9 Eylül 2009 Çarşamba

aziz nesin yepetaş - bir öykü

Yepetaş Yazdırılabilir sayfa

Uzun zaman işsiz güçsüz gezdikten sonra, bir gün köprü üstünde giderken, intiharın cesaret mi, yoksa korkaklık mı olduğunu kendi kendime ve yüksek sesle tartışıyordum. Biri koluma yapıştı:

- Çıldırdın mı Nuri?

Okul arkadaşımı tanıdım. Adını birden hatırlayamadım.

- Bilmem, belki de çırdırmışımdır, farkında değilim.

Beraber yürüyorduk.
- Ne iş yapıyorsun?
- İki yıldır her sabah saat sekizde evden çıkıyorum... Akşamın dokuzuna kadar iş arıyorum.
- Zor iş...
- Zor mor. İş iştir. İstanbul'da ne kadar resmi, hususi müessese varsa, hepsinde adresim var. Kimden iş istesem, siz adresinizi bırakın, biz size mektupla bildiririz, diyor.
- Sana şimdilik ayda üç yüz yeter mi?
- Alay etme!
- Gel benimle.


Bir taksiye bindik.Çok büyük bir mağazanın önünde indik. Vitrin camında "Yepetaş" yazılıydı.

Mağazanın asma katında mükemmel bir büroya girdik. Arkadaşım,

- Hayret ediyorum, dedi, sen bizim mektebin en tembeli, en haylazı idin. Zar zor liseyi bitirdin. Yüksek tahsil de yapamadın. Oldukça aptalsındır da. Böyleyken nasıl oluyor da bir iş güç sahibi olamadın?
- Bir eksik tarafım var herhalde, dedim.
- Bu Yepetaş benim.
- Yepetaş ne demek?
- Yedek parça Türk Anonim Şirketi. Kelimelerin baş harflerini alırsan Yepetaş olur.
- Öbür ortakların kim?
- Ortak falan yok. Laf olsun diye karımı, baldızımı ortak gösterdim. Şirket olunca, hem müşteri daha çok güveniyor, kolay kazıklanıyor, hem de vergi falan işlerinde kolaylık... Neyse sonra hepsini öğrenirsin!
- Burada ne satıyorsun?
- Hiç
- Nasıl hiç?
- Basbayağı hiç. Şu koskoca mağazaya bak. Bir şey görüyor musun?


Gerçekten koca mağazada birkaç büyük saksıda palmiye ve geniş yapraklı süs bitkilerinden başka bir şey yoktu. Raflar boştu.

- Şirketimin Adana'da, Konya'da, Malatya'da, İzmir'de, Ankara'da beş şubesi var. Eğer istersen seni de yetiştiririm, yeni açacağım şubelerden birine müdür yaparım. Şimdilik üç yüz. Yetişince bin liraya kadar artar.
- Ne iş yapacağım?


Dosya dolabından büyük, kalın bir defter çıkardı.

- Burada malzemelerin adı, fiyatı yazılı.

Defterin ilk sayfasına baktım. Şunlar yazılıydı:

"Akümülatör, ana mili, şaft, silindir gömleği, küçük mahrut..."

- Hemen işe başlayabilirsin.

Aşağı indik. Ceviz uzun tezgahın başında duran adamla.

- Saim... Nuri bey...

diye bizi birbirimize tanıştırdıktan sonra:

- Nuri bey sizin yanınızda staj görecek, dedi, gitti.

İşi öğrenmek için gözümü dört açmıştım. Saim bey sigara ikram etti. Sigaramızı bitirmeden içeri iki köylü girdi.

- Selamünaleyküm.
- Aleykümselam ağalar... Buyurun.


Saim bey köylülere çok saygılı davranıyordu.

- Bir emriniz mi var? Buyurun, oturmaz mısınız?
- Sağo1 bey başımız dertte.
- Traktör mü?
- He ya... Traktörün priz direği kırıldı. İşler yüzüstü kaldı. Ne edeceğiz? Sizde var mı?
- Vah vah vah!.. Vardı ama biraz evvel sattık. Beş dakika evvel gelseydiniz.


Köylülerden biri :

- Tüh, diyerek elini dizine vurdu.
- Birisinde var galiba... Eğer satmadıysa...
- Amanın bey... Bir soruştursak...
- Siz parasını bırakın. iki gün sonra bir uğrayın.
- Allah razı olsun. Kaç para?
- Vallahi, öyle bir şey ki... Beş dakika evvel yirmi beş liraya sattık. Bizde olsa kolay.
- Neyse canım, işten kalmayalım da.
- Herif çok namussuz. Bilmem ki. iki yüz elliye verir mi?


İki köylü fısıldaştılar. Sonra iki yüz elli lirayı saydılar.

- Yarınertesi gün geliriz bey... Allah'a emanet ol!
- Güle güle...


Aradan beş, dakika geçti geçmedi, bir köylü daha girdi:

- Sizde cer dişlisi var mı? Ayna dişlisi var, cer dişlisi yok.
- Bana cer dişlisi lazım.
- Bulunmuyor şimdi. Birinde var ama, çok namussuz herif, anasının nikahını ister.
- Tek olsun da istesin. Traktör bir haftadır leş gibi tarlada yatıyor.
- Sen üç yüz lira bırak da, bakalım belki razı ederiz. Daha fazla isterse, biz veririz de sen sonra ödersin.


Adam üç yüzü saydı.

- Yarın gel, al.
- Sağol beyim.


O çıktı, arkadan biri bu sefer ayna dişlisi istedi. Ona da,

- Bizde cer dişlisi var, ayna dişlisini az evvel sattık, dedi.

Kamalı mil isteyene, şanjman mili var, diyor şanjman mili isteyene de kamalı mil var, diyordu.

- Piston kolun var mı? - Piston var ama, piston kolu yok. Az evvel sattık. Ama namussuz bir herifte var. Eğer satmadıysa...


O çıkıyor, arkadan başka biri gelip soruyordu :

- Geri vites dişlisi var mı?
- Ah, şimdi sattık...
- Yuvarlak bilya var mı?
- Masura bilya var. Ama isterseniz, namussuz bir herifte var. Çok namussuz... Karaborsa fiyatına veriyor.


Her giren çıkan üç yüz, beş yüz bırakıyordu.

Bir köylü geldi:

- Bizim akis geldi mi? diye sordu. Evvelki gün yedi yüz elli lira bırakmıştım.

Saim bey,

- Bulduk ama, dedi, herif öyle namussuz ki kardeşim yüz lira daha istiyor.

Adam yüz lirayı da verdi. Saim bey, tezgahtara,

- Koş, Apostola aksı getir, dedi.

Evvelden parasını verip mal ısmarlayanlar geldi mi, Saim bey, tezgahtarı, Apostol'a, Vasil'e, Avram'a yolluyordu.

Akşam üzeri, Yepetaş'ın sahibi arkadaşım geldi.

- Nasıl? dedi.
- Çok iyi... dedim.
- Görüyorsun ya, bizde hiç bir şey yok. Burada hiç satıyoruz. Akşam kapıyı kaparken, kasaya en az üç beş bin lira girmeli. Yalnız defterimiz gayet muntazamdır. Değil mi Saim bey?
- Evet, beyefendi.
- Deftere fatura üzerinden işleriz. Nasıl Nuri, yapabilecek misin?
- Tabii... işleri kavradım. Artık çalışabilirim.


O sırada iki köy1ü içeri girdi.

- Haydi bakalım, görelim seni...

Köylülere, hemen,

- Buyurun ağalar, dedim. - Vantilatör kayışı var mı?


Tıpkı Saim beyden öğrendiğim gibi başladım:

- Ah!... Vantilatör kayışı vardı ama az evvel sattık. Eğer isterseniz pantolon kayışı var. Ama, durun bakayım, tamam... Birisinde vantilatör kayışı da var:
- Kaça?
- Fiyatını hiç sormayın. İnsan söylemeye utanıyor. Öyle namussuz cibiliyetsiz bir pezevenk ki... Anasının nikahını ister. Yüz liradan aşağı vermez hergele... Aşağılık, namussuz, karaborsacının biri, milleti soyup soğbana çeviriyor. Allah belasını versin!..


Köylüler yüz lirayı verdiler. Ben hala sayıp döküyordum:

- Tıynetsiz dürzü.. Yüz liraya vantilatör kayışı olur mu? Ama ne yaparsın? Sütü bozukların elinde kaldık. İtoğlu itte din, iman yok ki..

Köylüler,

- Öyle, öyle bey, diye tasdik ederek gittiler. Nasıl olsa kovulacağım için, ben de onların arkalarından çıkmaya hazırlanıyordum ki arkadaşım. - Aşkolsun, dedi, ne kabiliyet bu... Maşallah bir günde işi kavradın. Şimdidcn sana beş yüz lira aylık.


Altı aydır Yepetaş mağazasında çalışıyorum. Maaşım bin liraya çıktı. Bu bin lirayı kazanmak için sabahtan akşama kadar patronumuzun anasına, avradına küfürler savuruyorum. 0 duydukça,

- Yaşa be!.. Tam aradığım adammışsın!.. Diye sırtımı okşuyor.

Aziz Nesin