2 Ekim 2015 Cuma

madam bowary'dn bir bölüm

Madame Bovary
Gustave Flaubert
5
Eıüddeydik, içeriye müdür, arkasından da kıyafeti okul kıyafetine uymayan bir çocukla, büyük bir sıra taşıyan bir hademe girdi. Uyuyanlar uyandılar, herkes sanki baskına uğramışçasına ayağa kalktı.
Müdür oturmamızı işaret etti; sonra öğretmene dönerek, alçak sesle:
"Monsieur Roger! Yeni bir öğrenci getirdim size," dedi, "Beşinci sınıfa giriyor. Ahlâkı, çalışması hoşa giderse, yaşına uygun olan büyük sınıflara geçecek."
Yeni, kapının ardında, köşede kalmıştı, zor görülebiliyordu. On beş yaşlarında bir köy çocuğuydu ve boyu hepimizin boyundan uzundu. Alnında bir köy ilâhicisinin saçları gibi dümdüz kesilmiş, saçları vardı. Akıllı uslu ve oldukça sıkılgan görünüyordu. Omuzlarının geniş olmamasına rağmen, dört etekli, kara düğmeli, yeşil çuhadan elbisesi, koltuk ahlarını rahatsı/, ediyor olmalıydı. İşlemeli kol ağızlarının arasından, çıplak durmaya alışmış, kırmızı bilekleri görünüyordu. Askıların fazla yukarı çektiği, sarıya çalan bir pantalondan, mavi çoraplı bacakları çıkıyordu. Ayağında boyanmamış; çivili, sağlam ayakkabılar vardı.
Kalkıp derslerimizi anlatmaya başladık. Bizi bir vaaz dinler gibi, dikkatle ve hayranlıkla dinledi. Bütün bu süre boyunca sıraya dirseğini dayamayı, ayak ayak üstüne atmayı bile göze alamamıştı. Saat ikide zil çalınca, öğretmen, yeni öğrencinin bizimle birlikte sıraya girmesi
6
için, seslenmek zorunda kaldı.
Sınıfa girince şapkalarımızı yere atmak ahskanlığmdaydık. Elimiz boş kalsın isterdik: kapının eşiğine geldik mi, şapkalarımızı duvara çarpıp, toz duman çıkartarak sıraların altına atmalıydık. Bizim için bu bir kuraldı.
Ama bizini yeni. bu işi ya farketmediği, ya da buna uymayı göze alamadığı için. şapkasını dua bittikten sonra bile dizlerinin üzerinde tutmaya devam etti. Tüylü takke, pamuk takke, şapska. yuvarlak şapka, samur şapka bozması bir şeydi bu. Yumurta biçimindeydi, balina desenleriyle kabartılmıştı. halka biçiminde üç büklümle başlıyor, sonra kırmızı bir şeritle birbirinden ayrılan, kadifeden, tavşan tüyünden eşkenar dörtgenler yükseliyor ve arkasından karışık şeritlerden meydana gelmiş nakışlarla kaplı, kartonlu bir çokgenle biten bir çeşit torba geliyor, buradan da, sırma tellerden küçük bir püskül sarkıyordu. Yeniydi ve siperliği parlıyordu.
Öğretmen; "Kalk," dedi.
Kalkınca şapkası düştü. Bütün sınıf gülmeye başladı.
Eğilip yerden almaya çalıştı. Fakat yanmdakilerden biri. dirseğiy-le vurarak tekrar düşürdü. O, yine aldı.
Şakacı bir adamdı öğretmen:
"Bırak şu tulganı." dedi.
Çocuklar kahkahalarla güldüler. Zavallı çocuk öylesine şaşırdı ki, şapkasını elinde tutması mı. yere bırakması mı. yoksa başına geçirmesi mi gerektiğine karar veremedi. Oturdu ve şapkasını dizlerinin üzerine koydu.
"Kalk." dedi öğretmen. "Senin adın ne?"
Yeni. hızlı, anlaşılmaz bir sesle adını söyledi. Fakat hiç kimse onun ne dediğini anlayamadı.
"Bir daha söyle."
Hecelerin aynı hızlı, anlaşılmaz ve acele şekilde tekrarı sınıfın yu-
Madame Bovııry
7
halarıyla örtüldü.
"Yüksek sesle!" diye bağırdı öğretmen. "Daha yüksek!"
Yeni. o /aman. açabildiği katlar açtı ağzını, ciğerlerinin bütün gücüyle, birini çağırırcasmu. haykırdı: "Charbovari."
Birden büyük bir gürültü koptu ve tiz seslerle yükseldikçe yükseldi. Çocuklar uluyor, havlıyor, tepmiyor, sürekli tekrarlayıp duruyorlardı:
"(dıaıbovari! Charbovari!"
Sonra tek tek sesler uzadı, güçlükle yatıştı. Bazen yeniden başlıyor, şurasından burasından, iyice sönmemiş bir fişek gibi. boğuk bir kahkaha fışkıran bir sıra dizisini yeniden salıveriyordu.
Derken, ceza yağmurları altında, sınıfın düzeni yeniden kuruldu. Öğretmen de yazdırttı. hecelettirip. okutturdu. Sonunda adının Charles Bovary okluğu anlusalabildi. Arkasından da zavallı çocuğa, tembeller sırasına, kürsünün dibine oturmasını emretti.Çocuk yerinden kalktı. Ama gitmeden önce (turaladı.
"Ne alıyorsun'.'" diye sordu öğretmen.
Yeni. kaygı dolu gözlerle çevresine baktı:
"Şap...." dedi. çekine çekine.
"Bütün sınıfa beş yüz mısra ceza!" diye gürleyiveren öfkeli bir ses. yeni bir kasırgayı durduruverdi. "Rahat dursamza!" diye. devam ediyordu öğretmen, kızmıştı, alnını kuruluyordu mendiliyle. "Sana gelince, yeni. sen de ridiculussum fiilini bana yirmi kere kopya edecek-sin."
Sonra, yumuşayan bir sesle:
"Şapkanı da bulursun, çalmadılar!" dedi.
Eski sakinliğine kavuştu her şey. Başka kâğıtların üzerine eğildi, yeni de örnek bir duruşla durdu. Arada sırada bir kalem ucuyla alılıp yüzüne çarpan ufak. tükrüklü kâğıt gülleleri de halini değiştirmedi. Gözleri önünde, kımıldamadan duruyor, yüzünü eliyle kuruluyordu.
8
Gustave Flaııbert
Akşam, etüdde, sırasından kolluklarını çıkardı, eşyalarını yerleştirdi, kâğıdını dikkatle doldurdu. Bütün kelimeleri sözlükte arıyarak, büyük çabalar harcayarak, kendini vere vere çalıştığını gördük. Şüphesiz, aşağı sınıfa atılmasını bu iyi niyet önledi. Çünkü kuralları şöyle böyle biliyorsa da, kalıpları hiç de iyi kıvıramıyordu. Anası babası tutumlu davrandıkları, bu yüzden de koleje elden geldiği kadar geç gönderilmesini istedikleri için, onu lâtinceye, köyünün papazı başlatmıştı.
Babası, M. Charles - Deniş - Bartholeme Bovary, eski bir alay cerrahı yardımcısıydı. 1812 yılına doğru, asker yazma işlerinde adı lekelenip de gene bu işten el çekmek zorunda bırakılınca, durumdan kişisel üstünlüklerinden yararlanarak haline tavrına tutulan bir takkeci kızıyla evlenip, altmış bin liralık drahomaya konuvermişti. Yakışıklı adamdı, palavracıydı ve mahmuzlarını yüksek sesle şakırdata şakırda-ta yürürdü. Favorileri, bıyıklanyla birleşirdi. Parmakları hep yüzüklerle süslüydü. Gözalıcı renkleri olan elbiseler giyerdi. Babayiğit bir görünüşü vardı ve seyyar satıcılar gibi şakraktı. Evlendikten sonra iyi yemekler yedi, geç kalktı, kocaman, porselen pipolar tüttürdü, geceleri eğlenceler bitmedikçe eve dönmedi, kahvelere dadandı. Böylece iki üç yıl karasının servetiyle geçindi. Kayınpeder öldü ve geride az bir şey bıraktı. Buna kızdı ve dokumacılığa başladı. Biraz para kaybetti, sonra köye çekildi. Sermayesini burada değerlendirmek istedi. Ama pamuklu kumaş gibi tarımdan da pek bir şey anlamadığı, atlarını çifte gönderecek yerde, kendisi bindiği, elma şırasını fıçı fıçı satacak yerde, şişe şişe içtiği için, en gÖğretmen; "Kalk," dedi.
Kalkınca şapkası düştü. Bütün sınıf gülmeye başladı.
Eğilip yerden almaya çalıştı. Fakat yanmdakilerden biri. dirseğiy-le vurarak tekrar düşürdü. O, yine aldı.
Şakacı bir adamdı öğretmen:
"Bırak şu tulganı." dedi.
Çocuklar kahkahalarla güldüler. Zavallı çocuk öylesine şaşırdı ki, şapkasını elinde tutması mı. yere bırakması mı. yoksa başına geçirmesi mi gerektiğine karar veremedi. Oturdu ve şapkasını dizlerinin üzerine koydu.
"Kalk." dedi öğretmen. "Senin adın ne?"
Yeni. hızlı, anlaşılmaz bir sesle adını söyledi. Fakat hiç kimse onun ne dediğini anlayamadı.
"Bir daha söyle."
Hecelerin aynı hızlı, anlaşılmaz ve acele şekilde tekrarı sınıfın yu-
Madame Bovııry
7
halarıyla örtüldü.
"Yüksek sesle!" diye bağırdı öğretmen. "Daha yüksek!"
Yeni. o /aman. açabildiği katlar açtı ağzını, ciğerlerinin bütün gücüyle, birini çağırırcasmu. haykırdı: "Charbovari."
Birden büyük bir gürültü koptu ve tiz seslerle yükseldikçe yükseldi. Çocuklar uluyor, havlıyor, tepmiyor, sürekli tekrarlayıp duruyorlardı:
"(dıaıbovari! Charbovari!"
Sonra tek tek sesler uzadı, güçlükle yatıştı. Bazen yeniden başlıyor, şurasından burasından, iyice sönmemiş bir fişek gibi. boğuk bir kahkaha fışkıran bir sıra dizisini yeniden salıveriyordu.
Derken, ceza yağmurları altında, sınıfın düzeni yeniden kuruldu. Öğretmen de yazdırttı. hecelettirip. okutturdu. Sonunda adının Charles Bovary okluğu anlusalabildi. Arkasından da zavallı çocuğa, tembeller sırasına, kürsünün dibine oturmasını emretti.Çocuk yerinden kalktı. Ama gitmeden önce (turaladı.
"Ne alıyorsun'.'" diye sordu öğretmen.
Yeni. kaygı dolu gözlerle çevresine baktı:
"Şap...." dedi. çekine çekine.
"Bütün sınıfa beş yüz mısra ceza!" diye gürleyiveren öfkeli bir ses. yeni bir kasırgayı durduruverdi. "Rahat dursamza!" diye. devam ediyordu öğretmen, kızmıştı, alnını kuruluyordu mendiliyle. "Sana gelince, yeni. sen de ridiculussum fiilini bana yirmi kere kopya edecek-sin."
Sonra, yumuşayan bir sesle:
"Şapkanı da bulursun, çalmadılar!" dedi.
Eski sakinliğine kavuştu her şey. Başka kâğıtların üzerine eğildi, yeni de örnek bir duruşla durdu. Arada sırada bir kalem ucuyla alılıp yüzüne çarpan ufak. tükrüklü kâğıt gülleleri de halini değiştirmedi. Gözleri önünde, kımıldamadan duruyor, yüzünü eliyle kuruluyordu.
8
Gustave Flaııbert
Akşam, etüdde, sırasından kolluklarını çıkardı, eşyalarını yerleştirdi, kâğıdını dikkatle doldurdu. Bütün kelimeleri sözlükte arıyarak, büyük çabalar harcayarak, kendini vere vere çalıştığını gördük. Şüphesiz, aşağı sınıfa atılmasını bu iyi niyet önledi. Çünkü kuralları şöyle böyle biliyorsa da, kalıpları hiç de iyi kıvıramıyordu. Anası babası tutumlu davrandıkları, bu yüzden de koleje elden geldiği kadar geç gönderilmesini istedikleri için, onu lâtinceye, köyünün papazı başlatmıştı.
Babası, M. Charles - Deniş - Bartholeme Bovary, eski bir alay cerrahı yardımcısıydı. 1812 yılına doğru, asker yazma işlerinde adı lekelenip de gene bu işten el çekmek zorunda bırakılınca, durumdan kişisel üstünlüklerinden yararlanarak haline tavrına tutulan bir takkeci kızıyla evlenip, altmış bin liralık drahomaya konuvermişti. Yakışıklı adamdı, palavracıydı ve mahmuzlarını yüksek sesle şakırdata şakırda-ta yürürdü. Favorileri, bıyıklanyla birleşirdi. Parmakları hep yüzüklerle süslüydü. Gözalıcı renkleri olan elbiseler giyerdi. Babayiğit bir görünüşü vardı ve seyyar satıcılar gibi şakraktı. Evlendikten sonra iyi yemekler yedi, geç kalktı, kocaman, porselen pipolar tüttürdü, geceleri eğlenceler bitmedikçe eve dönmedi, kahvelere dadandı. Böylece iki üç yıl karasının servetiyle geçindi. Kayınpeder öldü ve geride az bir şey bıraktı. Buna kızdı ve dokumacılığa başladı. Biraz para kaybetti, sonra köye çekildi. Sermayesini burada değerlendirmek istedi. Ama pamuklu kumaş gibi tarımdan da pek bir şey anlamadığı, atlarını çifte gönderecek yerde, kendisi bindiği, elma şırasını fıçı fıçı satacak yerde, şişe şişe içtiği için, en güzel kümes hayvanlarını kendisi yediği, av ayakkabılarını, domuzların yağı ile yağladığı için, bütün işleri olduğu gibi bırakmanın daha iyi olacağını anlamakta gecikmedi.
Caux ile Picardie arasında bir köyde, iki yüz frank karşılığında yarı çiftlik, yarı bey evi durumunda bir yer kiraladı: Daha kırk beş yaşında herkesi kıskanıp, bütün terslikleri Tanrı'ya yükleyerek, keder ve sıkıntı içinde yalnızlığa kapandı. İnsanlardan iğrendiğini, huzur içinde
9
yaşamaya karar verdiğini söylüyordu.
Karısı ona çılgınca vurgundu bir zamanlar. Kocasını kulu kölesi olurcasma sevmiş, fakat bu onu kendisinden daha çok uzakiaştırmıştı. Eskiden hep neşeli, açık yürekli ve sevgi dolu bir kadındı. Ancak yaşlanınca ekşiyip sirkeleşen şaraplar gibi, çekilir yanı kalmamış, yaygaracı, sinirli bir kadın olup çıkmıştı. Önceleri, kocası köyün hafif kadınlarının ardından koşarken, bir sürü kötü yerlere girip çıktıktan sonra uyuşmuş bir durumda, leş gibi içki kokarak yanııuı dönerken, hiç ses çıkarmadan ona katlanmış ve çok acılar çekmişti! Fakat daha sonra onur duygulan kabarmış ve böylece içinde müthiş bir öfl
Çocuğu olunca, dadıya verdiler. Yanlarına dönünce de yumurcağı, bir prens gibi şımarttılar. Anası onu reçellerle besliyordu: babası da yalınayak dolaştırıyor, hattâ işi filozofluğa dökerek, hayvan yavruları gibi çırılçıplak dolaşabileceğini bile söylüyordu. Ananın eğilimlerinin tersine, kafasında erkekçe bir çocuk ideali vardı. Oğlunu buna göre yetiştirmeye çalışıyor, İspartalılar gibi, sert bir biçimde yetiştirilmesini ve sağlam yapılı olmasını istiyordu. Çocuğu soğukta yatırıyor, ona bol bol rom içmeyi, dinsel ayinlere küfretmeyi-öğretiyordu. Ama çocuk doğuştan sakindi, çabalarına pek de karşılık vermiyordu. Annesi de onu hep ardından sürüklüyordu; yağladığı için, bütün işleri olduğu gibi bırakmanın daha iyi olacağını anlamakta gecikmedi.
Caux ile Picardie arasında bir köyde, iki yüz frank karşılığında yarı çiftlik, yarı bey evi durumunda bir yer kiraladı: Daha kırk beş yaşında herkesi kıskanıp, bütün terslikleri Tanrı'ya yükleyerek, keder ve sıkıntı içinde yalnızlığa kapandı. İnsanlardan iğrendiğini, huzur içinde
9
yaşamaya karar verdiğini söylüyordu.
Karısı ona çılgınca vurgundu bir zamanlar. Kocasını kulu kölesi olurcasma sevmiş, fakat bu onu kendisinden daha çok uzakiaştırmıştı. Eskiden hep neşeli, açık yürekli ve sevgi dolu bir kadındı. Ancak yaşlanınca ekşiyip sirkeleşen şaraplar gibi, çekilir yanı kalmamış, yaygaracı, sinirli bir kadın olup çıkmıştı. Önceleri, kocası köyün hafif kadınlarının ardından koşarken, bir sürü kötü yerlere girip çıktıktan sonra uyuşmuş bir durumda, leş gibi içki kokarak yanııuı dönerken, hiç ses çıkarmadan ona katlanmış ve çok acılar çekmişti! Fakat daha sonra onur duygulan kabarmış ve böylece içinde müthiş bir öfl
Çocuğu olunca, dadıya verdiler. Yanlarına dönünce de yumurcağı, bir prens gibi şımarttılar. Anası onu reçellerle besliyordu: babası da yalınayak dolaştırıyor, hattâ işi filozofluğa dökerek, hayvan yavruları gibi çırılçıplak dolaşabileceğini bile söylüyordu. Ananın eğilimlerinin tersine, kafasında erkekçe bir çocuk ideali vardı. Oğlunu buna göre yetiştirmeye çalışıyor, İspartalılar gibi, sert bir biçimde yetiştirilmesini ve sağlam yapılı olmasını istiyordu. Çocuğu soğukta yatırıyor, ona bol bol rom içmeyi, dinsel ayinlere küfretmeyi-öğretiyordu. Ama çocuk doğuştan sakindi, çabalarına pek de karşılık vermiyordu. Annesi de onu hep ardından sürüklüyordu; ona kartonlar kesiyor, masallar anlatıyor, içli sevinçler, geveze yaltaklanmalarla doiu, tek yönlü, bitip tü-
10
Gııslave Flaubert
kenmez konuşmalara dalıyordu. Bu yalnızlık hayalı içinde, kendisinin -.ulaşamadığı o dökülüp saçılmış, yıkılmış kuıunlulannı bu çocukta gerçekleştirme umuduna bağladı. Onun için yüksek mevkiler kuruyordu kalasında. İri. yakışıklı, akıllı bir genç olduğunu, mühendislik ya da adliyeye girdiğini şimdiden görür gibi oluyordu. Okuma öğretti ona. elinde bulunan bir eski piyano üzerinde, iki üç ulak romans bile öğretti. Ama sanata pek kulak asmayan M. Bovary. bütün bunların zahmete değmeyeceğini söylüyordu! Onu devlet okullarında okutacak, bir memurluk, ya da ticaret alanında bir iş sağlayacak parayı bulabilecekler miydi bakalım' Ancak insan, cesur ve bir de küstah olduktan sonra, toplum içimle her zaman haşarıya ulaşırdı. Madame Bovary, dudaklarını ısırıyor, oğlan da köyün içinde dolaşıp duruyordu.
Tarlada çalışanların arkasında geziniyor, ufak taşlar fuialıp uçan kargaları kovalıyordu. Hendek kıyılarında dul yiyor, uzun bir sırık alıp hindileri güdüyor, harmanda sapları kurutuyor, yağmurlu günlerde kilisenin kemeri altında kaydırak oynuyor, büyük bayramlarda, çanları kendisine çaldırtması için zangoça layvanp duruyordu. Bütün bedeniyle büyük ipe asılmak, ipin kendisini alıp götürüşünü, uçucusunu duymak isliyordu.
Böylece, meşe ağaçlan gibi gelişti. İdleri güçlendi, yüzü renklendi.
On iki yaşma geldiğinde, annesinin gayretiyle derslere başlaması sağlandı. Bu iş de papaza verildi. Ama dersler çok kısa ve oldukça düzensiz olduğu için öyle fazla bir şeye yaramıyordu. Boş zamanlarda, bir köşede ayakta, aceleyle ya da bir vaftizle bir cenaze anısında ders yapıyorlardı. Bazen de. papaz dışarıya çıkmayacaksa. akşam çanından sonra, öğrencisini yanına çağırtıyor; odasına çıkıp yerleşiyorlardı: Sinekler, pervaneler şamdanın çevresinde dönüp duruyorlardı.Hava sıcak olduğunda, çocuk uyuyor: adamcağız da. hemen onun arkasından ellerini göbeğinin üstüne koyarak uyuklamaya ve ağzı açık bir halde

11
horlamaya başlamakta gecikmiyordu. Kimi zaman da papaz efendi, köyün çevresinde bir hastaya .şaraplı ekmek yedirtmekten dönerken, kırda haylazlık eden Charles'ı görüp yanına çağırıyor, çeyrek saat boyunca öğüt veriyor, bir ağaç dibinde bu fırsattan faydalanıp fiil çekimi yaptırıyordu. Ru dersleri de ya yağmur ya da oradan geçen bir tanıdık yarıda bırakıyordu. Zaten hep ondan memnundu, delikanlının çok sağlam bir hafızası olduğunu bile söylüyordu.
Charles bu durumda kalamazdı, ilanım dayattı. Bey utandı, daha doğrusu bıktı. Direnmeden boyun eğdi. ama oğlanın ilk günah çıkarışı yüzünden bir yıl daha beklenildi.
Aradan altı ay daha geçti. Krtesi yıl Charles, kesin olarak Roııeıı Koleji'ııe verildi. Kkim'in sonuna doğru. Saint-Romain panayırı zamanında, babası kendi eliyle çocuğu okula götürdü.
Dü/enli bir çocuklu, ders aralarında oynar, etüdde çalışır, sınıfta dinler, yatakhanede iyi uyur. yemekhanede iyi yerdi. Velisi. Ganterie sokağında bir bakırcıydı. Onu ayda bir kere. pazar günü. dükkânını kapadıktan sonra okuldan çıkarır, limanda gemilere baksın diye dolaşmaya yollar ve saat yedi olur olmaz, yemekten önce koleje getirirdi. Charles, her perşembe akşamı, kırmızı mürekkeple, uzun bir mektup yazardı annesine. Sonra tarih defterini bir daha gözden geçirir, ya da etüdde elden ele dolaşan eski bir Anachursis cildini okurdu. Gezintide, kendisi gibi köylü olan hademeyle konuşurdu.
Çalışma zoruyla her zaman sınıfın ortalama öğrencileri arasında kaldı. Halta bir kez fen bilgilerinden birinciliği kaçırdıysa da başarı ödülü kazandı. Ama üçüncü sınıfın sonunda, büyükleri bakaloryaya kadar tek başına ilerleyebileceğini düşündüler ve tıp okutmak için onu kolejden aldılar.
Annesi ona. Eau-de-Robec üzerinde dördüncü katta tanıdık bir boyacının yanında bir oda buldu. Pansiyon kirası üzerinde anlaştı. Bir masa ile iki sandalye satın aldı. Evden, kiraz ağacından yapılmış bir
12
GuMave Flaubert
yatak getirtti. Sonra bira/, odun, bir de küçük dökme soba aldı. Bir halta sonra, artık kendi başına olduğunu söyledi. Adam gibi yaşaması için bir sürü öğüt verip gitti.
İlân tahtasında ders programını okuyunca başı döndü Charles'in; Anatomi, patoloji, eczacılık, kimya, botanik, klinik, tedavi, sonra sağlık, tıp bilgisi ve daha ulu karanlıklarla dolu tapmak kapılarından hiçbir farkı olmayan bir sürü isim...
Bunlardan hiçbir şey anlamadı. Ne kadar dinlerse dinlesin, kavrayamıyordu. Gene