3 Ekim 2015 Cumartesi

aziz nesin - padişaaha giren kazık

PADİŞAHA GİREN KAZIK
Raviyan-ı ahbar ve nakılan-ı asar ve muhaddisan-ı rüzigar o güna rivayet ve bu tarz üzre
hikayet ederler ki, çook eski zamanlarda, yeryüzünün bilinmedik bir yerinde, suları bol, dört yanı
yol, kişileri erimli, toprağı verimli, halkı erdemli, yazarları görkemli bir ülke vardı. O ülkede her kişi
salt kendi çıkarında olup, "gemisini kurtaran kaptan, sen çuval giy ben kılaptan" diyerek, kimse
kimseyi düşünmezdi. Her koyun kendi bacağından asılır, her eşek kendi ayağından nallanır,
"bana ne gerek, baklava börek" deyip, her kişi karnı tok, sırtı pek olunca, herkesleri de kendi gibi
sanırdı.
Günlerden bigün bir kişi ortaya çıkıp,
- Ey aman, bana kazık giriyor, kazık giriyoooor!.. diye bir sözü yerde, bir sözü gökte,
haykırmaya başlayınca, önceleri hiç kimse aldırmayıp,
- Ele giren kazıktan benim neme gerek... Tanrıya bin şükürler olsun, bana kazık, mazık girdiği
yoktur!.. diye bu sese kulak asmadı. Ama gel gör ki, adamın,
- Kazık giriyoooor!.. diye bağırması öyle arttı ki, bağırtısından o ülkede yaşayanlar tedirgin olup
kayguya düştüler.
Kentin düzenini koruyan kolcular, subaşılar, hiç durmadan bağıran adamı yakalayıp her yanına
iyice baktılarsa da, hiçbir yerine giren kazık görmediler.
- Bu herif yalancıdır, bağırır, çağırır, herkesi tedirgin eder!.. diyerek o kişiyi kentten uzak bir
yere sürüp bir mağaraya kapadılar.
Gel zaman git zaman, günlerden bigün, "kazık giriyor!" diye bağıran kişiyi çalyaka edip getiren
kolcularla subaşı da,
- Kazık giriyooor!.. diye bağırmaya başladılar. Gürültülerinden yer yerinden oynadı. Subaşını,
kolcuları dertop yakalayıp Kadıya çıkardılar. Kadı da onları bir iyice elden geçirip,
- Kazık mazık girdiği yoktur. Kazık girse görünür. Siz boş yere kenti ayağa kaldırırsınız!..
diyerek, bir kesin yargıya bağlayıp o kişileri, ayaklarına zincir vurup zindana attırdı.
Aradan gün geçti, ay geçti, bigün Kadı da cüppesinin etekleri havada uçuşup, sarığı, kavuğu
rüzgarda savrulup, sokağa uğradı.
- Kazık giriyooor, aman!.. diye bağırmaya başladı. Kadı'nın bağırtısı, yüceliğince yüksek
olduğundan, padişahın kulağına kadar gitti. Padişah bu olan işlere çokça şaşıp,
- Bu iş ne iştir, Kadıya bile kazık girer. Bir iyice bakın bakalım. Kadıya gerçekten kazık girer
mi?.. diye buyrultu verdi.
Hekimbaşı, yanına varıp, Kadıyı evirdi, çevirdi, Kadı'nın her yanına baktıysa da, hiçbir giren
kazık görmedi. Sonunda, "Kadıya kazık girmeyip, ancak kendüye kazık girmiş sanarak, hepimizi
huylandırmakta, kenti ayağa kaldırmaktadır. Aklından zoru olduğundan tımarhaneye kapamak
doğru olur..." diye rapor verdi. Hemen Kadıyı tımarhaneye kapadılar.
Bir zaman sonra, Kadıya giren kazığı görmeyen Hekimbaşı,
- Ey amaan, bana da şimdi kazık giriyooor!.. diye gündoğumunda sıcak döşeğinden sokaklara
uğradı. Hekimbaşıyı böyle görenler, ellerini dizlerine vura vura, kahkahadan iki büklüm olup,
- Vay hele, Hekimbaşı da mı delirmiş?.. Koca Hekimbaşı kendüya kazık girmiş sanır... diyerek
Hekimbaşıyı alaya aldılar. Tenekeler çalarak kentin çocukları ardına düşüp, Hekimbaşıya,
"Yuuu!.." çektiler.
Hekimbaşı,
- Bu dertten bir anlayan yok mu, ey yurttaşlarım!.. Bana giren kıymık değil, kazıktır. Ben bu
dertten onmam, ölürüm!.. diye veryansın bağırıyordu.
Padişah da kızdı,
- Bunlar işi azıttı artık. Kendileri, kazık girer der, ama, hiç kimse giren kazığı görmez. Bilirkişiler
gelip baksın. Onların bilim gücü vardır, biz görmeyiz de onlar görürler... buyurdu.
En büyük medreseden üç müderris, bilirkişi seçilip, Hekimbaşıya baştan ayağa bir, bir daha
baktılar. Hiçbir giren kazık görmediler.
- Giren çıkan kazık yoktur. Koskoca Hekimbaşı hiç utanmadan bizi kandırmaya çalışır. Boş
yere halkı ayaklandırır!.. dedikte, Hekimbaşıyı, ellerini ayaklarını bağlayıp uzak bir yere sürdüler.
Aradan çok geçmeden, bilirkişi olan üç müderris de bigün,
- Ey aman din kardeşleri, kazık giriyor!.. diye sesleri çıktığınca haykırmaya başladılar.
Şeyhülislam olsun, reis-ül küttap olsun, sadrazam olsun, hepsi de müderrislere bakıp,
- Boş yere yaygara edersiniz, kazık mazık girdiği yoktur!.. dedikçe, müderrisler de,
- Bir gözü gören kul yok mu ey din kardeşleri! İşte kazık giriyor!.. diye çığlığı bastıklarından
onlar da zindanlara atıldılar.
Gün erişip, bir zaman geldi, şeyhülislam ile bütün vezirler, reis-ül-küttap, sadrazam da,
- Vay amaan, bu kazık ne kazıktır, Şimdi de bize girer!.. diye, bir feryad ü figan eylediler ki tabir
olunamaz!
Padişah,
- Ortada kazık yoktur. Olsa görünür. Yalan söylersiniz!.. dedi.
Amma gel gör, gitgide o ülkede yediden yetmişe, genci yaşlısı, bir zaman geldi,
- Kazık giriyooor!.. diye bağırmaya başladı. Padişah da,
- Kendilerine kazık girmeyenler, kazık giriyor, diye bağıranlara baksın. Bakalım, dedikleri doğru
mudur?.. dedi.
Kendilerine kazık girmeyenler, kazık giriyor, diye bağıranlara iyiden iyiye baktılarsa da hiçbir
giren kazık görmediler.
- Padişahım çok yaşa!.. Sayende hiçbir kazık mazık girmeyip, bunlar bozgunculuk
etmektedirler... dediler.
Böylece bir zaman daha geçtikten sonra, o ülkede herkes bağırmaya, kendine kazık girdiğini
söylemeye başladı. Padişah da,
- Herkes birbirine baksın, gerçekten kazık girer mi?.. dedi. Herkes birbirine baktı. Ama hiçbiri,
öbürüne giren kazığı görmedi. Herkes birbirine,
- Yalancı, sana giren kazık yoktur. Kazık yalnız bana girmektedir. Senin yaygarandan benim
sesime kulak asan olmuyor!.. diye bağırıp hepsi birbirlerine düştüler.
Gel zaman git zaman, hiç kimse, "Kazık giriyor!" diye bağırmaz oldu. Artık kazığa alışmışlardı.
Hiçbir ses çıkmadı. Her ne olduysa, ilk bağıranlara olmuştu.
Bir gece yansı saraydan bir ses yükseldi ki, o sesle yer yerinden oynayıp, herkes yatağından
fırladı. Padişah don gömlek kendini sokağa atıp,
- Aman ey benim sevgili kullarım, yetişin! Bana da kazık giriyooor!.. diye durmadan bağırmaya
başladı.
0 kentin kişileri,
- Padişahtır, yalan söylemez. Elbet kazık girdiği doğrudur. Bizden çok bağırması da, herkese,
rütbesine göre büyüklükte kazığın girmesindendir. Padişaha giren kazık sultani olmak gerek...
dediler.
Padişah yeri göğü inleterek,
- Ne durursunuz, gelip kazığı çıkarsanız ya... diye yalvardı.
Padişahın çevresindekiler,
- Ey sultanım, nasıl çıkaralım, bu kazık başka kazıklara benzemez. Gözle görülmez. Elle
tutulmaz. Acısını da kazığı yiyenden başkası duymaz.Az daha sık dişini, bir zaman sonra bizim
gibi sen de kazığa alışır, rahata kavuşursun!.. dediler.