12 Eylül 2011 Pazartesi

klasik edebiyat yazma öğretimi

KLÂSİK TÜRK EDEBİYATI UNSURLARININ TÜRKÇE DERSİNDE YAZMA ÖĞRETİMİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Yakup YILMAZ[1]

Giriş

Türkler, dil malzemesinden Orhun kitabelerinden bu yana çok zengin bir edebiyat meydana getirmişlerdir. Bu edebiyat, farklı diller ve inançlar vasıtasıyla mana ve mazmun bakımından olduğu kadar, şekil ve mevzu bakımından da zenginleşmiştir.

Kızılelma mefkûresi ardınca yürüyen Türkler, Batıya doğru göç ettikçe farklı milletler ve inançlarla karşılaşmışlar, dilleriyle beraber kültür ve edebiyatlarını da çeşitlendirip zenginleştirmişlerdir. Bir yandan halk edebiyatı ürünleri ortaya çıkmaya devam ederken, öte yandan da İran ve Arap edebiyatlarından aldığı farklı ölçü, şekil ve sanatlarla oldukça zenginleşmiş, tabii ki bunları alırken de kendi karakteristik özelliklerini bu unsurlara sindirmiştir.

Klasik Türk edebiyatı, asırların ortaya koyduğu birikimi yine asırlarca muhafaza etmesini bilmiştir. Çağımızda elbette o edebiyatın hususiyetleriyle aynı şiirler meydana getirmek gerekmez; ancak şu var ki klasik Türk edebiyatı çağımızın cari şiir anlayışı tarafından değerlendirilebilecek çok zengin bir hazinedir.

Klasik Türk edebiyatını anlayamayanların şikâyeti, kelime hazinesinin Arapça ve Farsça kelimelerle dolu olduğudur. Elbette anlaşılmayan kelimelerin olması çok normaldir. Zamanın mekteplilerinin ortaya koyduğu ve aruz ölçüsünün esas alındığı bir edebiyatta aruzun gerektirdiği kelimelerin seçilmesi ve bu seçim esnasında da Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılması çok normaldir. Çünkü bu dillerin edebiyatlarında ölçüye uymak adına duyulan endişe neticesinde aruz kalıplarına uygun kelimeler önceden tecrübe edilmişti.

Zamanın sanatseverleri klasik Türk edebiyatını anlayabilmek için az bir gayretle bu edebiyatın kelime hazinesine sahip olup anlamak imkânına sahip olabilirler. Anlaşılmasa bile atalarımızın ortaya koyduğu yüksek kültür ürünü olan bu edebiyata en azından saygı duymak bir vecibe telakki edilmelidir.

Klasik Türk edebiyatı unsurlarının Türkçe dersinde yazma öğretiminde değerlendirilmesi adını verdiğimiz bu çalışmada klasik Türk edebiyatı biçim, tür ve sanatlarının Türkçe öğretiminin yazma alanında hangi yönleri bakımından değerlendirilebileceği konusu ele alınmıştır.

Gelişme

Bu çalışmamızla, klasik edebiyattan seçtiğimiz bazı biçim, tür ve sanatları, Türkçe öğretiminin yazma alanında kullanma denemesinde bulunduk. Seçtiğimiz biçim, tür ve sanatlar şunlardır:

1. Taklidî Ahenk

2. Akd

3. Cinas

4. İntak

5. Lebdeğmez

6. Nazire

7. Selh

8. Tezat

9. Muvaşşah

Sıraladığımız bu biçim ve sanatların ne olduğunu ve bunlarla hangi özelliklere sahip yazma çalışmaları yapılabileceğini açıklayalım ve öğrencilerin yazdıkları örnekleri sizlere takdim edelim:

1. Taklidî Ahenk: Fikri, hissi, hayali kelimelerin manasından ziyade çıkardıkları seslerle anlatmaktır.[2]

Şıp şıp diye indi merdivenden

Açtı kapıyı küşâde-gerden

Taklidî ahenk tarzıyla yazı yazmanın Türkçe öğretiminin yazma alanında kullanılabilecek şekli manzum veya mensur yazılarda yansıma kelimeleri kullanarak yazma çalışması olabilir.

Yansıma kelimeler tabiattan alınan seslerden yapılmış kelimelerdir. Bu kelimeler tabiatın konuştuğu izlenimini verir.

Yansıma kelimeler sadece aslî biçimleriyle kullanılmazlar. Bunlardan çeşitli ekler vasıtasıyla kelime türetmek de mümkündür. Yansıma kelime yapan ekler ve örnek kelimeler şunlardır:

gümbürtü, hışırtı, şangırtı, cıvıltı…

gürle-, çınla-, üfle-, horla-, fırla-…

fısılda-, horulda-, mırılda-, şırılda-, fırılda-, gürülde-, çatırda-…

haykır-, fışkır-, hıçkır-, kışkır-, çemkir-, püskür-, tükür-, sümkür-…

üfür-, bağır- (< bankır-), öğür-, anır- (nkır-), aksır-, tıksır-…

Pınarbaşı İlköğretim Okulu’nda yaptırılan çalışmalardan örnekler:

PİKNİK MACERAM

Bir gün pikniğe gittiğimizde orayı çok sevmiştim, çünkü bir sürü hayvan vardı. Hele de o derenin şarıldaması ta uzaklardan duyuluyordu. Sonra biraz yürümeye başlamıştık kuşlar cıvıldıyordu, hele de o arılar topluluğu hep beraber vızıldayarak gitmeleri daha güzeldi. Biraz gezdikten sonra annem yemek hazırladı, annem su koyarken o suyun şırıltısı çok güzeldi.

Güneş batmaya başlamıştı. Kurtlar uğuldamaya başlamışlardı. Hava iyice kararmaya başladı. Baykuşlar guğulduyordu. Ağaca bir baktım ki tıs diye ses geliyor. Meğer yılanmış. Yılanı biraz izledikten sonra gözden kayboldu. Biz de arabaya bindik ve yola koyulduk eve geldiğimizde hemen horul horul uyudum.

Barış AYKUT 7-B Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

ORMAN GEZİSİ

Ormana geziye gittik ve ormanda kuş cıvıltıları vardı. Bir anda hava kararmaya başladı. Ve kurt ve çakallar ulumaya başladı kuş cıvıltıları susmuştu kuş cıvıltıları yerine baykuşun o korkunç sesleri vardı. Çadıra gitmiştik tam uyuyacaktık ama bir anda bir horultu duyduk ve bu horultunun kimden geldiğini merak ettik bu horultu ayının horultusuna benziyordu tamda tahmin ettiğimiz gibi ayının horultusuydu. Sabah olmuştu toparlandık gitme zamanı gelmişti tam toparlanırken bir ses duyduk ve çıngıraklı yılanın sesiydi bu ve çok güzel bir sesi var idi...

Kader DİKGÖZ 7/B 919 Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

KAMP SEVDAM

Sıcak bir yaz günüydü. Ormanda öğretmenim ve arkadaşlarla kamp yapıyorduk. Hocadan izin alıp üç arkadaş geziye çıktık. Önceleri çok güzeldi. Kuş cıvıltıları, tavşanların tıpırtıları, sincapların ceviz kıtlamaları sinek ve arı vızıltıları, şırıl şırıl akan şelale her şey mükemmeldi. Orman cıvıl cıvıldı. Sonra uzaktan bir homurdanma sesi geldi. Hava birden karardı, her ses kesilmişti. Etrafımıza baktık bayağı uzaklaşmış, yani kaybolmuştuk. Uzaktan gelen kurtların uğultuları bize doğru yaklaşıyordu. Çok korkmuş, ne yapacağımızı şaşırmıştık. İleride bir ışık gördük. Meğer kamptakiler bizi aramaya çıkmışlar. Sonunda bulunmuştuk. O günden sonra bir daha kampa gitmeyeceğimize üçümüz de söz vermiştik...

Beyzanur AYYILDIZ 7-B Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

KIZILDERİLİNİN HOMURTULARI

Bir ormanda neşe içinde oyun oynayan hayvanlar ve cıvıl cıvıl cıvıldayan kuşların sesleri dağların eteklerine kadar gidiyordu. Fakat o ormanda şarıldayan dere ve oyun oynayan hayvanların dışında biri daha vardı. Bu garip garip dolaşan ve kendi kendine homurdanan bir Kızılderili’ydi. Ona göre "beyaz insanlar doğayı kirletir" ilkesi hep vardı. Çünkü bir çok kez ellerinde atık su dolu olan bazı fıçılar görürdü ve bu fıçıları şarıl şarıl şarıldayan büyük bir dereye dökerlerdi. Bu dere zehirli su dolardı ve hiçbir hayvan bu dereden doya doya su içemez ve susuzluktan ölürlerdi. Bir gün ormana beyaz bir adam geldi ve o dereden su içip çimenlerin üstünde bayıldı kaldı. Zehirlenmişti. Hâlbuki o dereyi, o eskiden şarıl şarıl akan dereyi onlar kirletmişlerdi.

Aslında Kızılderili beyaz adamlar ağlasalar da zırlasalar da onlara yardım etmeyeceğine yemin etmişti. Fakat yerde yatan beyaz adamın daha fazla inildemesine dayanamadı ve yardım etti. Onu iyileştirdi. Buradaki hayvanların nasıl can çekiştiğini ve susuzluktan inim inim inildeyerek nasıl öldüklerini anlattı. Beyaz adam bu sözleri iyi düşündü ve "Az daha kendi hatam yüzünden ölecektim." diyerek zırıldamaya ve sonunda ağlamaya başladı.

Aslında bir kehanete göre bu beyaz adamın gözyaşları zehirli dereye döküldüğünde derenin zehri ortadan kalkmış ve hayvanların nesillerini devam etmeleri sağlanmış. Hayvanlar bu yüzden bu zamana kadar mutlu mesut yaşayabilmiş.

Fidan ÇITAK 7-A Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

2. Akd: Mensur bir sözü nazmetmek demektir.[3] Düz yazıyla oluşturulmuş metinler şiir kuralları da dikkate alınarak manzum hâle getirilir. Örnek olarak:

“Bir yere misafir gidilirken eli boş gidilmez. İlâhî! Ben de boş gelmedim, suç getirdim. Getirdiğim, dağların çekemediği ağır bir yüktü. Ben onu iki kat sırtımla taşıdım ve getirdim.” sözlerinin nazmedilmiş şekli şöyledir:

Eli boş gidilmez gidilen yere

Rabbim, boş gelmedim, suç getirdim.

Dağlar çekemezken o ağır yükü

İki kat sırtımla pek güç getirdim

Pınarbaşı İlköğretim Okulu öğrencilerinden bir örnek:

DENİZYILDIZININ ÖYKÜSÜ

Bir adam, okyanus sahilinde yürüyüş yaparken denize telaşla bir şeyler atan birisine rastlar.

Biraz daha yaklaşınca, bu kişinin sahile vurmuş denizyıldızların denize attığını fark eder ve “Niçin bu denizyıldızların denize atıyorsunuz?” diye sorar.

Topladıkların hızla denize atmaya devam eden kişi, “Yaşamaları için” yanıtını verince, adam şaşkınlıkla, “İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza olanak yok. Sizin bunları denize atmanız neyi fark ettirecektir?” der.

Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak, onun için çok şey fark etti.” Karşılığını verir.

Bir Yıldız Bir Yıldızdır

Bir adam vardı sahilde yürüyen

Denizyıldızlarını denize sürüyen

Sordum ona: “Ne yapıyorsun, nedir amacınız?”

Dedi bana: “Bir yıldız, sadece bir yıldız…”

Kurtulan bir olsa da anlamak gerek

Umutlanır görünce her bir yıldız

Gözden de yaş damlatmak gerek…

Kübra Karataş 2865, 8-C Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

3. Cinas: Lafzı bir, manası ayrı olup bir ibarede bulunan kelimelerdir.[4]

Eyleme vaktini zâyi

Deme kış yaz, oku yaz

Cinasla ilgili olarak kelime hazinesini zenginleştirici çalışmalar yapılabilir. Bu anlamda Pınarbaşı İlköğretim Okulu öğrencilerinin yaptığı çalışmalar şunlardır:

BİR YAZ GÜNÜ

O yaz Ayşe için çok önemliydi. Çünkü ailesiyle beraber yaz tatiline çıkacaklardı. Ayşe çok mutlu olmuştu. Gittiği yerde çok güzel bir havuz vardı. Orada yüzmeyi ve yüzünü havuzun içine daldırmayı çok seviyordu. Ayşe yaz tatilinde çoğu kez yazı da yazıyordu. Ayşe ve ailesi orada Ayşe’nin teyzesi Yıldız Hanım’ı da görmüşlerdi. Ayşe ve Yıldız teyze akşam olunca yıldızlara bakmayı çok seviyorlardı. Ayşe ve ailesinin o güzel hatıralarla dolu tatili bitmişti. Çünkü okullar açılacaktı. Ayşe elini yüzünü yıkayıp kahvaltıya oturdu. Ocak ayının bir kış gününde, Ayşe’ye annesi ocak başında bir yumurta pişirmişti. Ayşe onu hatırlamış ve annesine yine o yumurtadan yapmasını isteyip okula gitti.

Kezban Gümüş 7-B 671 Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

YAZ GÜZEL YAZMAK DEĞİL

Yaz güzel; ama yazı yazmak güzel değil. Bence pek çok öğrenc i yazı yazı yazmakla geçirmek istemez. Annem, yazın yazı yazacaksın, deyip duruyor. Babam da yüzdelik problemler çözeceksin, diyor. Ben yazın yüzdelik problem çözmek istemiyorum, yüzmek istiyorum. Bir de kırlarda gezip tozmak varken kalkmış babam beraber odun kıracağız diyor. Ayrıca annem bana güle güle ne derse beğenirsiniz? Yarın bahçedeki gülleri toplayalım, diyor. Olacak iş mi şimdi bu? Ben gül toplayayım arkadaşlarım gülüp eğlensin. Zaten kaç gündür bu işlerden kaçıyordum.

Hatice Tapıkara 7-B

TATİLİN BÖYLESİ

Yazın ailemle beraber köye dedemlerin yanına gittiğimizde bir kazın yeri kazdığını gördüm. Kendi kendime ‘bu yaz çok zevkli geçecek’ diyordum ki Türkçe öğretmenimin verdiği yazma ödevi aklıma geldi.

Dedemin yanına gittiğimizde yüzmek için yer olup olmadığını sordum. O da öyle bir yerin olmadığını söyledi ve bana yüz lira verip beni başından savdı.

Annemlerin yanına gittiğimde ocakta yemek pişirdiklerini gördüm. Anneme, sadece yazın değil kışın da gelmek istediğimi özellikle ocak ayında burada olmak istediğimi söyledim. O da bana elinde gülü verdi ve arkasından şirince gülüverdi.

Başak Erben 7-B 867 Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

4. İntak: Söylemeğe kabiliyeti olmayan şeyleri söyletmektir.[5] Özellikle insan dışındaki varlıkları konuşturma sanatı olarak bilinir. Çok yaygın olarak kullanılan bir edebî sanattır:

Yetişen her yeşil çemen yerde

“Vahdehû lâ şerîke leh” demede

KİTABIN DOĞUŞU

Merhaba. Ben kitabım. Benim nasıl doğduğumu biliyor musunuz? Ben her doğuşumda birçok zorluklardan geçerim. Ormanları aşar, fabrikaları gezer, insanları tanırım. Herkesin elinden geçer, bazen kirli olurum bazen temiz, bazen sevinirim, bazen üzülürüm, bazen olduğum yerde kalır, bazen gece sıcak yatakta yatarım.

Ben işte böyle doğarım. İlk önce benim için güzel ağaçları keserler. Onları kamyonlarla fabrikalara taşırlar. Benim için o insanları yorup canlarını yakarlar. O ağaçları kestikten sonra hamur haline getirip beni doğurmaya başlıyorlar.

Ben kâğıt şekline geldikten sonra yazılarımın yazılması için beni mürekkep dünyasına yani matbaaya gönderirler. Orada ben de birçok şey öğrendim. Mesela bir kez matematik kitabı okumuştum. İki kere ikinin dört olduğunu öğrendim. Sonra beni öğrencilere ve kitapçılara verirler. İşte ben bu kadar zevkli doğarım!

Meryem Gündüz 7/A Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

KALEMİN HİKÂYESİ

Ben bir kalemim. Benim nasıl bu hale geldiğimi, nerelerde kullanıldığımı hepiniz çok merak ediyorsunuz. O zaman ben size anlatmaya başlayayım.

Ben ilk başta bir tohumdum, fidan oldum. Zamanla ağaca dönüştüm. Sonra ağacı işçiler keserek fabrikalara gönderdiler. Fabrikalarda beni şu anda bulunduğum duruma getirdiler. Ben birçok işlemden geçtim. Şu anda beni her öğrenci kullanıyor. Ama bazı öğrenciler bilmezler ki ben ne kadar çok aşamadan geçtim.

Zeynep Aydın 7/A Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

5. Lebdeğmez: Dudak ünsüzleri denen “b, f, m, p, v” seslerinin bulunmadığı manzumelerdir.

Üsküdar Mevlevihanesi’nin sabık şeyhi ve Üsküdar’daki Selim Ağa Kütüphanesi’nin müdürü rahmetli Ahmet Remzi Akyürek Dede’nin şu gazeli meşhur bir örnektir:

Tarik-i aşka gir ehl-i hudâ ol

Gönül, gel lâyık-ı her i’tilâ ol

Dilersen dehrde âzâde-serlik

Gurûr-ı câhı terk eyle gedâ ol

Sakın izhârdan ağyâra hâlin

Yine sen derdine çâre-resâ ol

Cidâl-i kîl u kâle yok nihâyet

Ricâlullah ile hâl-âşinâ ol

Çekil izzetle uzlet kûşesinde

Azîz ol derd-i şöhretten cüdâ ol

Işığî mahlaslı Ahıskalı Emrah adlı halk şairinin lebdeğmez örneği de şöyledir:[6]

Ateşe yakar cihanı aşk ile nârın senin

Âh ettin arşa dayandı âh ile zârın senin

Nâs içinde destan oldun düştün dilden dillere

Yâr elinden serserisin ya hani ârın senin

Âşıksın aşnan ararsın âh edersin derinden

Aşnan sâdık yârin ise der sana ne nârından

Sad hezar nas ile senin aklın ala serinden

Şay’eder gizli sırların hercâyî yarın senin

Işığî der sıdk ile gel sen çalış Hak râhına

Git uzak şeytan şerrinden sığın şahlar şahına

Seni halk eden Hallâk’ın secde kıl dergâhına

Her ne dilek dilersen ihsan eder Tanrın senin

Lebdeğmezden yola çıkarak mayınlı harfler ve kelimeler adlı bir çalışma ortaya koyduk. Bu çalışmada sınıfça belirlenen bir kelime ve harf herhangi bir konudaki yazma çalışmasında kullanılmayacak diye kararlaştırılır. Yirmi dakikalık bir süre içinde yazılan yazılar kalan yirmi dakikalık sürede isteyen öğrencilerce okunur. Okuma esnasında kulaklar mayınlı harf ve kelimeye odaklanmıştır. Mayınlı harf ve kelime kullanılmadan yazı tamamlanmışsa alkışlanır; şayet mayınlı harf veya kelime varsa öğrenciler bir mayın gibi patlar.

Hem eğlendirici ve hem de yazmaya teşvik edici olması hasebiyle öğrencilerce çok beğenilmektedir.

Elif EDE adlı Pınarbaşı İlköğretim Okulu öğrencisinin yazdığı bir örnek:

(mayınlı harf: ğ; mayınlı kelime: bir)

BİTMEMİŞ TAKSİTLER

Küçükken annemi çamaşır makinesine çamaşır koyarken gördüm. O zamanlarda ben teybe kaseti koyar ve şarkılar dinlerdim. Dikkat ettim. Teyp de dönüyor, çamaşır makinesi de... Uzun gözlemler sonucu teybin ve çamaşır makinesinin aynı işi yaptıklarını gördüm. Annem banyodaydı. Çamaşırları yine makineye koyuyordu. Ben de ayaklarımdan çorapları çıkardım. Teybi çalıştırdım. Teybin içine çoraplarımı yerleştirdim. Annem banyoda işini bitirmiş. Yanıma geldi. Sordu:”Hayırdır, ne iş?” Ben: “İş anne, iş...” dedim. Annem fark etmemiş, ben teypte çamaşır yıkıyordum. Teyp durunca annem yine sordu: “Teypte ne var?” Cevap verdim: “Çamaşır...” Annemin kafası döndü. Devam ettim: “Burada da ben çamaşır yıkıyorum anne, ne var bunda.” Annem de bana ”Ne olacak kızım, önünde bitmemiş taksitler var.” dedi.

Elif EDE 7-A Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

6. Nazire: Bir şairin manzum bir eserine (alelekser gazeline) diğer bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yazılan benzer şiirdir.[7] Pervane Beg’in nazire mecmuasından örnekler:[8]

Zâtî’nin yazdığı gazel şudur:

Fe‘ilƒt†n fe‘ilƒt†n fe‘ilƒt†n fe‘il†n

. . - - / . . - - / . . - - / . . -

‘IŸò va¾‘ eyledi dilde yine bir òaör-ı firƒî

Olımaz a¤a tet†mmƒt sipihr-i n†h kƒî

‘IŸò bir deváa imiŸ bƒå-ı ezelde bitmiŸ

ïalò-ı ‘ƒlem a¤a bƒr iki cihƒndur iki Ÿƒî

G†neŸi g”r ki adın mihr òomıŸ germ oluban

Öyk†n†p ‘ıŸòa yaòar ‘ƒlemi vƒy bu k†stƒî

Ne’ydig†m bilmedi kimse bu cihƒn bezminde

Ney gibi baårumı ‘ıŸò eylemeyince s–rƒî

Derd-i ûƒtŒ’ye ‘ilƒc itme øabŒbƒ y†ri var

‘IŸò bŒmƒrı cihƒn içre olur mı dervƒî

Mü’min Efendi’nin Zâtî’nin gazeline yaptığı naziresi de şudur:

Fe‘ilƒt†n fe‘ilƒt†n fe‘ilƒt†n fe‘il†n

. . - - / . . - - / . . - - / . . -

Bilmedin òabr†¤i kim teng mi olur ya ferƒî

Ned†r iy îƒce bu resme felek-ƒsƒ y†ce kƒî

¡ecer-i øayyibeden áƒöıl olur mŒve-i c–d

õemerƒt-ı ‘amel-i öƒliái virmez her Ÿƒî

Artuò olduòça îaøƒ dilde f†z–n oldı †mŒd

OlmıŸuz keôret-i iásƒn-ı ïudƒ’dan k†stƒî

Hem-dem-i î–r ola revzen açıla Cennet’den

Dilber eylerse naüar òabr†m olıcaò s–rƒî

džn vir†r òara îaber rŒŸ-i sepŒd iy M†’min

Ne revƒdur p†r ola penbe-i åafletle öımƒî

Pınarbaşı İlköğretim Okulu 7-B sınıfı öğrencisi Can Karabulut adlı öğrencimiz Orhan Veli’nin şiirine yaptığı nazire ile güzel bir örnek sunmuştur:

Aslı:

İSTANBUL'U DİNLİYORUM

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

Naziresi:

İSTANBUL'U DİNLİYORUM

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı

Kıyıda seyyar balık satıcıları

Gemilerde aşk sarhoşu olmuş onlarca insan

Hemen yanımda martıların sesleri

Keskin bir ağıt gibi ağlamaklı

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı

Can KARABULUT 7-B, Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

7. Selh: Başkasının bir beytindeki kelimeleri değiştirmek; fakat manayı ibkâ etmek suretiyle benimsemektir.[9] Metinde anlam değişmeden kelimeleri değiştirmek, kelimelerin eş anlamlılarını kullanarak metni yeniden yazmaktır.

Diyarbakırlı Emîrî Efendi’nin na’tındaki:

Kûsun döğülür dâire-i mülk-i semâda

Hükmün sürülür mahkeme-i adl ü atâda

İsmin anılır ma’reke-i her dü-serâda

Vâsıl ola âvâre gönül kâm ü murâda

İfadeler Şeyh Galib’in bendine selh yapılmış gibidir:

Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda

Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda

Gülbank-i kudûmün çekilir arş-ı hudâda

Esmâ-yı şerîften anılır arz u semâda

Örnek olarak Orhan Veli’nin İstanbul’u Dinliyorum adlı şiirini kullandık. İşte Pınarbaşı İlköğretim öğrencisi Sema Sarıcı’nın bir çalışması:

İSTANBUL'U DİNLİYORUM KOCAKÖY’Ü İZLİYORUM

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kocaköy’ü izliyorum, gözlerim yumuk.

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; İlk başta yavaştan bir yel savuruyor

Yavaş yavaş sallanıyor Ilgıt ılgıt dalgalanıyor

Yapraklar, ağaçlarda; Çiçekler dallarda

Uzaklarda, çok uzaklarda, Iraklarda pek ıraklarda

Sucuların hiç durmayan çıngırakları; Sakaların hiç susmayan zilleri

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. Kocaköy’ü izliyorum, gözlerim yumuk

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kocaköy’ü izliyorum, gözlerim yumuk.

Kuşlar geçiyor, derken; Serçeler uçuyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Havalardan ordu gibi, bağıra bağıra

Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Ağlar toplanıyor, denizlerde

Bir kadının suya değiyor ayakları; Bir hanım denize sürüyor ayaklarını

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kocaköy’ü izliyorum, gözlerim yumuk.

Sema SARICI 7-B, Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

8. Tezat: Mana bakımından birbirine karşı olan iki kelimeyi, iki fikri, iki hayali, bir münasebet kurarak söz içerisinde birlikte kullanma sanatıdır.[10]

Zıt anlamlı kelimelerin bir arada kullanıldığı şiire bir örnek:

Eden vuslat deminde fikr-i hicrân ağlasın gülsün

Dökenler eşk-i şâdî böyle her ân ağlasın gülsün

Lebi, can tâzeler, bîmâr çeşmi can alır Cevdet

O şûha dil veren dil-haste her an ağlasın gülsün

Divan edebiyatında “adem-vücûd, araz-cevher, arş-ferş, cennet-cehennem, cismanî-rûhânî, enfüsî-âfâkî, ezel-ebed, kevn-mekân, küfür-iman, mescit-meyhane, zahit-rind, şah-geda, vahdet-kesret, yâr-ağyâr…” gibi kelimelerle yapılan tezatlar çok kullanılmaktadır.[11]

Tezat, yazma öğretiminde zıt anlamlı kelimelerle yapılan yazma çalışması olarak da isimlendirilebilir. Bu anlamda öğrencilerin yaptığı çalışmalar şunlardır:

MEVSİMLER

Mevsimler çok karışıktır. Çünkü her yazın bir kışı, her ilkbaharın bir sonbaharı vardır. Yağmur yağınca hava kararır, güneş çıkınca da hava aydınlanır. Gece ve gündüz de öyledir. Gece hava kararır, gündüz ise hava aydınlanır.

İlkbaharda çiçekler ve yapraklar açar. Sonbaharda ise yapraklar dökülür. Yaz ve kış da öyledir. Yazın hava çok sıcaktır. Kışın ise hava çok soğuktur. Bu dünyanın kanunudur. Buna kimse karşı gelemez.

Neslihan ŞAHİN 7/B 973 Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

EV DOLU

Soğuk bir kış günü sıcak evimizde oturuyorduk. Birden kapıya vuruldu. En çok sevdiğim Kübra ile en çok nefret ettiğim Büşra gelmişti. En sevdiğim arkadaşım bence iyi kalpli, en nefret ettiğim arkadaşım ise kötü kalpli bir insandı. Onlar bize geldiklerinde sabahtı, onlar giderken de akşam olmuştu. Neden geldiklerini sordum. Kübra “Bizim evimiz eski, neredeyse çökecek gibi, evde durulmuyor.” dedi. Büşra da “Biliyorsun ki bizim evimiz de yeni. Yapılacak bazı yerleri var. O yüzden ev henüz durulacak gibi değil.” dedi. Ben de her ikisini de o gün evime aldım.

Büşra EKİNVEREN 7-B Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

ORMANDA KAYBOLAN KÜÇÜK KIZ

Ormanda aşağı yukarı inip çıkıyordum. Aniden önüme siyah beyaz bir kedi çıktı. İleride bir dağ vardı ama geriye bakınca da yolun çok uzun olduğunu fark ettim. Eve giderken uzun yolun yerine kısa yolu tercih ettim. Ama ben küçük ve büyük dağların fotoğrafını çekecektim. Önüme sağa ve sola giden bir yol çıkmıştı. Sağ yolu seçtikten sonra ileri geri koşturmaya başladım. Önüme arkama bakıyordum fakat yolu bulamıyordum. Küçük bir evin bahçesinde elma ve biber vardı ve tadına bakınca da elmanın tatlı biberin ise acı olduğunu anladım. Hava aydınlıktı ama etrafı kara bulutlar kaplayınca etraf karanlığa döndü. Arkadaşlarım çok iyi insanlardı ama bize kötü davrananlar da vardı. Bazı kişiler bizden nefret ediyordu bazıları ise bizi sevdiğini söylüyordu. O kadar yorgundum ki eski dinç hallerimi özlemiştim. Annem varken hasta değil sağlam dimdik ayakta duruyordum. Evin yolunu bulunca arkadaşlarıma olan nefretimin yerini sevgi bürümüştü.

Burcu Altunçay 7/B 407 Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

9. Muvaşşah: Her mısranın ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca bir isim çıkacak biçimde düzenlenmiş şiirlere denir.[12] Buna akrostiş veya istihrâc da denir. Aşağıdaki muvaşşahta ortaya çıkan isim “Fâtıma”dır.

Firkatin aldı bütün neşve vü tâbım bu gece

Ağlamaktan yine zehr oldu şarâbım bu gece

Taştı peymâne-i gam kalmadı şekvâya mecâl

Mihverimde dolaşır leşker-i endûh u melâl

Hep senin aşkın ile böyle harâbım bu gece

Öğrencilerin kelime servetini zenginleştirici bir çalışma olan muvaşşah ya da yabancı adıyla akrostiş kısa süre tutması bakımından da seçilebilecek bir yazma çalışmasıdır.

Pınarbaşı İlköğretim Okulu öğrencisinden bir örnek:

BEYTULLAH KAYA

Bir gün uzunca dalmışım

Ey mavi gökyüzü

Yüreğimi çalmışsın

Tamamen gönlümü almışsın

Ulaşamıyorum artık

Leyla ile Mecnun gibi

Leylasız Mecnun gibi ya da

Almışsın aklımı

Her zaman düşünürüm seni

Kayalarda tepelerde

Allah’ım bana sen yardım et

Yüreğim tutuşup

Ateş almasın.

Beytullah KAYA 6-D Ümraniye Pınarbaşı İlköğretim Okulu

Sonuç

Klasik Türk edebiyatının zenginliği, içine girdikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Bu zenginliği hiç çekinmeden kullanmak gerekir. Klasik Türk edebiyatının en esrarlı şairi Şeyh Galip’in anlayışıyla hareket ederek ve:

Çaldımsa da mîri malı çaldım

diyerek klasik Türk edebiyatı unsurlarının her zaman ve zeminde kullanılmasını sağlamalı.

Hâsılı, eskimeyen klasik Türk edebiyatının unsurlarına eskilerin şimdiye kalan mirası anlayışıyla yaklaşmalı, onun zenginliğinden ve güzelliğinden sınırsızca istifade etmeli.

KAYNAKÇA:

TAHİRÜ’L-MEVLEVÎ: Edebiyat Lügatı: İstanbul 1973, 184 s. Enderun Kitabevi.

YILMAZ, Yakup: Pervâne Beg Nazîre Mecmuası (99b-129a) Transkripsiyonlu, Edisyon Kritikli Metin: M.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Eski Türk Edebiyatı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 224 s. İstanbul 2001.

DİLÇİN, Cem: Örneklerle Türk Şiir Bilgisi: Ankara 1995, XIV+529 s. TDK Yayınları: 517.

İPEKTEN, Haluk: Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz: İstanbul 1994, VIII+340 s. Dergâh Yayınları.

ÜZGÖR, Tahir: Edebiyat Bilgileri: İstanbul 1983, XVI+399 s. Veli Yayınları.

KOCAKAPLAN, İsa: Açıklamalı Edebî Sanatlar: İstanbul 1992, 188 s. MEB Yayınları: 2394.



[1] Dr. Pınarbaşı İlköğretim Okulu.

[2] TAHİRÜ’L-MEVLEVÎ: Edebiyat Lügatı:17. s.

[3] TAHİRÜ’L-MEVLEVÎ: Edebiyat Lügatı: 19. s.

[4] TAHİRÜ’L-MEVLEVÎ: Edebiyat Lügatı: 31. s.

[5] TAHİRÜ’L-MEVLEVÎ: Edebiyat Lügatı: 67. s.

[6] KOCAKAPLAN, İsa: Açıklamalı Edebî Sanatlar. 90. s.

[7] TAHİRÜ’L-MEVLEVÎ: Edebiyat Lügatı: 114. s.

[8] YILMAZ, Yakup: Pervâne Beg Nazîre Mecmuası (99b-129a):

[9] TAHİRÜ’L-MEVLEVÎ: Edebiyat Lügatı: 134. s.

[10] ÜZGÖR, Tahir: Edebiyat Bilgileri. 366. s.

[11] ÜZGÖR, Tahir: Edebiyat Bilgileri. 366. s.

[12] DİLÇİN, Cem: Örneklerle Türk Şiir Bilgisi: 493-494. s.