerse düşmanı bağlarsın.
Sana nefsin gibi düşman yoktur; yapabilirsen onu bağla.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 77
Şeker-lebler tebessüm úılġanın körgeç köŋül birme
Ki bì-dillerni açıġ yıġlatur Àòir bu şeker òand
Şeker dudaklıların gülümsediğini görünce gönül verme.
Çünkü âşıkları sonunda bu şeker gülüş acı acı ağlatır.
CihÀn leõõÀtını şìrìn körer sin lìk bendiŋdür
GiriftÀr olma vÀúıf bol ki úayd u úand irür mÀnend
Dünyanın zevklerini tatlı görürsün ama onlar senin
ayak bağındır.
Bu bağa yakalanma, gerçeği iyice bil, çünkü “bağ” ve
“şeker kamışı” benzerdir.
Köŋüldin cehl renci dÀfièi ger isteseŋ bardur
NevÀyì bÀġ-ı naômı şekkeristÀnıda ol gül-úand
Gönülden cehalet hastalığını gideren bir ilaç ararsan
o gülbeşeker Nevâî’nin şiir bahçesinin şeker kamışlığında vardır.