8 Ekim 2015 Perşembe

şiir ve zihniyet - 9. sınıflar için metinler

ŞİİR VE ZİHNİYET
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,   
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,   
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,   
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.   
       
"Göynünü Şirin'in aşkı sarınca   
Yol almış hayatın ufuklarınca,   
O hızla dağları Ferhat yarınca   
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."   
       
O zaman başından aşkındı derdi,   
Mermeri oyardı, taşı delerdi.   
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.   
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.   
       
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,   
Kerem'in sazına cevap veren bu,   
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...   
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.  
       
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,   
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,       
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi.   
       
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,   
Tarihe karıştı eski sevdalar.   
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,   
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
                     F. NAFİZ ÇAMLIBEL 

SANAT          
Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar

Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da
Gezersin kırk asırlık mabedin içini
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin
Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin

Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...

Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz
                            F.NAFİZ ÇAMLIBEL

YAS
Dökün yaprağınızı dallarım dökün,
Akın yaslı yaslı sularım akın.
Bükün boynunuzu bayraklar bükün,
Bir alınmaz kalem vardı yıkıldı...

Durmadan çalkanan bir kızıl deniz
Bir damla yaş gibi duruyor sessiz,
Vatan ufkundaki en güzel çeyiz,
En şanslı süs baktım yarı çekildi.

Kara haber; tipi eser, savrulur,
Bir yanardağ gibi içim kavrulur,
Vatanın kaderi bende yuğrulur,
Yas olup, yaş olup gözden döküldü.

Gökyay'ım derdiyle adını anar,
Bir kararsız kuştur dalına konar
Neresinde bilmez bir yara kanar,
Saran gitti boyuncuğu büküldü.                           ORHAN ŞAİK GÖKYAY

ŞİİR VE ZİHNİYET
SEMAİ
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye

Elif’in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye

Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye

Karac’oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
       KARACAOĞLAN

KOŞMA-SAZIM
Ben giderim sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme
Lal olsun dillerin söyleme yâda
Garip bülbül gibi ah u zar etme

Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım sesimi sesine kattım
Bebe gibi kollarımda yaylattım
Hayali hatır et beni unutma

Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkâr etme

Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın gülersem güldün
Sazım bu sesleri turnadan m'aldın
Pençe vurup sarı teli sızlatma

Ay geçer yıl geçer uzarsa ara
Giyin kara libas yaslan duvara
Yanından göğsünden açılır yara
Yar gelmezse yaraların elletme

Sen petek misali Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma
                         ÂŞIK VEYSEL 




KIZILIRMAK KIYILARI
Kardaş, senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil.
Çık hele Anadolu’ya
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayri,
O kadar uzak değil.

Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır /Yaprak değil.

Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil

Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Utanır elin ayağın/Korkarsın yakından görsen.
Eli el değil, ayağı ayak değil.

Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan /Uyanacak değil.

Dertle, sefaletle yüklü/
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne / Akan kim /Kızılırmak değil.

Kardaş, görmüyorum ama hâlâ duyabiliyorum
Geçmiş zamanlar geleceklerden parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, büyük zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
                        F. HÜSNÜ DAĞLARCA
ŞİİR VE ZİHNİYET
GAZEL
ben nice gözle nice denizle nice  gazelle
rimle gördüm rimle bildim rimle yaşadım seni

sen ne iyiydin güzeldiysen de çirkindiysen de
kocan ne iyiydi sonra Niğde ilinde gökyüzleri

sonra ilk çağlar savaşlarında para ve babil
dilber derebeyleri haraca bağlayan aşkımızı ekmeğimizi

sonra bulunmaz hint kumaşı laf bilirliğindi
beni yüzyıllık kümesine dadandıran tilki

tüy aldım ki evrende kalkıp gitmeleri özetliyorsun
seni bilmek ne uzun kelime ne acaip ilgi

ama ben nice gözle nice denizle nice gazel
lerimle gordum lerimle bildim lerimle becerdim o işi  CEMAL SÜREYA
KAPININ ÖNÜNDE
DURAN ÇOCUĞA GAZEL
Kapının önünde duran çocuk
Bir kır görünümünü andırıyor

Güneş tütüyor saçlarında
Gözlerinde bir deniz kımıldanıyor

Kapının önünde duran çocukta
Bütünleşiyor bütün zamanlar

Dağlar doğuyor çatırdayarak
Derinleşiyor okyanuslar

Aşklar başlıyor ve bitiyor
Dünya sürdürüyor dönmesini

İzliyor şaşmaz düzeninde
Gece ve gündüz birbirini

Kapının önünde duran çocuk
Habersiz bütün bunlardan

Hayat akıyor durmaksızın
Onun içinden ve dışından
               ATAOL BEHRAMOĞLU
DİYALEKTİK GAZEL
büyük bir şaşaadır ölüm
ebruli nurlarla gelir
öyle bir yanardağdır ki öfkesi
mutantan desturlarla gelir

karşıtıyla yüklüdür her şey
mutlak çözümlerden vazgeç
tartışılmaz mükemmellikler
ne gizli kusurlarla gelir

sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir

nasıl doğmakla başlarsa ölüm
ölmekle başlar öyle hayat
bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir ATTİLA İLHAN












ŞİİR VE ZİHNİYET
 GAZEL
yolunun toprağını öptük, dudak kanattık
halk hoş görmüş, görmemiş, kulak ardına attık

sıskacık gönlümüze yüklemedik dünyayı
bağlanmış dert yükünü bir kenara fırlattık

medrese dırdırını, damını, kemerini…
ay yüzlü sevgiliyle kadeh uğruna sattık

aşktan serseme döndük mor menekşeler gibi
sevdalı başımızı dizimize dayattık

hafız’a sorar mısın: yitik gönüller nerde?
-dalgalı saçlarının burgaçlarına battık!"
                                          HAFIZ-I ŞİRAZİ
 GAZEL
varlığım baştan gitsin, tek yüzünü döndür
söyle yele, dertlilerin harmanını süpürsün

tufanlara kaptırdık gözümüzü, gönlümüzü
gam seline söyle, evi temelinden götürsün

bakışımız dicle'nin yıksın bütün ününü
soluğumuz zerdüşt'ün ateşini söndürsün!

"seni kirpiklerimle öldürürüm" diyen yâr
aman, sakın caymasın, öldürürse öldürsün!

hafız'a son gününde vuslat muştusu versen
belki ölürken bile onu mutlu görürsün!
                                   HAFIZ-I ŞİRAZİ

HALUK'UN İNANCI
Bir yaratıcı güç var, ulu ve ak pak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.

Yeryüzü vatanım, insan soyu milletimdir benim,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.

Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım.

Tekmil insanlar kardeşi birbirinin... Bir hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.

İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.

Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.

Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.

Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.

Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.

Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım.
TEVFİK FİKRET
ŞİİRDE RİTİM
SALKIM SÖĞÜT
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkım söğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden bire
kuş gibi / vurulmuş gibi /kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı /gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık! / Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat... /Atları rüzgâr... /Atları.../At...

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi /Gölgeler gölgelendi
renkler silindi./Siyah örtüler indi
mavi gözlerine /sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının / üzerine!

Ağlama salkımsöğüt /ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
El bağlama! /ağlama!
NAZIM HİKMET

CAN ERİĞİ
Bir kelime buldum çın çın öter;
Adı candır.
Bir erik kopardım can dalından;
İçi can dolu,
Adı can, yaprağı can, lezzeti candır.
Bir gölge düştü önüme dedi ki:
Bir yüküm var benden ağır
Bir yüküm var beni taşır
Adı candır.

Toprak dedi ki:
Can Allahın yongasıdır
Fakat ben bir deri bir kemik
kaldım.
Bir de misafirim var adı candır.

Işık dedi ki:
Renklerden, kokulardan,
Seslerden önce koşup geldim
İnsanoğluna nur topu gibi
Bir müjde getirdim,
Adı candır.
          BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

O BEYAZ BİR KUŞTU
O, beyaz bir kuştu, uzun kanatlı;
Ardında ışıktan bir iz bıraktı.
Yek gibi dağları aştı bir atlı,
Arada bir engin deniz bıraktı.
Uzaktan gelirken derin akisler,
Kapadı geçtiğim yolları sisler.
Tutuştu içimde birikmiş hisler;
Gönlümü o kadar temiz bıraktı.
O, beyaz bir kuştu ak kanatlıydı;
Yel gibi dağları aşan atlıydı;
Hayâldi, hayâlden bile tatlıydı;
Ne ışık bıraktı, ne iz bıraktı.
                          ORHAN ŞAİK GÖKYAY

ŞEHRAZAT
Sen gecenin gündüzün dışında
Sen kalbin atışında kanın akışında
Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında
Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın

Sen bir rüya geceleyin gündüzün
Sen bir yağmur ince hazin
Sen şarkılarca büyük hüzün
Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne
Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karşın

Sen merhamet sen rüzgar sen tiril tiril kadın
Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın
Sen başını çeviren cellatbaşının güne
Sen öyle ki sen diye diye seni anlayamayız
Şehrazat ah Şehrazat Şehrazat
Sen sevgili sen can sen yarsın
                     SEZAİ KARAKOÇ

ŞİİR DİLİ


Yoldan  geçiyordu, durdu... Bir  bahçe  vardı...  Donuk  adımlarla, adım adım  bahçenin  duvarına  yöneldi... Donuk  gözlerle  çiçeklere  baktı, baktı.  Çiçekler  sıcaktı... Donmuş  bir  sesle  bahçıvana  sustu :
- Bu  çiçekler  kesilecek 
mi? Bu  çiçekler  gidecek  mi?
Bahçıvan  dizlerine  bahçeyi  çöktü.
.. Yüzüne  çiçekleri  döndü... Bir  ışık  yanmayordu, yandı , söndü... Elleri  gözlerine  baktı, gözleri  ellerine  aktı... Gözleri  ellerini  gördü... Elleri  kördü... Sönen  ışık  yandı... Yanan  ışık  söndü Dün  yağmur  yağacaktı, gün  doğdu, yarın  yağdı, bugün  dindi.  Ağlayacaktı... Kim  anlayacaktı...
                                                    ÖZDEMİR ASAF


SONNET
Nedir bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini karıştırsan yalnızlık
                                    TURGUT UYAR



SİS
Özenle boyadım ipliğini sevginin,
Gidip de bulamamanın incinmiş rengine.
Sisi gümüş bir rüzgârla tepelerden eğirdim,
Dokudum yalnızlığın bu serin kumaşını,
Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.
Ölümü tastamam ezberledim de geldim,
Dilimde bu buruk türkü tadıyla
Bilmem ki buradan nereye giderim.

Sonunda kendime bir top yangın edindim,
Soluğumla besledim dudağımın ucunda.
Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,
Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri
Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.
Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,
Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.
                                     METİN ALTIOK













ŞİİRDE YAPI
BİR UYUMSUZ RASTLAŞMA


 Yangın                                                       Deprem
       lardan                                                   lerden       
        geliyorum                                      geliyorum
                      dedi                            dedi
                          adam                kadın
                                         ve
                               dep               yan
                        rem                            gın
                  lere                                          lara
         gitti                                                        gitti
  yıkık                                                             yanık

                                                     METİN ALTIOK




AKIŞ-CENK KOYUNCU

A y a ğ ı m  b o ş l u ğ a   t a k ı l ı y o r .  d ü ş ü y o r u m:
   a k a n  z a m a n  d e ğ i l . b e n i m ;  k e n d i m d e n
     k e n d i n e  g e ç e n !  D o r u ğ u n d a y ı m   u l u
          b i r   ş a h i n   g i b i ,   y a   d a    k ö s t e b e k
             y e r i n  a l t ı n d a !  Y ü z ü m e  y a n s ı r
              y e n i   b i r  y ü z ,   a y n a l a r a    h e r
              b a k ı ş ı m d a. A n l a y a m a m  h e m
                  a v  h e m   a v c ı  o l m a m ı. V e
                       g ü n d e n  y a r ı n a  a k ı ş ı m
                          ö t e k i n e   k a ç ı ş ı m d ı !
                          G e c e l e r i  o y n a n a n
                             o y u n d u r  y a ş a m !
                              B  o ş u n a   a r a m a
                                   d ö r t    d u v a r
                                       i n s a n l a r
                                          v a r k e n
                                             a k ma
                                                 y ı
                                                 K İ
                                               S E N İ
                                            S E N D E N
                                         S O R A R L A R
                                     D A R M A D A Ğ I N
                                    S A V R U L M U Ş K E N
                                  K E N D I N  O L M A N I N
                                E S R İ K L İ Ğ İ N İ     U N U T
                            VE    Y I R T I L   G Ü N D Ü Z E  !
                         BÖ Y L R D İ R  Y A Ş A M  G E C E
                    T A Ş K I N L I Ğ A  M E Z A R  Y A P A R
                  G Ü N D Ü Z Ü M Ü ,  K U M S A A T İ  G İ B İ
                 A K M A Y A  A L I Ş A C A Ğ I M  İ M G E L E R
              D A Ğ I N I K ,  A N L A M L A R I  K A Y B O L M U Ş
             Ç I R I L Ç I P L A K   B İ R    D Ü Ş L E M ,   G Ü N D Ü Z
         B İ R   Ç O C U K:  K A N L A R   İ Ç İ  N D E   B İ L İ N C İ M !
      AK T I M :  D Ü Ş / M Ü Ş Ü M  A S L I N D A  Ç I K I Y O R U M !










ŞİİRDE TEMA
DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz ağaçlar dikecekler NAZIM HİKMET
 

ÇOCUKLUĞUM
Çocukluğum, çocukluğum...
Uzakta kalan bahçeler
O sabahlar, o geceler,
Gelmez günler çocukluğum.
    
Çocukluğum, çocukluğum...
Gözümde tüten memleket.
Artık bana sonsuz hasret,
Sonsuz keder çocukluğum.
   
Çocukluğum, çocukluğum...
Habersiz ölen kardeşim,
Mezarı bilinmez esim,
Her bir şeyim çocukluğum.
    
Çocukluğum, çocukluğum...
Bir çekmecede unutulmuş,
Senelerle rengi solmuş,
Bir tek resim çocukluğum... 
                   ZİYA OSMAN SABA


KAYIP ÇOCUK
Birden işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf adem olduğumu
Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,
İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam artık değil mi, dostlar,
Hatırlamam artık garipliğimi. CAN YÜCEL






















ŞİİRDE GERÇEKLİK VE ANLAM
SIVAS YOLLARINDA
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sıvas yollarında geceleri.

Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sıvas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.

Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şoförler söver,
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider. CAHİT KÜLEBİ’



MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki Elif Elif uzuyordu, inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı
İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir heceden heceden

Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez yine herkesten evvel amıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı, çok zayıftı
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı
Hafiftiler inceden inceden

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinde rüzgar geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, getirmişti
Niceden niceden.

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu
Nazar mı değdi göklerden ne?
Dah etti, yok, dahha dedi, gitmez
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı
Kahroldu Elifçik düşünceden düşünceden.

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş
Sür beni, öldür beni, koma yollarda beni
Geçer götürür ana, çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimdem ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım
Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden... FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

EVLER
İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı,
Ahşap evler, kâgir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu.

Evlerin çoğu eskidi gitti tamir edilemedi
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
Kimi hayata doymuş göründü,
Bazıları zamana uydular.
Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.

Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
Dışardan geldi bir tane, nar gibi,
Arttı, eksilmedi.
Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü:
Kaderden eski fırtınalar gibi,
Ardı kesilmedi.

Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.

Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın
Gözyaşlarıyla beslendi.

Küçükler, büyük adam yerine evlerin kiminde:
Çocukları işe koştu kalabalık aileler.
Okul çağlarının kadersiz yavruları
Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,
Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.

İnsanların kaderi besbelli evlere bağlı:
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,
Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı
Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,
Çırpındılar daha üste çıkmaya
Evler bırakmadılar

Yeni yeni tüterken ocakların dumanı
"Kadın en büyük kuvvet erkeğinin işinde"
Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı
Evler dilsiz şikâyet kaçmışların peşinde.

Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı;
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar!

                                  BEHÇET NECATİGİL














ŞİİR VE GELENEK
TÜRKÜ
İki turnam gelir aklı karalı
Birin şahin urmuş birin yaralı
O yavruya sorun aslı nereli
        Katar katar olmuş gelir turnalar
        Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
İnme turnam inme sen bu pınara
Avcı tuzak kurmuş var yolun ara
Cümlemizin işin mevlam onara
Katar katar olmuş gelir turnalar
        Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
İnme turnam inme yolda kış olur
Bastığın yerler donar da taş olur
Böyle kalmaz elbet sonu hoş olur
Katar katar olmuş gelir turnalar
        Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
İnme turnam inme haber sorayım
Kanadın altına nâme sunayım
Nazlı cânânımdan haber sorayım
Katar katar olmuş gelir turnalar
        Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar

KIZILIRMAK TÜRKÜSÜ

Köprüye varınca köprü yıkıldı
Üç yüz atlı birden suya döküldü
Nice yiğitlerin beli büküldü

Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi

Tüfek getirinde şu kartalı vuralım
Dalgıç getirin de allı gelini bulalım
Biz gelinsiz köye nasıl varalım

Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi

Elinin kınası soldu mu ola
Gözünün sürmesi soldu mu ola
Evde kaynatası duydu mu ola

Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi

Kızılırmak parça parça olaydın
Her bir parçan bir yerlerde kalaydın
Sende benim gibi yarsız kalaydın

Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi

Altı kardeş idik bindirdik ata
Hürü'yü yolladık üç köyden öte
Kızıl ırmağa varınca oldu bir hata

Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi



Evde kaynanası evi bezedir
Yolda kaynanası yolu gözedir
Gelinsiz haneyi kim bezedir

Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi

Atlılarda kapaltını dolaşır
Yengelerde kuzu gibi meleşir
Kara haber güveyiye ulaşır

Nettin Kızılırmak allı gelini
Gelini gelini benim yarimi
TÜRKÜLER DOLUSU
Kirazın derisinin altında kiraz / Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var.
Canıma ciğerime dek işlemiş /Canıma ciğerime
Sapına kadar /Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile
Memleketin hali gözümden gitmez
Bin bir yerinden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına./ İlmik ilmik damar damar
Yerliyim /Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik /Bir çimdik çavdar
Bir tutam Şile bezi gibi /Dişimden tırnağıma kadar.
Ressamım
Yurdumun taşından toprağından sürüp gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine, hasına
İçersine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm.
Şairim /Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım.
Şairim /Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış onlarla güImüşüm

Hey hey yine de hey hey/Salınsın türküler bir uçtan uca
Evelallah hepsinde varım /Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek. /İnsancasına, erkekçesine/Bana bir bardak su dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.
Ah bu türküler /Türkülerimiz
Ana südü gibi candan /Ana südü gibi temiz

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.

Ah bu türküler köy türküleri /Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen'i
Öleni kalanı gidip gelmeyeni

Ben türkülerden aldım haberi
Ah bu türküler köy türküleri
Mis gibi insan kokar mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız çırılçıplak
Dişisi dişi erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara,
Bıçağı bıçak.
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir kimi zemberek gibi

Ah bu türküler köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan mürekkep değil
İşte söz, işte ses, işte biçim:
Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar.
İliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler köy türküleri
Ne düzeni belli ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi döğüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir defa Kâzım'ın türküsünü dinleyen             BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU