6 Ekim 2015 Salı

mitoloji sözlüğü - a

A
Abas. (1) İlyada'da adı geçen Abant'lar boyuna
adını veren kahraman. Poseidon ile su
perisi Arethusa'nun oğlu.
(2) Aigyptos oğullan amcaları Danaos'un
kızlarıyla zorla evlenince, gerdeğe girdikleri
gece kanları tarafından öldürülürler. Yalnız
Hypermestra kocası Lynkeus'u esirger, ikisinin
birleşmesinden Abas adlı bir erkek çocuk
doğar (Tab. 10). Abas Argos'ta kral olur, evlenerek
Akrisios'la Proitos'u meydana getirir.
Akrisios'tan Danae, Danae'den Perseus doğar.
Acca Larentia. (1) Roma'nın kuruluş efsanesi'nde
sözü geçen çoban Faustulus'un karısı.
Kocasının dağda bulduğu Romulus ve Remus
bebeklerini benimser ve kendi on iki çocuğuyla
birlikte büyütür (Romulus).
(2) Roma'nın kuruluş dönemlerinde güzelliğiyle
ün salmış bir kız. Bir bayram günü Hercules
tapınağında tanrı ile tapınak bekçisi
bahse girişirler, zar oyununda kim kazana-'
caksa "ötekine bir ziyafet çekecek ve bu güzel
kızla yatmasını sağlayacaktır. Oyunu Hercules
kazanır ve Acca ile sevişir. Kız sonraları
zengin bir Etrüsk'le evlenir ve yaşlı kocası
ölünce bütün varlığını Roma halkına bağışlar.
Admete. Bir Samos (Sisam) efsanesine göre,
Perseus soyundan olan Admete Argos'ta
tanrıça Hera tapınağının rahibesiymiş. Elli
sekiz yıl bu tapınağa hizmet ettikten sonra,
babası Eurystheus ölünce Argos'tan kaçmak
zorunda kalmış. Tanrıçanın heykelini yanına
alarak Sisam adasına sığınmış. Bir süre sonra
Argos'luların parayla tuttukları korsanlar Hera
heykelini kaçırmaya kalkışmışlar, ama gemiye
bindirilen heykel yelkenlerin açılmasına
engel olmuş, tanrıça böylelikle Samos'ta kalmak
istediğini belli etmiş. Samos Hera'sı diye
anılan ünlü bir heykel İlkçağ arkaik sanatının
en önemli yapıtlanndan sayılır. Sisamlılar
Hera ve Admete adına yılda bir bayram yaparlardı.
Admetos. Pherai (bugün Elestino) şehrinin
kralı. Delikanlı olarak Kalydon avına ve Argonaut'lar
seferine katılmış. Kyklop'ları öldürdü
diye bir yıl Olympos'tan sürülen Apollon'u
sığırtmaç olarak kullanmış (Apotlon,
Kyklop'lar). Pelias'ın kızı Alkestis'e gönül veren
Admetos onu elde etmek için arabasına
bir aslan; bir de yaban domuzu koşmak zorunda
kalınca Apollon tanrı ona yardım etmiş
ve Admetos Alkestis'i almış, ne var ki düğün
günü Artemis'e kurban kesmeyi unuttuğu
için, tanrıça gerdeğini yılanlarla doldurmuş.
Apollon Admetos'u bu beladan kurtarmış,
bununla da kalmayıp Admetos'un kaderini
de değiştirmeyi başarmış: Kader Admetos'un
ölümü için saptadığı gün Pherai kralı
yerine ölecek başka birini bulursa ertelemeye
razı olmuş. Ama o gün gelince Admetos yerini
alacak kimseyi bulamamış: Ne anası, ne
babası, ne uşağı, kimse ölmek istememiş, yalnız
genç karısı Alkestis kendisini feda etmiş.
Alkestis Hades'e indikten sonra Herakles tarafından
kurtarılır (Herakles). Deli Dumrul efsanesine
de konu olan bu motifi Euripides
"Alkestis" adlı tragedyasında işlemiştir (Alkestis).
Adonis. Köken ve kaynakları güney Akdeniz
çevresine uzanan tipik bir Anadolu efsanesi.
Kybele-Attis mythos'unun bir başka anlatımını
veren Adonis efsanesi bir toprak-bereket
öyküsüdür. Birçok şiir ve masal yazarlarının
özene bezene işledikleri bu öykü şöyle
özetlenebilir:
Suriye kralı Theias, ya da Kıbrıs kralı Kinyras'ın
Myrrha ya da Smyma adında bir kızı
varmış, tanrıça Aphrodite'in lanetine uğrayan
bu kız babasına tutulmuş, onunla sevişmek
istemiş. Dadısının kurduğu bir düzenle
babasının yatağına girmiş ve on iki gece
onunla sevişmiş, son gecesi de gebe kalmış.
O gece babası, yanında yatan kadının kendi
kızı olduğunu anlamış ve bu korkunç günahı
temizlemek için, kılıcıyla kızının üstüne yürüyüp
onu öldürmek istemiş. Ama tanrılar
Myrrha'ya acımışlar ve onu babasının elinden
kurtarmak için bir mersin ağacına çevirmişler.
On ay kadar sonra ağacın kabuğu çatlamış,
gövdesinden dünya güzeli bir bebek çıkmış.
Çocuğun güzelliğine vurulan Aphrodite
onu büyütsün diye yeraltı tanrıçası Persephone'ye
vermiş. Ama Persephone de çocuğa
I I
tutulmuş, onu Aphrodite'ye bir daha geri vermeye
yaraşmamış. Tanrıçalar arasında kopan
kavgaya yargıçlık eden Zeus, Adonis'in
yılın dört ayını Persephone'nin, dört ayını da
Aphrodite'nin yanında geçireceğine, geri kalan
zamanda da istediği yerde yaşayabileceğine
karar vermiş. Adonis sekiz ay Aphrodite'nin
yanında kalmayı seçince, tanrıçanın
güzel delikanlıya olan aşkını kıskanan öbür
tanrılar (Ares ya da Artemis) Adonis'in üstüne
bir yaban domuzu salmışlar, kasığından
yaralanan Adonis'de kanaya kanaya can vermiş.
Toprağı sulayan kanından Manisa lalesi
denilen bahar çiçekleri bitmiş, öte yandan
sevgilisinin yardımına koşan Aphrodite'nin
ayağına diken batmış, sıyrığından akan bir
damla kan tanrıçanın çiçeği olan beyaz gülü
kırmızıya boyamış.
Kışın yeraltında saklanan, baharla birlikte
yeryüzüne dönen ve aşk cümbüşü içinde fışkırıp
gelişen bitkisel varlığı simgeleyen Adonis'e
Suriye'de özellikle kadınlar tapınırlardi:
Yılda bir bahar bayramları yaparlar, saksılara,
sepetlere tohum dikerler, onları sıcak sularla
sularlardı, böylece hızla büyüyen bu bitkiler
kısa zamanda solup ölürlerdi. Adonis
bahçeleri denilen bu çiçeklerin karşısında kadınlar
yas tutar ve "O ton Odonin" (Vah
Adonis!) çığlıklarıyle dövünürlerdi.
Adonis efsanesi Sümer ve Hitit kaynaklarından
gelmedir. Adonis İbranîce "efendi"
anlamına gelen Tammuz (Türkçe Temmuz)
adının yunancalaştırılmış karşılığıdır. Tammuz-
Adonis efsanesiyle Hitit bereket tanrısı
Telepinu efsanesi arasında ilişki ve benzerlik
göze çarpmaktadır (Kinyas).
Adrastos. Talos'un oğlu, Argos kralı (Tab.
23). Efsanesi Thebai'ye karşı Yediler seferiyle
ilgilidir. Bir aile kavgası yüzünden yurdunu
bırakıp, dedesi Sikyon kralı Polybos'un yanına
sığınmak zorunda kalır. Bir süre sonra da
onun vârisi olarak tahta çıkar, ama babasını
öldüren Amphiarâos'la görünüşte banşarak,
kız kardeşi Eriphyle'yi ona verir ve Argos
krallığına döner (Amphiaraos, Eriphylej.
Bu arada Oidipus oğullarından Eteokles,
kardeşi Polyneikes'i Thebai'den sürünce, bir
yandan Polyneikes, öte yandan da adam öldürdüğü
için Kalydon'dan sürülen Tydeus,
Argos'a sığınırlar. Adrastos kızlarından birini
Polyneikes'e, öbürü Deipyle'yi de Tydeus'a
verir ve Polyneikes'le birlikte Thebai'ye karşı
Yediler seferine önayak olur. Falcı ve bilici
olan Amphiaraos bu savaşta bütün önderlerin
öleceğini, bir Adrastos'un sağ kalacağını
öngörmüştü. Gerçekten de öyle olur, büyük
yenilgiden sonra, Adrastos ölümsüz atına binerek
Argos'a kaçar. Sonra, ölen önderlerin
oğullarıyla Thebai'ye karşı Epikon'lar seferine
katılır ve bu kez zaferi kazanır, ama savaşta
yitirdiği ogulunun yasına dayanamayıp
ölür.
Aedon. (Yun. Bülbül). (1) İlkçağ yazarlarını
çok etkileyen bu efsaneye ilkin Homeros'ta
rastlanır. Odysseia'da (XIX, 518) anlatıldığına
göre, Aedon Pandareos'un kızı ve Thebaili
Zethos'un karışıdır. Zethos'un kardeşi
Amphion Niobe ile evlenip çok çocuğu olduğu
halde, Aedon'la Zethos'un yalnız bir çocukları
olur: Itylos. Aedon eltisini kıskanır ve
bir gece en büyük oğlunu uykusunda öldürmeye
kalkışır, ne var ki yanılır, karanlıkta Niobe'nin
oğlunu değil de kendi çocuğunu öldürür.
Tanrılar Aedon'a acıyıp onu bir bülbüle
dönüştürürler.
(2) Miletos efsanesi şöyledir: Aedon Milet'li
Pandareos'un kızı ve Polytekhnos adlı sanatçının
karışıdır. Kocasıyla birlikte Kolophon'
da mutlu günler yaşarlar, İtys adında bir oğulları
olur. Ama mutlulukları başlarına vurur,
gurura kapılırlar-. Zeus ile Hera'dan daha
mutlu bir çift olmakla övündükleri için, Hera
ceza olarak kavga tanrıçası Eris'i sokar aralarına.
Karı koca birbirleriyle yarışmaya girişirler,
Polytekhnos araba yapmakta, Aedon kumaş
dokumakta. Kim daha çabuk bitirecekse,
öbürüne bir hizmetçi bulup getirecektir.
Yarışmayı Aedon kazanır, kocası da gider
Efes'ten onun kız kardeşi Khelidon'u (Yun.
Kırlangıç) alır, yolda onu kirletir, saçlarını kesip
köle kılığına sokar ve kız kardeşine kim
olduğunu bildirirse, onu öldüreceğini söyleyerek
Aedon'a verir. Aedon kız kardeşinin bir
gün çeşme başında dert yandığını duyunca,
onu tanır. İki kız kardeş öç almaya karar verirler,
İtys'i öldürüp pişirirler ve babasına yedirirler.
Polytekhnos işin farkına varınca çılgına
döner, iki kız kardeşi öldürmek ister. Zeus
araya girer ve birini bülbül, öbürünü kırlangıç
haline sokar.
(3) Atina efsanesi: Tragedya yazarlarının ve
özellikle Sophokles'in yitik "Tereus" traged
yasında anlatıldığı gibi, Prokne ile Philomela
Atina kralı Pandion'un kızlarıdır. Prokne
Trakya kralı Tereus'la evlenir ve İtys adlı bir
oğulları olur. Ama Tereus Philomela ile de
sevişir ve olup biteni kız kardeşine anlatmasın
diye dilini koparır. İki kız kardeş İtys'i kesip
babasına yedirmekle öç alırlar. Tanrılar
Prokne'yi bülbül, Philomela'yı kırlangıç (başka
bir anlatıma göre adı güzel sesli anlamına
gelen Philomela bülbül olur), Tereus'u da
hüthüt kuşuna dönüştürürler. Aristophanes
"Kuşlar" komedyasında bu dramı Hüthüt'ün
ağzından şöyle anlatır:
yan garip bülbülüm, uyan,
Çöz tanrısal dilini,
Dök yüreğindeki acılan,
Anlat o kutsal ağıtlarınla
Oğlumuz ffys'in başına gelenleri.
Kızıl boynundan su gibi aksın
Oğlumuzun adını inleyen sesin,
Sık fundalıklardan göklere yükselsin,
Apollon, altın saçlı tanrı
Duyup bu acı yankıları,
Alsın fildişi çalgısını,
Karşılık versin sana,
Tanrı koroları kursun yukarda,
Ve ölümsüz dudaklarından çıkan ezgiler
Karışsın sesine mutlu yüceliklerde.
Aello. Harpya'lardan biri. Adı Kasırga anlamına
gelir (Harpyalar).
Aerope. Girit kralı Katreus'un kızı (Tab.
15). Girit'ten sürülüp Argos'a gelir ve ilkin
Pleisthenes ile evlenir, sonra Atreus'un karısı
olur. Aerope, Agamemnon ve Menelaos'un
anaları olarak gösterilir. Atreus'la Thyestes
arasındaki kardeş kavgasında ölür (Atreus).
Agamedes. Agamedes üvey oğlu Trophonios'la
birlikte Yunanistan'ın en ünlü mimarlarındanmış.
Delphoi ve Thebai şehirlerinde
yaptıkları anıtlar parmakla gösterilirmiş:
Delphoi'de Apollon, Arkadya'da Poseidon
tapınakları ve Thebai'de Alkmene'nin yatak
odası ellerinden çıkmış. Boiotia kralı da onlara
hazinesini saklamak için sağlam bir yapı ısmarlamış.
Para hırsına kapılan iki mimar da
hazine odasını, bir taşını yerinden oynatıp
kolayca çıkarabilecekleri biçimde yapmışlar
Geceleri buraya girer, hazineden bir şeyler
araklarlarmış. Varlığının gün geçtikçe eksildiğini
gören kral Girit'ten ünlü mimar Daidalos'u
çağırmış. Bir tuzak kurmuşlar ve iki hırsızı
tam yakalayacakken, Trophonios Agamedes'in
kafasını keserek kaçmış.
Başka bir anlatıma göre, Agamedes ile
Trophonios Delphoi tapınağını bitirince, tanrıdan
ücretlerini istemişler, Apollon da altı
gün yiyip içip eğlenmelerini, yedinci günü
emeklerinin karşılığını alacaklarını bildirmiş.
Öyle olmuş, yedinci gece uykuya dalınca iki
mimar bir daha uyanmamışlar. Tann onlara
en büyük ödül diye tatlı bir ölüm bağışlamış.
Agamemnon. Agamemnon Yunan mythos'unda
tektir, eşsiz bir tiptir, yalnız İlyada'da
değil, efsaneler boyunca onun simgelediği
kavramı onun kadar etkin ve belirgin niteliklerle
canlandıran başka bir kişi yoktur.
Agamemnon kraldır, krallar kralıdır, her biri
bir bölgenin yönetimini elinde tutan birçok
derebeylerinin başında, onları ordularıyla birlikte
yöneten başkomutandır. Buyruğuna tek
sınır, bölgesel kralların toplantısında çizilir,
bu kurultayda da başlıca kural danışmadır.
Yunan mythos'u tanrılar tanrısı Zeus'un üstünde,
ondan üstün bir güç bulunduğunu gösterdiği
gibi, krallar kralı Agamemnon'un kişiliğinde
de krallığın hem erdemlerim, hem de
eksik ve zayıf yönlerini önümüze serer. Bu
bakımdan destana olduu kadar, tragedyaya
da esin konusu olmuştur Agamemnon.
İlyada'nın üçüncü bölümünde Helene surların
üstüne dizilmiş, savaş alanına bakan Troyalı
ihtiyarlara en başta eski eniştesi Agamemnon'u
"hem iyi bir kral, hem güçlü bir
savaşçı" olarak tanıtır. Agamemnon'un krallık
yetkisi Zeus'tan gelmiştir. Homeros onun
asasının, kral değneğinin tarihçesini çizerken
(İl. 11, 100 vd.), soyunu Pelops'a kadar götürür,
başka bir efsane koluna göre Agamemnon'un
ilk atası Tantalos'tu. (Tab. 14 ve 15).
İlyada'da Pelops oğullarının kan davasından
söz edilmez, krallık normal yoldan Pelops'tan
Atreus'a, Atreus'tan Thyestes'e ve ondan
Agamemnon'a aktarılır; Atreus ile Thyestes
arasındaki kardeş düşmanlığı ve onun sonu
I !
cunda İşlenen korkunç suçlar daha çok tragedyaya
konu olmuştur (Atreus). Ama destan
Agamemnon'u bir krala özgü bütün nitelikleriyle
canlandırır. Bu kral portresi üstünde
durmaya değer.
tlyada'nın konusu, Agamemnori ile Akhilleııs
arasındaki kavga Agamemnon yüzünden
kopar. Ve bu kavgada krallar kralının tutumu,
karakteri ve kişiliği bütün açıklığıyla ortaya
serilir. Agamemnon kraldır ve her kral gidi
kendi çıkarını, istek ve buyruklarını emrindeki
insanlannkinden üstün görmekte ve bu
İnanışa göre davranmaktadır. Tutsağı Khrysels'i
geri vermek istememesi, vermek zorunda
kalınca Akhilleus'unkini almakta hiçbir sakınca
görmemesi kavganın asıl nedenidir. Bu
olayda karşısına çıkan kim olursa olsun paylar,
tersler, hiçe sayar (İl. I, 102 vd.).
... Kalktı hırsla
gücü yaygın Agamemnon, yiğit Atreus oğlu,
kapkara bir öfkeyle doluydu yüreği,
yanıyordu iki gözü yalım yalım...
Apollon'un Akha'lara gönderdiği salgının
nedenini bilen Kalkhas bu öfke karşısında çekinir
gerçeği söylemeye (İl. I, 78 vd.).
Kızdıracağım biliyorum Akha'lartn saydığı
adamı,
o adamın bütün Argos'lulara her yerde sözü
geçer.
Kral azgın olur kızınca ayak takımından
birine,
bir zaman öfkesini yenerse de, unutamaz
kinini,
dışarı vurana dek taşır yüreğinde onu.
Ama Agamemnon ne Kalkhas'ı dinler, ne
de onun sözlerine uyulmasını salık veren Akhilleus'u,
bildiğini yapar. Bu davranışı tepki
uyandırır. Tepkinin, yalnız kavgaya tutuştuğu
Akhilleus'tan gelmemesi, ordunun alt tabakasını
simgeleyen bir askerin de kralı en ağır
sözlerle kınaması dikkati çeker. Halkın yöneticisini
eleştirmesi dünya yazınında ilk kez görülmektedir
burada. Bu eleştiri Akhilleus'un
ağzından şöyle dile gelir.
"Ey doymak bilmek adam... Seni gidi edepsiz,
çıkarma düşkün yürek... Seni şarap fıçısı,
seni it gözlü, seni geyik yürekli... Halkını kemiren
bir kralsın sen". (İl. I, 122, vd.).
Ama yiğidin sözlerinden daha da şaşırtıcıdır
Thersites'in, halktan bir adamın kralı kınaması
(Thersitesj. Bu eleştiri yalnız kralı degil,
feodal Akha düzeninin tümünü kapsamaktadır
(İl. II, 225 vd.).
Gene mi bir fisteğin var, Atreus oğlu?
Barakaların tunçla, kadınla dolu.
Bir şehri alır almaz biz Akha 'lar
onları sana verdiydik ilk peşin.
Bir de altın mı istiyor canın şimdi?
Tutup getirelim Troya'Mardan birini,
gelsin babası kurtulmalık versin sana,
altınla versin sana, öyle mi?
Taze bir kadın mı istiyorsun yoksa, düşüp
kalkmaya,
bütün gözlerden uzakta, kapatmaya
kendine?
Başbuğsun, yakışık almaz Akha oğullarını
yıkıma sürüklemen.
Size diyorum Akha oğulları, hey,
Akha oğulları denmez size artık,
Akha kadınları demeli,
sizi aşağılık herifler sizi,
Hadi yurda dönelim gemilerimizle,
tek başına bırakalım Troya'da onu,
otursun onur payının üstüne.
Yardım etmeyelim de görsün sonunu,
Saygısızlık etti Akhllleus'a, en üstün
yiğidimize,
aldı onur payını, yoksun bıraktı onu.
Akhilleus'un içinde büyük bir kin yok
gene de;
hem gevşek davranmasaydı sana, Atreus
oğlu,
bu senin son küfrün olurdu ona.
Bu sorunu Akha ordusunun nasıl çözümlediği
de ilginçtir. Athena'nın verdiği esinle
Odysseus sıraları dolaşıp şöyle yatıştırır herkesi
(İl. II, 193 vd.):
...bilemezsin Atreus oğlunun niyeti ne?
Akha oğullarını yokluyor şimdi o,
ama ezecek yakında başlarını...
Öfkelenip de Akha'lara yıkım getirmesin
sakın,
Zeus'un beslediği kralların amansızdır
öfkesi...
daha güçlüdür onlar senden.
Sense savaştan anlamaz korkağın birisin.
Ne kurultayda geçer sözün, ne savaşta
geçer.
Hem biz burada hepimiz kral değiliz ki.
Her taraftan bir ses çıkarsa iyi olmaz,
bir tek baş olmalı, bir tek kral.
Kurnaz Kronis oğlu şu değnekle bütün
yetkileri
size krallık etsin diye verdi Agamemnon'al
14
At ıi >r .1 r.
Agamemnon gene de bir zorba olarak gösterilmez
llyada'da, aslında talihsiz bir adamdır:
Akhilleus'u kırdığına bin pişman olur, barışmak
için ödün vermeye razıdır. Yiğidin
olumsuz tepkisiyle karşılaştıktan sonra, bir
daha aynı uysallığı gösterir ve özür dileyerek
barışır (İl. XIX, 85 vd.). Her davranışında
sanki bir sakarlık vardır Agamemnon'uh: Aulis'te
avlanırken Artemis'i kızdırması, bu yüzden
kızı İphigeneia'yı kurban etmek zorunda
kalışı bu kralın hatalarını ne kadar pahalıya
ödediğini gösterir (İphigeneia). Karısının ve
onun âşığı olan kendi amcaoglunun elinden
öldürülmesi bile aynı yarı komik, yarı trajik
kaderin belirtisidir (Klytaimestra, Aigisthos).
İlyada onun kahramanlıkları ve öldürdüğü
Troyalı yiğitlerin adıyla doludur, ama Agamemnon
burada da tam başarılı değildir, ne
savaşta bir Akhilleus ya da bir Aias olabilir,
ne de kurultayda bir Nestor ya da Odysseus
gibi üstün bir akıl gösterebilir. Onun kişiliğinde
Homeros ve yolunu izleyen bütün ozanlar
krallık kurumunun kusur ve eksikliklerini ortaya
sermek istemişlerdir sanki.
Agaue. Kadmos ile Harmonia'nın kızı, Jno
ile Semele'nin kardeşi, Pentheus'un anası
(Tab. 18). Zeus'la Semele'nin aşkı üstüne dedikodu
yaptığı için, Semele'nin oğlu tanrı Dionysos
anasının öcünü almış. Bakhalar sürüsüne
katılan Agaue, oğlu Pentheus'u bir vahşi
hayvan sanarak kendi eliyle parçalamış. Bu
konu Euripides'in "Bakkha'lar" tragedyasında
işlenmiştir (Pentheus, Bakkha'lar).
Agdistis. Pausanias'ın anlattığı Agdistis efsanesi
ana tanrıça Kybele'nin Pessinus'taki
kültüne ilişkin bir efsanedir. Zeus bir gece
düş görerek tohumunu yeryüzüne döker.
Bundan hünsa bir varlık doğar: Agdistis.
Hem kadın, hem erkek olan bu yaratığı tanrılar
ele geçirir ve erkeklik uzvunu kesip atarlar,
uzuvdan bir badem ağacı meydana gelir,
ırmak tanrı Sangarios'un (Sakarya) kızı bu
ağaçtan bir badem koparıp göğsüne saklar,
bundan gebe kalarak Attes (başka kaynaklara
göre Attis) adlı bir oğlan doğurur. Onu dağa
bırakır. Attes büyüyünce öyle yakışıklı, öyle
eşsiz güzellikte bir delikanlı olur ki o zaman
salt kadın olan Agdistis ona âşık olur. Ne var
ki Attes Agdistls'ten kaçmak İçin Pesslnus'a
gider ve orada kralın kızıyla evlenmeye k.ılkı
şır. Tam düğün gecesi düğün ezgileri söylenmektedir
ki Agdistis birdenbire çıkagelir. Attes
onu görünce çıldırır ve erkekliğini keser,
Pessİnus kralı da aynı şeyi yapar. Attes ölür,
Agdistis de sevgilisinin bedeninin bozulmamasını
sağlar.
Bu efsanenin başka bir anlatımı da şöyledir:
Phyrgia ilinin sınırlarında Agdos adlı ıssız
bir kaya varmış, orada Kybele tanrıçaya bir
taş biçiminde tapılırmış. Zeus tanrıçaya tutulmuş,
onunla birleşmeyi başaramayınca tohumunu
bir kayanın üstüne bırakmış. Bu tohumdan
Agdistis doğmuş, hünsa imiş, Agdistis'i
Dionysos sarhoş ederek erkekliğinden etmiş;
uzvundan bir badem ağacı çıkmış, bunun
meyvesini Sangarios ırmağının kızı Nana
göğsüne almış, gebe kalıp Attes'i doğurmuş.
Sangarios Nana'ya çocuğu dağa bırakmasını
buyurmuş. Bebek gelen geçenin ilgisini çekmiş,
onu bir tekenin sütüyle beslemişler, tekenin
sütü olamayacağı halde, adının Phrygi
a dilinde teke anlamına gelen "artagus" teke
ile ilişkisini göstermektedir. Ne var ki bu artagus
sözcüğü "güzel" anlamına da gelebilir.
Her neyse Agdistis ile Kybele ikisi birden gönül
vermişler bu güzel delikanlıya, ama
Phrygia kralı Midas onu kendi kızına almak
istiyormuş. Derken Agdistis Attes'i çıldırtmış,
delikanlı bir çam ağacının dibinde erkekliğini
keserek can vermiş. Kybele tanrıça onu gömmüş,
toprağa akan kanından biten menekşeler
dibinde öldüğü çamı çepeçevre sarmışlar.
Midas'ın kızı da umutsuzluğa düşerek canına
kıymış, Kybele onu da gömmüş ve onun mezarı
üstünde de menekşeler bitmiş. Ayrıca
mezarı üstünde bir badem ağacı büyümüş.
Agdistis Zeus'a yalvarmış Attis'in bedeni hiç
bozulmadan kalsın, çürümesin diye, Zeus da
bu dileğini yerine getirmiş. Attis'in saçları büyümeye,
küçük parmağı da oynamaya devam
edecekmiş. Bu sözü aldıktan sonra Agdisüs
sevgilisinin ölüsünü Pessinus'a götürmüş,
orada gömmüş ve anısına bir bayram
ile bir rahip heyeti kurmuş.
Bu efsanelerde Agdistis ile ana tanrıça
Kybele birbirine karışmaktadır. Motifleri toprak
bereketini ve bitkinin öldükten sonra yeniden
dirilmesini simgeleyen bu efsaneler daha
çok alegorik birer anlam taşır. Bunlardan
amaç, Pessinus'taki Kybele kültünde rahiplerin
belli zamanlarda ve törenlerde erkeklik
uzuvlarını kesmelerinin nedenini ve kaynağını
anlatmaktadır. Kybele tanrıçanın ise Anadolu'da
ve çevrede tarih öncesi çağlardan
Roma devrine değin çeşitli adlarla tapım gördüğü
herkesçe bilinmektedir (Kybele).
Agenor. Epaphos'un oğlu, lo'nun torunu
olan Agenor tanrı Zeus'un soyundandır (Tab.
10). Io inek kılığında dünyayı dolaştıktan sonra
Mısır'a gelir, orada Zeus'tan olan oğlu
Epaphos'u doğurur, Epaphos da Nil tanrısı
Neilos'un kızı Memphis'le evlenir ve Libya
adında bir kızları olur. Afrika'nın bir bölgesine
adını veren bu kız tanrı Poseidon'la birleşerek
ikiz doğurur: Agenor ile Belos. Belos
Mısır'a, Agenor ise Fenike'ye yerleşir. Tyr ile
Sidon kentlerinin kralı olur. Kızı Europe tanrı
Zeus tarafından kaçırılınca Agenor oğulları
Kadmos, Phoiniks ve Kiliks'i kız kardeşlerini
aramaya gönderir, bulup getirmedikçe dönmemelerini
buyurur. Hiç biri de geri gelmez,
Akdeniz çevresinde kentler kurup yerleşirler
(îo, Epaphos, Belos, Europe).
Aglaie. Adı parlak anlamına gelen Aglaie
Zeus ile Eurynome'den doğmuş üç Kharit
tanrıçanın biridir (Kharit'ler). Hesiodos'a göre
Aglaie Kharit'lerin en gencidir ve tanrı
Hephaistos'la evlenmiştir.
Aglauros (yahut Agraulos). Atina kralı
Kekrops'un üç kızından biri. Tanrıça Athena,
içinde Erikthonoios'u sakladığı sepeti ona verip
sakın açmamasını söyler. Ama kardeşleri
Herse ve Pandrosos'la birlikte Aglauros merakını
yenemez ve sepeti açarlar, içinde yılanlarla
sarılı bir bebek görünce korkudan çıldırarak
Atina Akropolünden aşağıya atarlar
kendilerini (Erikhthonios).
Agron. Kos (Istanköy) adasında Byssa ve
Meropis adlı iki kız kardeşiyle yaşayan ve yalnız
toprak işleriyle uğraşan bir delikanlı. Bu
üç kardeş toprak tanrıçasından başka hiçbir
tanrıya saygı göstermedikleri için ceza olarak
kuş biçimine sokuldular: Meropis baykuş oldu,
Byssa martı oldu, Agron da yagmurkuşu
haline dönüştürüldü.
Aia. Yun. "aia" veya "gaia" toprak demektir.
Aia, Kolkhis ülkesinin eski adıdır (Argonaut'lar).
Aiaie. Odysseia'da büyücü tanrıça Kirke'nin
adasına verilen ad (Kirke).
Aiakos. Yunanlıların en dürüstü, en dindarı
diye anılan Aiakos, Zeus'la su perisi Aigina'nın
oğludur (Tab. 21). Anasının adını alan
Aigina adasında kral iken uyruklarının hepsi
vebadan ölmüş, Aiakos da babası Zeus'a yalvarmış
ki adada bol sayıda bulunan karıncaları
insana dönüştürsün. Baştanrı oğlunun bu
dileğini yerine getirmiş. Karıncalardan dogma
bu adamlara Myrmidon'lar (Yunanca
"myrmeks" karınca demektir) denmiş. Aiakos'un
torunu Akhilleus sonraları Myrmidon'ları
kendi ordusu olarak Troya seferine
götürmüştür.
Tanrıların çok sevdiği Aiakos'tan Yunanlılar
bir dilekte bulunmuşlar: Ülkelerini kasıp
kavuran kuraklığa son vermesi için Zeus'a yakarmasını
istemişler ve Zeus bu dileği de yerine
getirmiş.
Aiakos'un Aigina'dan Telamon ile Peleus,
bir denizkızı olan Psamathe'den (Yun. Kum)
Phokos (Yun. Fok balığı) adlı bir 03lu olmuş.
Phokos'un atletik yarışmalarda başarılarını
kıskanan ağabeyleri Telamon ile Peleus kafasına
bir disk atarak öldürmüşlejr onu. Aiakos
da hak yerine gelsin diye sürmüş oğullarını
Aigina'dan.
Bu hakseverliği ona öldükten sonra Hades
ülkesinde yargıç olmayı sağlamış. Gerçi Homeros
destanlarında Aiakos'un böyle bir sıfatı
yoktur, ama Platon onu ölüler yargıcı olarak
gösterir ve Asya'lı Minos ile Rhadamanthys'in
yanıbaşında Avrupa'dan gelen
ruhları yargıladığını ileri sürer (Gorgias,
524a).
Aiakosoğlu. llyada'da Akhilleus'a verilen
soyadı (Tab. 21).
Aias. İlyada'da iki Aias'ın adı geçer, biri,
"küçük Aias" Oileus'un oğludur ve Lokris'lilerin
önderi olarak gelmiştir Troya savaşına,
öteki, "büyük Aias" Telamon'un oğlu,
Akhilleus'un amca çocuğu ve Salamis adasının
kralıdır (Tab. 14 ve 21). Bu iki Aias birbirinden
çok ayrı kişilerdir, ama hep omuz om-
16
za savaşırlar. Bu dayanışmayı şöyle tanımlar
Homeros (İl. XIII, 702 vd.).
Oileus'un çevik oğlu Alas hiç, ama hiç
ayrılamaz Telamon'un oğlu Aias'tan,
yeni sürülen tarlada şarap rengi İki öküz
nasıl
gönüldeş olur da çekerlerse sabanı;
boynuzlarının kökü bol bol ter döker,
gittikleri zaman yarık boyunca uca doğru
yalnız cilalı boyunduruk ayırır onları
birbirinden,
işte Aias'lar da tıpkı öyle,
omuz omza destek oluyordu birbirine.
Bu iki yiğit Akha ordusunun canı ciğeridir,
katılmadıkları hiçbir savaş, başaramayacakları
hiçbir yiğitlik yoktur.
Aias'lar arasındaki bu birlik, beraberliğin
asıl nedenini, bu iki yiğidin nitelikleri ve kaderleriyle
birbirinden çok değişik olmalarında
aramalı. Bunu daha iyi anlamak için her birini
ayrı ayrı incelemeliyiz.
(1) AİAS OİLEUS OĞLU .
Aias İlyada'da şöyle çıkar karşımıza (İl. II,
526 vd.).
Lokris'lilere Oileus oğlu çevik Aias komuta
eder,
Telamon'un oğlu Aias'mki kadar değil boyu
boşu
ondan ufak, hem çok ufak,
'kendirden bir zırh giymiş küçümencik bir
adamdır ama,
bütün Hellen'leri, Akha'ları kargı atmakta
, geçer.
Aias kırk tane kara gemiyle gelmiştir Troya'ya,
ama onun komuta ettiği bölükler hiç
benzemez öbür savaşçılara: Okçular Lokris'liler,
hafif silahları kullanmakta ustadırlar,
öteye de hiç gidemezler (İl. XIII, 712 vd.).
Aias Hektor'a karşı teke tek savaşa da hazırdır,
gemilerin yanındaki çetin boğuşmaya
katılır. Patroklos'un ölüsünü Troyalıların elinden
kurtarmaya da yardım eder. Ama sert,
kavgacı ve kimi zaman kabadır; Patroklos'un
ölüsü için yapılan araba yarışmasında Aias
İdomeneus'la kavgaya tutuşur, Girit'lilerin
önderi de şöyle tanımlar onu (İl. XXIII, 483
vd.).
Aias, kavgacı başı, akılsız adam,
Akha'lardan geri kalırsın her İşte,
senin aklında hiç çeviklik yok.
Aralarını sonunda Akhilleus bulur, yatıştırır
Aias'ı bu kötü huyu Aias'm başına bela
olacaktır. llyada'daki olaylardan sonrasını an
talan destanlarda Aiasınm İşlediği büyük bir
suç söz konusudur: Troya şehrinin düştüğü,
Akha'lann eline geçtiği sırada Priamos'un kızı
Kassandra Athena tapınağına sığınmış,
tanrıçanın heykeline sımsıkı sarılmıştır. Aias
kızı sığınağından ayırmak, dışarı çekmek ister
ve dinsel töreleri hiçe sayarak bu işi başarır.
Akha'lar bu günahı kendisine ödetmek için
Aias'ı taşlamaya koyulurlar. Ne var ki bu kez
kendi de Athena sunağına sığınıp yalvarır.
Tanrıça yiğidi böylece ölümden korumuş
olur, ama cezasız bırakmaz: Dönüş yolculuğunda
Akha'lar korkunç bir fırtınaya tutulurlar,
Aias'm gemisi batar, Poseidon yiğidi kurtarır,
ama bu kez Aias Athena'nın öfkesine
karşın kurtulduğuna böbürlendiği için tanrıça
Zeus'un yıldırımını alarak kendi öldürür akılsız
yiğidi.
Aias'ın işlediği günahların cezasını yurdu da
çeker: Yiğit öldükten sonra bile uzun bir süre
Lokris toprağı verimsiz kalır, ikide bir salgınlar
baş gösterir. Delphoi'ye çare sorulduğunda,
tanrı sözcüsü şu cevabı verir: Kassand
ra'nın kaçırılıp ırzına geçilmesinin kefareti
olarak her yıl Lokris'ten Troya'ya iki genç ki/
gönderilmeli ve Athena tapınağına kurban
edilmelidir. Bu töre de bin yıl sürdürülmelidir.
Lokris'liler bunu yapmışlar, ikinci yılından
sonra kızlar kurban edilmeyip Athena rahibesi
olarak Troya'da alıkonulmuşlar.
(2) AİAS TELAMON OĞLU
Telamon'un oğlu Salamis'li Aias Troya savaşına
yalnız on iki gemi getirdiği halde, Akha'lann,
Akhilleus'tan sonra en yiğit savaşçısıdır.
Görünüşü, boyu bosuyla küçük Aias'ın
tam karşıtıdır. Akha'lann kalesi diye anılan
Aias'ı Priamos surların üstünden görünce,
yanındaki Helene'ye sorar (İl. III, 226 vd.).
Kim o, öbür Akha'lı, soylu, Irlyarı yiğit,
Argos'luları başıyla, geniş omuzlarıyla
aşan?
Helene de bu yiğidin "eşi görülmedik Aias"
olduğunu söyler.
Savaşa hazırlanırken şöyle tanımlanır Alas
(İl. VII, 206 vd.).
M1 . ; ' 17
I \U l\ / I I I İ U O
Aias giydi ısıldayım tunç zırhını,
silahlarla sarıp sarmaladı bedenini, fırladı,
tıpkı dev yapılı Ares gibi yürüdü,
Kronos oğlunun, yürek kemiren savaş
gücüyle
birbirleri üstüne saldırttığı erler arasında
savaşa giden Ares gibi tıpkı.
İşte böyle atıldı öne o,
dev yapılı Aias, Akha'larm kalesi.
Korkunç yüzünde bir gülümseme.
Geniş adımlar atıyordu altında ayakları,
uzun gölgeli kargısı sallanıyordu.
Aias kalkanıyla dikkati çeker Akha'lar arasında.
Korkunç diye nitelenen bu kalkan yedi
kat deri, bir kat da tunçtan yapılmıştır. Hektor'la
savaşta Troya'lı yiğidin kargısı altı kat
deriyi geçer, son katına saplanır kalır, derken
Hektor, "ovada duran, kara, pürtüklü, iri" bir
kaya parçası alır ve Aias'ın kalkanını tam göbeğinden
vurur. Ama Aias daha büyük bir kayayla
onu saf dışı eder (İl. VII, 268 vd.).
Aias Hektor'u alt etmekle kalmaz, Troya'nın
sayısız yiğidini tepeler, öldürür; saldırıda
da, savunmada da hep başta gelir, önde
yürür, Akra'ların gevşediğini gördü mü, hemen
koşar, kışkırtır onları, güçlerine güç katar.
Aias kendi çıkarını hiç düşünmeyen ülkücü
bir kahramandır, savaşın en çetin anlarında
aslan gibi dövüşür, sorumluluk duygusu
Agamemnon'unkinden daha üstündür, Akhilleus'un
bir kız uğruna savaştan çekilmesini,
savaş arkadaşlarını hiçe saymasını sert sözlerle
kınar. Öyle ki tanrılar bile derin bir saygı
beslerler Aias'a, Akha'lara söz geçirmek için
ona baş vururlar.
İlyada'da en erdemli yiğit olarak karşımıza
çıkan Telamon oğlu Aias'ın adına birçok efsaneler
daha kurulmuştur. Bunların arasında
şair Sophokles'in "Aias" adlı tragedyasında
ele aldığı yürekler acısı dramı üstünde duralım:
Akhilleus öldükten, Troya savaşı da bittikten
sonra, Thetis'in tanrı Hephaistos'a yaptırıp
oğluna getirdiği silahlar kime kalacak diye
kavga kopar Akha komutanları arasında.
Thetis ister ki Akhilleus'tan sonra en yaman
savaşçı kimse o alsın silahları. O adam da Telamon
oğlu Aias'tır, ama Agamemnon ile
Menelaos ne yapıp yapıp silahlan Odysseus'a
verirler. Aias çileden çıkmış, küçük düşürülmüş,
ünü, değeri hiçe sayılıp ağır bir hakarete
uğramıştır. O sırada bir bunalım geçirir,
bizim bugünkü deyimlerimizle bir şizofreni ya
da paronaya krizi, bir gece pusu kurar, elinde
kılıcıyla Akha ordusunu yok edeceğim diye
bir sığır sürüsüne saldırır, hayvanların hepsini
bir bir öldürür, soykaları çadırına taşır, öç aldım
diye şenlik yapar. Bu işte tanrı parmağı
vardır, Aias'ı tanrıça Athena bu korkunç yanılgıya
düşürür. Aias kendine gelip ne yaptığını,
kimleri öldürdüğünü görünce düşmanlarının
karşısında rezil olmaya dayanamaz.
Çektiği acı korkunçtur. Bunca büyük bir kahramanın
böyle gülünç bir duruma düşmesi
Aias'ın katlanacağı bir çöküntü değildir: Kılıcının
üstüne atar kendini ve canına kıyar.
Sophokles'in bu tragedyasında ününü ömrünün
sonuna kadar koruyamayan büyük adamın
dramı dile getirilmiştir.
Aidoneus. Yeraltı tanrısı Hades'in başka bir
adı (Hades).
Aietes. Güneş tanrı Helios ile Okeanos kızı
Perseis'in oğlu (Tab. 8). Önce Korinthos tahtına
çıkar, sonra Karadeniz'in güney-dogu kıyılannda,
Kafkas dağının eteklerinde bulunan
Kolkhis (bugünkü Gürcistan) ülkesine kral
olur. Büyücü Kirke'nin ve Minos'un karısı
Pasiphae'nin kardeşi ve Medeia ile Apsyrtos'un
babasıdır.
Kız kardeşi Helle ile Asya'ya kaçan Phriksos
Kolkhis'e sığınmış ve üstünde uçtuğu kanatlı
koçu Zeus'a kurban ettikten sonra, altın
postunu Aietes'e armağan etmiş. Kral da onu
tanrı Ares'e adanmış ormandaki bir meşe
ağacına asmış ve bekçi olarak önüne korkunç
bir ejder dikmiş, lason Argonaut'larla birlikte
altın postu almaya gelince, Aietes ona birçok
sınamaları başarırsa postu vereceğini söylemiş.
Medeia'nın yardımıyla altın postu çalıp
kaçan Argonaut'ların peşine takılmışsa da
oğlu Apsyrtos'un, Medeia'nın kesip denize
serptiği parçalarını toplamakla vakit geçirmiş
ve umutsuzluğa kapılarak Kolkhis'e dönmüş.
Orada da tahtından olmuş, yıllar sonra yurduna
dönen kızı Medeia'nın yardımıyla tacını
yeni baştan elde edebilmiş (Argonaut'lar).
Aigeus. Atina kralı Pandion'un oğlu, Theseus'un
babası (Tab. 24). Pandion bir devrim
sonucu Atina'dan sürülünce, Aigreus onu
1 «
AİGYPTOS
kardeşleriyle birlikte yeniden tahta çıkarmayı
başarır.
Aigeus iki kez evlendiği halde çocuğu olmaz.
Bunun nedenini Delphoi tapınağında
tanrı sözcüsüne sormaya gider. Aldığı cevabı
pek anlamaz ama, dönüş yolunda Troizen'de
kalır ve ora kralının kızı Aithra ile birleşir.
Aithra'ya, bir oğlu olursa, babasının adını bildirmeden
büyütmesini söyler. Aithra bir çocuk
doğurur. Bu çocuk kahraman Theseus'tur.
Delikanlılık çağına gelince, Theseus
Atina'ya döner ve amcası Pallas'ın tahta göz
dikmiş elli oğlunu alt edip babasına kendini
tanıtır (Aithra).
Ama Aigeus mutsuz bir kraldır. Bunca dertten
sonra, Panathenaia bayramında yarışan
Girit atleti Androgeos'u öldürttüğü için kral
Minos'un korkunç isteklerine uymak zorunda
kalır: Her yıl Atina gençliğinden yedi erkek
ve yedi kız Minotauros'a yedirilmek üzere Girit'e
gönderilmektedir. Theseus bu duruma
bir son vermek üzere canavarı öldürmeye gider.
Yola çıkmadan önce babasına söz verir
ki zaferle dönerse, gemisine bir beyaz yelken
çekecektir. Dönüşte bu sözünü unutur ve gemisi
kara yelkenleriyle girer limana. Theseus'un
yolunu gözleyen Aigeus kara yelkenleri
görünce oğlunu öldü sanarak kendini denize
atar. İçinde boğulduğu denize adı verilerek
Aigaios Pontos (Ege denizi) denmiştir.
Aigina. Irmak tanrı Asopos'un kızı (Tab.
21). Aigina'ya tutulan Zeus onu Oinone adasına
kaçırır. Aigina bu adada Aiakos'u doğurur.
Sonradan Aktor'la evlenip, Patroklos'un
babası olacak Menoitios'u dünyaya getirir.
Aiakos bir süre sonra adaya bir Pelasg soyu
yerleştirip Oinone'ye anasının adını vererek
Aigina der (Aiakos).
Aigis. Homeros destanlarında tanrı Zeus ve
Athena'nın kalıp sıfatlarından biri de "aigis
taşıyan"dır. Aigis, Zeus'un Girit mağarasında
kendisini emziren keçi Amaltheia'nın derisiyle
yaptığı bir kalkandır. Yılanlarla çevrili, ortasında
bir Gorgo kafası bulunan aigis kalkanı
korku salarak orduları bozguna ugratırmış.
Zeus'un Titanlara karşı savaşında kullandığı
ve kendisinden başka yalnız Athena'ya verdiği
bu kalkan kudretin bir simgesi olmuştur.
Aigisthos. Thyestes'ln oğlu (Tab. 14 ve
15). Atreus ile Thyestes arasındaki kardeş
kavgasını sürdürür. Atreus Thyestes'ln oğul
larını öldürüp kendisini Mykenai'den kovun
ca, Thyestes kardeşinden öç almak çarelerini
arar. Bir tanrı sözcüsü ona ancak öz kızından
bir oğlu olursa, Atreus'u öldürebileceğini bildirir.
Thyestes de bir gece gizlice kızı Pelopeia'nın
koynuna girer ve onu gebe bıraktıktan
sonra kaçar. Pelopeia Aigisthos'u doğurur.
Kimden olduğunu bilmediği bu çocuğu kırlara
bırakır, bir süre sonra da kendisini tanımayan
amcası Atreus'la evlenir. Çobanların keçi
sütüyle besleyip büyüttükleri Aigisthos (adı
Yun. keçi anlamındaki "aix"ten türemedir)
Mykenai sarayına gelir. Atreus onu iyi karşılar,
kendi ogluymuş gibi benimseyerek yetiştirir.
Sonra da Thyestes'i öldürmekle görevlendirir.
Ama Aigisthos Thyestes'in kendi öz
babası olduğunu anlar ve onun yerine Atreus'u
öldürür. Bir süre baba-ogul Mykenai'clc
hüküm sürerler, sonra Atreus'un oğlu Aga
memnon tarafından kovulurlar. Agamemnorı
Troya seferine çıkınca Aigisthos Mykenai'ye
döner, kralın karısı Klytaimestra'yı baştan çıkarır.
Agamemnon Troya'dan dönünce ikisi
birden kahpece vururlar onu. Aigisthos, yedi
yıl hüküm sürdükten sonra Agamemnon'un
oğlu Orestes tarafından öldürülür.
Kuşaktan kuşağa süregiden bu kan davası
tragedya şairlerine tükenmez bir esin kaynağı
olmuştur. Aiskhylos'un "Agamemnon" ile
başlayan "Oresteia" üçlüsü, Sophokles'in
"Elektra", Euripides'in "Elektra" ve "Orestes"
adlı tragedyaları bu aile dramını çeşitli
ayrıntılarıyla ve başka başka açılardan ele alarak
canlandırırlar. Aigisthos adının "Odysseia"
da da sık sık geçmesi, Atreus oğulları efsanesinin
Homeros destanları kadar eski olduğunu
gösterir. (Od. I, 32-43; III, 256-275;
IV, 518-537).
Aigyptos. Belos'la Ankhinoe'nin oğlu (Tab.
10). Aigyptos ile ikiz kardeşi Danaos'un dedeleri
tann Poseidon, ataları da Zeus'la lo'
dan doğma Epaphos'tur. Afrika kıtasına egemen
olan Belos oğlu Danaos'a Libya'yı, Algyptos'a
da Arabistan'ı verir, ama Aigyptos
gider, "Melampodes" (kara ayaklar) üiktllnl,
yani Mısır'ı fetheder ve oraya adını varlı
Aigyptos'un elli oğlu, Danaos'un da elli kızı
olmuş. Aigyptos bu kızları oğullarına almak
istemiş. Bu konuda iki kardeşin arası açılmış
ve Danaos elli kızıyla birlikte Afrika'dan kaçıp,
soylarının kaynağı olan Argos'a sıgınnuş.
Danaos kızları, kendilerini kovalayan
Aigyptos oğullarıyla evlenmek zorunda kalmışlar,
ama düğün gecesi kocalarını öldürmüşler.
Tek başına desteksiz kalan Aigyptos
da üzüntüden ölmüş (Danaos, Danaos Kızları).
Aineias (Lat. Aeneas). Tanrıça Aphrodite
ile Troya'lı prens Ankhises'in oğlu Aineias
Homeros'un İlyada destanında önemli bir rol
oynamakla kalmamış, klasik Latin şairlerinin
en büyüğü olan Vergilius'a da bir destan esinlemiştir.
"Aeneis", yani Aeneas destanı Troya'lı
yiğidin Troya yangınından sonra Anadolu'dan
göçmesi ve İtalya'ya yerleşerek Roma
_ şehrine temel olacak yeni bir yurt kurmasını
anlatır. Aineias'ın bu iki destanda da beliren
çok yönlü kişiliğini incelemek gerekir:
Soy ağaçlarından da belli olduğu gibi (Tab.
17) Troya kral soyunun ilk atası Zeus ile
Elektra'nın oğlu Dardanos'tur, Troya'nın kurucusu
Tros ile kral soyu iki dala ayrılır: İlos
ile Assarakos, İlos'un torunu olan Priamos
Troya kralı, Assarakos'tan üreme Ankhises
ise Dardanie şehrinin yöneticisidir. Ankhises
ile Priamos ve Hektor ile Aineias aynı kuşaktan
amcaogullarıdır. Ama Aineias'ın Priamos
oğullarından üstünlüğü bir tanrıçanın oğlu olmasından
gelir (İl. II, 819 vd.).
Dandanie'İllerin başında Aineias var,
Ankhises'in oğlu,
tanrısal Aphrodite doğurdu onu
Ankhises'ten;
bakmadı tanrıçalığtna, birleşti lda
eteklerinde bir ölümlüyle.
Babası nasıl tda dağının eteklerinde yaşamışsa
(Ankhises), Aineias'ın çocukluğu, delikanlılığı
da oralarda geçer, AkhiUeus'la ilk çatışması
da orada olur (İl. XX, 90 vd.).
Troya savaşında Aineias Priamos oğullarından
hiç geri kalmaz, Hektor'la denk gider, kimi
zaman Hektor'u bile aşıp ona öğüt vermek
durumuna gelir (İl. XVII, 335 vd.).
Hektor kadar yiğitçe savaşır Akha'ların en
güçlü kahramanlarına karşı, ama her kezinde
de bir tanrı korur, kurtarır onu. Savaş meydanında
görelim onu (İl. V, 296 vd.).
Kocaman kargısı, kalkanımla Aineias yere
atladı,
Akhalar alıp götürmesin/er diye ölüyü
gücüne güuenen aslan gibi dolaştı
çevresinde,
önünde kargısını, yuvarlak kalkanını
tutuyordu,
öldürmek için yanıyordu karşısına çıkanı,
korkunç çığlıklar atıyordu.
Derken Diomedes kocaman bir taş atar üstüne,
Aineias'ı kalçasından vurur, yiğit düşer,
o sırada anası Aphrodite'nin telaşını görmeli
(İI.V, 311 vd.).
Aphrodite bu yüzden yaralanır. Aineias'ı
Apollon Troya kalesindeki tapınağa kaçırarak
kurtarır. Öbür tanrılar da katılırlar bu çabaya.
Aineias'ın Troya önünde ölmeyeceği,
Dardanos soyunu sürdürmekle görevli olduğu
tanrı Poseidon'un ağzından söylenir İlyada'da
(İl. XX, 292 vd.).
... Kaderi kurtulmaktır Aineias'ın
tohum ekmeden, iz bırakmadan ölmemeli,
yok olmamalı Dardanos soyu,
ölümlü kadınların verdiği çocuklar arasında
Kronos oğlu Dardanos'u seuerdi en çok.
İğreniyordu artık Priamos'un soyundan,
güçlü Aineias kral olacak Troya'lılara,
kral olacak çocuklarının çocukları.
Bu sözler, bizi dosdoğru Vergilius'un Aeneis'ine
götürür. Aineias İlyada'da pek rol oynamaz
artık, Troya'nın yıkımından sonraki
olaylardaki rolü bütün ayrıntılarıyla Aeneis'te
anlatılır.
İlyada sonrası efsanelerinin çoğu bu destanda
anlatılmıştır: Tahta atın şehre alınması ve
Laokoon faciasından sonra (Laokoon), Aineias
babası Ankhises'i omuzlarına alarak ve
oğlu Askanios'u da elinden tutarak İda dağına
kaçar. Troya'nın kutsal heykellerinden
Palladion'u da yüklenerek yola koyulur, karısı
Kreusa arkalarından gelirken birden ana tanrıça
Kaybele tarafından kaçırılır (Kreusa,). Eşi
de, düşünde gördüğü Hektor'un tayfı da Aeneas'a
batıda Hesperia ülkesine gidip Troya'
yi orada yaşatmasını buyururlar. Odysseia'
nın serüvenleri örnek alınarak anlatılan bu
yolculuk Trakya, Girit ve kuzeybatı Yunanis-
20
Al( )| ( )S
tan kıyılarından Sicilya'ya geçişle başlar,
Ankhises orada ölür, sonra korkunç bir fırtına
Aeneas'ı Libya kıyılarına atar. Kartaca
kraliçesi Dido epizodu Odysseus'un Alkinoos'un
sarayında yaptığı gibi, Aeneas'ın o güne
kadar olan serüvenlerini anlatmasına fırsat
verir. Aeneas'a gönlünü kaptıran Dido
onu Afrika'da alıkoymak istediği halde, tanrılar
Aeneas'ın bir an önce yeni Troya'yı kurmak
görevine dönmesini buyururlar. Yiğit arkadaşlarıyla
yola koyulur, Dido canına kıyar
(Dido). Güney İtalya'da Cumae şehrine vanrlar,
Romalıların inançlarına göre burada yeraltı
ülkesine açılan Avernus gölü vardır. Cumae'nin
tanrı sözcüsü Sibylla Aeneas'ı ölüler
ülkesine götürür. Burada Aeneas, babası Ankhises'le
görüşür ve kendisini bekleyen parlak
kaderi onun ağzından öğrenir. Homeros'la
Dante'nin yeraltı dünyası anlatımı arasında
yer alan bu parça ilkçağ yazınının en
belirgin, en ünlü sayfalarmdandır. Bütün bu
bilgileri edindikten sonra Aeneas yeryüzüne
döner, İtalya kıyılarını kuzeybatıya doğru izleyip
Tiber ırmağının arzına varır. Oranın
yerlileri, Rutul'larla savaşa girişir ve arkadaşlarını
ırmak ağzında bırakıp içeriye doğru
Pallantea şehrinin bulunduğu yere varır. Burası
Palantinus tepesiyle Roma şehrinin ilerde
kurulacağı yerdir. Yunanistan'dan göçme
olan kral Evandrus Aeneas'ı iyi karşılar, başında
oğlu Pallas'ın bulunduğu bir bölük askerle
arkadaşlannın yanına gönderir. Bu arada
Rutul'ların kralı Turnus Troya'lılara saldırmıştır.
Aeneas Turnus'u teke tek savaşta öldürür.
Destan Aeneas'ın bu zaferiyle kapanır.
On iki bölümlük Aeneis destanı bitmiş değildir.
Vergilius onu sona erdiremeden ölmüş,
eserini bitiremediği için onun yakılmasını
da buyurmuştu. Roma'nm kuruluşuna kadar
olan olaylarla efsaneler tarihçilere konu
olmuş ve uzun uzadıya anlatılmıştır. Vergilius'un
Aeneis destanıyla en büyük' başarısı
kendi çağının ulusal kültürüne bir kaynak bulmuş
olması, Roma'nın geçmişini ta Anadolu'nun
büyük uygarlık merkezi Troya'ya kadar
götürmekle ona uluslararası bir derinlik
vermiş bulunmasıdır. Büyük Latin şairinin
amacı Augustus'un damgasını bastığı çağının
dünya ve İnsan görülün* bir ufuk açmasıydı.
Önce lulius Caesar, sonra Augustus'un da
soyu olan lulü'lerin Troyalı Aeneas ve Ankhises'le
tanrıça Aphrodite'de kaynak buldukla
rını, Roma'nın Akdeniz'in en soylu haneda
nınca kurulduktan sonra düşman olarak bili
nen batı ile doğuyu büyük bir birlik içinde barıştırmış
olmasını göstermek, kendisinin de
Homeros gibi ozanların ozanına dayanıp
onun yolunda, ondan esinlenerek destan yazdığını
dile getirmekle Aeneis destanı gerçekten
çığır açmış, ilkçağla ortaçağ arasında
köprü kurmuştur. Aeneas'ı da yeni bir tip insan
olarak canlandırmış olması üstünde durmaya
değer. "Pius Aenas" (dindar Aenas) diye
anılan kahramanın tutum ve davranışı Homeros
destanlarındaki yiğitlerinkinden farklıdır.
"Pietas" diye tanımlanan kavram dine
saygıyı da aşan bir erdemdir, Augustus'un ve
Augustus çağı insanının ülkü bildiği geçmişe,
geçmişin değerlerine bağlılık, ulusal tarih ve
kültüre sonsuz saygı ile onu soylulaştırmak
için başka, yabancı da olsa benimsenen kaynaklara
bağlama çabası, kültüre hizmet için
en büyük örnekleri göz önünde tutarak yarat
alıkta onlara ulaşma amacı ve bu uğurda
sonsuz bir sorumluluk duygusu, bütün bunlar
"pietas" denilen kavramın içerdiği ve Aeneis
destanında canlandırılan Aeneas tipinin tam
bir başarıyla simgelediği erdemlerdir.
Aîolos. (1) Yunan ulusunun efsanelik atası
sayılan Hellen ile Orseis adlı Nympha'nın oğlu,
Tufan kahramanları Deukalion ile Pyrrha'
nın torunu, Doros ile Ksuthos'un kardeşi ve
Sisyphos, Arthamas, Kretheus ile Salmoneus'un
babası (Tab. 20).
Aiolos, Çanakkale yarımadasından Mende
res ırmağına kadar uzanıp, Midilli adasını d.ı
içine alan Aiolis kıyı bölgesine ve onlarda
oturan soyla, onun konuştuğu Aiol diline adını
vermiştir.
(2) Deniz tanrı Poseidon'un oğlu, yellerin
yöneticisi, Aiolos Notos, Boreas, Euros ile
Zephyros adlı dört büyük yeli bir tulum içinde
kapalı tutar ve ancak Zeus'tan aldığı buyruklarla
ortaya salar.
Odysseia destanında Odysseus'un Aiolos'un
adasına varışı anlatılır, bu ada şöyle ni-
Irlrniî:
Yıkılmaz tunçtan bir duvarla çevriliydi bu
yüzden ada,
şehir oturtulmuştu göğe yükselen bir
kayanın üzerine.
Aiolos konağında bir düzine çocuğu ile yiyip
içmekte, şölen yapıp gönül eğlendirmektedir.
Yeller tanrısı, Odysseus'u iyi karşılar,
tam bir ay konukladıktan sonra içine azgın
yelleri sımsıkı bağladığı sığır derisinden bir tulum
verir ona ve arkasından tatlı bir Zephyros
yeli salarak uğurlar gemisini. Böylece dokuz
gün dokuz gece giderler, İthaka topraklarına
yaklaşırlar ki, Odysseus uykuya dalar,
onu kıskanan yoldaşları da teknenin dibindeki
tulumu alıp çözerler. Yeller hep birden dışarıya
fırlar, korkunç bir fırtına kopar. Fırtına
Odysseus'un gemisini gerisin geri Aiolia adasına
atar, ama bu kez tanrı onu sert sözlerle
kovar, tanrıların lanetine uğramış bir adamı
tutmaktan çekinir. Odysseia'nın X. bölümünde
(1-79) anlatılan bu serüven destanın en
renkli öykülerinden biridir.
Aison. Kretheus'la Tyro'nun oğlu, İason'un
babası (Tab. 22). Kretheus'un Tesalya'da
kurduğu İolkos şehri kendisine miras kalır,
ama üvey kardeşi Pelias onu tahtından atıp
tutuklar, üstelik de oğlu İason'u Kolkhis'e altın
postu almaya gönderir, bu tehlikeli seferden
sağ dönmeyeceğine inanarak (Argonaut'lar).
Gerçekten de bir süre sonra lason'un
öldüğü haberi gelir. Pelias artık kardeşini korkusuzca
öldürmeyi göze alır. Ancak, Aison'un
boğa kanı içerek kendi kendini zehirlemesine
izin verir. Latin şairi Ovidius'a göre,
İason Medeia ile birlikte Yunanistan'a dönünce,
büyücü kadın Aison'u diriltmekle kalmamış,
onu bir iksirle gençleştirmiş de.
Aithcr. Esir, yani dünyayı saran hava tabakasının
üstündeki arı ve ışıklı gök. Hesiodos'a
göre Aither, Erebos ile Nyks, yani yeraltı
karanlığıyla, yeryüzü karanlığından dogmadır.
Aithiopcs. (Yun. yüzü yanıklar demek). Homeros
destanlarında sık sık adı geçen bu efV
sanelik ulus Okeanos kıyılarında, güneşin doğup
battığı uçsuz bucaksız bir ülkede oturur.
Güneşe böyle yakın oldukları için yüzleri yanmış
ve esmerleşmiştir. Sonsuz bir mutluluk
içinde yaşarlar, tanrılara kurbanlar kesip gün
boyu şölen yaparlar. Bu yüzden de Zeus, Poseidon
ve İris gibi Olympos tanrıları ülkelerine
sık sık uğrar, şölenlerine katılırlar.
Troya savaşının İlyada'dan sonraki bölümlerini
anlatan "Aithiopis" destanı (kayıptır)
adını bu ulustan aldığı gibi, baş kahramanı da
Eos'la Tithonos'tan doğma Aithiopia kralı
Memnon'dur (Memnon).
Aithra. Troizen kralı Pittheus'un kızı. Aigeus
kısırlığı konusunda kâhine danışmaya gittiği
Delphoi'den dönerken Troizen'de bir gece
kalmış ve tanrının cevabını doğru yorumlayan
Pittheus onun kızıyla yatmasını sağlamış,
bu birleşmeden de Theseus doğmuştu. Ne
var ki o gün Aithra tanrılara sunu sunarken
Posddion'a rastlamış ve deniz tanrı ile sevişip
kızlığını yitirmişti. Bu yüzden Theseus'un
tanrı oğlu mu, insan oğlu mu olduğu belli değildir.
Aithra'yı Aigeus'la birlikte yaşadığı Attika'dan
Dioskur'lar kaçırmışlar ve kardeşleri
güzel Helena'nın yanına hizmetçi olarak vermişler.
Bir söylentiye göre Helena'yı Paris'le
kaçmaya iten bu kadınmış. Troya düştükten
sonra torunları Aithra'yı kurtarmışlar, ama
Theseus'un ölüm haberini alınca Aithra canına
kıymış (Aigeus, Theseus).
Aius Locutius. Lat. "aio" ve "loquor" söz
söylemek, "aius locutus" ise söylenmiş söz
anlamına gelir.
Galya orduları Brennus komutanlığında Roma'ya
doğru ilerlerken (İ.Ö. 390) gökten gelen
bir ses, şehrin yaban ellerin saldırısına uğrayacağını
bildirmiş. Kimse bu sese kulak vermemiş,
ama sesin dediği doğru çıkmış: Galyalılar
Roma'ya saldırmış, şehri yakıp yıkmışlar,
yağma etmişler. Romalılar düşmanı kovduktan
sonra, diktatör Camülus tanrı sesinin
duyulduğu yerde bir tapınak yapılmasını buyurmuş
ve Palatinus tepesinin kuzey eteğinde
'Aius Locutius" denilen tanrısal varlığa tapınak
dikilmişti.
Akademos. Attika'lı kahraman. Akademos,
Theseus güzel Helena'yı kaçırıp Afrika'da alıkoyunca,
kız kardeşlerini aramaya gelen Dioskur'lara
kızın saklandığı yeri bildirmiş.
Akademos'un mezarı Atina'nın dolaylarında,
Kerameikos denilen bölgenin ötesindey-
99
AKI II I ( )( IS
di. Kutsal bir ormanla çevrili bu bölge de Platon
"Akademeia" adıyla anılan ünlu okulunu
kurmuştu. "Akademi" oradan gelir.
Akakallis. Kral Minos'un kızlarından biri.
Tanrı Apollon ile sevişmiş ve Miletos'u doğurmuş
(Miletos).
Akamas. (1) Antenor'la Theano'nun oğlu,
İlyada'da adı geçen Troya'lı yiğit. Akha'ların
kampına saldırıda önemli bir rol oynar. Meriones
tarafından öldürülür.
(2) Gene İlyada'da adı geçen ve Troya'lılar
safında dövüşen Trakya'lı önder. Telamon
oğlu Aias tarafından vurulur.
(3) Theseus'la Phaidra'nm oğlu, Troya savaşında
rol oynayan, ama İlyada'da adı geçmeyen
Akha yiğidi. Paris Helena'yı kaçırınca,
Akamas güzel kadını geri istemek için
Troya'ya elçi olarak gönderilir. Sonuç vermeyen
görüşmeler sırasında Priamos'un kızı Laodikeia
ile tanışır ve sevişir, bir oğulları bile
olur. Troya'nın düşmesine yol açan tahta atla
giren sekiz Akha yiğidinden biridir.
Akarnan. Alkmaion ile su perisi Kallirhoe'nin
oğlu, ünlü kâhin Amphiaraos'un torunu
(Tab. 23). Kendisi daha çocukken, babası,
Arkadya kralı Phegeus tarafından öldürülünce,
anası tanrı Zeus'tan oğlunun çabuk büyümesini
dilemiş, Akarnan birkaç ay içinde erginlik
çağına ermiş ve Phegeus'la çocuklarını
öldürerek öç almış. Sonra da batı Yunanistan'da
adını taşıyan Akarnania ülkesini kurmuş.
Akastos. İolkos kralı Pelias'ın oğlu (Tab.
22). Argonaut'lar seferine ve Kalydon avına
katılır. Pelias'ın kızları Medeia'nın öğütlerine
uyarak babalarını kesip kazanda kaynatınca,
Akastos kral olur ve İason'la Medeia'yı İolkos'tan
sürer (Pelias).
Kalydon avı sırasında Akastos'un başı derde
girer: Arkadaşı Peleus kaza ile kaynatası
Eurytion'u öldürür ve bu suçtan kendini arındırmak
için Akastos'un sarayına sığınır.
Akastos'un karısı Peleus'a tutulur, onu baştan
çıkarmaya uğraşır, başaramayınca, yiğidi
namusuna göz dikmiş olmakla suçlar. Akastos
konukluk yasalarını çiğnememek İçin Peleus'u
kendi eliyle öldürmek İstemez. Bir gece
av yorgunluguyla uykuya dalmış olan konugunu
dag başında silahsız olarak vahşi hay
vanlara yem olsun diye bırakır. Ama at adam
Kheiron Peleus'u kurtarır. Peleus da öfkesine
kapılıp gider, Akastos'la karısını öldürür.
Akhalar. Homeros destanlarında ve özellikle
İlyada'da Yunanistan yarımadasından gelip
Troya seferine katılan savaşçıların hepsine
birden "Akhaioi", "Danaoi" ya da "Argeioi"
denmektedir. İlk iki isim bir ülke adına dayanmayıp,
yalnız bir ırk ya da ulus adı olarak kullanıldığından,
İlyada çevirisinde "Akhalar" ve
"Danaolar" diye karşılanmış, Argos diye bir
kent bulunduğundan, Argos adı da genellikle
bütün Peloponez'e verildiğinden, "Argeioi"
deyimi "Argoslular" diye verilmiştir. Bu konu
için İlyada çevirisinin önsözünde daha ayrıntılı
bilgi bulunabilir (s. 25).
Akhates. Aineias'ın kara gün dostu. Troya
yangınından kaçan Aineias'ın yanından ayrılmamış,
onunla birlikte İtalya'ya kadar gitmiş
ve bütün serüvenlerini paylaşmış. Latince
"Fidus Achtes" diye anılan adı, sadık, vefalı
dost anlamına gelen bir deyim olmuştur.
Akheloos. Batı Yunanistan'ın Akarnania ile
Aitolia bölgeleri arasında akan en uzun ırmağı.
Hesiodos'ta (Theog. 340) ve Homeros'ta
(İl. XII, 84) adı geçen Akheloos Okeanos'la
Tethys'ten dogma üç bin ırmağın en büyüğü
ve ırmak tannlann kralı imiş.
Akheloos'un birçok öyküleri vardır: Herakles
destanıyla ilgili bir efsaneye göre, Akheloos
Kalydon kralının kızı Deianeira'ya aşıkmış,
ama ırmak tanrının biçimden biçime girme,
kimi zaman boğa, kimi zaman ejder olma
yetisinden ürken kız Herakles'Ie evlenmeyi
yeg görmüş. Bu yüzden güçlü yiğitle ırmak
tanrı arasında yaman bir güreş başlamış. İlk
karşılaşmada yenilen Akheloos koca bir yılan
kılığına girmiş, Herakles onu tam boğacakken
de azgın bir boğa oluvermiş. Bu kez yiğit
boğanın bir boynuzunu kopararak alt etmiş
Akheloos'u. Irmak tanrı Deianeira'dan vazgeçmiş,
ama boynuzu geri almak için Herakles'e
Zeus'un keçisi Amaltheia'nın çiçek ve
yemiş saçan bolluk boynuzunu vermiş; başka
bir öyküye göre, ünlü bereket boynuzu ırmak
tanrının kendi boynuzuymus, çünkü yaygın
AM-ltKUlN
toprakları sulayan ırmaklar bereketin simgesidir
(Deianeira, Herakles).
Akheron. Yeraltı dünyasını, ölüler ülkesini
bize ilk anlatan Homeros'tur. Onun ardından
Vergilius gelir ilkçağda, sonra da ortaçağın
en büyük şiiriyle Dante. Ama Homeros'un
taslağı, adları kavramlarıyla o gün bugün
hep yeni filiz veren bir ağaç gibi yaşar.
Yeraltında akan ırmakları şöyle tanımlar Homeros
(Od. X, 508):
Ama geçtiğin zaman Okeanos'u geminle,
Orada alçak kıpı var ve Persephone'nin
koruluğu,
uzun uzun kavaklar göreceksin, kısır
söğütler,
derin anaforlu Okeanos'un kıyısında çek
karaya gemini,
sonra çık yola, Hades bataklığına doğru,
orada Akheron'a Pyriphlegeton ve Kokytos
akar,
Styks'ten gelen sular da dökülür oraya.
Aeneas destanında da (Aen. VI, 295) anlatılan
Akheron çamurlu suların kaynayıp- burgaçlandıgı
dipsiz bir bataktır. Kharon'un kayıgıyla
bu çamur ırmağını geçtikten sonradır
ki varılır asıl Hades'e (Hades).
Akheron Yunanistan'ın Epir bölgesinde
akan bir ırmağın da adıdır. Belki ıssız bir bölgede
derin bir yarın içine dalıp kapkara bir batak
olarak denize döküldüğü içindir ki, ilkçağ
bu ırmağın yeraltı dünyasına aktığına inanmıştı.
Yanlış bir etimoloji adını "Acılar Irmağı"
(akhos, Yun. acı demek) diye tanımlardı.
Efsaneye göre Akheron Helios'la Gaia'nın
(güneşle toprağın) oğludur. Olympos tanrılarıyla
Titan'lar arasındaki savaşta susuzluktan
yanan devlere su içirdiği için Zeus'un lanetine
uğramış ve yeraltı ülkesine kapatılmıştır.
Akhilleus. Akhilleus Yunan mythos'una en
çok konu olmuş kişidir. Homeros'un büyük
İlyada destanı aslında İlyon, yani Troya şehrinin
destanı değil, Akhilleus'un destanıdır, bu
kahramanın bir eylemiyle başlar, bir eylemiyle
biter. Ne var ki İlyada'da anlatılan olaylar
Akhilleus efsanesinin ancak çok kısa bir bölümüdür.
Bu kahraman üstüne ilkçağın başından
sonuna dek uydurulan efsane ve masallar
o kadar çoktur ki, onları kapsayarak özetlemek
için, bölüm bölüm ayırmak gerekir.
(1) SOYU VE DOĞUŞU. Soy ağaçlarından
(Tab. 21) belli olduğu gibi Akhilleus, Peleus'la
Thetis'in oğludur. Thetis, bir Nereus kızı,
yani bir deniz tanrıçasıdır (Tab. 6), ama
Akhilleus ana tarafından olduğu kadar baba
tarafından da tanrılara ve en büyük tanrılara
bağlıdır: Dedesi Aiakos, Zeus'la Aigina'nın
oğludur, Aigina ise ırmak tanrı Asopos'un kızı
ve Okeanos ile Tethys'in torunudur.
Akhilleus'un. doğuşu üstüne anlatılan efsane
şudur: Nereus kızı Thetis'e tanrılar tanrısı
Zeus da, deniz tanrı Poseidon da âşıktırlar, o
kadar ki Zeus onunla evlenmeyi bile düşünür,
ama bir kâhin (bir anlatıma göre tanrıça Themis,
bir başkasına göre Prometheus) Zeus'a
haber verirler ki, Thetis'ten doğacak olan çocuk
kaderin buyruğuna göre babasından daha
güçlü olacaktır; bunun üzerine tanrılar
Thetis'i bir ölümlü ile evlendirmekten başka
çare bulamazlar ve kendisine koca olarak
Phthia kralı Peleus'u seçerler. Thetis bu evlenmeyi
oğlu Akhilleus için silah istemeye gittiği
Hephaistos'a yana yakıla şöyle anlatır (İl.
XVIII, 429 vd.):
Söyle, Hephaistos, Olympos'taki tanrıçalar
arasında,
yüreği benim gibi acılı biri var mı?
Zeus bunlar arasında bir bana verdi acıları,
bunca deniz tanrıçalarından bir beni verdi
ölümlü kocaya, Aiakos oğlu Peleus'a,
katlandım bir adamın yatağına girmeye,
istemeye istemeye, tiksine tiksine.
Thetis ile Peleus'un düğünü Tesalya'da Pelion
dağının tepesinde kutlanır, tanrıların
hepsi de hazır bulunurlar. Kavga tanrıçası
Eris'in düğüne çağrılmadı diye kızıp masanın
üstüne bir altın elma atması üç tanrıça arasındaki
güzellik yarışmasına yol açar (Paris).
Uğursuz başlayan bu evlilik uğursuz gider.
Gerçi Thetis'in birçok çocukları olur, ama bir
ölümlü ile evlendiğine üzülen ve çocuklarını
kendisi gibi ölümsüz kılmak isteyen Thetis
geceleri kalkar, onları ateşin üstüne tutarmış,
bundan amaç gövdelerindeki ölümlülük tohumlarını
yok etmekmiş. Birçok çocuğu böylece
yanarak öldükten sonra, bir gece Peleus
uyanmış, bakmış ki karısı olacak deniz kızı
küçük Akhilleus'u topuğundan tutmuş, aleve
vermiş. Tepesi atmış, çocuğu kaptığı gibi,
Thetis'i evinden kovmuş, bir ölümlüyle düşüp
kalkmaktan hoşlanmayan tanrıça da denizin
dibine dalmış, bir daha varmamış kocasının
yanına. Peleus yedinci çocuğu olan Akhilleus'u
böylece kurtarmış, ama çocuğun dudakları
ve sağ ayağının aşık kemiği yanmış, Peleus
hekimlikte usta olan at adam Kheiron'a
vermiş Akhilleus'u, o da yanan kemiği, koşmakta
üstüne olmayan bir devin iskeletinden
aldığı bir kemikle değiştirmiş (Kheiron), Akhilleus
da bu yüzden böyle hızlı bir koşucu
olmuş. Başka bir efsaneye göre Thetis oğlunu
ateş üstüne tutmamış da, Styks ırmağına
batırmış, böylece gövdesini silah işlemez hale
getirmiş, ama topuğundan tuttuğu için bir
orasından yara alabilirmiş. Nitekim Akhilleus
sonradan bu yerinden vurulup öldürülmüş.
(2) ÇOCUKLUĞU. At adamın yanında Akhilleus
büyütülür ve eğitilir. Kheiron'un anası
da, karısı da çocuğa bakmışlar, biraz yetişince
at adam ona öğretmediğini bırakmamış:
At yetiştirmesini, saz çalıp ezgi söylemesini,
güzel konuşmasını ve her şeyden önce
de kargı atmakta, savaşmakta, dövüşmekte,
araba sürmekte ve koşmakta kimseden geri
kalmamasını, çağın yiğitlerinin hepsinden üstün
olmasını. Erdemlerin her çeşidine de alıştırmış:
Acıya dayanmayı, yalan söylememeyi,
ölçülü ve dayanıklı olmayı hep Kheiron'dan
öğrenmiş. Akhilleus Kheiron'dan öğrendiği
hekimliği ve edindiği ilaçlan Troya savaşında
yaralılar üstünde kullanır. Kheiron'un yanında
Pelion dağında ne kadar kaldığı belli değildir,
İlyada'da Kheiron'dan eğitim gördüğü
gerçi söylenir, ama Troya'ya kendisiyle gelen
lalası Phoiniks onu nasıl büyüttüğünü şöyle
anlatmaktadır (İl. XI, 485 vd.):
Tanrıya benzer Akhilleus, seni ben getirdim
bu hale,
canım gibi sevdim, yetiştirdim seni
bensiz ne şölene gitmek isterdi canın,
ne de evde yemek yemek isterdi,
oturturdum seni dizlerimin üstüne,
etini keser, ağzına verir, dudaklarına
uzatırdım şarabı,
göğsümde gömleğimi ıslatırdm boyuna,
arsızlık eder, şarabı püskürtürdün
ağzından,
senin yüzünden neler çektim ben, neler.
(3) ALİN YAZİSİ. Akhaların en büyük kahramanı
Akhllleus'un, Troya savaşının başarı ve
başarısızlık şanslarını elinde tutan o yenilnez
savaşçının trajik bir yazgısı vardır, bunu kendisi
de, anası Thetis de şöyle dile getirirler (İl
I, 352 ve 414):
"Anaml Kısacık bir ömür sürmek için
doğurdunsa beni..."
"Uzun değil, kısacık bir ömür verdi kader
sana."
Akhilleus gerçi kaderini kendi seçebilir,
Thetis iki şıkkı şöyle dile getirmişti oğluna (Il..
IX, 411 vd.):
İki ayrı kader götürecek beni ölüme:
Burada kalır, savaşırsam Troya çevresinde,
tükenmez bir ün var, dönüş yok.
Dönersem yurduma, sevgili baba toprağına,
ünüm olmasa da çok yaşayacağım,
ölüm öyle çabucak gelip çatmayacak.
Akhilleus az yaşasa da ünlü yaşamayı seçmiş
ve bunun için Troya savaşına katılmaya
karar vermişti, ama anası (ya da babası) onun
ölmesini önlemek için bazı düzenler kurum
lardı. Bu konuda anlatılan ve İlyada'da izine
rastlanmayan efsane şöyledir: Akha öndetL
ri Troya seferine gitmek üzere hazırlığa başlayınca,
o zaman genç bir delikanlı olan
Akhilleus sefere katılmamak İçin Yunanistan'ın
karşısındaki Skyros adasına gönderilir
ve orada kral Lykomedes'in sarayında konuklanır.
Ne var ki Akhilleus kız kılığına girmiş
ve kralın kızları arasına karışmıştır. Haremde
yaşayan Akhilleus'a Pyrrha (kızıl saçlı)
adı verilmiş, bir söylentiye göre de Lykomedes'in
kızlarının biriyle sevişmiş ve ileride adı
geçecek oğlu Neoptolemos (Pyrrhus) da ondan
doğmuştu. Öte yandan Akhaların kâhini
Kalkhas'ın Akhilleus sefere katılmazsa Troya'nın
alınamayacağını bildirmesi üzerine,
Odysseus yiğidi aramaya çıkar, Skyros'a varınca
kurnazca bir düzen tasarlar, gezgin satıcı
kılığına girip Lykomedes'in haremine sokulur
ve kızların, kadınların önünde bohçasını
açıp bir sürü kumaş dokuma ve işleme serer
önlerine, ama bohçanın dibinde birkaç
kıymetli silah da vardır, Pyrrha kılığındakl
Akhilleus bunları görünce dayanamaz, onları
almaya, kullanmaya can atar, böylece kimli
ğini açığa vurur. Odysseus da onu peşine takı))
Akha ordusunun toplandığı Aulls'e getirir.
AKHİLLEUS
(4) TROYA SEFERİ. İlk çıkarmanın Troya'nın
çok güneyinde Mysia bölgesine olduğu
anlatılır. Akhalar Troas'a vardıklannı sanarak
hemen yağmaya koyulurlar. Mysia'ya
yerleşmiş olan Herakles'in oğlu Telephos onları
karşılar, aralarında savaş başlar. AkhiUeus
kargısıyla Telephos'u yaralar. Sonra da
saldırganlar yanlış bölgeye çıktıklarını anlayarak
denize açılırlar, ama bir fırtına onları gerisingeri
Yunanistan kıyılarına atar. Bu kez Aulis'ten
değil, Argos'tan yola çıkmaya hazırlanırken,
Telephos çıkagelir, Akhilleus'tan aldığı
yara iyileşmiş değildir, tanrı sözcüğü bu yarayı
ancak Akhilleus'un iyi edebileceğini bildirmiştir
(Telephos).
Akha donanması Argos'tan Aulis'e varır.
Burada rüzgârların esmesini sağlamak için
İphigeneia'nın kurban edilmesine karar verilir.
Akhillus bilmeden bu işe alet olur, Agamemnon
kızını güya Akhilleus'a nişanlamak
için getirtir Aulis'e. Akhlleus durumu anlayınca,
önlemeye çalışır, ama başaramaz (Iphigeneia).
Akhilleus'un iyileştirdiği Telephos'un kılavuzluğunda
gene Anadolu kıyılarına doğru
yola çıkılır ve Tenedos adasında durak yapıhr.
Bir efsaneye göre, Akhillus orada Agamemnon'la
ilk kez kavgaya tutuşur ve Apollon'un
oğlu Tenes'i öldürür (Tenes). Anası Thetis'in
bildirdiği bir tanrı buyaıguna göre, Akhillus
Apollon oğlunu Öldürürse Troya önünde silahla
öldürülmekten kurtulamayacaktır.
Troya önünde dokuz yıl kalınır. Bu sırada
Akhilleus'un komşu bölgelere yaptığı çapulculuk
seferleri İlyada'da ayrıntılarıyle anlatılır:
Mysia'nın Thebe şehrinde Andromakhe'nin
babası Eetion'u öldürüp, şehri yağma eder,
Lyrnessos'tan Briseis'i, Khryse'den Khryseis'i
tutsak olarak alır, getirir, bu arada Patroklos
ile birükte Ida dağındaki Troyalı sürülere
saldırır, çobanları Aineis'le kavgaya tutuşur.
Bu dokuz yıl böyle geçtikten sonra, savaşın
onuncu yılında Ilyada destanına konu olacak
olaylar baş gösterir. İlyada'nın konusu, bilindiği
gibi, Akhilleus'un öfkesi, küsüp savaştan
çekilmesi ve Patrokolos'un ölümünden sonra
gene savaşa dönüp Hektor'u öldürmesidir.
Bu olayların birbirini nasıl izlediği İlyada maddesinde
anlatılmıştır. Biz burada Akhilleus'un
kişiliği ve karakteri üstünde duralım.
(5) AKHİLLEUS'UN DRAMI. AkhiUeus, Homeros
destanının baş kahramanı, kollarından,
bacaklarından güç ve canlılık fışkıran,
tanrıça oğlu ve tanrılara denk AkhiUeus yalnız
kaba kuvveti mi simgeler? Kimsenin karşı
gelemediği, düşmanlarını titreten, insafsızca
kesip biçen, saldırıya geçti mi "ovada bir yıldız
gibi parlayan" Akhillus yalnız üstün bir
savaşçı ve üstünlüğünü bildiği için de gururlu,
onurlu, inatçı ve alıngan, çetin, hırslı, zaUm
ve duygusuz bir adam gibi mi gösterilir İlyada'da?
Homeros yiğitlerin yiğidini gerçi bu
vasıflarla donatmış, bize hem olumlu, hem
olumsuz görünen bu nitelikleri en parlak ve
çarpıcı renklerle belirtmiştir, çünkü sanatı ondan
yanadır, ama yüreği ondan yana değil,
yüreği yurdunu savunan durgun, ölçülü, erdemli
kahraman insan Hektor'dan yanadır
Homeros'un. Gene de, tıpkı bir romancı gibi
Akhilleus'u bir insan olarak canlandırmayı
amaç edinir ve akla karayı gereğince karıştırarak,
eşine az rastlanır bir ustalık ve dünyanın
başka hiçbir destanında görülmeyen eleştirici
bir anlayışla onu hem iyi, hem kötü bir
adam olarak çıkarır karşımıza. Akhillus böylece
içinde karşıt eğilimlerin çarpıştığı gerçek
bir insan oluverir, yaşantısı da gerçek bir
dram olarak canlanır gözümüzde.
Akhilleus'un Agamemnon'a karşı öfkesinin
asıl nedeni sömürüye karşı ayaklanmadır:
Kendisi hiçbir çıkar gütmeden savaşır, didinir,
payı başkomutan alır (İl. I, 165 vd.):
Kıyasıya savaşta benim kollarım görür en
büyük işi,
ama bölüşmede payın en okkalısı sana
gider,
Hem onur payımdan olayım, hem burada
kalayım, ha,
mal, mülk sahibi edeyim diye seni?
Agamemnon özür dileyip eünden aldığı Briseis'i
geri vermeye razı olunca, Akhillus
dönmek istemez, erkektir, yapılan haksızlığı
unutamaz. Bu kırgınlığını da şu basit, insanca
sözlerle dile getirir (İl. IX, 340 vd.):
Bir Atreus oğulları mı sever karılarım?
Sever, korur karısını duygulu, akıllı her
adam.
Ben de yürekten seviyorum benimkini,
kazanmışım onu ben kendi kargımla.
AKKIMt )!
Agarnemnon oyun oynadı bana, aldı onur
payımı,
beni bir daha kandırmaya kalkmasın sakml
Acı ağır basınca bir çocuk gibi ağlar dövünür
Akhilleus, anasına yalvarır gelsin kurtarsın,
çare bulsun, avutsun diye. Briseis götürülünce
çağırır onu, Patroklos ölünce çağırır
onu. Yırtınır canından çok sevdiği dostunu
koruyamadı diye.
Bin pişman olur insanın aklını başından
alan öfkeye, insanları birbirine düşüren kavgaya.
Ama bu kez Patroklos'un öcünü alacağım
diye kudurür, ırmak başında doğradığı
yüzlerce düşmanın kanından kara toprak kızıl
ırmağa döner, tanrılar bile dayanamaz bu
manzaranın dehşetine (İl. XXI).
Aynı acımak bilmez azgınlıkla canını almaktadır
yere serdiği Hektor'un, yalvarmalarına
şöyle karşılık verir (İl. XXII, 345 vd.):
Dizlerime sarılma, köpek, yalvarma bana
anan, baban admal
Gönlüm, yüreğim kışkırtıyor beni,
diyor, şunun etini parçala, çiğ çiğ ye,
senin bana bu yaptıklarından sonra,
kimse uzaklaştırmaz başından köpekleri,
getirseler bana kurtulmalığın on katını,
yirmi katını,
tartsalar şurada, daha çok veririz deseler,
Dardanos oğlu altın koşa teraziye senin
ağırlığınca,
döşeğine yatırıp ağlamayacak sana seni
doğuran,
köpekler, kuşlar yiyecek bütün bedenini,
Ama tutmaz sözünü, bir tanrının barakasına
getirdiği ihtiyar Priamos'u görünce şaşırır,
yüreği dayanamaz bahtsız kralın ağlamalarına,
kendi babasını hatırlar, Patroklos'a ağlar,
iki düşman hıçkıra hıçkıra dövünürler karşı
karşıya, sonra (İl. XXIV, 514 vd.):
Akhilleus oturduğu yerden birdenbire
kalktı,
tuttu elinden kaldırdı ihtiyarı,
acımıştı ak sakalına, ağarmış başına.
Kanatlı sözlerle seslendi ona dedi ki:
"Talihsiz adam, ne acılar çekmiş yüreğin!
Nasıl göze aldın gemilere gelmeyi tek
başına,
nasıl göze aldın benim gözüme görünmeyi?
Ben ki öldürdüm nice soylu oğullarını
senin.
Demirden bir yürek varmış göğsünde,
Hadi gel, otur üstüne şu iskemlenin,
ko uyusun bağrında acılar.
Ne yapalım yasımız çok büyükse,
ne çıkar yürek donduran iniltilerden!
Talihsiz ölümlülere tanrılar şu kaderi
dokudu:
Yaşayacak insanlar acı içinde".
Priamos'u avutmak, konuklamakla kalmaz,
gider, Hektor'un ölüsünü kendi yıkar, hazırlar
ve babasına verir. Genç, yiğit ve ihtiyar
baba bakarlar birbirlerine doya doya, sevgiyle
diyeceğim, çünkü ihtiyar, genç adamda kendi
oğlunu, genç adam da ihtiyarda kendi babasını
görür gibi olur. Savaş, düşmanlık, kin ve
öfke yok olup gitmiştir, iki insandır karşı karşıya.
(6) AKHİLLEUS'UN ÖLÜMÜ. bk. Memnon,
Pentbesileia.
Akontios. Keos adasında yaşayan çok yakışıklı
bir delikanltymış. Günün birinde Artemis
şenliklerine Delos'a gitmiş ve yolda Atina'nın
en soylu ailelerinden birinin kızı olan Kydippe'ye
rastlamış. Görür görmez de tutulmuş
ona. Ama soylu olmadığı için kızı kendisine
vermeyeceklerini bilen Akontios bir düzene
baş vurmuş, bir ayva alıp üstüne şu sözleri
kazmış: "Artemis tapınağı üzerine ant içiyorum
ki ben Akontios'a varacağım!" ve ayvayı
kızın önüne atmış. Ayvayı eline alan Kydippe
üstündeki yazıları yüksek sesle okumuş, meyveyi
sonra da fırlatmış atmış, ama yemini yemin
sayılmış. Atina'ya döndükten sonra babası
kızını üç kez nişanlamış, ama tanrıça Artemis
hep bir hastalık çıkararak kızın evlenmesine
engel olmuş. Delphoi tanrı sözcüsü
Akontios'un düzenini açığa vurunca Kydippe'yi
Akontios'a vermekten başka çare kalmamış.
Akrisios. Abas'ın Proitos ile Akrisios adında
ikiz oğullan olmuştu (Tab. 10). Ataları
Aigyptos ile Danaos'un düşmanlığını özlerinde
taşıyan bu ikizler daha ana karnındayken
dövüşmeye başlamışlar. Babalan ölünce Argos'ta
kimin kral olacağı konusunda birbirlerine
girmişler. Uzun bir savaştan sonra üstün
gelen Akrisios Proitos'u Lykia'ya sürerek
tahta oturmuş. Proitos da Anadolu kıyılarında
kral lobates'in kızı Anteia ile evlenmiş,
k.ıyn.il,ısından aldığı bir ordu ile Yunanistan'a
dönmüş ve Kyklop'ların koca taşlardan
bir surla çevirdikleri Tiryns'e kral olmuş. İkiz
kardeşler de bir anlaşmaya varmışlar. Argos
ilini ikiye bölerek hüküm sürmüşler.
Akrisios'un Danae adlı bir kızı vardı, bir oğlu
da olsun diye Delphoi tapınağına başvurduğunda,
tanrı sözcüsü Danae'nin bir erkek
çocuk doğuracağını, ama torununun kendisini
öldüreceğini bildirmiş Akrisios'a. Telaşa
düşen kral, kızının herhangi bir erkekle ilişki
kurmasını önlemek için çepeçevre tunçla örtülü
bir odaya kapatmış onu. Ama Zeus gönül
vermişmiş Danae'ye, çarasini bulmuş, altın
yağmuru halinde akmış çatı aralığından
Danae'nin içine kadar. Danae Perseus'u doğurmuş.
Olup bitene akıl erdiremeyen Akrisios
kızıyla torununu bir sandığa kapatarak denize
atmış. Ana-oğul Seriphos adasında karaya
çıkmışlar. Perseus binbir kahramanlık yaptıktan
sonra Argos'a dönmek istemiş. Haberi
alan kral Tesalya'da Larissa şehrine kaçmış.
Kader gene de yakasını bırakmamış: Bir rastlantıyla
Larissa'da düzenlenen yarışmalara
katılan Perseus disk atarken, yel almış attığı
diski Akrisios'un kafasına indirmiş, Argos
kralı da böylece ölmüş (Danae, Perseus).
Aktaion. Çoban Aristaios'la Autonoe'nin
oğlu, Thebai'li bir avcı (Tab. 18). At adam
Kheiron'un Kithairon dağlarında yetiştirdiği
Aktaion öyle yaman bir avcı olmuş ki, onun
üstüne yokmuş bütün bölgede. Gurura kapılmış
Aktaion, tanrıça Artemis'ten de usta avcı
olmakla övünmüş, bununla da kalmayıp günün
birinde tanrıçayı derede yıkanırken çıplak
görmüş. Bu küstahlığa içerleyen tanrıça
Aktaion'u bir geyik haline dönüştürmüş ve elli
köpeğini de üstüne salmış. Parçaladıkları
geyiğin kendi efendileri olduğunu anlamayan
köpekler uluyarak Aktaion'u aramaya koyulmuşlar,
böylece Kheiron'un mağarasına kadar
gelmişler. At adam da hayvanları avutmak
için Aktaion'a benzer bir heykel yapıp
önlerine dikmiş (Kheiron).
Aleksandros. Priamos'un oğlu Paris'in başka
bir adı (Paris).
Alekto. Öç tanrıçaları Erinys'lerin biri. Adı
"öfkesi dinmez, barışmak bilmez" anlamına
gelir (Erinys),
28
Alkaios. Perseus ile Andromeda'nın oğlu,
Amphitryon'un babası (Tab. 13). Amphitryon
yiğit Herakles'in ölümlü babası olduğundan,
Herakles'e ilkin Alkaios oğlu anlamına
gelen Alkides adı verilmiş, sonra değiştirilmişti
(Herakles). Yiğit birçok şiirlerde bu isimle
anılır.
Alkathoos. Pelops ile Hippodameia'nın oğlu.
Atreus ile Thyestes'in kardeşi (Tab. 14).
Oğullarından biri bir aslan tarafından parçalanan
kral Megareus kızını canavarın hakkından
gelecek adama vereceğini bildirince.
Alkathoos bu işe talip olmuş ve aslanı öldürmüş.
Böylece kızla birlikte krallığı da elde etmiş.
Kaynatası Megareus'un kurduğu Megaira
şehri Girit'lilerin saldırısına uğrayınca, yıkılan
surları yeniden yapmakta tanrı Apollon
Alkathoos'a yardım etmiş. Tanrı bu işi yaparken
lyra'sını bir taşa dayamış, o taş tarihsel
çağlarda da, üstüne vurulduğu zaman ses çıkarılmış.
Alkestis. Pelias'ın kızı, Admetos'un karısı
(Tab. 22). Kadınlar arasında yiğitlik ve fedakârlık
örneği olarak gösterilen Alkestis Euripides'e
en güzel tragedyalarından birini esinlemiştir.
Genç ve güzel Alkestis kocası Admetos uğruna
ölmeye razı olur (Admetos). Zehri içmiş,
can vermiş ve cenazesi mezara indirilmiştir
ki, ağıtlarla, iniltilerle çınlayan saraya
Admetos'un dostu Herakles çıkagelir. Alkestis'in
öldüğünü duyunca, ölüm tanrı Thanatos'un
peşine düşer, onunla boğuşur ve Alkestis'i
kolları arasından koparıp Admetos'a
geri getirir. Bir başka anlatıma göre, ölüler
ülkesinin acıma nedir bilmeyen tanrıçası Persephone
Alkestis'i görünce yumuşamış ve
onu daha genç ve daha güzel olarak yeryüzüne,
diriler araşma geri göndermiş.
Alkides. Herakles'e verilen bir addır (Alkaios,
Herakles).
Alkidike. Salmoneus'un karısı, Aison ile îason'un
ataları (Tab. 22).
Alkimede. Aison'un karısı, lason'un anası
(Tab. 22).
Alkinoos. Agamemnon İlyada'nın sevimsiz
kralıysa, Alkinoos Odysseia'nın sevimli, konuksever,
uygar ve halkseveı kratıdıı Bugün
Korfu adası olduğu genellikle benimsenen
Sklıerie'ye yerleşmiş, denizci blı ulus olan
Phaiak'ların başıdır. Alkinoos, ülkesinin önderleri,
danışmanları ile birlikte yönetir ulusunu,
on iki kralın on üçüncüsü sayar kendini.
Ama biz Alkinoos'u Homeros'un arzından
dinleyelim, Odysseia'da bundan daha güzel,
daha cana yakın, tadına doyulmaz bir parça
yoktur. Phaiak'ları şöyle anlatır (Od. VI, 4
vd.):
Eskiden Phaiak'lar engin Hypereia'da
otururdu,
güçte üstün, zorba Tepegözlere yakın,
Tepegözler onların topraklarım boyuna
yağma ederlerdi.
Tanrı yüzlü Nausithoos on/arı kaldırdı,
götürdü, yerleştirdi Skherie'ye,
alın teriyle yaşayan insanlardan uzağa.
Dört yandan surla çevirmişti kenti,
evler kurmuş, tapınaklar yapmıştı tanrılara,
tekmil toprakları dağıtmıştı.
Ama o çoktan boylamıştı Hades ülkesini,
düşünceleri tanrılardan gelen Alkinoos
kraldı şimdi.
(Od. VII, 11):
Tekmil Phaiak'ları yönetirdi Alkinoos
halkı sayardı onu bir tanrı gibi.
Ama bu saygının asıl nedeni Arete ile evlenmiş
olmasıdır. Arete erdem demek, bakın
Alkinoos eşini nasıl baş tacı eder (Od. VII, 67
vd.):
Alkinoos kendine karı aldı onu.
Arete'yi öyle saydı, öyle saydı ki,
hiçbir kadın böyle sayılmadı yeryüzünde,
erkeğinin buyruğunda, evinde yaşayan
hiçbir kadın,
hem kocası, hem çocukları saydı onu
yürekten,
halk da bir tanrıça gibi baktı ona,
tatlı sözlerle selam verirlerdi şehre inince o,
çok akıllıydı, iyi yürekliydi de ondan,
yatıştırırdt bütün kavgalarını erkeklerin!
Öyle bir cennettir ki Alkinoos'un ülkesi,
Batı yazınında ilk "ütopya" diye tanımlayabiliriz
onu. İç ve dış düzeni Odysseus'a bile parmak
ısırtacak gibidir. Homeros bir mimarlık
baş eseri olan bu sarayı anlatmakla bitiremez
(Od. VI, 263 vd.).
Alkinoos sarayinin iç düzeni daha az parlak
değildir: Şiir, oyun, yarışma Phalak'lann yaşamında
büyük yer tutan uğraşlardı Ozan
Demodokos'un Troya savaşından söz açması
üzerinedir ki, Odysseus kimliğini açığa vur
mak zorunda kalır ve serüvenlerini anlatmaya
girişir (Demodokos). Ama Alkinoos'un dünya
görüşü ve insanlık anlayışı sanata saygı İle
de bitmez. Özgürlüğe olan eğilimi ilk ve orta
çağlan çok aşan modern denebilecek bir nitelik
taşır. Konukluk kurallarına uyarak Odysseus'u
hemen, kim olduğunu, nereden geldiğini
sormadan benimser, istediği an gemileriyle
onu yurduna göndermeye hazır olduğunu bildirir
ve bu sözünü hiç gecikmeden yerine getirir.
Odysseus'u öyle beğenmiştir ki, kendisine
damat edinmeyi özler, ama en ufak bir
baskıda bulunmaz, giderek, konuğuna kılavuzluk
etmedi diye kızı Nausikaa'yı kınar (Od.
VII, 299 vd.):
Benim kızım ödevini tam yapmamış,
konuğum,
madem hizmetçileri vardı yanında,
ve madem sen yalvardtydm ona ilkin,
ne diye evimize getirmedi alıp seni?
Karısı Arete'ye saygısı da Homeros destanlarında
görülen kadına değer vermenin daha
yüksek bir aşamasını yansıtır. Kadın, adı üstünde
Erdem'in kendisidir ve erkeğin başaramadığı
bazı edimleri daha bir incelikle, duyarlıkla,
insanseverlikle yerine getirebilir diye
saymakta, sevmektedir onu. Phaiak'ların sarayında
asıl onun sözü geçmektedir. Nausikaa
da bunu bildiği içindir ki, Odysseus'un saraya
varınca dosdoğru Arete'nin dizlerine kapanmasını
salık verir ona (Od. VI, 310 vd.).
Konukseverlikte de, cömertlikte de ilk işmarı
veren Arete'dir, yalnız Alkinoos değil,
bütün Phaiak önderleri de danışmanları da
uyarlar sözüne. Yatağı o yapar, sandığı o hazırlar,
rahatını o sağlar konuğun. Anasının kızı
olan Nausikaa da kurtarmamış mıydı Odysseus'u
ölümden? (Nausikaa). Erkeği kadınsız
olarak düşünmek olanaksızdır Homeros
destanlarında. Kadın erkeğin mutluluğudur.
Odysseia'ya üstün uygarlık havasını veren kişiler
Arete, Nausikaa, Penelope gibi insanlı
gın daha ince, daha duyarlı ve becerikli yönü
nü simgeleyen kadınlardır.
• M ,
ALKMAİON
Alkmaion. Argos'lu kâhin. Amphiaraos. ile
Eriphyle'nin oğlu (Tab. 23). Amphiaraos,
öleceğini bildiği Thebai seferine katılmadan
önce, oğullarına analarını cezalandırmak görevini
yüklemişti. Epigon'lar diye anılan Yediler'in
oğulları ikinci Thebai seferine önder
olarak Alkmaion'u seçmişlerdi, bir tanrı sözü
Alkmaion başlarına geçerse zafer kazanacaklarını
bildirmişti çünkü. Gene de ikircikliydi.
Alkmaion, babasının can verdiği kente
gitmekten çekiniyordu. Bu kez de Eriphyle
işe karıştı: Harmonia'nın gerdanlığından
sonra, tanrı armağanı ünlü "peplos"unu da
rüşvet alarak oğlunun sefere çıkmasını sağladı.
Savaşta Epigon'lar üstün geldiler. Alkmaion
Eteokles'in oğlu Thebai kralı Laodamas'ı
kendi eliyle öldürdü ve Polyneikes'in
oğlu Thersandros'u tahta oturttu (Epigon'
lar).
Dönüşte Alkmaion Delphoi'ye uğradı, anasını
öldürmek görevini yerine getirmenin gerekli
olup olmadığını sordu, tanrıdan olumlu
cevap alınca Argos'a döndü ve Eriphyle'yi öldürdü.
Ama öç perisi Erinys'ler hemen takıldılar
peşine, ülkeden ülkeye kovaladılar onu.
Önce Arkadya'da Oikles'in yanına sığınır,
orada da rahat bulamayınca, Psophis kralı
Phegeus'un sarayına varır. Phegeus onu suçundan
arındırır ve kızı Arsinoe'yle evlendirir.
Ne var ki Psophis topraklarında korkunç
bir kuraklık baş gösterir, gene Delphoi tapınağına
baş vurulur ve tanrı sözcüsü Alkrnaion'un
ikinci bir kez arındırılması gerektiğini
bildirir. Gene yollara düşen ana katili ırmak
tanrı Akheloos'un yanına varır. Orada, ırmak
ağzında anasının ölümünden sonra meydana
gelmiş bir toprak üstünde ırmak tanrı Alkmaion'u
bir daha arındırır. Akheloos da ona kızı
Kallirhoe'yi verir, ama kız ona varmak için
Harmonia'nın gerdanlığı ile peplos'unu şart
koşar. Alkmaion gene Psophis'e dönüp Phegeus'tan
ister bunları, Apollon'un tapınağına
adayacağını söyler. Yalan meydana çıkınca
Phegeus konukluk kurallarını bozmamak için
Alkmaion'u kendi eliyle değil, oğullarının
eliyle öldürür. Kallirhoe'nin yakarması üzerine
çabuk yetişen oğlu Akarnan kan davasını
sürdürerek Phegeus'un oğullarını öldürür,
Harmonia'nın uğursuz süslerini de Apollon'a
adak olarak Delphoi tapmağına verirler.
Alkmene. Mykene kralı Elektryon'un kızı
(Tab. 13). Kaza ile babasını öldüren amca
oğlu Amphitryon'la evlenmeye razı olur,
ama önce, kardeşlerini öldüren Taphos'luları
cezalandırmasını ister ondan. Amphitryon bu
işi yapmaya gitmişken, Zeus Amphitryon kılığında
Alkmene'nin yatağına girer, birleşir
onunla. Söylentiye göre, bu sevişme üç tam
gün sürmüş, Zeus güneşe bu süre dolmadan
görünmemesini buyurmuşmuş çünkü. Tanrı
bu süre içinde Herakles'i ana rahmine yerleştirmiş.
Aynı gece sabaha karşı seferden dönen
Amphitryon da güzel karısına kavuşur.
Ne var ki kocasının biraz önce boş bıraktığı
yatağa gene döndüğünü görünce Alkmene
de, karısından fazla bir iltifat görmeyince
Amphitryon da şaşmışlar. Daha sonra aldatıldığını
öğrenen Amphitryon Alkene' yi diri diri
yakmak istemiş, ama Zeus odun yığınını,
üstüne yağmur yağdırarak söndürmüş. Amphitryon
da tanrı buyruğuna boyun eğerek,
karısının bir gece aralıkla doğurduğu Herakles'le
İphikles'i bağrına basmış. Kocası ölünce,
Alkmene oğullarının izinden gitmiş. Herakles
tanrılara karışınca, Eurystheus'un hışmından
kurtulmak için Atina'ya sığınmış,
sonra da oğluna bunca eziyet yapan o kral da
can verince, gözlerini oymuş. Ömrünün son
günlerini gene Thebai'de geçirmiş, çok yaşlı
olarak ölen sevgilisini Zeus Mutlular Adasına
götürüp, yeraltı yargıcı Rhadamanthys'le evlendirmiş.
Onun üstüne hiçbir ölümlü kadınla
da ilişki kurmamış Zeus (Amphitryon, Herakies).
Alkyone. Rüzgârlar kralı Aiolos'un kızı Alkyone
Sabah Yıldızının oğlu Keyks'le evlenmiş.
Karı-koca öyle mutluymuşlar ki Zeus ile
Hera'ya benzetirlermiş kendilerini. Tanrılar
kıskanmış bu mutlu yuvayı, Alkyone ile
Keyks'i birer deniz kuşu haline getirmişler.
Alkyon denilen bu masal kuşu, yuvasını dalgalar
üstünde kuran bir çeşit martı imiş. Ovidius
bu öyküyü biraz değişik biçimde anlatır:
Günün birinde Keyks denizaşırı bir tapınağa
gidecek olmuş. Alkyone yalvarmış gitmesin
diye, ama dinletememiş. Yolda Keyks korkunç
bir fırtınaya tutulmuş, gemisi batmış,
kendisi de boğulmuş. Dalgalar ölüsünü kıyıya,
dönüşünü gözleyen Alkyone'nin önüne
Al II IAIA
atmış. Alkyone de kendini dalgalara bırakınca
tanrılar acımış bu karı-kocaya, ikisini de
deniz kuşu yapmışlar. Dişisinin de denizde
kuluçkaya yatabilmesi için Zeus Aiolos'a kış
dönümünden yedi gün önce ve sonra yelleri
dindirmesini buyurmuş.
Alkyoneus. (1) Gök ile Toprak tanrıların
meydana getirdikleri devler arasında en güçlülerinden
biri. Hesiodos'un Theogonia'sında
adı geçmez, Makedonya'daki devler savaşına
katılmış, ama onu yere sermek olanaksızmış,
çünkü anası Toprağın üstüne düştükçe doğrulur,
kalkarmış. Herakles bu yüzden onu
sırtlanıp başka bir ülkeye götürmüş ve bir okla
öldürmüş (Herakles).
(2) Delphoi'li güzel bir delikanlı. Ülkeyi kana
boyayan Lamia canavarına yem olmak
üzere seçilmiş. Yolda rastladığı bir başka delikanlı
onun yerine kurban olmayı kabul etmiş,
canavarın mağarasına girmiş, onu kafasından
yakalayarak yere çalmış ve ezmiş (Lamia).
Aloeusoğulları. Aloeus'un karısı İphimedeia
tanrı Poseidon'a aşıkmış, her gün deniz kıyısına
gider, eliyle su alıp göğsüne dökermiş.
Sonunda tanrı birleşmiş onunla, iki oğulları
olmuş: Otos ile Ephialtes. Ölümlü babaları
Aloeus olduğu için Aloeusoğulları deniyor
bunlara. Devmiş her ikiside: Her yıl bir karış
enine, bir kulaç da boyuna giderlermiş, öyle
ki dokuz yaşına vardıkları zaman tanrılara
savaş açmaya karar vermişler. Bunun için de
Ossa dağını Olympos'un üstüne bindirip tepesine
de Pelion dağını oturtarak göğe tırmanacaklarını,
denizleri topraklarla örtüp
kurutacaklarını, denizle karanın yerini değiştireceklerini
bildirmişler. Üstelik de âşık oldukları
Hera ile Artemis'i kaçırmayı tasarlamışlar.
Tanrıların başına açtıkları dertlerden
birini Homeros şöyle anlatır Ilyada'da (V,
385):
Ares de bu yüzden çok acılar çekti,
Otos'ia güçlü Ephialtes, Aloeus'un iki oğlu,
vurdular onu kalın zincirlere,
tunç bir küpte kapalı kaldı tam on üç ay!
Hermes kurtarır Ares'i, ama savaş tanrı bitkin
durumdadır. Tanrıların canına tak der sonunda,
cezalarını verirler bu azmanların. Rlı
anlatıma göre Zeus yıldırımla çarpar, İMşk.ı
bir anlatıma göre Apollon okl.ırıyl.ı öldürül
onları. Cezalan Hades'te de sürdürülür! Yılanlarla
bir sütuna bağlı oldukları halde bir
baykuşun durmadan ulayarak ötmesini dinlemek
zorundadırlar.
Alpheios. Peloponez'de, Elis ile Arkadya
bölgeleri arasında akan bir ırmak. Bütün ırmaklar
gibi Okeanos ile Tethys'in oğlu sayılır.
Artemis ve nympha'lara saldırıları masal
konusu olmuştur: Günün birinde Artemis
nympha'larla ırmak ağzında şenlik yaparken,
Alpheios onlara yaklaşmak istemiş, periler
de yüzlerine çamur sürerek kendilerini tanınmaz
hale getirmişler. Alpheios su perisi Arethusa'ya
da tutkunmuş, onu Sicilya'ya dek
kovalamış (Arethusa).
Alphesiboia. Dionysos'un tutkun olduğu
Asya'lı nympha. Tanrı onu elde etmek için
binbir çare düşünmüş, sonunda bir kaplan
olup kızı kovalamaya başlamış. Koşa koşa bir
ırmağın kıyısına gelmişler, kız ırmağı geçebil
mek için tanrının kollan arasına girmeye razı
olmuş. Dionysos'tan gebe kalıp Medos'u doğurmuş.
Medos, Med'ler boyuna adını verdiği
gibi, geçilen ırmağa da Tıgris (Dicle) yani
Kaplan ırmağı denmiş.
Alpos. Sicilya'da yaşayan korkunç bir dev.
Yolcuları pusuya düşürür, kayalar altında
ezer, sonra yermiş. Bu devi tanrı Dionysos
öldürmüş: Thyrsos değneğini boynuna atınca,
dev çarpılıp denize, altında Typhon devinin
bulunduğu adanın yanına düşmüş.
Althaia. Kalydon kralı Oineus'un karısı, Meleagros
ve Deianeira'nın anası. Oğlu Meleagros
yedi günlük iken Kader tanrıçaları Althaia'ya
gelmişler ve ocaktaki bir odunu göstererek,
bu odun yanıp kül olunca Meleagros da
ölecek demişler. Bunu duyunca Althaia ocağı
hemen söndürmüş ve odunu alarak bir sandığa
saklamış. Ne var ki Meleagros Kalydon
avı sırasında Althaia'nın kardeşleri olan dayı
larını öldürmüş. Anası da öfkeye kapılarak
sakladığı yarı yanmış odunu alıp ateşin içine
atmış. Odun çabucak tutuşup kül olmuş, Mr
leagros da o saat ölmüş. Althaia yaptığına
bin pişman olup canına kıymış (Melcautoa).
/\ı ı r.
Altis. Olympia şehrinin yöresinde Zeus'a
adanmış kutsal orman. Ünlü yontucu Pheidias'ın
atelyesi bu korulukta imiş.
Amaltheia. Birçok efsanelere göre, Amaltheia
Rheia'nın, çocuklannı doğar doğmaz
yutan Kronos'tan kurtulup Girit'e kaçırdığı
Zeus'a dadılık eden nymphanın adıdır. Amaltheia
çocuğu İda dağındaki bir mağaraya götürmüş
ve orada bir keçinin sütüyle beslemiş.
Bu keçi Helios'tan dogma korkunç bir yaratıkmış,
Titanlar ondan öylesine korkarlarmış
ki Gaia onu Girit mağaralarında saklamak zorunda
kalmış. Zeus sonradan bu keçinin postu
ile Aigis kalkanını yapmış. Başka bir geleneğe
göre Amaltheia asıl bu keçinin adıdır.
Tanrı çocuk o kadar güçlüymüş ki sütninesinin
bir boynuzunu kırmış ve bunu kendisine
bakan nympha'lara verip içini diledikleri gibi
doldurabileceklerini söylemiş. Böylece her
türlü yemişle dolan boynuz "Bolluk Boynuzu"
oluvermiş.
Amata. Latium kralı Latinus'un eşi. Kızı Lavinia'yı
Rutul'lar kralı Turnus'a vermek istiyordu.
Ne var ki Aeneas İtalya'ya ayak basınca
kral Latinus kızını onunla evlendirmeye
karar verdi. Troya'lılara düşman olan Amata
Turnus'u Aeneas'a savaş açmaya itti. Savaş
Rutul'lar için korkunç bir yenilgi ile sonuçlanıp
Turnus da ölünce, Amata kendi canına
kıydı.
Roma'da Vesta rahibeleri, başrahip Pontifex
Maximus tarafından görev başına getirildikleri
gün Amata adıyla anılırlardı.
Amazon. Anadolu'nun mythos'a katkıları
salt efsane, uydurulmuş masal değildir. Anadolu
kaynaklı efsanelerin hemen hepsi olmuş
olayları yansıtır, yaşamış kişileri konu alır. Bu
yüzdendir ki bir gerçek payı ve tarihsel bir nitelik
taşırlar. İzlerine destanlarda olduğu kadar,
tarihçilerin ve coğrafyacıların eserlerinde
rastlamamız bunu kanıtlar. Amazon'lar bu
gerçeğin en belirgin örneğidir, çünkü efsaneleri
yalnız bir olayı değil, bütün bir düzeni dile
getirir. Anadolu bin yıllarca anaerkil bir toplum
düzeni içinde yaşamış ve bu düzenin simgesi
olan Ana Tanrıça'ya değişik adlarla tapınmıştır.
Amazon'lar işte bu düzenin kalıntılarıdır,
babaerkil özellikte ve nitelikte olan
Yunan mythos'unu bu kadar etkilemiş olmaları
da ondandır.
Amazon'lardan dem vuran en eski kaynak
Homeros'tur: "Erkek gibi Amazon'lar" der
ve Bellerophontes'in onları yendiğini belirtir
(Bellerophontes). Troya'nın önündeki bir tepede
mezarı bulunan Myrrhine ise tanrılaşmış
bir kahramana benzer, çünkü halk arasında
adı başka, tanrılarca başkadır (Myrina).
Efsaneye göre Amazon'lar savaş tanrı Ares
ile Harmonia'nın (ya da Aphrodite'nin) kızları
sayılır. Savaşçı karakterleri böylece kaynaklarından
da belli olan bu kadınlar ok ve
yaydan başka bir de "labrys" denilen iki ağızlı
baltayı silah olarak kullanırlar. Bu baltaya
hem Girit'te, hem Hitit kabartmalarında rastlanır.
Amazon'ların at üstünde savaşmaları,
atı yalnız arabaya koşmak için kullanan ilk
Yunanlıları özellikle etkilemiş olsa gerek. Homeros'ta
Myrina'ya "çok zıplayan, yüksek atlayan"
denmesi acaba atlı bir tanrıça olmasından
mıdır? Amazon'ların yayıldığı bölgelerle
Hitit'lerin bulunduğu bölgelerin birbirini
tutması da dikkati çekmekte. Amazon'ların
Anadolu topraklarında bir Hitit kalıntısı, ya
da Hitit'lerle ilgili bir anı olabileceği varsayımını
bazı bilginlerde, özellikle Halikarnas Balıkçısı'nda
uyandırmıştır.
Amazon adının kökeni de yazarlarca şöyle
açıklanır: A-mazon, yani memesiz demekmiş,
adın nedeni de bu savaşçı kadınların yayı
göğüslerine rahatça dayayabilmek için bir
memelerini kesip çıkarmaları imiş. Amazon'ların
erkek gibi oluşu, savaşçı bir kadın
topluluğu olmalarından ileri gelir. Başlarında
hiçbir erkek bulunmadan kendi kendilerini
yöneten Amazon'lar önder olarak bir kraliçe
tanırlar, nitekim birçok kraliçelerinin adı geçer
efsanede. Erkekleri yanlarında köle ya da
uşak olarak bulundururlar, onlarla cinsel alışveriş
kurup çocuk doğururlar, ama erkek çocuklarını
sakat eder ya da öldürürler, yalnız
kız çocuklarını yetiştirip aralarına alırlar. Bu
tutum Anadolu'ya gelen Yunanlıları çok şaşırttığı
içindir ki, Amazon'ları anlatmakla bitiremezler.
Yurtlan üstüne kaynaklar birbirlerini pek
tutmaz. Çoğu efsanelerde Amazon'lar Karadeniz'de
Thermodon (Terme) çayının kıyısında
Themiskyra şehrini kurmuşlar ve orada
oturmaktadırlar. Bu şehir bugünkü Fatsa ya
da Ordu yakınında olsa gerek Argonaut'lar
Kolkhis'e varmadan onlarla karşılaşırlar. Baş
ka kaynaklar onları Kafkas eteklerine, Trakya'ya
ya da güney İskitya'da Tuna ağzına
yerleştirirler. Anadolu'da hemen her yerde
adlarına rastlanması bu kaynaklan yalancı çıkarmaktadır.
Amazon'ların tarih öncesi çağlarda Batı
Anadolu'ya yayıldıktan sonra Yunanistan'a
dek sokuldukları ve Atina önünde savaştıklan
anlaşılmaktadır. Ege kıyılarında Amazon kraliçeleri
tarafından kuruldukları söylenen şehirler
şunlardır: Pitane, Myrina, Kyme,
Gryneion, Smyrna. Ephesos ve Ptiene'nin ilk
yerleşme yeri. Bir tanrıça sayılan Myrina'nın
Lesbos (Midilli) adasına göçüp oranın başkenti
Mytilene'yi de kurduğu söylenir.
Birçok Amazon'un büyük efsane yiğitleriyle
ilişkisi olmuştur: Hippolyte'nin Herakles, antiope'nin
Theseus, Penthesileia'nın Akhilleus
efsanesinde adı geçer (bkz. bu adlar).
Ephesos ve Smyrna şehirlerinin birer Amazon
tarafından kurulduğu anlatılır. Bu savaşçı
kadınlar kimi ozanların ezgilerinde Efes Artemis'i
ile ilişkili olarak gösterilir: İskenderiye
şairi Kallimakhos Artemis tanrıçaya övgüsünde
cenkçi Amazon'ların Ephesos kıyısında
tanrıçaya bir heykel diktiklerini ve çevresinde
savaş raksı yaptıklarını, birbirine vuran kalkanlarının
ta Sardes'te dek yankılandığını yazar.
Amazon'lar Ephesos'taki ünlü Artemis
tapınağı ile de ilişkilidirler. Dünyanın yedi harikasından
biri olan bu tapınağı Amazon'ların
yaptığı ya da orada rahibelik ettikleri anlatılır.
Anadolu'nun ana tanrıçası Kybele ile sıkı sıkıya
ilişkili oldukları apaçık belli olan Amazon'ların
efsaneleri de, tarihsel kimlik ve kişilikleri
de ana tanrıça üstüne olan bilgilerimiz
değerlendirildikçe açıklık ve kesinlik kazanacaktır
(Artemis, Kybele).
Ambrosia. Homeros destanlarında Olympos
tanrıları "ambrosia" ve "nektar" ile beslenirler.
Ölümsüz anlamına gelen ambrosia
birçok çiçek özlerinin katıldığı bir çeşit balmış.
Ambrosia ile beslenen tanrılar yaralanmaz
olurlar, bu büyülü bal insanlara da içirildi
mi, onlara gençlik, mutluluk ve ölümsüzlük
sağlarmış,
Amores. Latince aşk anlamına gelen Amor
(yahut Cupido) Roma imparatorluğu döneminde,
elinde yayla okluk bulunan tombul,
kanatlı bir çocuk olarak canlandırılmıştır. Sanatta
çoğaltılan bu figür Venüs'ün çevresinde
uçuşur gösterilir. Pompei fresklerinin mitolojik
sahnelerinde çok geçen Amores figürleri
Batı sanatına Rönesans'la girmiş ve Rokoko
üslubunun bir özelliği olarak XIX. yüzyıla kadar
tutunmuştur.
Ampelos. Adı üzüm kütüğü anlamına gelen
Ampelos bir satyr'le bir nympha'dan doğma
imiş. Tanrı Dionysos bu güzel delikanlıya gönül
vermiş ve bir karaağaç dalından salkım
salkım sarkan asmayı ona armağan etmiş.
Ampelos ağaca tırmanıp bir salkım üzüm koparacakken
düşmüş ve ölmüş. Dionysos sevgilisini
gökte bir yıldız haline dönüştürmüş.
Amphiaraos. Öyküsü Thebai efsaneler zincirine
bağlı Melampus soyundan ünlü bir kâhin.
Oikles ile Hypermestra'nın oğlu, Alkmaion
ile Amphilokhos'un babası (Tab. 23).
Geleceği bilen, her edimin doğuracağı sonucu
önceden gören tanrı sözcülerinin hayatı
yürekler acısıdır çokluk. Amphiaraos'un da
öyle, anlayışsız kimselerin çıkarlarına kurban
gitmiştir.
Argos ili, kral Proitos zamanında üçe bölünmüştü:
Bir bölümünü kendisi alır, öbürünü
aynı soydan olan Bias ile Melampus arasında
böler. Bu soyların vârisleri arasında kavga çıkar
günün birinde: Melampus soyundan
Amphiaraos, Bias soyundan Adrastos'un babası
Talaos'u öldürür. Adrastos Sikyon'a,
ana tarafından dedesi Polybos'un yanına sığınır
(Adrastos) ve o ölünce kral olur. Bir süre
sonra Amphiaraos ile Adrastos barışırlar,
Amphiaraos bu barışı candan ister, Adrastos
ise art düşüncelerle karşılar. Amphiaraos'un
kendisine karı olarak verdiği Eriphyle'yi bir
şartla alır: Kaynatasıyla arasında bir anlaşmazlık
çıkacak olursa, yargıçlığını Eriphyle
yapacaktır. Amphiaraos bu şartı da kabul
eder.
Amphiaraos Kalydon avına ve Argonaut'lar
seferine katıldıktan sonra, Adrastos
onun Thebai'ye savaş açan Yediler'den olmasını
İster. O sırada Thebal'den kaidesi
Eteokles'in sürdüğü Polyneikes Adrastos'un
konuğudur ve kardeşinden öç almak için yardım
istemektedir. Amphiaraos bu seferin yıkımla
sonuçlanacağını, kendisinin de sağ
dönmeyeceğini bilir, hem katılmak istemez,
hem de Adrastos'u vazgeçirmeye çalışır.
Ama Polyneikes Eriphyle'yi baştan çıkarır:
Kadmos'la evlenirken Harmonia'ya tanrıların
düğün hediyesi olarak verdikleri gerdanlığı
armağan eder ona. Kadın büsbütün Polyneikes'le
Adrastos'tan yana döner, kocasını zorlar
sefere katılmaya. Amphiaraos verdiği sözü
tutmak zorundadır, sefere çıkar. Ama gitmeden
önce oğullarına yemin ettirir: Analarından
öç alacaklardır.
Yolda başlarına gelen bazı olaylardan
(Hypsipyle, Ophettes) sonra, Yedilerin düzenledikleri
Nemea yarışmalarında Amphiaraos
atlama ve disk atmada birinci gelir. Thebai'ye
varınca önderlerin her biri şehrin bir
kapısına dayanır. Aiskhylos'un ölmez eseri
"Thebai'ye Karşı Yediler" tragedyasında Amphiaraos
hem akıllı, hem yiğit bir adam olarak
tanımlanır (576 vd.):
Sonra kardeşine, güçlü Polyneikes'e
çevirir bakışlarını;
iki kez çağırır onu adını heceleyerek
ve şu sözler dökülür ağzından:
"Güzel iş doğrusu bu yaptığın,
tanrıların seveceği, torunlarının
övünecekleri
şanlı şerefli bir iş:
Bir yabancı orduyu üstlerine salıp
atalarının yurdunu, soyunun tanrılarını
perişan etmek!
Hangi dava insana ana sütünü kurutma
hakkını verir?
Kılıçla fethedeceğin yurt toprağı mı
destek olacak senin davana?
Bana gelince, ben düşman ülkesinde saklı
kâhin,
ben bu toprağı besleyeceğim ölü bedenimle.
Çarpışalım: Şerefsiz olmayacak beni .
bekleyen ölüm!"
Böyle söyledi kâhin, kalın tunç kalkanını
kaldırıp göğsüne.
Hiçbir arma yoktu kalkanında;
çünkü o kahraman görünmek değil,
kahraman olmak istiyordu.
Derin kazıyor yüreğinin
derin düşünceler yetiştiren toprağını.
Böylesi bir insana hem akıllı, hem yiğit
hasımlar göndermelisin derim ben:
Tanrılara saygılı olandan korkulur.
Düşman kardeşler Eteokles ile Polyneikes
birbirlerini öldürünce, şehir kurtulur, ama
korkunç bir bozgun başlamıştır. Amphiaraos
tsmenos ırmağının kıyılarına doğru kaçar ve
tam düşmanı Periklymenos ona yetişecekken,
Zeus'un saldığı bir şimşekle toprak yarılır
ve ünlü kâhini atları, arabasıyla yutar.
Amphiaraos'un toprağa gömüldüğü yer Pausanias
zamanında da gösterilirmiş. Zeus bu
tanrı sözcüsüne ölümsüzlük bağışlamış: Attika'da
Oropos denilen bir yerde kâhinliğini
sürdürürmüş.
Amphiktyon. Deukalion ile Pyrrha'nın oğlu,
Hellen'in kardeşi (Tab. 20). Kızıyla evlendiği
Atina'lı kral Kranaos'u tahtından atarak
yerine geçmiş, on yıl krallık ettikten sonra
kendisi de Erikhthonios tarafından sürülmüş.
Efsaneye göre Attika başkentini tanrıça Athena'ya
adayıp ona Atina adını veren ve
Dionysos'u Attika'da ilk konuklayan bu kraldır.
Yunan kentleri arasında dinsel birlikler halinde
kurulup, belli zamanlarda bütün kentlerin
elçilerini bir araya getiren "amphiktyonia"
lara adını veren de oymuş.
Amphilokhos. Ünlü kâhin Amphiaraos ile
Eriphyle'nin oğlu, Aikmaion'un küçük kardeşi
(Tab. 23). Epigon'lar seferine katıldığı,
ama anası Eriphyle'nin öldürülmesinde bir
rol oynamadığı sanılır, çünkü Alkmaion gibi
Erinys'lerin saldırısına uğramaz (Alkmaion).
Adı Ilyada'da geçmediği halde, Troya seferine
katıldığı ve özellikle dönüş efsanelerinde
rol oynadığı görülür: Troya düştükten sonra,
babası gibi tanrı sözcüsü ve falcı olan Amphilokhos
Anadolu'da kalır, Kalkhas'la birlikte
birçok kehanet merkezleri kurarlar (Kalkhas).
Efsaneye göre Amphilokhos Kilikya'da (Seyhan
bölgesinde) Mallos şehrini kurar, ama
oranın krallığını kendisi gibi kâhin olan Mopsos
ile paylaşamadığından, onunla kavgaya
tutuşur. Bu çarpışmada her ikisi de can verir
(Mopsos).
Amphinomos. Penelopeia'nın talipleri arasında
en aklı başında olanıdır. Durgun ve öl-
34
/ U v l l I II I I \ I » ' I I
çülü bir adamdır, Telemakhos'un öldürülmesine
karşı çıkar (Od. XVI, 394 vd )
Öbür talipler gibi dilenci kılığındaki Odysseus'a
kötü davranmaz, dövülmesine karşı gelir,
talipleri yatıştırmaya çalışır (XVIII, 121
vd.). Gene de taliplerin kaderini paylaşmaktan
kurtulamaz ve Telemakhos'un kargısıyla
vurulur (Od. XXII, 90 vd.).
Amphion. Zeus ile Antiope'nin oğlu, Zethos'un
ikiz kardeşi (Tab. 9).
Antiope ikiz çocuklarını doğurunca, amcası
Lykos onları Kithairon dağına bırakıp, Antiope'yi
de karısı Dirke'ye köle olarak verir. İkizler
dağda çobanlar arasında büyür, Amphion'un
müziğe yeteneğini fark eden tanrı Apollon
(ya da Hermes) ona bir lyra armağan etmişti.
Günün birinde Dirke'nin yanından kaçan
Antiope gelir, dağda oğullarını bulur ve
öcünü almaya iter onları. İkizler Thebai'ye
dönerler, Lykos'u öldürüp, Dirke'yi azgın bir
boğanın boynuzlarına saçlarıyla bağlayarak
salıverirler hayvanı. Dirke kayalar üstünde
parçalanıp can verir. Ölüsü bir ırmağa atılır,
o ırmağa Dirke adı verilmiştir sonradan. Zeus'un
buyruğuyla Thebai şehrinin yönetimi
bundan sonra Amphion'la Zethos'a geçer.
İkizler kentin surlarını kurmaya koyulurlar.
İkizler birbirlerine hiç benzemiyorlar, sert yaratışlı
Zethos avcı ve savaşçı idi, Amphion ise
tam tersine yumuşak, sevimli bir sanatçıydı.
Surları yaparken Zethos sırtında kocaman
kaya parçalan taşıyor, Amphion ise lyra çalıyor,
çalgının güzel ve büyüleyici seslerine
kendilerini kaptıran taşlar yerlerinden kımıldıyor,
istenilen sıraya girip yan yana diziliyorlardı.
Amphion Tantalos'un kızı Niobe ile evlenmiş,
Apollon'la Artemis Niobe'nin çocuklarını
oklarıyla vururken Amphios'u da küstah
bir soy yarattı diye öldürmüşler (Niobe).
Amphissos. Bkz. Dryope.
Amphitrite. Okeanos kızı Doris'in deniz
tanrı Nereus'la birleşmesinden Nereides diye
anılan elli kız doğar. Ahenkli isimlerini dize
dize saymakla bitiremez Hesiodos (Theog.
240 vd.). Amphitrite de bunlardan biridir,
öyküsü, macerası yoktur her nedense. Gtl
inin birinde Poseldon onu bir kumsalda kız
kardeşleriyle oynarken görmüş ve g ü z e l l i ğ i n e
vurulmuş. Ama kız çok utangaçmış tanrıdan
kaçmış ve Atlas'ın dünyayı omuzlarında taşıdığı
uzak ülkelere varmış. Poseidon da bir yu
nus balığı göndermiş peşinden, yunus Anı
phitrite'yi sırtladığı gibi, getirmiş deniz kralına
vermiş. Evlenmişler ve o gün bugün mutlu
bir çift olarak yaşamışlar. Denizden olma bir
sürü yaratığın başında, köpükler arasında kayan
bir arabada oturur gösterilen denizler
kraliçesi Poseidon'a vefalı bir eş olmuş, kimi
efsaneciye göre çocuğu olmamış, ama Hesiodos
onun Triton'u doğurduğunu şöyle anlatır
(Theog. 230 vd.):
Toprağı sarsıp gümbürdeten Poseidon
Amphitrite .tanrıçayla eulendi
ve onların sevişmelerinden
büyük Triton doğdu, gücü kuvveti sonsuz,
o Triton ki dalgaların dibinde,
anasının ve soylu babasının yanında
altından bir sarayda oturur
korkular saçarak çevreye.
Amphitryon. Tirnys kralı Alkaios'un oğlu
(Tab. 13). Kaza ile amcası Elektryon'u öldü
rür. Yurdundan sürülüp Thebai'ye sığınır,
ora kralı Kreon onu bu suçundan arındırır.
Amphitryon kendisiyle birlikte Thebai'ye gelen
amcakızı güzel Alkmene'ye talip olur,
ama Alkmene bu evlenme için bir şart koşar:
Amphitryon, bir zamanlar kral Pterelaos'un
oğullarınca öldürülen kardeşlerinin öcünü almalıdır.
Kreon da bu işe yardım etmeye söz
verir, yeter ki Dionysos'un Thebai ülkesine
saldığı Teumessos tilkisinden kurtarsın bölgeyi.
Amphitryon bu işi başarır, sonra da Alkmene'nin
isteğini yerine getirmek için yola
çıkar.
Alkmene'nin kardeşlerini Taphos adasından
gelme bir ordu öldürmüştü, bu adanın
kentini almak ise kralı Pterelaos'u öldürmeye
bağlıydı, o da olanaksız, çünkü kralın saçında
onu ölümsüz kılan bir altın tel varmış. Amphitryon'a
tutulan kral kızı Komaitho babasının
başından altın teli koparmış. Pterelaos
ölünce, Amphitryon da Taphos'u ele geçirmiş
ve krallığını sefere kaülan arkadaşı Atlna'lı
Kephalos'a vermiş. Ama Komaitho'ya
şükran beslemek şöyle dursun, onu öldürmüş
ve Taphos'u yağma ettikten sonra Thllpti'yi
(Inıımüş (Alkmene).
V,
JU»1 I I\> » l
Ne var ki o sırada Zeus Amphitryon kılığında
Alkmene'nin koynuna girer, onu yiğit Herakles'e
gebe bırakır. O gece sabaha karşı
Amphitryon da savaştan döner ve karısına
kavuşup Iphikles'i üretir. Amphitryon Alkmene'nin
macerasını öğrenince, ona ceza vermeyi
düşünür önce, ama Zeus buna engel
olur. Alkmene bir gün arayla Herakles'i, sonra
da Iphikles'i doğurur. Amphitryon hangisinin
kendi oğlu olduğunu bilmek için çocukların
odasına iki koca yılan koyar, İphikles ürker,
sekiz aylık Herakles ise oynayarak boğar
canavarları. Amphitryon böylece ölümsüz çocuğun
hangisi, ölümlünün hangisi olduğunu
anlar. Başka bir anlatıma göre, bu işi Amphitryon
değil de Zeus'u kıskanan Hera yapmış.
Amphitryon iki çocuğu birlikte yetiştirmiş
ve Herakles'in yanıbaşında Minyen'lere
karşı bir savaşta can vermiş.
Amphitryon Batı yazınında ilk aldatılan koca
olarak yaşar. Ne var ki adı Homeros destanlarında
geçtikçe, çok saygıdeğer, giderek
mutlu bir kişi olarak tanımlanır, çünkü büyük
tanrı Zeus tarafından aldatılmak zül değil, şeref
sayılır Homerik çağlarda. Sonraları görüşler
değişmiş: Yunan ilkçağında Euripides'in
"Alkmene" (kayıp) adlı bir tragedyası olduğuna
göre, konu komik sayılmamıştı daha, yeni
komedya denilen Hellenistik çag tiyatrosu
Amphitryon-Alkmene serüvenini işlemeye
başlar, Latin komedya yazan Plautus "Amphitruo"
adlı oyununda aldatılmış koca motifini
bütün çıplaklığıyla ele alır, Amphitryon'un
benzeri Sosias tipini de yaratarak Moliere'in
tadına doyulmaz "Amphitryon" komedyasına
örnek olur.
Amykos. Poseidon'un oğullarından bir dev.
Bursa'dan Karadeniz'e uzanan Bithynia bölgesinde
Bebrykes adlı bir boyun kralıymış.
Yumruk dövüşünde pek usta olan bu dev
hem çıplak yumrukla, hem de kestos denilen
kurşunlu bir eldivenle yarışırmış, ülkesine her
geleni kendisiyle boy ölçüşmeye zorlar, çoğu
zaman yener ve öldürürmüş. Argonaut'lar
Bebryk'lerin ilinde Khalkedon'a (Kadıköy)
vardıkları zaman, Zeus oğlu Polydeukes
onunla güreşmeyi göze almış ve korkunç devi
yenerek yolculara karşı bu insafsızca davranmasına
son vermiş (Argonaut'lar).
Amymone. Danaos'un elli kızından biri.
Amymone babasıyla birlikte Argos iline gelir.
Orada korkunç bir kuraklıkla karşılaşırlar,
nedeni de Poseidon'un öfkesidir: Göz koyduğu
Argos'un Hera'ya verilmesine kızmıştır.
Danaos, kızlarını su aramaya gönderir. Amymone
bütün bir gün kırlarda dolaştıktan sonra
yorgun düşüp uykuya dalar. O sırada bir
satyr'in saldırısına uğrar, kız uyanır, avazı
çıktığı kadar bağırır ve Poseidon'a yakarır.
Tanrı çıkagelir, satyr'i kovar, yabasını kayaya
vurup bir kaynak fışkırtır. Bu kaynak sonradan
Amymone adını alır. Güzel kıza gönül
veren Poseidon onunla birleşir ve Nauplios
adlı bir oğulları olur. Nauplios Argos ilinin
güneyinde Nauplia şehrinin kurucusudur.
"Amymone" Aiskhylos'un "Yalvarıcı Kadınlar"
ile başlayan ve Danaos kızları ile Aigyptosogullarının
dramını anlatan trilogia'ya
eklenmiş bir satyr oyununun (kayıp) adı olsa
gerek.
Anadyomene. Tanrıça Aphrodite'ye verilen
bir sıfat. "Su yüzüne çıkan, dalgalardan
doğan" anlamına gelir. Tanrıçanın, Uranos'un
denize savrulan atmıgıyla meydana
gelmiş köpüklü dalgalardan doğduğunu belirtir
(Uranos, Aphrodite).
Anaksarete. Kıbrıs'lı bir kız: Güze', ama
duygusuz ve kalpsizmlş. İphis adlı bir delikanlı
ona delice âşık olmuş, karşılık görmeyince,
kızın kapısına asmış kendini. Anaksarete buna
da aldırmamış, delikanlının cenazesi evinin
önünden geçerken pencereye çıkıp kaygısızca
seyretmiş. Tanrıça Aphrodite de bu
kadar katı yürekliliğe kızarak Anaksarete'yi
bir heykele dönüştürmüş.
Androgeos. Minos ile Pasiphae'nin oğlu,
ünlü bir atlet. Atina'da Panathenaia bayramlarında
düzenlenen bütün yarışmaları kazandığı
için kral Aigeus onu kıskanmış ve Marathon
ovasında korku salan bir boğayı öldürmeye
göndermiş. Androgeos bu işi başaramayıp
ölmüş. Minos da öç alması için tanrı
Zeus'a yalvarmış. Tanrı Afrika'ya kıtlık salmış,
kıtlığı önlemek için Aigeus her yıl Girit'e
Atina'dan yedi delikanlı ile yedi genç kız göndermek
zorunda kalmış. Minotauros'a yem
u.
olan bu gençleri kurtarmak İşini Theseus baŞarmış
(Aigeus, Theseus).
Androklos. Atina kralı Kodros'un oğlu. Efsaneye
göre Efes bölgesine yerleşmiş Leleg'lerle
Karia'lıları kovan lon göçmenlerinin
önderi olan Androklos Ephesos şehrinin kurucusudur.
Samos (Sisam) adasını da o ele
geçirmiş. İon göçmenlerine bir tann sözcüsü
kuracakları şehrin yerini kendilerine bir yaban
domuzunun göstereceğini bildirmiş. Bir
gece İon'lar ormanda balık kızartırken, balık
sıçramış, bir ateş kıvılcımı da koruluğa düşmüş,
ağaçların arasından bir yaban domuzu
çıkmış. Androklos hayvanı oracıkta öldürmüş
ve tanrı buyruğunun gerçekleştiğini anlayarak
Ephesos şehrini o korulukta kurmuş.
Andromakhe. Andromakhe, Mysia bölgesinde
Thebai şehrinin kralı olan Eetion'un kızıdır.
Eetion kral Priamos'a dostluk bağlarıyla
bağlıdır. Sarayında yedi oğlu ile büyüttüğü
tek kızı sevimli, uslu, akıllı Adromakhe'yi Priamos'un
en değerli oğlu Hektor'a verir. Düğün
dernek nasıl olmuş? Andromakhe, Priamos'un
oğulları ve gelinleri için yapılmış önü
revaklı evlerin birine nasıl gelin girmiş? Bunu
şairler bize anlatmaz. Mutlu günlerini bilmeyiz
bu güzel karı-kocanın. Hektor'la Andromakhe
ancak yıkım gelip çattığı zaman, İlyada'da
anlatılan savaşın dokuzuncu yılında
Troya sahnesine çıkarlar. Arada, bir çocukları
olmuştur: Astyanaks. Troya'lılar Hektor'un
oğluna "şehrin efendisi anlamına gelen bu
adı, çocuk büyür de bir gün Troya'ya kral
olur umuduyla takmışlardır. Ama Hektor'un
ölümünden birkaç gün önce Astyanaks dadısının
kollarında dolaştırılan bir bebektir.
Andromakhe'nin anadan, babadan, kardeşten
yüzü gülmemişti. Uğursuz savaş Anadolu
kıyılarına gelip çatınca, Troya yöresinde rahat
kalmamıştı. Akha ordusu dokuz yıldır
Troya kapıları önünde pinekliyor, düşüremiyorlardı
bir türlü Anadolu'nun kutsal kalesini.
Hele içi içine sığmayan genç ve atılgan Akhilleus
çok sabırsızlanıyordu. Şehirden çıkıp,
dağda, bayırda davarlarını otlamaya giden,
atların çeşmeye süren tek tük Troya'lıları her
fırsatta kovalayıp öldürmekle bile duyuramıyordu
kana susamışlıgını. Bölgede çapulculuk
seferlerine çıkmış Aklıllleııs, Mysia'ya varmış
ti. Kral Eetion'un sarayında yapmadığını bırakmamış,
yaşlı başlı kralı öldürmüş, yedi Oğ
lunun insafsızca canlarına kıymıştı. Andromakhe'nin
anasını da esirgememişti. "Ormanlık
Plakos daginın eteğinde kraliçeydi
anam" diyor Andromakhe yana yakıla; kraliçeyi
de Akhilleus esir sürüsüne katmış, Troya'ya
getirmiş, sonra büyük bir kurtulmalık
karşılığında serbest bırakmıştı, ama zavallı
kadın, Homeros'un dediği gibi,"hür gününü"
görür görmez ölmüştü.
Andromakhe Troya sarayında kadınlar dairesinde,
hizmetçileri arasında nakış işlemekle,
mekik dokumakla vakit geçirir. Her geçen
gün bir işkencedir, çünkü korku kaplamıştır
yüreğini, ne kadar yiğit de olsa Hektor'un bir
gün düşman kargısı altında can vereceğinden
korkar. Troya ovasında yiğitler boğuşurken,
rahat durmaz, dört duvar arasında. İkide bir
savaşı gözlemek için çocuğunu dadıya verip
batı kapısının üstündeki kuleye çıkar. Bir gün
Hektor savaştan ara bulup şehre gelir, karısını
evde arar, yok, yiğit, batı kapılarına koşar,
uzaktan Andromakhe'yi ve yavrusunu görün
ce, gülümser. Andromakhe gözyaşları döke
rek ellerine sarılır (İl. 407 vd.).
Ah kocacığım, bu hırs yiyecek seni,
yavruna, talihsiz karına acıma yok sende,
dul kalmama, biliyorum , az gün var,
Akha'lar üstüne saldırıp öldürecekler seni.
Sensiz kalmaktansa toprak yutsun beni
daha iyi
Benim senden başka dayanağım yok,
alıp götürdüğü zaman ölüm seni
yalnız acılar kalacak bana,
Ne babam var benim, ne ulu anam...
Sen bana bir babasın, Hektor,
Ulu anamsm benim, kardeşimsin,
arkadaşısın sıcak döşeğimin.
Burada, kalede kal, acı bana,
yetim koma yavrumuzu, karını dul koma.
Hektor acır kansına, ne yapsın, bir korkak
gibi çekilecek değil ya savaştan Troya ordusunun
desteği, dayanağıdır.
Günler geçer, Hektor ile Akhilleus arasında
teke tek savaş başlar. Ölüm-kalım savaşı, İIyada
destanının en dramatik sahnesi. Hektor'un
ölümüne karar vermiştir tanrılar. Yiğit
çe dövüşerek can verir. Troya surlarından bir
çığlıktır kopar, Andromakhe odasında mekik
dokurken duyar bu vaveylayı, delı gibi fırlar
ruvun\jmcuf\
dışarıya; Akhillus'un arabasına bağlayıp toz
toprak içinde sürüklediği Hektor'un ölüsünü
görünce, düşer, bayılır.
Bu işkence dokuz gün sürecektir: Her sabah
Akhilleus ölüyü arabasına bağlayıp sürükler.
Onuncu günü akşam kral Priatnos AkhiUeus'un
barakasına gider, yumuşatır yüreğini
ve ölüyü alır, getirir. Hektor'un cenaze töreninde
görürüz şimdi de Andromakhe'yi.
Ozanlar arasında ağıda başlar, şöyle der (İl.
XXIV, 725 vd.):
Erkeğim benim, göçüp gittin genç yaşında,
gittin, evimizde dul bıraktın beni,
çocuğumuz da ufacık, körpecik,
bizden olan, kara talihli ikimizden,
bilmem, gençlik çağma erer mi ki,
bu şehir yerle bir olacak baştan aşağı,
sen öldün, onun koruyucusu bekçisi,
sen, soylu analarını, çocukları ayakta tutan.
Dile gelmez acılar bıraktın, Hektor, anana,
babana,
ama bana kaldı gene en büyük acı.
Ölüm döşeğinde uzatmadın ellerini bana,
şöyle güzel bir söz söylemedin ki,
gözyaşı döke döke gece gündüz anayım onu
Gerçekten de çilesi bitmez Andromakhe'nin.
Euripides'in "Andromakhe" adlı tragedyasında,
AkhiUeus'un oğlu Neoptolemos'un
sarayında görürüz onu, Neoptolemos
kızı Hermione ile evlenmiştir, ama çocuğu
olmamıştır, oysa tutsak olarak konağına
getirdiği Andromakhe ona üç oğulla bir kız
vermiştir. Hermione bu Troya'lı kadını fena
kıskanır, Neoptolemos'un Delphoi'ye gidişinden
faydalanarak, Andromakhe ile oğlunu öldürmek
ister, Themis tapınağına sığındıkları
halde, onlara kıyacaklardır ki, son dakikada
kurtulurlar.
Euripides'ten çok daha güzel, çok daha insanca
bir Andromakhe tipi yaratan şair XVII.
yüzyıl Fransız şairi Racine'dir. Hektor'u bir
türlü unutamayan, Neoptolemos'un (Fransız
tragedyasında adı Pyrrhus'tur) aşkına karşılık
vermeyen ve Hermione'nin kıskançlığını boşa
çıkaran, yiğit ve bilinçli bir kadın, şefkatli
bir ana tipidir.
Jean Anouilh'in "La Guerre de Troie n'aura
pas lieu" (Troya savaşı olmayacaktır) piyesinde
de Andromakhe ilginç, çekici bir tip olarak
canlanır gözümüzün önünde.
Q8
Andromeda. Aithiopia kralı Kepheus'la
Kassiepeia'nın kızı. Anası, Nereus kızlarının
hepsinden daha güzel olmakla övünmüş. Nereus
kızları da Poseidon'a dert yanmışlar, öç
almasını istemişler. Tanrı korkunç bir ejder
salmış Kepheus'un ülkesine, kasıp kavuruyormuş
ortalığı. Zeus-Ammon tapınağının
kâhinine başvuran kral kızını canavara kurban
ederse ülkesinin ejderden kurtulacağı cevabını
almış. Halk da Kepheus'u kızını feda
etmeye zorlamış. Sonunda Andromeda'yı bir
kayaya bağlamışlar. Canavar da onu parçalamak
üzere yaklaşırken, birden yiğit Perseus
gökten inmiş atı Pergasos üstünde, Gorgo'yu
öldürmüş, kafasını eline almış, dönüyormuş
ki, kayaya bağlı güzel kızı görmüş.
Tutulmuş da hemen ona, babasına gitmiş,
demiş ki, kızını bana verirsen, canavardan
kurtarır, canavarı da öldürürüm. Öyle olmuş,
Perseus ejderi öldürüp kızı almış. Sonra da
evlenmişler, ne var ki Andromeda amcasına
Pliineus'a sözlüyrnüş, Phineus adamlarını
toplamış, düğün gecesi saldırmış Perseus'a.
Ama yiğit Gorgo kafasını tutmuş karşılarına,
hepsi birden taştan adam olmuşlar (Perseus).
Ankhises. Troya kral soyundan olan Asrakos'un
oğlu Ankhises tanrıça Aphrodite ile
sevişmiş ve Aineias'ın babası olmuştur (Tab.
17). Homerik denilen övgülerden Aphrodite'
ye ayrılmış olanı, bu sevişmeyi en ufak ayrıntılarına
dek anlatır: Tanrıça Ankhises'i 1da yamaçlarında
sığırlarını otlatırken görür, delikanlının
güzelliğine vurulur ve dağa iner. Övgüde
"canavarların anası, binbir pınarlı" diye
tanımlanan İda dağına Aphrodite'nin inişi,
peşinde vahşi hayvanlar sürükleyen ana tanrıçanın
gelişine benzetilmiş, tanrıçanın büyüsüne
kapılan hayvanların ormanlarda, fundalıklarda
sevişmesi gösterilmiştir. Tanrıça Phrygialı
bir genç kız kılığına girer de öyle görünür
Ankhises'e. Troyalı prens arzu ile yanıp
tutuşarak tanrıçaya yaklaşır. Sevişmelerinin
sonunda gülümser tanrıça, sevgilisine şöyle
seslenir:
Senin bir oğlun doğacak, Troya'Iılara kral
olacaktır o
Ve çocuklarına çocuklar doğacaktır
sonsuzluğa dek!
AIN I I II 1 K
Tanrıça doğuracağı oğlanı büyütmek için
nympha'lara vereceğini, onu beş yaşında ha
basına tanıtacağını ve çocuğun kimin okluğu
sorulursa sakın Aphrodite'nin oğlu olduğunu
lıildirmernesini, yoksa Zeus'un yıldırımına
çarpılacağını söyler ve Ankhises'i bırakıp gider.
Bir efsaneye göre Ankhises tanrıçanın sözünü
tutmaz, fazlaca içtiği bir gün Aphrodite
ile sevişmiş olmakla övünür ve çarpılır. Bunun
sonucunda topal - ya da kör - kaldığı,
Troya'dan kaçarken Aineias'ın onu sırtına almasının
nedeni bu olduğu anlatılır. Troya'
dan ayrılırken seksen yaşında olduğu da söylenir.
Vergilius'un Aeneis'inde Ankhises'in
Sicilya'da Drepanon burnunda öldüğü ve Aeneas'ın
babası şerefine oyunlar tertiplendiği
söylenir. Roma'da tarihsel çağlara dek oynanan
Troya oyunları Aenas'ın kurduğu bu yarışmalara
dayanırmış (Aineias),
Ankhuros. Phrygia kralı Midas'ın oğlu. Başkentinin
yanıbaşında büyük bir toprak kayması
olmuş, derin bir yarık açılmış, öyle ki şehir
de içine yuvarlanıp yıkılacağa benzediğinden
Ankhuros bir tanrı sözcüsüne ne yapacağını
sormuş. Uçuruma en değerli nen varsa,
onu atacaksın, demiş sözcü. Kral da tutmuş,
altın, elmas, en kıymetli eşyalarını atmış,
ama yarık bir türlü kapanmamış. Ankhuros
sonunda kendini atmış uçuruma, atar atmaz
da yarık kapanmış.
Anna Perenna. Roma'nın biraz kuzeyinde
Via Fiaminia'ya açılan kutsal bir koruluk vardı.
Bu koruluk çok eski bir tanrıçaya adanmıştı.
İhtiyar bir kadın olarak canlandırılan
Anna Perenna üstüne çeşitli efsaneler anlatılırdı.
Biri şu: Roma'da çıkan bir iç savaş sonunda
sınıflar arasında bir bölünme olmuş ve
Plebs, yani halk Mons Sacer denilen kutsal
tepeye çekilmişti. Halkın orada aç kalmaması
için Anna adlı bir kadın her gün kendi eliyle
yaptığı çörekleri getirir, ucuz ucuz sararmış
halka. Anlaşmazlık sona erip halk şehre döndükten
sonra Roma halkı kurtarıcısı saydığı
bu kadını tanrılaştırmış.
Antaios. Poseidon İle Gaia'dan doğma bir
dev, Efsanesi Alkyoneus efsanesinin tıpkısıdır.
(Alkyoneus).
Anteia. Homeros'un Antela (İl. VI, 164), tragedya
yazarlarının Sthenelıoia diye adlandırdikları
bu kadın Lykia kralı lobates'ln kızıdır
Kardeşi Akrisios tarafından Korinthos'tan sürülüp
Lykia'ya sığınan Proitos'la evlidir. Anteia
Tiryns'e gelen Bellerophontes'e tutulur
ve ondan yüz görmeyince yıkımını kurar (Bellerophontes).
Antenor. Troya'lı ihtiyar, Priamos'un arkadaşı
ve danışmanı, Batı kapısında ihtiyarlar
derneğinde bulunur ve Troya savaşından önce
kaçırılan Helene'yi geri almak için elçi
gönderilen Odysseus'la Menelaos'u evinde
nasıl konukladığını anlatır. Antenor savaş sırasında
da işi tatlıya bağlamaktan, Helena'yı
mallarıyla Akha'lara geri vermekten yanadır.
Menelos'la Paris arasındaki teke tek çarpışmada
yargıçlık eder. Troya düştükten sonra
Antenor ve oğulları Akha'larca korunur. Söylentiye
göre Antenor'un evinin kapısına bir
pars postu konmuş, böylece bir zamanlar Ak
ha'lara konukluk eden bu soy esirgenmiştir.
Troya efsanelerinden sonra meydan gelen
efsanelerde Antenor vatanını satan bir hain
olarak görünür: Tahta atın şehre alınmasına,
Palladion'un çalınmasına yardım ettiği söylenir.
Sonra da Antenor Trakya yoluyla ve
oğullarıyla birlikte kuzey İtalya'ya göçmüş ve
Po vadisine yerleşmiş. Venet'ler boyunun
atası sayılırdı.
Anteros. Eros tanrıya karşılık olarak gösterilen
tanrısal varlık. Daha çok erkekler arasındaki
sevgide adı geçer ve "seveni bahtlı
eden, sevgiye karşılık veren" anlamına gelir.
Bir başka yoruma göre Anteros Eros'un karşıtıdır,
katı yürekli ve duygusuzdur, ama doğa
dışı sevgileri önleyerek bir düzen öğesi olarak
rol oynar.
Antheus. Antheus, Halikarnassos'un (Bodrum)
kral soyundan bir gençmiş, Miletos zorbası
Phobios'un sarayında yaşıyormuş ki,
Phobios'un karısı, ona gönül vermiş, ama delikankyı
kandırarriamış bir türlü. Yakalanacaklarından
korktuğunu, ya da konukluk kurallarına
karşı gelmekten çekindiğini İleri sürerek
kraliçeyi oyalıyor, buluşmalarını ertellyorrnuş.
Günün birinde kraliçenin sabrı tükenmiş
öç almaya karaı vermiş. Bir altın tası
ANTİCSONL
derin bir kuyunun içine atarak,. Antheus'a
inip tası çıkarmasını buyurmuş, delikanlı kuyunun
dibine varınca üstüne kocaman bir taş
atıp onu ezmiş. Sonra da ne büyük bir suç işlediğini
anlamış ve pişmanlık duyarak kendini
asmış.
Antigone. Oidipus'un kendi anası İokaste'den
dogma kızı (Tab. 19). Antigone tragedya
kahramanlarının en cana yakını, hayat hikâyesi
bize en çok dokunanıdır. Davranışı,
eylemiyle bugün bile çözümlenememiş bir
toplum sorununu dile getirdiği içindir ki, çağdaş
insanı derin derin etkileyen, sonsuzca düşündüren
bir kişilik taşır. Sophokles'ie işlenmeye
başlayan Antigone dramı canlılığını bugüne
dek yitirmemiş ve Anouilh gibi Batının
en seçkin tiyatro yazarlarına konu olmuş ve
olmaktadır.
Kâhin Teiresias'ın açıklamalarından ne korkunç
bir suç işlediğini anlayınca, Oidipus gözlerini
kör ettikten sonra, Thebai'den ayrılır,
yollara düşer. Yurdu da, oğulları da lanet
okumuşlardır ona. Yalnız kız Antigone bahtsız
kahramanı elinden tutup, ona hem destek,
hem de kılavuz olur. Kentten kente sürünüp
dilenen babasıyla birlikte Attika ilçesi
Kolonos'a varır, orada halkı acındırmayı ve
kral Theseus karşısında babasını savunmayı
başarır. Böylece Oidipus'a bir sığınak bulup,
onun öç perileri Erinys'lerden kurtularak rahat
bir ölüme kavuşmasını sağlar. Sophokles'in
"Oidipus Kolonos'ta" adlı bu tragedyasında
Antigone'nin güçlü kişiliği belirmekte,
ilerde ne korkusuz bir yürekle ne yaman bir
eyleme girişeceği sezilmektedir.
Oidipus'un ölümünden sonra Antigone
Thebai'ye döner. Thebai'de krallığı paylaşamayan
kardeşleri Eteokles ile Polyneikes birbirlerine
karşı amansız bir savaş açmışlardır.
Aiskhylos'un "Thebai'ye Karşı Yediler" tragedyasına
konu olan bu savaşta iki düşman
kardeş birbirleriyle dövüşürken can verirler.
Bu kez tahta çıkan Kreon Eteokles'in yurdunu
savunurken öldüğü için kahraman sayılıp
törenle gömülmesini, yurduna yabancıların
yardımıyla saldıran Polyneikes'in de mezarsız
kalarak, ölüsünün üstüne toprak serpmeyi bile
yasaklandırarak böyle bir işe girişecek olanı
ölümle cezalandıracağını bildirir.
Sophokles'in ölümsüz "Antigone"sinin konusu
işte budur. Antigone Kreon'un bu emrine
karşı gelir, kardeşini gömer ve eyleminin
suç değil, tersine borç olduğunu ileri sürerek,
yönetmene baş kaldırır, bununla da kalmaz,
suç ve devlet yönetimi konularında yönetmenin
kendisiyle tartışmaya kalkışır. Sophokles'in
erişilmez bir başarıyla dile getirdiği bu
tartışmadan bazı parçaları aşağıya alıyoruz
(M.Eg.B. Yayınları, S. Ali çevirisi):
Antigone — Ben yaptığımı itiraf ediyorum,
hiçbir şeyi inkâr etmiyorum.
Kreon —Bu işi yasak eden emrimi bilmiyor
muydun?
Antigone —Biliyordum. Nasıl bilmem?Herkese
ilan edildi.
Kreon — Demek buna rağmen benim emrime
karşı gelmeye cüret ettin?
Antigone — Fakat bana bu emri veren Zeus
değildi, Hades'te hüküm süren Dike de biz fanilere
böyle bir nizam yüklememişti. Ve senin
emirlerinde, insan sözlerini tanrıların yazılmamış,
değişmez kanunlarından daha üstün
yapacak bir kudret bulunduğunu zannetmiyorum.
Çünkü bu kanunlar yalnız dün ve bugün
yaşamıyorlar, bunlar ebediyen menidirler ve
ne zamandan beri mevcut olduklarını bilen
yoktur.
Kreon — Thebai'liler arasında bunu böyle
gören yalnız sensin.
Antigone — Hepsi böyle görüyorlar, fakat
korkudan dillerini tutuyorlar.
Kreon — Bunlardan ayrı düşündüğün için
utanmıyor musun?
Antigone — Öz kardeşime saygı göstermekte
utanacak ne var?
Krneon — Onunla dövüşüp ölen de bir kardeşin
değil miydi?
Antigone —• Aynı ananın ve aynı babanın
oğluydu.
Kreon — Ötekine karşı alâka göstermekle
buna karşı günaha girmiyor musun
Antigone —• Mezarında yatan ölü böyle hüküm
vermeyecektir.
Kreon —Fakat sen bir günahkâra karşı aynı
hürmeti gösteriyorsun.
Antigone — Onunla beraber ölen bir kardeşti,
bir köle değil.
Kreon — Birinin koruduğu bu memleketi
öbürü harap ediyordu.
Antigone — Olsun, Hades ikisi için de aynı
mezar hakkını tanır.
MIN I UN» » ' I
Kreon — Ama orada da İyi odam, kötü
adamla müsavi muamele görmeyi istemez.
Antigone — Ölüm diyarında da böyle bir kaide
olduğunu bana kim söyleyebilir?
Kreon — Düşmanımız bizim İçin hiçbir zaman,
hatta ölümünden sonra bile, dost değildir.
Antigone — Ben dünyaya kin değil, sevgi
paylaşmaya geldim.
Devletin baskısına karşı kişi özgürlüğünü
savunan Antigone sonunda tam bir zafer kazanır.
Gerçi Kreon ceza olarak onu kayalıklara
diri diri kapatır, ama Kreon'un oğlu ve Antigone'nin
nişanlısı Haimon babasını sert sözlerle
kınadıktan sonra, nişanlısını kurtarmaya
koşar, Antigone'nin kendini asmış olduğunu
görünce, kederinden Haimon da canına kıyar.
Anası Eurydike buna dayanamaz, kendini
öldürür. Devlet yasağında ve cezasında kayıtsız,
şartsız, sertliği simgeleyen Kreon artık
yıkılmış, çökmüş bir adamdır (Kreon, Haimon).
Antikleia. İthaka kralı Laertes'in karısı,
Odysseus'un anası. İnsanların en kurnazı Autolykos'un
kızıdır. Autolykos Sisyphos'un sürülerini
çalmış, Sisyphos da bu yüzden gelmiş,
Autolykos'un sarayına yerleşmişti. Bir
söylentiye göre, Antikleia bu sırada onunla
ilişki kurmuş, sonra evlenmiş Laertes'le.
Odysseus'u Sisyphos'un oğlu sayan efsaneler
vardır. Antikleia oğlu Odysseus Troya seferine
çıkıp dönmeyince, hasretine dayanamayıp
canına kıymış. Odysseia'da anlatılan (XI,
85 vd.) ana oğlun buluşması destanın en güzel
parçalarından biridir. Bazı bölümlerini buraya
alıyoruz:
Birde baktım geçmiş, göçmüş anamın ruhu
çıkageldi,
ulu yürekli Autolykos'un kızı Antikleia'nın
ruhu,
oysa kutsal llyon 'a giderken sağ
bırakmıştım onu,
görünce bir acıdım, bir ağladım...
Odysseus ölü ruhları diriltip konuşturacak
kandan önce Teiresias'a içirir.
Sonra Odysseus olanı biteni ve Hades'e neden
indisini bildirir, Antikleia da Ithake sarayındaki
durumu anlatır. Aralarında içli bir konuşma
olur. Sonunda Odysseus anasına sarılmak
ister.(Od XI, Z03vd)i
O böyle konuştu, benim gönlümse bir tek
şey istiyordu
Kucaklamak geçmiş, göçmüş anamın
ruhunu,
Üç sefer atıldım üstüne, ah dedim anama
bir sarılsam,
üç seferinde de uçtu, gitti kollarımın
arasından,
üç seferinde de bir gölge oldu, düş gibi,
yüreğimdeki keskin acı her seferinde
büyüdü.
Antilokhos. Nestor'un oğullarından biri.
Troya savaşına katılır ve çevikliği, yigitligiyle
dikkati çeker. Akhilleus ile Patrolos'un en yakın
arkadaşıdır. Patroklos ölünce çok üzülür
ve acı haberi Akhilleus'a verme görevini üstüne
alır. Antilokhos'un İlyada'da sonuna kadar
savaştığı görülür, ama Odysseia'da şafak
tanrıça Eos'un oğlu Memnon'un eliyle öldürüldüğünü
öğreniriz.
Antinoos. Eupeithes'in oğlu Antinoos şıma
rık, tembel, gözü doymaz, Odysseus'un malı
nı, mülkünü vur patlasın, çal oynasın tükcl
meye kararlı taliplerin başta geleni, en küstah,
en terbiyesiz ve en ahlaksız olanıdır. Saldırgandır,
yüksekten atarak konuşur, ona,
buna çatar, asıl çekemediği kimse de amaçlarının
gerçekleşmesini önleyen Telemakhos'
tur. Ona karşı kurulan kumpasların, pusuların
fikir babası hep Antinoos'tur: Pylos'tan
dönüşünde Telemakhos'u öldürmek için pusuya
yatmaya önayak olur (Od. VI, 669 vd.),
bu plan gerçekleşmeyince, çok içerler ve daha
kötü şeyler kurmaya başlar (XVI, 362
vd.). Penelopeia tiksinir ondan, şöyle der
(XVII, 499):
İğrenirim bunlardan, dadı, hep kötülük
kurarlar,
ama Antinoos hepsinden beter,
bu adam kara ölüm cadısına benzer.
Kavgacı, sert, kaba ve zalim bir adamdır:
Odysseus'un başına ilk tokmağı atan, dilenciyi
galiz küfürlerle kovan odur. İros'la Odysseus'u
güreştirmek ve iki dilencinin çilesinden
eğlenmek fikri de ondan gelmedir. Antinoos'un
tutum ve davranışı talipler arasında
bile tepki ile karşılanır. Yay germe oyununu
önce kabul eder, yarışmanın yapılması için
önayak olur, sonra kimsenin başaramadığını
görünce, bugün bayram, kutsal günde yarışma
olmaz diye vazgeçirmeye çalışır, Odysseus
denemek isteyince, sert sözlerle çıkıştı
ona, ama Penelopeia ile Telemakhos araya
girince, önleyemez yayı almasını (Od. XXI).
Ölüm okunu Odysseus ilkin Antinoos'a karşı
yöneltir ve bütün talipleri sıra ile öldürür. Her
şey olup bittikten sonra İthake'lileri ayaklandıran,
öç almaya kışkırtan Antinoos'un babası
Eupeithes'tir. Ne var ki karşılarına tanrıça
Athena çıkınca, İthake'liler korku ile kaçışırlar
(XXIV, 421-547).
Antiope. Irmak tanrı Asopos ya da Thebai
kralı Nykteus'un kızı. Antiope çok güzel olduğu
için Zeus ona âşık olup bir satyr biçiminde
yanaşır (Tab. 9). Amphion ile Zethos'a gebe
kalan Antiope babasının öfkesinden korkup
evden kaçar ve Sikyon kralı Epopeus'un yanına
sığınır, sonra da onunla evlenir. Babası
Nykteus üzüntüsünden canına kıymış, ama
ölmeden kardeşi Lykos'a Antiope'yi bulup
cezalandırmasını buyurmuş. Lykos Sikyon'a
saldırır, Epopeus'u öldürür ve Antiope'yi tutuklu
olarak Thebai'ye geri getirir. Antiope
Amphion'la Zethos'u yolda doğurur. Amcalarının
buyruğu üzerine dağa bırakılan ikizler
çobanlarca yetiştirilirler (Amphion). Thebai'de
Lykos'la karısı Dirke'nin zincire vurup
eziyet ettikleri Antiope tanrıların yardımıyla
zincirlerini çözer ve kaçıp ikizlerinin yanına
sığınır. Ne var ki Amphion'la Zethos önceleri
analarını tanımazlar, onu Dirke'ye gerir verirler,
sonra çobanlardan kim olduğunu öğrenince
analarını kurtarırlar ve Dirke ile Lykos'
tan da öç alırlar. Sonralar» Antiope Dionysos'ın
öfkesine uğrayarak çıldırır, Yunanistan
!da bir yerden bir yere atar kendini, ama
günün birinde aklı başına gelir ve Phokos'a
karı olur (Phokos).
Aphroditc. (1) DOĞUŞU. Aşk ve güzellik
tanrıçası Aphrodite'nin doğuşu üzerine iki
ayrı kaynağımız vardır: Biri Hesiodos, öbürü
Homeros. Hesiodos Thegonia'da bu tanrıçanın
denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu
anlatır (Yun. Aphros köpük demek): Uranos,
Gaia'dan doğan çocuklarını, doğar doğmaz
toprağın bağrına soktuğu için Toprak
Ana şişmekte ve korkunç sancılarla kıvranmaktadır,
bu yüzden son oğlu Kronos'a bir
42
tırpan verir, Kronos da o tırpanla babasının
hayalarını keser ve denize atar (Theog. 160
-206):
Dalgalı denize atar atmaz onları
Gittiler engine doğru uzun zaman,
Ak köpükler çıktı/ordu tanrısal uzuvdan-.
Bir kız türeyiverdi, bu ak köpükten,
Önce kutsal Kythera'ya uğradı bu kız
Oradan da denizle çevrili Kıbrıs'a gitti,
Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,
Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu
Narin ayaklarının bastığı yerden.
Aphrodîte dediler ona tanrılar ve İnsanlar,
Bir köpükten doğmuş olduğu için.
Homeros'a göre, Aphrodite Zeus ile Okeanos
kızı Dione'den dogmadır. İlyada'da yiğit
Diomedes'le çarpışıp yaralanan Aphrodite'yi
anası Dione kollarına alır, sever, okşar ve bileğinden
akan özü silerek yarasını iyileştirir,
acılarını dindirir (İl. V.370 vd.). Dert yanan
kızını da şöyle avutur Zeus:
Böyle dedi o, gülümsedi insanların,
tanrıların babası,
çağırdı yanma altın Aphrodite'yi, dedi ki: .
"Cenk işleri sana vergi değil, yavrum,
sen evliliğin gönül açan işlerine ver kendini,
Çevik Ares'le Athena uğraşacak savaşla. "
(2) KİŞİLİĞİ. Altın Aphrodite diyor Homeros
bu tanrıçaya, altın bir değer ölçüsü olmak
üzere. Daha başka sıfatlarla niteler onu şairler:
Bu güzeller güzeli tanrıça hep "gülümser"
dir, işveli, cilveli ve gönül alıcıdır. Bunun
sırrını Homeros tanrıçanın ak köpüklerden
olma bedeninde taşıdığı bir büyülü mernelikte
görür. Zeus'un aklını çelmeyi aklına koyan
Hera bu memeligl ister günün birinde Aphrodite'den,
şöyle seslenir ona (İl. XIV, 197
vd.):
Sende şu sevgi, şu alım var ya,
yani şu ölümsüzleri, ölümlüleri alt ettiğin,
işte onları bana ver bugünlük.
... çözdü göğsünden nakışlı memeliğini,
alacalı bulacak bir kurdeleydi bu,
alımlı ne varsa hepsi onun içindeydi,
sevgi onun içindeydi, istek onun içinde,
cilveleşme, şakalaşma onun içinde,
en akıllı insanı ayartan aşk onun içinde.
Sevgiyi, sevişmeyi simgeleyen bu tanrıça
bu büyüyü kendi kendine değil, çevresini saran
başka tanrısal varlıkların aracılığıyla gerçekleştirir.
Eros bazı efsanelere göre onun
oğludur, ama Theogonia'da Eros Aphrodite'den
çok önce doğmuş evıeır.el bil güçtür,
sonradan katılır Aphrodite'nin alayına (Theog.
201 vd.):
Doğup da yürüyünce tanrılara doğru
Eros'la Himeros (arzu) takıldılar hemen
peşine.
İlk günden bu oldu onun tanrılık payı
İnsanlar arasında da, ölümsüzler
arasında da;
Ona düştü kız cilveleri, gülüşmeleri
oynaşmaları.
Sevmenin, sevişmenin tadı, büyüsü.
Güzelliği, zarafeti ve bereketi simgeleyen
Kharit'ler, Hora'lar ve düğün alaylarının başında
giden Hymenaios da Aphrodite'nin
çevresindeki tanrılardır. Ne var ki aşk tanrıçasının
kişiliği çelişkili ve belirsiz olarak canlandırılmaktadır
efsanede. Savaş tanrı Ares'le
birleşmesinden (ki bu birleşme de anlamlıdır)
Phobos (bozgun) ve Deimos (korku), bir de
Harmonia doğar. Ahenk, uyum anlamına gelen
Harmonia'nın yanıbaşında korku ve bozgun
Aphrodite'nin kişiligindeki olumlu ve
olumsuz yanları ve çelişkileri simgelerler. Bu
ikiliği en kesin bir tanımlama ile Platon "Şölen"
adlı diyalogunda dile getirir. Sokrates'in
de bulunduğu bu şölene katılanlardan Pausanias
şöyle der (Plat. Şöl. 180 d-e):
"Herkes bilir ki, sevgi (Eros) Aphrodite'den
ayrılmaz. Aphrodite tek olsaydı, sevgi de tek
olurdu, ama madem ki iki Aphrodite var, Sevginin
de iki olması gerek. Hem bu tanrının
ikiliği nasıl inkâr edilebilir? Biri, yani en eskisi,
göksel dediğimiz Aphrodite ana karınından
doğmuş değil, göğün kızıdır. Daha sonra
gelen bir başkası var ki, Zeus'la Dione'nin kızıdır,
ona orta malı Aphrodite diyoruz. Bu
tanrılarla ilgili iki türlü sevgi de olacak ister
istemez, birine orta malı, öbürüne göksel diyeceğiz"
(3) EFSANELERİ. Kişiliği ile tanrılar arasında
bunca önemli bir yer tutan Aphrodite'nin
efsaneleri azdır, daha doğrusu kendine özgü
öyküler az da, başkalarının baş kahraman oldukları
öykülerde kendisine ikinci derecede
bir rol düşmektedir.
Aphrodite topal tanrı Hephaistos'la evlendirilir,
nasıl ve nedeni belli değil, ama şairler
onun çirkin kocasını aldatmasını ballandıra
ballandıra anlatırlar. Bu öykülerin başında
Homeros'un Odysseia'sındaki serüven gelir
Bu serüveni kör ozan Demodokos anlatır Al
kineos'un sarayında toplanmış konuklara
Ares'le Aphrodite'nin seviştiklerini güneş
tanrı görür ve Hephaistos'a haber verir, ünlü
demirci tanrı da kırılmaz, çözülmez zincirlerden
büyülü bir ağ örer, yerleştirir onu yatağının
altına, sonra da yalancıktan Lemnos adasına
gider. İki tanrı sevişirlerken demir ağın
içinde tutklu kalırlar, onları suçüstü yakalayan
Hephaistos da acı acı bağırır, sahneye
seyirci olan tanrılar arasında da dinmez bir
kahkaha kopar (Od. VIII, 295 vd.).
Aphrodite'nin başka sevgilileri de olur,
bunlardan biri Adonis (Adonis), öbürü Troya
kral soyundan Aineias'm babası Ankhises'tlr
(Ankhises, Aineias). Tanrı Hermes ile sevişen
Aphrodite'nin Hermaphroditos diye bir
oğlu olur, efsane yazarlarının kimine göre iki
tanrı îda, yani Kazdagının tepesinde seviş
misler, orada doğup ikisinin de adını alan çocuğu
dağ nympha'ları büyütmüş, başka bir
anlatıma göre Halikarnassos kentinin batısın
daki bir yarda biri Hermes'in öteki Aphrodl
te'nin birer tapmağı varmış, tanrılar orada sevişip
birleşmiş ve orada doğup büyüyen çocukları
Hermaphroditos'un başına Salmakls
adlı su perisi ile olan serüveni gelmiş (Hermaphroditos,
Salmakis).
Aphrodite'nin öfkeleri, öç almaları korkunçtur:
Şafak tanrıça Eos'a, Phaidra ve Pasiphae'ya
belalı aşklar esinler, kendilerine yeterince
tapınmayan Lemnos kadınlarına ceza
olarak kocalarının bile dayanamadıgı bir koku
verir, Kinyras'ın kızlarını kendilerini yabancılara
satmaya zorlar. Üç Güzeller yarışmasında
oynadığı rol ve Paris'le Helena'nın
başına getirdiği bela, dillere destan olmuştur.
İlyada destanında oğlu Aineias'm koruyucusu
olarak oynadığı rol bu kişi ile ilgili bölümde
anlatılır. Roma'da Venüs Genetrix olarak Aeneas
destanıyla ilgili rolü Venüs bölümünde
açıklanır. Eros ile Psykhe masalında da adı
geçer. Kişiliği Hellenistik çağdan sonra Rönesans
sanatına da tükenmez bir konu olmuş,
resim ve heykelde işlendikçe işlenmiştir.
Kuşlardan güvercin ve serçe, çiçeklerden
gül ve mersin tanrıçaya adanmış sayılır
(inim kadar şairleri esinleyen bir tanrıça da
APOLLON
ha yoktur, ama hiçbir şair de Aphrodite'yi
Midilli'li kadın şair Sappho kadar güzel dile
getirmemiştir.
Apollon. İlkçağda Yunan denilen varlıkla
Akdeniz çevresindeki uygarlık topluluğuna
bir yenilik gelmiş olduğu su götürmez bir gerçektir.
Bu olaya geçen yüzyılda bir ad da takıldı,
Yunan mucizesi dendi. Mucize gibi gerçeküstü
bir terim kullanılması, bu olayın nedenlerinin
de, kökenlerinin de o zamanlar
pek aydınlanamamış olmasından, kısacası bilgi
yoksulluğundan gelmekteydi. Yunandan
kalma yapıtların, özellikle yazı tanıtlarının
çokluğu, bunların Batı uygarlığının bir başlangıcı
diye karşımıza çıkması ve gerek doğa,
gerekse insan üstüne düşüncesinin o günden
bugüne kesintisiz olarak süregelmesi bu olayın
bir başlangıç sayılmasına yol açmış, bilimi
bir çeşit yetinmeye götürmüş, bir çeşit coşku
ile asıl yolu olan inceleme, daha öncesini arama
ve anlama çabasından saptırmıştır. Ne
var ki o gün bugün çok ileri gidilmiş ve elde
edilen bulgularla olayın hiç de mucize olmadığı,
akılla algılanabilecek tutarlı tarihsel bir süreç
olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Bilimin
de bugün asıl coşkusunu yaratan neden, mucizeyi
aydınlatmak yolunda sayısız ipuçlarının
hemen hepsinin Anadolu topraklarında bulunması,
aydınlığın bir kez daha "Anadolu"
denilen güneşin doğduğu ülkeden gelmiş olduğunu
gösterir. İpuçlarını izlemek, bulguları
çoğaltmak ve değerlendirmek durumundayız
bugün. Bundan ötürüdür ki yeni bilimsel gerçeklerin
ışığında yeni yorumlar yaparak denemelerimizi
önermekten daha ileri gidemeyiz.
Ama bu da az çekici bir iş değildir.
Böyle bir denemeyi bu sözlükte Apollon
tanrının kökenleri ve kişiliği üstüne yapmak
istiyoruz. Bu tür denemelere bizden önce girişenlerden
esinlenerek ve elimizdeki bilgi ve
görgülerden faydalanarak Apollon'un bir
Anadolu tanrısı olduğunu tanıtlamaya çalışacağız.
Friedrich Nietzsche'nin "Tragedyanın Doğuşu"
adlı eserinde yaptığı Yunan varlığı üstüne
yorum bugün de geçerlidir sanıyoruz.
Yalnız tragedyada değil, ilkçağın Yunan
denilen yaratıcılığında birbirinden ayrı iki
öğeyi ayırmak doğru olsa gerek: Bu yaratıcılık
iki tanrının simgelediği iki karşıt varlığın
birleşmesinden doğmuştur. Bu iki tanrı da
Apollon'la Dionysos'tur. Apollon aydın, durgun,
ölçülü gücü simgeler, ışıktır, doğayı görme,
varlığı akılla algılama ve akıl yetisine dayanan
yöntemlerle biçimlendirme gücü ve yeteneğidir,
Apollon plastik sanattır, ama aynı
zamanda da öngörmedir, anlama ve kavramadır,
ışığın doğayı bir projektör gibi aydınlatıp
karanlık kalan sırlarını çözümlemesidir.
Ama bu güç, insanı bir seyirci ve bir taklitçi
olmaktan da ileri götüremez, yaratıcılık insanın
doğaya bir başka türlü coşkuyla karışmasını
şart koşar, karanlık güçlerin gizemine ermesini.
İşte bu gücü de Dionysos, şarap tanrı
simgeler. Dionysos doğanın kendisi değil, bir
ana tanrıça değil de, insana doğayla birleşmeyi
sağlayan bir araçtır sanki. İnsan için düşünülmüş,
yaratılmış bir tanrıdır. Nitekim insan
dişisinden doğmadır, insana karışır ve insan
çilesini çeker, ta ki taşkın gücünün ne
denli bir nimet olduğunu anlatabilsin insana.
Dionysos'un doğudan geldiğini, Anadolu'dan
çıkıp Yunanistan'a güç bela girebildiğini efsane
bağıra bağıra dile getirir. Nietzsche'nin
Yunan varlığına özgü en şaşırtıcı yapıtı saydığı
tragedyayı bağışlayana kadar akla karayı
seçmiştir bu tanrı. Ama Apollon, durgun akıl
gücü, bütün dallan ve bunları esinleyen perileriyle
Apollon öz Hellen varlığı sayılırdı,
Nietzsche'nin de bundan şüphesi yoktur herhalde.
Delphoi tanrısı Apollon bunca bilicilik
merkezleri, tapınakları ve efsaneleriyle özbeöz
Yunan, yani Yunanistan kökenliydi. Bu
yanlışlığı bilim Homeros'tan başlamak üzere
metinleri iyice okumamış olduğu için işlemiştir.
Arkeolojinin katkıları da eklenirse, gerçeğin
gün ışığına yakında çıkacağı umulur. Bizimkisi
yalnız bir deneme.
' (1) ADI VE EK ADLARI. Apollon adının Yunanca
olmadığı artık herkesçe bilinir. Ama
asıl kaynağı bugüne kadar açıklanamamıştır.
Acaba bu ad, kimi Hitit yazıtlarında rasgelinen
Apulunas tanrının adıyla bir olmasın? İlkçağdan
beri bu adın köken ve anlamını açıklamak
için boşuna çabalar gösterilmiş: "Apollon"
yani cezalandırmak, ya da "apello" defetmek,
kötülüğü önleyip korumak anlamına
gelen fiillerden, ya da başka kökenlerden türemlş
oldugiı ileri sürülmüştür, Ne var ki Yu
nanlılar bile bu adı anlamamış olacaklar ki,
tanrının özünü belirtmek için bir ek ad takmışlar
ona: Phoibos demişler. Phoibos'un
anlamı belli, parlak demektir ve tanrının ışık
saçan aydınlık varlığını dile getirir. Kaldı ki bu
adın Apollon tanrının büyük annesi olarak
gösterilen dişi Titan Phoibe (Tab. 4) ile de bir
ilişkisi vardır. Yalnız şuna da dikkat edilsin ki
hiçbir kaynak ya da efsanede Phoibos Apollon
asıl güneşi simgeleyen Helios tanrı ve
onun soyundan gelen tanrısal varlıklarla ilişkide
gösterilmemektedir. Bunun nedeni de
Apollon'un güneş olmadığı, güneşi simgelemedigidir.
Apollon güneş tanrı değildir, ne
adı, ne de nitelikleri Yunan mythos'unda Güneş
tanrı ile bir tutulduğunu belli etmez.
Apollon kaynağında ve özünde bambaşka bir
varlıktır. Bu varlığı bize ilk niteleyen metin de
Homeros'un İlyada'sidir.
İlyada'da tanrının adı Apollon ya da Phoibos
Apollon diye geçer, bu ada eklenen sıfat
çokluk okçu, hedefi vuran ya da gümüş, yaylıdır,
bir, iki yerde de kendisine "Lykegenes"
denmektedir. Bizim "Lykiâlı" diye çevirdimiz
İni sıfat başka metinlerde geçen "Lykios" ve
"Lykeios" sıfatları da göz önünde tutulursa,
lanrının Lykia bölgesiyle ilişkisini dile getirmektedir.
Lykia'lı oldukları bilinen Sarpedon,
Glaukos ve Pandaros'la ilgili metinlerde şöyle
bir deyim geçer tanrı için (İl. IV,101,119):
"Ün salmış okçu Lykia'lı Apollon" (Pandaros).
Tanrının Lykia ile yakın ilişkisi bilindiği
halde bu sıfatın ışık ya da kurt anlamına gelen
-lyk kökünden türeme olup olmayacağı
tartışma konusu edilmiştir. Böyle bir tartışmanın
yersizliği şuradan belli ki Lykia bölgesinin
adı da -lyk kökünden gelme, bu kök ise
Latince "lux"ta görülen ışık anlamlı köken
olarak alınırsa bu anlam tanrının sıfatında da,
Lykia ilinin adında da vardır. Kaldı ki "Lykegenes"
sıfatındaki -gen- eki soyu yansıtır,
Lykia soylu, Lykia'da doğmuş anlamına gelir
İster istemez. Ama bu da Hitit çivi yazıtlarındı
geçen "Lukka" bölgesiyle bir tutulabilir
mi ve tutulursa Lykia'nın adındaki Luk- kökeni
Yunancada olduğu gibi ışık anlamını
İçerir mi, o başka bir sorundur. Lykia'nın adı
nereden geline olursa olsun, Apollon I İnme
ros destanlarında I.ykla'ya sıkı sıkıya bağlı,
bu yüzden de merkezi Anadolu'da, özellikli
Troya'da olan bir tanrı olarak çıkar karşımı
za.
(2) ANADOLULU TANRİ. İlyada'da Lykia
sözü geçince, iki yer dile getirilir: Biri "anaforlu
Ksanthos'un kıyılarında, uzak ve semiz
Lykia toprakları" öteki Troas bölgesine, özellikle
Pandaros'un yurdu olan Zeleie'ye yerleşmiş
Lykia'lıların ili. Sarpedon'la Glaukos
Ksonthos Lykia'sından, Pandaros ise Alsepos
Lykia'sından gelmişlerdir. Tanrının Troya
çevresindeki şehirlerde de önemi büyüktür,
nitekim rahibi Khryses İlyasa'nın başında
şöyle seslenir tanrısına (İl. I,- 37 vd.):
EyKhryse'yi, kutsalKilla'yı, koruya
gümüş yaylı,
Tenedos'un güçlü kralı, Srnintheus,
dinle beni...
Yerleri bugün kesinlikle belli değilse de, Zeleie,
Killa, Khryse İda dağının eteğindi-ki
kentlerdir, Tenedos ise Bozcaada. SmlntheUl
adı bu bölgede tanrının bambaşka bir isimle
de anıldığını gösterir. Bunun dışında Apollon
Troya şehrinin içine yerleşmiş gibidir.Troy.ı
kalesi Pergamos tepesinden seslenir ovada
dövüşenlere (İl. IV, 507 vd.):
Öfkelendi Apollon, Pergamos tepesinden
bağırdı Troya'hlara, dedi ki:
Atları iyi süren Troya'lılar, atılın ileri,
haydi, kalmayın Argos'lulardan aşağı,
onların derileri ne taş, ne demir,
dayanamazlar et delen tunç kargılara.
Diomedes tanrıça Aphrodite'yi yaraladıktan
sonra, Apollon'un koruduğu Aineias'a
da saldırmaktan alamaz kendini (İl. V, 432
vd.).
Apollon da, anası ve kardeşi de Troya kalesinin
iç tapmağında oturur gibidirler. Zeleie'den
Pandaros'u savaşa götürmek, Sarpedon'un
ölüsünü yurdu Lykia'ya taşımak hep
Apollon'a düşer. Troya ile ilişkisi çok eskidir
Apollon tanrının, Laomedon'a ünlü İlyon surunu
yapıp da Poseidon'la birlikte ücret almayarak
çekildikleri günden başlar (Laomedon),
ne var ki deniz tanrı kin tuttuğu halde,
Apollon bütün yüreğiyle Troya'lılardan yana
dır. Bunu açık açık söyler, tartışmaya da girer
Alhena Olympos'tan llyon'a fırlayıp gelir
(İl. VII, 20 vd.):
Apollon birden onu karşıladı.
Görmüştü tanrıçayı Pergamos kalesinden,
istiyordu zafer Troya'lıların olsun.
Karşıladı meşe ağacı altında.
ÖnceZeus'un oğlu kral Apollon dedi ki:
Ne diye geldin Olympos'tan ulu Zeus'un
kızı,
Söyle hadi, niyetin ne,
nereye götürür seni ulu yüreğin?
Oymak zaferi mi vermek istersin
Danaolara?
Kırılan Troya'lılara acımazsın, bilirim,
Gel,dinle beni, en hayırlısı bu:
Gel de günlük savaşa ara verelim...
Aklınıza esmiş, ölümsüz tanrıçalar, belli,
Gönlünüz bu şehri yok etmek ister.
Apollon Hektor'a gönülden kılavuz ve koruyucu
olur, Athena'nın Troya'lı yiğidi aldatarak
öldürmek için kurduğu pis düzen karşısında
Apollon'un tutumu öyle isnacadır ki,
bayağı dokunur insana. Hektor'Ia yüz yüze
gelir, başka kılığa girmek, kendini saklamak
gereksinmesini duymaz. Hektor güvenle sorar
ona (İl. V, 247 vd.):
Kimsin sen, sevgili tanrı, kimsin sen?..
İda'dan bir savaş ortağı gönderdi sana
Kronos oğlu,
yanında durup seni koruyacak, kendine
gel hadi,
Altın kılıçlı Phoibos Apollon 'u gönderdi,
na buradayım, gör, bak işte,
öteden beri korurum seni de, yüksek
kentini de.
Hektor'Ia Akhilleus arasındaki son ve korkunç
çarpışma başlayınca dört döner Hektor'un
çevresinde, onu kurtarmak için (İl.
XX,443vd.):
Akhileus korkunç çığlıklarla atıldı öne,
Hektor'u öldürmek için yanıp tutuşuyordu.
Ama Phoibos Apollon kaçırdı Hektor'u,
sakladı koyu bir bulutun arkasına,
bir tanrı için işten bile değildi bu.
Zeus Akhilleus'la Hektor'un ecelini tartıya
koyup Hektor'un ölümü ağır basınca, Apollon
da Hektor'u kaderine bırakmak zorunda
kalır ve tanrılara karşı bir tanrı ağzından hiç
duyulmamış bu eşsiz eleştiriyi dile getirir (İl
XXIV, 33 vd.):
Phoibos Apollon ölümsüzlere şöyle dedi:
Amansız tanrılar, işiniz gücünüz kötülükte,
Ölüyken bile yüreğiniz varmıyor onu
kurtarmaya,
onu görmesin mi karısı, anası, çocuğu,
görmesin mi babası Priamos, Troya halkı,
alıp saygı göstermesinler mi ölüsüne,
yakmasınlar, ateş payını vermesinler mi?
Siz şu uğursuz Akhilleus'u
tutuyorsunuz demek
Oysa bilmez o töresince düşünmesini,
yumuşar bir yürek taşımaz göğsünde,
azgın bir aslan gibidir tıpkı,
bir güzel doyurmak için karnını,
gelir saldırır insan kuzusuna.
Akhilleus da sıyrıldı tıpkı onun gibi
her türlü acıma duygusundan,
insanlara saygıdan çekti kendini...
İyi bir şey mi bu, güzel bir şey mi?
Bu güzelim uygarca sözlere Hera gene bir
sürü safsata ile karşılık verir: "Oymak tanrı,
kötülerin dostu" der. Tanrılar arasında bu eşine
rastlanmaz iyilik, kötülük tartışması da ışık
tanrının yenilgisiyle biter. Apollon ne yapsın,
Aphrodite İle birlikte Hektor'un ölüsünü korumaktan
başka çare bulamaz (II. XXII, 185
vd.):
Aphrodite kovuyordu köpekleri yanından,
Zeus 'un kızı, gece, gündüz,
gül kokulu tanrısal bir yağ sürmüştü
ölünün bedenine,
Akhilleus onu sürüklerken yüzülmesin
diye derisi.
Phoibos Apollon, gökten ovaya
onun için kara bir bulut indirmişti,
gözden kaçırmıştı ölünün kapladığı yeri,
güneşin gücü, gövdesini saran deriyi
vakitsiz kurutsun İstemiyordu.
Apollon'un llyada'da oynadığı bu rol onu
OIympos tanrılarından büsbütün ayırmakta,
bambaşka bir ahlak görüşü olan bir dünyanın,
yani Anadolu'nun tanrısı olarak karşımıza
çıkarmaktadır.
Lykia'da sürdürülen arkeolojik araştırmalar
bu tezi gün geçtikçe pekiştirmektedir. Ksanthos,
Patara ve birçok anıtları gün ışığına yeni
çıkarılıp, Apollon'la Artemis'in anası Leto'nun
bölgede büyük bir yer tuttuğunu açığa
vuran Letoon kutsal merkezi bu üç tanrının
Anadolu topraklarına ne denli kök saldığını
kanıtlar. Lykia yazısının çözümü de bir gün
başarılırsa, varsayımlarımızın hepsinin somut
birer gerçek olacağı umulabilir. Ama bir başka
yönden de bakılınca ışık tanrı Apollon'la
Lykia arasında sıkı sıkıya bağlantı kurulabilir.
Apollon Musa'ların yöneticisi, çalgı ve ezgiyi,
şiir ve dansı, kısacası her türden sanatı esinleyen
büyük yaratıcı tanrıdır. İlkçağdan bugüne
lirik şiirlerin hepsinde belli bir hava içinde
canlandırılır. İşte bu hava Lykia'da sezilir,
ışıkla dokunmuş, müzikle yoğrulmuş gibi bir
şiir havasıdır bu. Gündüz gümüş yaylı tanrıya
bir altın taht kuran, gece çatır çatır yıldızlarla
birlikte kız kardeşi Aya doğru yükselen yalçın
dorukları bu hava sarar, ak çöller gibi mavi
engine kadar yayılan dalga dalga kumların
arasından süzülerek, renk renk çakıllar üstünde
çağlayan dereler de satyr'lere, nympha'
lara yemyeşil birer yunak olmaktadır. Kıyılarında
dolaştınız mı, Debussy'nin müziğini duyar,
ağzında kavalıyla bir Pan ya da Marsyas'ın
korularda hoplaya hoplaya oynadığını
görür gibi olursunuz. Hele Fethiye'nin görkemli
kral mezarlarından başlayıp, Kekova,
Kaş, Demre, Olympos ve hepsi Anadolu'ya
özgü adar taşıyan daha nice kentler boyunca,
her biri birer tapınak gibi karşımıza çıkan, kayalara
oyulu ya da denizde yüzen o eşsiz
mezarları, lahitleri gördük mü, burası Apollon'un
ülkesidir demekten alamayız kendimizi.
Buralarda akla kara, ışıkla karanlık arasında
yaman bir savaş verilmekte ve bin yıllardan
beri süregelen bu savaşı insan aklı ve sanatı
kazanmaktadır. Anadolu bu zaferi Apollon
tanrı ile simgelemiş. Apollon Lykia denilen
o ışık ülkesinde de yaşar, ta uzak doğuda
Nemrut dağının tepesindeki sivri külâhlı dev
tanrı heykelleri arasında da baş yeri tutar.
Homeros'tan Roma çağından sonraki Kommagene
krallarının zamanına dek hep aynı
Anadolu'lu tanrıdır Apollon.
(3) DOĞUŞU. İlyada'nm ilk dizelerinde şöyle
tanıtılır Apollon (İl. 1,9 ve 36): "Lete ile Zeus'un
oğlu", "güzel saçlı Leto'nun doğurduğu".
Titan kızı Leto ile baştanrı Zeus'un birleşmesinden
doğmuştur Apollon ve onun kız
kardeşi Artemis (Tab. 5), ama bu doğum öyle
olağan bir doğum değildir, anlatmakla bitiremez
onu şairler. Homerik denilen hymnos,
yani övgüler arasında Apollon'a ayrılmış iki
övgü vardır, biri Delos'lu Apollon'a, öteki
Delphoi tanrısına. Bilim bu iki övgü arasında
bir zaman ayrımı saptamış, besbelli ki Delos
övgüsü daha eski, Delphoi'ninki çok daha yenidir
ve sonradan eklenmiştir birincisine. Av
rıntıya girmeden şunu söyleyelim ki araştır
maların verdiği sonuç şu.- Apollon tanrının
asıl doğuş yeri Anadolu kıyıları, yani Lykia ve
özellikle Lykia'da tanrının doğduğu kent sayılan
Patara'dır, ama sonradan önce adalarda,
sonra Yunanistan'da kültü yayılınca birçok
yerler (tıpkı Homeros için olduğu gibi) tanrıya
beşik olma şerefini elde etmek için efsaneler
düzdürmüşlerdir, bunların arasında başta gelen
ve en çok da tutunan Delos efsanesi. Zeus'tan
gebe kalan Leto tanrıçanın çocuğunu
doğurmak için yer araması, Hera'nın hışmına
uğradığı için hiçbir yerde sığınak bulamaması
bu övgünün konusudur ve Leto maddesinde
ayrıntılı olarak incelenecektir (Leto).
Burada şu noktaya dikkat edelim ki Apollo'nun
doğumu bir "kral tanrı"nın doğumu
sayılmakta, Homeros destanlarında da
"anaks" efendi, kral diye nitelenir Apollon,
övgüdeyse şöyle deniyor-.
... Titrer tanrılar tepeden tırnağa
Zeus'un sarayında o bir yürüdü mü,
yaklaşıp parlak yayını bir gerdi mi o,
bütün tanrılar fırlar ayağa.,.
Delos adacığı da korkar böyle güçlü bir tanrıya
sığınak olduktan sonra, Apollon onu hor
görüp denizin içine gömer diye. Doğum şöyle
anlatılır:
(Letoj İki koluyla Fenike ağacına sarılarak
dayadı çimenlere dizlerini,
ve çocuk gün ışığına çıkıverdi,
Sevinç çığlıkları kopardı tanrıçalar hep bir
ağızdan.
İşte o zaman, ey Phoibos, yıkadı seni
tanrıçalar
kutsal elleriyle arı, duru bir suda,
yepyeni bir kundağa sardılar,
incecik, kar gibi ak bir kundağa,
sonra başına altın şeritler doladılar,
anası emzirmedi altın kılıçlı Apollon'u,
Themis tanrıça nektar sundu ona
ve bal gibi ambrosia sundu ölümsüz
elleriyle.
Dile gelmez bir sevinç kapladı yüreğini
Leto'nun.
... Çiçekler içindeydi şimdi, çiçekler içinde
Delos,
tıpkı ormanlarla kaplı bir dağ doruğu gibi.
Ey uzağı vuran Apollon, ey gümüş yaylı,
kimi vakit çıkarsın kayalı Kynthos'un
doruğuna,
AI'OI I .ON
atkılarda dolaşırsın, İnsanlar arasında kimi
vakit,
sensin efendisi Lykia'nın, sevimli
Maionia'nın efendisi
Miletos da senindi, kıyıdaki o büyülü şehir
senin malın,
nice tapınakların oldu senin, nice kutsal
koruların oldu;
yüce dağ başları şenin oldu, ovalara bakan
dağ başları,
senin oldu denize dökülen nice ırmaklar;
ama gönlünü sevindiren yer, ey tanrı,
Delos'tu.asıl.
Bu övgüde Yunanistan'la tanrı arasında
bağlantı kuracak bir tek söz yok. Olympos
doruğunda tanrılar toplantısına varıp da aşırı
bir saygıyla karşılandığı zaman bile Apollon
sanki başka bir diyardan gelmektedir Olympos'lu
tanrılar arasına. Bu güçlü tanrının Leto'nun
oğlu olduğu, Leto'nun da Lykia'da Leda
yahut Lat adıyla anılan Anadolu'nun Ana
Tanrıçasından başkası olmadığı göz önüne
alınırsa, Yunan tanrı dünyasına sonradan katılan
ve adı bile Yunanca olmayan Apollon'un
Kybele'nin oğlu Attis'le bir tutulması
gerekmez mi? Bu konuda Halikarnas Balıkçısının
kılavuzluğuna dayandığımı ve Z. Taşlıklıoglu'nun
"Tanrı Apollon ve Anadolu ile Münasebeti"
(İstanbul 1954) adlı araştırmasından
faydalandığımı belirtmek isterim.
(4) BİLÎCİLİK MERKEZLERİ. Apollon'un
esinlediği öngörme yetisiyle insanlar, kadın
ya da erkek "mantis" yani bilici, falcı, kâhin
olur. Biliciligm ilkçağda nail geliştiğini ve ne
büyük bir rol oynadığını tarihçiler anlatmakla
bitiremez. Bu sanat, bilicilik merkezlerine tükenmez
bir gelir kaynağı olmuş. Delos övgüsünde
Leto kurak ve kayalık adacığa parlak
bir gelecek müjdeler:
Senin olursa okçu tanrı Apollon'un
tapmağı,
görürsün, insanlar yüzlük kurbanlarla nasıl
buraya gelir,
nasıl toplanır insanlar burada ve dumanlar
tüter
yanan yağlı etlerden, hiç durmadan;
madem si'nin toprağında hiç bereket yok,
sen de beslenir semirirsin başka elden.
Bir tanrıçanın ağzından dile gelen bu modern
turizm anlayışı Yunanistan'da pek tutunmuş
ve Delphoi bu politikayı benimseyerek
göz kamaştırıcı bir zenginlik toplamış,
öbür bilicilik merkezlerini zamanla gölgede
bırakmıştır. Ne var ki bu sonradan olmuş, ilk
ve en eski bilicilik merkezleriyse Anadolu'dadır.
Boğazlardan başlayarak bütün Ege ve Akdeniz
kıyıları Apollon'un bilicilik merkezlerinden
bir çelenkle çevrilmiş gibidir. Bunların kiminin
izi silinmiş, Didyma tapınağı gibi, kimisi
de akıllara durgunluk veren koca bir anıt
gibi dikilir karşımızda. Ama bunları saymakla
bitiremeyiz; Troya'nın yanıbaşında Thymbra'
lı Apollon tapınağı vardır ki, tanrı orada Helenos'la
Kassandra'ya esinlemiş biliciligi, Laokoon
o tapınağın rahibidir (Helenos, Kassandra,
Laokoon). Biraz ötede Khryse, Killa,
Zeleia var, yerleri pek bilinmeyen bu merkezlerin
de önemli olduğu anlaşılır İlyada'dan.
Sonra sırayla bugün de bilinen merkezler:
Gryneion, Erythrai, Klaros, Didyma ve tanrının
asıl doğum yeri ve yurdu sayılan Patara,
bunların arasında daha bir sürü kutsaklar ve
Ksanthos (Kocaçay) vadisiyle Pamphylia'ya
kadar uzanan bütün Lykia kıyıları vardır. Biliciligin
de bu merkezlerden çıkıp Yunanistan'a
yayıldığı hem efsane, hem de arkeolojik
bulgularla kanıtlanır. Helenos'la Kassandra
bir yana, Milletos'un kurduğu büyük Didyma
tapınağı ve onu işleten Brankhos oğulları
(Brankhos) da bir yana, Erythrai (ildir) bilicisi
Sibylla adıyla dünyaya ün salmıştı. Bu bilicilerin
en ünlüsü Herophile, tıpkı İlyada'nın ilk
dizelerinde adı geçen Khryses gibi Srnintheus
Apollon'un tapıcısı bir kadındır. Srnintheus
ek adı, fare ve sıçan kovan anlamına gelir ve
Apollon tanrının "aleksikakos", yani kötülükleri
defetme gücünü dile getirir. Erythrai bilicisiyse,
Anadolu'dan Güney İtalya'ya göçüp
orada kent kuran Kyme'lilerin Sibylla'sıyla
birlikte ilkçağ dünyasının en ünlü dört kadın
bilicilerinden biri sayılırdı. O kadar ki Raphael
Vatikan'daki Sixtina kilisesinin tavanına
yaptığı freskin bir köşesine Erythrai, bir köşesine
de Cumae Sibylla'sını oturtmuştur. Herophile
adlı Sibylla, Pausanias'a göre, İda'lı
bir nympha'nın kızıymış. Bütün bunlardan
anlaşılan şu ki, Apollon tanrıyla ilgili bilicilik
Anadolu'dan çıkmış ve yayılmıştır. Kalkhas
ve Mopsos gibi efsanelik kişilerin serüveni de
aynı gerçeği kanıtlar (Kalkhas, Mopsos).
t M ^ >ı ı v ., .,
Yunanistan'da Delphol merkezinin kuruluşuna
değgin efsaneden de aynı sonuç çıkarılabilir.
Delos'lu Apollon övgüsünden epey
sonra ve onun örneği üzerine kaleme alınmış
Delphoi'li Apollon övgüsünde şu efsane anlatılır:
Apollon doğar doğmaz, başının üstünde
kuğu kuşları uçuşmaya başlamış, tanrı Zeus
da oğluna kuğuların çektiği bir araba, başına
bir altın külah ve eline de bir rebap vermiş,
gidip Yunanistan'da bir tapınak kurmasını
buyurmuş. Ama kuğular onu Hyperbore'liler
ülkesine uçurmuşlar (Hyperboreoi). Orada
bayram ve şenlikler içinde yaşamış, sonra
Yunanistan'a gelmiş. Önce Boiotia'da Telphusa
pınarının yanıbaşında kurmak istemiş
tapınağını, periden izin alamayınca (Telphusa),
Korintos körfezinin kuzeyinde, Parnassos
dağının eteğinde yer yer ormanlarla örtülü
yemyeşil bir ovaya inmiş, burada tanrıça
Themis'e adanmış bir sunak varmış, tanrıça
kehanet verirmiş o sunakta. Ne var ki bölgeyi
bir ejder kasıp kavurmakta, Python denilen
bir canavar ekinlerin hepsini yok etmekteymiş.
Efsaneye göre bu ejderi Hera salmışmış
Leto ile çocuklarının başına. Apollon Python'u
öldürür ve büyük bilicilik merkezini de
ejderi öldürdüğü yerde kurar. Pytho diye anılan
bu merkez sonradan Delphoi adını almıştır.
Tanrı canavar da olsa bir cana kıydığı için
arınmak zorunda kalmış, bir süre Tesalya'da
Admetos'a sığırtmaçlık etmiş (Admetos);
başka bir anlatıma göre Admetos'un yanındaki
uşaklığı Kyklops'u öldürdüğünden dolayıdır
(Kyklop'lar); dönüşünde de Pytho yarışmalarını
kurmuş. Delphoi tapınağında dünyanın
göbeği (Yun. Omphalos) sayılan bir çukurun
üstüne bir üçayak yerleştirilmiş, tanrının
bilici kadını Pythia bu üçayak üstüne oturarak
ve çukurdan yükselen gazlarla kendinden geçerek
fal verirmiş. Bu falcılık, bilicilik sanatıyla
Delphoi tapınağının ne hazineler topladığı
dillere destan olmuştu.
Pythia tıpkı Sibylla gibi tanrı sözlerini ya da
buyruklarını insanlara Homerik destanların
vezni olan hexametron ile aktarır. Bu vezin
ise Daktyl'ler ve Kybele kültüyle ilişki görünmektedir
(Daktyl'ler). Bu nokta bir de Delphoi'nin
dünyanın göbeği sayılması ve omphalos
kavramıyla Kybele kültüne özgü bir
motifi benimsemesi (Kybele), Andolu'lu
Apollon'la Anadolu'lu Ana Tanrıça ile bir
bağ kurmayı esinler. Kaldı ki anası Leto ve
kız kardeşi Artemis de doğrudan doğruya
Kybele ile bağlantılıdırlar ('Artemis, Leto).
(5) NİTELİĞİ VE EFSANELERİ. Apollon İlyada'nın
ilk dizelerinde okçu tanrı olarak çıkar
karşımıza. Okçu ve yaman okçu oluşu onun
doğu ile ilişkisini daha da pekiştirir; Olympos'a
ilk ayak bastığı gün öbür tanrıların korkuyla
yerlerinden fırlamaları da bundan, kargıcı
Yunanlıların ödleri kopardı çünkü Doğulu
okçulardan. İlyada'nın konusu Agamemnon'la
Akhilleus arasındaki kavga ise, bu kavganın
nedeni de Apollon'un öfkesidir. Tanrının
asıl niteliğini açığa vuran bu dizeleri aşağıya
alalım (İl. 1, 45 vd.):
... İndi Olympos'un doruklarından,
köpürmüş, öfkeli.
Omuzlarında yayı, ilci ucu (çapalı okluğu.
Kımıldandı mı, oklar omzunda
şangırdıyordu,
kızgın tanrı yürüyordu gece gibi.
Yerleşti gemilerin ardına, saldı okunu,
bin vınlama çıktı gümüş yaydan,
korkunç, acı.
Önce katırların, köpeklerin düştü peşine,
sonra saldı birsiuri olc insanların üstüne.
Kavruluyordu birbiri peşi sıra bir yığın ölü.
Ordu içine tanrının okları yağdı tam dokuz
gün.
Kız kardeşi Artemis'le paylaştığı bu yetenek
tanrıya büyük bir üstünlük sağlar. Apollon ya
da Artemis'in okuyla ölmek ansızın tatlı bir
ölüme kavuşmak anlamına gelir. Leto'dan
doğma iki okçu tanrı bu yetilerinden birçok
efsanelerde faydalanırlar (Niobe).
Apollon'un sanat ve müzik yeteneği üzerine
de birçok efsaneler anlatılır. Musa'ların
yöneticisi olarak ünü Yunan-Latin şiirinden
başlamak üzere Batı şiirinde bugüne dek göklere
ağmıştır (Musa'lar). Müzik alanında başka
tanrılar ve ölümlülerle giriştiği yarışmalar
da birçok efsanelere konu olmuştur (Hermes,
Pan, Marsyas).
Işıklı tanrının aşkları da önemli bir rol oynar
efsanelerinde. Güzel delikanlılara olduğu
kadar, doğayı simgeleyen perilere de yönelmiş
bu aşkların çoğu sonuç vermeyen bahtsız
sevgiler diye nitelenir (Daphne, Kassandra,
Marpessa, Hyakinthos).
/I'I
Apollon birçok ozanların babası sayılır (Linos,
Orpheus, Aristaios).
Hekim tanrı olarak adı genellikle oğlu Asklepios'unkiyle
birlikte anılır (Asklepios, Paian).
Adının geçtiği sayısız efsaneler için yukarda
gösterilen adlarla ilgili maddelere bakınız.
Apsyrtos. Bkz. Argonaut'lar.
Ara. Lanet, beddua, ilenme anlamına gelen
yunanca kelime. Tragedyalarda bu kavramları
simgeleyen tanrıça. Kimi zaman çoğul olarak
gösterilip öç perileri Erinys'lerle bir tutulur
(Erinys).
Arakhne. El sanatlarında Anadolu'nun Yunanistan
üzerine üstünlüğünü dile getiren bir
efsanedir Arakhne efsanesi.
Arakhne Lydia'lı bir kızmış, babası İdmon
Kolophon kentinde kumaş boyacılığı yaparmış,
kızı da iş işlemede, nakış yapmada, kilim
dokumada öylesine usta, öyle becerikliymiş
ki, yokmuş onun üstüne bütün bölgede. Dağdan,
ormandan periler bile gelir, şaşakalırlarmış
yaptığı işlere. Lydia kızları, kadınları bilinçli,
giderek gururlu olurmuş. Arakhne de
ölümlülere elişlerinin hepsini öğretmiş olmakla
geçinen Atina'nın baş tanrıçası Athena
ile gergefte boy ölçüşebileceğini ileri sürer
dururmuş. Tanrıça buna kızmış, bir kocakarı
kılığına girip çıkmış Arakhne'nin karşısına.
Öğütler vermiş, daha alçakgönüllü olmasını,
tanrılarla boy ölçüşmekten sakınmasını
salık vermiş. Ama Arakhne hiç oralı olmamış,
Atheria isterse gelsin nakışta yarışalım demiş.
Tanrıça da o zaman kim olduğunu açıklayarak
başlamışlar gergef başında yarışmaya.
Athena Olympos'un on iki büyük tanrısını
işlemiş nakısına, Arakhne ise tanrıların
pek şanlı olmayan serüvenlerini canlandırmış:'
Zeus'un Europe'yi kaçırmasını, Danae'ye
yaklaşmasını filan. İşlerini bitirince Athena
bakmış ki kızın nakısı kusursuz, kendininkinden
aşağı kalmıyor, geçiyor bile. Derken büyük
bir öfkeye kapılıp kırmış Arakhne'nin
gergefini, yırtmış nakısını. Lydia'lı kız üzüntüsünden
kendini asmış. Ama tanrıça hamarat
sanatçıyı bir örümcek kılığına sokmuş ki, sonsuzluğa
dek tozlu duvar köşelerinde ag örsün
de hiçbir faydasını görmesin.
Ares. Savaş tanrı Ares'in Roma'da karşılığı
Mars'tır. Roma devleti bu tanrıya ne kadar
değer vermiş, saygı göstermişse, Yunan dünyası
onu o kadar hor görmüş, sevimsiz, giderek
gülünç bir kişi olarak canlandırmıştır. Hele
Homeros destanlarında kaba kuvveti simgeleyen
Ares'e eklenmedik aşağılayıcı sıfat
kalmamıştır. Azgın, çılgın deli, uğursuz olarak
nitelendirilen Ares insanların baş belası,
elleri kanlı, kaleler yıkan olumsuz bir varlıktır.
Doğuşunu üç dizede şöyle anlatan Hesiodos
(Theog. 921) bir daha pek söz etmez bu tanrıdan
(Tab.5):
Hera görkemli son eşi oldu Zeus'un
Sevişti tanrıların ve insanların kralıyla
Hebe'yi, Ares'i ve Eileithya'yı doğurdu
Hera
Ares'in anası Hera ile herhangi bir ilişkisine
pek rastlanmaz destanlarda, hele babası
Zeus'un ondan hoşlanmadığı besbellidir. Troya
savaşında yiğit Diomedes Athena'nın yardımıyla
karnından yaralar Ares'i, o da Zeus'un
yanına sığınıp ağlaşır. Tanrılar babasının
bu sızlanmalara verdiği karşılık şudur (İl.
V, 889 vd.):
Böyle ağlaşıp durma dizimin dibinde,dönek
Olympos'ta oturan tanrılar arasında
• benim iğrendiğim tanrısın sen,
hep hırgür, kavga, savaş işin gücün,
eleavuca sığmaz huysuzluğun, biliyorum,
anadan gelme sana, Hera'dan
ben de ona zorla dinletirim sözümü.
Apollon'la Athena Ares'i şöyle kınarlar (İl.
V, 30; 830):
Ares, insanların baş belası Ares,
ey kaleler yıkan, ellerin kanlı.
Yaklaş ona, saldırgan Ares'ten çekinme,
delinin biridir, kötünün kötüsüdür o,
bir o yana döner, bir bu yana.
Asıl çekişmesi de Athena iledir, çünkü Athena
aklın yönettiği savaşı, Ares ise akılsızca,
körü körüne çarpışmayı simgeler. Bu ça- ••
tışmada elbette ki akıl üstün gelecek. Zeus'un
kafasından çıkma, Zeus'un kalkanıyla dövüşen
Athena zaferi kazanacaktır. İlyada'nm
beşinci bölümünde tanrılar da Akha'larla
Troya'lılar arasındaki kıyasıya savaşa katılınca,
Apollon önce Ares'in işe karışmaması
için onu Skamandros ırmağınınkıyısına oturtur,
ama işler çatallaşıp Aphrodite de yaralanınca,
Ares çıkagelir; savaşı şöyle anlatılır (İl.
V, 855 vd.):
Gür narah Diomedes de atıldı tunç
kargısınla,
Palias Athene tutup yöneltti kargıyı
tam Ares'in göbeği altına,
karmlığm bağlandığı yere tam;
vurdu onu, yaraladı karnından,
sonra derisini yırtıp kargıyı çekti çıkardı.
Ares kavgasına tutuşmuş dokuz, on bin kişi,
savaşta nasıl bağırır çağırırsa,
tunç Ares de öyle bağırdı.
Akha'larla Troya'lıları yakaladı bir titreme.
Savaşa doymaz Ares öylesine bağırmıştı.
Bu dev tanrı Homeros destanlarında yürekli
ve yiğit olarak bile gösterilmiyor. Dönekliği
zaferi kimi zaman ona, kimi zaman buna vermesinden
ileri gelmiyorsa da, baş konusu savaş
olan bir destanda savaş tanrının bu kadar
hor görülmesi şaşılacak bir şeydir.
Ares'in Aphrodite ile birleşmesinden Phobos
(Bozgun), Deimos (Korku) ve bir de Harmonia
doğar. Phobos'la Deimos ayrılmazlar
babalarının yanından, Enyo adındaki kızı da
tanrı neredeyse oradadır. Ona kimi zaman
Eriş (Kavga) de katılır.
Odysseia'da anlatılan aşk macerasında
(Aphrodite) Ares Hephaistos'un ağına düşüp
yakalandıktan sonra hiç ses çıkarmaz, süklüm
püklüm Trakya'ya doğru yol alır (Od. VIII,
359 vd.). Ares'in yabani Trakya boylarının
yanında oturmaktan hoşlandığı ve bir geleneğe
göre kızları olan Amazonların da oradan
kaynak bulduğu söylenir. Thebai'de de Kadmos'un
atası olarak tapım gördüğünü, bir ejderin
beklediği bir suyun kendisine adanmış
olduğunu anlatır (Kadmos).
Herakles destanında Ares, oğlu Kyknos'u
yiğitle olan savaşında korumak ister, Athena
araya girip Kaderin Kyknos'un yenilmesine
karar verdiğini, buna karşı gelmenin akıl kârı
olmayacağını söyler, ama Ares akıl ve mantık
dinlemez, gene atılır körü körüne savaşa
ve Herakles'ten yara alarak gene utana utana
döner Olympos'a.
Atina'da adam öldürmelerin ve dinsel suçların
yargılandığı Areopagos, yani Ares tepesi
diye bir yer vardır. Efsaneye göre, bu tepenin
eteğinde bir kaynak fışkırır, bu kaynağın
dibinde de günün birinde Ares, Aglauros tan
olma kızı Alkippe'ye Poseidon'un oğlu Halirrhotios'un
saldırdığını görmüş ve öfkeye
kapılarak öldürmüş saldıranı. Derken Poseldon
Olympos tanrılarını tepede toplamış ve
Ares'in bu suçunu yargılamalarını istemiş.
Tanrılar mahkemede Ares'in beraatına karar
vermiş.
Arete. Bkz. Alkinoos.
Arethusa. Artemis'in çevresindeki avcı kızlardan
Arethusa günün birinde ay yorgunluğunu
gidermek için ırmağa girmiş, yıkanıyormuş.
Çırılçıplak yüzerken birdenbire ırmaktan
yükselen bir erkek sesi duymuş. Kıza tutulan
ırmak tanrı Alpheios'un sesiymiş bu.
Kız sudan dışarıya fırlayıp olduğu gibi koşmaya
başlamış. O koşmuş, ırmak kovalamış, sonunda
gücü tükenen Arethusa Artemis'e yakarmış
onu kurtarsın diye. Tanrıça da önce
kızı bir buluta sarmış, sonra bir kaynağa dö
nüştürmüş, ama Alpheios gelip sularını sula
rina karıştırmasın diye, Arethusa yerallın.ı
dalmış ve ancak Sicilya'da Ortyga adasınd.ı
gene yeryüzüne çıkmış (Alpheios).
Bu efsane, biri Elis'te, öbürü Sicilya'da
Arethusa adlı iki kaynağın varlığını açıklamak
için uydurulmuş olsa gerek.
Argcs. Uranos (Gök) ile Gaia'nın (Toprak)
birleşmesinden doğan tek gözlü devlerden biri.
Adı "ışık saçan" anlamına gelen Arges Zeus'a
yıldırım armağan eden Kyklops'tur.
(Kyklopes).
Argonaut'lar (Argo Gemicileri). İlkçağın
büyük destansal öykülerinden biri olan Argonaut'lar
serüvenini bize bir tüm olarak Rodoslu
Apollonios anlatmıştır. İ.Ö. III. yüzyılda
yaşayan Apollonios ünlü bir mythos yazarıdır.
Bu konuyu kendisinden sonra Apollodoros
ve önce de büyük Dor şairi Pindaros işlemiştir.
Medeia ile İason efsaneleri ise tragedya
yazarlarına ve özellikle Euripides'le Sene
ca'ya konu olmuştur.
Bu uzun öyküyü, çeşitli bölümlerini başlıklarla
göstererek özetlemeye çalışalım.
ARGO GEMİSİ. Adı "hızlı" anlamına gelen
Argo gemisi Karadeniz'in Kolkhis ülkesinde
f i l
Altın Postu aramaya giden kahramanlar için
yapılmış elli beş kürekli bir gemiymiş. Onu
yapan ustanın adı da Argos imiş.
ARGONAUTLAR KİMLERDİR? Sefere katılanlar
Troya efsanesi kahramanlarından önceki
kuşaktan kişilerdir. Mythos yazarlarının
bunlar üstüne verdikleri listeler birbirini tutmaz,
ama genellikle en ünlü kahramanlar
şunlardır: İason, gemi ustası Argos, dümenci
Tiphys, ozan Orpheus, İdmon, Amphiaraos
ve Mopsos adlı biliciler, Boreas'ın oğulları
Kalais'le Zetes, Kastor'la Polydeukes, Peleus'la
Telamon, Meleagros, Herakles ve daha
başkaları.
ALTIN POST. Altın Post, bir zamanlar Athamas'ın
çocukları Phriksos'la Helle'yi sırtına
alıp Yunanistan'dan Karadeniz'deki Kolkhis
ülkesine kaçıran kanatlı koçun pöstekisidir.
Kız kardeşi Helle Boğazları geçerken denize
düştükten sonra, Phriksos tek başına
Kolkhis'e varır ve kendisini iyi karşılayan Aletes'e
Zeus'a kurban ettiği koçun altından
olan postunu verir. Aietes de bu eşsiz postu
tanrı Ares'e adanmış bir korulukta saklar
(Athamas, Phriksos, Helle, Aietes).
SEFERtN NEDENİ. lolkos kralı Aison tahtını
üvey kardeşi Pelias'a kaptırmıştı. Aison'un
oğlu İason delikanlılık çağına gelince Pelias'm
karşısına çıkıp tahtını geri ister. Pelias
da ondan kurtulmak için önce Kolkhis'e gidip
Phriksos'un orada bıraktığı altın postu
getirmesini buyurur. İason bu sefere çıkmak
zorunda kalır, Yunanistan'da ne kadar gözü
pek, atılgan yiğit varsa hepsini toplar ve
Phriksos'un oğlu ünlü usta Argos'a bir gemi
yaptırdıktan, bu işte tanrıça Athena'dan da
yardım gördükten sonra yola çıkar (Aison,
Pelias, iason).
YOLCULUK. Argo gemisi Tesalya'daki bir
limandan denize indirildi. Tanrı Apollon'a yapılan
kurbanlar bilici İdmon tarafından iyiye
yorumlandı: İdmon'un kendisinden başka
yolcuların hepsi geri dönecekti.
LEMNOS ADASI. Birinci durak Lemnos
adaşıydı. Adanın kadınları kocalannı öldürmüşlerdi.
Adada erkek olmadığından Lemnos
kadınları Argonaut'ları iyi karşıladılar ve
onlarla sevişerek gebe kaldılar (Thoas, Hypsipyle).
SEMENDİREK, KYZlKOS. Çanakkale Bogazı'na
girmeden Samothrake (Semendirek)
adasına vardılar ve ozan Orpheus'un öğüdüne
uyarak adadaki gizemlere erdirildiler. Oradan
da Marmara denizine girdiler ve Kapıdag
yarımadasına vardılar. Delion'Iar kralı Kyzikos'u
yanlışlıkla öldürdüler (Kyzikos).
MYSİA'DA HYLAS'IN KAYBOLMASI.
Mysia kıyılarına vardıklarında (Mudanya limanına
çıkmış olacaklar) Herakles ormana dalıp
kırdığı küreğinin yerine yenisini kesmeye gitti,
yanında Hylas adlı çok sevdiği bir genç
vardı. Delikanlıyı tatlı su aramaya göndermişlerdi.
Geri gelmeyince Herakles onu aramaya
koyuldu ve şafak sökerken hâlâ dönmediklerinden
gemi Herakles'i Mysia'da bırakarak
yoluna devam etti (Hylas, Herakles).
AMYKOS, PHİNEUS. Kadıköy'e yerleşmiş
dev Amykos'u Polydeukes'in yenmesi üzerine
yelken açan Argo gemisini fırtına Boğazdan
uzaklara Trakya kıyılarına atar. Orada
Poseidon'un oğlu kör kral Phineus'a rastlarlar.
Bu kral Harpya'lar belasına uğramıştır.
Kanatlı, kadın yüzlü canavarlar olan Harpya'ları
rüzgâr tanrı Boreas'ın oğulları Kalais
ile Zetes yener ve kovarlar. Bu iyiliğe karşılık
Phineus Argonaut'lara ilerde karşılarına çıkacak
tehlikeleri nasıl atlatabileceklerini bildirir
(Amykos, Harpya'lar, Kalais ile Zetes).
ÇARPIŞAN KAYALAR. Karadeniz'e çıkmadana
Symplegad'lar yani çarpışan kayalardan
geçmeleri gerektiğini Phineus söyler Argonaut'lara.
Mavi Kayalar diye de tanımlanan
bu iki kaya aralarından bir gemi geçti mi,
yerlerinden oynar ve birleşerek kapanır, aralarında
ne varsa paramparça olurmuş. Phineus
Argonaut'lara şöyle bir denemede bulunmalarını
salık verir: Bir güvercin uçursunlar
kayaların arasından, güvercin geçebilirse,
kendileri de arkasından geçmeye kalkışsınlar,
yoksa vazgeçip gerisin geri Yunanistan'a
dönsünler. İason kuyruğundan birkaç tüyünü
yitirerek karşı yöne geçer, arkasından Argo
gemisi Symplegad'ların arasına girer ve kuş
gibi ancak pupası biraz zedelenerek geçer.
Bundan sonra da Çarpışan Kayaların çarpışmaktan
vazgeçtikleri ve yerlerine mıhlandıklan
anlatılır. İstanbul Boğazında akıntı yüzünden
oynak kayalar mı vardı, yoksa Boğazın
olağanüstü anafor ve akıntıları efsaneye böyle
bir imgeyle mi yansıtıldı? Her neyse bu engeli
de aştıktan sonra Argonaut'lar Yunanlıların
Pontos Eukseinos yani konuksever deniz
dedikleri Karadeniz'e çıkarlar.
AMAZONLAR VE KOLKHİS'E VARIŞ. İlk
durak Maryandyn'lerin ülkesidir. Kral Lykos
onları iyi karşılar, ama bir yaban domuzu
avında bilici İdmon ve dümenci Tiphys ölürler.
Argonaut'lar daha öteye gidip Amazon'lar
ülkesine çıkarlar. Amazon'ların ülkesi
Thermodon (Terme çayı) ve Themiskyra
(Terme) şehriyle merkezlenir efsanede. Durak
yapmadan Kafkas dağlarının göründüğü
kıyılara doğru ilerler ve Phasis ırmağına (Pasinus)
yani Kolkhis (Gürcistan) ülkesine varırlar
(Amazon 'lar).
MEDEİA, ALTIN POST'UN ALINMASI. Argonaut'lar
Altın Post'u geri istemek için kral
Aietes'in karşısına çıktıklarında, kralın kızı
Medeia iason'u görür ve büyük bir aşkla ona
tutulur. Güçlü bir büyücü olan Medeia bundan
böyle Argonaut'ların ve İason'un bütün
işlerini eline alır ve dilegince yönetir. Kral Aietes
görünüşte Altın Post'u vermeye razıdır,
ama bir ejderi öldürmesini, ateş püsküren,
tunç ayaklı iki boğayı boyunduruğa koşup öldürülen
ejderin dişlerini ekmesini şart koşar,
fason ister istemez bu koşullara evet der. Medeia
araya girer, İason'a kendisini eş olarak
almaya söz verirse yardım edeceğini bildirir.
Sonra da yiğide büyülü bir merhem hazırlar.
Bedene sürüldü mü bu merhem deriyi silah
geçmez hale sokar, bir gün boyunca ne yaralanır,
ne de ölür. Ejderhanın dişlerini toprağa
ektikten sonra silahlı adamlar biteceğini, aralarına
bir taş atarsa, bunların kavgaya tutuşup
birbirlerini öldüreceklerini de söyler. Medeia'nın
dediği gibi olur, İason boğaları boyunduruk
altına sokmayı ejderin dişlerini tarlaya
ekip üstünde fışkıran silahlı adamları birbirlerine
öldürtmeyi başırır. Ne var ki Aietes
gene de Altın Post'u vermeye razı olmaz. Argo
gemisini yakmaya ve Argonaut'ları öldürmeye
kalkar, ama Medeia daha hızlı davranmış,
İason'la el ele vererek Altın Post'u bekleyen
ejderi uyutmuş ve koçun pöstekislnl
alıp Argo gemisine kaçırmışlardır. Ertesi sabah
Argo gemisi şafak sökmeden yola çıkar.
Medeia babasının kendilerine yetişememesi
için korkunç bir çareye başvurmuştu: Yanına
aldığı küçük kardeşi Apsyrtos'u kesip doğradı
ve parçalarını yol boyunca serperek uzaklaştılar,
arkalarından gelen Aietes'le adamları
Apsyrtos'un parçalarını toplamakla vakit kaybettiler,
bu yüzden Argonaut'lara yetişemediler.
DÖNÜŞ YOLCULUĞU. Destanın bu bölümü
de karışıktır. Bir anlatıma göre Argo Karadeniz'de
İstros (Tuna) ırmağının ağzına varır
ve ırmak yoluyla Adriyatik denizine çıkar
(o zamanki coğrafya görüşlerine göre Tuna
Karadeniz'i Adriyatik denizine bağlayan bir
su yoluydu) , ama Zeus'un öfkesine uğrayıp
fırtınaya tutulurlar, Medeia'nın halası olan
büyücü Kirke'yi bulmaya giderler, Kirke Medeia'yı
kardeşini öldürmüş olma suçundan
arındırır ama, İason'u konuklamak istemez;
Argonaut'lar Seiren'ler adasının önünden geçerken
ozan Orpheus canavarları büyüler,
söylediği ezgi o kadar güzeldir ki gemiciler
Seiren'lerin sesine kulak vermezler. Hera'nın
koruyuculuğu altında Kharybdis'le Skylla uçurumlarını
da geçerler. Bu kez fırtına onları
Libya kıyılarına atar, oradan Girit'e geçerler.
Girit'te eski tunç soyundan kalma Talos adında
bir dev yaşar, Talos tepeden tırnağa tunçtandır,
yalnız ayak bileklerinden biri etten
olup içinde bir kan damarı bulunmaktaydı.
Hephaistos'un yaptığı bu robot adama Girit
kralı Minos adayı koruma görevini vermişti.
Argonaut'lar Girit'e yaklaşınca Talos koca
bir kaya alıp Argo gemisinin üstüne fırlatacak
oldu, ama Medeia onu büyüledi, dev birden
ayağını burkarak bileğini sıyırdı ve damanndan
akmaya başlayan kan bir daha durmadı,
Talos böylece can verdi (Talos).
YUNANİSTAN'A VARIŞ. İason Altın Post'u
amcası Pelias'a vermek üzere İolkos'a döner.
Babası Aison'un öldüğü haberini alır. Pelias'm
da tahtı geri vermeye hiç de yanaşmadığını
görür. Burada Medeia'nın tüyler ürpertici
bir oyunu yer almaktadır: Pelias'ın kızlarıyla
arkadaşlık kurar, ihtiyarlamakta olan baba
larını gençleştirmenin çaresini kendilerine
öğreteceğini söyler ve örnek vermek üzere
yaşlı bir koç alarak keser, büyülü otlarla kaynayan
bir kazana atar, birden körpe bir kuzu
çıktığını gösterir. Pelias'ın kızları bu düzene
kanarak babalannı öldürüp kazana atarlar.
Dirilmedigini görünce çılgına dönerler ve
yurtlarından sürülürler (Pelias).
MEDElA'NIN SONU. îason'la Medeia bu suçu
işledikten sonra Pelias'ın oğlu tarafından
İolkos'tan kovulurlar. Korinthos kralı Kreon
onları iyi karşılar, ama bir süre sarayında alıkoyduktan
sonra, Medeia'yı uzaklaştırmak
çarelerini arar. lason da korkunç karısından
bıkmışa benzer, Kreon'un kızı Kreusa ile evlenmek
üzere Medeia'yı boşamaya ve Kolkhis'e
geri göndermeye kalkar. O sırada büyücü
kadın ömrünün en korkunç suçunu işler:
Kreusa'ya güya düğün hediyesi olarak bir
elbise gönderir, kız onu giyer giymez yanmaya
başlar, bu işler olup biterken İason'dan
olan iki oğlunu boğar ve babalarına ölülerini
gösterir. Bundan sonra atası Helios'un kendisine
gönderdiği bir uçan arabayla Atina'ya
uçar. Orada Aigeus'a kendisiyle evlenirse çocuk
doğuracağını söyler, Theseus'u öldürmeye
çalışır, Atina'dan da sürülür. Kolkhis'e
döndüğü ve daha birçok suç ve serüvenlerden
sonra babası Aietes'le barıştığı bazı efsanelerde
anlatılır (Medeia).
Argos. (1) Zeus ile Niobe'nin oğlu. Niobe
Zeus'un sevdiği ilk ölümlü kadındır. Argos'a
Zeus Peloponez krallığını vermiş, bu yüzden
de Argos denmiş bütün yarımadaya. Sonraları
Argos adı yalnız batısındaki Argos kentine
ve Argolis denilen bölgeye ayrılmış. Argos 11-
yada destanında Yunanistan'dan gelip Troya'ya
saldıranların tümünün yurdu olarak
gösterilir, Argos'lu ise Akha'ların hepsine verilen
genel bir sıfattır.
(2) Argonaut'ların gemisi Argo'yu (argos,
hızlı demek) yapan ve ona adını veren usta.
(3) Homeros destanlarında tanrı Hermes
"Argos u öldüren" "Argeiphontes" ek adıyla
anılır. Tartışmalı yorumlara yol açan bu sıfatın
anlamında bilginler karar kılmış gibidir.
Çünkü böyle bir efsane vardır: Hermes'in öldürdüğü
Argos yüz gözlü bir devdir. Başka
bir anlatıma göre, Argos'un yüz değil de, ikisi
ı,/I
kafasının önünde, ikisi arkasında yalnız dört
gözü varmış. Üstün bir gücü olan bu dev Arkadya
bölgesini yabani bir boğadan kurtarmış,
Tartaros'la Gaia'dan dogma Ekhidna canavarını
öldürmüş, sonra da Zeus'un inek biçimine
soktuğu sevgilisi lo'nun başına Hera
tarafından bekçi olarak dikilmiş. Argos ineği
bir ağaca bağlayarak gece, gündüz gözlüyormuş,
uyuduğu zaman bile gözlerinin hepsi
kapanmaz, ne kadarı kapanırsa, o kadarı
açık kalıp bakarmış. Ama Zeus Hermes'e
İo'yu kurtarmayı buyurmuş ve Hermes de Argos'u
öldürmeyi başarmış. Bunu nasıl yaptığı
konusunda söylentiler çeşitlidir: Kimine göre
uzaktan attığı bir taşla yere sermiş Argos'u,
kimine göre Pan'ın kavalını çalarak devi büyülemiş
ve bütün gözlerinin birden kapanmasını
sağlamış, ya da büyülü bir değnekle Argos'u
bir daha uyanmayacağı bir uykuya daldırmış.
Nasıl olmuşsa olmuş ama Argos ölmüş,
Hera da gözlerini kendisine özgü ve çok
sevdiği tavus kuşunun tüylerine yerleştirmiş.
Ariadne. Minos'la Pasiphae'nin kızı (Tab.
11). Theseus Girit'e Minotauros'la çarpışmaya
geldiğinde Ariadne yiğidi görmüş ve görür
görmez de ona tutulmuştu. Minotauros'un
bulunduğu bin bir dehlizli Labyrinthos mağarasında
kaybolmaması için eline bir yumak
iplik vermişti. Theseus da karışık ve karanlık
dehlizlerden ilerledikçe yumağı açıp ipliği yere
bırakıyormuş. Canavarı öldürdükten sonra
çıkış yolunu ona bu iplik göstermiş. Sonra da
Ariadne'yi kaçırıp Naksos adasına varmışlar.
Ama Theseus kızı o adada bırakıp gitmiş, bir
gece kız uyurken gizlice kaçmış. Ariadne uyanıp
bakmış ki adada yapayalnız, ama üzülmeye
vakit kalmadan tanrı Dionysos gelmiş, kızın
güzelliğine vurulmuş ve onu alıp Olympos'a
götürmüş. Düğün hediyesi olarak Ariadne'ye
Hephaistos'un yaptığı altın bir taç
vermiş, sonra da taç gökte bir yıldız olmuş
(Theseus, Dionysos).
Arima. Güneydoğu Anadolu'nun Kilikya
bölgesinde bulunan dağlık bölgenin adı. Efsaneye
göre bu dağların altında iki ejder yatmaktadır:
Homeros'a göre Typhoeus'un ini
buradadır (İl. II, 782), Hesiodos da Ekhidna
canavarının orada kapalı olduğunu anlatır
(Typhon, Ekhidna).
ARKAS
Arion. Herodotos'un anlattığı masallar arasında
Arion'un masalı kadar sevimlisi yoktur.
Hem tarihçi onu bir masal diye değil, gerçekten
olmuş şaşılacak bir olay diye anlatır: Şairler
anası Lesbos'ta Arion adlı bir ozan yaşarmış.
Dili öyle tatlı, çalgısı öyle dokunaklı ki,
ünü Midilli'den çok ötelere yayılmış. Günün
birinde adası dar gelmiş Arion'a dünya göreyim
deyip Korinthos'a göçmüş. Ora halkını
da büyülemiş, üstelik Korinthos'un yöneticisi
Periandros'u da dost edinmiş kendine. "Gitar
çalmakta eşi yoktu, diyor Herodot hemşerimiz,
duyduğuma göre de, Dithyrambosu ilk
söyleyen odur". Dithyrambos, tanrı Dionysos'a
bir övgüdür, bu tür, tragedyanın kaynağı
sayılır. Arion onu yarattıysa, tragedyanın
babası odur demek (Dionysos).
Her neyse, Arion sanatıyla yalnız ün değil,
çok para da kazanmış, İtalya'yı, Sicilya'yı
gezmek hevesine kapılmış. Orada da bir süre
kalıp, servetler topladıktan sonra, dost Periandros'un
yanına dönecek olmuş. Taranto'dan
gemiye binmiş, yolculuk için Korinthos'lu
bir geminin tayfasıyla pazarlığa girişmiş,
çünkü en çok bu şehir adamlarına güvenirmiş.
Ne var ki denize açılınca, gemiciler
onu suya atıp paralarının üstüne oturmayı
kurmuşlar. Arion fiskoslarını duymuş ve varımı
yoğumu alın, bana hayatımı bağışlayın diye
yalvarmış. Bir gece önce düşünde Apollon'u
görmüşmüş Arion. Güvenmiş tanrıya ve
bakmış ki başka kurtuluş yok, en güzel rubalarını
giyip son bir kez güvertede denize karşı
saz çalmayı dilemiş. Sonra da denize atacakmış
kendini. Öyle güzel çalmış, öyle dokunaklı
söylemiş ki, Apollon'un kutsal hayvanları
yunus balıkları belirmiş çevrede: Toplanmış,
dinliyorlarmış ozanı. Arion ezgisini bitirince
denize atlamış, hemen yunus balığının biri
onu sırtına almış ve Yunanistan'a kadar götürmüş.
Hain gemiciler Korinthos'a varınca,
Periandros şairin ne olduğunu sormuş, denize
düşüp boğulduğunu söylemişler. O sıra
Arion birdenbire çıkagelmez mi! Periandros
gemicileri çarmıha gerdirmiş, tanrı Apollon
da Arion'un sazıyla üstünde yolculuk ettiği yunus
balığını gökte birer burca dönüştürmüş.
Aristaios. Tesalya'lı ırmak tanrı Peneus'un
tonınu olan Kyrene adlı nympha'yı tanrı
Apollon görmüş ve sevmiş, alıp onu Libya'ya
kaçırmış ve orada Aristaios adlı bir çocukları
olmuş. Çocuğu kırlarda at adam Kheiron ve
nympha'lar büyütmüş. Aristaios tarım ve
hayvancılıkla ilgili bilgilerin hepsini öğrenmiş,
zeytincilik, hayvancılık ve özellikle arıcılıkta
ondan üstünü yokmuş.
Aristaios sonradan Kadmos'un kızı Autonoe
ile evlenir ve Aktaoin adlı bir oğlu olur.
Babası gibi dağda, bayırda yetişen Ataion usta
bir avcıdır.
Aristaios'a Vergilius "Georgica" adlı tarımsal
konuları ele alan eserinde uzun bir parça
ayırmıştır. Serüvenini şöyle anlatır: Dag ve su
perilerini kovalamaktan hoşlanan Aristaios
günün birinde ozan Orpheus'un karısı Eurydike'nin
peşine takılır, kaçarken Eurydike'nin
ayağını yılan sokar, güzel kadın düşüp ölür.
Tanrılar da Aristaios'u cezalandırmak için
salgın düşürürler arı kovanlarına, arılarının
hepsi ölür. Bu yıkım karşısında Aristaios anası
Kyrene'ye dert yanar, Kyrene oğluna deniz
ihtiyarı diye anılan kâhin Proteus'a baş vurmasını
salık verir. Aristaios da Odysseia'da
Meneloas'un yaptığı gibi (Od. IV, 365 vd.) gidip
Mısır'da fok balıkları arasında yaşayan
Proteus'u bulur ve onu sımsıkı bağlayarak kehanetini
ağzından alır: Dört boğa ile dört düve
kurban edecek, sonra derdine çare bulacaktır.
Aristaios kâhinin dediğini yapar, kestiği
kurbanları dokuz gün sonra yoklayınca,
leşlerinden binlerce arı çıktığını görür. Bağışlandığını
anlar.
Yunanistan'ın bazı bölgelerinde, özellikle
Tesalya, Boiotia ve Arkadya'da Aristaios bir
kır tanrısı olarak saygı görürdü (Eurydike,
Orpheus).
Arkas. Zeus'la Artemis'in avcı kızlarından
Kallisto'nun oğlu, Arkadya bölgesinin efsanelik
atası.
Zeus'un gebe bıraktığı Kallisto doğurup da
öldükten yahut ayı kılığına sokulduktan sonra,
Zeus Arkas'ı büyütmek üzere Hermes'in
anası Maia'ya vermiş. Arkas ana tarafından
Lykaon'un torunuydu. Bu kral Zeus'u sınamak
istemiş, torununu doğrayıp parçalarını
tanrının sofrasına çıkarmış. Ama Zeus aldanmamış,
sofrayı devirdiği gibi, Lykaon'un konağına
yıldırım yağdırmış, kralın kendisini de
bir kurt haline sokmuş. Arkas'ın parçalarını
bir araya getirip çocuğu yeni baştan diriltmiş.
Arkas delikanlılık çağma gelmiş, avlanıyormuş
ki, ayı olan anasına rastlamış, başlamış
onu kovalamaya ve hayvanın sığındığı Zeus
tapınağına onun arkasından girmiş. Ülkenin
yasalarına göre, tapınağa giren ölüm cezasına
çarptırılmış. Ama Zeus acımış ana oğla ve
ikisini de göğe alarak birer yıldız yapmış.- Kallisto
Büyükayı, ya da yunanca bir deyimle
"Araba" olmuş, Arkas da Arkturos yani arabanın
sürücüsü.
Arkas Lykaon'un oğlundan kendisine miras
kalan krallığa adını vermiş, Arkadya denmiş
bu bölgeye. Çok yararlı bir kral olmuş: Uyruklarına
buğday ekmesini, ekmek yoğurmasını
ve yün eğirmesini öğretmiş. Ölünce Arkadya
üç oğlu arasında paylaşılmış.
Artemis. Artemis, Akdeniz çevresinde bin
yıllarca tutunmuş bir tanrıçaya belli bir süre
içinde ve belli bir bölgede verilen addır. Kaynağı
Orta Anadolu'da bulunduğu en son arkeoloji
kazılarından kesinlikle anlaşılan ve genel
olarak Ana Tanrıça diye tanımlanabilen
bu tanrısal varlık Yunan din ve efsanelerinde
Artemis adıyla anılır. Bu tanrıçanın kültü
Anadolu'dan Mezopotamya'ya, Suriye, Lübnan
ve Filistin yoluyla Mısır'a ve Ege adalarıyla
Girit'e kadar bütün Akdeniz kıyılarını
kapladığı gibi, Yunanistan ve İtalya'ya da yayılmış,
ayrıca kuzeyde İskandinav ülkelerine
dek sokularak iz bırakmıştır. Toprak ve bereketi
simgeleyen bu tanrıçaya her çağ ve her
bölgede başka başka adlarla ve ayrı ayrı biçimlerde
tapınıldığı, bütün bu değişik ad ve
biçimlerin ardında hep aynı görüş ve inanç
özüne rastlandığı artık yadsınmaz bir gerçek
olmuştur. Ne var ki isim ve biçim bolluğu tanrıçanın
geçirdiği evreyi izlemeyi güçleştirmekte,
bu karmaşık varlığı bir bütün olarak görüp
incelemeyi bilimin daha iyice çözümleyemediği
bir sorun haline getirmektedir. Çatalhöyük
ve Hacılar kazılarında elde edilen bulgular
ise Ana Tanrıçanın gelişmesinde başlangıç
noktasını İsa'dan önce 6100 yıllarına kadar
indirmekle bu evreye ışık tutmakta ve daha
sonraki aşamaların belli bir açıdan incelenmesini
kolaylaştırmaktadır. Efes'te bulunan
Artemis heykelleri de Anadolu'nun
Yunanla ilgili çağlarında bu tanrıçanın aldığı
biçimi ortaya sermekle erken taş çağında
başlayıp Roma imparatorluğunun putperestlikten
Hıristiyanlığa geçişine kadar olan sürede
tutarlı bir gelişmeyi izlemek olanağını vermektedir.
Adı ne olursa olsun toprak ve bereket
tanrıçası ancak uzun ve yaygın bir gelişme
süreci içindeki aşamaların sayım ve dökümünü
Ana Tanrıçanın Anadolu'daki başlıca
simgesi olan Kybele'ye ayırdığımız bölüme
bırakarak, burada yalnız Artemis'i tanıtma
çabasına girişelim. Yunan kaynaklarında adına
rastlanan Artemis de zaman ve mekân
içinde bir gelişmenin ürünüdür. Homeros
metinlerinde sözü geçen Artemis'ten Latin
yazınındaki Diana'ya varmak için nice nice
değişimlere uğramıştır bu tanrısal figür. Bunları
özetlemek için yazılı kaynaklardan, Efes'li
Artemis'i tanımlamak için de Selçuk müzesinde
gözümüzle görmek mutluluğuna eriştiğimiz
eşsiz heykellerden faydalanacağız. Ana
Tanrıçanın gerek Kybele, gerekse Artemis
adıyla tam anlamına varmak bugüne bugün
pek az bilginin başarabildiği bir iştir. Bu işte
öncülük, bizim tarih ve din tarihi bilginimiz
Halikarnas Balıkçısı'ndadır. Aşağıdaki inceleme,
onun bulgularının, tanımlarının ve şaşırtıcı
bir kavrama ve bağlantı kurma gücüyle
aydınlatıp canlandırdığı gerçeklerin bir derlemesi
sayılabilir.
(1) ADI VE EK ADLARI. Artemis'in adı tıpkı
Apollon'unki gibi Yunanca değildir. Dokunulmamış,
bozulmamış anlamına yakın gelen
"artemes" sıfatından üreme olduğunu kanıtlamak
güçtür. Artemis'in Apollon'un olduğu
gibi parlaklık gösteren bir ek adı da yoktur.
Adına takılan yüzlerce yersel sıfatı ise onun
tapınıldığı çeşitli ülke ve bölgeleri açığa vurmaktan
başka bir işe yaramaz. Tek üstünde
durulması gereken ve kişiliğinin özünü yansıtan
sıfatları ilkin Homeros destanlarında,
sonra ilkçağ yazını boyunca rastlanan okçulukla
ilgili sıfatlarıdır. İlyada'da bu tanrıçaya
çokluk "ok taşıyan, ok saçan, okçu tanrıça"
denir, kardeşi Apollön gümüş yaylı olduğu
halde, Artemis için Altın sıfatının kullanılması
dikkati çeker. İlyada'da Artemis için "altın
yaylı, altın tahtlı ve dizginleri altın kakmalı"
deyimlerine rastlanır, oysa ayla ilişkili bir tanr.
t.
nçaya altını biz daha çok yakıştırabiliri*. Baş
ka bir sıfatı ise onun Apollon'l.ı lı.ıglcinl ısını
daha açıkça belirtmektedir. Delos'lu Apollon'un
bir tıpkısı olan Artemis'e övgüde şöyle
deniyor:
Artemis'i övelim, Musa, okçu tanrının kız
kardeşini
Apollon 'la birlikte büyümüştür ok atan o
kız oğlan kız,
atlarına yoğun sazlı Meles ırmağından su
içirir
ve Smyrna'dan hızla geçerek
sürer altın arabasını bağlık Klaros'a doğru,
ki orada taht kurmuştur gümüş yaylı tanrı-,
orada bekler hedefi vuran tanrı
kardeşi okçu tanrıçanın gelmesini.
Homerik denilen bu övgünün başlangıcındaki
bu dizeler iki bakımdan ilgi çekicidir: Biri
Artemis'in İzmir, Klaros ve Homeros'un atası
sayılan İzmir'deki Meles suyuyla ilişkisini açığa
vurur, burada her iki tanrının da Ege bölgesinden
oldukları, oradan kaynak alıp oraya
yerleştikleri anlaşılır; ikincisi Apollon için kullanılan
"Hekatos" ve "Hekatebolos" ek adlarıdır
ki bunları "okçu, okuyla hedefi vuran"
diye çevirdiğimiz halde tam anlam ve kaynaklarını
bilmemekteyiz. İlerde görüleceği gibi
Artemis'le Helios soyundan bir ay ve büyü
tanrıçası olan Hekate arasında yakınlık, benzerlik
vardır, o kadar ki bu iki tanrıça kimi
yerde birbirine karışır. Hekate'nin adı da Hekatos
gibi çözümlenmemiş bir kökendendir.
Bu aydınlanmamış köken Apollon, Artemis,
Hekate üçlüsünün Anadolu ile daha bir ilişkisini
mi dile getirir acaba?
Ilyada'nın XXI. bölümünde Akhilleus'un eli
atanda can veren Hektor'u savunup savunmamak
konusunda tanrılar arasında tartışma
vardır. Apollon bezmiştir, insanları kendi kaderlerine
bırakmak düşüncesindedir. Derken
Artemis, kardeşine sertçe çıkışır (İl. XXI, 470
vd.):
Ama kız kardeşi, yabani hayvanlar
tanrıçası, çıkıştı ona,
konuştu avcı Artemis, küçük düşürdü onu:
"Kaçıyorsun demek, okçu tanrı,
Poseidon'a bırakıyorsun zaferi büsbütün,
hak etmediği bir ün veriyorsun ona,
Ne diye bir yayın var sentn, aptal,
yaramadıktan sonra o yay İşine?".
Yabani hayvanlar tanrıçası diye çevrilen
"potnia theron" Ana Tanrıça Kybele'nln w
ona özgü bir sıfattır, llyada'da Artemis'in bu
nitelikle adlandırılması dikkati çeker, Artemis'in
Anadolu'yla ilişkisini bir daha açıklar,
Efes'li Artemis'le ilişkiyi kurar. Hele bundan
sonra Hera'nın tartışmaya karışıp Troya'dan
yana olduğu için Artemis'e karşı öfkelenmesi
büsbütün anlamlıdır (İl. XXI, 381 vd.):
Bana karşı komak mı şimdi niyetin,
utanmaz köpek?
istersen yay taşıyıcısı ol sen,
kadınlara karşı aslan yapmışsa da seni
Zeus
istediğini öldürmek gücünü vermişsede
sana,
zor ölçersin gücünü benim gücümle.
Git dağlara, yaban keçilerini öldür,
kendinden güçlüyle savaşmaktansa bu
daha iyi.
Aşağıda tanrıçanın niteliklerini ele alırken
incelediğimiz bu parçalar Artemis'in adı, sanıyla
bir Anadolu'lu tanrıça olarak karşımıza
çıktığını belirler.
(2) DOĞUŞU. Delos'lu Apollon'a övgüde
şöyle denir:
Selam sana, ey ulu Leto,
Bu parlak çocukların anası, mutlu ana,
sensin kral Apollon'u, okçu Artemis'i
doğuran,
kayalı Delos'ta doğurduydun oğlunu,
vermiştin sırtını koca dağa, Kynthos'un
sarp eteklerine,
kızını Ortygie'de doğurduydun,
tnopos akıntılarının orada,
bir Fenike ağacı dibinde.
Bu metinden açıkça anlaşılan şu ki Leto önce
Apollon'u Delos'ta, sonra da Artemis'i
Ortygie, ya da Ortygia denilen yerde doğurdu.
"Ortyks" Yunanca bıldırcın demek olduğuna
göre, bu bıldırcın yeri, ya da adası neredeydi?
Bu da tartışma konusu. İlkçağda birçok
yerler Ortygia adıyla anılmakta, hepsi de
Artemis'e yurt olmak hevesini gütmekteydi.
Bir açıklamaya göre Ortygia Delos adasının
eski adıymış, üstünde doğduktan sonra Apollon
adını Delos, yani Parlak Ada olarak değiştirmiş.
Ne var ki bu açıklama övgüde söy1
lenene uymuyor, övgüde Delos'la Ortygia ayrı
yerler olarak gösteriliyor, şu farkla ki Ino
','/
pos deresi, sözlüklerde Delos adasının bir suyudur
deniyor. Ortygia adlı Sicilya'da bir ada
var, ama o söz konusu olamayacağına göre,
kalıyor Efes yöresindeki Ortygia. Bu konuda
Halikamas Balıkçısı'nın tanıklığına başvurmalıyız
(Hey Koca Yurt, s. 219):
... İmparator Tiberius zamanında Anadolu'
da, her iki adımda bir, kutsal yerler ve tapınaklar
varmış. Katili olsun, hırsızı olsun, bu
yerlerin dokunulmazlığına kolayca sığınabildiklerinden,
ülkede güvenlik kalmamıştı.
Onun için, Anadolu'daki kutsal yerlerin temsilcileri
Roma'ya senatoya çağrılmışlar ki, bu
yerlerin gerçeğiyle yalancısı ayrılabilsin...
Herkesten önce Efesliler huzura çıktılar ve
şunları söylediler: Apollon'la Artemis genellikle
sanıldığı gibi Delos'ta doğmuş değillerdir.
Kendi ülkelerinde Kenkreios adlı bir su
varmış ve bir de Ortygia denilen bir koruluk,
Leto doğum sancılarıyla kıvranınca oraya gelmiş
ve bugüne bugün orada duran bir zeytin
ağacına dayanarak doğurmuş bu iki tanrıyı.
Bunun üzerine o koru tanrı buyruğuyla kutsallanmış,
öyle ki Apollon bile Kyklop'ları öldürdükten
sonra Zeus'un öfkesinden orada
korunmuş, yine orada Liber baba (tanrı Bacchus)
savaşta başarı kazanınca tapmak çevresine
sığman Amazon'ları bağışlamış. Tapmağın
kutsallığı Hercules'in Lydia'ya egemen olduğu
zamanda bu yiğidin izniyle daha da artmış
ve bu hak Perslerin zamanında bile kaldırılmamış.
Bu Kenkreios denilen su, suyun yanıbaşındaki
Kırkınca (köyün bugün adı Şirince'dir)
denilen köyün suyudur. Kırkınca'lılar sularını
oradan alırlar (s.221):
Ortygia denilen yer, Solmissos (Bülbül) dağının
kuzeyinde, Arvaliya vadisindedir. O yer
şimdi Meryemana'nm evi olmuştur. Kenkreios
suyu da Meryemana'nm kutsal suyu oldu.
Anadolu kurak olduğundan, su başları eskiden
beri kutsal sayılırdı. Prof. J. Garstang
"Hitit İmparatorluğu" adlı yapıtında, Hitit kabartmalarının
su başlarında olduklarını yazar.
Nitekim Sipylos (Manisa) dağının kuzey
eteklerindeki Hitit tanrıçası Hepa, yani Havva'nın
önünde de su akar. Bizans çağında, su
kaynaklarının, ayazma olarak kutsal sayılması
sürdürülmüştür.
Bu tez her bakımdan tutarlıdır: Artemis övgüsünde
tanrıçanın İzmir ve Klaros'la ilişkisi,
Efes'li Artemis'e yurt olarak Efes'e çok yakın
bir yerin seçilmesi, Meryem Ana efsanesinin
de bu yerle ilgili bulunması Ortygia denilen
yerin bu olduğu görüşünü pekiştirir. Yunanistan'da
birçok yerler kendilerine özgü bir Artemis
kültü edindikleri ve tanrıçaya bölgesel
adlar verdikleri halde, hiç biri doğum yerini
değiştirmek yoluna gitmemiş, veya gitmişse
de başaramamıştır. Artemis'lerin çokluğu
tanrıçanın asıl kaynağını unutursa bile, Efes'li
Artemis'in bu adlı bütün tanrısal imgelere
kaynak ve örnek olduğu apaçıktır.
(3) NİTELİKLERİ VE EFSANELERİ. Homeros
destanlarında Artemis'in rolü Apollon'unki
kadar büyük değildir. Anası Leto,
kardeşi Apollon, Ares, Aphrodite ve ırmak
tanrı Ksanthos'la birlikte Troya'lıları tutar,
onları savunmada gevşeyen Apollon'u azarlar.
İlyada'da Artemis'e verilen sıfatlar tanrıçanın
değişmez nitelikleri olarak kalır. Artemis
ok, yay, at ve arabayla yakından ilgilidir,
ama bu araç ve silahları sonraki yazında olduğu
gibi av ve avlanma amacıyla değil, çok daha
önemli bir iş için kullanır: Apollon gibi Artemis
de insanları oklarıyla vurup öldürür.
Ansızın ölüm erkekler için Apollon'un, kadınlar
için Artemis'in oklarıyla olur, bu çeşit
ölüm ise tatlı bir ölüm sayılır. Andromakhe'
nin anası, Niobe'nin kızları, daha başka kadınlar
hep bu oklarla can verir, kimi zaman
Artemis öldürücü okunu öç ya da ceza amacıyla
atar (Niobe), ne var ki destanlarda kardeşiyle
paylaştığı bu üstün güç başka hiç bir
tanrıya vergi değildir. Çocuk doğururken
ölen kadınların ölümü de Artemis'ten gelmedir.
Bu yüzdendir ki doğumla doğrudan doğruya
ilgili bir tanrıça olarak Hera Artemis'e
"Sen kadınlar için bir aslansın" der (İl. XXI
483) ve Zeus babanın kızına bu yetkiyi verdiğine
yakınır.
İlyada'da sözü edilen başka efsanelerde de
Artemis doğa güçlerini ve özellikle hayvanları
elinde tutan "potnia theron" olarak gösterilir,
Meleagros'un babası Oineus'a kızdığı için ülkesine
korkunç bir yaban domuzu salar (Meleagros),
Agamemnon avlanırken kutsal bir
geyiğini öldürüp böbürlendiği için İphigeneia
kurbanını şart koşar, böylece Troya savaşının
da, Akha'ların başkomutanı Agamemnon'un
da kaderini dilegirice saptar (Agamemnon,
İphigeneia).
( l I V I I I- I I r
Artemis'in avcı kız ve kesinlikle kiz oğlan
kız olarak nitelikleri Homeros destanlarında
pek belirtilmiş değildir. Yalnız Odysseia'da
denizden kurtulan Odysseus Phaiak'lar kralının
kızı Nausikaa'yı hizmetçilerinin arasında
görürken şöyle seslenir (Od. VI, 149 vd.):
Yalvarırım, kraliçem sana,
ister tanrı ol, ister insan.
Yaygın göklerdeki tanrılardansın.
u/u Zeus'un kızı Artemis olmalısın,
görünüşün, boyun bosun,dipdiri
bedeninle tıpkı osun.
Burada Odysseus'un demek istediği şu:
Tanrıçaların da, kadınların da en güzelisin.
Nitekim birçok yerlerde Artemis "Kalliste"
(en güzeli) adıyla anılır. Doğada egemen,
canlıların ölüm, kalımını elinde tutan güçlü
tanrıça kavramından doğanın içinde hayvanlarla
birlikte yaşayan, ormanlarda derelerde
ağaç ve su perileriyle dolaşıp eğlenen avcı kız
ve özellikle kız oğlan kız tanrıça kavramına
geçiş, yani Efes'li Artemis'ten Hellenistik ve
Latin şiirindeki Diana'ya geçiş kolayca anlaşılır
doğal ve olağan bir geçiştir. Sürekli bir evre
içinde gördüğümüz Artemis figürü böylece
avcılık ve bakirelikle ilgili efsane ve masallarda
rol almış (Aktaion) ve ay tanrıçası Selene,
gecenin karanlık güçlerine egemen Hekate
ile bir tutulmuştur. Biz yalnız şunu belirtmek
isteriz ki, mythos'un kaynağı sayılan Homeros
destanlarında karşımıza çıkan Artemis
sonraki yazının avcı tanrıçasından çok kişiliğinde
dişi yaratığın üç aşamasını, yani kızlık,
kadınlık ve analık aşamalarını da birleştiren
büyük Efes'li tanrıçaya benzemektedir. Burdan
çıkan sonuç da şu ki, Yunan din ve efsanesindeki
Artemis kaynağını Anadolulu tanrıçadan
almaktadır-, birçok mythos yazarlarının
bugüne dek ileri sürdükleri tezin tersine
Yunan asıllı olan Artemis sonradan Asia'lı
Ana Tanrıça ile birleştirilmiş değildir. Bu tanrıçanın
başka önemli bir kaynağı da Girit'tir.
Britomartis ve Diktynna diye anılan Girit' li
Artemis'ten bu adlar altında söz edilecek,
Efes'li Artemis ise ayrı bir bölüme konu olacaktır.
(4) EFESLİ ARTEMİS. Ephesos kazıları sırasında
bulunan biri büyük, ikisi küçük üç Arte
mis heykeli arkeolojide olduğu kadar, dünya
din tarihinde de çığır açmıştır, Çünkü çok
memeli Artemis figürlerinden daha önce ortaya
çıkıp Avrupa müzelerinde korunan tek
tük örnekler var idiyse de, bu tanrıça tipinin
Efes'e özgü olduğu ve Efes'te yapıldığı kesinlikle
bilinmiyor, yahut bilinse bile Ege tarih ve
sanatına ışık tutmak amacıyla değerlendiril
miyordu. Bugün bu Artemis heykellerini canlı
canlı karşımızda görmekle, yalnız bu tanrıçayı
değil, onunla ilgili bütün bir tanrı dünyasını,
arkasında da koca bir tarih çağım aydınlatabiliyor,
gizli ya da karanlık kalmış birçok bilimsel
sorunun çözümüne gidebiliyoruz. Dahası
var, değeri paha biçilmez, güzelliği dillere
destan Artemis Ege'nin şanını dünyaya yayarak
Türkiye turizmine çok önemli bir ileri
adım artırmıştır. Halikarnas Balıkçısı Cevat
Şakir'in İngilizce olarak yazdığı ve İzmir Tercüman
Rehber Derneğince 1971'de yayımlanan
"Asia Minör" adlı broşür Efes'li Artemis
üstüne bütün bilgileri toplamakta ve tanrıçanın
bugüne dek yapılmamış bir tanımını yapmaktadır.
Aşağıdaki yazıda bu broşürden fay
dalanılmıştır:
a) Kaynağı. Efes'li Artemis'in kaynağı hiç
şüphe yok ki Anadolulu Ana Tanrıçadır. Sümer'lerden
önce var olduğu Çatalhöyük kazılarından
anlaşılan ve Sümer'lerce Mâ ya da
Marienna, Hitti'lerce Kupapa, Kubaba ya da
Hepa, Suriye'den Arabistan'a kadar olan bölgede
Lat, Girit'te Rhea, Phrygia'da Kybele,
Lykia'da Leto olarak adlandırılan bu büyük
bereket tanrıçasının Efes'e ne zaman geldiği,
orada Artemis adıyla kültünün ne zaman başladığı
kesinlikle saptanamazsa da, bu tanrıçanın
Phrygia, Lydia ve Minoen Girit kültlerinin
etkisi altında çeşitli evreler geçirerek yukarda
adları sayılan tanrıçalardan ayrıldığı ve
bugün Efes'li Artemis biçmine girdiği apaçıktır.
Bu evreyi çağı çağına izleyemezsek de,
arkeolojik bulgularla yazılı metinlerin karşılaştırılmasından
Efes'li Artemis'in İsa'dan önce
II. bin yılda Efes yöresine yerleşmiş olduğu
kanısına varılabilir.
b) İmgesi. Ana Tanrıça'nın bütün Akdeniz
çevresinde ve özellikle Orta Anadolu'da bulunmuş
çeşitli imgeleri, idol, figürin ve küçük
heykelleri arasında Efes'li Artemis apayrı bir
yer tutar. Efes'teki Artemislon adlı tapınağın-
)
da çok memeli, başı taçlı, gövdesi birçok figürlerle
örtülü, ayakta duran, büyük boy heykeli
herhalde çok eski, ilkel bir imgenin geliştirilmiş
biçimidir. Bu ilkel imge ise bir "ksoanon",
yani hemen de hiç yontulmamış bir
tahta heykel, ya da Pessinus'taki Kybele için
olduğu gibi bir "diopetes" yani gökten düşmüş
sayılan bir taştı. Zamanla tanrıçanın imgesi
zengileşerek, Artemis'in bütün niteliklerini
dile getiren yüklü ve süslü bir heykel olmuştur.
Bu haliyle Artemis heykeli tanrıçanın doğaya
egemenliğini de, uygarlığın her türlüsünde
yöneticiliğini de simgeler: Başının üstünde üç
kat kule biçiminde üç tapınak taşır, bununla
kırları olduğu kadar şehirleri de koruduğu
gösterilir; derin ve ciddi bakışları sonsuzluğa
dikilidir, tanrıçanın ulu gücünü yansıtır, ensesi
dolunay biçiminde bir diskle çevrilidir, alnında
hilâl taşır, böylece ay tanrıçası olduğu
belirlenir, diskin her iki yanında beşer griffon,
yani kartal başlı aslan vardır ve boynunda
zodiak işaretlerinden örülmüş kalın bir
gerdanlık sarkar. Onun altında da dört kat
meme görülür. "Polymastos" yani çok memeli
diye tanımlanan heykelin meme sayısı
17 ile 40 arasında değişir. Ama bu memelerin
ucu olmadığından kimi bilginler bunları
hurma ya da erkek arı gövdeleri diye yorumlamak
yoluna gitmişlerdir. Tanrıçanın An
Kraliçesi unvanıyla ilgili görülen bu sarkıntılar
ne olursa olsun, Artemis'in bolluk ve bereket
simgeleridir. Eteği altı kat dörtgen biçiminde
plaklara bölünmüştür, her dörtgenin içinde
kabartma aslanlar, keçiler, boğalar, griffon'lar,
sfenks'ler ve arılar görülür, bunların
ortada olanları üçer üçer dizilmiştir. Gövdesini
saran bütün bu simgesel süsler tanrıçanın
kutsal tahta yonutuna zaman zaman giydirilen
birer giysi niteliğinde olsa gerek. Nitekim
Efes'te tanrıçanın giysilerini korumakla görevli
soylu genç kızlar bulunduğu, bunların kız
oğlan kız oldukları sürece hizmet gördükleri,
evlenince ayrılıp yerlerini başka kızlara bıraktıkları
bilinir. Tanrıça heykelinin değişmez
kutsal simgelerinden biri de üç sayısıdır. Bu
sayı ile Artemis'in üçlü karakteri dile gelmekte,
hem kız, hem evli kadın, hem de ana olarak
yaşam sürecinin bütününe egemenliği
simgelenmektedir. Tanrıça evrenseldir: Sürekli
değişim halinde olan ayı etkisi altında
tutar, doğum yeri çok doğurgan diye bilinen
bıldırcınla ilgilidir, arıların kraliçesi, uygarlığın
koruyucusudur, gökte ve yeryüzündeki gerçek
ve gerçeküstü bütün yaratıklar onun buyrugundadır.
İnsanların da, hayvanların da
ecesi, bütün doğanın yöneticisidir.
Efes'li Artemis'in Ana Tanrıça ile paylaştığı
bu nitelikleri İonya'ya özgü bir biçimde ve
Prygia'da tapınılan Kybele'ninkilerden ayrı
motif ve simgelerle dile getirrriesi, üstünde
durulması gereken bir özellikti/, lonya, düşünürleri
ve sanatçılarıyla uygarlık dünyasına
nasıl öncülük etmişse, Ana Tanrıça imgesini
yaratmakta da başka hiçbir ülke ve yörede
erişilemeyen bir yetkinliğe ulaşmış, göz kamaştırıcı
bir başarı ortaya çıkarmıştır. Bu eşsiz
sanat anıtıyla çığır açıcı eşsiz bir düşüncenin
taşıyıcısı olan Efes'li Herakleitos arasında
ilişki kurmamak için kör olmalı. Kaldı ki doğada
akışı görüp evreyi ilk dile getiren büyük
filozofun düşüncesini Artemis tapınağında
tanrıçanın imgesine baka baka geliştirdiğini
de biliyoruz.
c) Tapmağı. Artemis'in Efes'teki tapınağı
Artemision dünyanın yedi harikalarından biriydi.
İlkçağ yazarları onu anlatmakla bitiremezler.
190 metre boyunda, 55 metre enindeki
yapı İonya üslubunda 127 sütun üstüne
kurulmuştu. 15 metre yükseklikteki bu sütunların
36'sı kabartmalarla süslüydü, bunların
biri ünlü heykeltıraş Skopas'ın elinden çıkmıştı.
Sunağı Praksiteles'in eseriydi, içinde
bulunan Amazon'lar anıtının heykellerinin
yapılmasında Polykleitos, Pheidias, Kresilas,
Kydon gibi Yunan ilkçağının en büyük sanatçıları
çalışmış, resimleri Efes yurttaşı olan
Apelles'in elinden çıkmıştı. En parlak çağında
Artemision Atina'daki Parthenon'dan
dört kat büyük olup akıllara durgunluk veren
bir yapıydı.
Artemis'e adanmış kutsal bir alanda I.Ö.
652 yılında bitirilen ilk taş tapınak Kimmer'lerin
Anadolu'ya saldırısında yıkılmış ve
İ.Ö. 564-546 yıllarında, bir dünya harikası
sayılan asıl Artemision kurulmuştu. Büyük İskender
zamanına kadar tapınak olduğu gibi
kalmış ve Ege yöresini ele geçiren yabancı
idarelerce de saygı görmüştü. İskender'in
doğduğu t.Ö. 356 yılında l.ıpın.ık lli'iostr.ı
tos denilen ve bir deli olduğu iter! ıtirüten bir
Efes'imin eliyle yakılmış. Bu kadar koca bir
yapının bir adam tarafından nasıl yok edilebileceği
bir sır olarak kaldığı gibi, bu işte tapınağın
paha biçilmez hazinelerini ele geçirmeyi
düşünen rahiplerin parmağı olduğu sanılır.
30 yıl sonra tapınağın yeniden yapılmasına
başlanmış ve Lydia kralları gibi iskender de
yapımına büyük bağışlarla katılmıştır. Yunan
ve Roma ilkçağı boyunca uygar dünyanın
hayranlığını üstüne çeken Artemision barındırdığı
sayısız rahip ve görevli heyetleriyle
başlı başına bir idare haline gelmiş, para basımı,
kredi ve bankacılık işlemlerine önayak olmuş
ve bu yolda uluslararası bir alışveriş kurumu
meydana getirmiştir.
Bu dünya harikasının yerinde yeller esmesi,
İngiliz çukuru denilen bir bataklık haline dönmesi
Hıristiyanlıkla başlayan korkunç bir çapulculuk
hareketinin sonucudur. Aziz Paulus'un
Efes'e gelişinde yeni dine karşı direnen
Efes'tiler Bizans imparatorluğunun yağmacılığına
karşı koyamamışlar, zamanla dünya
harikasının taşları bir bir sökülerek Ayasofya'nın
yapımına yaramıştır. Eşsiz mermer
ve taşların geri kalanı da Efes'teki Sen Jan kilisesinde
kullanılmıştır. İki üç yüzyıl önce BritLh
Museum'un Efes'e yolladığı bir arkeolog
grubu da ne bulduysa İngiltere'ye aktarmış,
böylece Artemis'in dillere destan tapınağı boyuna
taşıp şehri sular altında bırakan Kaystros'un
(Küçük Menderes) da yardımıyla kurbağaların
ötüşüp oynaştığı bir batak haline
gelmiştir.
Artemision'da görevli bulunan çeşitli rahip
heyetleri ve tapınağın Ege'nin yaşamındaki
engin rolü üstüne burada daha çok ayrıntıya
gidemeyeceğimizden Halikarnas Balıkçısı'nın
yukarda sözü geçen "Asia Minör" adlı kitabına
başvurulmasını salık veririz. Bu heyetlerden
Kybele bölümünde de söz edilecektir.
d) Etkisi. Ana Tanrıçanın bir simgesi olan
Efes'li Artemis'in Phrygia'lı tanrıça Kybele
kadar etkisi olduğu ve adı ortadan silindikten
sonra da başka tanrısal varlıkların arkasında
gizli bir yaşam sürdürdüğü bir gerçektir. Artemis'i
sürdüren en belirli tanrı kişiliği hiç şüphesiz
ki Meryem Ana'dır. Aziz Paulus'u Efes
tiyatrosunda dinledikten sonra ilkin direçle
karşılayan ve isa ya da Meryem'den bize ne,
bizim tanrıçamız büyük Artemis'tir diyen
Efes'liler zamanla gevşemişler, denemez. Onlar,
kültür süreçlerinde eşi az görülen bir
transposition örneği vermişler, yani inandıkları,
tapındıkları büyük tanrıça kendilerine yasak
edilince, inançları yüzünden akla, hayale
sığmaz İşkence ve saldırılara uğrayınca Meryem
diye karşılarına çıkarılan ve zorla kabul
ettirilen tanrısal varlığa Artemis'in bütün niteliklerini
aktarmışlar, böylece inançlarının özü
korunduğu gibi Meryem Ana'yı yüceltmişler,
onu da büyük bir ana, büyük bir tanrıça nitelikleriyle
dünyada tutulabilen bir varlık olarak
yaratmışlardır. Onun içindir ki Meryem Ana'
nın Efes'e getirilmesi, Efes'te Bülbül dağındaki
tapı yerinde yaşayıp ölmesi olayı bir gerçek
olsun ya da olmasın, Meryem Ana imgesi
Efes'le yakından ilgilidir, Meryem Ana
Anadolu'nun ve özellikle Efes'in bir yaratısı,
bir başarısıdır denebilir. Tarihte bir kültür sürecinin
kesintisizce korunmasını başarmak,
insanlığa kök salmış birkaç inancın çağlar boyunca
ve gelip geçen sayısız uluslar, yönetimler,
değişmelere karşın sürdürülmesini sağlamak
uygarlık denilen büyük kavramın bir belirtisidir.
Bu yüzdendir ki Efesli Artemis bugün
karşımızda olanca canlılığıyla yaşamaktadır.
Asia. Okeanos'la Tethys'in sayısız kızlarından
biri. Bir kaynağa göre, Asia Titan İapetos'la
evlenip Atlas, Prometheus, Epimetheus
ve Menoitios'u doğurmuştur. Başka kaynaklar
bunun Asia değil, Klymene olduğunu
ileri sürerler (Tab. 3).
Bu Okeanos kızı adını Asya kıtasına vermiştir.
Ne var ki Homeros destanlarında Asia
bütün kıtanın değil, yalnız Batı Anadolu'nun
adıdır. Özellikle, İlyada'nın ünlü dizeleri (İl. II,
459 vd.) eski Maionia, yani Gediz ovası için
kullanılmaktadır.
Askalaphos. (1) Ares'in oğlu. İtalya'da anlatıldığına
göre, Aktor'un kızı Astyokhe savaş
tanrıyla gizlice sevişir ve Askalaphos'la İalmenos'u
doğurur. Boiotia'da Orkhomenos şehrinde
hüküm süren bu iki kardeş Troya savaşına
otuz gemiyle katılırlar (İl. 11, 512-516).
Savaş bitince İalmenos Yunanistan'a dön-
(.1
rnez, Karadeniz kıyılarında bir şehir kurup
oraya yerleşir. Askalaphos'la lalmenos Argonaut'lar
seferine de katılırlar. lalmenos Helene'nin
talipleri arasında yer alır.
(2) Yeraltı ırmaklarından Akheron'un oğlu.
Persephone ölüler ülkesine indiği zaman Hades
tanrıçaya oruç tutup hiçbir şey yemezse
gene yeryüzüne dönebileceğini söylemişti.
Ama Persephone dayanamayıp bir nar ısırmış,
Askalaphos da bunu görmüş, gitmiş,
Hades'e haber vermiş, Persephone'nin anası
Demeter de öfkesinden onu gece kuşuna çevirmiş.
Başka bir anlatıma göre, Demeter Askalaphos'u
kocaman bir kaya ile ezmiş de,
Herakles Hades'e indiği zaman bu kayayı
kaldırmış. Askalaphos o zaman bir gece kuşu
oluvermiş.
Askanios. Aineias'la Kreusa'nın oğlu (Tab.
17). Başka bir kaynağa göre, Askanios Troya'da
doğmamış, babası İtalya'ya göçtükten
sonra Lavinia'dan olmuştu. Oysa efsanelerin
çoğu Aineias'ın Troya yangını sırasında babası
Ankhises'i omuzlarına alarak ve Askanios'u
elinden tutarak kaçtığını anlatırlar.
Vergilius'un "Aeneis" destanında Askanios
(Lat. Ascanius)'tan uzun boylu söz edilir. Ascanius
babasının biricik umudu, büyükannesi
tanrıça Aphrodite'nin gözbebeği, sevimli bir
delikanlıdır. Aeneas öldükten sonra Ascanius
Latin'lere kral olur, Etrüsk'lere karşı savaşa
girişir ve babası Lavinium şehrini kurduktan
otuz yıl sonra kendisi Alba Longa'yı kurar.
Lavinia'nın kurduğu bir düzen sonucunda Ascanius
Latin'lerin hışmına uğrar ve Alba krallığı
Lavinia'nin oğlu Silvius'a kalır.
Aeneis'te Ascanius'un başka bir adı lulus'tur.
Roma'ya imparatorlar veren İulii soyu
(İulius Caesar da bu soydandır) Aeneas'ın
oğlundan ve dolayısıyla tanrıça Venus'tan
gelmekle övünürdü.
Asklepios. Yunan dünyasında hekim tanrı
olarak büyük bir ünü olan ve Roma'lıların da
Aesculapius adıyla benimseyip tapındıkları
Asklepios, Apollon'un oğludur (Tab. 5). Homeros
destanlarında Apollon ordulara veba,
kıran salan olumsuz, korkunç bir güç diye
canlandırıldığı gibi, iyileştirici, derde deva bulan
tanrı anlamındaki Paian ek adıyla da anılır.
Destanlar boyunca adı geçen hekimlerin
hepsi (İlyada'da Makhaon ve Podaleiros) bu
Paian tanrının oğulları ve öğrencileri sayıldığına
göre, Asklepios'un da karışık bir serüven
sonucunda Apollon tanrıdan doğmuş olması
bir rastlantı değildir.
(1) DOĞUŞU. Thessalia kralı Phlegyas'm
Koronis adlı bir kızı vardır. Apollon'la sevişir
ve ondan gebe kalır, ne var ki tanrının dölünü
karnında taşırken Arkadya'dan gelme bir
yabancıyı da yatağına alır Koronis. Bu olayı
tanrıya kutsal kuşu kuzgun haber verir, tanrı
da öfkesinden bembeyaz olan bu kuşun tüylerini
karaya boyar. Şair Pindaros bu masalı
benimsemez, ışık tanrı Phoibos Apollon'un
olayı kendi gözüyle gördüğünü ile süreri Koronis
korkunç bir cezaya çarptırılır: Bir odun
yığınının üstünde diri diri yanacaktır. Alevler
Koronis'i yalamaya başlar, kadın can vermek
üzeredir ki, Apollon kanından olan çocuğun
yok olmasına katlanamaz, ölünün karnından
dölünü çıkarır ve büyümesi için at adam Kheiron'a
teslim eder. Bu olay hekim tanrının
son anda kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir.
Asklepios'a hekimlik sanatını öğreten
Kheiron doğanın içinde yaşayan, doğanın sırlarına
ermiş bir varlıktır. Sağlığın kaynağı da
doğada olduğuna göre Kheiron'un açık havada,
güneşin altında, şifalı sulardan ve otlardan
faydalanma yollarını bilmesi şaşılacak bir
şey değildir.
(2) EFSANESİ VE SANATI. Asklepios böylece
usta bir hekim olarak yetişir, hekimliğin ve
cerrahlığın bütün bilgilerin edinir, ama bununla
da kalmaz ölüleri diriltmek yoluna bile
sapar. Bunun sırrını efsane şöyle açıklar:
Tanrıça Athena Gorgo canavarı öldüğü zaman
bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios'a
vermiş. Gorgo'nun sağ tarafındaki
damarlarda dolaşan kan zehirli, sol tarafındaki
damarlardaki ise faydalıymış. Bu şifalı kanı
Asklepios ölüleri diriltmek için kullanırmış.
Epey adam da diriltmiş, bunların arasında
Kapaneus, Lykurgos, Minos'un oğlu Glaukos
ve Theseus'un oğlu Hippolytos da varmış
(Phaidra). Zeus doğal düzeni bozan hekim
tanrının bu aşırı gücünden kuşku duymaya
başlamış, bu haddini bilmezliği cezasız bırakd'A
mamış, Asklepios'un üstüne bir yıldırım salmış,
yakmış, yok etmiş onu. Ama Apollon da
oğlunun öcünü almış, Zeus'a yıldırımı bağışlayan
Kyklop'ları öldürmüş, sonra da oğlu
Asklepios'u gökte burçlar arasına yerleştirmiş.
Bir süre de ayrılmış Olympos'tan (Admetos).
Asklepios sanatını kızı Hygieia (Yun. sağlık
anlamına gelir) ve Asklepiades (yani Asklepios
oğulları) diye sıkı bir lonca düzeni içinde
birleşen hekimlerin aracıyla ilkçağ sonuna
dek sürdürmüş bir tanrıdır. Öyle ki, hepsi halefleri,
rahipleri, oğulları sayılan yaşamış hekimler
bile onun efsanelik kişiliğinden faydalanmışlardır.
Örneğin Kos (Istanköy) adasında
hekimlik yapan Hippokrates'in bile hayatının
ne kadarı gerçek, ne kadarı masal bilinmez
bugün.
(3) TAPINAKLARI. Asklepios tanrının tapınaklarına
" Asklepieion" denir. Bunlardan en
ünlü birinin eski Pergamon, bugünkü Bergama'da
bulunuşu hekim tanrıya adanmış bu
tapınak hastanelerin ne biçim yerler olduğunu
bize açık açık göstermektedir.
Yunanistan'da en ünlü Asklepios tapınağı
Epidauros'tadır. Bugün bile kullanılmakta
olan tiyatrosu büyük heykeltıraş Polykleitos'un
planlarına göre yapılmış. Hiçbir Asklepieion
Bergama'nınki kadar yaygın ve çok
yönlü değildir. Hellenistik çağda kurulmuş
olan bu kutsal alan Asklepios'tan başka tanrıça
Hygieia'yı ve herhalde Asklepios kültünden
önce Anadolu'da bulunan Telesphoros'u
bir araya getirmekte, ilkçağda şifalı su, iyi hava,
kaplıca gibi fizik tedavilerin yanıbaşında
telkin, eğlence ve kültür yoluyla hekimliğin
ne kadar ileri gittiğini göz önüne sermektedir.
Anadolu'ya özgü bir nitelik taşıyan bu
Asklepieion'un başka hiçbir yerde benzeri olmadığı
gibi, ne hazineler sakladığı da büsbütün
ortaya çıkmış değildir. Simgelediği tüm
tedavi anlayışının ve yönteminin izlerine olsa
olsa Selçuk ve Osmanlı çaglarındaki benzeri
yapıtlarda rastlanır.
Anadolu Asklepios efsanesine de bir katkıda
bulunmuştur: İnsanları iyi ede de ölüme
meydan okuyan Asklepios'u Zeus yıldırımıyla
yere serince, ünlü hekimin son deminde yazdığı
bir reçete oradaki bir otun üstüne ditft)
vermiş, yağmur yağmış, yazının özü böylece
ota karışmış ve her derde deva sarmısak
meydana gelmiş.
Asopos. Korinthos körfezine dökülen Pelo^
ponez ırmağı; bütün ırmaklar gibi Okeanos'la
Tethys'in oğlu sayılır. Metope adlı bir
ırmak kızıyla evlenip iki oğluyla yirmi kızı
olur. Bunlardan Aiginia'yı (Tab. 21) Zeus
kartal biçimine girerek kaçırır. Korinthos kralı
Sisyphos olayı Asopos'a haber verir, o da
öfkesinden taşıp bölgeyi altüst eder. Zeus ceza
olarak Sisyphos'u Hades'e atar, ırmak
tanrının üstüne de yıldırım salıp sularını geri
çekmeye zorlar (Sisyphos).
Asterie. Titan çifti Koios'Ia Phoibe'nin kızı,
Perses'in eşi ve Hekate'nin anası (Tab. 4).
Zeus Asterie'ye âşık olup onu kovalamaya
başlar. Kız da bıldırcın biçimine girip habire
kaçar, sonunda kendini denize atıp kayalı bir
ada haline gelir. Bıldırcın anlamına gelen Yunanca
ortyks kelimesinden bu adaya Ortygl.ı
denmiş. Sonraları Asterie'nin kız kardeşi Le
to Apollon'la Artemis'i bu adada doğurmuş
Ortygia adasının Delos'un eski adı olduğu ileri
sürülür (Artemis).
Astraia. Bazı mythos yazarlarına göre Zeus'la
Themis'in kızı. Namuslu ve erdemli bir
bakire olan Astraia dünyanın altın çağlar yaşadığı
dönemde insanlar arasında kalırmış.
Ama ahlaksızlık yeryüzünde artınca, Astraia
kız kardeşi Pudicitia (Utanç) ile birlikte gökyüzüne
çıkmış ve Bakire burcu olmuş. Daha
çok Latin yazarlarında adı geçer.
Astyanaks. Hektor'la Andromakhe'nin oğlu.
Adını Homeros, ünlü çiftin batı kapılarında
buluştukları sırada şöyle açıklar (İl. VI,
399 vd.):
Andromakhe karşıladı Hektor'u
dadı da arkasından geliyordu,
memedeki yavrucağızı taşıyordu kucağında,
Hektor'un gözbebeğiydi o,
ışıldayan yıldıza benziyordu,
Hektor Skamandros'lu derdi ona,
başkaları Astyanaks, şehrin kralı, derdi,
îlyon'u tek başına koruyan Hektor'du da
ondan
Bebek babasının sorguçlu tunç tolgasnıdan
ürküp ağlamaya başlayınca, Hektor onu kol
ı . l
kollarına aılır ve bir gün babası kadar ünlü olması
İçin yakarır.
Hektor'un ölümünden sonra, Andromakhe
sevgili kocasına yaktığı ağıtta Astyanaks'm
yetim olarak çekeceği çileyi tasarlayıp dile
getirir. Oysa onunla bile kalmaz, Akha'lar
Troya'yı yangına verdikleri gece yiğitlerden
biri (Odysseus ya da Akhilleus) Hektor'un çocuğunu
surlardan aşağı atıp öldürür (Andromakhe).
At-Adam. Bkz. Kentauros.
Atalante. Arkadya (ya da Boiotia) bölgelerinde
Artemis'i simgeleyen bir avcı kız. Arkas'm
torunu, Lykurgos'un oğlu olan babası
lasos erkek çocuğu olsun istermiş, Atalante
kız olarak doğunca, onu bir dag başına bırakmış.
Bebeği bir dişi ayı emzirmiş, sonra da
avcılar alıp büyütmüşler, yaman bir avcı olarak
yetişmiş Atalante, koşuda kimse geçemezmiş
onu. Ama kız oğlan kız kalmak istediği
içindir ki, ırzına geçmeye yeltenen iki at
adamı öldürdükten sonra, taliplerini kendisiyle
koşuda yarışmaya zorlar, hepsini geçer ve
sonra da kargısıyla vurur öldürürmüş. Kalydon
avına da katılıp orada büyük bir başarı
kazanmış olan Atalante'yi Melanion (ya da
Hippomenes) yenmiş, koşuya başlamadan
önce yanına üç altın elma almış (bunlar Aphrodite'nin
Kıbrıs'taki tapınağından, ya da Batı
Kızlarının bahçesinden gelmeymiş), Atalante'nin
yaklaştığını görünce elmalardan birini
yere düşürür, kız da dayanamaz, eğilip toplar,
böylece geri kalırmış. Melanion yarışı kazandıktan
sonra, Atalante'yle evlenmiş, ama
bir gün av dönüşü karı-koca Zeus'un (ya da
Kybele'nin) tapınağına girmişler, orada sevişmişler.
Bu saygısızlığa içerleyen tanrılar ikisini
de aslana çevirmişler (Meleagros).
Ate. Eski Yunan düşününe özgü soyut bir
kavram ve onu simgeleyen dişi cinsten tanrısal
bir varlık. Hesiodos'a göre Ate, kavga
tanrıça Eris'ten doğmuştur. Akıl, insanın gerçeği
olduğu gibi görmesini, iyiyi kötüden
ayırt etmesini sağlayan yetidir. Aklı başından
alınır, gözü karartılırsa, aldanır, basireti bağlanır
ve gaflete düşüp hata işler, suç işler, günah
işler. Bunun sonucunda da cezaya çarpılır.
Çağdaş dillerde karşılığı zor bulunan bu
kavram Türkçemizde en iyi "gaflet" sözcüğüyle
karşılanabilir, ne var ki derin dinsel anlamı
ve insanlık dramında bu kavramın oynadığı
büyük rol gene de yansıtılmış olmaz. En
iyisi Yunan kaynaklarının kavramı nasıl tanımladıklarına
bakmaktır. İlkin Homeros'u
alalım. İlyada destanının asıl konusu Akhilleus'la
Agamemnon arasındaki kavga sona
erince, krallar kralı hata ettiğini kabul eder ve
şöyle der (İl. XIX, 85):
Akhalar sık sık söylediler bana bunu,
bana çıkıştılar, ama suçlu değilim ben,
Zeus, Kader, karanlıkta yürüyen Erinys
o toplantıda çeldiler aklımı,
düşürdüler kötü bir çılgınlığa (Ate)
aldığım gün Akhilleus'un onur payını,
benim elimden ne gelirdi ki?
Tanrı getirir her şeyin sonunu.
İnsanları şaşırtan çılgınlık büyük kızıdır
Zeus'un,
uğursuzun inceciktir ayakları, basmaz yere,
konar insanların kafalarına, bela olur,
onu bunu alır ağının içine.
Bir gün Zeus'u bile şaşırttı o,
insanlardan, tanrılardan üstün Zeus'u
Ate Zeus'u bile aldatmıştır: Tanrı Mykene
krallığını Perseus'un ilk doğacak olan torununa
vereceğini söyledi ve bunun Herakles olacağını
sandı, oysa Hera'nın bir oyunuyla Herakles'ten
önce Eurystheus doğdu ve yiğit
böylece bu akrabasına kul, köle olmak zorunda
kaldı. Zeus Ate'nin bu düzenine kızarak
onu saçlarından tutup tiksintiyle atar Olympos'tan
aşağı, Ate de gelir yerleşir insanların
arasına.
Ate Kader'in elinde bir oyuncaktır ve insana
kendi eliyle bilmeden, istemeden nice nice
suçlar işletir. Yunan tragedyasının başlıca
yürütücüsü bu amansız tanrıçadır. Oidipus
babası Laios'u öldürüp anasıyla evlendiğini
bilmez, Kaderce bile bile aldatılmış, şaşırtılmıştır.
Aiskhylos'un "Persler" tragedyasında
Kserkses de Ate'nin kurbanı olur. Ate kralı
bütün ordusuyla Boğazları geçmeye kandırır,
Salamis'te ordu kırılınca imparatorluk çöker,
suç işlenmiştir, geri dönüş yoktur. Ate böylece
gözü kararıp suç ve günah işlemiş bahtsız
- çoğu kez tanrıların lanetine uğramış - kişiyi
öç tanrıçaları Erinys'Ierin eline bırakır. Kişi
kurtulacağına, daha beter batar. Çıldırır ya
da canına kıyar. Bir tanrı onu suçundan arın-
dırmak yolunu bulamazsa, yeraltında da kurtuluş
yoktur onun için. İşle böyle zalim olarak
canlandırılmıştır Kader ve onun yardımcısı
Ate Yunan efsanesinde (Erinys'ler).
Bir efsaneye göre, tanrı Zeus'un öfkelenerek
yeryüzüne attığı belalı tanrıça Anadolu'nun
Phrygia bölgesindeki bir tepeye düşmüştür.
Ate tepesi (Gaflettepe) adı verilen bu
tepenin üstüne sonraları İlos İlion kentini kurmuştur.
İlion (Troya)'un başına gelen bütün
belalar bundandır (îlos, Palladion).
Athamas. Yeller tanrısı Aiolos'un oğlu Boiotia
kralı Athamas bulut tanrıça Nephele ile
evlenir, Phriksos'la Helle adlı biri oğlan, öbürü
kız iki çocuğu olur. Athamas Nephele'yi
boşar, Kadmos'un kızı İno Nephele'nin çocuklarını
kıskanır, ülkede meydana gelen bir
kıtlığa son vermek için kocasını Phriksos'u
kurban etmeye zorlar. Nephele bunu önler
ve çocuklarını altın postlu bir koç üstünde
Karadeniz'in Kolkhis ülkesine kaçırır. Ama
yolda Helle denize düştüğünden Boğazlara
Hellespontos (Helle denizi) denmiştir (Phriksos,
Helle).
Bir anlatıma göre, Athamas'a karşı büyük
bir hınç besleyen tanrıça Hera onu delirtmiş.
Deliren Athamas kendi oğullarından birini öldürmüş
ve karısı tno'yu da öldürmek için kovalamaya
başlamış. İno kaçarak deniz kıyısına
varmış ve öbür çocuğuyla birlikte denize
atlamış. Sulara karışan İno sonradan bütün
gemicilerin fırtınaya tutulunca imdadına koşan
bir deniz tanrıçası olmuş. Odysseus'u
kurtarmakta da büyük bir rol oynayan (Od.
V, 333 vd.) İno'ya Leukothea (Ak tanrıça) da
denir (İno). Athamas, İno, Phriksos tragedyalara
konu olmuşlar ne var ki bu tragedyalar
yitik olduğundan, hangi efsaneleri nasıl işledikleri
belli değildir (Argonaut'lar).
Athena. (1) DOĞUŞU. Zeus Olympos tanrılarının
egemenliğini kurduktan sonra ilkin
Okeanos kızı Metis tanrıçayla birleşir (Tab.
9). Metis Yunanca akıl, us, düşünme gücü
demektir. Tanrılar tanrısının kendine ilk eş
olarak Metis'i seçmesi anlamlıdır, ama onu
gebe bıraktıktan sonra dölüyle birlikte kendi
gövdesine alması daha da derin bir anlam taşır:
Akıl gücü ve ancak onun aracıyla elde
edilebilen dünya egemenliği baştanrıdan ayrılamamakta,
ürünleri de ancak onun kafalın
dan çıkabilmektedir. Bu kavram ve düşünceyi
şöyle dile getirir Hesiodos (Theog. 886 vd.):
Tanrı/arın kralı Zeus ilk eş olarak
Metis'i, bilge tanrıçayı seçti kendine.
Metis en çok şey bilendir
bütün tanrılar ve ölümlüler arasında.
Ama bu tanrıça tam doğuracağı sırada
çakır gözlü Athena'yt.
Zeus Toprağın ve Göğün öğütlerine uyarak
sevdalı sözlerle aldatıp eşini
yuttu, gövdesinin içine aldı onu.
İkinci süreç olarak Athena'nın Zeus'un kafasından
çıkması şöyle anlatılır (Theog. 924
vd.):
Ve Zeus çıkardı bir gün kendi kafasından
çakır gözlü yaman Athena'yi
o dünyayı birbirine katan tanrıçayı,
o hiç yorulmadan orduları yöneten,
o cenk ve savaş bağrışmalarından hoşlanan
yüceler yücesi sayılan tanrıçayı.
(2) ADİ VE EK ADLARI. Zeus'un kızı ve ı »n
iki, Olympos tanrısının biri olan Athena
(Tab. 5) çoğu zaman ik adla, yani Pallas A
thena diye anılır. Athena adinin kökeni bilin
medigi gibi, Pallas'm kaynağı da tartışma konusudur.
Pallas adlı bir Titan vardır, adının
Yunanca; "pallo", kargı sallamak, atmak anlamına
gelen bir kökenden türemiş olduğu
sanılır; ayrıca bir efsanede tanrıça Athena'nın
Pallas adında Attika'lı bir devi öldürdüğü
de anlatılır (Pallas); Athena'nın ek adı
bu devlerle ve kargı sallamakla ilgili midir? Bilindiği
gibi, bir efsaneye göre, tanrıça Athena
babası Zeus'un kafasından silahlı ve elinde
kargısı olarak çıkmıştır. Yoksa Pallas ek adı,
kız oğlan kız anlamına gelen bir sıfattan mı
türemedir ve Pallas Athena mı anlaşılmaktadır?
Bunu bugün kesinlikle saptamak güçtür.
İlyada'da Zeus sevgili kızına "Tritogeneia" diye
seslenir, Triton'dan dogma anlamına gelebilen
bu ad da açık değildir, deniz tanrısı Triton'la
Athena'nın bir ilişkisi yoktur görünürde,
Amphitrite ve Triton adlarında geçen bu
"trit" kökeni denizin uğultusunu yansıtan bir
ses benzetmesi olabilir, ama Athena'nın de
nizle tek ilişkisi, anası Metis'in bir Okeanos
kızı oluşundandır. Acaba Tritogeneia adı bu
na mı çağrışımdır?
Sıfatları daha belirgin anlamlıdır: Aigis kalkanını
taşıyan "aigiokhos" (Aigis), gök gözlü,
çakır gözlü "glaukopis" sıfatı tanrıçanın en
sevdiği kuş olan "glauks", baykuşla ilgili görülmüştür,
olabilir; son olarak "obrimopatre"
babası güçlü olan sıfatı doğrudan doğruya
baştanrı Zeus'un kızı oluşundandır.
(3) NİTELİĞİ VE EFSANELERİ. îlyada'da Athena
bir savaş tanrıçası olarak çıkar karşımıza,
ama taraf tutar, Akha'lardan yanadır, Akhilleus,
Diomedes, Odysseus ve Menelaos'u
her fırsatta korur, Troya'lı yiğitlere karşı pis
pis düzenler kurmaktan hiç çekinmez. Aslında
çirkin bir rol oynar îlyada'da, bu erdem
tanrıçası hiç haktan yana görünmez, davranışları
hep hırs ve tutkuların etkisiyle olur: Athena'nın
Hera ve Poseidon'la birlikte babası
Zeus'u nasıl zincire vurmak istediği anlatılır (I,
400), sevmediği, kendisine rakip gördüğü
Aphrodite ve Ares'e karşı turumu insafsızdır,
yenilip yaralanmalarına yardım eder, sonra
da yüksekten bakar onlara, babası Zeus karşısında
da atıp tutar, onu eleştirmekten çekinmez:
Akhilleus'Ia Hektor arasındaki savaşta
ölüm kur'asını çekecek olan Zeus'u şöyle etkiler
(İl. XXII, 127 vd.):
Ne diyorsun kara bulutlu babam, ak
yıldınmlı!
Kaderi çoktan belli, ölümlü bir adamdır bu,
kaçırmak mı istersin onu canlara kıyan
ölümden?
Yap yapacağını ama, biz tanrılar
onaylamayız yaptığını.
Kızının bu sert çıkışlarına yumuşakça karşılık
verir tanrıların babası, uyar isteklerine, güler,
okşar onu. Ve burada Athena Deiphobos
kılığına girerek aldatır Hektor'u ölüme sürükler(
Hektor, Deiphobos).
Odysseia'da Athena'nın rolü bir başkadır
ve anlamlıdır: Zeus'un kendi ağzından duyuyoruz
ki Odysseus "ölümlülerin en üstünüdür
akıldan yana", bu akıllı adamı akıl ve erdem
tanrıçası Athena tutar, tutması da doğal görünür,
îlyada'da Zeus'un oynadığı yönetici
rolü, Odysseia'da Athena oynar: Odysseus'un
da, bütün ailesinin de kaderi onun elindedir,
ne kadar olay, eylem ve konuşma varsa,
hepsi Athena'nın buyruğu, kılavuzluguyla
olur, tanrıça Odysseus'a Telemakhos'a, Penelope'ye,
Nausikaa'ya yapacağı işi, benimseyeceği
davranışı esinlemek için bin bir kılığa
girer, Mentes olur, Mentor olur, bir genç
kız, bir küçük çocuk olur, ama her an varlığıyla
oluşu etkiler yönetir. Odysseus'a karşı
davranışında da tutarlı bir duygusu belirir tanrıçanın:
Çok çile çekmiş yiğide acır, bunca
akıl ve dirayetin boşa gitmesini istemez, İlyada'daki
tutumunun tam tersine hakkın üstün
gelmesini ister. Onun içindir ki destan boyunca
Athena'nın kılavuz rolündeki eylem ve
davranışlarının, konuşmalarının anlatımına
doyum olmaz, tanrıça bu sevimli rolüyle başka
destanlara, şiirlere girmiş, denebilir ki Homeros
Odysseia'da Odysseus tipini yarattığı
gibi Athena tipini de yaratmış ve ölümsüzleştirmiştir.
Pallas Athena'nın efsaneleri o kadar çok
değildir, kız oğlan kız oluşu ve bu niteliğini yitirmekten
çekinmesi, huylanması tuhaf bazı
masalların dogmasına yol açmıştır (Erikhtonios,
Aglauros). Odysseus'u tuttuğu gibi Argonaut'ları
da tutar ve Argo gemisinin yapılmasına
yardım eder (Argonaut'lar). El işçiliğini
ve el sanatlarını koruyan tanrıça olarak
Arakhne efsanesinde rol oynar (Arakhne).
Atina'nın kurucusu ve koruyucusu olarak tanrıçanın
oynadığı rol de ilginçtir; Attika ilinin
ve Atina şehrinin tanrıçası olma hakkını şöyle
kazanmış diye anlatılır: Poseidon tanrıyla
Pallas Athena bu yetkiyi kazanmak için yarışmaya
girmişler, Olympos tanrılarını da yargıç
olarak almışlar: Poseidon Atina akropolünün
üstünde tuzlu bir göl meydana getirmiş, Athena
ise bir zeytin ağacı. Tanrılar, zeytin
ağacını tuz gölünden daha yararlı bularak yetkiyi
Athena'ya bağışlamışlar, böylece Athena
bölge ve kentin yönetimini elde etmiş.
Başka şehirler de Athena'yı koruyucu tanrıça
olarak benimsemişlerdir, bunların başında
Troya gelir. Troya'nın en büyük, en eski ve
kutsal tapmağı bugün de kalıntıları görülen
Athena tapınağı olduğu gibi, tanrıçanın tahtadan
yapılmış ve Pallaidon diye anılan heykeli
şehir varlığının simgesi sayılırdı. Bundan
ötürüdür ki Palladion'un kaçırılmasıyla ilgili
birçok efsaneler doğmuştur (Palladion).
Pallas Athena'nın kültü en ilginç biçimiyle
Atina'nın klasik çağında kendini göstermiştir.
Tanrıçanın onuruna düzenlenen Panathenai
bayramı Hellen dünyasında hem din, hem de
kültür ve sanat bakımından büyük bir yer tutmuş,
Parthenon ve onun kabartmaları gibi
ilkçağın en değerli yapıtlarının bazılarını esinlenmiştir.
Atlantis. Yunan ilkçağında mythos yaratma
işine koyulmamış hiçbir yazar yoktur. Filozoflar
bile bu çabaya katılırlar, en başta da Platon.
Bazı diyologlarınm sonunda, gerçekdışı
ve gerçeküstü bir düzeni örnek olarak göstermek
için canlandırdığı öbür dünya efsaneleri
bir yana, Timaios ve Kritias diyaloglarında,
başka hiçbir kaynakta izine rastlanmayan bir
yitik ülke masalı uydurur. Bunu niçin yapar?
Timaios'ta Atina'lı devlet adamı ve şair Solon'un
Mısır'a gidişi anlatılır, Nil deltasında
bulunan Sais kentinin rahipleriyle konuşur
Solon, biri ona şöyle der (Tim. 22 b):
— Ey Solon, Solon, siz Hellen'ler hep çocuk
kalırsınız, yaslanmış bir tek Hellen yoktur.
T- Ne demek istiyorsun?
— Ruhunuz genç hepinizin, çünkü eski bir
geleneğe dayanan ne bir görüsünüz var, ne de
zamanla kocalmış bir bilginiz.
Bu sözün doğruluğu en iyi mythos'ta görülür,
zaman kavramı bilmez mythos, tarih dışı
insan gerçeklerini yansıtmak, canlandırmak
ve Atina devletine dokuz bin yıl öncesine kadar
uzanan bir tarih yaratmak hevesine kapılmış
olsa gerek. Her neyse, günümüze dek romanlara,
filmlere konu olan ve tarihçilerle
coğrafyacıların üstünde kafa patlattıkları Atlantis
efsanesi, Timaios diyalogunda başlayıp,
bitmemiş Kritias diyalogunda yanda kalıyorsa
da, şöyle özetlenebilir:
Atlantis, Batıda Herakles sütunları (Cebelitarık)
yoluyla Akdeniz'den Okeanos'a çıkıldığı
yerde karşılaşılan büyük bir ada ve çevresindeki
takımadalara verilen admış. Korkunç
depremler sonucunda suların altına gömülen
bu ada bir zamanlar Libya ile Asya'nın bir
arada kapladıkları alandan daha yaygınmış.
Dünyanın kuruluşunda tanrılar yeryüzünü
aralarında paylaşırken, Atina, tanrılardan Athena
ve Hephaistos'a, Atlantis de Poseidon'a
düşmüş. Atlantis yerlilerinden Euenor'un
bir kızı varmış. Poseidon, bu kızı sevmiş,
onu merkez adaya bir kaleye yerleştir
miş ve beş kuşak erkek çocuk yetiştirimiş
onunla birlikte. Tanrı sonra adayı on bölgeye
bölmüş, en büyük oğlu Atlas'ı hepsinin kralı
olarak öbür oğulları arasında dağıttığı bölgelerin
başına getirmiş. Atlantis bitkileri, hayvanları
ve özellikle madenleriyle çok zengin
bir ülkeymiş: altın, bakır, demir ve "oreikhalkos"
(yani dag bakırı) diye ateş gibi parlak bir
madeni varmış; yöneticiler surlar, köprüler,
kanallar ve tünellerle bezenmiş kentler, limanlar
kurarak ülkeyi son derecede uygar bir
hale sokmuşlar. Ülkenin sosyal yapısı, askerlik
durumu üstünde durup, başkentte yılda bir
yapılan bir törene ve bu tören sırasında kesilen
boğa kurbanlarına değindikten sonra,
Kritias diyalogu birdenbire kesilir. Ancak Timaios
diyalogunda Mısırlı rahibin ağzından
öğrenilen Atina'nın dokuz, on bin yıl önce
bu ülkeyle savaşa giriştiğidir. Atlantis fazla
güç kazanmış ve Akdeniz'in büyük uluslarını
köle durumuna sokacak bir saldırıya geçmiş
de, Atina hem kenefini, hem de bütün komşularını
tek başına kurtarmış bu afetten. Ne
var ki, bir gece deprem Atlantis'i haritadan
şilince, Atina'nın oraya gönderdiği ordu Atlant'larla
birlikte yok olur. Atina'nın bu eski
tarihi üstünde hiçbir bilgisi olmayışı, bu ünlü
olayı bir Mısır'lı rahibin ağzından öğrenmesi
bütün öyküyü Platon'un uydurduğu kanısını
uyandırmakla beraber, insanda tuhaf bir izlenim
bırakmaktadır. Hiçbir zaman çözülememiş
bu gizdir ki, Timaios ile Kritias diyaloglarının
ütopya, yani hayal beldeleri anlatan öyküler
arasında özlü bir yer tutmasına yol
açar.
Atlas. (1) Titan lapetos Okeanos kızı Klymene
(başka bir kaynağa göre Asia) ile evlenir
ve Atlas, Menoitios, Prometheus, Epimentheus
diye dört oğlu olur (Tab.3). İki tanrı kuşağı
arasında bulunup Olympos'lulara baş
kaldıran bu dev yapılı yaratıklara eserlerinde
özel bir yer ayıran Hesiodos Theogonia'da
(Theog. 507 vd.) onları şöyle tanımlar-.
lapetos aldı Klymene 'yi,
güzel topuklu Okeanos kızını,
girdi onunla gerdeğe ve bir oğlu oldu:
Azgın yürekli Atlas tanrı.
Çılgınlığı ve aşırı gücü yüzünden
Atlas zorlu bir baskı altında kaldı:
Dünyanın bittiği bir yerlerde,
güzel sesli akşam perilerinin karşısında
dimdik durup ayakta tutuyor göğü
başı ve yorulmaz kolları üstünde.
Akıllı Zeus'un ona ayırdığı kader bu.
Homeros'a göre, Atlas göğü değil de, "yeri,
göğü birbirinden ayıran direkleri" taşır
omuzlarında (Od. 1,54). Herodotos Atlas'ın
Kuzey Afrika'da bir dag olduğunu söyler (IV,
184). Bu dag şöyle meydana gelmiş: Perseus
Gorgo'yu öldürdükten sonra, Atlas'a canavarın
kafasını göstererek onu bir kayaya çevirmiş.
Atlas'ın çok çocuğu olmuş: Pleione'den
Pleiade's ve Hyades kızları, Hesperis'ten Hesperid'ler,
yani akşam perileri. Dione ve Kalypso
da onun kızları olarak gösterilir.
Atlas Herakles efsanesinde de rol oynar
(Herakles).
(2) Atlantis'in yöneticisi. İapetos oğlu Atlas
ile hiçbir ilişkisi olmasa gerek (Atlantis).
Atreus. Pelops'la Hippodameia'nın oğlu,
Thyestes'in kardeşi, Homeros destanlarında
Atreusogulları diye anıları Agamemnon'la
Menelaos'un babası (Tab. 14 ve 15). Atreus
ve Atreuso§ullarının hayat hikâyesi destanlara
da, tragedyalara da sonsuz bir konu kaynağı
olmuştur. İnsanlık dışı eylem ve tüyler
ürpertici faciaları canlandıran bu öyküler Yunan
mythos'unun başlıca efsane çemberlerinden
biridir.
Atreus'a değgin ilk kaynağımız Homeros'tur.
llyada'da (İl. II, 100 vd.) Agamemnon'un
kral değneği şöyle tanımlanır:
Güçlü Agamemnon, elinde değneği, kalktı.
Hephaistos yapmıştı didine didine o
değneği,
vermişti onu Kronos oğlu kral Zeus'a,
Zeus da Argos'u öldüren yol gösterici
Hermes'e vermişti,
atları kamçılayan kralPelops'a vermişti o
da,
Pelops da erlerin güdücüsü Atreus'a
vermişti,
Atreus da bol sürüsü olan Thyestes'e
bırakmıştı ölürken,
Thyestes de onu, taşısın diye,
Agamemnon 'a bırakmıştı,
Bunca adalarda, Argos'ta boydan boya
sözünü geçirsin diye.
68
Belli ki Homeros Atreusogullarının başına
kuşaktan kuşağa süregelen laneti bilmiyor,
daha doğrusu tragedyanın vazgeçilmez konusu
olan suç ve lanet zincirlemesi destandan
sonra efsaneye katılmış bir motiftir. Atreusogulları
efsanesi bu ilenme sürecinin en parlak
örneklerinden biridir. İlk lanetleme Pelops'la
başlar: Atreus'la Thyestes babaları Pelops'un
bir nympha'dan olan oğlu Khrysippos'u anaları
Hippodameia'nın yardımıyla öldürürler.
Pelops iki oğluna lanet okur, onları sürer. Atreus'la
Thyestes Mykene'de kral Sthenelos'un
yanına sığınırlar. Sthenelos'un oğlu
Eurystheus döl bırakmadan ölünce, bir tanrı
sözü Mykene'lilere Pelopsogullarından birini
kral olarak seçmeyi buyurur. İşte o andadır
ki, iki kardeş arasında rekabetten doğan korkunç
bir kin ve nefret başlar. Her biri ötekini
ortadan kaldırıp yerine geçebilmek için iğrenç
düzenler kurar. Atreus'un sürüsünde
egemenlik simgesi altın postlu bir koyun vardır,
bu hayvanı Artemis'e kurban etmeye ant
içtiği halde, sözünde durmaz ve pöstekiyi
kendine saklar. Ne var ki Thyestes Atreus'un
karısı Aerope'yi ayartır, kadın da altın postu
gizlice kocasından aşırıp âşığına verir. Mykene'liler
kardeşlerden hangisini kral seçeceklerini
tartışınca, Thyestes hangisi altın postu çıkarabilirse
diye öneride bulunur. Pöstekinin
çalındığını bilmeyen Atreus şartı kabul eder.
Thyestes altın postu ortaya koyup kral seçilir.
Ama Zeus Atreus'a düşünde Hermes'i
gönderir; gerçek kralın başka bir tanrı işmarıyla
seçilmesi konusunda Thyestes'le anlaşmasını
buyurur; güneş yolunu değiştirirse Atreus'un
kral olacağını, yoksa Thyestes'in
tahtta kalacağını bildirir Hermes. Bu kez de
Thyestes şartı kabul eder, ama o akşam güneş
doğuda batacak olur. Tanrıların Atreus'u
tuttukları, krallığı ona verdikleri besbellidir.
Atreus tahta çıkar çıkmaz, Thyestes'i kovar.
Ama daha sonra karısı Aerope ile kardeşi
arasındaki gönül macerasını öğrenince büsbütün
çileden çıkar, kardeşiyle barışır gibi
olur, onu Mykene'ye çağırır. Tyestes'in üç
çocuğunu doğrar, pişirir ve babalarının önüne
koyar. Tyestes farkına varmadan kendi"
çocuklarını yer. Derken Atreus çocukların kesik
kafalarını getirir, gösterir babalarına.
Thyestes korkunç lanetler savurarak masayı
devirmiş, söylentiye göre de güneş o güln öy
leşine ürkmüş, öylesine tiksinmiş ki gökteki
yolunu tamamlamadan geri dönmüş. Dipsiz
bir karanlığa bozulmuş ortalık. Thyestes bu
kez Sikyon'a sığınır. Suç ve günahların iyice
izine dalar: Kendi kızı Pelopeia ile kızın haberi
olmadan birleşir ve Aigisthos adlı oğlunu
üretir. Sonra Pelopeia'yı oğluyla birlikte Atreus'un
sarayına yollar, kral kadının kim olduğunu
bilmeden onunla evlenir ve Aigisthos'u
da benimser. Ona gidip Thyestes'i öldürmek
görevini verir, ama Aigisthos son dakikada
bu düzenin farkına varır ve kendi babasını
değil, Atreus'u öldürür.
Atreus'un Aerope'den iki oğlu olmuştu:
Agamemnon'la Menelaos, Atreusoğulları diye
anılan bu iki kahraman Homeros destanrında
baş rolü oynarlar. Atreusoğullarının laneti
süregider. Aigisthos, amcası Atreus'un
babasına karşı işlediği suçun öcünü Agamemnon'dan
alır (Agarnemnon, Aigisthos).
Atropos. Kaderi simgeleyen tanrıçalar üçtür.
Üçüne birden verilen ad. Moira ya da
t Ker'dir. Hesiodos Theogonia'nın bir yerinde
bu tanrıçaların Gece'den (Theog. 218), başka
bir yerinde de Zeus'la Themis'ten doğmuş
olduklarını söyler (Theog. 902 vd.). Adı "geri
dönülmez" anlamına gelen Atropos ömür ipliğini
büken Moira'lar arasında eceli, ölümü
simgeler (Moira).
Attis. Bkz. Agdistis ueKybele.
Auge. Tegeia kralı Aleos'un kızı. Delphoi'deki
tanrı sözcüsü Aleos'a kızının doğuracağı
bir çocuğun amcalarını öldüreceğini
bildirince, Aleos Auge'yi tanrıça Athena'nın
tapınağına adamış. Ama yiğit Herakles kızı
görüp sevmiş. Auge bir süre sonra Telephos'u
doğurmuş. Babası bunu öğrenince
Auge'yle Telephos'u bir sandığa kapatıp denize
atmış, ya da köle olarak satmış. Anadolu'nun
Mysia kıyılarına çıkmışlar. Auge kral
Teuthras'la evlenmiş. Telephos gerçekten bir
süre sonra amcalarını kaza ile öldürmüş (Telephos).
Augias. Helios'un oğlu, Aktor'un kardeşi,
Elis kralı (Tab. 8). Argonaut'lar seferine katılmıştır.
Herakles efsanesinde önemli bir rol
oynar. Augias'ın büyük, zengin sürüleri varmış,
ama ağıllarını temizlemeyi ihmal eltlği
için, davarları barınamaz olmuş. Augias yiğil
Herakles'i çağırıp ağıllarının temizlenmesini
istemiş, Herakles de bu işi bir günde yapacağını,
ama karşılığında sürünün onda birini
alacağını bildirmiş. Pazarlıkta uyuşmuşlar. Yiğit
de Alpheios'la Peneus ırmaklarını yataklarını
değiştirerek sularını ağıllardan geçirmiş
ve bir günde hepsini temizlemiş. Ne var ki
Augias verdiği sözde durmamış, Herakles'e
işin karşılığını ödemek istememiş, ayrıca da
onu kendi oğlu, Herakles'in arkadaşı Phyleos'la
birlikte mahkemeye vermiş. Yargıç her
ikisini de suçlu bularak ülkeden sürmüş. Bir
orduyla geri gelen Herakles Augias'ı öldürmüş,
kentini ele geçirip Phyleos'u babasının
tahtına oturtmuş (Herakles).
Aurora. Şafak tanrıça Eos'un Latince adı
(Eos).
Autolykos. Antikleia'nın babası, Odysseus'un
dedesi. Autolykos Hermes'in oğludur
ve yakalanmadan hırsızlık yapma yeteneğini
babasından almıştır. Odysseia'da şöyle tanıtılır
(Od. XIX, 395):
Anasının soylu babasıydı Autolykos,
hırsızlıkta ve yalan yere yeminde üstüne
yoktu.
Hermeias tanrının kendisi vermişti bu yetiyi
ona,
yaktığı kuzu ve oğlak butlarından
hoşlanmıştı çok,
hep yoldaş olurdu ona, bu yüzden isterdi
iyliğini.
Odyseus'un sütninesi Eurykleia'nın anlattığına
göre, Odysseus'a adını koyan dedesiymiş.
Odysseus büyüyüp de Autolykos'un konağına
misafir gidince, dedesi ve amcalarıyla
birlikte Parnesos dağında bir yaban domuzu
avına katılmış, canavarı vurmuş, ama bir yara
almıştı. Yarasını iyileştiren de Autolykos olmuş,
sonraları bu yara izi Odysseus'un sütninesi
tarafından tanınmasına yol açar (Od.
386-407).
Başka anlatımlara göre, Autolykos Amyntor'un
öküz derisinden yapılmış sağlam tolgasını
aşırmış ve Odysseus'a vermişti. (İl. IX,
261 vd.), Eurytos'un sürülerini çalmış, Sisy
phos'a da aynı şeyi yapmak istemiş, ama baAUTOMEDON
saramamış. Sisyphos davarlarını geri almak
için konağına gelince, Autolykos Laertes'e
nişanladığı kızı Antikleia'yı önce Sisyphos'la
birleştirmiş, bundan da amacı doğacak torununun
Sisyphos gibi kurnaz olmasıymış. Bu
anlatıma göre, Odysseus Laertes'in değil de,
Sisyphos'un oğluymuş. Homeros bu görüşe
katılmaz.
Başka kaynaklarda Autolykos'un Herakles'e
güreş öğrettiği, Argonaut'lar seferine
katıldığı ve çaldığı hayvanların postunu boyayıp
onları tanınmaz hale getirmesini başardığı
anlatılır.
Automedon. İlyada'da AkhiUeus'un arabasını
süren yiğit. Ege denizindeki adaların birinden
Troya savaşına katılmaya gelmiş, sonradan
Akhilleus'ın seyisi olmuştur: Ölümsüz
atları Ksanthos'la Balios'a bakar.
Patroklos'un ölüsünü elde etmek için yiğitçe
savaşan Automedon Akhilleus'un en vefalı
arkadaşlarından sayılır (Balios).