21 Eylül 2018 Cuma

türk yazı dilinin eskiliği - doğan aksan

Kaynak : Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1971,
TDK Yay.: 338, TTK Basım evi, Ankara, 1989
Kelirnebilimi ve Anlambilimi Ölçülerinden Yararlanarak Bir Yazı
Dilinin Eskiliğini Saptama Yolları, I:
KAVRAM ALANI-KELİME AİLESİ İLİŞKİLERİ VE
TÜRK YAZI DİLİNİN ESKİLİĞİ ÜZERİNE
DOĞAN AKSAN
Dilbilimi ve anlambilimi çalışmalarında şimdiye kadar değinilmemiş
olan bir konu, bir dilin en eski ürünlerinde kavram alanı-kelime ailesi ilişkileri
ve kelime ailesinin genişliğidir. Daha önce yayımlanmış olan bir yazımızda
(Türkçe araştırmalarında yeni yollar: TDAY Belleten 1969, s. 47 ve ötesi)
kısaca değinilen bu sorunun, araştırmamız sonucunda, bir dilin yazı dili
haline gelişinin tarihi, en eski belgelerinden önceki hayatı ve yaşı üzerindeöteki
birtakım anlambilimi ölçüleriyle birlikte - ipuçları verebilecek nitelikte
olduğu kanısına varmış bulunuyoruz. Bu bakımdan çok önemli gördüğümüz bu
konuyu burada, yeni verilerin de yardımıyle, dilimizin kelime hazinesinde
incelemek istiyoruz. Konuya girmeden önce, kavram alanı ve kelime ailesi
terimleri üzerinde kısaca durarak bunları aydınlatmaya çalışalım:
l. Aşağı yukarı XVII. yüzyıldan beri, kelimelerin - eski dilcilerin
düşündükleri gibi - kavramların içine yerleştiği kalıplar olmayıp birbiriyle
sıkı ilişkili değerlerden oluşmuş, dil denen sistem içinde, dilbirliği mensuplarında
genel olarak ortak sayılabilecek birtakım tasavvurların, kavramların sese
çevrilmiş temsilcileri, her dilin kaynaşmış bir düşünce-ses birleşimi oldukları
kabul edilmektedir. Ferdinand de Saussure'ün kuramı, XX. yüzyılın başlarında
dil denen sistem içindeki öğelerin, bu arada özellikle kelime adı verilen
şeyin (belirti) çeşitli niteliklerini çözmeye çalışmış ve birçoklarınca benimsenmiş,
yerleşmiş yargılara varmıştı. Günümüzün yapısal dilbilimi çalışmaları
onun koyduğu temeller üzerinde yükselmiştir, diyebiliriz. Saussure, kelimelerin
başka öğelerle ilişkilerini, bu arada çağrışım ilişkilerini de belli etmeye
çalışmıştır (Cours de linguistique generale, Ch. Bally-A. Seclıehaye yayımı,
Paris, 1931, s. 173-175).
Özellikle Alman dilcisi J. Trier'in dil alanı (Sprachfeld) adıyla uyguladığı,
DOĞAN AKSAN
sonradan başkalarınca da ele alınan yöntem, kavramların da tıpkı mozaik
gibi birbirini sınırlandıran çeşitli parçacıkların birleşmesinden oluşmuş bir
alan için bulundukları ilkesinden yola çıkıyor, bir alan içinde incelenmeleri
gerektiğini kabul ediyordu. Bu kurama göre her kavramın değeri, ancak kapladığı
yerle ve öteki kavramlarla bağıntısına göre belli olmaktadır. Alman
dilinde akıl, idrâkle ilgili kelimeleri bu yöntemle, bir alan içinde inceleyen
(Der deutsche Wortschatz im Sinnbezirk deş Verstandes, Heidelberg, 1931)
J. Trier'in dışında, aynı yöntemi uygulayan ya da ona katkılarda bulunan
birçok araştırıcı vardır1.
Kavram alanını biz "birbiriyle ilişkili ve birbirine yakın kavramların,
eşanlamlıların, içinde düşünüldükleri alan" olarak tanımlıyoruz. Türkçedeki
bıkmak-bezmek-usanmak-bıkkınlık getirmek, usanç, bezginlik, bıkkınlık... öğelerinin
bir kavram alanı içinde düşünülebilecekleri muhakkaktır. Ancak bizce
asıl önemli olan yön, bu alan içinde kavramların değerlerinin belli edilebilmesi
değil, zihnin nasıl işlediği, dil denen sistem içindeki çeş ti öğeler n konuşma,
okuma, yazma sırasında nasıl seçildikleridir.
2 . Kelime ailesi (famîlle du mot, Wonfamilie)2, aynı kökten türemiş
çeşitli kelimeleri, bunların meydana getirdikleri aileyi anlatmak üzere kullanılmaktadır.
Örnek olarak dilimizdeki al- fiil kökünden gelen aldır-, aldırıl-,
aldın-, alın- gibi fiillerin yanı sıra , aynı kökten alıcı, alım, alıntı gibi
türevleri ya da yol ad kökünden yolla-, vollat-, yollan- fiillerini ve yolluk, yollu,
1 Alan (Feld) terimi ilk olarak G. Ipsen tarafından kullanılmıştır (bu konuda bkz. S. Öhmann,
Wortinhalt und Weltbild, Stockholm, 1951, s. 72 ve ötesi). Başka başka yazarların
anlam alanı, dil alanı gibi terimlerle ele aldıkları konu, değişik doğrultulardaki çalışmalarla
yeni yollara sapmıştır, örnek olarak Fransada G. Maîore ve P, Guiraud gibi araştırıcıların ortaya
attıkları toplumsal kelimebilimi, bu çalışmaları yapısalcılık akımı ve yöntemiyle bağdaştırmıştır.
Bizde aynı doğrultuda sayılabilecek olan önemli bir araştırma, Berke Vardar'ın eseridir: Etüde
lexicologique d'un champ notionnel, Le champ notionnel de la liberte en france de 1627 â 1642,
İstanbul, 1969.
mbul, 1969.
Kavram alam (bizce en doğru terim bu olmalıdır) konusunda şu yayımlara baş vurulabiir:
S. Öhmann, Theories of tlıe Linguistic Field: Word IX (1953), 123-134; St. Ullmann, The Principles
of Semantics, Oxford, 1957 (1969 baskısında s. 234 ve ötesi); A. P. Ushenko, The Field
Theory of Meaning, Ann Arbor, 1958; L. Weisgerber, Dünyanın Zihnen Geliştirilmesinde Dil
alanları, H. Sesli çevirisi, Erzurum, 1968; Hüseyin Sesli, Dil Alanı Üzerine, Erzurum, 1968;
Süheylâ Bayrav, Yapısal Dilbilimi, istanbul 1969, s. 131 ve ötesi; A. Anklı, T. Tunçdoğan, B.
Vardar, Semantik Akımları, îst, 1969, s. 33-37; ve bizim Anlambilimi ve Türk Anlambilimi
(Ana Çizgileriyle), Ankara, 1971, s. 44 ve ötesi.
2 Kelime ailesi kavramı ve örnekleri için bkz. Leo Weisgerber, Sprachliche Begegnungen
der Völker: Sprachforum I (1955), 181-191; s. 186.
KAYRAM ALANI-KELlME AlLESl iLiŞKiLERi 255
yolsuz, yolsuzluk... gibi öğeleri gösterebiliriz. Türkçe gibi bağlantılı dillerde
bu türevlerin, sayısı pek çoktur ve durmadan artmaktadır. Bağlantıblık, bu
bakımdan dile geniş anlatım olanakları kazandırır. Dilimizdeki donat-, donan-,
donanma, donatım gibi öğelerin eski ton'elbise' (bugünkü don) ile ilgisi, bir
kökün yeni türevlerle ne kadar değişik, birbirlerinden farklı kavramların
anlatımına yarar duruma gelebildiğini göstermektedir.
3 . Bizim burada asıl söz konusu etmek istediğimiz sorun ne doğrudan
doğruya kavram alanı, ne de kelime ailesi konusudur. Biz, bir dilin en eski
belgelerindeki kelime hazinesinin yeni bir açıdan incelenmesi üzeıiı.de durmak
istiyoruz. Çalışmamız sonucunda vardığımız yargıyı şöylece özetleyebiliriz:
Bir dilde aynı kavram alanına giren, aynı kelime ailesine ait olan ve ancak
başka öğelerden sonra meydana gelebilecek kelimeler, o dilin en eski ürünlerinde
geçiyorsa, bu durum dilin eskiliği ve yazı dili haline gelişinin tarihini kestirmede
yardımcı olabilir.
"Türkçe araştırmalarında yeni yollar" adlı yazımızda, aynı amaçla kullanılabilecek
olan başka ölçüler de göstermiştik. O zamandan bu yana yaptığımız
inceleme, o yazıdakilerle birlikte, bu ölçünün de gerçekten, yararb
olabileceğini gösterdi. Çalışmamızın burada verilen ilk bölümünde bu sorunu
yeni örneklerle ele alıyoruz.
Eski Türkçe adım alan Türkçenin, özellikle, dar bir kelime hazinesine
sahip olan Köktürk yazıtlarındaki kimi öğelerin hem o evreye, hem de daha
öncesine ait geniş bir kelime hazinesinin belirtilerini taşıdıkları göze çarpa aktadır1.
Sözü edilen yazımızda (s. 48) görmek kavramı ve onunla aynı alan
içinde ya da ilgili bulunan öteki kavramları karşılayan türevleri göstermiştik.
Burada ancak, Eski Türkçede kör- kökü ile ilgili körüm, körümçi, körünç,
körünçlük, körünçlā-, körün-, körügsa-, körmāz gibi türevlerden oluşan kelime
ailesinin genişliğini hatırlatmak istiyoruz. Okuyucunun ilgisini asıl çekmek
istediğimiz nokta, Uygurcadaki bu türevlerin yanı sıra, Köktürk yazıtlarında
körüg 'haberci, casus, gözcü' (Tonyukuk, l, güney 1,2, kuzey 5,9), körmaz 'görmeyen,
kör' (Kültigin, kuzey, 10) gibi, aynı kelime ailesinden kelimelerin bulunmasıdır2.
Köktürkçede canlı olan kör- kökünden başka, yine onun türevi
' Anlambilimi ve Türk Anlambilimi'nde (s. 87, not 83) Köktürk yazıtlarının kelime hazinesinin-
kişi, yer ve ulus adları gibi özel adlar bir yana bırakılırsa- 800 kelime kadar olduğunu
saptamıştık.
2 Körmöî'm 'kör' anlamı, şimdiye kadarki incelemelerde pek göz önünde tutulmamıştır.
Sonraki evrede (Kalyanamkara 24, 7) bu anlamı taşıyan kelime, bu evrede de aynı anlamda
olmalıdır.
256 DOĞAN AKSAN
fcörüg'ün ve fcörmaz'in kullanılması, aynı kelime ailesinden, başka öğelerin de
o çağda yaşamakta olduğuna işarettir, kanısındayız. Uygurcada geçen körüg
ve körmāz Köktürkçede yaşarken aynı aileden gelen, anlambilimi ve yapıbilgisi
bakımından onlara göre bir önceliği bulunmayan öteki türevlerin hiç
değilse bir bölümünün aynı evrede bulunmaması için bir neden düşünülemez.
Bu durum bizce ancak, yazıtların konuları ve yazılış özellikleri dolayısıyle,
kelime hazinelerinin dar oluşundan ileri gelmektedir. Savaş sahneleriyle
dolu belgelerde 'haberci, casus, gözcü' (körüg) gibi kelimeler elbette,
öteki konularla ilgili dil ürünlerine oranla, daha sık geçecektir.
Sözü edilen yazımızda gösterilen ül- kökünün türevlerinden ii/üg'ün
Orhon yazıtlarında geçmesi de çok ilgi çekicidir. Burada özellikle belirtmek
istediğimiz sorun, bu kelimenin aynı zamanda bir anlam gelişmesini, somuttan
soyuta geçişi göstermekte olmasıdır. Çünki, yaptığımız incelemelere göre
somut kavramların soyutlara göre önceliği vardır. Örnek olarak Türkçedeki
taş'ın bugünki 'birine dokunsun diye söylenen söz' (tariz), iğree'nin 'dokunaklı
söz', yürefc'm 'cesaret' gibi, mecazi anlam dediğimiz soyut yan anlamlarının
meydana gelmesi, temel anlamlarından sonra olmuştur1. İlk belirtilen kavram
somuttur. Çeşitli somutlaştırmalar2, dil özellikle yazı dili olarak işlendikçe,
etkili ve sanatlı anlatıma yöneldikçe meydana gelir. Köktürkçede ioş'ın
'başkan, kumandan, şef anlamını kazanması, başhġhn 'baş kaldıran, başı
dik olan' gibi soyut yan anlamları taşır duruma gelmesi somutlaştırma dediğimiz
deyim aktarması sonucunda ve dil işlendikçe, kültür dili haline geldikçe
gerçekleşmektedir. Bu duruma göre, Köktürkçede ülüg 'pay, bölüm, nasip,
talih' (örnek olarak Kültigin, doğu, 29) gibi soyut kavramları gösteren, aynı
zamanda cokanlamlı olan bir öğe bulunduktan sonra, Uygur metinlerinde
geçen ülgü, ülüglüg, ülgüsüz gibi, ül- kökünün türevlerinin de yaşamış olması
akla yakındır. Ü/üg'ün kökü olan ve Uygurcada kullanılan ül- ve ula-, ulaş-,
ülaştiir- gibi, aynı aileden fiiller içinden, hiç değilse ül- kökü çok daha önceleri
kullanılmış olmalıdır ki, bu kökün bir türevi meydana gelsin ve bu öğe, bir
soyut kavramın anlatımına yarar duruma geçebilsin. Öte yandan, Köktürkçedeki
bun, yabız, yablaq, ötüg, amgak... gibi soyut kavramlar da (hepsi için bkz.
Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, s. 90 ve ötesi) aynı şekilde, daha önce
yaşamış olması gereken, somut kavramlara ait köklerin türevleridir.
1 Hem bazı dilcilerin, somut kavramların önceliğine ait görüşleri, hem de bizim vardığımız
yargılar için bkz. Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, s. 55 ve ötesi, 90 ve ötesi; ayrıca Türk
amambilirnine giriş (TDAY Belleten 1965, s. 174-175).
2 Bu konuda bkz. Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, s. 78 ve ötesi.

258 DOĞAN AKSAN
('schuldig' [TT IV B 65, VA 23], Atebe. 333 [yazuķluķ] ve yazuqsuz
'schuldlos' [TT 4 B 14] türevleri de vardır.
Dikkati çeken bir yön de Eski Türkçede kelime hazinesinin, aynı
kavramı iki kelimede yansıtacak kadar geniş bir duruma gelmiş olmasıdır:
Yazug'tan başka, aynı kavram yazınç ile de anlatılmakta, yazugsuz'un yanı
sıra, yazınçsız da 'günahsız' anlamında kullanılmaktadır1. Aynı şekilde, yazve
yazın- fiilleri varken yazuqla- fiili de meydana gelmiştir (Bilge K., doğu
36). Bu fiil de eşanlamlılar yönünden Köktürk yazı dilinin genişliğini gösterir,
sanıyoruz. Geniş ve değişik kavramlara sahip olan Uygur yazı dilindeki,
aynı kavram alanı ve kelime ailesi içine giren öğelerden büyük bir bölümünün
(yazın-, yazuq gibi) Köktürkçede de bulunması, bu dilin de eski, yerleşik bir
yazı dili olduğuna tanıktır, kanısındayız. Öte yandan, yukarıdaki kör-, körüg,
körmāz örnekleri dolayısıyle değindiğimiz gibi, aynı kavram alanına ve kelime
ailesine ait bu gibi öğelerin bir bölümünün varlığı, ötekilerin de bulunabileceklerine
ihtimal verdirmektedir. Köktürkçede yazuq ve yazuqla- kullanılırken,
yazuqluġ ve yazuqsuz öğelerinin yaşamamış olması için bir neden yoktur.
Üstelik -hg/-lig/-luġ/-lüg ve -sız j-siz morfemleri dilimizin bu evresinde
canlıdır (krş. ārklig [Bilge K., kuzey, 12], başhġ [a. y., doğu, 3] ve aşsız [Kültigin,
doğu, 26], tonsız [a. y.]... gibi). Yazın- fiili kullanılırken, bunun türevleri
yazınç ve yazınçsız da kullanılmış olmalıdır. Kaldı ki, Köktürk metinlerinde
geçen ve geçmeyen bu gibi öğeler arasında, ne anlambilimi, ne de yapıbilgisi
yönünden, aşılması gereken bir aşama düşünülebilir. Öte yandan, günah,
günah işlemek gibi kavramlar, daha çok dinle, inançlarla ilgili konuların,
belli bir metne bağlı sözlerin belirtisi olmalıdırlar. Bunlar Türk dilinin, bugün
elimizde bulunmayan, daha eski evrelerine ait ürünlerinin var olması gerektiğini
gösterir, kanısındayız.
Orhon yazıtlarında til (tıl) kelimesi 'savaşta konuşturulmak üzere alınan
tutsak' anlamında görülmektedir: "tıZıġ kaliirti sabi antaġ" (Tonyukuk, II,
batı, 1). Uygurcada ve Türkçenin birçok lehçesinde kelimenin temel anlamıyle
('dil' [organ +konuşma]) görülmesi, Orhon dilinde de bu anlamın mutlaka
bulunduğuna tanıktır. Çünki til(tıl) öğesinin 'tutsak' anlamını kazanması
için, birçok öğelerde görülen sėmantique bir gelişmenin gerçekleşmiş olması
gereklidir. Temel anlamının yanı sıra, bir kelimenin yan anlamlar kazanması,
birtakım aktarmalar, bu arada deyim aktarmaları (metaphore'lar), doğaya
uygulama, somutlaştırma gibi çeşitli eğilimler sonucunda olur (bkz. Anlambilimi
ve Türk Anlambilimi, s. 55-62,78-79). 'Tutsak' sonradan kazanılan bir
yan anlam olduğuna göre, temel anlam çok daha eskiden beri yaşamakta
1 Uygur metinlerinde geçen irinpü'nün de (örn. TTIV B 22,24...) 'günah' anlamı vardır
(çoğunlukla Çin. tsui 'Sünde' ile birlikte).

260 DOĞAN AKSAN
Şemada belirtildiği gibi, Uygur belgelerinde 'başkası, öteki' anlamında
ada (Uigurica I, s. 54 [anderer]) geçmekte, aşağı yukarı aynı anlam adın
(TTIII, 68, S 26; VIII, A 23; Uigurica IV, 145, 184, 277 ['anderer']) ve adınaġu
(Altun Yaruk, 611-14), adınçıġ (addınçıġ, adınsıġ, TT II, 18; VA 117)
türevlerinde de göze çarpmaktadır. Bir ad- köküne bağlanabilecek olan bu
türevlerin yanında adır- /adar- (ayırmak, TT III, 34; IVB 12, IVA 63...
['trennen, untersclıeiden']; adın- (TT VB 67, ['scheiden, unterscheiden']),
adınla- (ayırdet-, açıklamak; Altun Yaruk, 12-19; 15-4); adrıl- (ayrılmak, a.y.
641-8; TT X, 40 ['trennen']); adın- ('şaşırmak, hayret etmek' ve 'değişmek'
(TT 31, 47; VI, 214 ['siclı ândern, sich bessern']) kökleri ve bunlardan türemiş
birçok öğe yaşamaktadır: adır- kökünden adrııq (TT I 87; W8, V A 88 ['verschieden,
anders'], adırtlıġ 'kesin' (Altun Yaruk, 633-20; TT V, 383 ['unterscheidend,
genau, klar']); adırġuluq 'ayrılacak, ayıracak' (Uyg. S.), adra,
adıra, adara (a.y.)... gibi.
Bütün bu türevler içinden ancak adrıl- (örnek olarak Tonyukuk I, batı 2)
ve bunun olumsuzu adrılma- (örnek olarak Ongin yazıtı, sağ, 3) kökleriyle
adınçıġ (Kültigin, güney 12; Bilge K. 14) kelimesiKöktürkmetinlerinde geçer.
Bunlar, şemada da görüleceği gibi, yapı bakımından, kelime ailesi içindeki yerleri
yönünden, öteki türevlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Köktürkçede bu öğelerin
bulunabilmesi için başkalarının da daha önce yaşamış ya da yaşamakta olması
şarttır. Örnek olarak adın- olmadan adınçıġ'ın meydana gelmiş olduğu
düşünülemez. Öte yandan, bu kelime ailesinin ilgiyi çeken bir yönü, gösterdiği
anlam gelişmesidir. Ayırmak, ayrılmak gibi, eylem gösteren kelimelerin
(adır-, adın-, adrıl-) türevleri soyut kavramlara geçmişler, adınaġu 'başka',
adruq 'değişik, başka', adırtlıġ 'kesin', adı çıġ 'bambaşka, fevkalâde' gibi
yeni, soyut kavramların anlatımına yarar duruma gelmişlerdir. Yukarıda
değindiğimiz gibi, yan anlamlar temel anlamlardan sonra gelirler. Anlam bakımından
somutların önceliği ise aşağı yukarı kesin gibidir. Hele bir metinde,
eylem gösteren, somut bir kavramı yansıtan kök geçmez de aynı zamanda
anlam gelişmesine tanık olan adınçıġ gibi soyut bir kavramı gösteren kelime
yaşarsa, kökün bulunmayışı, dilin o evresinde var olmadığına değil, ancak,
metinde yer almamış olduğuna tanık sayılabilir.
Bütün bu örnekler ve yukarıda verdiğimiz şemalar gösteriyor ki, Türkçenin
VIII. yüzyıldaki kelime hazinesi, Köktürk yazıtlarında görülenden daha
geniştir. Üstelik birçok öğelerin, yapıbilgisi ve anlambilimi bakımından,
dilimizin bu evresinden çok daha eskiye gitmeleri gerekmektedir. Yazıtların
kelime hazinesinin dar oluşu ancak, konuların sınırlılığına ve taşa yazma zorunluluğu
dolayısıyla kısa yazmaya duyulan gereksinmeye bağlanabilir.
KAVRAM ALANI-KELlME AlLESİ iLiŞKiLERi 261
Aynı kavram alanına ve kelime ailesine giren öğelerden ancak, ötekilerle
yakın ilişkisi bulunan bir bölümünün varlığı -bu arada ülüg, yazuq, yazuala-,
yazın-, tîla-, adrıl-, adınçıġ gibi öğeler-dilimizin bu evresinin kelime hazinesinin
genişliğine, aynı zamanda birtakım anlam gelişmelerini geride bırakmış bir
evre olduğuna tanıktır, kanısındayız. Örnek olarak yazık kelimemiz 1250 yıla
yaklaşan bir zamandan beri yaşadıktan sonra, yaz-, yazın- gibi köklerin çok
daha eskiye uzandıkları kestirilebilir. Bir kelimenin yaşamı ve ölümü
genellikle çok uzun bir zamanı kaplamakta, ölen, unutulan bir kelime bile
(örnek olarak Türkçedeki sındı1) lehçe ve ağızlarda çok uzun bir süre daha
yaşamını sürdürebilmektedir.
Ayrılmak fiili Türkçede on iki yüzyıldan beri canlılığını yitirmemiştir.
Aynı kökün ya da yakın köklerin türevleri VIII. yüzyılda canlı bulunduklarına
göre, bunların ilk kullanıldıkları çağ o günden, hiç değilse bugüne dek geçen
zaman kadar geriye götürülebilir, kanısındayız.
Altun Yaruk
Atebe
Bilge K.
Divan
Kalyanamkara
Kökt.
Kültigin örn.
Radloff, Wb.
Sine- Usu
Tonyukuk
Kısaltmalar
Çağatay, Saadet, Altun Yaruk'tan İki Parça, Ankara,
1945
Edib Ahmet B. Mahmut Yüknekî, Atebetü'l - Hakayık,
yayımlayan: R. Rahmeti Arat, İstanbul, 1951. Bilge
Kağan yazıtı
Divan ü Lûgat-it Türk Tercümesi, 3 cilt, çeviren: Besim
Atalay, Ankara, 1939-1941.
Orkun, Hüseyin Namık, Prens Kalyanamkara ve Papamkara
Hikâyesinin Uygurcası, İstanbul, 1940.
Köktürkçe
Kültigin yazıtı
örnek olarak
Radloff, Wilhelm, Versuch eines Wörterbuches der
Türk-Dialecte, 4 cilt, St. Petersburg, 1893-1897.
Şine-Usu yazıtı
Tonyukuk yazıtı
l Bu örnek ve aynı türden, başkaları için bkz., D. Aksan, Kelimelerin ölümü olayı ve Türk
yazı dilindeki örneklerinde Arapça ve Farsça unsurların etkisi üzerine notlar, Necati Lugal
Armağanı, Ankara, 1968, s. 103 ve ötesi.
262 DOĞAN AKSAN
TS Ağakay, Mehmet Ali, Türkçe Sözlük, 5. basım, Ankara,
1969.
TT Bang, W. -A. von Gabain, Türkische Turfan-Texte,
I-V., analytischer Index, Berlin, 1929-1931; A. von
Gabain-G.R. Rachmatı, TTVI, Berlin, 1934; G.R.
Rachmatı, TTVII, Berlin, 1936; A. von Gabain, TTVIII,
Berlin, 1954; A. von Gabain, -W. Winter, TT IX,
Berlin, 1958; A. von Gabain, TTX, Berlin, 1959.
Uigurica Müller, F.W.K., Uigurica, I-III, Berlin, 1908-1922;
A. von Gabain, Uigurica IV, 1931
Uyg. Uygurca
Uyg. S. Caferoğlu, Ahmet, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, istanbul,
1968.