4 Kasım 2015 Çarşamba

yunus emre

Yunus Emre
Yunus Emre’nin hayatına ait kesin bilgiler çok azdır. Onun doğduğu, yaşadığı yer ve hayatı
hakkında söylenen menkıbeler ile çeşitli yerlerde onun için yapılmış makamlar ve mezarlar, bu büyük şairin mezarının bulunduğu yeri de belirsiz hale getirmiştir. Kendi kurduğu
Yunus mektebine mensup şairlerin şiirlerinin onunkilere karışması da Yunus’un kimliğinin
belirlenmesinde karı şıklıklara sebep olmuştur. Yunus Emre’den sonra yaşayan Miskîn
Yunus, Âşık Yunus, Dervîş Yunus gibi daha başka adlarla anılan veya Yunus adını taşıyan şairler onun hayatı gibi şiirlerini de gölgelemiştir.
Yunus Emre, eserlerindeki bilgilere göre Anadolu’da birçok yeri gezmiş, Halep’e, Şam’a,
“yukarı iller” dediği Azerbaycan’a kadar gitmiş, Konya’da Mevlânâ’nın meclisinde bulunmuştur. O, şiirlerinde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ahmed Fakîh, Saltuk, Barak, Tapduk Emre ve Molla Kasım’dan bahseder. Saltuk ve Barak hariç bunların hepsi XIII. ve XIV. yüzyılda yaşayan kimselerdir. Yunus Emre, Adnan Sadık Erzi’nin Bayezid Devlet Kütüphanesi’nde bulunan bir mecmuada tespit ettiği bilgilere göre, h. 720/m. 1320 tarihinde 82 yaşında ölmüştür. Bu duruma göre, 1240 yıllarında II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında doğduğu tahmin edilen Yunus Emre, yaşlılık yıllarını son Selçuklu sultanı V. Kılıçarslan (1310-1318)
ile Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey (1300-1322) zamanında geçirmiştir.
XV. yüzyılda yazıya geçirilen Hacı Bektaş-ı Velî Velâyet-nâmesi’nde, XVI. yüzyılda yazılan Taşköprülüzade’nin Şakâyık-ı Nu’maniyye’sinde ve Lâmi’î’nin Nefehatu’l-Üns’ünde
Yunus Emre’nin, Tapduk’un dervişi olduğu, uzun yıllar şeyhine hizmet ettikten sonra Sakarya havzasında bulunan Sarıköy’de yaptırdığı zaviyesinde bir süre halkı irşat ettikten
sonra öldüğü ifade edilir.
Hacı Bektaş-ı Velî Velâyet-nâmesi’nde Yunus Emre ile şeyhi Tapduk Emre Bektaşî olarak gösterilir. Ancak Yunus Emre, şiirlerinde Tapduk Emre’ye bağlılığını sık sık belirttiği,
Mevlânâ’nın, Ahmed Fakîh’in, Seyyid Necmüddîn, Geyikli Hasan vb. şahısların adlarını
andığı halde Hacı Bektaş-ı Velî’den hiç söz etmemiştir. Yunus’un şiirlerinde Bektaşî olduğunu gösteren herhangi bir unsur da bulunmaktadır.
Yunus Emre ile ilgili çalışma yapanların da onun doğduğu ve yaşadığı yer konusunda
farklı görüşleri bulunmaktadır. Cahit Öztelli ve İbrahim Hakkı Konyalı Yunus Emre’nin
Karamanlı olduğu, Fuad Köprülü ise Sivrihisar yöresinde veya Bolu’ya ait Sakarya suyu
çevresindeki köylerden birinde yetiştiği, Abdülbaki Gölpınarlı ve Faruk Kadri Timurtaş
ise şairin Sarıköy’de yaşadığı ve orada vefat ettiği görüşündedir. Şahabeddin Tekindağ’ın
ileri sürdüğü dördüncü bir görüşe göre, Yunus’un Konya ile Kayseri arasındaki illerden
birinde yaşamış olma ihtimali vardır. Biz de, eldeki verilerin ve menkıbelerin ışığında Yunus’un Aksaray ve Kırşehir illerine yakın bir yerden olduğu kanaatindeyiz. Çünkü
Hacı Bektaş’ın bulunduğu Suluca Karahöyük ve Tapduk Emre’nin yattığı yer buralardadır.
Yunus’u da bu yerlerde aramak gerekir. Ayrıca Türkçenin o devirde Yunus hayatta iken yazılan büyük eserleri olan Mantıku’t-Tayr ve Garib-nâme de bu bölgede yazılmış eserlerdir.
Yunus Emre, adı ve şöhreti Türk halkı arasında çok yaygın bir şairdir ve onun şiirleri bugün bile sevilerek okunmaktadır. Mevlânâ’nın onun için, “ilâhî konaklardan geçerken her çıktığım menzilde Yunus’un izini gördüm” demesi şairin halk arasındaki değerini
göstermesi bakımından önemlidir. Eğirdir, Bursa, Keçiborlu, Emre Köyü, Aksaray, Karaman ve Erzurum’un Dutçu köyü gibi Anadolu’nun pek çok yerinde onun adına makamlar
(=anıt-mezarlar) yapılmış, başka Yunus’lara ait olan mezarlar da bu şaire ait kabul edilmiştir.
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı 18
Yunus Emre’nin eserlerine göre, Arapçayı ve Farsçayı bildiği, dört kitabı (Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an) okuduğu, ayetlerden, hadislerden iktibaslar yapacak derecede sağlam bir
İslamî kültüre sahip olduğu anlaşılmaktadır. O, Konya medreselerinde öğrenim görmüş,
Ahmed Fakîh ve Mevlânâ gibi şahsiyetlerin bulunduğu meclis ve eğitim yerlerinde yetişmiştir. Bu durumu aşağıdaki beyitlerinde görüldüğü gibi kendisi de açıkça belirtmiştir:
Mevlânâ Hudâvendigâr bize nazar kılalı
Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
… Fakîh Ahmed Kutbuddîn Seyyid Sultân Necmüddîn
Mevlânâ Celâlüddîn ol kutb-ı cihân kanı
Yunus Emre’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri
Edebî Kişiliği: XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın başlarında yaşamış olan Yunus
Emre, XIII. yüzyılda Anadolu’da gelişmeye başlayan tasavvufî halk edebiyatının en önemli
kaynağı ve temsilcisidir. Sonraki yüzyıllarda yetişen çok sayıda şair, Yunus Emre’den
etkilenmiştir. XIV. yüzyılda Said Emre ile Kaygusuz Abdal’da, XV. yüzyılda Eşrefoğlu,
XVI. yüzyılda Ümmî Sinan ve XVII. yüzyılda Niyâzî-i Mısrî gibi tanınmış birçok şairde
Yunus’un etkisi açıkça görülür.
Şiirlerini aruz ve hece vezni ile yazan Yunus Emre, çoğu zaman aruz vezninin mısra
ortasından ikiye bölünebilen kalıplarını kullanarak beyitlere dörtlük şeklinde yazılabilme özelliği vermiş ve böylece şiirlerinde ahenk sağlamıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinde bazı
mısraların hece vezni ile yazıldığı görülür ki, bunlar Yunus Emre’nin halk şiirinin vezin ve
ahengine aruzdan daha yakın olduğunu gösterir.
Yunus Emre, yaşadığı ilâhî aşkın heyecanını şiirlerinde terennüm eden bir derviş; şeriata (=İslam’a) bağlı, tarikat yoluyla marifete ulaşmış, hakikatin nuru ile ruhunu arıtmış
kâmil (=olgun) bir insandır. Duygu ve düşüncelerini sade ve samimî bir dille ifade edebi-
len lirik bir şair olan Yunus, yaşadığı yüzyılda Türkçenin de ifade gücü yüksek bir dil olduğunu başarıyla ortaya koymuştur. Yunus Emre, aradan geçen yüzlerce yıla rağmen canlılığını ve güzelliğini kaybetmeyen şiirleriyle Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir.
Türk şiirine “nefes” adını veren Yunus’un şiirleri, okuyucuya birdenbire açılmayan,
cezbeyle söylenmiş şiirler olup gönülleri, aniden parlayan bir ışık gibi aydınlatıp kaybolur.
Yunus Emre’nin şiirlerinde başta aşk olmak üzere, âşık ve halleri, gönül, gönlün içinde
bulunduğu durumlar, gönül yıkmama, dünya ve dünya hayatı, hayatın geçiciliği, insanlara
iyi gözle bakma, nefis, nefis terbiyesi, toplumda aksayan yönlerin eleştirisi, tevazu, sabır, cömertlik, zamanı iyi değerlendirme, gerçek sevgili için çalışma ve yaşama, ölmeden
önce dünyada hesap verme ve ölüm gibi pek çok konu yer almıştır. Yunus, insanlara bu
şekilde öğüt verirken Ahmed-i Yesevî’den, Süleyman Bakırganî’den, Edib Ahmed’den ve
Yusuf Has Hacib’den faydalanır, onları özetleyip kendi dünyasına açılarak şiirlerini söyler.
Şiirlerinde büyük bir yer tutan aşk, ona göre bir varlığa sevgi duymaktır. Yunus’un aşkı,
ilâhî (=gerçek) aşk, yani Allah aşkıdır. Gerçek âşık olmak için ise büyük fedakarlıklar yapmak gerekir. Şiirlerinde Peygamber aşkı ve dostluğunu da dile getiren Yunus, aşağıda matla beyti verilen şiiri ile gazel tarzında na’t türünün de edebiyatımızdaki ilk temsilcisidir.
Işkun ile âşıklar yansun yâ Resûlallâh
İçüp ışkın şarâbın kansun yâ Resûlallâh
Onda bitmez tükenmez bir bakış, çağlayan bir gönül ve o gönle bağlı olarak söyleyen
bir dil vardır. Yunus’un anlamın kapalı olduğu bazı şiirleri, şathiye özelliği gösterir. Aslında Yunus’un anlaşılır gibi görülen çok sayıdaki şiirinde de aynı durum vardır.
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 19
Şathiye: Anlamı kapalı, anlaşılması şerhe muhtaç şiir demektir. Zâhirde saçma görülen, fakat
şerh ve tahlil edildiği zaman anlamlı olduğu anlaşılan manzumelere verilen isimdir. Yunus’un
aşağıdaki iki beyiti alınan şiiri şathiyenin tanınmış örneklerindendir:
Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi
Bostan issi kakıyup dir ne yirsin kozumı
Kerpiç koydum kazana poyraz-ıla kaynatdum
Nedür diyü sorana bandum virdüm özini
Türkçeyi gönül dili haline getiren şair, tasavvufu en ince şekilde anlatarak milletin tercümanı olur. Risâletü’n-Nushiyye’de ele aldığı konular Divan’ında da işlenir. Şairin Divan’ı,
Risâletü’n-Nushiyye’nin geniş bir açılımı gibidir. Ancak Divan’ındaki dili çok incedir. O,
düşüncelerini belli bir seviyede bulunan, kültürlü kimselere anlatır. Bunun için Risâletü’n-
Nushiyye dışındaki şiirlerinde de peygamberlere, tanınmış mutasavvıflara, Attâr’ın ve
Mevlânâ’nın eserlerindeki hikayelere yer yer telmihlere başvurur. Bu yönü ile edebiyatımızda telmihle anlatımda ön sırada yer alan ilk şair Yunus Emre’dir. Onunla aynı zamanda
yaşayan şairlerden Gülşehrî ve Âşık Paşa da bu yönden Yunus’u takip ederler.
Eserleri: Risâletü’n-Nushiyye isimli ahlâkî bir mesnevisi ve Divan’ı olmak üzere iki eseri bulunan Yunus Emre, Türk edebiyatında hem Türkçe mesnevisi ve divanı olan ilk şair
hem de Anadolu’da başlayan Türk edebiyatında ilk Türkçe divan sahibi olan şairdir.
1. Risâletü’n-Nushiyye: Küçük bir öğüt kitabı olan bu eser, 1307’de yazılmış tasavvufî ve ahlâkî bir mesnevidir. Mesnevinin başında fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış on üç beyitten meydana gelen bir manzumeden sonra kısa bir düz yazı yer alır. Bundan sonraki bölümü
mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmış olan eser, yazma nüshaya göre 562, matbuya
göre 623 beyittir. Risâletü’n-Nushiyye, divan yazmalarının ve baskılarının da başına konmuştur.
Risâletü’n-Nushiyye’nin,
Pâdişâhun hikmeti gör n’eyledi
Od u su toprag u yile söyledi
şeklindeki daha ilk beytinden itibaren eserde, yaratılışın aslı olan dört ana unsurdan bahsedilir ve insan vücudu anlatılır. Sonra akıl, nefis, can ve gönüle yer verir. Yunus bu eserinde, iyi-kötü, akıl-nefis, cömetlik-cimrilik, sabır-acelecilik, doğruluk-eğrilik, alçak
gönüllük-kibir gibi zıtlıkları ele alır ve böylece anlatımına bir çekicilik getirir. Yer yer iyi
ve kötü hallerden bahsederek örnekler verir. Eserde iyiler aklın, kötüler de nefsin yardımcıları ve askerleri olarak gösterilir. Yunus bu durumu baştan sona kadar paralel bir şekilde
ele alıp anlatmıştır. Yunus Emre, Risâletü’n-Nushiyye’de yer alan,
Cümleler toğrudur sen toğru isen
Toğrulık bulunmaz sen eğri isen
şeklindeki her zaman geçerli olan özdeyişini, asırlar ötesinden günümüze göndermiştir.
Yunus Emre, bir öğüt kitabı olan Risâletü’n-Nushiyye’sinde bütün iyilikleri ve kötülükleri saymış, insanı yücelten ve alçaltan ne varsa anlatmış ve insan olmanın yolunu göstermiştir. Bunu yaparken peygamberlerin hayatlarından örnekler de vermiş, cimrilik, haset,
kibir, öfke, gaflet, dünya sevgisi, kin, gıybet ve dedikodunun insanı felakete sürüklediğini
belirterek bunların aşağılık ve insanı küçük düşüren şeyler olduğunu vurgulamıştır. İnsanın yücelmesi için bunları terk edip kendini bilip tanıması gerekir. Eserini zıtlıkları ele
alıp anlatarak çekici hale getiren Yunus, kibrin karşısına tevazuu (=alçakgönüllülük), nefsin
karşısına da aklı koyar.
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı 20
Yunus’un Risâletü’n-Nushiyye’de kullandığı dil, Divan’ındaki şiirlerine göre daha durgundur.
Divan’ı gönle, bu eseri ise akla hitap eder. Divan’ındaki şiirlerinde daha çok coşkunluk hâkimken Risâletü’n-Nushiyye’deki beyitleri canı ve gönlü ferahlatan sözler olarak karşımıza çıkar. Anlaşılırlık yönünden Risâletü’n-Nushiyye daha açıktır. Bu durum
Divan’ındaki bazı şiirlerinde de görülür.
2. Divan: Yunus Emre’nin ikinci eseridir. Daha çok gönül coşkunluğu ile yazdığı cezbe
şiirleri ile aklın ötesine geçen ve gönül dünyasına açılan manzumelerden meydana gelmiştir. Ona yakın nüshası bulunan Divan’ın bazı nüshaları ise, mecmualar arasındadır. Millet
Kütüphanesi’ndeki nüsha, eldeki en iyi nüshadır.Yunus’u ilk keşfeden Fuad Köprülü,
Divan’ını ilk yayımlayan ise, Burhan Ümit Toprak’tır (1933-34).
Âşık Paşa’dan ve Said Emre’den itibaren birçok şairin ve başka Yunus’ların şiirleri Yunus Emre’nin şiirleriyle karıştırıldığı için Divan’ındaki şiirlerin sayısı zamanla artmıştır.
Abdülbaki Gölpınarlı, üç cilt halinde yayımladığı Divan’da (I-II. cilt birlikte 1943’te, III.
cilt 1948’de) yazmaları karşılaştırarak Yunus Emre’ye ait olanlar ile başka Yunus’ların şiirlerini birbirinden ayırmıştır. Gölpınarlı’nın yayımladığı Divan’da Yunus Emre’ye ait 356
şiir vardır. Bu şiirlerin 287’si hece, 69’u da aruz vezniyle yazılmıştır. Bunlardan başka Cahit Öztelli (1971), Faruk K. Timurtaş (1980) ve Mustafa Tatçı (2005) gibi araştırmacılar da
Yunus’un şiirlerini yayımlamışlardır. Her yayında şiir sayısında farklılık görülür. Faruk Timurtaş yayımladığı eserde 326 şiire yer verirken, Tatçı bu sayıyı 415’e çıkarmıştır.
Yunus Emre’den gazeller
Gazel I
1. Bir şâha kul olmak gerek hergiz ma’zul olmaz ola
Bir işik yastanmak gerek kimse elden almaz ola
2. Bir kuş olup uçmak gerek bir kenara geçmek gerek
Bir şerbetden içmek gerek içenler ayılmaz ola
3. Çevik bahrî olmak gerek bir denize talmak gerek
Bir gevher çıkarmak gerek hîç sarraflar bilmez ola
4. Bir bagçaya girmek gerek hoş teferrüc kılmak gerek
Bir güli yıylamak gerek hergiz ol gül solmaz ola
5. Kişi âşık olmak gerek ma’şûkayı bulmak gerek
Işk odına yanmak gerek ayruk oda yanmak ola
6. Yûnus imdi var dek otur yüzüni hazrete götür
Özün gibi bir er getür hîç cihâna gelmez ola
Gazel II
1. Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi
Bostan issi kakıyup dir ne yirsin kozumı
2. Kerpiç koydum kazana poyraz-ıla kaynatdum
Nedür diyü sorana bandum virdüm özini
3. İplik virdüm çulhaya sarup yumak itmemiş
Becid becid ısmarlar gelsün alsun bezini
4. Bir serçenün kanadın kırk katıra yükledüm
Çift dahı çekemedi şöyle kaldı kazanı
5. Bir sinek bir kartalı salladı urdı yire
Yalan degül gerçekdür ben de gördüm tozını
6. Bir küt ile güreşdüm elsüz ayagum aldı
Güreşüp basamadum köyindürdi özümi
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 21
7. Kaf tagından bir taşı şöyle atdılar bana
Öglelik yola düşdi bozayazdı yüzümi
8. Balık kavaga çıkmış zift turşusın yimege
Leylek koduk togurmış baka şunun sözini
9. Gözsüze fısıldadum sagır sözüm işitmiş
Dilsüz çagırup söyler dilümdeki sözümi
10. Bir öküz bogazladum kakıldum sere kodum
Öküz issi geldi eydür bogazladun kazumı
11. Bundan da kurtılmadum n’idesini bilmedüm
Bir çerçi geldi eydür kanı aldun gözgümi
12. Tospagaya sataşdum gözsüz sepek yoldaşı
Sordum sefer kancaru Kayseri’ye azimi
13. Yûnus bir söz söyledün hiçbir söze benzemez
Münâfıklar elinden örter ma’nî yüzini