NUTUK
SAMSUN'A ÇIKTIĞIM GÜN GENEL DURUM VE GÖRÜNÜŞ
1919 yılı mayısının l9 uncu günü Samsuna çıktım. Genel durum ve görünüş:
Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta1 yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir "Ateşkes Anlaşması"2 imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu Genel Savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşanın başkanlığındaki Hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silâhları ve cepanesi alınmış ve alınmakta...
İtilâf devletleri, Ateşkes Anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbulda. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Antebe İngilizler girmişler. Antalya ile Konyada İtalyan birlikleri, Merzifonla Samsunda İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 mayıs l9l9 da İtilâf devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmire çıkarılıyor.
Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çalışıyorlar.
Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, İstanbul Rum Patrikliğinde kurulan Mavri Mira Kurulu'nun (belge: 1) illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla uğraştığını doğruladı. Yunan Kızılhaçı, Resmî Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Kurulu'nun çalışmalarını kolaylaştırmaya yardım ediyor. Mavri Mira Kurulu'nca yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını aşmış gençler de katılarak, her yerde geliştiriliyor.
Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile düşünce birliği ederek çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tam Rum hazırlığı gibi ilerliyor.
Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulan ve İstanbuldaki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor (belge: 2) .
DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ YOLLARI
Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, birtakım örgütler doğurdu. Örneğin: Edirne ve çevresinde Trakya-Paşaeli adlı bir dernek vardı. Doğuda (belge: 3), Erzurumda ve Elazığda (belge: 4), genel merkezi İstanbulda olmak üzere Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti3 kurulmuştu. Trabzon'da Muhafazai Hukuk4 adlı bir dernek bulunduğu gibi İstanbulda da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti5 vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği delegeler, Of ve Rize çevresinde şubeler açmışlardı (belge: 5, 6).
Yunanlıların İzmire gireceğinin açık belirtilerini Mayısın on üçünden beri gören, İzmirde birtakım genç yurtseverler, ayın 14/15 inci gecesi, bu acıklı durumu aralarında görüşmüşler; bir olupbittiye geldiği kuşku götürmeyen bu girişin, katma (ilhak) ile sonuçlanmasını önlemek düşüncesinde birleşmişler ve Reddi İlhak6 ilkesini ortaya atmışlardır. Bu ilkenin yayılması için aynı gece İzmirde Yahudi Maşatlığına toplanabilen halkça bir gösteri toplantısı7 yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu toplantıdan umulduğu ölçüde sonuç alınamamıştır.
ULUSAL KURULUŞLAR, SİYASAL AMAÇLARI
Bu derneklerin kuruluş amaçları ve siyasal erekleri üzerine kısaca bilgi vermek uygun olur düşüncesindeyim.
Trakya-Paşaeli Cemiyeti'nin ileri gelenlerinden kimisiyle daha İstanbulda iken görüşmüştüm. Osmanlı Devletinin çökeceğini kesinliğe yakın bir olabilirlik içinde görüyorlardı. Osmanlı Yurdunun parçalanacağı korkusu karşısında Trakyayı, olabilirse Batı Trakya ile birlikte, İslâm ve Türk topluluğu olarak bütünüyle kurtarmayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, İngilterenin, olmazsa Fransanın yardımını sağlamaktı. Bu düşünceyle kimi yabancı devlet adamlarıyla ilişki kurmak ve konuşmak yollarını da aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.
Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin ikinci maddesi), doğu illerindeki bütün halkın dinsel ve siyasal haklarının özgürce gelişimini sağlayacak yasa ve töre içi yollara başvurmak; adı geçen illerdeki müslüman halkın tarihsel ve ulusal haklarını, gerektiğinde, uygar toplumlar önünde savunmak; doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunları yapanlar ve yaptıranlarla ilgili tarafsızca soruşturma açarak suçluların tez günde cezalandırılmalarını istemek; Türklerle azınlıklar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine ve eskisi gibi iyi bağların pekiştirilmesine çaba göstermek; doğu illerindeki, savaştan doğma yıkım ve yoksulluğu, hükümet katında girişimlerde bulunarak elden geldiğince giderme yollarını aramaktı.
İstanbuldaki yönetim merkezlerinden verilmiş olan bu yönerge gereğince, Erzurum şubesi, doğu illerinde Türklerin haklarını korumakla birlikte, Ermenilerin göçü sırasında yapılan kötü işlerle halkın hiç ilgisi bulunmadığını ve Ermeni mallarının, buralara Ruslar girinceye dek korunduğunu; buna karşılık, müslümanlara çok kıyasıya davranıldığını ve dahası, buyruk dışı olarak göçten alıkonulan kimi Ermenilerin, koruyucularına yaptıkları kötülükleri, kanıtlanmış belgelerle uygarlık dünyasına sunmaya ve bildirmeye ve doğu illerine dikilen tutkulu bakışları söndürmek için çalışmaya karar veriyor (Erzurum Şubesinin Bildirisi).
Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin ilk Erzurum Şubesini kuran kişiler, doğu illerinde yapılan propagandaları ve bunların ereklerini, Türklük - Kürtlük - Ermenilik sorunlarını, bilim, teknik ve tarih bakımından inceleyip araştırdıktan sonra, gelecekteki çalışmalarını şu üç noktada topluyorlar (Erzurum Şubesi'nin basılı raporu):
1 - Hiç göç etmemek;
2 - Hemen bilim, iktisat, din örgütleri kurmak;
3 -Saldırıya uğrayacak doğu illerinin herhangi bir bucağını birlikte savunmak.
Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin İstanbuldaki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlık yöntemleriyle amaca ulaşabileceği konusunda çokça iyimser olduğu anlaşılıyor. Gerçekten bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Doğu illerinde Müslüman halkın haklarını savunmak için Löpeyi (Le Pays8) adında Fransızca bir gazete yayımlıyor. Hâdisat9 gazetesinin sahipliğini üzerine alıyor. Bir yandan da İtilâf devletleri başbakanlarına ve İstanbuldaki temsilcilerine birer andırı10 veriyor. Avrupaya bir kurul yollamaya girişiyor (belge: 7) .
Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılacağını sanırım ki, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin kurulmasına yol açan önemli kaygı ve nedenler, doğu illerinin Ermenistana verileceği sanısına dayanıyor. Bu sanının da, Doğu illeri nüfusunda Ermenileri çoğunlukta göstermeye ve tarihsel haklar bakımından öncelikli saydırmaya çalışanların, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmaları; bir de Müslüman halkın Ermenileri toptan öldüren yırtıcılar olduğu iftirasını doğruymuş gibi kabul ettirmeleri ile gerçek olabileceği inancı üstün geliyor. Bundan dolayı dernek, aynı gerekçe ve araçlarla donanmış olarak tarihsel ve ulusal hakları savunmaya çalışıyor.
Karadeniz kıyılarındaki bölgelerde de, bir Rum Pontus hükümeti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp yaşama haklarını ve varlıklarını koruma amacıyla, Trabzonda da birtakım kişiler ayrıca bir dernek kurmuşlardı.
Merkezi İstanbulda olan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti'nin siyasal erek ve amacı, adından anlaşılmaktadır. Her halde merkezden ayrılmak amacını güdüyor.
YURT İÇİNDE VE İSTANBULDA ULUSAL VARLIĞA DÜŞMAN KURULUŞLAR
Kurulmaya başlayan bu örgütlerden başka, yurt içinde daha birtakım kuruluşlar ve girişimler de ortaya çıkmıştı. Özellikle Diyarbakır (belge: 8, 9), Bitlis, Elazığ illerinde, İstanbuldan yönetilen Kürt Teali Cemiyeti11 vardı. Bu derneğin amacı, yabancı devletlerin kanadı altında, bir Kürt hükümeti kurmaktı.
Konya ve dolaylarında, İstanbuldan yönetilen Tealii İslâm Cemiyeti12 kurulmasına çalışılıyordu. Yurdun hemen her yanında İtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Cemiyetleri13 de vardı.
İNGİLİZ MUHİPLER CEMİYETİ
İstanbulda çeşitli amaçlarla gizli ve açık olmak üzere de, birtakım parti ya da dernek adı altında kuruluşlar vardı.
İstanbulda önemli sayılacak kuruluşlardan biri İngiliz Muhipler Cemiyeti14 idi. Bu addan İngilizleri sevenlerin kurdukları bir dernek anlaşılmasın. Bence, bu derneği kuranlar, kendi varlıklarını ve çıkarlarını sevenler ve kendi varlıklarıyla çıkarlarının dokunulmazlık çaresini Loyd Corç (Lloyd George) Hükümeti aracılığıyla İngiliz desteğini sağlamakta arayanlardır. Bu mutsuzların, İngiltere Devletinin, bütünüyle, bir Osmanlı Devleti bırakmak ve korumak isteğinde olup olamayacağını bir kez düşünüp düşünmedikleri üzerinde durmak gerekir.
Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı15 olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali beyler ve Sait Molla bulunuyordu. Dernekte İngiliz ulusundan kimi serüvenciler de vardı. Örneğin: Rahip Fru (Frew) gibi. Yapılan işlerden ve işlemlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Fru idi.
Bu derneğin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri dış görünüşü ve uygarca girişimlerle İngiliz desteğini istemeğe ve sağlamağa yönelen niteliği idi. Ötekisi, gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yöndeydi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve başkaldırmalara yolaçmak, ulusal bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi hayınca girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. Sait Mollanın, derneğin açık girişimlerinde olduğu gibi gizli işlerinde de ondan daha çok rol oynadığı görülecektir. Bu dernek için söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gerektiğinde göstereceğim belgelerle daha iyi anlaşılacaktır.
AMERİKANIN GÜDÜMÜNÜ İSTEYENLER
İstanbuldaki kadın erkek birtakım ileri gelen kişiler de, gerçek kurtuluşu Amerikanın güdümünü16 istemek ve sağlamakta görüyorlardı. Bu kanıda olanlar, düşüncelerinde çok direndiler; tam uygun işin, kendi görüşlerinin desteklenmesi olduğunu tanıtlamaya çok çalıştılar. Bu konuda da, sırası gelince bazı açıklamalar yapacağım.
ORDUMUZUN DURUMU
Genel durumu belirtmek için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını açıklamak isterim. Anadoluda, başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu. Ateşkes Anlaşması yapılır yapılmaz birliklerin savaşçı erleri koyverilmiş, silâh ve cepanesi elinden alınmış; bu birlikler, savaş gücünden yoksun birtakım kadrolar durumuna getirilmişti.
Merkezi Konyada bulunan ikinci Ordu Müfettişliğine bağlı birliklerin durumu şöyle idi:
Bir tümeni (41. Tümen) Konyada ve bir tümeni (23. Tümen) Afyonkarahisarında bulunan 12. Kolordu, karargâhıyla Konyada bulunuyordu. İzmirde düşman eline düşen 17. Kolordunun, Denizlide bulunan 57. Tümeni de bu kolorduya bağlanmıştı.
Bir tümeni (24. Tümen) Ankarada ve bir tümeni (11. Tümen) Niğdede bulunan 20. Kolordu, karargâhıyla Ankarada idi.
İzmitte bulunan 1. Tümen, İstanbuldaki 25. Kolorduya bağlanmıştı. İstanbul'da da 10. Kafkas Tümeni vardı.
Balıkesir ve Bursa bölgesinde bulunan 61. ve 56. Tümenler, karargâhı Bandırmada bulunan İstanbula bağlı 14. Kolorduyu meydana getiriyorlardı. Bu kolordunun komutanı, Meclisin açılışına dek, rahmetli Yusuf İzzet Paşa idi.
Üçüncü Ordu Müfettişliği, ki müfettişi bendim, karargâhımla Samsuna çıkmış bulunuyorum. Doğrudan doğruya buyruğum altında iki kolordu bulunacaktı. Biri, merkezi Sıvasta bulunan 3. Kolordu. Komutanı, yanımda getirdiğim Albay Refet Bey. Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5. Kafkas Tümeni) merkezi Amasyada, öteki tümeninin (15. Tümen) merkezi Samsunda idi. Öbürü, merkezi Erzurum'da bulunan 15. Kolordu idi. Komutanı Kâzım Karabekir Paşa idi. Tümenlerinden birinin (9. Tümen) merkezi Erzurumda, komutanı Rüştü Bey; ötekisinin (3. Tümen) merkezi Trabzon'da idi, komutanı Yarbay Halit Bey idi. Halit bey, İstanbula çağrılmış olduğundan komutanlıktan çekilerek Bayburtta saklanmış; tümen, vekillikle yönetiliyor; kolordunun öbür iki tümeninden 12. Tümen, Hasankale doğusunda sınırda, 11. Tümen Bayazıtta bulunuyordu.
Diyarbakır bölgesinde bulunan iki tümenli 13. Kolordu bağımsızdı, İstanbula bağlıydı. Bir tümeni (2. Tümen) Siirtte, öbür tümeni (5. Tümen) Mardinde idi.
MÜFETTİŞLİK GÖREVİMİN GENİŞ YETKİLERİ
Benim yetkim, bu iki kolorduyu doğrudan doğruya buyruğum ve komutam altında bulundurmaktan daha genişti. Müfettişlik bölgeme yakın birliklere de bildirim yapabilecektim. Bu arada bölgemde bulunan ve bölgeme yakın olan valiliklere de bildirimde bulunabilecektim.
Bu yetkiye göre Ankarada bulunan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile ve Diyarbakırdaki kolordu ile ve hemen bütün Anadoluda sivil örgütlerin başında bulunan yöneticilerle yazışabilecek ve ilişkiler kurabilecektim.
Bu geniş yetkiyi, beni İstanbuldan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadoluya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim İstanbuldan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, "Samsun ve bölgesindeki güvensizliği yerinde görüp önlemek için Samsuna değin gitmek" idi. Ben, bu işin başarılmasının, üstün yetkili bir görev verilmesine bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmayda bulunan ve benim amacımı bir dereceye kadar sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi17 de ben kendim yazdırdım. Dahası, Harbiye Nazırı18 olan Şakir Paşa bu yönergeyi okuduktan sonra imzalamaktan çekinmiş, mührünü, anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde basmıştır.
GENEL DURUMA DAR BİR ÇERÇEVEDEN BAKIŞ
Bu açıklamadan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:
Düşman devletler Osmanlı Devletine ve ülkesine maddesel ve tinsel bakımdan saldırmışlar; yoketmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve olaylardan etkilenebilme güçlerine göre kurtuluş çaresi saydıkları yollara başvuruyorlar... Ordu, adı var, kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaşın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumunun kıyısında kafaları, çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta...
Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hayınlığından haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramaya yetenekli değil... Bu inançla bağdaşmaz görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hayın, istenmez olur.
Bir başka önemli noktayı da söylemek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren itilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
Bu anlayışta olan yalnız halk değildi; özellikle, seçkin denilen insanlar bile böyle düşünüyordu.
Öyleyse, kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. İlkin, İtilâf devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; sonra da, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı kalmak temel koşul olacaktı.
DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ YOLLARI
Şimdi baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, nasıl bir karar düşünülebilirdi?
Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngilterenin koruyuculuğunu19 istemek;
İkincisi, Amerikanın güdümünü istemek.
Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devletinin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarıyla ilgilidir. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devletinden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devletinin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olupbitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.
BENİM KARARIM
Baylar, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar20 ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi kavramı kalmamış birtakım anlamsız sözlerdi.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu ?
O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?
Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, kısıntısız, koşulsuz, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.
İşte, daha İstanbuldan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsunda Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.
YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM
Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi:
Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz.
Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.
Oysa, Türkün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yokolsun, daha iyidir.
Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm!
İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı.
Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık.
Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?
Şu ayrımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve elbette, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusla karşılaştırılınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur.
Sonra, Osmanlı soyunu ve devletini21 sürdürmeğe çalışmak, elbette Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü yapmaktı. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlık güvenli sayılamazdı. Artık yurtla, ulusla hiçbir vicdan ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulus bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi?
Halifeliğe gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir durumu kalmış mıydı?
Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için ulusun daha alışmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun diline düşmesinde büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen noktaların söz konusu edilmesinde kesin zorunluk vardı.
Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların halifesine baş kaldırmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.
UYGULAMAYI EVRELERE AYIRMAK VE ADIM ADIM İLERLEYEREK AMACA VARMAK
Türk ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silâhlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve isterlerini ilk gününde açıklamak ve söylemek, elbette yerinde olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşünceleri üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Netekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yılda yaptıklarımız bir mantıkçı gözüyle düşünülürse, ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Burada, kafalarda yer tutabilecek bazı duraksama düğümlerinin çözülmesini kolaylaştırmak için bir gerçeği hep birlikte gözden geçirmeliyiz.
Beliren ulusal savaşın tek amacı, yurdu dış saldırıdan kurtarmak olduğu halde bu savaşın, başarıya ulaştıkça, ulus iradesine dayanan yönetimin bütün ilkelerini ve şekillerini evre evre bugünkü döneme değin gerçekleştirmesi olağan ve kaçınılmaz bir tarih akışı idi. Bu kaçınılmaz tarih akışını, gelenekten gelen alışkanlığı ile, hemen sezinleyen padişah soyu, ilk andan başlayarak ulusal savaşın amansız bir düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk anda ben de gördüm ve sezinledim. Ama, baştan sona, bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açığa vurmadık ve söylemedik. İleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddesel savaşa boş kuruntular niteliği verebilirdi; dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyanlar arasında ise, geleneklerine, düşünme yeteneklerine, ruhsal durumlarına uymayan olabilir değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerine yol açabilirdi. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi vakti geldikçe uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de böyle yaptım. Ancak tuttuğum bu pratik ve güvenilir başarı yolu; yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve sırasında ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, ulusal hayatın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünme ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. Bu noktaları, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yararlı olmak için, sırası geldikçe, birer birer göstermeye çalışacağım.
ULUSAL SIR
Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım.
ORDU İLE İLİŞKİ
Şimdi baylar, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekli idi.
Erzurumda On Beşinci Kolordu Komutanına 21 mayıs 1919 da yazdığım bir kapalı telde: "genel durumumuzun almakta olduğu korkunç şekilden pek üzgün olduğumu; ulusa ve yurda borçlu olduğumuz en son vicdan ödevini yakından, birleşik çalışmayla, en iyi yapabileceğimiz kanısıyla bu son görevi kabul ettiğimi; bir an önce Erzuruma gitmek isteğinde bulunduğumu ama Samsun ve yöresinin durumu, güvensizlik yüzünden kötü bir sonuca varma niteliğinde bulunduğundan, buralarda ister istemez birkaç gün kalmak gerekeceğini" bildirdikten sonra, "beni şimdiden aydınlatmaya yarayacak bir şey varsa bildirilmesini" rica ettim (belge: 10).
Gerçekten, Samsun ve yöresinde Rum çetelerinin Müslüman halka saldırması ve ötedenberi araçsız bırakılmış olan bu bölge yöneticilerinin yabancı devletlerin işe karışmaları yüzünden hiçbir tedbir alamaması, durumu güçleştirmişti.
Tanıdığımız ve kendisinden büyük çaba umduğumuz bir kişinin Samsuna mutasarrıf olarak atanmasını sağlamaya girişmekle birlikte, Üçüncü Kolordu Komutanını geçici olarak Canik22 mutasarrıflığına atadım. Elden gelen bölgesel tedbirlerin alınmasına ve özellikle halkın gerçek durum üzerinde aydınlatılmasına ve orada bulunan yabancı birlik ve subaylardan çekinmeye yer olmadığının anlatılmasına önem verildi ve hemen o bölgede ulusal örgütler kurmaya girişildi.
23 mayıs 1919 da Ankara'da bulunan Yirminci Kolordu Komutanına: "Samsuna geldiğimi ve kendisiyle daha sıkı ilişki kurmak istediğimi ve İzmir bölgesinden daha kolaylıkla alabileceği bilgileri öğrenmek istediğimi" bildirdim.
Bu Kolordunun durumu ile daha İstanbulda iken ilgilenmiştim. Güneyden Ankara bölgesine trenle taşınması söz konusu idi. Bu yer değiştirmenin engellendiğini anlamış olduğumdan, İstanbuldan ayrılışım günlerinde Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşadan, kolordunun trenle taşınması gecikirse karadan yürüyerek Ankaraya gönderilmesini rica etmiştim. Bundan dolayı, söz konusu kapalı telyazımda23: "Yirminci Kolordunun bütün birliklerinin Ankaraya gelmeyi başarıp başaramayacaklarını" sordum. "Canik sancağı24 üzerine bilgi verdikten sonra bir iki güne değin Samsundan karargâhımla, bir süre için Havzaya gideceğimi ve herhalde Samsundan ayrılmadan önce beni aydınlatacak bilgileri beklediğimi" yazdım.
Yirminci Kolordu Komutanından, üç gün sonra, 26 mayıs 1919 da aldığım karşılıkta: "İzmirden düzenli bilgi alamadıklarını, düşmanın Manisaya girişini de telgrafçıların haber verdiğini, kolordunun Ereğlide bulunan birliklerinin hepsi trenle taşınamadığından, karadan yürüyüşe başladıklarını, ancak, yerin uzaklığı dolayısıyla Ankaraya ne zaman ulaşacaklarının belli olmadığını" bildiriyordu.
Kolordu Komutanı yine bu telyazısında: "Afyonkarahisarında bulunan 23. Tümenin, er sayısının pek az olduğundan ve orada ellerine geçen erleri bu tümene göndermekte olduklarından söz açtıktan sonra, Kastamonu ve Kayseri bölgelerindeki güvenliği bozan birtakım olaylar üzerine haberler gelmeye başladığını" bildiriyor ve zaman zaman bilgi vereceğini yazıyordu (belge: 11).
27 mayıs 1919 gününde Havzadan, hem Yirminci Kolordu Komutanından hem de bu kolordunun bağlı olduğu Konyadaki ordu müfettişliğinden: "Afyonkarahisarındaki tümenin güçlendirilmesi için hangi kaynaklardan yararlanıldığını ve gücünün artırılıp artırılamayacağını ve bugünkü durumumuza göre, bu tümene nasıl bir görev verilmesinin düşünüldüğünü" sordum (belge: 12, 13).
Kolordu Komutanı, 28 mayıs 1919 da sorduğum işler üzerine bilgi veriyor ve: "Düşman buralara girmeye kalkışırsa 23. Tümen, bulunduğu yeri bırakmayacak ve saldırıya uğrarsa, halktan alacağı yardımla, kesimini savunacaktır" diyordu (belge: 14).
Ordu Müfettişi de, 30 mayıs 1919 da verdiği karşılıkta: "23. Tümen, Karahisarın güvenliğini korumakla birlikte, düşmanın her türlü ilerleyişine, her türlü araçla karşı koyacaktır" diyordu. Bu araçların hazırlanmakta olduğunu ve Konyada orduyu destekleyebilecek bir kuvvet hazırlamaya çalışıldığını; ancak, buna daha ad ve san konmadığını bildiriyordu.
Ben, müfettişliğe yazdığım telde: "Konyada bir vatan ordusu kurulmakta olduğu üzerine bazı haberler yayılmıştır; bunun içyüzü ve örgütü nedir?" demiştim. Böyle bir soru sormaktaki düşüncem, biraz da onları özendirmek ve uyarmak idi. Müfettişliğin verdiği son bilgi, bunun üzerinedir (belge: 15).
Kolordu Komutanı bu soruma: "Konyada vatan ordusunun kuruluşundan haberim yok" diye karşılık vermişti.
Yirminci Kolordu ve Konyadaki Ordu Müfettişliği ile ilişki kurmam üzerine aldığım haberlerden uyanıklığı gerektiren noktaları 1 haziran 1919 da Erzurumda On Beşinci Kolordu ve Samsunda Üçüncü Kolordu ve Diyarbakırda On Üçüncü Kolordu Komutanlarına bildirdim (belge: 16).
Trakyada bulunan kuvvetleri ve komutanlarını bilmiyordum. O bölge ile de ilişki kurmak gerekti. Bu düşünceyle, İstanbulda, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşadan 16 haziran 1919 da özel şifre ile (Cevat Paşa ile ayrılışım günü gizli bir şifre kararlaştırmıştık) Edirnede Kolordu komutanının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Beyin nerede bulunduğunu sordum (belge: 17). Cevat Paşa 17 haziranda karşılık verdi. "Cafer Tayyar Beyin Birinci Kolordu Komutanı olarak Edirnede bulunduğunu" ögrendim (belge: 18).
Amasyadan 18 haziran 1919 günü, Edirnede Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Beye kapalı telle verdiğim yönergede başlıca şunları bildirdim: "Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi tehlikelerini hazırlayan İtilâf devletlerinin yaptıklarını ve İstanbul Hükümetinin tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz."
"Ulusun kaderini böyle bir hükümetin eline bırakmak, dağılmaya boyun eğmektir."
"Trakya ve Anadoludaki ulusal örgütleri birleştirmeye ve ulusun sesini bütün gürlüğüyle dünyaya duyuracak güvenilir bir yer olan Sıvasta birleşik ve güçlü bir kurul toplamaya karar verilmiştir."
"Trakya-Paşaeli Cemiyeti, yetkili olmamak üzere İstanbulda bir kurul bulundurabilir."
"Ben İstanbulda iken Trakya Cemiyeti üyelerinden kimileriyle görüşmüştüm. Şimdi zamanı geldi. Gerekenlerle gizlice görüşerek hemen örgütler kurunuz ve benim yanıma da delege olarak değerli bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye değin, Edirne ili haklarının savunucusu olmak üzere, beni vekil ettiklerini belirten, imzalı bir belgeyi kendi imzanızla ve kapalı telle bildiriniz."
"Bağımsızlığa ulaşıncaya değin, bütün ulusla birlikte, özveriyle çalışacağıma kutsal inançlarım adına andiçtim. Artık ben Anadoludan hiçbir yere gidemem."
Trakyanın direnme gücünü artırmak amacıyla bu yönergeye şu bilgileri de ekledim: "Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Bütün kararlar, bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutassarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadoludaki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara dek genişledi. İngiliz koruyuculuğu altında bir bağımsız Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler, Türklerle birleşti" (belge:19).
YUNAN ORDUSUNUN MANİSA VE AYDIN ÇEVRESİNE GİRİŞİ
Bu tarihe değin Yunan ordusunun Manisa ve Aydın çevrelerine de girdiğini öğrendim. Ama İzmirde ve Aydında bulunduklarını bildiğim kuvvetlerin ne durumda olduklarını gösterir açık bir bilgiyi daha hiç bir yerden elde edemiyordum. Doğrudan doğruya bu kuvvetlerin komutanlarına da bazı emirler yazmıştım. Bunun üzerine, 29 haziranda, 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Beyin, iki gün önceki tarihi taşıyan, bir kapalı telini aldım.
56. Tümene İzmirde Hurrem Bey adında bir kişi komuta ediyormuş. Bu komutan ve İzmirdeki iki alayın kılıç artıkları, subaylarıyla birlikte, hemen hepsi tutsak olmuşlar. Yunanlılar bunları gemilerle Mudanyaya götürmüşler. Bekir Sami Bey bu kılıç artıklarının komutasını üzerine almak için gönderilmiş.
Bekir Sami Bey 27 haziran 1919 günlü telinde, 22 haziran 1919 günlü iki buyruğumu ancak 27 haziranda Bursaya vardığında alabildiğini söylüyor ve verdiği bilgiler ve yaptığı açıklamalarda: "Ulusal amaçları gerçekleştirecek yeter araçları bulamadığımdan, tümenimi düzene sokmayı başarırsam daha iyi hizmetler yapılabileceği kanısında olduğumdan, 21 haziran sabahı Kuladan Bursaya doğru yola çıkmak zorunda kaldım. Bununla birlikte, birçok engeller olduğu halde, ulusal ayaklanmanın yurdun kurtarılması için çok gerekli olduğu düşüncesini her yana yaymayı başardım." diyor. Düşündüklerimin ve yaptıklarımın doğruluğuna sağlam inancı olduğunu bildiriyor ve bu konuda hemen işe giriştiğini; Çinede bulunan 57. Tümene de buyruk vermekliğimi ve kendisine de buyruk vermeyi sürdürmemi istiyordu (belge: 20).
*
ULUSAL ÖRGÜTLER KURULMASI VE ULUSUN UYARILMASI
Bir hafta kadar Samsunda ve 25 mayıstan 12 hazirana dek Havzada kaldıktan sonra Amasyaya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulması gerekliğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil örgütlerin baş yöneticilerine bildirdim.
Dikkate değer ki, İzmire ve daha sonra Manisaya ve Aydına düşmanın girişi ve yapılan her türlü saldırı ve zulüm hakkında ulus daha aydınlanmamış ve ulusal varlığına vurulan bu korkunç darbeye karşı açıkça hiçbir üzüntü ve sızıltı göstermemişti. Ulusun bu haksız darbe karşısında sessiz ve durgun kalması, elbette ulus için iyiye yorumlanamazdı. Bundan dolayı, ulusu uyarıp harekete getirmek gerekli idi. Bu amaçla 28 mayıs 1919 günü, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurumda On Beşinci Kolordu, Ankarada Yirminci Kolordu ve Diyarbakırda On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına, Konyada Ordu Müfettişliğine genelge ile şu yolda bildirimde bulundum:
İzmire ve daha sonra ne yazık ki Manisaya ve Aydına düşmanın girişi, gelecek tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için, ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gereklidir. Ulusal yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda girişi ve yurt parçalarını koparıp alması gibi olaylar bütün ulusa kan ağlatmaktadır. Üzüntüler dindirilemiyor. Ulusun katlanamayacağı ve dayanamayacağı bu olayların hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, pazartesi başlayıp çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve coşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunulması ve bunun köylere varıncaya dek her yerde yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıaliye25 etkili telgraflar çekilmesi ve yabancıların bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte, ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hıristiyan halka karşı bir saldırıya ve düşmanlık gösterisine benzer davranışlardan sakınılması çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan, işin iyi yönetileceğine ve başarılacağına tam güvenim vardır. Sonucun bildirilmesini rica eylerim.
ULUSAL GÖSTERİ TOPLANTILARI
Verdiğim bu yönerge üzerine her yerde gösteri toplantıları yapılmaya başlandı.
Yalnız sayılı yerlerde, bazı kuruntular yüzünden, duraksamalar olduğu anlaşılmıştır. Örneğin: On Beşinci Kolordu Komutanının Trabzon ile ilgili olarak gönderdiği 9 haziran 1919 günlü kapalı telden (belge: 21): "Gösteri toplantısı sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri ve hiç yoktan kötü bir olay çıkabileceği düşünülerek, gösteri toplantısına karar verilmiş iken bu kararın uygulanmadığı.... gösteriyi düzenleyen kurulun toplantısında İstrati ve Polidisin de bulunduğu" anlaşılıyordu.
Trabzon, Karadeniz kıyısında önemli bir merkez olduğundan, orada ulusal girişimler ve çalışmalarda kararsızca davranış ve Yunanlılara karşı yapılacak ulusal gösterilerle ilgili görüşmelerde İstrati ve Polidis Efendileri bulundurmak gibi, girişimin ciddi olmadığını gösterecek gevşeklikler, elbette İstanbul ve düşmanlar için pek değerli sayılacak belirtilerdir.
Verdiğim yönergedeki temel düşünceyi kötüye kullanacak kadar ustalık gösterenler de oldu. Örneğin: Sinopa yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve gösteri kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu adamın zavallı halka gürültü patırtı arasinda imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu: "Türkler ilerleyip gelişemediyse ve Avrupanın uygarlık ilkelerini kabul edip sindiremediyse bu, şimdiye değin iyi bir yönetime kavuşamadığından ileri gelmiştir. Türk ulusu, ancak kendi padişahının buyruğu ve egemenliği altında olmak koşuluyla Avrupanın gözetim ve denetiminde kurulacak bir yönetim örgütü ile yaşayabilir."
Baylar, Sinop halkı adına İtilâf devletleri temsilcilerine verilen 3 haziran 1919 günlü bu andırının altındaki imzalara göz gezdirirken müftü vekili efendinin imzasının yanında gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bulup çıkarmama yaradı. 0 imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası ikinci başkanı olan kişinin imzası idi.
ULUSAL GÖSTERİLERİN YANKILARI
Her yerde gösteriler yapılması için bildirimler yaptığım günden üç gün sonra, Harbiye Nazırının 31 mayıs 1919 günlü şu telini aldım:
İngiltere Olağanüstü Komserliğinden Babıâliye bildirilip Harbiye Nazırlığına gönderilen nota örneği aşağıya çıkarılmıştır:
Bugüne değin gelen raporlardan Üçüncü Kolordu bölgesinde her zaman görülebilecek haydutluk olaylarından başka bir şey olmadığı bilinmekle birlikte, son notada ileri sürülen olaylar üzerine özel soruşturma yapılarak sonucunun ivedilikle bildirilmesini rica ederim.
31.5.1919 Harbiye Nazırı
Şevket
Örnek
1 - Sıvasın bugünkü durumu ve adı geçen şehirde ya da bu şehrin yakınında çok sayıda toplanmakta bulunan Ermeni sığınıklarının26 esenliği üzerine en son olarak oldukça kaygı verici haberler aldığımı yüksek katınıza bildirmekle ün duyarım.
2 - Bundan dolayı, askeri komutanın görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunması ve gözetilmesi icin elden gelen bütün tedbirlerin alınmasını kesin olarak belirten ve herhangi bir şekilde öldürme ya da kötü davranış olursa kendisinin doğrudan doğruya sorumlu tutulacağını bildiren bir telin Yüksek Harbiye Nazırlığınca adı geçen komutana ivedilikle çekilmesi yolunda buyruk verilmesini yüksek katınızdan rica ederim.
3 - Bu yönergeye benzer yönergelerin ilgili sivil yöneticilere de ayrıca gönderilmesini rica ederim.
4 - Yurt içindeki düzensizlik üzerine yüksek katınızın haklı olarak ne kadar kaygılı bulunduğunu bildiğim için yüksek katınıza ayrıca işbu (..........) uyulacağı kanısındayım.
5 - Söz konusu olan yönergenin gönderilme tarihi üzerine verilecek bilginin beni pek çok sevindireceğini bildiririm.
Sıvas vali vekilliğinden aldığım 2 Haziran 1919 günlü bir telyazıda da: "Bugün Albay Dömanj (Demange) imzasıyla alınan telde (İzmire Yunanlıların girişi üzerine Aziziyede Hristiyanların ölümle korkutulduğu öğrenilmiştir. Bu ise uygun değildir. Size haber veriyorum ki bu durumlar, müttefik askerlerinin ilinize girmesine sebep olur.) anlamında bildirim yapılmaktadır ... " denilmekte idi.
Gerçekte, ne Sıvasta kaygı verici bir durum vardı, ne de Hristiyanlar ölümle korkutulmuştu. Bunu, ulusça yapılmaya başlanılan gösteri toplantılarından kaygılanan ve bunu amaçlarının gerçekleşmesine engel sayan Hristiyan azınlıkların, yabancıların dikkatini çekmek için bile bile yaydıkları uydurma haberler olarak kabul etmek gerektir (belge: 22, 23, 24). Harbiye Nazırlığının nota örneğini içine alan teline verdiğim karşılığı olduğu gibi bilginize sunacağım.
İstihbarat 3 Haziran 1919
Çok ivedidir.
sayi 58
Harbiye Nazırlığı Yüksek Katına
K: 2 Haziran 1919 şifre:
Sıvas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve daha sonra sığınanları korkutacak hiçbir olay geçmemiştir. Ne Sıvasta, ne de çevresinde kaygı verecek hiçbir durum yoktur. Herkes sessizce kendi iş ve güçleriyle uğraşmaktadır. Bunu kesin olarak ilginize sunar ve inanmanızı dilerim. Şu duruma göre, İngiliz notasındaki haberlerin nereden çıktığını benim bilmem gerekir. Düşmanın İzmir ve Manisaya girişiyle ilgili acı haber üzerine Müslüman halkın yaptığı ve Hıristiyan azınlıklara karşı hiçbir düşmanlık duygusu gütmeyen toplantılardan kimi kişilerin ürkmüş olmaları düşünülebilir. İtilâf devletleri, ulusumuzun haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça ulus da yurt dokunulmazlığının kesinliğine güvendikçe Müslüman olmayan halkın korkuya düşmesine hiçbir sebep yoktur. Bu konuda devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna tam olarak güvenilmesini dilerim. Ama, bağımsızlığı ve ulusal varlığı yok eden ve ulusun hayatını tehlikeye düşüren düşmanın yurda girişi, cana kıyması ve her türlü saldırıları gibi, İzmir yöresinde görülegelen olayların ve benzerlerinin baş göstermesine karşı ne ulusun coşkusunu ve iç acısını, ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim gibi bu yüzden ortaya çıkacak olayların karşısında da sorumluluk yüklenebilecek ne komutan, ne sivil yönetici, ne de hükümet düşünürüm.
Mustafa Kemal
Bu nota örneğiyle verdiğim karşılığın örneği bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara genelge ile bildirildi.
O günlerde İngiliz Muhipler Cemiyetiyle birlik olarak bütün ulusça İngiltereden yardım istenmesinin, bu dernek adına, Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telle bildirildiğini ve bu teli etkisiz bırakmak için, ulusu gereği gibi aydınlatmakla birlikte, hükümet katına başvurmaktan geri kalmadığımı da öğrenmişsinizdir (belge:25). Bundan başka, 27 mayıs 1919 günü "Türkiye Havas - Royter" adındaki ajansın, toplanan Saltanat Şurası27 ile ilgili olarak verdiği haberler arasında: "Bütün üyelerin düşüncesi, Türkiyenin büyük devletlerden birinin yardımını sağlamak üzerinde toplanmıştır" haberini yayması üzerine Sadrazama: "Ulusun, bağımsızlığını korumaya kararlı olduğunu ve bütün kötü sonuçlara karşı her türlü özveriyi göze aldığını ve ulusal vicdanı yansıtmayan haberlerin kaygı verici tepkiler doğurduğunu" yazmakla birlikte, bütün ulusa da bu durumu nasıl bildirdiğimi başka bir açıklama sırasında söylemiştim.
Sadrazam Ferit Paşanın Parise, bilinen çağrılışı üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk toplantı günlerinde bazı demeçler vermiştim. Bu konuda düşünce ve davranışımın ne olduğunu açıklamak amacıyla şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım:
Şifre Havza
İvedidir 3.6.1919
Kişiye özel
Samsunda Üçüncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendiye
Erzurumda On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa Hazretlerine
Canik Mutasarrıfı Hamit Beyefendiye
Erzurum Valisi Münir Beyefendiye
Sıvas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretlerine
Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendiye
Ankarada Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine
Konyada Yıldırım Birlikleri Müfettişi Cemal Paşa Hazretlerine
Diyarbakırda On Üçüncü Kolordu Komutan Vekili Cevdet Beyefendiye
Van Valisi Haydar Beyefendiye
Fransa siyasal temsilcisi Bay Döfrans'ın (Defrance) sadrazamlık yüksek katına gelerek Osmanlı Devletinin haklarını konferansta savunmak için Parise gidebileceklerini bildirdiği, Dahiliye Nazırlığının resmi bildirimlerinden ve ajans yayınlarından anlaşılmıştır. Ulusumuzun İzmir olayı üzerine gösterdiği ulusal tepki ve böylece bağımsızlığı koruma konusunda beliren kesin direnişinin sonucu olan bu şerefli durum övülmeğe değer. Ama, böyle olduğu halde Yunanlılar İzmir iline girmekten alıkonulmuş değildir. Her halde ulusun, haklarını bilir ve onu çiğnetmemek için parçalanmaz bir bütün olarak ölesiye savaşa hazır olduğunu İtilâf devletlerine karşı göstermeye ve tanıtlamaya devam edildikçe adı geçen devletlerin ulusumuzu sayar ve haklarını tanır olacaklarına kuşku yoktur.
Sadrazam Paşa Hazretlerinin konferansta Osmanlı Devletinin haklarını savunmak için büyük çaba gösterecekleri tabiidir. Ancak, ulusça kesin olarak savunulması istenilen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, kesin olarak devlet ve ulusun tam bağımsızlığı. İkincisi de yurtta çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir.
Bu konuda, Parise gitmeye hazırlanan kurulun görüşü ile ulusal vicdanın kesin isteği arasında tam bir uygunluk gerekir. Böyle olmazsa ulus, çok güç durumda ve düzeltilemez olupbittiler karşısında kalabilir. Bu kaygıyı doğuran nedenler şunlardır: Sadrazam Paşa Hazretleri, duyduğumuz demecinde Ermeni özerkliği ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını bildirmedi. Bundan, doğu illeri halkı elbette üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı. Toplanmış olan Saltanat Şurasında da, hemen bütün üyeler, ulusal bağımsızlığın korunmasını ve ulus alınyazısının bir ulusal kurultay eline bırakılmasını istedikleri halde, yalnız Hükümetin dayandığı İtilâf ve Hürriyet Fırkası adına, başkan Sadık Bey İngilterenin koruyuculuğunu istemeyi yazılı olarak önerdi. Geniş bir Ermenistan özerkliği ve Devletin bir yabancı devlet koruyuculuğunun kabulü konularında ulusal istekle bugünkü hükümetin görüşü arasında uygunluk olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa Hazretleriyle yanında gidecek kurulun, ulus haklarını savunmada uyacakları ilkeler ve program ulusça bilinmedikçe, yukarıda bilgilerine sunulan noktalarda kaygılanmaktan geri durulamaz. Bundan dolayı, illerdeki ve illere bağlı yerlerdeki Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak derneklerinin temsilci kurullarınca ve bu derneklerin kuruluşları tamamlanamayan yerlerde de Belediye Kurullarınca Sadrazam Paşa Hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişah Hazretlerine telyazılarıyla başvurularak ulusal bağımsızlığın tam dokunulmazlığı ve ulus çoğunluğu haklarının korunması ilkesinin ulusun temel koşulu olduğu bildirilmeli ve gidecek kurulun buna göre savunma ilkelerini ulusa resmi olarak ve açıkça duyurması istenmelidir. Ulusun davranışı üzerine, gidecek kurulun savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten ulusun isteği olduğu İtilaf devletlerince bilinecek ve elbette daha çok önemle göz önünde tutulacağı için, kurulun görevi kolaylaşacaktır. Bu düşüncelerin gerekenlere tezelden ulaştırılmasını ve bildirilmesini, yurdumuzun alınyazısı adına yüce ve yurtsever kişiliğinizden önemle rica ederim. Bu telin alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim.
Mustafa Kemal
İSTANBULA GERi ÇAĞRILIŞIM
Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 haziran 1919 da Harbiye Nazırının beni İstanbula çağırdığını ve gizli olarak sormam üzerine kimlerin isteğiyle ve niçin çağrıldığımı, devlet büyüklerinden bir kişinin bildirdiğini daha önce yaptığım bir açıklama sırasında söylemiştim. Bu bilgiyi veren devlet büyüğü, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurumda görevimden çekildiğim güne değin değişik Harbiye Nazırlarıyla ve doğrudan doğruya saray ile süregelmiştir.
Anadoluya geleli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün orduların birlikleriyle ilişki ve bağlantı sağlanmış ve halk elden geldiğince aydınlatılarak uyarılmış, ulusça örgütleşme düşüncesi yayılmaya başlamıştı. İşler, artık bir komutan kimliği ile yürütülüp yönetilemeyecekti. Yapılan çağrıya uymamak ve gitmemekle birlikte, ulusal örgütler kurmaya ve ulusal ayaklanmayı yönetmeyi sürdürdüğüme göre, baş kaldırır duruma girdiğim kuşku götürmezdi. Bundan başka ve özellikle uygulamaya karar verdiğim girişim ve yürütümlerin köklü ve sert olacağını tasarlamak güç değildi. Bundan dolayı girişim ve yürütümlerin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması ve bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve yansıtacak bir kurul adına yapılması çok gerekli idi.
SIVASTA GENEL BİR ULUSAL KONGRE TOPLAMA KARARI
Bunun için, 18 haziran 1919 günü Trakyaya verdiğim yönergede işaret ettiğim bir noktanın uygulanmasının zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki o nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birleştirecek, bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere, Sıvasta genel bir ulusal kurultay toplamaktı. Bu amaçla emir subayım Cevat AbbasBeye 21/22 haziran 1919 gecesi Amasyada söyleyip yazdırdığım genelgenin başlıca noktaları şunlardı:
1 - Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2 - İstanbuldaki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3 - Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
4 - Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
5 - Anadolunun her yönden en güvenli yeri olan Sıvasta ulusal bir kongrenin tezelden toplanması kararlaştırılmıştır.
6 - Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7 - Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8 - Doğu illeri adına 10 temmuzda Erzurumda bir kurultay toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sıvasa ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sıvasta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar (belge: 26).
Görüyorsunuz ki bu yazdırdıklarım, çoktan vermiş ve dört gün önce Trakyaya bildirmiş olduğum bir kararın Anadoluya da genelge ile bildirilmesinden başka bir şey değildir. Bu kararın 21/22 haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve gizemli28 yeni bir karar olmadığı kolaylıkla anlaşılır sanırım.
Bu noktanın aydınlanması için isterseniz küçük bir açıklamada bulunayım.
Baylar, o müsvedde işte şu kağıtlardır, dört maddeliktir, içindekileri söyledim. Altında benim imzam vardır. Bir de, görevi dolayısıyla, kurmay başkanım bulunan Albay Kâzım Beyin (şimdi İzmir valisi Kâzım Paşa), kurmaylarımdan bildirim işleriyle görevli Hüsrev Beyin (şimdi elçi), askerî makamlara şifre eden29 emir subayım Muzaffer Beyin ve sivil orunlara şifre eden bir sivil görevlinin imzaları vardır. Bundan başka daha bazı imzalar vardır.
Bu imzaların, bu müsveddeye konması güzel bir talih ve raslantıdır.
ADINI SAKLAYAN BİR TANIDIĞIN AMASYAYA GELMESİ
Daha Havzada bulunduğum sırada, Ankarada bulunan Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşadan bir kapalı tel aldım. Bu tel: "Tanıdığınız bir kişi kimi arkadaşlarla İstanbuldan buraya gelmiştir. Ne yapmalarını buyuruyorsunuz?" anlamında idi. Sanki bir bilmeceyi andıran bu tel, beni hem pek çok ilgilendirdi hem de şaşırttı. Söz konusu kişiyi tanıyorum. Benden ne yapacağını soruyor. Ankaradan arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında. Tel de kapalı teldir. O halde neden adını kapalı olarak bile yazdırmaktan çekiniyor? Epeyce düşündüm. Anlar gibi oldum. Kestirilebilir ki bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Ama, Fuat Paşayı yakından görmek; bölgeleri, çevreleri, düşünceleri üzerinde görüşmek bence çok istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telin uyandırdığı düşünceyle kendisine şu ricada bulundum: "Ankaradan ayrıldığımızı belli etmeyecek biçimde gereken düzenlemeleri yaptıktan sonra ad ve kılık değiştirerek birkaç gün için ivedilikle yanıma geliniz. İstanbuldan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz."
Gerçekten, Fuat Paşa dediğim gibi Havzaya doğru yola çıkar. Ama, bazı zorlayıcı nedenlerden dolayı, hemen Havzadan ayrılıp Amasyaya gitmem gerekmişti. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasyaya yönelir. İşte böylece 21/22 de Amasyada yanımda bulunuyor. Adı, kapalı telde bildirilmeyen kişi de Rauf Bey idi.
İstanbuldan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey oraya gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve İstanbulda iken yakalamadıklarına göre, belki de Karadenizde batırılacağımı güvenilir kimselerden işitmiş, onu bildirdi. Ben İstanbulda kalıp tutuklanmaktansa batıp boğulmayı yeğledim ve yola çıktım. Kendisine de, önünde sonunda İstanbuldan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey gerçekten İstanbuldan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış; ama benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Beyle buluşmak istemiş ve İzmir savaşboyuna daha yakın bir yerde daha etkili ve daha yararlı olacağını sanarak Bandırma-Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde, halkın içgücünü30 yitik, durumu öldürücü ve korkunç görmüş. Hemen adını değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye - Sivrihisar yoluyla ve araba ile de Ankaraya Fuat Paşanın yanına gelmiş ve bana başvurmuş. Pek güzel ama, adını saklayarak beni üzmenin anlamı var mıydı ?
Öte yandan, Onuncu Kolordu Komutanım olup Samsun Mutasarrıflığında bıraktığım Refet Beyi artık Sıvasa, Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç kez, gelmesi için emir vermiştim. Bölgesinde geziye çıkmış. Emirlerime bile karşılık alamıyordum. En son, o da bir raslantıyla, o gün gelmişti.
RAUF VE REFET BEYLERİN KARARSIZLIĞI
Şimdi imza işine gelelim: Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlarca da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, konuk olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmediğini, incelikle söyledi. Bunun bir tarihsel anı değerinde olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.
Refet Bey imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplamaktaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbuldan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın - tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek kolay olan bir işte böyle düşünüş ve duyuşu bana çok acı geldi. Fuat Paşayı çağırttım. Paşa, düşüncemi anlayınca hemen imza etti. Fuat Paşaya Refet Beyin çekinmesi nedenini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa Refet Beyi biraz sıkı sorgulayınca, Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine özgü bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki bunu bu müsveddede bulmak biraz zordur. Buyurun, merak eden inceleyebilir.
Baylar, gereksiz gibi görülebilen bu açıklama, sonraki yıllar ve olaylarla ilgili bazı karanlık noktaları aydınlatmaya yarar düşüncesiyle yapılmıştır.
İSTANBULDAKİ BAZI KİMSELERE GÖNDERDİĞİM MEKTUP
Kongreye çağrı genelgesi, sivil ve askeri makamlara şifreli olarak gönderildi. Bundan başka, İstanbulda bulunan kimi kişilere de gönderildi. Ancak, bu kişilere ayrıca bir de genelge niteliğinde mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kişiler şunlardı:
Abdurrahman Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip Hanım, Kâra Vasıf Bey, Ferit Bey (Nafia Nazırı31 idi), Sulh ve Selâmet Fırkası32 Başkanı Ferit Paşa (sonradan Harbiye Nazırı oldu), Câmi Bey, Ahmet Rıza Bey.
Bu mektupta söylediğim noktaları özet olarak bildireceğim:
1 - Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük amaçları hiçbir zaman gerçekleştiremez.
2 - Bunlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3 - Aslında, acı olan durumu öldürücü biçime sokan en keskin etmen, İstanbuldaki karşı akımlar ve ulusal erekleri zararlı bir biçimde desteksiz bırakan siyasal ve ulus yararına aykırı propagandalardır. Bunun cezasını yurdumuzun nasıl çektiğini pek çok görmekteyiz.
4 - Artık İstanbul Anadoluya egemen değil, bağlı olmak zorundadır.
5 - Size düşen özveri pek büyüktür (belge: 27).
*
ALİ KEMAL BEYİN GENELGESİ
25 hazirana değin Amasyada kaldım. Hatırlarsınız ki, o günlerde Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevimden çıkarıldığım ve artık benimle hiçbir resmi işlem yapılmaması ve hiçbir isteğimin yerine getirilmemesi konusunda şifre ile bir genelge yayınlamıştı.
23 haziran 1919 gün ve 84 sayılı olan bu genelge, dikkate değer bir anlayışı gösterir belge olduğu için, olduğu gibi bilginize sunacağım:
Dahiliye Nazırı Ali Kemal Beyin 23.6.1919 gün ve 84 sayılı şifresinin açılmış örneğidir.
"Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte, bugünün siyasasını o derece bilmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba gösterdiği halde, yeni görevinde hiç başarılı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilcisinin isteği ve üstelemesi üzerine görevinden alındı ve alındıktan sonra yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu. Reddi İlhak dernekleri gibi, Karesi33 ve Aydın dolaylarında Müslüman halkı haksız yere kırdırmaktan ve böyle bir durumdan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka bir iş görmeyen; emirsiz, saygısız ve kanunsuz kurulan bazı kurullar için öteden beri çektiği tellerle de siyasadaki yanılmaları yönetimde de artırdı. Adı geçenin İstanbula getirilmesi Harbiye Nazırlığını ilgilendiren bir görevdir. Ama Dahiliye Nazırlığının size kesin buyruğu, artık o kişinin görevinden çıkarılmış olduğunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmi işleme girişmemek, hükümet işleriyle ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir. Bu yönergeye uygun iş görmekle ne gibi sorumlulukların ortadan kalkacağını anlayacağınızı biliyorum. Bu önemli ve korkulu dakikalarda memur olsun, halktan olsun, her Osmanlıya34 düşen en büyük ödev, barış konferansınca kaderimiz üzerine karar verilirken ve beş yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken artık aklımızı başımıza devşirdiğimizi göstermek; akıllıca ve tedbirlice davranışlara uymak; parti, mezhep, ırk anlaşmazlıklarını gözetmeksizin herkesin hayatını, malını, ırzını korumakla uygarlık dünyası karşısında bu yurdu bir daha lekelememek değil midir?"
ALİ KEMAL BEY VE PADİŞAH
Bu genelgeden ancak Sıvasa vardığım 27 haziran 1919 günü haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 haziran günü bu genelgesiyle düşmanlara ve Padişaha karşı önemli bir görev yaptıktan sonra 26 haziran 1919 günü Hükümetten çekilmiştir. Ali Kemal Beyin Sadrazama verdiği resmi çekilme yazısından başka, Saraya gidip Padişaha kendi eliyle verdiği çekilme yazısı örnekleri ve sözlü olarak bildirdikleri ve Padişahın ona verdiği karşılık hakkında çok sonra bilgi edindim.
Ali Kemal Bey, çekilme yazılarında, özellikle Padişaha sunduğunda: "Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde birden başgösteren ayaklanma ve kargaşalık belirtileri üzerine, ayaklanma ateşinin hemen ve yayılmadan durdurulup söndürülmesi ve yokedilmesi için tedbir almak, yalnız kendi makamını ilgilendirirken, Padişahtan gördüğü yakın ilgiyi ve güveni çekemeyen bazı arkadaşlarımın birçok boş özürler ileri sürerek ayaklanmanın genişlemesine yol açmakta olduklarından" söz ettikten sonra; "resmî görevinden çekilmekle birlikte özel olarak hizmet edeceğini ve bağlılıktan ayrılmayacağını" yazısına ekliyor ve sözlü olarak da: "Resmî görevden ayrılmamı fırsat sayan hasımlarımın saldırışlarından kulunuzu koruyunuz" diye yalvarılıyor.
Padişah, buna karşlık: "Beni büsbütün yalnız bırakmayacağına güveniyorum. Bağlılığınız bana büyük umut ve teselli vermiştir. Saray her dakika size açıktır, Refik Beyle işbirliği yapmaktan ayrılmayınız" gibi okşayıcı sözler söylüyor (belge: 28).
Bağlılığından Padişahın büyük umut ve teselliye kapıldığı Ali Kemali, nazırlık görevinde ve Padişahın yanında gördükten sonra, onu bir de asıl gerçek görevi başında görelim,
Canınız sıkılmazsa, Sait Mollanın Rahip Fru'ya yazdığı mektuplardan birini gözden geçirelim:
"Ali Kemal Beye son felaketi üzerine üzüntü duyduğumuzu söyledim. Bu değerli kişiyi elde bulundurmak gerek. Bu fırsatı kaçırmayalım. Bir armağan sunmak için en uygun zamandır."
"Ali Kemal Bey dün o kişi ile görüşmüş. Basın işinde biraz ağırdan almak gerektiğini söylemiş. Bir kere herhangi bir gidişten yana çevrilen düşünür ve yazarları öncekine aykırı bir amaca yöneltmek bizde kolay olmaz. Bütün resmi görevliler ulusal ayaklanmayı şimdilik iyi görüyorlar, demiş. Ali Kemal Bey, yönergenize eksiksiz uyacak. Zeynelabidin partisiyle de işbirliği yapmaya çalışıyor. Kısacası, işler bulandırılacak."
Bu mektupta bir çıkma yapılmış, şimdi onu da okuyalım: "Çıkma: Bir kaç kezdir söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşaya ve onu tutanlara biraz arka çıkar gibi görünmeli ki kendisi tam güvenle buraya gelebilsin. Bu işe olağanüstü önem veriniz. Kendi gazetelerimizle onu destekleyemeyiz."
Bu belgeler üzerinde sırası gelince, daha çok bilgi veririm. Şimdilik bu kadar yeter.
ALİ GALİP BEY SIVASTA
Ali Kemal Beyin, Amasyada iken daha duymadığımı söylediğim genelgesi, memurların ve halkın kafalarını gerçekten karıştırmış. Her yerde eksik olmayan yıkıcı ruhlu kimseler, hemen bana karşı propagandaya ve çalışmaya girişmişler.
Bu yoldaki baltalayıcı gösterilerin ve işlerin en önemlisi Sıvasta düzenlenmeye başlanmış.
İzin verirseniz bunu kısaca anlatayım: Dahiliye Nazırı Ali Kemal Beyin genelge ile verdiği buyruğun tarihi olan 23 haziran günü, Sıvasta Ali Galip Bey adında bir kişi, on kadar adamıyla hazır bulunuyormuş. Bu kişi, İstanbuldan, Elazığ Valisi olarak gönderilmiş olan Kurmay Albay Ali Galiptir. Sözde, ilin ikinci derecede memurları olmak üzere, birtakım adamları da İstanbuldan seçmiş, yanında götürüyor.
Ali Galip, yolu üzerinde bulunan Sıvasta durmuş. Özel görevi bulunduğu belli olan Ali Galip, orada hemen kendinden yana etkin kişiler bulmuş. Görevini iyi uygulamak için düzen kurmaya başlamış.
Dahiliye Nazırlığının, beni kötüleyen buyruğu gelir gelmez, çalışma başlamış. Sıvas sokaklarında benim "hayın, baş kaldırmış, zararlı bir adam" olduğum yolunda, duvarlara yaftalar yapıştırılmış.
Kendisi de bir gün, Sıvasta vali bulunan Reşit Paşa merhumun yanına giderek, Dahiliye Nazırlığının buyruğundan söz açtıktan sonra, Sıvasa gidersem bana karşı nasıl davranacağını sormuş.
Reşit Paşa, ne yapılabileceğinin açıklanmasını istemiş. Ali Galip: "Ben senin yerinde olsam hemen kollarını bağlar, tutuklarım ve senin de böyle yapman gerekir" demiş.
Reşit Paşa, bu işin bu denli kolay olacağına inanamamış; görüşme epey uzamış. Görüşmeye katılanlar çoğalmış. Üstelik bir kısım halk, verilecek kararı anlamak üzere toplanmış.
Bugün, haziranın 27 nci günüdür. Gözlerimizi, yeniden bu noktaya dönmek üzere, bir an için bu levhadan ayıralım ve Amasyaya çevirelim.
SIVASA GİDİŞ
Ayın yirmibeşinci günü, Sıvasta beni kötüleyici birtakım uygunsuz olaylar geçmeye başladığını öğrendim. 25/26 haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Beyi çağırdım ve: "Yarın sabah karanlıkta Amasyadan güneye gideceğiz" dedim. Bu gidişimiz gizli tutularak hazırlık yapılması için emir verdim.
Bir yandan da Beşinci Tümen Komutanı ve kurmaylarımla, gizli olarak, şu tedbiri kararlaştırdık: Beşinci Tümen Komutanı tümeninden seçme subay ve erlerle olabildiğince güçlü bir atlı piyade birliğini hemen o geceden başlayarak çabucak kuracaktı. Ben, 26 haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobil ile Tokata gitmek üzere yola çıkacaktım. Birlik, kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sıvasa doğru gönderilecek ve benimle bağlantı kurulacaktı. Gidişimiz, hiçbir yere telle bildirilmeyecek ve elden geldiğince Amasyada da açığa vurulmayacaktı.
26'da Amasyadan yola çıktım. Tokata varır varmaz telgrafhaneyi göz altına aldırarak benim varışımın Sıvasa ve hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 26/27 gecesini orada geçirdim, 27'de Sıvasa doğru yola çıktım. Otomobille Tokattan Sıvasa aşağı yukarı altı saattir.
Sıvas valisine, Tokattan Sıvasa gelmek üzere yola çıktığımı bildiren açık bir tel yazdım. İmzayı "Ordu Müfettişi" diye attırmıştım.
Telde, özel bir düşünce ile, yola çıkış saatimi bildirmiştim. Ama bu telin, ayrılışımdan altı saat sonra çekilmesini ve o zamana değin hiçbir yoldan Sıvasa bilgi verilmemesini sağlayacak tedbirleri aldırdım.
Şimdi baylar, gözlerimizi yeniden Sıvasta bıraktığımız levhaya çevirelim.
Ali Galip Beyle Reşit Paşa arasında bana karşı ne gibi bir işlem yapılacağının tartışılması sahnesine... Tartışmanın kızıştığı bir sırada, Reşit Paşanın eline benim Tokattan çekilen telimi verirler. Reşit Paşa, hemen Ali Galip Beye uzatır: "İşte kendisi geliyor; buyurun, tutuklayın!" der. Reşit Paşa, telde yazılı olan yola çıkış saatini görünce hemen kendi saatini çıkarır, bakar; sonra da: "Efendim, geliyor değil, gelmiş olacaktır" der.
Bunun üzerine Ali Galip: "Ben tutuklarım dedimse, benim ilim içinde olursa tutuklarım, demek istedim" deyince toplantıda bulunanları bir heyecan kaplar. Hep birden: "Haydi öyle ise karşılamaya gidelim" diyerek toplantıya son verirler.
Ancak, şehrin ileri gelenleri ile, halkla ve askerle parlak bir karşılama hazırlığı yapabilmek için biraz zaman kazanmak gerektiğini; oysa, hesapça benim, Sıvas şehri kapılarına değin yaklaşmış olacağımı göz önünde bulundurarak beni, şehrin yakınında bulunan Ziraat Nümune Çiftliğinde biraz dinlendirmenin yolunu aramışlar. Vali Paşa, karargâhımın sağlık başkanı olup daha önce, gerekli örgütleri kurmak için Sıvasa göndermiş olduğum Talî Beyi çağırtarak, bu görevin yapılmasını ondan rica etmiş ve karşılama hazırlıklarını bitirince hemen kendisinin de yanımıza geleceğini söylemiş.
Gerçekten, tam Nümune Çiftliği yakınında, karşımıza çıkan bir otomobilin içinden Talî Bey göründü. Otomobillerden indik, çiftliğin avlusunda oturduk. Talî Bey, anlattığım durumu ayrıntılarıyla açıkladıktan sonra, görevinin beni burada biraz oyalamak olduğunu söyleyince hemen ayağa kalktım: "Çabuk otomobillere ve Sıvasa!" dedim.
Bunun nedenini anlatayım. O anda hatırıma gelen şu idi: Karşılama töreni yapacağız diye Talî Beyi aldatmış olabilirler ve gerçekte ters bir düzen yapmak için zaman kazanmak isteyebilirlerdi. Otomobillere binmek üzere iken Sıvas yönünden başka bir otomobil yanımıza yaklaştı. İçinde Vali Paşa vardı.
Reşit Paşa: "Efendim, birkaç dakika daha dinlenmez misiniz?" diye söze başladı. "Yarım dakika bile dinlenmek istemiyorum. Hemen gideceğiz ve sen benim yanıma gel" dedim.
- Efendim, dedi, sizin yanınıza Rauf Bey binsin; ben arkadaki otomobille de gelirim.
- Hayır, hayır! dedim, siz buraya...
Bu basit tedbirin neden alındığı kendiliğinden anlaşılır.
Sıvas şehrine vardığımızda, caddenin iki yanı büyük bir kalabalık ile dolmuş, askeri birlikler tören duruşu almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek askeri ve halkı selamladım.
Bu görünüş, Sıvasın saygıdeğer halkının ve Sıvasta bulunan yiğit subay ve erlerimizin bana ne denli bağlı olduğunu ve sevgi beslediğini belirten canlı bir tanık idi.
Bundan sonra, doğruca Kolordu Komutanlığına gittim ve hemen Ali Galibi ve onun yardakçısı olduklarını anladığım fesatçıları getirttim. Onlara ne yaptığımı açıklayarak, aslında epey yorgunluk verdiğinden şüphe etmediğim ayrıntıları uzatmak istemem.
Yalnız bir noktayı belirtmekle yetineceğim.
Baylar, bu Ali Galip, karşılaştığı kötü durumdan sonra gizli diyecekleri olduğunu söyleyerek, geceleyin yalnızca yanıma gelmek istedi. Kabul ettim. Davranışlarının dış yüzüne önem vermemekliğimizi rica ile, Elazığ valiliğini kabul ederek gelmekten amacının, benim yolumda hizmet etmek olduğunu ve Sıvasta kalışının, benimle buluşup buyruk almak için olduğunu açıklamaya ve bin türlü kanıtla bizi inandırmaya çalıştı ve sabaha dek oyalayarak başarı da sağladığını saklamayıp söylemeliyim.
*
ERZURUMA GİDİŞ
Sıvasta kurulan örgütler ve yapılacak işler üzerine gerekenlere yönerge verdikten sonra, hiç uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahında bir bayram günü, Sıvastan Erzuruma doğru yola çıkıldı.
Bir haftalık sıkıntılı bir otomobil yolculuğundan sonra 3 temmuz 1919 günü, halkın ve askerin içten gelen gösterileri arasında, Erzuruma varıldı. İstanbul Hükümetinden gelebilecek yıkıcı bildirimleri denetlemek ve durdurmak için haberleşme kanalı olan önemli merkezlerde gereken tedbirlerin alınması için bütün komutanlara, 5 temmuz 1919 tarihinde buyruk verdim (belge:29).
Komutan, Vali ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile görüşüldü. Vali Münir Bey, İstanbul Hükümetince görevinden çıkarılmıştı. Gitmeyip Erzurumda kalmasını bildirmem üzerine daha Erzurumda bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılıp İstanbula gitmek üzere Erzurumdan geçen Mazhar Müfit Bey de Münir Bey gibi Erzurumda beni bekliyordu.
ULUSAL AMAÇ YOLUNDA ORTAYA ATILMAK KARARI
Bu iki vali beyle, On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Kara Bekir Paşa ve yanında bulunan Rauf Bey, eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, Doktor Refik Bey arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan yolu anlattım.
Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, sırasına göre nelerin göze alınması zorunlu olacağını açıkladım: "Ulusal amaçlarla ortaya atılacakların yok edilmesini düşünenler bugün yalnız Saray, İstanbul Hükümeti ve yabancılardır. Ama bütün halkın aldatılabileceğini ve bize karşı duruma çevrilebileceğini de düşünmek gerektir. Önder olacakların, her ne olursa olsun, tutulan yoldan dönmemeleri, yurtta barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü, böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmış olurlar.
Bir de, söz konusu görev, resmî makam ve üniformaya sığınarak el altından yapılamaz. Böyle bir tutum, bir ölçüye değin yürüyebilir. Ama, artık o dönem geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun, bu sese katılmasını sağlamak gerektir.
Benim, görevden çıkarıldığım ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğum kuşku götürmez. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçları şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz durumun istediği adam, daha birçok bakımlardan da, ille ben olabilecekmişim gibi bir iddia yoktur. Yalnız, her halde bu yurt çocuklarından birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun gerektirdiği yolda yürümeyi kabul etsin." dedim.
Bu konuşma ve açıklamadan sonra hemen bir karar almak uygun olmayacağından bir süre düşünmek ve özel konuşmalar yapabilmek için görüşmelere son verdiğimi bildirdim.
Yeniden toplandığımızda, işin başında benim bulunmamı istediler ve kendilerinin bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş, Münir Bey, önemli özrü dolayısıyla bir süre için kendisinin eylemli görev almaktan bağışlanmasını rica etti. Ben, görünüşte görevden ve askerlikten ayrıldıktan sonra, şimdiye değin olduğu gibi, üst komutan imişim gibi buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul olduğunu söyledim. Bu da eksiksiz onaylandıktan sonra toplantıya son verildi.
Baylar, İstanbulda Genelkurmay Başkanlığı katında, görevden ayrılan Cevat Paşa ile göreve başlayan Fevzi Paşadan ve Barış Hazırlıkları Komisyonunda çalışan İsmet Beyden başlayarak, Erzuruma gelinceye değin, her yerde gördüğüm ve karşılaştığım komutan, subay, her türlü devlet adamları ve ileri gelen kişilerle, burada, Erzurumda yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştım. Bunun yararını değerlendirebilirsiniz.
*
ERZURUM KONGRESİ HAZIRLIKLARI
Erzuruma varışımın ilk günlerinde, Erzurum Kongresinin toplanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almakla uğraşmaya önem verildi.
Baylar, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin, 5 mart 1919 günü, bir çalışma kurulu meydana getirilerek kurulmuş olan Erzurum şubesi, Trabzon ile de anlaşarak 1919 yılı temmuzunun onuncu günü Erzurumda bir Doğu İlleri Kongresi toplamaya girişti. Benim daha Amasyada bulunduğum günlerde, haziran içinde, doğu illerine delege göndermeleri için öneri ve çağrı mektubu yolladı. İllerden delege getirtilmesi için, o günden başlayarak benim Erzuruma varışıma değin ve ondan sonra da, bu konuda olağanüstü çaba gösterdi.
Ama, o günlerin koşulları içinde böyle bir amacın gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü, kolaylıkla anlaşılır. Kongrenin toplanma günü olan 10 temmuz yaklaştığı halde illerden gerekli delegeler seçilip gönderilmiyordu.
Oysa, bu kongrenin toplanmasını sağlamak artık pek önemli bir iş olmuştu. Bundan dolayı, bizim sağlam tedbirler almamız gerekti.
İllerin herbirine açık bildirimler yapmakla birlikte, bir yandan da kapalı tellerle valilere, komutanlara gereği gibi bildirimler yapıldı. Sonunda, on üç gün gecikme ile yeterince delege toplanabildi.
Baylar, ulusal ayaklanmayı ordunun desteklemesi, askerin ve halkın çalışmalarını birbiriyle düzenli duruma getirmek, önemli bir konu idi.
Trabzondaki tümeni, komutan vekili yönetiyordu. Asıl komutanı Halit Bey Bayburtta gizlenmişti. Halit Beyi, gizlendiği yerden çıkarmak, iki bakımdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, İstanbula çağırılmanın ve bu çağrıya gitmemenin korkulacak, gizlenilecek nitelikte olmadığını halka ve özellikle askerlere göstererek iç gücünü35 yükseltmek gerekiyordu. Bir de, kıyıda önemli bir yer olan Trabzona dışarıdan bir saldırış olursa oradaki tümenin başında ateşli bir komutan bulundurmak uygun olacaktı.
Bunun için, Halit Beyi Erzuruma getirttim. Ona, kendim özel bir yönerge verdikten sonra, gerektiğinde hemen tümenin başına geçmek üzere Maçkada bulunması için emir verdirdim.
Biz bu işlerle uğraşırken, bir yandan da İstanbulda Harbiye Nazırlığı makamında bulunan Ferit Paşanın ve Padişahın, İstanbula dönmemi sağlamak için sürüp giden aldatıcı tellerine de, türlü karşılıklar vermekle zaman yitirmek zorunda bulunuyorduk.
Harbiye Nazırlığı: "İstanbula gel" diyordu. Padişah: "Önce hava değişimi al, Anadoluda bir yerde otur; ama bir işe karışma." diye başladı. Sonunda, ikisi birlikte: "İlle gelmelisin." dedi.
RESMİ GÖREV VE YETKİLERİ BIRAKARAK ULUSUN SEVGİSİNE, CÖMERTLİĞİNE VE YİĞİTLİĞİNE GÜVENMEK VE BÖYLECE GÖREVE DEVAM ETMEK KARARI
"Gelmem" dedim. En sonra, 8/9 temmuz 1919 gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı konuşması sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8 hazirandan 8 temmuza değin, bir aydır süren oyun son buldu. İstanbul, o dakikada benim resmî görevime son vermiş oldu; ben de o dakikada, 8/9 temmuz 1919 gecesi saat 10.50 sonrada36 Harbiye Nazırlığına, saat 11.00 sonrada Padişaha görevimle birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bildiren telleri çekmiş oldum.
Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmî görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine, cömertliğine ve yiğitliğine güvenerek ve onun bitmez uyarıcı ve yaratıcı kaynağından37 aydınlanıp güçlenerek38 vicdanımızın gösterdiği yolda görevimizi yapmaya devam ettik.
Biz 8/9 temmuz gecesi İstanbul ile telgraf başında konuşurken, bunu başka dinleyenlerin ve bununla ilgilenenlerin de bulunduğunu kestirmek güç değildir.
O günlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimiyle bönlüklerini uyanıklık ve tedbir gibi göstermeye çalışmış olanlar hakkında, bir fikir vermiş olmak için, izin verirseniz, şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunmak isterim.
140-140
Konyadan
9 Temmuz 1919
Saat: 6
Üçüncü Ordu Müfettişliği Başyaverliğine
Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 6/7 temmuz gecesi, telgrafla makine başında konuştular. Konuşmanın şu yolda geçtiğini öğrendim:
"Mustafa Kemal Paşa Hazretleri için gereken işlem yapıldı. İstanbula getirilecek. Cemal Paşa Hazretleri için de işlem yapılmak üzeredir."
Konya valisi de: "Teşekkür ederim" dediler.
Paşa Hazretlerine uygun göreceğiniz biçimde bildirmenizi rica ederim.
İkinci Ordu Müfettişliği
Şifre Müdürü
Hasan
MERSİNLİ CEMAL PAŞANIN İSTANBULA GİTMESİ
Gerçekten, Konyada bulunan İkinci Ordu Müfettişi Cemal Paşanın on gün süre ile izinli olarak İstanbula gittiğini dört gün önce öğrenmiş ve şaşmıştım.
Cemal Paşa ile, Samsuna çıktığımdan beri, ulusal amaçları gerçekleştirmek için işbirliği yapma, askeri ve ulusal örgütler kurma konularında yazışmamız vardı. Kendisinden umut verici, olumlu karşılıklar almıştım.
Benim ile bu yolda ilişki kurmuş olan bir komutanın, kendi kendine, izin alıp İstanbula gitmesi akla sığacak iş değildi. Bunun için, 5 temmuz 1919 günlü kapalı tel ile Konyada On İkinci Kolordu Komutanı Albay Salâhattin Beye şu iki maddeyi yazdım:
1 - Cemal Paşanın on gün için İstanbula gidişinin gerçek nedenini açıkça ve tezelden bildirmenizi;
2 - Sizin, her ne olursa olsun, oradaki birliklerin başından ayrılmanız uygun değildir. Bu konuda Fuat Paşa ile de haberleşerek olabilecek en kötü davranışlara karşı tedbir almanız gereklidir. Her gün, durumunuz üzerine kısa bilgi vermenizi rica ederim.
Bu kapalı telin örneğini o gün Ankarada Fuat Paşaya da bildirdim.
Salâhattin Beyin Konyadan 6/7 temmuz günü, yani Refik Halit Beyin Konya Valisi Cemal Beyle telgraf başında konuştuğu sırada, karşılık olarak çektiği kapalı telde: "Cemal Paşa İstanbulda kimi kişilerle ve ailesiyle görüşmek üzere on gün süre ile ve kendi isteğiyle izinli olarak İstanbula gitmiştir." denilmekte idi (belge: 30, 31, 32, 33).
Cemal Paşa gitti, ama gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı göreceğiz.
KOMUTAYI BIRAKMAMAK BUYRUĞU
Ne yazık ki, bu durumu bilen ve kendisine birliklerin başından ayrılmaması salık verilen Salâhattin Beyin de bir süre sonra İstanbula gittiğini öğrendik. Cemal Paşanın gösterdiği bu kötü örnek üzerine 7 temmuz 1919 günü şu genel bildirimi yaptım:
1 - Bağımsızlığımızı koruma uğrunda derlenip örgütlenmiş olan ulusal kuvvetlere hiçbir yönden karışılamaz ve dokunulamaz. Devletin ve ulusun alınyazısında, ulusal irade etmen ve egemendir. Ordu, bu ulusal iradeye bağlı ve onun hizmetindedir.
2- Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir nedenle, komutanlıktan çıkarıldıklarında, yerlerini alacak kişiler, işbirliği yapılacak nitelikte olursa, komutayı bırakacaklar; ama etkili bulundukları bölgede kalarak ulusal görevlerini yapmaya devam edeceklerdir. Olmazsa, yani bir ikinci İzmir olayına meydan verebilecek kimseler atanırsa, komuta hiç bırakılmayacak ve bütün müfettiş ve komutanlarca, güven ve inanın kalmadığı ileri sürülerek yapılan işleme uyulmayacaktır.
3 - Yurdumuzu kolaylıkla ele geçirmek amacıyla, İtilâf devletlerince yapılan baskı sonunda, Hükümet herhangi bir askeri birliğimizi ve ulusal örgütümuzü dağıtmak için buyruk verirse, kabul edilmeyecek ve uygulanmayacaktır.
4 - İstek ve amacı ulusal bağımsızlığı sağlamak olan Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İIhak cemiyetleri ile bunların girişimlerinin bozulup dağılmasına yol açacak herhangi bir etkiyi ve karışmayı ordu, kesin olarak önleyecektir.
5 - Devletin ve ulusun bağımsızlığını sağlama uğrunda bütün sivil devlet memurları, Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İIhak cemiyetlerinin, ordu gibi, türeye uygun yardımcılarıdır.
6 - Yurdun herhangi bir bölgesine saldıran olursa bütün ulus, haklarını savunmaya hazır bulunduğundan, bu gibi olaylar çıkınca işbirliği için her yer birbirine en kısa zamanda haber vererek savunmada birlik sağlanacaktır.
Bu bildirim, Anadolu ve Rumelide bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarına ve başka gerekenlere gönderilmiştir.
REFET BEYİN ÜÇÜNCÜ KOLORDU KOMUTANLIĞINI BIRAKMASI
Bu genel bildirimden beş altı gün sonra, Kavak'tan "Üçüncü Kolordu Komutanı Refet" imzalı, 13 temmuz 1919 da yazılmış bir kapalı tel aldım. Tel şudur:
"İstanbuldan bir İngiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Başkanı Albay Salâhattin Bey, beni değiştirmek üzere geldi. Benim de o gemi ile dönmemi Harbiye Nazırlığı emrediyor. Salâhattin Bey, amaca uygun olarak çalışacak. Genel duruma göre komutayı adı geçene bırakmayı uygun buldum ve Harbiye Nazırlığına görevden çekildiğimi bildirdim. Ayrıca geniş bilgi veririm. Sıvasa doğru yola çıkıyorum. Beşinci Tümen Komutanı Arif Bey aracılığı ile Amasyaya karşılık veriniz."
Baylar, açıkça söylemeliyim ki, bu tutum ve davranışı pek beğenmedim. Refet Beyin benimle olan işbirliği, İstanbulca biliniyor. Bu çalışmalardan yana olan bir kişi, onu değiştirmeye ve hem de İngiliz gemisiyle gelince, hemen düşünülecek şey, bu kişinin İngiliz görüşüne uygun iş görebileceğine güvenilmiş olmasıdır. Bu yargı, bir sanı niteliğinde olsa bile, Refet Beyin komutayı hemen vermemesi, hiç olmazsa bizim de düşüncemizi sorması gerekirdi.
İnanıp komutayı verdiğine göre de, hiç olmazsa bir süre yanından ayrılmayıp durumu ve görüşlerimizi iyice benimsetinceye dek birlikte çalışması ve kendisi ile aramızda gerekli bağlantıyı kurduktan sonra uzaklaşması doğru olurdu, düşüncesinde bulundum. Bununla birlikte, olupbitti karşısında bırakılmış olduğuma göre, iki noktada avunç aramakla yetinmek zorunda kaldım. Birincisi, Refet Beyin telindeki: "Salâhattin Bey amaca uygun olarak çalışacak" cümlesi; öteki de, Refet Beyin hiç olmazsa İstanbula gitmemiş olması idi.
Bu durum üzerine: "komutanların İstanbula gitmek konusunda en küçük bir yanılmalarının pek pahalıya mal olacağını, gene de programımızı iyi uygulamaya devam edeceğimizi" bütün komutanlara bildirerek hemen dikkatlerini çektim. Refet Beye de o gün (14 temmuz 1919): "Salâhattin Beyin kararlarımızı iyi uygulayacağı, buradaki arkadaşlar arasında pek çok sevindirici ve güçlendirici olmuştur" cümlesini de içine alan bir kapalı tel çektirdim.
14 Temmuz 1919
Amasyada Beşinci Tümen Komutanlığına
Refet Beyedir: Aşağıdaki teli uygun görürseniz Salâhattin Beye ulaştırınız ve sonucunu bildiriniz. Mustafa Kemal
Salâhattin Beyefendiye: İstanbulun kapalı çevresinden, ulusun mutlu kucağına gelmeniz ve özverili arkadaşlarınızın dayanç39 ve yurtseverlik çevresine girmeniz büyük bir sevinçle karşılandı. Kutsal amacımızın gerçekleştirilmesi uğrunda gösterilecek ortak çabada Tanrı hepimizi başarılı kılacaktır. Gözlerinizden öperim. (Mustafa Kemal)
Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay
Kâzım
Salâhattin Bey üzerinde ilk kuşkuyu gene, Salâhattin Beyin "amaca uygun çalışacağını" söyleyerek ona güvenen ve hemen komutayı bırakıp Sıvasa doğru uzaklaşan Refet Bey göstermiş oldu.
Refet Beyin Amasyadan çektiği bir tel, yalnız Salâhattin Bey üzerindeki kuşkuyu değil, daha birkaç nokta ile ilgili düşünceleri de kapsıyordu. İzin verirseniz olduğu gibi bilginize sunayım.
İvedidir. Amasyadan
Güvenlikle ilgilidir. 15.7.1919
719
Erzurumda On Beşinci Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:
Salâhattin Beyi tanırsınız. Birdenbire ürkmemesi gereklidir. Önce Kâzım Paşa, kutlama dolayısıyla, yumuşak sözler kullanarak kendisiyle yazışmaya girişmelidir. Hamit Beyin görevden çıkarılması konusunda daha bir şey yok. Ama yerinde bırakılması için gereken yerlere başvuruldu. Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum. Bununla birlikte, gene etki yapıyorum. Benim dönmem için İngilizlerin Hükümete baskı yapacakları kuşku götürmez. Ben, duruma göre, gereken yollara başvurarak buralarda kalacağım. İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anladığıma göre, Kâzım Paşanın durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü davranılmasını ve işlerin iyi yönetilmesini yeniden salık veririm. (Refet)
5. Tümen Komutanı
Arif
Bu telde adı geçen Hamit Bey, Samsun mutasarrıfı idi, Hamit Bey, Samsuna varışımızın ilk günlerinde Refet Beyin, geçmişteki dostluğu dolayısıyla, ortak amaç yolunda sonuna dek bizimle birlikte özveri ile çalışacak nitelikte bir arkadaş olduğuna güvendiği için bana salık verdiği ve benim Sadrazamlığa ve özel olarak, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşaya yazmam üzerine Samsuna getirebildiğimiz kişi idi.
Böyle bir kişinin er geç görevden çıkarılacağı kuşku götürür müydü? Ama, Refet Bey: "Yerinde bırakılması için gereken yerlere başvuruldu." diyor. Nereye? Kimlerin katına? Kim başvurdu? Sonra: "Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum, bununla birlikte gene etki yapıyorum" diyor. Nereye, İstanbula mı gidecek, nasıl? Bu kişi bugüne değin bizimle çalışmıyor muydu?
Bu telinde Refet Bey, kendisinin dönmesi için İngilizlerin Hükümete baskı yapacaklarını kesin görüyor ve duruma göre gereken yollara başvurarak buralarda kalacağını söylüyor. Oysa durum belli ve yapılacak işi ben kendisine 7 temmuz 1919 günlü genel yönergemde bildirdim (Adı geçen yönergenin ikinci maddesi). Ondan başka yapılacak iş yoktu.
Refet Bey, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış ki: "Kâzım Paşanın da durumu tehlikelidir." Bu ne demektir? En çok sıkı durmaları gereken arkadaşların, iyilik düşünmeyecekleri besbelli olan kimselerin sözleri üzerine tehlike kuruntusu yapmaları ve bunu inançla söylemeleri neyi gösterir ?
Refet Bey, telinin sonunda, bana da ders veriyor: "Her zaman ölçülü davranılmasını ve işlerin iyi yönetilmesini yeniden salık veririm" diyor.
Buradaki "ölçülü" sözünden, ne anlam çıkabileceğinin yorumlanmasını anlayışlı kişilere bırakırım.
Bana iyi yönetimi salık veren kişi, bu öğütlemeyi, benim verdiğim buyruk ve yönergeyi iyi uygulayıp görevi başından ayrılmadan önce yapmış olsaydı daha içten davranmış olurdu, sanırım.
HAMİT BEYİN İSTANBUL HÜKÜMETİNCE GÖREVDEN ÇEKİLMESİ
Baylar, Hamit Bey, 14 temmuz 1919 günü Samsundan bana şu kısa teli çekmişti:
"Görevden çıkarıldığımı sağlam yerden öğrendim. Şu bir iki gün içinde buyruğun gelmesini bekliyorum. Sonra İstanbula gideceğimi saygı ile bildiririm."
Refet Beyin komutayı bırakmış olmasından üzüntülü iken o gün, önemli bir kesimde özveri ile çalışacağını umduğumuz başka bir arkadaşın da, sanki olağan koşullar içinde bulunuyormuşuz gibi, anlaşılmaz bir düşünüş göstermekte olduğunu öğrendim.
Hamit Beye 15 temmuz 1919 günü şöyle bir tel yazıldı:
"Kardeşim Hamit Bey, sizin yerinize İbrahim Ethem Beyin atandığını öğrendik. Refete yazdım ve buluşarak birlikte içeri doğru gelmenizi rica ettim. Bilmem hangi güven düşüncesi, size İstanbula gitmek isteğini veriyor. Bundan başka, biz değerli arkadaşlarımızı İstanbuldan Anadoluya çekip çıkarmaya ve böylece gerçek yurtseverleri dileklerinden yoksun etmemeye çalışırken siz, bu davranışınızla, en azından, kapalı bir çevreye giriyorsunuz. Biz hiç uygun görmedik. Refetle buluşunuz. Ya Sıvas yakınlarında birlikte kalırsınız ya da rahatça bizim yanımıza gelirsiniz. Kesin cevap bekleriz" (belge: 34).
Beş gün sonra (20 temmuz 1919) Canik Mutasarrıfı Hamit Beyin Samsundan gelen teli şu idi:
Bizansın artan alçaklıkları karşısında umutsuzluğa düşen ulus, Doğudan bir umut ışığı bekliyor.
Buraları ve buradakileri öyle düşsel bir biçim ve yaratılışta görüyorlar ki acaba bir şey var mı diye ben de kuşkuya düşüyorum. İlgisizliğimden utanıyorum.
Gerçekte uyumuyoruz. Bir şey yapmak istiyoruz. Ama bu şeyin biçim ve kuramlarıyla uğraştığımız, uzun yollar seçtiğimiz kanısındayım. Zaman ve durum, beklemeye elverişli değildir. Yurdun durumu dakikadan dakikaya kötüleşiyor. Bunun için sözümüzü kısa kesip işleri çabuklaştırmak gerekiyor. Bu konuda benim aklıma gelen şudur:
Her yerden ve hep birden Padişah Hazretlerine tel çekelim. On aydan beri gözü önünde ve çok zaman kendi istek ve hevesince olup biten alçaklıklarla nereye sürüklenmekte olduğunu gören ulusun, ne olursa olsun, kendi kaderine yön vermeye karar verdiğini hatırlatalım ve kırk sekiz saat içinde ulusun güvenebileceği bir hükümet kurulmaz ve kurucular meclisinin toplantıya çağırılması karar altına alınmazsa, ne kendisini ne de hükümetini tanımadığımızı bildirelim. Bunda hiçbir zorluk yok, geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin efendim.
Beş gün önce, görevden çıkarılırsa İstanbula gideceğini bildiren Canik Mutasarrıfının bu telini, biraz kızgınca yazılmış olmakla birlikte, karar ve çalışma öğütleyen bir nitelikte bulduğunuzu umarım.
Mutasarrıf Bey, ulusun bir umut ışığı beklediği yerde, acaba bir şey var mı diye kuşkuya düşüyor.
Bizi, ne yapmak istediğini bilmeyen, biçim ve kuramlarla uğraşan şaşkınlar sanıyor. Sözü kısa kesip işleri çabuklaştırmak için yapılacak şeyi de söylüyor. Eğer bundan sonra bütün görüşlerindeki yersizliği belirten çirkin bir düşünceyi ortaya koymasaydı iyi ederdi.
Baylar, tarih, "geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin" düşünce ve inancında bulunanların karşılaştıkları sonuçlar ve cezalarla doludur. Yöneticilerin, özellikle devlet adamlarının, böyle yanlış ve çürük düşüncelere hiç kapılmamaları gerekir. Hamit Bey, bu telinde, bizim Refet Beyle birlikte içerlere çekilmesi konusunda yazdıklarımıza hiç değinmiyor.
Hamit Beyin bu teline 21 temmuz 1919 günü verdiğimiz bir karşılıkta şunu söyledik: "Tanrı dilerse her şey olacaktır. Yalnız, ulusun güveneceği bir hükümet kurmak için önce o hükümete destek olacak bir kuvveti yaratmak gerekir. O da, doğu illeri kongresinin ve ondan sonra da Sıvas genel kongresinin toplanmasıyla olacaktır."
REFET BEYLE YAZIŞMALAR
Baylar, Üçüncü Kolordudan, dolayısıyla Refet ve Salâhattin Beylerden gene söz açmak gerekiyor. İlişki şudur:
İngilizler, Sıvasa bir tabur gönderecekleri haberini yaydılar. Olabilecek herşeye karşı, Sıvasa gelen çeşitli yollar boyunca askerî tedbirler aldırmak gerekti. Bunun için Amasyada bulunan Beşinci Tümen Komutanlığına 18 temmuz 1919 günü yazdığım bir buyrukta, o sırada Amasyada bulunan Refet Beyle ilgili olarak da şu cümleler vardı: "Duruma Refet Beyin önemle dikkati çekilir. Belki Refet Bey böyle bir durumu göz önünde tutarak şimdilik Amasyada kalmayı daha uygun bulur."
Beşinci Tümen Komutanının 19 temmuz 1919 da verdiği karşılıkta dikkati çeken şu cümleler vardı: "Salâhattin Bey daha Samsundadır. Şimdiye değin kendisiyle görüşemediğim gibi hiçbir gerçek ve önemli yazışma da yapılmadığından, adı geçenin düşünce ve görüşünün ne yolda olduğunu bilemiyorum. Ama Refet Bey, gerektiğinde İngilizlere karşı koyacak kadar atılganlık gösteremeyeceğini sezdirmişti. Refet Bey, 18 temmuz 1919 da Sıvasa doğru yola çıktı." (belge:35)
Bunun üzerine Refet Beye şu kapalı teli çektirdim:
Şifre l9 Temmuz 1919
Kişiye özeldir.
Sayı
151
Amasyada Beşinci Tümen Komutanlığına
Sıvasta Üçüncü Ordu Sağlık Müfettişi
Albay İbrahim Talî Beyefendiye
Refet Beyedir: Salâhattin Beye telimi verdiniz mi? Bu arkadaşımızın kesin görüşlerinin her halde öğrenilmesi ve kararsızlık ya da iki yüzlü davranış gibi felaket doğuracak bir duruma hiçbir şekilde göz yumulmaması bir yurt ödevi olduğundan bu konuda "evet" ya da "hayır" diye kendisinden söz alınması ve ona göre bir karar verilmesi çok gereklidir. Sizin bıraktığınız yerden başlamak, kendileri için tek programdır. Şimdiye değin hemen bir hafta olduğu halde hiçbir kesin bilgi alınmaması ve İstanbuldan alınan bir yazıda, adı geçen için sağlam bir güven gösterilmemesi ve yola çıkmadan önce Sadık Beyle gizli bir görüşmesinden ve dostluğundan söz edilmesi ve yakınılması bu telimin yazılmasına yol açmıştır. Bunu ve bunun sonuçlarını özellikle sizin anlamanız ve çözümlemeniz gereklidir. Çünkü, herhangi bir halk topluluğunda söyleyeceği yanlış ve ulusal amaca aykırı bir tek sözün bile yapacağı ters etkiyi ve bunun yaratacağı durumu şimdiden düşünmek yeter. (Mustafa Kemal)
Üçüncü Ordu Kurmay Başkanı Albay
Kâzım
Yalnız bu telimize değil çok şeye karşılık olan Refet Beyin şu telini olduğu gibi bilginize sunacağım:
Güvenlikle ilgili ve Sıvastan
çok ivedidir. 22.7.1919
1728
Erzurumda Üçüncü Ordu Müfettişliği Vekili
Kâzım Kara Bekir Paşa Hazretlerine
1 - Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Telinizi Salâhattin Beyden ayrıldıktan sonra aldığım için kendisine veremedim. Salâhattin Beyi herkes gibi siz de çok iyi tanırsınız. Kararsız yaratılışlı bir kişi. Bu bölgede on günden çok kalmamak düşüncesi ile gelmiş. Az kaldı, komutayı almadan geri kaçacaktı. Kendisine güven ve inan vererek yurt ödevini hatırlattım. Yurdunu her halde sever; ama vakitsiz iş görmeye gelemez. Aşağı yukarı Vali Reşit Paşadan biraz daha iyi. On Üçüncü Kolordudan gelen silâhlardan haberli olduğu gibi, bu işi düzenlemek için İstanbulda da çalışmış ve başarı göstermiş. Buraya onu Cevat Paşa seçmiş. Bu duruma göre, amaca zararlı olamaz ve hiçbir halk topluluğunda amaca aykırı tek bir söz söylemez. Tersine, amaca göre, ama sessiz olarak çalışacağına söz verdi. Sadık Beyle ilişkisi üzerine verilen bilgiye inanamıyorum. Aslına bakılırsa, aldığımız haberi iyi belgelemeden ve belli bir program düzenlemeden çalışmak, kuvvetlerin yitimine yol açıyor. Doğu durumu üzerine bana bilgi verirken, aldığımız sişirme haberlere kapılmamış olsaydınız, belki ben daha iyi bir yol tutar ve komutayı bırakmak zorunda kalmazdım. Kendiliğinden karar verecek kişilerin, gerçek durumu bilmeleri gerektiğini siz de kabul edersiniz. Bunun için, Salâhattin Beyi boş yere ürkütmek ve "hayır" dedirtmekle ne çıkacak? Aslında, o kaçmaya hazır. Yerine acaba kim gelecek? Buyruklarınızın kısa ve açık olmasını rica ederim. Salâhattin Bey için olan telinizi zahmet edip bir daha okuyunuz. Fırtına ile başlayıp yavaşlıkla biten bu telden kesin düşüncenizi çıkaramadım. Bununla birlikte, birkaç güne dek Salahattin Bey Samsundan dönüyor. Kendisiyle görüşeceğim. Herhalde onu uygun bir yolla amaca göre çalıştırmak için gerekli tedbirleri alıyorum.
2 - Samsuna çıkarılan taburun, buradaki Hintli Müslümanları değiştirmekle birlikte, özellikle Sıvasta bulunduğunuzu sandıkları sizlere karşı bir korkutma amacı da güttüklerini, İngilizlerle görüştüğümde anladım. Beni İstanbula gitmeye kandırmak için, Kavakta bulunduğum sırada bir İngiliz binbaşısı geldi. İngilizlere gösterdiğim direnmeden yararlanarak, sizi güçten düşürmek için beni aldırdıklarını açıkça söyledi. Sizin öteki dayanağınız, Kâzım Paşa imiş; onun için Kâzım Paşa, İngilizlerin üstelemesini gerektirecek bir ip ucu vermemelidir. Ferit Paşanın, siz görevden çekilirken, Kâzım Paşayı vekil olarak ataması, İstanbuldakilerden kimisinin kötü bir düşüncesi olmadığını gösteriyor. Ama İngilizlerin üstelemesi karşısında bir şey yapamazlar. Kâzım Paşanın vekilliğe atanması da Salâhattin Beyin Sadık Bey hesabına buraya gelmediğini kanıtlar.
3 - Benim İstanbula götürülmem için İngilizler resmi olarak İstanbul Hükümetine baskı yapabilirler. Çünkü, benimle İngilizlerin arasında resmi bir bağlantı var (!). Bu baskı artarsa Salâhattin Beyi güç bir durumda bırakmamak için izimi kaybedeceğim.
4 - Hamit Beyin değiştirilmesi söylentisi henüz gerçekleşmedi. Onun, yerinde bırakılması için gerek Salâhattin Bey (*) gerekse İngilizler İstanbula başvurdular. Adı geçenin değiştirilmek istenmesi, Dahiliye Nazırlığı ile kavga etmesindendir. Salâhattin Beyin yerine Konyaya Sedat Beyin geldiği de doğru degildir. Her ne kadar bütün komutanların değiştirileceğini haber aldığımı, adı geçen yazıyorsa da Kâzım Paşanın vekilliğe atanması bunun doğru olmadığını gösteriyor.
(*) Öteki Salâhattin Beydir.
5 - Sıvas Kongresi ile ilgili olarak Sadrazamlıktan doğruca illere gönderilen 20 temmuz 1919 günlü teli gördünüz mü? Karahisardaki Tümen Komutanı, bu Kongreye delege seçimi için buralarda bildiri yayınlamış. Böyle bir davranışı uygun buluyor musunuz? Alman barışı ve Doğudaki sessizlik, durumun gelişmesini bekleyerek, bizim de tedbirli bulunmaklığımızı gerektirmiyor mu ? Kendim için hiçbir kaygım olmadığını artık anlamışsınızdır(!). Yalnız, kararsız ve programsız davranışlarla amaçtan ayrılacağız. Ya tedbirli olalım ya da hemen işi açığa vuralım. Ama ikisinden birini yapalım. Sıvas Kongresinin bugün için yararlı olacağını umuyor musunuz? Bugünkü duruma göre bu kongrenin Sıvasta ve açık olarak yapılmasını tehlikeli bulmuyor musunuz? Güney yönlerinden Sıvasa gelecek bir baskın, özellikle bu il halkının kansızlığı yüzünden, Anadoluyu ikiye ayırır ve pek tehlikeli olur. Bunun için bu ilin, son günlere değin, tarafsızmış gibi görünmesi pek çok önemlidir. Bu Kongrenin ille toplanması gerekiyorsa, aldığınız haberlere göre delegeler gelebileceklerse, acaba bunun doğuda bir yerde toplanması daha uygun olmaz mı?
6 - Sıvas ve Amasya şehirleri halkı pek karışık; ilçelerde ve köylerdeki halk, bunlara göre pek çok iyi. Bundan sonra, ona göre çalışmamı düzenleyeceğim.
7 - İstanbuldan aldığım haberde, buradaki ulusal ayaklanmanın, hiçbir parti ya da hiçbir kişinin özel isteklerini yerine getirmek için olmayıp ulusal kurtuluş ve bağımsızlığın sağlanması amacı ile yapıldığını bildirmek üzere, sizin bir bildiri yayımlayarak İngilizleri yatıştırmanız salık veriliyor. Gerekli görülürse ben bunun, sizin bir bildirinizle değil, belki Erzurum Kongresinin kararları arasında yayımlanmasının uygun olacağını sanıyorum.
8 - Ajanslar, Millet Meclisi seçimlerinden söz ediyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ? (Refet)
Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı
Zeki
Bu tele verdiğimiz karşılığı da olduğu gibi bildirmekle yetineceğim.
Şifre 23.7.1919
Subay eliyle çekilmesi
İvedidir.
171
Sıvasta Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Beye
Refet Beyefendiye:
1 - Salâhattin Beyle ilgili teli bir daha okumak üzere aradım, ama bulunamıyor. Hatırladığıma göre Salahattin Bey için söz konusu olan şeyler İstanbuldan bildirilmişti. Her alınan haberi, istenildiği gibi belgelemek kolay olmuyor. Doğu durumu üzerine aldığımız bilgiler aşırılıktan uzak olmamakla birlikte, bize yanlış bir adım attırmış değildir, kanısındayım. Ulusun alınyazısı ile ilgili işlerde, yalnız doğu olaylarının gelişimi temeline dayanmakla yetinilmiş değildir. Ulusal örgütlere genişlik ve canlılık vermek; kongrelerle ulusal istekleri ortaya koydurmak; orduyu ulusal örgütlere yardımcı kılmak; ulusal amacın yitimine meydan vermemek için komuta ve silah işlerinde, bilinen kesin kararı vermekte, yapıldığından başka türlü ve daha ölçülü davranmak, acaba bugünkü iyi sonucu verebilir miydi ? Herhalde şimdiki durum herkesi sevindirecek niteliktedir.
2 - Kâzım Paşanın vekil olarak atanması pek uygun düşmüştür. İngilizlerin üstelemesini gerektirecek bir ip ucu vermemeye çalışıyor. Ama, silah işinde ve Trabzona yapılacak bir çıkarmayı önleme konusunda çekingen davranamayacağımız açık bir gerçektir. Oysa, bu nedenler İngilizlerin elbette hoşuna gitmeyecektir.
3 - İngilizler, benim İstanbula götürülmem için pek çok üstelediler ve Hükümeti iyiden iyiye baskı altına aldılar. Hükümet ve Padişah ile, makine başında günlerce süren konuşmalarda işin bu yanı pek açık olarak bildirildi. Bu konuşmalarda neler geçtiği, buluşmamızda bilginize sunulacaktır. Ama, meslekten çekilince üsteleme son buldu. Bu duruma göre, sizin için de, görevden çekildikten sonra çok üsteleyeceklerini ummam. Bununla birlikte, iş tersine de olsa, izinizi kaybetmektense Salâhattin Beyin güç duruma girmesini yeğlerim. Burada Halit Bey için, Hükümet ve İngilizler, Kâzım Paşayı çok sıkıştırdılar. Kâzım Paşa, birşey yapılamayacağını söylemekte direndiğinden, şimdi Halit Bey, resmi olmasa da, tümeninin başındadır.
4 - Hamit Bey, son bir teli ile hepimizden daha hızlı iş görmek isteğini gösteriyor. Şimdilik yumuşatıldı.
5 - Sıvas kongresi ile ilgili teli daha görmedim. Gerçekten bazı yerlerde olumlu ve bazı yerlerde de olumsuz aşırılıklar görülüyor. Elbette duruma göre verimli iş görmek için tedbirli davranma isteğindeyim. Herkes için bu kesin ve açık program, bugün toplantıya başlayan Erzurum Kongresi görüşmelerinden çıkacaktır.
Sıvas Kongresinden pek çok fayda beklerim. Bugün değil, Sıvas Kongresi ilk söz konusu olduğu gün bile, her yerden ve özellikle Güneyden bir baskın gelmesini, çok olası gördüğümü ve bu nedenle savunma tedbirleri alınması için ricada bulunduğumu hatırlarsınız. Bununla birlikte, Erzurum Kongresinin toplantıları sırasında, Sıvasa gelecek delegelerin sayısına ve Erzurum Kongresinin yapacağı etkilerle doğacak duruma göre daha elverişli ve güvenli bir yöntem de düşünülür.
6 - İşleri düzenleme konusundaki, siz kardeşimin görüşleri pek yerindedir. Bununla birlikte, şehirlileri de ulusal duygu ve etki altında tutmaktan uzak kalınmayacağını umarım.
7 - Ulusal ayaklanmanın amaç ve ereği, kongrece her yere gönderilecek bildirilerle, düşündüğümüz gibi yayılacaktır.
8- Millet Meclisi toplanmalıdır. Ama İstanbulda değil, Anadoluda. Bu konu, kongrede görüşülecek ve bunun üzerine işe girişilecektir. Hepimiz gözlerinizden öperiz, kardeşim. (Mustafa Kemal)
Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı
Albay
Kâzım
ERZURUMLULARIN DESTEĞİ
Baylar, ben askerlikten çekilince, bütün Erzurum halkının ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin Erzurum Şubesinin bana, karşı pek açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz izlenimleri burada açıkça anmayı bir ödev sayarım.
Derneğin Erzurum Şubesinden aldığım 10 temmuz 1919 günlü yazıda: "Derneğin başına geçmemi ve Çalışma Kurulu Başkanlığını kabul etmemi" öneriyorlar ve birlikte çalışmak üzere ayırdıkları beş kişinin adlarını bildiriyorlardı.
Bu beş kişi: Raif Efendi, Emekli Binbaşı Süleyman Bey, Emekli Binbaşı Kâzım Bey, Albayrak Gazetesi Müdürü Necati Bey, Dursun Beyoğlu Cevat Bey idi. Söz konusu ettiğim yazıda, Rauf Beyin de Çalışma Kurulu İkinci Başkanlığına seçildiği bildiriliyordu (belge: 36).
O günlerde, Erzurum Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Raif Efendi ve üye Hacı Hafız Efendi, Süleyman Bey, Maksut Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey, Kâzım Bey ve yazman Cevat Bey idi.
Erzurum Şubesi, İstanbuldaki Genel Merkez Başkanlığına ulaştırmaya çalıştıkları bir telle: "Genel Merkez adına söz söyleme yetkisinin bana verildiğinin telle bildirilmesini" de rica ettiler (belge: 37).
Bundan başka, bizim Erzurum Kongresine girmemizi kolaylaştırmak için, Kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Emekli Binbaşı Kâzım ve Dursun Beyoğlu Cevat Beyler delegelikten çekildiler.
*
ERZURUM KONGRESİ
Baylar, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı temmuzunun 23 üncü günü, pek gösterişsiz, bir okul salonunda açıldı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini durum ve bir kerteye dek, düşünülenler üzerinde aydınlatmak için yaptığım konuşmada:
Tarih ve olayların sürükleyişiyle, gerçekten içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan kabarıp coşmayacak hiçbir yurtseverin düşünülemeyeceğine işaret ettim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırılardan ve yurda düşmanların girişinden söz açtım.
Tarihin, bir ulusun varlığını ve hakkını hiçbir zaman tanımazlıktan gelemeyeceğini, bunun için de yurdumuzu, ulusumuzu, kötüleyici yargıların yüzde yüz değerden düşeceğini söyledim.
Yurt ve ulusun kutsal varlıklarını kurtarma ve koruma konusunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yaptıracak gücün, bütün yurda bir elektrik ağı gibi yayılmış olan ulusal akımdan doğan yiğitlik ruhu olduğunu söyledim.
İçgücünün artırılmasına yaramak üzere de bütün zulüm görmüş ulusların, ulusal amaçlarına ulaşmak için, o günlerdeki çalışmaları üzerine, elde edilen bazı bilgileri özetledim.
Ve ulusun kaderinde sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak Anadoludan doğabileceğini belirttim ve ulusal iradeye dayanan bir Millet Meclisi meydana getirmesini ve gücünü ulusal iradeden alacak bir hükümetin kurulmasını ilk çalışma ereği olarak gösterdim (belge: 38).
ERZURUM KONGRESİNİN BİLDİRİSİ VE KARARLARI
Baylar, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmasının sonucu, düzenlediği tüzük ve bu tüzüğün içindekileri herkese duyuran bildiridir.
Bu tüzük ve bildiri, o zamanın ve çevrenin gerektirdiği az önemli düşünceler çıkarılarak incelenecek olursa birtakım köklü ve geniş kapsamlı ilkeleri ve kararları ortaya koyabiliriz.
İzin verirseniz bu ilkeleri ve kararları, benim daha o zaman nası1 anladığımı açıklayayım:
1 - Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6;Tüzük, madde 3 ün ayrıntıları; Tüzük ve Bildirinin 1 inci maddeleri okunup incelensin).
2 - Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması halinde ulus, birlikte direnecek ve savunacaktır (Tüzük, madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3).
3 - Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğinin sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).
4- Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir (Bildiri, madde 3).
5 - Hristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez (Bildiri, madde 4).
6 - Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).
7 - Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır (Bildiri, madde 8).
Bu ilke ve kararlar, türlü türlü yorumlanmışsa da, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin uygulanabilmiştir.
Baylar, biz, Kongrede özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri saptamaya çalışırken, Sadrazam Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu. Bu demeçlere "Sadrazamın ulusu curnal etmesi" dense yeridir. 23 temmuz 1919 günlü ajansla, dünyaya şunu ilân ediyordu: "Anadoluda karışıklık çıktı. Anayasaya aykırı olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor. Bu işlerin sivil ve askeri memurlarca yasak edilmesi gerekir."
Buna karşı gereken tedbirler alındı ve Millet Meclisinin toplantıya çağrılması istendi (belge:39).
Ağustosun yedinci günü kongre toplantısını kapatırken, kongre üyelerine:
"Önemli kararlar alındığını ve bütün dünyaya ulusumuzun varlık ve birliğinin gösterildiğini" söyledim ve: "Tarih, bu Kongremizi çok az görülebilen büyük bir eser olarak yazacaktır" dedim (belge: 40).
Sözlerimin yersiz olmadığını zaman ve olayların tanıtladığı kanısındayım, baylar.
Erzurum Kongresi, tüzük gereğince, bir Temsilciler Kurulu seçmişti.
Dernekler yasasına uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiliği katına sunulan 24 ağustos 1919 günlü bildiride, Temsilciler Kurulu üyelerinin adları ve kimlikleri şöylece gösterilmişti:
Mustafa Kemal Eski Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten
çekilmiş
Rauf Bey Eski Bahriye Nazırı
Raif Efendi Eski Erzurum Milletvekili
İzzet Bey Eski Trabzon Milletvekili
Servet Bey Eski Trabzon Milletvekili
Şeyh Fevzi Efendi Erzincanda Nakşî Şeyhi
Bekir Sami Bey Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi Eski Bitlis Milletvekili
Hacı Musa Bey Mutki Aşiret Başkanı
(belge: 41)
Baylar, yeri gelmişken şunu bilginize sunayım ki bu kişiler hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi Efendiler, Sıvas Kongresine katılmışlar ve ondan sonra biri Erzuruma, ötekisi Erzincana dönerek bir daha aramıza katılmamışlardır. Rauf Bey ve Sıvas Kongresinde aramıza katılan Bekir Sami Bey, İstanbuldaki Millet Meclisine gidinceye dek, bizimle birlikte bulunmuşlardır.
ERZURUM KONGRESİNDE GÖRÜLEN DURAKSAMALAR
Baylar, söz arasında küçük bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemekliğim düşünülmeğe değer görüldüğü gibi, Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde duraksayanlar bulunmuştur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düşüncelerini iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, başka birtakım kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarına, tersine kötülük amacı güttüklerine daha o zaman kuşkum kalmamıştı. Örneğin, düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaşları gibi. Bu kişinin hayınlığı, sonradan Trabzondaki ve oradan kaçtıktan sonra İstanbuldaki işleri ve davranışlarıyla kesin olarak anlaşılmıştır.
Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım, benim Temsilciler Kuruluna girip açık olarak çalışmamı sakıncalı görüyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: "Ulusal girişim ve çalışmaların bütün anlamıyla ulustan doğduğunu, gerçekten ulusal olduğunu göstermek gerekir. Böyle olursa, girişimler daha güçlenir ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine yer kalmaz. Ama, tanınmış ve hele İstanbul Hükümetine ve Halifelik ve Padişahlığa karşı baş kaldıran biri durumuna düşmüş; saldırı noktası olan benim gibi bir adamın, bütün bu ulusal girişimlerin başında bulunduğu görülürse, çalışmaların ulusal amaçlar yolunda olmaktan çok, özel istekleri gerçekleştirmek için olduğu kanısına yol açılabilir. Bunun için, Temsilciler Kurulu üyeleri, illerle bağımsız sancakların seçeceği kişiler olmalıdır. Ancak böylelikle, ulusal bir güç gösterilebilir."
Bu düşüncelerin yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de, bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimin dayanak noktalarından bazılarını sayayım: Her şeyden önce ben, ne olursa olsun, kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin ulusal iradenin işler duruma getirilmesini ve ulusun kendi başına silâhlı ve edimli olarak tedbirler almaya başlamasını sağlamak zorunluluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, Kongrede yönetici olarak çalışmayı ve üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum. Netekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabileceğine benim güvenim olmadığını açıkça söylemeliyim. Netekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasyada iken karar verdiğim ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurttuğum Sıvas Genel Kongresinin toplanmasını sağlamak; bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalnız doğu illerini değil, yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak gibi işleri, her hangi bir kurulun başarabileceği kanısında olmadığımı açıkça söylemek zorundayım. Çünkü, bende böyle bir kanı bulunsaydı, işe giriştiğim güne dek, bu konuda uğraşanların çalışma sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardım. Hükümete, Padişah ve Halifeye karşı baş kaldırmayı gerekli görmezdim. Tersine, ben de bazı iki yüzlü ve iki yanlılar gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan, o günün ordu müfettişliğini ve Padişah Hazretlerinin yaverliği sanını elden bırakmazdım.
Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve askerî işlerin başına geçmemde, kuşkusuz, sakınca vardı. Ama o sakınca, başarısızlığa uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok en büyük cezaya çarptırılmaktan başka birşey olabilir miydi? Oysa, bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm ve dirimi söz konusu olurken, "yurtseverim" diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?
Baylar, ben, kimi arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uysaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yersizlik ve yetersizlik olduğunu açığa vurmak ki bu davranış, benim vicdan buyruğu ile üzerime aldığım görev bakımından düzeltilemeyecek bir yanlış olurdu.
Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için, gücü ve yeteneği sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, "yurtseverim" diyen binbir çeşit kişinin, binbir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok hatırlı ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluğuna inanmakla; korkusuz, kuşkusuz ve hele sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan hedefe varılabilir mi? Tarihte böylece ereğe ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi, baylar, ulus, yurt, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincanlı bir Nakşî Şeyhi ve Mutkili bir aşiret başkanı gibi bilisizlerden40 de kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? Bırakıldığında "yurdu ve ulusu kurtaracağız" dediğimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya41 düşmeyecek miydik? Böylesine bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülse bile bu yöntem, güvenilir sayılabilir miydi?
Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca kabul olunabilecek gerçeklerden olduğuna hiç kuşkum yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi o günlerden kalma bazı anılar ve belgelerle burada doğrulamayı, gelecek kuşakların siyasal ve toplumsal eğitimi bakımından ödev sayarım.
Bu dakikaya kadar olduğu gibi, bundan sonra da sözünü edeceğim olaylar dolayısıyla, bu yön kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.
*
Baylar, Erzurum Kongresinin bitiminde, Ferit Paşadan sonra Harbiye Nazırlığına yeni geldiği anlaşılan bir Nâzım Paşanın imzasıyla, On Beşinci Kolordu Komutanlığına 30 temmuz 1919 günlü şöyle bir buyruk geldi:
"Mustafa Kemal Paşa ile Refet Beyin Hükümet kararlarına karşı gelmelerinden ötürü hemen yakalanarak İstanbula gönderilmeleri Babıâlice42 uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiğinden, kolorduca önemle yardım edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur".
Bu buyruğa, Kolordu Komutanlığınca gereği gibi karşılık verildi. Bu karşılığı, öteki komutanlara da, olduğu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim.
Kongre bildirisi, yurt içinde her yere ve yabancı devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük de komutanlara ve başka güvenilir orunlara kapalı tel ile bölüm bölüm verilerek bulundukları yerlerde basılıp, çoğaltılmasının ve yayımının sağlanmasına çalışıldı. Bu iş, elbette günlerce sürdü. Bu iş dolayısıyla Sıvasta Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Beyden aldığım, 22 ağustos 1919 günlü bir telde: "Tüzüğün İkinci ve dördüncü maddelerinin yayımını sakıncalı bulduğu, bir kez daha incelenmesi gereği" bildiriliyordu (belge: 42).
İkinci madde- Birlik olarak savunma ve direnme ilkesinin kabul edildiğine;
Dördüncü madde - Geçici hükümet kurulabileceğine ilişkin maddelerdir.
KARAKOL CEMİYETİ
Biz, Erzurumda kongre kararlarının her yerde anlaşılmasını ve birlikte uygulanmasını sağlamaya çalışırken "Karakol Cemiyetinin Teşkilâtı Umumiye Nizamnamesi43" ve "Karakol Cemiyeti Vezaifi Umumiye Talimatnamesi44" diye basılı birtakım kâğıtların bütün orduya; komutan, subay, herkese dağıtıldığı bize bildirildi.
Bu yönetmeliği okuyan, bana en yakın komutanlar bile, bu işi benim yaptığımı sanarak iyiden iyiye kuşkuya düşmüşler. Benim, bir yandan kongreler toplayıp açık olarak ulusal ortak çalışmalar yaparken, bir yandan da gizemli ve korkunç bir komite kurmakla uğraştığım sanısına kapılmışlar. Gerçi, bu işleri ve örgütleri yapanlar İstanbulda bulunuyorlarmış; ama, herşeyi benim adıma yapmakta imişler.
Karakol Cemiyetinin tüzüğüne göre, genel merkez üyeleri ve sayıları, toplanma yerleri ve nasıl toplandıkları, nasıl seçilip görevlendirildikleri kesin olarak gizli ve saklı tutulur. Bir de, en ufak bir gizi açığa vuran ya da Karakol Cemiyetine tehlike getiren; dahası, tehlike getirici bir kuşku uyandıran, hemen asılır.
Yönetmeliğinde de, "bir ulusal ordu"dan söz ediliyor ve: "Bu ordunun başkomutanı ve genelkurmay başkanı, ordu, kolordu ve tümen komutanları ve kurmayları seçilmiş ve atanmış olup gizli ve saklı tutulur. Bunlar, görevlerini gizli olarak yaparlar" deniliyor.
Baylar, hemen komutanları uyardım; bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini hiç uygulamamaları gerektiğini ve bu işin kaynağını araştırmakta olduğumu bildirdim.
Sıvasa varışımdan sonra, oraya gelen Kara Vâsıf Beyden anladım ki, bu işi yapan kendisi ve bazı arkadaşları imiş.
Her halde böyle bir davranış doğru değildi. Herkesi asmakla korkutarak, bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bir başkomutanın, bilinmeyen birtakım komutanların buyruklarına uymaya zorlamak çok tehlikeli idi. Gerçekten, orduda görevli herkeste hemen bir korku ve birbirlerine karşı güvensizlik başladı. Örneğin, herhangi bir kolordu komutanının: "Benim komutam altındaki kolordunun acaba saklı ve gizli komutanı kimdir? Bu gizli komutan acaba ne vakit ve nasıl komutanlığı ele alacak ve acaba bana karşı nasıl davranacak?" gibi haklı birtakım kuruntulara kapılması beklenilmez değildi.
Sıvasta Kara Vâsıf Beye, gizli merkezin, gizli başkomutanın ve gizli genelkurmay başkanının kimler olduğunu sorduğum zaman: "Hepsi siz ve arkadaşlarınızdır." diye karşılık vermişti. Bu, büsbütün beni şaşırtmıştı. Bu karşılık, elbette akla ve mantığa uygun olamazdı. Çünkü, hiç kimse bana böyle bir düzen ve kuruluştan söz açmış ve benden bu iş için izin almış değildi.
Bu derneğin daha sonra, özellikle İstanbulda, bu ad altında çalışmasını sürdürmeye çabaladığı anlaşıldığına göre, iyi niyetle kurulduğu ve sıkışınca bize vermek zorunda kaldıkları bilgilerin doğruluğu ileri sürülemez.
BİR İŞ GÖREMEDEN AVRUPADAN DÖNEN FERİT PAŞAYA ÇEKTİĞİM KAPALI TEL
İstanbul Hükümetini ulusal girişimleri önlemekten vazgeçirmek, başarıyı çabuklaştırmaya ve kolaylaştırmaya yarayacağı için önemliydi. Bu düşünceyle, Ferit Paşanın elbette hiçbir başarı sağlamadan hemen hemen onuru kırılmış bir durumda, İstanbula dönüşünden yararlanarak, kendisine 16 ağustos 1919 günü bir kapalı tel gönderdim. Bu telde başlıca şu cümleler vardı:
Bay Klemanso (Clemenceau) nun yüksek kişiliğinize45 olan ayrıntılı karşılık yazılarını son. günlerde okuyunca, İstanbula nasıl acı ve üzüntü içinde döndüğünüzü çok iyi anlıyorum ........................ ...............................................................................................................bölüşmek ve devletimizi ortadan kaldırmak düşüncesini bu denli açık ve onur kırıcı olarak gösteren bir yazı karşısında titremeyecek duygulu bir kişi düşünemem. Tanrıya binlerce şükürler olsun ki, ulusumuz ruhundaki dayanç ve yiğitlikle tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını ne alınyazısına bırakacak, ne de böyle cellatça yargılara kurban edecektir.
Şimdi iyice inanıyorum ki, yüksek kişiliğiniz de bugünkü genel durumu ve devlet ve ulusun gerçek yararlarını üç ay önceki gözlerle görmüyordur.
Dokuz aydan beri iş başına gelen hükümetlerin, hep biribirinden daha çok güçsüzlüğe uğraması ve en sonunda ne yazık ki, artık iş görmez bir kerteye düşmesi, ulusun yüksek onuru karşısında gerçekten pek üzücü oluyor. Doğrusu şu ki, yurdun ve ulusun kaderi için içeride ve dışarıda sözü geçer olrnak kuşkusuz ulusal iradeye dayanmayı gerektirir.
Yaşama hakkı ve bağımsızlığı için çalışan ulusun amacındaki temizlik ve içtenliğe karşı İstanbul Hükümeti düşmanca davranma yolunu tutuyor. Böyle bir davranış elbette büyük üzüntüler doğurur. Ulusu, İstanbul Hükümetine karşı istenilmeyen davranışlara sürükleyecek niteliktedir. Çok açık olarak söyleyeyim ki ulus, her türlü iradesini kullanabilecek güçtedir. Yapacaklarını önleyebilecek hiçbir kuvvet yoktur. İstanbul Hükümetinin giriştiği olumsuz işleri hiçbir yerde, hiçbir kimse yürütemeyecektir. Ulus, çizdiği program içinde çok kesin ve bilinçli adımlarla ereğine doğru yürümektedir. İstanbul Hükümetinin şimdiye değin olan engelleyici davranışlarının hiçbir yerde hiçbir etki yapmamakta olmasıyla gerçek durumun sizce anlaşıldığı kuşku götürmez.
İngilizlerin gösterdikleri yolda kurtuluş çaresi aramak da yersizdir ve sonucu yıkımdır. Kaldı ki, İngilizler de en sonunda gücün ulusta olduğunu anlayarak hiçbir dayanağı olmayan ve ulus adına hiçbir yere söz veremeyen, verse bile bunu ulusa benimsetemeyecek olan bir hükümetle sonuçlu bir işe girişilemeyeceğine inanmışlardır. ....................................... ................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
Bütün dilekler şu noktada toplanmıştır: Hükümet, türeye uygun46 olan ulusal akıma karşı gelmekten vazgeçerek Milli Kuvvetlere dayansın ve her türlü girişiminde ulusun isteklerine uysun!
Bunun için de, ulusal varlığı ve iradeyi temsil edecek olan Millet Meclisinin kısa zamanda toplanmasını sağlasın .......... ...............................................................................................................
SIVAS KONGRESİ HAZIRLIKLARI
Baylar, Sıvasta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız Kongreye her yerden delege seçtirmek ve onların Sıvasa gelmelerini sağlamak için, Amasyada başlamış olan çalışma ve yazışmalar daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtseverler, olağanüstü çaba gösteriyorlardı. Fakat, yine her yerde olumsuz ve kötüleyici propagandalar ve özellikle İstanbul Hükümetinin engelleyici tedbirleri işi zorlaştırıyordu.
Bazı yerlerden, hem delege seçmiyorlar, hem de halkın içgücünü kıracak ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek karşılıklar veriyorlardı. Örneğin, Yirminci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Beyin İstanbuldan alınan bilgileri kapsayan 9 ağustos 1919 günlü kapalı telinde şu maddeler dikkati çeker görüldü:
1 - İstanbul delege göndermiyor. Orada yapılan işleri uygun görmekle birlikte, atılgan bir duruma girmek istemiyor.
2 - İstanbuldan delege gönderilemeyecektir. Gönderilmek istenen kişiler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine güvenemediklerinden, boşuna para harcamamak ve yolculuk sıkıntıları çekmemek için yola çıkmıyorlar.
(Bilindiği gibi bazı kişileri özel mektupla da çağırmıştık)
Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken, öte yandan kongre için en güvenilir yer olarak seçtiğimiz Sıvasta da bir kaygı ve coşku başladı.
Baylar, burada sırası gelmişken söyleyeyim ki, ben Sıvası gerçekten her yönden güvenilir saymış olmakla birlikte, daha Amasyada iken Sıvasa gelen bütün yollar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askerî tedbir ve düzeni aldırmayı da gerekli bulmuştum.
SIVAS VALİSİNİN KAYGILARI
Sıvastaki kaygı ve coşku şöylece anlaşıldı. 20 ağustos günü öğleyin Sivas Valisi Reşit Paşanın istemesiyle telgraf başına çağrıldığım zaman, paşanın uzun bir teli veriliyordu. O tel şudur:
Erzurumda Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
İlkin, sizi rahatsız ettiğimden dolayı beni bağışlamanızı diler, sağlığınızı sorarım. Ne iş için rahatsız ettiğimi aşağıda bildiriyor ve açıklıyorum efendim. Görünüşte, Fransızlara ait kurumları teslim etmek, gerçekte buraların durumu üzerinde incelemeler yapmak için, Cizvit papazları ile birlikte önceki gün İstanbuldan Sıvasa gelerek valilik katını ziyaret eden Fransız subaylarının bu ziyaretlerine karşılık dün sabah yanlarına gitmiştim. Ziyaret ve konuşmanın sonunda orada bulunan Fransız binbaşılarından Jandarma müfettişi Bay Brüno (Brunot), biraz özel görüşmek istediğini söyleyerek beni başka bir odaya aldı. Söylediği sözleri olduğu gibi aktarıyorum:
"Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyelerinin Sıvasa gelip burada bir kongre yapacaklarını işittim. Bunu İstanbuldan gelen Fransız subayları söylediler. Sizinle böylesine dostça konuşur ve kişiliğinize karşı pek çok saygı beslerken bu işi benden saklamanıza çok üzüldüm" dedi. Ben de gereken karşılığı vererek kendisini inandırmaya çalıştımsa da son söz olarak: "Eğer Mustafa Kemal Paşa Sıvasa gelir ve burada kongre toplamaya kalkışılırsa beş on gün içinde askerlerimizin buralara gireceğini kesin olarak biliyorum. Sizin kişiliğinize beslediğim saygı dolayısıyla bunu haber veriyorum. İnanmazsanız, iş olup bittikten sonra inanırsınız. O vakit yurdunuzu uçuruma sürükleyenler arasına siz de girmiş olursunuz" sözlerini söyledi. Dahiliye Nazırlığından dün aldığım kapalı tel de, başka türlü yazılmakla birlikte gene bu kanıyı uyandıracak nitelikte idi. Yeni gelen Fransız subaylarından biri dün Kolordu Komutanı ile uzun uzadıya görüşerek kongre konusunda Komutan Beyefendinin düşüncesini anlamaya çalıştığı gibi, bu sabah da Bay Brüno bana gelerek, alafranga saat üçte, öbür Fransız subaylarıyla birlikte kongre üzerine görüşüleceğini, ama kendisinin aradaki dostluk dolayısıyla daha önce benimle ayrı görüşmek istediğini bildirdi. Bir süre konuşulduktan sonra sonuç olarak şunu da söyledi: "Ben dünden beri bu iş üzerinde pek çok düşündüm. Sonunda şuna karar verdim ki, eğer Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyeleri, Sıvas Kongresinde İtilâf devletlerine karşı kışkırtıcı davranışlarda bulunmazlar ve onlar için saldırgan bir dil kullanmazlarsa kongrenin toplanmasında hiç bir sakınca yoktur. Ben kendim General Franşe Despere'ye (Franchet d'Esperey) yazar, Mustafa Kemal Paşa için çıkarılan tutuklama buyruğunu geri aldırır ve kongrenin toplanmasına engel olunmaması için Dahiliye Nazırlığından size buyruk göndertirim. Fakat şu koşulla ki, siz de benden hiçbir şey saklamayacaksınız ve içten dostluğumuzu gözeterek biribirimize karşı hep açık bir dil kullanacağız. Yalnız kongrenin toplanacağı günü öğrenmek gerekir" dedi. Ben de kendisine bu konuda kesin bir şey bilmediğimi ve öğrendiğimde kendisine bildireceğimi ve aradaki dostluk dolayısıyla hiçbir şeyi saklamayacağımı söyledim. Binbaşının işgal konusunda dünkü kesin sözlerine karşın bugünkü yumuşaklığının nedenini, en ince ayrıntıları kavrayan yüksek görüşlerinize sunmayı ödev bilir ve bu konuda sözü uzatmayı gereksiz sayarım. Açıkça anlaşılıyor ki, bunların düşüncesi kongreyi Sıvasta toplatmaya yanaşmış görünerek, kongrenin yüce üyeleriyle sizi burada toplamak ve el altından hazırlıkta bulunarak bütün arkadaşları ele geçirmekten ve hem de burayı işgal etmeyi olup bittiye getirmekten başka bir şey değildir. Dün akşam Dahiliye Nazırlığından aldığım kapalı bir tel de, başka biçimde yazılmış olmakla birlikte, aşağı yukarı gene bu nitelikteydi. İşte ben her gerçeği, saklı tutulmak ricasıyla sizlerin bilginize sunuyorum. Bundan sonra tutulacak yolun çizilmesi size düşer. Düzenli dolaplı bir tehlikenin bu denli yakın ve sanki elle tutulacak kadar görünmekte olduğunu bilip dururken, durumu size bildirmemeyi ve sonuç olarak Sıvasta kongre toplamaktan vazgeçilmesini önermemeyi vicdanıma sığdıramadım. İşte bunun için sizlerden ve orada bulunan öbür yüksek arkadaşlardan pek çok rica ederim ki, ikinci bir kongrenin toplanmasına kesin gereklik yoksa vazgeçilsin. Gereklik varsa, dört yandan ele geçirilmesi pek kolay olan Sıvasın toplantı merkezi olmasından vazgeçilerek, düşmanın kolayca giremeyeceği Erzurumda ya da uygun görülürse Erzincanda toplanma yoluna gidilmesini yurdun esenliği adına çok rica ederim. Kolordu Komutanı Salâhattin Beyefendi de bu konudaki görüşlerini ayrıca Kâzım Paşa Hazretleri aracılığıyla size yazacaklardır. Şimdi yanımda bulunan eski Sıvas milletvekili Rasim Bey de eski Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretlerine bu konudaki bilgi ve düşüncesini kapsayan bir tel çekecektir. Elbette okuduktan sonra Hoca Raif Efendi Hazretlerinin Ilıcadan dönüşünde kendilerine yollamak iyiliğinde bulunursunuz. İşte efendim, durum böyledir. Söz götürmez yurtseverliğinize karşı sizi daha çok rahatsız etmekten çekinir ve karşılık olarak göndereceğiniz buyruğunuzu beklerim, efendim. İşte Rasim Beyin teli.
Reşit
Bu tele orada verdiğim karşılığı, olduğu gibi bilginize sunacağım. Ertesi gün, Temsilciler Kurulu adına da aynı anlamda uzun bir tel çekilerek yatıştırmaya ve inandırmaya çalışıldı (belge: 43). Ayrıca, Kadı Hasbi Efendiye de aracılı bir tel çekildi (belge: 44). Kolordu Komutanına da gerektiği gibi yazıldı (belge: 45). Rasim Beye de, gönlünün rahatlaması için, kendim yazdım (belge: 46).
20 Ağustos 1919
saat: 1 sonra
Sıvas Valisi Reşit Paşa Hazretlerine
Verdiğiniz bilgiye ve yüksek görüşlerinize özellikle teşekkürlerimi sunarım. Bay Brüno ve arkadaşlarının gözdağı vermek için söylediklerini yüzde yüz kurusıkı sayarım. Sıvas Kongresinin toplanması yeni bir şey olmayıp aylardan beri dünyaca bilinen bir iştir. Tuhaftır ki, İstanbulda bulunan yetkili Fransız siyasa adamlarının da bana gönderdikleri haberler, Anadoluda ulusça girişilen işlerin pek haklı ve türeye uygun olduğu ve ulusumuzun istekleri kendilerine açıkça bildirilirse iyi karşılayacaklarını ve uygulanmasını üzerine alacaklarını gösterir yazılı bir güvenceyi şimdiden vermeye hazır oldukları yolundadır. Bay Brüno'nun ikinci görüşmede ağız değiştirmesi ve yumuşaması bizleri kazanmak için olsa gerektir. Binbaşı Brüno'nun dediği gibi, Fransızların beş on günde Sıvasa girmeleri o kadar kolay bir şey değildir. Şunu hatırlamanız gerekir ki, İngilizler bu konuda gözdağı vermekte daha ileri giderek Batumdaki askerlerinin Samsuna çıkarılmasına karar verdiler ve dahası, özellikle beni korkutmak için, bir tabur da çıkardılar. Fakat bu çıkarmaya karşı, ulusun güçlü bir dayanç ve inan ve ateşle karşı koyacağı gerçeği kendilerince anlaşıldıktan sonra hem kararlarından dönmek, hem de Samsuna çıkarmış oldukları askerleriyle birlikte orada bulunan taburu alıp götürmek zorunda kalmışlardır. Sıvas Kongresinde görüşülecek konularda, Erzurum Kongresi Bildirisinden kolayca anlaşılacağı üzere, İtilâf devletlerine karşı kışkırtmalarda bulunmak gibi amaçlar güden hiçbir yön yoktur. Burada şunu da bilginize sunayım ki, ben ne Fransızların ve ne de herhangi bir yabancı devletin yardımına gönül indirecek değilim. Benim için en büyük barışma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır. Kongrenin gerekliği, zamanı ve toplantı yeri üzerine etki yapacak bir davranış, benim kendi kararımın çok üstünde geçerliği bulunan ulus kararına bağlıdır. Yalnız, düşündüğünüz gibi Fransızların, kongre üyelerinin Sıvasta toplanmasını ister görünerek, sonradan bu üyeleri ele geçirebilmesi bence çok uzak kuruntulardandır. Bütün bu sözlerimi, olduğu gibi Bay Brüno'ya söylemenizde de hiçbir sakınca görmüyorum. Böylece, ulusumuzun, haklarını korumak ve bağımsızlığını savunmak için Erzurum Kongresi Bildirisiyle bütün dünyaya olduğu gibi kendilerinin İstanbuldaki siyasal temsilcilerine de bildirmiş olduğu temel kararları uygulamaktan çekinmeye hiçbir şekilde yer olmadığı Bay Brüno'ya ve arkadaşlarına anlatılmış olur. Bay Brüno bilmelidir ki, Fransızların Sıvasa girmeye karar vermeleri, kendilerine pek pahalıya mal olabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla yeni bir savaşa karar vermelerine bağlıdır. Bunu Jandarma Binbaşısı Bay Brüno ile arkadaşları düşünseler bile, Fransız ulusunun böyle bir karara uyabileceği sanılamaz.
Milletvekili Rasim Beyin Raif Efendi Hazretlerine olan telyazısını okudum. Korkmaya yer olmadığının kendilerine lütfen duyurulmasını rica ederim.
Gerek bana ulaştırdığınız bilgi ve düşüncelerinizi gerekse Rasim Beyin telyazısını Temsilciler Kuruluna, olduğu gibi sunacağım. Bundan dolayı, Sıvas Kongresi ile ilgili kesin karar, ancak Temsilciler Kurulunun görüşmeleri sonunda belli olacaktır. Alınacak karar elbette size bildirilecektir. Yalnız bugün için ricam, Brüno'nun gözdağı verdiğini halka duyurmamanız, böylece iç gücünün kırılmasını önlemenizdir. Saygılarımın kabulünü, Salâhattin ve Refet Beyefendilere de selamımın ulaştırılmasını rica ederim saygıdeğer Paşa Hazretleri.
Mustafa Kemal
Verilen karşılık üzerine Reşit Paşadan alınan ikinci tel:
Ben anlayabildiğim kadarını sizlerin bilginize sunmakla vicdan ödevimi yerine getirmiş oluyorum. İstanbuldaki Fransız siyasa adamlarının görüşlerini ve size verdikleri sözlere güvenilip güvenilemeyeceğini kestiremem. Söz götürmez yurtseverliğiniz açısından yurdun esenliği söz konusu olduğuna göre, iyice düşünerek gereken yolun tutulması sizlerle, yüce kongre üyelerinden orada bulunan saygıdeğer kişilere düşer. Buyruklarınızı yerine getireceğimi bildirir, saygılarımı sunarım efendim
Reşit
Baylar, Diyarbakır ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak düşüncesiyle, oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda kendileriyle tanıştığım birtakım ileri gelen kişilere özel mektuplar yazdım ve Van, Bayazıt çevrelerinde bulunan bazı aşiret başkanlarıyla da bağlantı ve ilişki kurdum (belge: 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53).
ERZURUMDAN AYRILMA GEREĞİ
Daha sonra baylar, Ağustos içinde her yerden birtakım delegelerin Sıvasa yollandıkları ve kimilerinin de Sıvasa varmaya başladıkları anlaşıldı. Sıvasa varan delegeler bizim ne zaman yola çıkacağımızı sormaya başladılar.
Artık Erzurumdan ayrılmak gerekiyordu. Ama, şimdiye değin verdiğim bilgiden anlaşılmıştır ki, Sıvas Kongresi doğu ve batı illerinin ve Trakyanın, yani bütün yurdun birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bunun için, bu kongrede doğu illerinin delegeleri bulunmak gerekirdi. Bu illerden Sıvas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkışmak ise yaramaz bir düşünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin de Sıvasa götürülemeyecekleri anlaşılıyordu. Kaldı ki, geldikleri yerlerden doğu illerinin haklarını savunmak için yetki almış olan bu delegelerin daha genel bir amaca ilişkin yetkileri de yoktu. Gene bu nedenle, Erzurum Kongresinin Sıvas Kongresine doğu illeri adına bir delege topluluğu göndermeye yetkisi olamayacağı da açık bir gerçekti.
Yeniden delege seçtirmeye kalkışmak ne ölçüde işe yaramaz idiyse, birtakım kuramsal düşüncelerin çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde işe yaramazdı.
En kolay ve çıkar yol, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti Temsilciler Kurulunu Sıvasa götürüp kongreye katmaktı.
Üyelerden Mutki aşireti başkanının, Mutki dağlarından dışarı çıkmaktan korktuğunu ben kendim bilirdim. Siirt milletvekili Sadullah Bey ortada yok.
Servet ve İzzet Beyler, kongre biter bitmez birer özür bildirerek Trabzona gitmiş bulunuyorlar.
Erzurumda Rauf Bey ve Raif Efendi var. Raif Efendi de özür bildiriyor.
Yolumuzda, Erzincanda Şeyh Fevzi Efendiyi bulabileceğiz.
Servet ve İzzet Beyleri çağırdım, gelmediler. Raif Efendiye bizimle gelmesi için rica ettik, kabul etti.
Sonunda, Temsilciler Kurulu üyesi olarak, Erzurumdan üç kişi, Erzincandan bir kişi ve Sıvasta bulduğumuz Bekir Sami Beyle beş kişi olduk ve Sıvas Kongresini meydana getiren delegelerin belgelerini incelemek gereği duyulduğu zaman ben, orada şöyle bir belge yazdım ve altını Temsilciler Kurulu mühürü ile mühürledim.
Temsilciler Kurulundan:
Mustafa Kemal Paşa
Rauf Bey
Bilginlerden Raif Efendi
Şeyh Fevzi Efendi
Bekir Sami Bey
Yukarda adları yazılı kişiler, Doğu Anadolu adına Sıvas Kongresinde bulunmak üzere Erzurum Kongresince görevlendirilmişlerdir.
Mühür
Baylar, Erzurumdan çıktığımız gün, 29 ağustos 1919'dur.
SIVAS YOLUNDA
Amasyadan Erzuruma gelirken Sıvasta küçük bir hikâyeye konu olan olayı unutmamışsınızdır. Tuhaftır ki, Erzurumdan Sıvasa giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık. Erzincandan batıya doğru yola çıktığımız günün sabahı, Erzincan Boğazına gelir gelmez, birtakım jandarma erlerinin ve subaylarının coşkulu ve korkulu bir davranışla otomobillerimizi durdurduklarını gördük.
Durumu açıkladılar: "Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez."
Bir subay, kuvvet gönderilmesini merkeze yazmış. O kuvvet gelince gerekli düzenlemeyi yapacak, haydutları püskürtecek ve yolu açacakmış...
Pek iyi ama, bu haydutların kuvveti nedir; neresini, nasıl tutmuş; ne kadar kuvvet gelecek, ne zaman gelecek?
Bu bilmeceler çözülünceye kadar, geriye, Erzincana dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek! Bizim ise işimiz pek ivediydi. Ben Erzurum ile Sıvas arasındaki yolu belli süre içinde aşıp belli günde Sıvasta bulunamazsam; şurada burada, şundan ya da bundan ötürü korktuğum ve beklediğim, Sıvasta ve her yerde duyulursa bozgun başlayabilir, işler altüst olabilirdi.
O halde karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka türlü yapamazdık. Yalnız küçük bir düzenleme yapmayı uygun buldum.
Ellerinde hafif makineli tüfekler bulunan özverili arkadaşlarımızdan birkaçını (Şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey, ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır, bunların başında idi.) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek, uzaktan