17 Ekim 2015 Cumartesi

homeros destanı - 4

ŞAN : XVII ŞEHİRDE OLUP BİTENLER Sabah sisi içinde doğan gül parmaklı Şafak görünür görünmez, Tanrısal Odysseus'un sevgili oğlu Telemakhos güzel çarıklarını ayaklarına bağlayıp avuçlarına uygun, sağlam bir mızrağı eline aldı; böylece şehre varmaya hazır, domuz çobanına dedi ki: — Eumaios ata, ben şehre gidiyorum anam beni görsün diye; çünkü bilirim, o beni görmedikçe hıçkırıkları kesilmeyecek, göz yaşları dinmeyecek. Sana da şunu ısmarlıyorum: kutsuz garibi şehre ilet, orada yiyeceğini dilensin: isteyen ona bir lokma yiyecek, isteyen bir tas içecek verir. Kendim bunca kaygılar içinde iken, doğrusu bütün insanları boynuma almak elimden gelmez. Konuk bundan gücenirse tasası kendisine; ben çünkü açık konuşmaktan hoşlanırım. Buna karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi: — Ey dost! Beni burada alıkoymanızı pek arzu etmem; çünkü bu yaşımda, çoban kulübelerinde kalıp çobanbaşının her buyruğuna boyun eğmek artık bana gelmez. Sen gideceğin yere git; beni de, ateşte ısındıktan ve güneş sıcağı bastıktan sonra, bu emrettiğin kişi, şehre iletir; çünkü üstümdeki şu kötü çaputlarla sabah ayazının dokunmasından korkarım, şehrin de uzakta olduğunu söylüyorlar. Böyle dedi, Telemakhos ise kulübeden dışarı çıktı; hızlı adımlarla ilerlerken aklında hep yavukluları tepelemek düşüncesi vardı. Konağın ulu bölüğüne erişince, gidip elindeki mızrağı yüksek direğe dikti; sonra divanhaneye girmek üzere taş eşiği aştı. Herkesten önce Eurykleia dadı onu gördü; iyi işlenmiş koltukları postlarla örtüyordu. Gözleri yaşararak hemen yanına geldi, ulu gönüllü Odysseus'un öbür halayıkları dal her yandan üşüşerek gelişini kutluyorlar, başından ve omuzlarından öpüyorlardı. Bilge Hatun Penelopeia da odasından çıkmıştı: Artemis'e veya altın Aphrodite'ye benziyordu. Çocuğunu iki kolu arasına alarak göz yaşları döküyor, alnından ve iki güzel gözünden öpüyordu; hıçkırıklar arasında ona kanatlı sözler söyledi: — Geldin, Telemakhos'um, gözümün tatlı aydını! Seni bir daha göremeyeceğim diyordum, sen, gizlice ve benim rızam yokken, bir gemiye binip Pylos'a gideli beri. Sevgili babandan salık soruşturmaya gitmişsin; haydi şimdi, anlat bana, her ne rastladınsa ve gözlerinle her ne gördünse. Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki: — Anacığım, beni ağlatma, göğsümdeki yüreğime dokunacak söz söyleme: ölümden kurtulup geldim işte. Ama sen yıkanıp üstüne temiz çamaşır giy, dua ederek tanrılara yüzlük kurbanlar ada, umulur ki Zeus öcümüzü almayı bize kısmet eyliye! Ben ise, dernek meydanına gidiyorum, dönüşte arkamdan gelen bir konuğu aramak için. Onu, çelebi yarenlerle, önden yollamıştım, ve Pelarios'a evine iletip bakmasını, ben gelinceye kadar ağırlamasını söylemiştim. Böyle dedi ve Penelopeia, dudakları arasından tek söz çıkmaksızın, gidip yıkandı, üstüne lekesiz çamaşırlar giydi ve dua ederek bütün tanrılara yüzlük kurbanlar adadı: umulur ki, Zeus öcalmalarını kısmet eyliye! Telemakhos bu ara, mızrağı elinde divanhaneden çıktı, beraber çıkan iki tazısı arasından gidiyordu. Athena onun üstüne tanrısal bir güzellik saçıyordu. Dernek meydanına girdiği zaman bütün halk gözlerini ona çevirip bakıyordı Her yanından üşüşüp saran yavuklular 309/431 yüzüne gülerek konuşu-yorlardı, ama yüreklerinin derinliğinde hainlik saklıyorlardı. Telemakhos onların kalabalık cemaatinden kaçarak bir arada bulunan Mentor, Antiphos ve Halitherses'in yanına gidip oturdu; bunlar babasının eskidenberi dostları idi. Kendisinden her şeyi sormaktalar iken, ünlü süngücü Peiarios yaklaşıyordu: konuğunu şehir arasından dernek meydanına getirmişti; ve Telemakhos, dakika sektirmeden, garibi karşıladı. En önce Pelarios söze başlayıp dedi ki: — Telemakhos, tez benim eve halayıklarını gönder de Menelaos'un sana verdiği armağanları konağa yollayayım. Buna karşı akıllı Telemakhos şöyle dedi: — Pelarios, henüz işlerin ne hal alacağını görmüyorum. Olabilir ki, konakta, taşkın yavuklular hainlikle canıma kıyıp atadan kalma mallarımı paylaşırlar, o halde bu armağanların onlardan birine geçmektense sende kalmasını isterim. Eğer benim elimden ecelleri ve ölümleri gelirse sevine sevine onları eve getirirsin ben de sevine sevine alırım. Böyle dedi ve kutsuz konuğu ile birlikte konağın yolunu tuttu. Ulu yapılı konağın divanhanesine gelince, kaftanlarını koltukların ve kürsülerin üstüne bırakarak leğenleri cilâlı hamama geçip yıkandılar. Halayıklar onları yıkayıp yağ ile tenlerini ovduktan sonra üstlerini entariler ve yünden kaftanlarla giydirdiler; sonra kendileri gidip koltuklara oturdular. Oda halayıklarından biri güzel bir altın ibrik getirdi, ellerini yıkasınlar diye gümüş leğen içine su döktü; sonra önlerinde iyi işlenmiş bir sofra kurdu. Sayın kâhya kadın da ekmeği getirip önlerine koydu ve hazır yiyeceklerden bol bol ikram etti. Bu ara Penelopeia, 310/431 divanhanenin tam karşılarına gelen sofasında, kürsüsüne uzanmış, hafif çıkrığını çeviriyordu. Onlar ise önlerindeki seçme yiyeceklere ellerini uzattılar. Doya doya yiyip içtikten sonra bilge Hatun Penelopeia söze başlayıp dedi ki: — Telemakhos, ben bari yine yukarki kata çıkıp yatağa uzanayım, o yatak ki Odysseus, Atreusoğullarıyla birlikte Troia seferine çıkalı beri benim her gün figan ederek göz yaşlarımla ıslattığım yerdir, çünkü sen, taşkın yavuklular buraya gelmeden önce, babanın dönüşü üzerine her ne işittinse bana anlatmaya bir türlü karar vermiyorsun. Buna karşı akıllı Telemakhos cevap vererek dedi ki: — Öyle ise, anacığım, işte sana bütün hakikati anlatıyorum: Pylos'ta, budunlar çobanı Nestor'un katına varmıştık; kendi beni yüksek konağında kabul edip gereğince ağırladı, şanlı oğullarıyla birlikte. Fakat çok çekmiş Odysseus üzerine hiç bir şey söylemedi: sağ mı, ölmüş mü? Yeryüzünde kimseden hiç bir şey duymamış! Ancak Nestor beni ünlü süngücü Atreusoğlu Menelaos'un yanına, atlarıyla ve sağlam arabasıyla yolladı. Orada ben Argoslu Helena'yı gördüm ki, onun yüzünden, tanrıların dileğiyle, bunca Argosluların ve Troialıların başına belâlar gelmiştir! Ve hemen narası gür Menelaos bana hangi sebepten tanrısal Lakedaimon'a geldiğimi sordu; ben de ona bütün hakikati olduğu gibi anlattım; onun üzerine o da cevap vererek dedi ki: «Yalvarıp sorduklarına gelince, doğruluktan ayrılmaksızın, bildiğimi anlatacağım ve seni yanıltmayacağım. Bana denizin yalan bilmez ihtiyarı her ne dediyse, bir kelimesini gizlemeden ve değiştirmeden söyliyeceğim: o bana dedi ki, Odysseus'u göz yaşları içinde, bir adada görmüş; onu, kendi rızası yok iken Nymphe Kalypso mağarasında zorla tutuyormuş; bu sebeple o da atalar yurduna dönemiyormuş.» İşte ünlü süngücü Atreusoğlu Menelaos bana bunları söyledi. Ben de, bu işler böyle bitince, yola çıktım: tanrıların ihsan ettiği rüzgârla sevgili atalar yurduna ulaştım. 311/431 Böyle dedi ve bu sözler Penelopeia'nın yüreğine derinden dokundu. Bunun üzerine tanrı yüzlü Theoklymenos onlara şöyle dedi: Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu, onun iyice bir şey bilmediğini görüyorsun; ama benim sözümü aklında iyi tut, sana ger- çek haberler vereceğim ve senden hiç bir şey gizlemeyeceğim. Bil ki, şimdiden Odysseus atalar yurduna gelmiştir, burada gizli veya aşikâr dolaşarak işlenen kötülükleri haber almakta ve bütün yavukluların cezasını hazırlamaktadır, iyi yapılı gemide görüp Telemakhos'a açıkça anlattığım alâmet böyledir. Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Tanrılar vere konuğum, söylediklerin gerçek ola! Benden öyle bir dostluk görür, öyle çok armağanlar alırdın ki, görenler seni en mutlu bir kişi sayarlardı. Aralarında böyle söyleşmekte iken... yavuklular Odysseus'un divanhanesi önündeki sert taşlar döşeli meydanda disk ve cirit atarak eğleniyorlardı; âdetleri üzerine şımarıklıkları her gün burada geçerdi. Yemek zamanı yaklaşınca, ve davarlar âdet üzere, güdücülerinin önünde kırlardan gelince Medon söz başladı çavuşlardan en ziyade hoşlandıkları ve sofralarına kabul ettikleri buydu : — Delikanlılar, oyunlardan keyfiniz yerine gelmiş ise içeri girip övünü hazırlayalım; tam vaktinde sofraya geçmek de hoşa gitmez değildir... Böyle dedi, onlar da sözünü dinleyip kalktılar; divanhaneye gelince kaftanlarını koltukların, kürsülerin üstüne atarak, yağlı domuzları ve koşulmamış düveyi boğazlayıp övün hazırlığına baktılar. 312/431 Bu ara kırdan şehre gelmek üzere, Odysseus ile çelebi domuz çobanı yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Çobanlar başkanı Eumaios ona dönerek şöyle dedi: — Garip, şehre bugünden gitmek arzusunda olduğun gibi, beyim de öyle buyurduğu için, gidelim. Bilirsin ki ben seni burada, kulübenin bekçisi olarak, alıkoymak isterdim: Ama onu sayarım; sonra, bana çıkışmasından da korkarım: beylerin azarları yaman olur... Haydi, şimdi yola çıkalım; gün de epey ilerlemiştir; tez basacak olan akşam ayazı ise sert olabilir. Buna karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki: — Anlıyorum, kavrıyorum. karşındaki arif kişidir. Hemen yola çıkalım. Sen hemen öne geçip yolu göster: bana bir de, hazır bir tarafa atılmışın varsa, dayanmak için bir çomak ver; çünkü yolun pek kaypak olduğunu söylemiştin. Ve hemen sırtına köhne heybesini atarken Eumaios ona istediği gibi bir dayanak verdi. İkisi yola koyuldular, ağılı köpeklerle öbür çobanların bekçiliğine bıraktılar. Domuz çobanı öne geçerek beyini, şu çomağa dayanmış, vücudu çaputlara sarınmış, dilenci kılıklı ihtiyar yoksulu şehre iletiyordu. Yamacın altından geçen yolun üstünde, kasabaya yaklaşırken, duvarları taşla örülmüş çeşmeye ulaştılar; bu bol akışlı pınardan kasaba halkı suyunu alırdı, onu İthakos, Neritos ve Polyktor yaptırmıştır. Çeşmeyi her yandan saran su kavaklarından bir koru vardır; burada yüksek kayadan dumlu bir su akar durur; bunun da üstünde taştan yapılmış bir tapınak var ki, onda gelenler geçenler Nymphelere adaklar sunarlar. 313/431 Burada onlara Dolios oğlu Melanthios rastladı. Onları görür görmez, doğruca sözlerini onlara yönelterek, sövmeye başladı; kaba ve yakışmaz sözlerinden Odysseus'un yüreği kızdı. — Şunlara bakın: kötü kötüyü yediyor! tanrı daima böyle iki benzeri birbirine eş eder! iğrenç domuz çobanı, nereye götürüyorsun şu miskini? Kapı pervazlarına dayana dayana omuzları çürüyecek, kırıntı dilenerek, hançerler veya leğenler değil; bana vermiş olsan, onu bekçi yapar, ağılın gübresini süpürtürdüm; atların da yeşil yemine bakardı, kendi de peynir suları içer, etlenir butlanırdı. Ama tembelliğe alışkınlığı varken hiç işe yanaşmak ister mi? Onun yapabileceği kapı kapı dilenip doymaz kursağını doldurmaktır. Şunu da sana söyleyeyim ve dediğim gibi olacak: şayet tanrısal Odysseus'un konağına ayak basarsa, erlerin kollarıyla başına iskemleler yağacak, döşemelere çarpa yıkıla eğe kemikleri ufalanacak. Böyle dedi ve akılsız adam, yanından geçerken Odysseus'un böğrüne bir tekme vurdu; ama onu patikadan dışarıya atamadı. Yerinde sarsılmayıp duran Odysseus düşündü: çomağı başına indirip can- ını alsın mı, yoksa yerden taşlar kaldırıp arkasına çarpsın mı? Fakat kendini tuttu, yüreğinin öfkesini yatıştırdı. Ona karşı domuz çobanı, gözlerinin içine bakarak çıkıştı, ve ellerini kaldırarak yüksek sesle dua etti: — Pınarbaşı Nympheleri, Zeus kızları! Bir zamanlar tanrısal Odysseus sizlere semiz ve içyağına sarılmış kuzu ve oğlak butları yakıp tütsü kıldı ise, dileğimi yerine getirin: o kahraman dönsün, bir tanrı kılavuzu olsun! Şunun da davarları kötü çobanlar elinde bırakıp bütün gün, nahiyeyi dolaşırken, takındığı yüzsüz tavırların haddini bildirsin! Buna karşı keçi çobanı Melanthios dedi ki: 314/431 — Bakındı hele, şu kurnaz köpeğin dediğine! Çok geçmeden seni ben sağlam yapılı bir kara gemiye bindirip İthaka'dan uzağa ileteceğim, ağır paha ile satacağım. Tanrılar vere, bugün, gümüş yaylı Apollon gelip Telemakhos'u konağın içinde vura, veya yavukluların eliyle canı çıka! Nasıl ki Odysseus da uzaklarda helak olup artık sıla yüzü görmeyecektir. Böyle dedi, ve ağır ağır yürürken onları geride bıraktı, kendi hızlı yürüyerek beyin konağına ulaştı ve hemen içeri girerek yavuklular arasında, Eurymakhos'un karşısına geçip oturdu: çünkü en büyük dostu oydu. Kullukçular önüne etlerden bir pay getirdiler, sayın kâhya kadın da ekmeği getirip sofrasına koydu. Odysseus ile çelebi domuz çobanı konağa yaklaşınca durdular; çevrelerine oyulmuş kopuzun sesi geliyordu: Phemios yavukluların önünde bir peşreve başlamıştı. Bu ara Odysseus, elinden tutup domuz çobanına dedi ki: — Eumaios, şu güzel konak Odysseus'un konağı mıdır? Bir çokları arasında kolay tanılır, hepsinden o kadar ayrıdır. Avlusu duvarla ve bir sıra direklerle çevrilmiş; ya iki kanatlı kapıları ne kadar sağlam! Bunları zorlayacak insan yoktur. Anlaşılan bir çok erlere ziyafet veriliyor; iç yağlarının kokusunu duyuyor musun? İçerde kopuz da çalınıyor. El kopuzu tanrılar şölenlere arkadaş vermişlerdir. — İyi bildin; bunda ve başka şeylerde sen hiç de akılsız değilsin. Ama, haydi şimdi işler üzerine konuşalım: konağın içine ya sen önce girip yavuklulara karışırsın, ben geride kalırım... veya istersen sen bekle, ben önden gideyim... fakat sen de pek gecikme; dışarda gören olursa, tokat, tekme hazır; buna hemen bir karar ver. Buna karşı çok çekmiş tanrısal Odysseus şöyle dedi: 315/431 — Anlıyorum, kavrıyorum; karşındaki arif kişidir. Haydi sen ileri! Geride ben kalırım; silleden tokattan yana da alışmamış değilim; yüreğim sabırlıdır; savaşlarda ve deryalarda çok çekmişim; başka mihnetler gelecekse onlara da hazırım. Şu batasıca kursağa boyun eğmemek elde değil; her belâyı başımıza getiren odur; yine onun yüzünden denk yapılı gemiler donanıp hasatsız deniz üzerinde sefere çıkılır, gidip yadeller talan edilir. Aralarında böyle söyleşmekte iken, orada yatmakta olan bir köpek başını kaldırdı, kulaklarını dikti; bu Argos idi; çok çekmiş Odysseus onu büyütmekte iken hayırını görmeden, kutsal Troia seferine çıkmıştı. Gençlerin elinde kalan Argos bir zamanlar, yaban keçisi, geyik ve tavşan avına alıştırılmıştı; şimdi ise, sahipsiz kalarak dış kapının önünde, katırların ve sığırların gübresi üzerinde, serilip yatmıştı; kullukçular gübreyi buradan alıp Odysseus'un büyük bahçesine götürürlerdi. Argos köpek, üstü böcek dolu, kıvrılmış yatıyordu. O anda kendisine yaklaşanın Odysseus olduğunu sezip kuyruğunu salladı ve iki kulağını indirdi; ama beyinin yanına gelecek kadar kuvveti kalmamıştı. Bu ara onu gören Odysseus gözünden akan yaşı sildi ve hiç bir şeyin farkında olmayan Eumaios'a hemen söz söyleyip şöyle dedi: — Eumaios, ne acaip köpek, şu gübre üstünde yatan! Boyu boşu güzel bir hayvan; fakat iyi anlayamadım, görünüşte güzel olduğu kadar koşuda da ayağına tez miydi? Yoksa hanların gösteriş için büyüttüğü bir sofra köpeği miydi? Buna karşı, sen çobanbaşı Eumaios, cevap vererek dedin ki: — Uzaklarda ölen erin köpeğidir bu; boy bosça olduğu kadar başarıca da iyiydi; onu Odysseus Troia seferine çıkarken bıraktığı halde göreydin güzelliğine ve kuvvetine şaşardın, ormanın en sık 316/431 yerinde gördüğü canavar ondan kurtulamazdı; izden anlamada ondan üstün tazı yoktu. Şimdi ise böyle kötülemiş; beyi atalar yurdundan uzaklaştıktan sonra, kadınlar ona bakmaz oldu; Umarsız kaldı. Kul kısmı öyledir, beyin yumruğundan yakayı kurtardı mı, işlere gereğince emek vermeye hevesleri olmaz. Gürler sesli Zeus bir adamı köleliğe atınca ondan erdeminin yarısını alır. Böyle deyip yüksek kapılı konağa girdi, doğru divanhaneye, çelebi yavukluların yanına gitti. O anda Odysseus'u görür görmez, ayrılığın yirmi birinci yılında Argos'a Ecel karanlığı basmıştı. Eumaios'un divanhaneye girdiğini en önce tanrı yüzlü Telemakhos gördü ve hemen başıyla işaret ederek yanına çağırdı. Eumaios, gözlerini dört yana gezdirerek, doğrayıcı başının boş kalmış alaca iskemlesini aldı: bu kullukçu şimdi bol bol etleri doğrayıp yavukluların paylarını hazırlıyordu. Eumaios bu iskemleyi Telemakhos'un sofrasına götürdü, karşısına koyup üstüne oturdu; ve bir çavuş ona da yiyeceklerden payını getirdi ve sepetten ekmek alarak önüne koydu. Az sonra, onun arkasından, Odysseus da divanhaneye giriyordu; kapının iç tarafında, cilalanmış eşiğe oturdu. Telemakhos görür görmez hemen yanma domuz çobanını çağırdı: en güzel sepetten iri bir ekmek parçası ve iki eliyle birden tutabildiği kadar et alıp ona şöyle dedi; — Bunları garibe götürüp ver ve de ki, yavukluları sofra sofra dolaşıp dilensin, çünkü sıkılmak yoksul adama yaramaz. Böyle dedi ve domuz çobanı bu buyruğu alır almaz gitti, Odysseus'a yaklaşarak kanatlı sözler söyledi: 317/431 — Garip, Telemakhos sana bunları gönderiyor ve ayrı ayrı yavukluların yanına gidip sadaka istemeni söylüyor; sıkılmak yoksula yaramaz, diyor. Buna karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi: — Yüce tanrı Zeus! insanlar arasında Telemakhos mutlu olsun ve bütün gönülden diledikleri onat gelsin! Böyle dedi ve ekmekle eti iki eliyle alıp ayakları dibindeki murdar heybeye koydu, sonra yemeye başladı ve bu ara divanhanede ozan destan okuyordu: biri Odysseus övününü bitirirken öbürü, tanrısal ozan, destanı kesiyordu; divanhanedeki yavukluların gürültüsü, patırdısı yükseliyordu; bu ara Athena yaklaşarak Laertes oğlu Odysseus'a yavuklulardan lokma dilenmeyi öğütledi; kimin doğru ve kimin eğri olduğunu anlamak için; gerçi bununla hiç biri başını belâdan kurtaramayacaktı! Bunun üzerine Odysseus sağdan başlayarak sofradan sofraya geçiyor ve öteden beri dilenci imiş gibi, elini uzatarak sadaka istiyordu. Acıyorlar, veriyorlardı ve kim olduğunu, nereden geldiğini soruşturuyorlardı. O zaman keçi çobanı Melanthios onlara dedi ki: — Bana kulak verin, en şanlı Hatunun isteklileri! Az önce gördüğüm yabancı üzerine söyleyeceğim: onu bu sabah buraya domuz çobanı iletiyordu; ama adını ve hangi soydan doğmuş olduğunu iyi bilmiyorum. Böyle demesi üzerine Antinoos domuz çobanına çıkıştı: — Behey damgalı köle, domuz çobanı! Ne diye şunu sen şehre ilettin? Bizde serseriler mi eksikti? Sürü sürü dilenciler, çanak yalayıcıları mı yetmiyordu? Burada toplanıp beyinin malını yiyen cemaat yetişmiyor muydu ki bunu da buraya davet ettin? 318/431 Buna karşı, sen domuz çobanı Eumaios, dedin ki: — Antinoos, soyca tosun bir er iken, sana böyle söylemek yakışmaz. Kim gider de uzak illerden bir yabancıyı davet eder, konuk buduna yarar kişilerden olmadıkça? Kâhinleri, hekimleri, kereste doğramacılarını, veya keyfimizi yerine getiren tanrısal ozanları çağırırlar; bu gibi erler yeryüzünün her bucağında adlı sanlı olurlar. Ama baş belâsı kesilecek bir yoksulu kimse gidip çağırmaz. Yavuklular arasında, Odysseus'un kullarına, hele bana karşı en sert davranan sensin. Benim de pek umurumda değil: bilge Penelopeia Hatun ve tanrı benzeri Telemakhos konakta sağ olup başımızda bulundukça. Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki: — Sus, ata! Ona karşı fazla lâf söyleme! Bilirsin ki Antinoos çekişen bir adamdır; ve daima sert sözleriyle başkalarını kızdırır. Ve Antinoos'a dönerek kanatlı sözler söyledi: — Antinoos, şüphesiz sen bir baba gibi benim iyiliğimi isteyerek, garibe konağımdan çıkıp gitmesini sert sözlerle emrediyorsun; ama beni bundan tanrı esirgesin! Bu adama sen de ver; seni bunun için kınayacak değilim; bunu hattâ öğütlerim sana! Ama senin gönlünde böyle duygular yok! Başkasına vermekten değil kendin yutmaktan hoşlanırsın. Buna karşı Antinoos cevap vererek dedi ki: — Telemakhos! Öfkesini tutamayan meydan hatibi, nedir bu söylediklerin? Bütün yavuklular benim kadar verseler, bu serseri en aşağı üç ay bu eve ayak basmazdı... Böyle dedi ve sekiyi, masanın altında tombul ayaklarını koyduğu sekiyi alıp fırlatacak gibi salladı. Öbürleri ise hepsi veriyorlardı ve heybe ekmekle etlerle dolmuştu. Odysseus Akhaiların verdiklerinden 319/431 karnını doyurmak üzere eşiğe doğru çekilirken Antinoos'un önünde durup ona karşı şöyle dedi: — Sen de ver, ey dost! Akhaiların en aşağısı görünmüyorsun bana, belki en seçkini! Kılıkça bir Hana benziyorsun; senin hepsinden daha çok vermen gerek; ben de seni yeryüzünün öbür bucağına kadar varıp öveceğim. Bir zamanlar benim de evim, barkım vardı, insanlar mutlu dirliğimi överlerdi; gariplere verdiğim çok olurdu: gelenler kimlerdir ve ne derece yoksuldur, bakmaz verirdim. Tümen tümen kullukçularını ve insanı mutlu yaşatan, adlı sanlı kılan başka her türlü mallarım vardı. Ama Kronosoğlu Zeus'un dileğiyle hepsi elimden çıktı; Tanrı beni, batırmak için, serseri korsanlarla birlikte uzaktaki Aigyptie'ye yolladı. Buraya ulaşınca sevgili yarenlerime dışarı çıkmayıp gemileri beklemelerini söyledim; keşif için de gözetleme yerlerine gözcüler gönderdim; fakat bunların gözlerini benlik bürümüş, güçlerine güvenerek Aigyptieli erlerin şen, bayındır kırlarını çapul ettiler, erkekleri öldürüp kadınları ve küçük çocukları sürüp getirdiler! Hemen de şehrin içinde vaveyla koptu. Bağrışmaları duyan halk, şafak görünür görünmez, yürüyüşe başladılar; ovayı yayalar, atlılar dolduruyor, tunç parıltıları her yanda ışıldıyordu. Yıldırım sahibi Zeus yarenlerin yüreğine ürküntü getirmişti; kimsede karşı durmaya cesaret kalmamıştı: ölüm her yandan bizi sarıyordu. Orada bizimkilerin bir çoğunu tunç kılıçla öldürdüler, kalanları da angaryalarda çalıştırmak üzere götürdüler. Ve Aigyptieliler beni Kypros hanlarından İasos oğlu Dmetor'a verdiler, o da memleketine iletti; bir çok çektikten sonra, şimdi, işte oradan buraya geldim. Buna karşı Antinoos seslenerek dedi ki: — Hangi ifrit şu musibeti buraya yollamış, şölenimizin baş belâsı olsun diye? Çekil masamın önünden, ortada dur! Yoksa şimdi gözlerine kara bir Aigyptie ve kara bir Kypros görünür. Ne sıkılmaz ne 320/431 atılgan dilenci imişsin sen! Sıra ile her sofranın önünde duruyorsun, onlar da düşünmeden, bol bol, başkasının malından saçıyorlar, esirgeyen yok, elini kısa tutan yok. Bunun üzerine çok sakıngan Odysseus uzaklaşarak dedi ki: — Ne yazık! Ne yazık! Senin gönlün yüzün gibi değilmiş! Kendi evine biri gelip tuz bile istese, eminim, vermeyeceksin: sen ki şimdi, başkasının sofrasında otururken ve önünde her şey bol bol varken bir lokma ekmek vermeye elin varmıyor. Böyle dedi ve Antinoos'un başı çok kızdı, ona yan bakarak kanatlı sözler söyledi: — Bakalım, şu divanhaneden sağ esen çıkabilecek misin? Aşağılatıcı sözler de söylüyorsun ha! Böyle dedi ve tokmağı kapıp fırlattı, Odysseus'un sırtına, sağ omuzuna değdi; ama o, kaya gibi berk durdu ve Antinoos'un attığı onu sarsmadı; sesi çıkmaksızın başını salladı, içinden kötü kötü öç almayı kuruyordu. Oradan eşiğe gelip oturdu, dolu heybesini yere koyup yavuklulara dedi ki: — Kulak verin bana, en şanlı Hatunun isteklileri! Tâ ki size göğsümün içinde yüreğimin emrettiğini söyleyeyim. Biri, malları için, kara sığırları veya ak koyunları için savaşırken dayak yerse ne acı duyar, ne utanır, ama Antinoos bana insanın başına belâlar getiren şu batasıca uğursuz kursak yüzünden vurdu; yoksullar için de tanrılar ve Erinny'ler varsa, dilerim ki Antinoos düğününden önce eceline kavuşsun! Buna karşı Eupeithes oğlu Antinoos atıldı: 321/431 — Otur, karnını doyur, yabancı! Sesini de çıkarma veya başka kapıya baş vur, yoksa böyle söylenecek olursan, korkulur ki bizim delikanlılar kolundan bacağından sürükleyip öteni berini kırarlar. Böyle dedi, ama bu sözlere cümlenin gayet canı sıkıldı; o şı- marıklardan biri de şöyle diyordu: — Antinoos! Kutsuz bir yoksula vurman hiç iyi olmadı! A düşüncesiz, ya göğün sahiplerinden bir tanrı ise? Tanrıların garipler kılığına girerek dolaştıkları çok olur: insanların doğruluğunu veya eğriliğini yoklamak için. Yavuklular böyle diyorlardı, ama sözleri ona Antinoos'a tesir etmedi. Telemakhos'un gönlü ise babasına vurulduğu için incinmiş, yüreği parçalanmıştı; fakat kendini tutup göz kapaklarından yaş dökmedi ve sesini çıkarmadan başını salladı, içinden ise kötü kötü öç almayı kuruyordu. Bilge Hatun Penelopeia karavaşları ile konuşurken divanhanede bir garibin dövüldüğünü işitince şöyle dedi: — Dilerim ki ünlü okçu Apollon gümüş oku ile garibin öcünü alsın! Buna karşı da kâhya kadın Eurynome dedi ki. — İlençlerimizin bir tesiri olsa bu kişilerin hiç biri yarın şafağın tahtına çıkmasına kadar sağ kalmazdı. Bilge hatun Penelopeia bunun üzerine şöyle dedi: — Dadı, hepsinden nefret ediyorum, çevirdikleri fırıldaklardan ötürü, hele şu Antinoos, ölüm cadısı Kere kadar kara! Kutsuz bir garib, yoksulluk yüzünden, divanhanede tofra sofra dolaşıp sadaka istiyormuş; bütün öbürleri verip heybesini doldururken o, bir sekiyi fırlatıp sağ omuzuna indirmiş. 322/431 Hatun böyle odasında oturup halayıklarla konuşmakta iken tanrısal Odysseus akşam övününü yiyordu. Penelopeia domuz çobanını çağırtarak ona dedi ki: — Eumaios çelebi, git garibi çağır, gelsin, tâ ki selâmlayıp sorayım: umulur ki çok çekmiş Odysseus'tan bir haber duymuş veya onu kendi gözleriyle görmüş ola; çok gezip çok dolaşmışa benziyor. Ona karşı, sen çobanbaşı Eumaios, cevap vererek dedin ki: — Ah! Sultanım! Akhailar hep sussaydı ve yalnız o konuşsaydı! Sözlerinden gönlün açılırdı! O, üç gün üç gece, kulübede yanımda kaldı, çünkü gemiden sıvışınca ilk önce bana gelmişti; çektiklerini anlata anlata bitiremedi. Tanrıların öğrettiği bir ozan ölümlü insanların gönlünü açmak için destan okurken nasıl ağzına baktırırsa ve hiç kesmemesi istenilirse... tıpkı onun gibi bu da odamda anlattıkları ile beni büyülemişti. Odysseus'la baba konuğu dostu olduğunu ve Krete ahalisinden bulunduğunu söyledi; orası Minos suyunun ülkesidir; bir çok çektikten sonra, oradan buraya, geze dolaşa gelmiş; yemin ediyor ki, buradan pek uzak olmayan bir yerde, Thesprotların bereketli ülkesinde sağ esen yaşamakta olan Odysseus'un haberini almış: oradan bir çok ağır pahalı mallarla yurduna dönmesi yakın imiş. Bunun üzerine bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Var, onu buraya çağır, benim de önümde anlatsın, ötekiler varsın kapıların önünde oturup veya divanhanede kalıp eğlenedursunlar, gönülleri şen, çünkü: evlerindeki mallarına dokunulmuyor; ekmekleri, tatlı şarapları bir kaç kullukçudan başkasına verilmiyor. Kendileri ise bizim evde postu sermişler, her gün sığırlarımızı, koyunlarımızı, semiz keçilerimizi kesip kesip yiyorlar, cümbüş kurup ateş yüzlü şarabımızı içiyorlar, pervasız malımızı bitiriyorlar; ve burada Odysseus değerinde bir er yok ki evinden zulmü uzaklaştırsın. Ah, 323/431 Odysseus yurduna bir dönseydi ve oğluna kavuşsaydı! Bu erlerin zulmünden o zaman öç alınırdı. Böyle dedi ve Telemakhos öyle kuvvetli aksırdı ki odanın duvarları müthiş bir yankı ile çınladı. Penelopeia hemen gülümsedi ve Eumaios'a dönerek kanatlı sözler söyledi: — Var şimdi, şu konuğu benim yanıma çağır! Ben sözlerimi bitirirken oğlumun apşırdığını duymadın mı? Hay bu alâmet yavukluların ölümünü bildirmiş ola! Sana başka bir sözüm daha var, onu iyice aklında tut: Garibin her şeyi doğru söylediğini anlasam, ona güzel güzel giyecekler veririm, entari de kaftan da. Böyle dedi ve domuz çobanı bu sözleri işitir işitmez divanhaneye gitti, Odysseus'un yanında durarak kanatlı sözler söyledi: — Konuk ata, bilge Hatun Penelopeia, Telemakhos'un anası seni çağırıyor: canı çok sıkılmıştır, gönülden seninle konuşup kocasından haber sormak arzusunu duyuyor. Eğer söylediklerinin doğru olduğunu anlarsa, sana yeni entari ve kaftan verecek: bu giyeceklere ise senin bu kadar ihtiyacın var; sonra da halktan nafakanı dilenirsin; dileyen verir, karnın doyar; Buna karşı çok çekmiş tanrısal Odysseus dedi ki : — Eumaios, ben de hemen İkarios kızı bilge Hatun Penelopoia'ya bütün bildiklerimi dosdoğru söylemek isterim, Odysseus'un ahvalini iyi bilirim, çünkü her ikimizin başından aynı belâlar geçmiştir. Fakat taşkın yavukluların kalabalığından korkarım, işte demin, onlardan biri, kimseye bir ziyanım olmaksızın divanhaneyi dolaşmam üzerine, insafsızca bana vurdu; buna ise ne Telemakhos karıştı ne de bir başkası. Bunun için şimdi sen Penelopeia'ya öğüt ver, sabırsızlanmasın, odasında güneşin batmasına kadar beklesin. O zaman kocası ve onun sıla günü üzerine istediği gibi sorsun; elverir ki 324/431 ateşin yanında oturmuş olayım; çünkü üstüm fena giyimli, kendin de bilirsin; ilk önce sana gelip sığınmıştım. Böyle dedi ve domuz çobanı işitir işitmez seğirtti; daha eşiği aşarken ise Penelopeia ona şöyle dedi: — Onu niye getirmedin,. Eumaios? Ne demek istiyor şu dilenci? Onu bu derece korkutan kim? Yoksa bu daireye girmekten sıkılıyor mu? Sıkılganlık dilenciye yaramaz! Buna karşı, sen çobanbaşı Eumaios, dedin ki: — O tam gereğince söz söylüyor ve onun yerinde kim olsa öyle düşünür, yavukluların taşkınlığından ve zulmünden korunmak ister. Güneşin batmasına kadar beklemeni öğütlüyor; bu senin için de daha iyi olur, Sultanım! Rahat rahat garip ile konuşursun: Sen sorarsın, onun da söylediklerini dinlersin. Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Garip her kim ise, düşüncesiz görünmüyor; gerçekten ölümlü insanlar arasında şu zalimler kadar haydutluklar becerenleri bulunmaz. Böyle dedi ve çelebi domuz çobanı, yavukluların kalabalığı içine geçti, çünkü başka diyeceği kalmamıştı. Domuz çobanı hemen Telemakhos'un yanına gitti ve başkaları işitmesin diye başını yaklaştırarak dedi ki: — Ey dost, ben domuzların yanına dönüyorum, senin ve benim mallarımızı beklemeye. Sen burada her şeye gözünü aç; en önce bütün aklınla kendin sağ esen kalmaya bak, başına bir şey gelmesin. Akhailardan bir çoğunun niyeti kötü; hay Zeus tanrı onları yok etsin, bize ziyanları dokunmadan! Ve hemen buna karşı akıllı Telemakhos şöyle dedi: 325/431 — Böyle olsun, Eumaios ata; gece basmadan yola çık, yarın yine gelip güzel kurbanlar getir. Artık işlerin üst tarafına bakmak bana ve benden önce ölümsüz tanrılara düşer! Böyle dedi ve domuz çobanı yine cilâlı sekiye oturdu ve canı istediği kadar yiyip içip karnını doyurduktan sonra, domuzlarının yolunu tutmak üzere divanhaneden ve avludan çıktı; orada şölenliler kalıp hora tepmek ve türkü söylemekle keyif sürüyorlardı, çünkü gün bitip akşam yaklaşmak üzereydi. 326/431 ŞAN : XVIII ODYSSEUS İLE IROS'UN YUMRUK DOĞUŞU Bir yoksul çıkageldi, bütün ülke içinde tanılmıştı; çünkü İthaka kasabasında kapı kapı dilenirdi ve karnının doymazlığı ile anılırdı: durmadan, ne bulsa, yiyecekten içecekten, kursağına indirirdi. Gücü kuvveti hiç yoktu, lâkin boylu boslu ve görünüşte görklüydü. Amaios, doğunca sayın anasının ona koduğu ad idi; lâkin bütün gençler ona İros diyorlardı; şunun için ki nereye yollasalar, İris gibi gider, ısmarlanan haberi ulaştırırdı! İros gelir gelmez Odysseus'u evinden kovmaya kalktı ve çıkışarak ona kanatlı sözler söyledi: — Çekil, ihtiyar, kapının önünden; yoksa şimdi seni bacağından sürüklerim. Görmüyor musun ki, hepsi işaret ediyor seni dışarı atayım diye? Ama ben kendime yakıştırmıyorum. Haydi kendin kalk git, tâ ki çekişip iş yumruk yumruğa varmasın! Çok tedbirli Odysseus ona yan bakarak dedi ki: — A kutsuz kişi! Ne bir fenalığım dokundu sana, ne kötü bir lâf söyledim. Kimsenin sana istediği kadar vermesini de kıskanmam. Eşik büyük; oraya ikimiz de sığarız. Başkalarını kıskanmak da sana yakışmaz; sen de benim gibi bir dilenciye benziyorsun. Kısmetleri tanrılar üleştirir. Ama el kaldırıp kanımı kaynatma; çünkü kafam kızarsa, yaşlı olduğuma bakma, eğe kemiklerini kırar ağzından kan kustururum; yarından sonra da ben rahat ederim; çünkü sen artık bir daha Laestes oğlu Odysseus'un konağına ayak basamaz olursun sanırım! Ona karşı öfkelenen dilenci İros dedi ki: — Vay canına! Şu aç herif ne tok lâflar savuruyor, ocağının dumanına boğulmuş koca karı gibi! Şimdi ben iki elimle çullanırsam avurtlarından dişlerini söker, yere tükürtürüm: ekine dalan yaban domuzuna ettikleri gibi. Öyle ise hemen sıvan, kuşan da görsünler: kendinden genç biriyle savaşa kalkmak ne demek imiş! Yüksek kapıların önünde, cilalanmış eşiğin üstünde, böyle, gönüllerinin bütün hevesiyle çekişiyorlardı. Bunların ağız kavgası ettiğini görünce, erki kutsal Antinoos Han, tatlı tatlı gülerek yavuklulara şöyle dedi: — Dostlar! Böylesi hiç görülmüş değil! Tanrılar şimdiye kadar, şu konakta, içimiz açılsın diye bundan büyük bir eğlence kısmet etmemiştir. Garip ile İros çekişiyorlar; yumruk yumruğa gelmek üzereler! Haydin, onları kızıştıralım. Böyle dedi ve cümlesi gülerek ayağa kalktı, çaputlara bürünmüş dilencileri sardılar: ve Evpeithos oğlu Antinoos dedi ki: — Kulak verin bana, coşkun yavuklular! Size söyleyeceklerim var! Akşam övünü için, keçi kursaklarını kanla doldurup iç yağları ile sarmış, ateşe vurmuştuk, ikisinden kim daha güçlü çıkıp ötekini yenerse, bu bumbarlardan beğendiğini seçip alsın; bundan sonra da yalnız o şölenlerimize gelsin; başka bir yoksula artık gelip aramızda dilenmeye yol vermeyelim. Antinoos böyle dedi ve cümlesi söylediğini beğendi. Buna karşı çok tedbirli Odysseus bir hile düşünerek atıldı: — Dostlar! Çok genç bir erin, cefalar çekip yıpranmış bir ihtiyarla savaşması nasıl olur? Ama beni şu zalim karın zorluyor! Yaraları bereleri gözüme alayım; hiç olmazsa cümleniz büyük yemin ile and için ki, İros'a yardım etmek için hiç biriniz güçlü eliyle vurup beni yendirmeyecek. 328/431 Böyle dedi ve cümlesi istediği gibi and içti; yemini töresince yerine getirdikten sonra, erki kutsal Telemakhos Han hemen söze başlayıp şöyle dedi; — Garip, eğer gönlün, canın bu adamla savaşmayı istiyorsa, Akhaiların hiç birinden korkun olmasın; çünkü sana kim vurursa daha bir çoklarımızla başa çıkmayı gözüne almalıdır: en önce, burada seni konuklamış olan benimle, sonra beni onamakta olan iki han, iki doğru adam, Evrymakhos ve Antinoos ile. Böyle dedi ve cümlesi söylediğini beğendi. Bu ara Odysseus, çaputlar ile erkeklik yerini sararak onlara güzel, iri butlarını gösterdi; geniş omuzları da, iki koynu ve güçlü pazuları da meydana çıktı. Bu ara Athena acele yaklaşmış, budunlar çobanının vücuduna kuvvet vermişti. Yavukluların cümlesi aşırı derecede hayret etti. Biri görüp yanındakine dönerek aralarında söyleştiler: — Çok geçmeden zavallı İros İrosluktan çıkacak, aradığı belâ başına gelecek! İhtiyarın çaputları altında ne butlar, ne kalçalar varmış! Böyle diyorlardı ve İros'un içine kaygı düştü; ama uşaklar zorla kemerini beline sarıp, getirdiler: bütün üyelerinin etleri korkudan titriyordu. Bunun üzerine Antinoos çıkışarak ona dedi ki: — Hay anan seni doğurmaz olaydı! Seni gidi tabansız! Cefadan yıpranmış bir ihtiyarın önünde titriyorsun! Bak sana önceden söyleyeyim, dediğim de olacak; eğer buna yenilip altta kalırsan seni bir kara gemiye bindirir, karşı yakadaki Ehetos hanın yanına gönderirim. Bütün insanların en zalimi olan bu han tunç hançerle kulaklarım burnunu keser, edep yerlerini koparıp kanlı kanlı köpeklere yedirir. 329/431 Böyle dedi ve daha büyük bir korku İros'un etlerini titretti! Onu ortaya sürdüler; her ikisi kollarını kaldırdılar. Bu ara çok tedbirli Odysseus düşünüyordu: bir vuruşta canını alacak gibi çarpsın mı, yoksa yere sermekle yelinsin mi? Ve bu düşünce sonunda Akhaiları şüphelendirmemek için yavaş vurmaya karar verdi. İkisi kollarını kaldırıp hamle ettiler. İros hasmının sağ omuruna yumruğunu indirdi; Odysseus ise onun boynuna, kulağın altına vurdu; kemikleri kırılarak ağzı kanla doldu; bangır bangır bağırarak tozların içine yuvarlandı; ayakları ile yeri tekmeliyordu. Taşkın yavuklular gülmekten katılarak ellerini kaldırıyorlardı. Bu ara Odysseus hasmını bir ayağından sürükleyerek, kapıdan avluya çıkardı ve oradan dışarıya kadar iletip arkasını duvara dayadı; eline bir değnek vererek şu kanatlı sözleri söyledi: — Şimdi burada kal, domuzları ve köpekleri kov; ama bir daha yoksulların, dilencilerin başına buyruk kesilme; yoksa senin de başına bugünkü belânın daha büyüğü gelebilir. Böyle deyip murdar heybesini iki omuzuna astı; sonra dönüp divanhanenin eşiğine oturdu ve öbürleri keyifli keyifli gülerek ona kutlayıcı sözler söylediler. — Hay Zeus ve öbür ölümsüz tanrılar, ey garip, sana aziz gönlünün bütün muratlarını versin! Bizi şu uğursuz dilenciden kurtardın. Böyle dediler ve bu duadan Odysseus'un gönlü şad oldu. Antinoos kanla dolu ve içyağı ile sarılı en büyük kursağı önüne korken, Amphinomos da sepetten iki ekmek seçerek getirdi ve altın sağrağını sunarak onu övdü: — Sağ ol, konuk ata! Tanrı vere, dirliğin yine mutlu olsun! Çünkü şimdi gerçekten büyük sıkıntılar içindesin! Buna karşı çok ölçümlü Odysseus dedi ki: 330/431 — Ey Amphinomos, bana sen gerçekten çok akıllı görünüyorsun, tıpkı baban Nisos gibi; ben Dulihion'da onun iyilikten ve zenginlikten yana adlı sanlı olduğunu işitmiştim. Dedikleri gibi sen ondan doğ- duğun için ve uslu akıllı kişiye benzediğin için söyleyeceğim, sen de kulak ver de beni anla: yeryüzünde insandan daha güçsüz yaratık yoktur, başına bir felâket gelebileceğini asla aklından geçirmez: tanrılar ona mutlu dirlik ihsan ettikçe ve dizleri tuttukça. Ölümsüz tanrılar ona cefalar verince ve haline sabırlı gönülle katlanmaya razı olmaz. Sözün kısası, insanların anlayışında, her gün ölümlülerin ve tanrıların babası Zeus ne korsa, ancak o vardır. Ben de bir zamanlar mutlu erlerden biri sayılabilirdim; ama gücüme, kuvvetime güvenerek, baba ve kardeş yardımına dayanarak pek çok yaman işler işledim. Bunun için diyorum ki insan asla doğruluktan ayrılmamalı, tanrılar ne verirse, ses çıkarmayıp ihsanlarına şükretmeli Şurada yavukluları yaman işlere bulaşmış görüyorum: bir erin mallarını sömürüp karısının şerefine saygısızlık ediyorlar; ve ben diyorum ki, o er sevdiklerinden ve atalar yurdundan daha çok zaman uzak kalacak değildir; o çok yakındadır! Dilerim ki bir tanrı seni evine kavuştura ve o, sevgili yurduna döneceği gün, seni karşısına çıkarmıya! Hiç şüphen olmasın, şu tavanın altına geleceği zaman, onunla yavuklular arasındaki dâva kansız ayrılmayacaktır! Böyle dedi ve saçı kılıp bal gibi tatlı şarabı içtikten sonra sağrağı budunlar yasayıcısı Amphinomos'a geri verdi. Amphinomos, kederli gönülle, divanhanenin ortasından, başını sallaya sallaya yerine döndü: çünkü aklından belâlar geçiyordu. Ama o da ecelden kaçınamadı. Athena onun da yolunu bağlayıp Telemakhos'un eliyle ve mızrağıyla telef olmasına sebep oldu. Yerine dönüp az önce kalktığı koltuğa oturdu. 331/431 Bu ara gökgözlü tanrıça Athena İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia'nın aklına yavuklulara görünmek arzusunu getirdi, tâ ki onların gönlünü daha çok avutsun ve oğlu ile kocası ona karşı daha saygılı olsun diye. Bu düşünce ile Penelopeia, yersiz görünen bir gülümseme ile kâhya kadına seslendi: — Eurynome, bak bana, yavuklulara görünmek için gönlüme bir heves geldi, onları tamamiyle iğrenç bulduğum halde.. Gidip çocuğuma bir öğüt vermek istiyorum: yavuklularla birlikte fazlaca bulunmaması onun için hayırlı olur onlar yüzüne gülüyorlar, içlerinden ise kemliğini düşünüyorlar. Buna karşı kâhya kadın Eurynome şöyle dedi: — Doğru, kızım, söylediklerinin hepsi doğru. Git, oğlunla konuş ve ondan hiç bir şey saklama. Ama önce, yüzünü, gözünü yıka, yanaklarına da düzgün sürün; yaşlara bulanmış bir çehre ile gitme; kaygılanıp durmadan ağlamak çok zararlı bir şeydir. Oğlun da artık, sakallanmış göreyim diye tanrılara dua ettiğin çağa geldi. Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Eurynome, sevginden gelen bu öğütleri bırak: ben nasıl yüzümü gözümü yıkar, düzgün sürünürüm! Benim güzelliğimi, göklerin sahibi tanrılar, erim kara teknelere binip sefere çıktığından beri harap etmişlerdir! Ama Autonoe ile Hippodameia'ya söyle gelsinler, divanhaneye çıkarken yanımda bulunsunlar: çünkü yalnız başıma erkeklere görünmekten sıkılıyorum. Böyle dedi ve ihtiyar kadın odadan çıkıp halayıklara tez gelmelerini söylemeye gitti. Fakat, bu ara, gökgözlü tanrıça Athena düşünüp gelmiş, İkarios kızının gözlerine tatlı uyku ekmişti. O böyle arkasına yaslanarak ve içi geçerek uyumakta iken tanrıçaların en tanrısalı ona ölümsüz 332/431 güzellikler ihsan ediyordu. Akhailar görüp beğensinler diye: yüzünü yıkamak için güzel taçlı Kythere'nin sevimli Kharidesler korosuna girerken kullandığı «ambrosia» dan dökmüş, benzine toz fildişi aklığı vermişti. Tanrıçaların en tanrısalı bu işleri görüp çekilirken, çağrılmış olan ak kollu kızlar odadan içeri giriyorlardı. O anda uykusu açılan Hatun ellerini yanaklarına götürerek şöyle dedi: — Kederden yorgun düşüp içim geçmiş! Suçsuz Artemis bana böyle yumuşak bir ölüm ihsan ede! Ve ben artık gönülden inleyerek dirlik sürmeyeyim, bütün erdemlerde Akhailar arasında eşi olmayan şanlı erim için artık üzülmeyeyim! Böyle dedi ve üst kattaki ışıltılı daireden indi, yalnız değildi: iki halayık arkasından yürüyordu. Tanrısal Hatun yavukluların yanına gelince, sağlam pervazlı geniş sofanın önünde durup parlak tüllerini iki yanağı üzerine getirdi; ve iki yanında sadık halayıklardan biri durup bekliyordu. Hemen yavukluların dizlerinin bağı çözüldü, gönülleri aşk ilebüyülendi; Hatun sevgili oğlu Telemakhos'a şöyle dedi: — Telemakhos, aklın, düşüncen hiç de kararlı değil; çocukken sen aklınla çok daha ciddi düşünürdün; şimdi ise büyümüş, yiğitlik çağına erişmişsin; seni boylanmış, yakışıklı olmuş gören her yabancı beğenip mutlu bir babanın oğlu sayıyor; ama aklın düşüncen gereği gibi olgun görünmüyor. Konağın içinde olan biten işler nedir? Bir konuğa, bana anlattıkları gibi, hakaret edilirken susulur mu? Konağımıza sığınan bir garibin başına durup dururken böyle acıklı bir hal nasıl gelebilir? Bu yüzden sen insanlar arasında utanırsın, rezil olursun! Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki: 333/431 — Anacığım, beni azarlaman gücüme gitmiyor; ben de aklımla ve gönlümle düşünüp her şeyi anlıyorum. Ama her işte aklımın erdiğine gidemiyorum, çünkü yanımdakiler ayrı ayrı aklımı çeliyorlar, kötü düşüncelerime karşı bana dayanak olacak kimsem yok. Fakat garip ile İros arasındaki savaşın sonu yavukluların gönlünce olmadı; garip gücü ile kuvveti ile üstün geldi. Tanrılar: Zeus ata, Athena, Apollon vere, yavuklular da, böyle divanhanenin içine yıkılıp başları sarsıla; kimi avluda, kimi odanın içinde, dizlerinin bağları çözüle; tıpkı İros gibi ki, şu anda dışkapıda, bir sarhoş gibi başı önüne bükülmüş duruyor; dizlerinin bağları öyle çözülmüş ki ayağa kalkıp yerine dönmek için yola çıkamıyor! Böyle söyleşirken, Eurymakhos söze başlayıp Penelopeia'ya dedi ki: — İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia! Eğer bütün İasos Argon Akhaiları, seni göreydi, yarın şafaktan, daha bir çok hanlar isteklin olarak buraya gelirler, şölenlerimizden pay alırlardı, çünkü güzellikten, boydan bostan ve içindeki akıldan yana bütün kadınlardan üstünsün. Buna karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: — Eurymakhos, benim güzellikçe, boy bosça olan üstünlüğümü Tanrılar yele vermiştir, daha Argoslular ve onlarla birlikte olarak kocam Odysseus Troia seferine çıkarken. Ah, bir döneydi, hayatımı koruyaydı! Şerefim daha yüksek ve daha güzel olurdu. Şimdi kederim büyük, tanrının verdiği üzüntüler çok! Atalar yurdundan uzaklaştığı gün elimi tutup şöyle demişti: «Karıcığım, bilirim ki bu Troia seferinden güzel knemisli Akhaiların cümlesi sağ esen dönecek değildir. Diyorlar ki Troialılar iyi savaşçı erlermiş; iyi mızrakçı, iyi okçu, iyi binici kişilermiş: iki taraf için kararsız giden azgın savaşı onların bindiği ayağına çabuk atlar hemen kazandırırmış. Tanrının dileğiyle sağ dönecek miyim, yoksa Troia'da helak olup kalacak mıyım, bilmem. Burada 334/431 her şeye bakmak üzere sen kalıyorsun. Anamı, babamı aklından çıkarma; konakta onları daha çok sev. Sonra, ne zaman oğlunun yanağında sakal biterse, beğeneceğine varıp konaktan ayrıl.» O böyle demişti ve bütün söyledikleri olmuştur; düğün hakaretine uğrayacağım gece de gelecektir; çünkü Zeus mutlu dirliği çoktan elimden aldı. Candan gönülden kahroluyorum, çünkü hareketleriniz yavukluların eski töresince değildir. Eskiden zengin bir adamın soylu kızı ile evlenmek için yarışanlar konağına sürü sürü sığırlar, semiz koyunlar getirirlerdi; nişanlı kız şerefine şanlı ziyafetler ve zengin armağanlar verilirdi; yoksa pervasızca başkalarının mallarını sömürmezlerdi. Böyle diyordu ve çok çekmiş tanrısal Odysseus'un gönlü şadoldu: tatlı sözlerle gönüllerini avutarak armağanlarını çekmek fakat başındaki niyetleri saklamak istediğini anlamıştı. Ona karşı Eupeithes oğlu Antinoos dedi ki: — İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia! Akhailar, diledikleri armağanları buraya getireceklerdir; sen de onları kabul et, çünkü verilen hediyeleri geri çevirmek doğru ve hoş bir şey değildir... Fakat sen Akhailardan beğeneceğin ere varmadıkça biz buradan kendi işlerimize veya başka tarafa gidecek değiliz. Antinoos böyle dedi ve cümlesi söylediklerini beğenip alkışladılar; her biri hediyesini getirmek üzere çavuşunu gönderdi. Antinoos'un adamı büyük, çok güzel işlenmiş bir peplos şal getirdi: on iki altın halkasına ustalıkla kıvrılmış kopçalar iliştirilmişti. Ve hemen Eurymakhos'un da çavuşu işlenmiş altından, kehribarlarla bezenmiş bir gerdanlık getirmişti ki güneşe benzerdi. Eurydamas'ın iki uşağı ise dut tanesi büyüklüğünde üçer inci ile bezenmiş küpeler getirmişlerdi ki, güzellik içinde pırıl pırıl parlıyorlardı. Polyktor hanın oğlu Pisandros'un evinden de bir kullukçu bir gerdanlık, çok zengin bir bezek getirdi; ve sıra ile bütün Akhailar zengin armağanlar getirip 335/431 sundular. O zaman, tanrısal Hatun yukarki katın merdiveninden dairesine döndü: halayıklar zengin hediyeleri taşıyorlardı. Aşağıda Hanlar, hora teperek, neşeli türküler çağırarak eğleniyorlar ve akşamın gelmesini bekliyorlardı; nihayet bunlar böyle keyif sürmekte iken akşam da başlamıştı. O zaman divanhanede, ışık vermek için, üç meşale yeri kurdular; üstlerine çoktan beri ağaçtan düşüp kupkuru bir hale gelmiş ve tunç balta ile yeni yarılmış sakızlı çam dalları yerleştirdiler; bunlara çıralar kattılar. Çok çekmiş Odysseus'un halayıkları gelip bu çıraları tutuşturdular; o zaman tanrı dölü çok ölçümlü Odysseus onlara şöyle dedi: — Odysseus'un, çoktan beri gurbette kalan hanın karavaşları! Sayın Hatunun dairesine gidin; odasında oturan hanımınızı oyalamak için iğlerinizi çevire durun! Bir yandan da yününüzü ditmeye bakın! Onların hepsi için, ben meşale yerlerine durup ışıklarına bakacağım; Şafak güzel tahtına çıkıncaya kadar beklemek arzusunda olsalar dahi beni yorup usandıramazlar, çünkü ben çok sabırlıyım. Böyle dedi, onlar da birbirlerine bakarak gülüştüler; ve kızıl yanaklı Melantho ona sövmeye başladı. Dolios'un kızı olan bu kadını Penelopeia kendi kızı gibi büyütmüş ve istediği oyuncakları verip şı- martmıştı; şimdi Penelopeia'nın kaygılarını aklına bile getirmiyordu; Eurymakhos ile de sevişerek onunla konuşmaktaydı... Bu kadın aşağılatıcı sözlerle Odysseus'a sövdü: — Sefil yabancı, sen aklını bozmuş olacaksın; bir bakırcı dükkânına veya bir toplantı yerine gidip barınacağına buraya gelip zevzeklik ediyorsun; şu İros serserisini yendiğine mi böbürleniyorsun? Bak, İros'tan daha güçlü biri kalkıp kuvvetli yumrukları ile kafanı patlatmasın, kanlara bulanmış olarak seni evden dışarı atmasın. Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus ona yan bakarak şöyle dedi: 336/431 — Şimdi Telemakhos'a gider, söylediklerini anlatırım: buraya gelir, seni kıtır kıtır keser, a köpek! Böyle dedi ve sözleriyle halayıkları ürküttü, çarçabuk odalarına kaçıştılar; hepsinin, korkudan, dizlerinin bağı çözülmüştü: ciddi söylüyor sanmışlardı. Bu ara Odysseus, ayakta, meşaleleri tazeleyip ışıklara bakıyordu, ama içinden başka niyetler besliyordu ve tasarladıkları geri kalmayıp hepsi yerine getirilecekti. Athena ise durmadan taşkın yavukluları kışkırtıyordu, tâ ki hor tutmaları ile Laertes oğlu Odysseus'un kafasını kızdıra koşunlar diye. Eurymakhos Polybos oğlu söze başladı, Odysseus'la alay ederek öbürlerini güldürüyordu: — Kulak verin bana, en şanlı Hatunun isteklileri! Size göğsümün içinde gönlümün buyurduklarını söyleyeyim: Odysseus'un evine şu adam tanrıların dileği olmaksızın gelmiş değildir. Başı, üstünde saç namına tek bir kıl olmayan bir kafatası, bu benim gözümde, ışıldayan bir meşale gibidir. Ve dönerek kaleler talancısı Odysseus'a dedi ki: — Yabancı, çalışmak istemiş olsan seni tutardım, kırlığımın bir köşesine götürürdüm. Sana yetecek kadar yıllık da verirdim. İşin çalı çırpı devşirmek, uzun uzun ağaçlar dikmek olacaktı. Her günkü ekmeğine ben bakacaktım; üstüne giyecek, ayağına çedik giydirecektim. Ama sen çalışmaya alışmış değilsin; işin gücün kapı kapı dilenip doymaz kursağını doldurmaktır. Buna karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki: — Eurymakhos, keşke ikimiz arasında bir yarış olsa yaz mevsiminde, günler uzun iken; ikimizi de bir çayıra götürseler; ben elime 337/431 yayı ile kıvrılmış bir orak alsam, sen de bir başkasını alsan; aç karnına işe girişip, akşama kadar, çayır biçe dursak, çayırı bitire kosak! Veya, beni bir de çift sürmede görsen: en iyi cinsten, kocaman iki kızıl öküz, karınları yeşil yemle iyice doyurulmuş; ikisinin yaşı bir, gücü bir, acarlıkları bir. O zaman anlardın, ne derinlikte sabanı toprağa batıra korum, kesekleri nasıl iki yana dizi dizi saçakorum! Veya, bugün Kronosoğlu kısmet etse de, bir savaş kopsa, benim de bir kalkanım, iki süngüm, tuncu şakağıma iyice yapışmış bir tulgam olsa, beni savaşçı erlerin ön safında görürdün ve bir daha aç kursağımla alay etmezdin! Fakat sen katı yürekli, taşkın bir adamsın; kendini büyük ve güçlü kuvvetli sanıyorsun, çünkü küçük ve değersiz kişilerle yatıp kalkıyorsun! Odysseus'un atalar yurduna döndüğünü bir göreydin kaçacak delik arardın, kocaman kapı gözüne dar görünürdü. Böyle dedi ve Eurymakhos, yürekten, aşırı kızdı ve ona yan bakarak kanatlı sözler söyledi: — Miskin herif! Şimdi senin cezanı vereceğim, çünkü kıvanç ile, yüreğin korkmadan, bunca erin içinde lâf söylüyorsun. Ya şarap senin aklını bozmuş veya daima böyle bozuk akıllısın da aptalca sözler savunuyorsun. Yoksa şu İros serserisini yendiğine mi böbürleniyorsun? Böyle deyip bir seki yakaladı. Bu ara Odysseus Dulikhionlu Amphinomos'un dizlerine oturup Eurymakhos'un vuruşunu savdı. Seki sakinin sağ koluna değdi; adam acı bir ses çıkararak tozlar içine devrilirken, sebunun bir çınlayışla parçalandığı işitildi. Yavuklular gölgelenmiş divanhanenin içinde birbirlerine girdiler; biri yanındakilere dönerek şöyle diyordu: — Hay şu uğursuz garip! Başka yanda adı balaydı da buraya gelmez olaydı! Bari başımıza bu patırdıları getirmezdi. Şimdi serseriler 338/431 yüzünden birbirimizle çekişiyoruz; bu kadar karışıklık hüküm sürünce en kibar ziyafetin rahatı kalmaz. Bunun üzerine Telemakhos söze başlayıp dedi ki: — Hay cin çarpmış kişiler! Çılgınlıktır bu; artık içiniz daha fazla yemeyi içmeyi götürmüyor; belli ki sizi bir ifrit dürtüyor. Güzelce karnınız doyunca, canınız ne zaman isterse, evlerinize çekilip rahatınıza bakın: ben, şüphesiz kimseyi kovmuyorum. Böyle dedi ve cümlesi dişleriyle dudaklarını ısırdı; Telemakhos'un bu derece cesaretle konuşmasına şaşıyorlardı. O ara, Amphinomos, Nisos Aredite'nin şanlı oğlu, söze başlayıp şöyle dedi: — Dostlar, doğru söylenen sözlere gücenerek karşılık verilmez. Ne garibe vurun, ne de tanrısal Odysseus'un evindeki kullukçulardan birine. Ama, haydin saki sağrakları doldursun da saçı kılalım, sonra evlerimize çekilip yatalım. Garibi de Odysseus'un konağında bırakalım; ona, sevgili evinde kendisini konuklamış olan Telemakhos baksın. Böyle dedi ve sözlerini cümlesi beğendi. Bu ara, Mulios çelebi, Amphinomos'un kulluğunda bulunan Dulikhionlu çavuş, sebu içinde şarabı kardı; töresince cümleye sağrak sağrak üleştirdi; onlar da mutlu tanrılara saçı kılıp canları istediği kadar bal gibi tatlı şarabı içtiler; sonra uyumak üzere evli evine çekilip dağıldılar. 339/431 ŞAN : XIX ODYSSEUS'UN PENELOPEİA İLE GÖRÜŞMESİ Tanrısal Odysseus divanhanede kalmıştı, Athena'nın öğüdü ile yavukluların ölümünü kuruyordu. Az sonra, Telemakhos'a dönerek kanatlı sözler söyledi: — Telemakhos, bütün savaş pusatlarını şimdi kaldırıp buradan götürmeli; yavuklular farkına varıp sebebini sorarlarsa, yumuşak sözlerle onlara şöyle dersin: «Onları dumandan korumak için kaldırdım, çünkü Odysseus Troia seferine çıkarken ne halde bırakmışsa artık o halde değildirler; ocağın buğularından paslanıp bozulmuşlar... Bundan başka, Kronosoğlunun aklıma getirdiği daha büyük bir düşünce var içkili bir halinizde aranızda bir çekişme çıkabilir, birbirinizi yaralarsınız, bu yüzden sofra hakkı ve evlenme şerefi kirlenir diye korktum: çünkü demir insanı kendine çeker.» Böyle dedi, Telemakhos da sevgili babasının sözünü dinledi; Eurykleia dadıyı çağırarak ona şöyle dedi: — Dadı, kadınları odalarına kapa, ben de buradan babamın güzel silâhlarını kaldırıp hazne odasına götüreyim: o gurbete çıkalıdan beri pusatlar bakımsız kalıp dumandan paslanmış; o zaman ben çocuktum; şimdi onları kaldırıp ocağın buğularından korumak istiyorum. Ona karşı Eurykleia dadı, dedi ki: — Ah, çocuğum, bir de evinin işlerine bakmak için tedbir alabilsen, şu malları kurtarabilsem! Haydi, git şimdi... Ama meşaleyi tutmak için yanına kimi alacaksın? Kızlar önün sıra gelip ışık gösterebilirlerdi, ama sen istemiyorsun. Ona karşı Telemakhos şöyle dedi: — Şu yabancıyı alırım, çünkü şiniğimden ekmek yiyenin tembel tembel oturmasına göz yummam doğrusu; ne kadar uzaktan gelmiş olursa olsun. İkisi, Odysseus ile tosun oğlu, acele iş başına geçtiler; hazne odasına tulgaları, sivri süngüleri, mızrakları ve ka bank kalkanları taşıdılar. Pallas Athena önlerinde altın kandil tutup en güzel bir ışıkla onları aydınlatıyordu. O ara, Telemakhos babasına seslenerek dedi ki: — Baba, gözlerimin önünde büyük bir keramet görüyorum: Divanhanenin duvarları, güzel kirişleri, çam mertekleri, yüksek direkleri alevli ateş gibi pırıldıyor! Yoksa geniş göğün sahipleri tanrılardan biri mi var? Çok sakıngan Odysseus cevap vererek şöyle söyledi: — Sus, düşündüğünü içinde tut, hiç bir şey de sorma; Olympos'un sahipleri tanrıların töresi böyledir. Sen git, yat; ben burada kalıp karavaşları ve ananı sınamak istiyorum. O her halde, kederli kaygılı, benden her şeyi sormak istiyecektir. Böyle dedi, ve Telemakhos divanhaneden dışarı çıktı, meşalelerle ışıklanarak, her akşam rahat uykuya vardığı odaya gitti; bu akşam da orada yatıp tanrısal şafak sökünceye değin uyuyakaldı. EURYKLEIA'NIN ODYSSEUS'U TANIMASI Tanrısal Odysseus divanhanede kalmıştı, Athena'nın öğüdü ile, yavukluların ölümünü kuruyordu. 341/431 Bu arada bilge Hatun Penelopeia odasından iniyordu, yalnız değildi: yanına aldığı iki odacı kız arkasından gidiyordu; kızlar ateşin yanına bir koltuk kodular, o da bunun üstüne oturdu. Fildişi ve gümüş kakmalı, İkmailos'un usta elinden çıkmış bir kürsü idi bu; altında ayakları basmak için üstü kaba bir post ile örtülmüş sekisi vardı; bilge Hatun Penelopeia buraya oturmuştu. Ak kollu karavaşlar, ellerinde yığın yığın ekmekler, divanhaneden çıkıyorlardı. Onlar masaları taşkın yavukluların şarap içip boş bıraktıkları sağrakları da taşıyorlardı. Başkaları ise meşale yerlerindeki koru aldıktan sonra divanhaneyi ışıklandırmak ve ısıtmak için bir çok yeni odunlar yerleştiriyorlardı. Bu ara Melantho, ikinci defa olarak, Odysseus'u paylamaya başladı: — Yabancı, bütün gece bizi rahatsız etmek, evin içinde dolaşıp kadınları gözetlemek niyetinde misin? Haydi yediğin ekmeğe şükredip dışarı çık artık; yoksa şimdi yanmış odunu arkana fırlatarak seni kapıdışarı ederim. Bunun üzerine tanrısal Odysseus ona yan bakarak şöyle dedi: — Cin çarpmış kadın! Hınç dolu bir yürekle neye bana öyle çıkışıyorsun? Yıkanıp temizlenmemiş, üstüm başım eski püskü kapı kapı dileniyorum diye mi? Fakat bu hal yoksul kalmak yüzündendir. Bütün derbederlerin düşkünlerin hali böyledir. Bir zamanlar benim de evim barkım vardı, insanlar mutlu dirliğimi överlerdi; gariplere verdiğim çok olurdu: gelenler kimlerdir ve ne derece yoksuldur, sormaz verirdim. Tümen tümen kullukçularım ve insanı mutlu yaşatan, adlı sanlı kılan başka her türlü mallarım vardı. Ama Kronos oğlu Zeus'un dileğiyle hepsi elimden çıktı!.. Sen de, ey kadın, her şeyini bir gün kaybetmekten kork: şimdi seni karavaşlar arasında üstün kılan güzelliğin 342/431 gidebilir, hanımın kızıp sana katı ceza verebilir, veya Odysseus çıkagelir: buna daha ümit vardır, çünkü. Ama ölmüş de olsa ve bir daha dönmesine yol olmasa bile oğlu Telemakhos sağdır. Apollon'un inayetiyle nasıl büyüyüp yetiştiğini bilirsin; konağın içinde kadınların yaramazlıkları gözünden kaçamaz; artık göz yumacak yaşta değildir. Böyle dedi ve bunları işiten bilge Hatun Penelopeia söze başladı ve halayığı paylayarak dedi ki: — Gidi utanmaz, şımarık köpek! işlediğin yaman işlerden haberim olmaz sanırsan bir gün başın kopacak! Biliniyor da değilim, ben söylerken işitmiştin ki, konağımın içinde bu garipten kocam için haber sormak istiyorum: kaygı, yas içindeyim. Sonra kâhya kadın Eurynome'ye dönerek şöyle söyledi: — Eurynome, bir seki getir, üstünü de postla ört; garip otursun, beni dinleyip cevap versin: ondan soruşturmak istediğim şeyler var. Böyle dedi ve kâhya kadın koşarak gidip cilâlı bir seki getirdi, üstüne de postu örttü; çok çekmiş tanrısal Odysseus buna oturdu; ondan sonra bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: — Konuğum, en önce senden şunları sormak isterim: Kimsin, kimlerdensin, nerelisin? Anan baban kimdir? Ona karşı çok tedbirli Odysseus cevap verdi: — Ey Hatun! uçsuz bucaksız yeryüzünde, böyle sorduğun için seni kınayacak bir ölümlü kişi yoktur; senin adın sanın geniş göklere çıkmıştır ve ahalisi çok güçlü kuvvetli bir ülke üzerinde, tanrılardan korkarak doğruluk töresince hükmünü yürüten bir han gibi anlayışlısın; öyle bir han ki, onun için kara toprak arpa, buğday yetiştirir, ağaçlar yemişlerle yüklenir, sürüler durmadan ürer, deniz balıklar verir ve iyi idaresi altında budunların işleri rast gider. Şimdi sen, kendi evinde, benden her ne dilersen sorabilirsin, yalnız soyumu ve 343/431 yurdumu sorma; onları hatırıma getirdikçe kaygılarım bir kat artarak tazelenir: çektiğim mihnetler pek çoktur! Başkalarının evinde ise ağlamak, sızlamak yakışmaz, durmadan halinden şikâyet etmek çok fena huydur; belki halayıklardan biri hırslanır veya sen kendin rahatsız olursun da gözümün yaşlarını şarabın verdiği ağır sarhoşluktan sanırsınız. Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: — Garip, güzellikçe boy bosça olan eski erdemim tanrıların dileğiyle, benden alınmıştır: Argoslular ve onlarla birlikte eşim Odysseus, Troia seferine çıkalı beri! Ah, o bir döneydi ve hayatımı koruyaydı, şanım daha büyük, daha güzel olurdu! Şimdi üzüntüler içindeyim, bir tanrı başıma nice belâlar getirdi; adalarımızda hüküm süren ne kadar han varsa: Dulikhion'un, Same'nin, ormanlık Zakyntos'un ve bizim kayalık İthaka'nın bütün ileri gelenleri, rızam yokken, başıma fodul yavuklu kesildiler, evimi sömürüp duruyorlar. Ve artık konuklara, sığınanlara veya halkın işlerini gören çavuşlara bakamıyorum; yalnız Odysseus'un kaygısı tatlı canımı üzüyor. Yavuklular düğün için beni sıkıştırıyorlar, ben ise hileler kuruyorum. Önce bir tanrı aklıma bir çare getirmişti: dairemde dokuma tezgâhı kurdurup geniş, uzun bir keten bezi dokumaya başladım; onlara da şöyle diyordum: «Yavuklularım delikanlılar, bilirim, tanrısal Odysseus ölmüştür, siz de düğün için sabırsızlanıyorsunuz; ama bekleyin, şu başlanmış bez atkısını bitireyim, hazırlanmış iplikler boşa gitmesin; bu, kahraman Laertes'e kefen olacak; yaman Ecel gelip onu ölüm döşeğine sereceği zaman, Akhai kadınları beni kınamaz mı, bunca varlıklı kahraman Laertes kefensiz kalırsa?» Ben böyle derdim ve bu kişilerin taşkın gönülleri kanardı. O uzun bezi gündüzleri dokuyup dururdum, geceleri meşalelerle gelip sökerdim. Üç yıl hilem gizli kaldı, üç yıl Akhailar buna aldandı. Ama geçen bahar, dördüncü yıl girip uzun günlü aylar geri dönerken hileyi öğrendiler, onlara saygısız halayık köpeklerinden biri 344/431 haber vermiş. Beni, baskın verip bezi sökerken yakaladılar; bağırıp çağırıp kınadılar, bezi bitirmek zorunda bıraktılar. Şimdi artık düğünden nasıl kaçınacağımı bilemiyorum: aklım durdu, hiç bir çare bulamıyorum. Anarn babam da bir koca seçmem için beni sıkıştırıyor; oğlum mallarının yendiğine kızıyor: aklı başında bir erkek sayılır; Zeus'un inayeti ile artık evinin işlerine bakacak çağa gelmiştir!.. Şimdi de sen, ey garip, bana sığınıp yurdunu söyle; çünkü eski masallarda anlatıldığı gibi meşeden veya kayadan çıkmış değilsin elbet... Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi: — Ey Laertes oğlu Odysseus'un sayın hatunu! Benim soyumu sorup anlamaktan vazgeçmeyecek misin? Öyle ise söyleyeyim sana; varsın sayısız kederlerim tazelensin; uzun zamandan beri gurbette kalan, ülke ülke dolaşıp mihnetler çeken benim gibi birinin talihi budur. İşte sorup anlamak istediklerini söylüyorum: Şarap rengi engin denizin ortasında bir kara vardır, güzel olduğu kadar zengin; burası Krete'dir, sayısız ahalisi, doksan şehri vardır. Burada diller karışmıştır: Akhailar, Kydonlar, cesur Eteokretler, üç boya ayrılan Dorlar ve tanrısal Pelasglar yan yana yaşarlar; bu şehirler arasında Knosos, Minos Hanın başkenti vardır; her dokuz yılda bir, ulu tanrı Zeus, bu hanı danışman olarak yanına çağırırdı. Minos, babam Deukalion'un atasıydı, Deukalion'un da iki oğlu oldu: biri İdomeneus Han öbürü de ben, İdomeneus Han iki küpeşteli gemilerine binip Atreus oğulları ile birlikte Troia seferine gitti. Benim adım Aithon'dur, kardeşim benden yaşça ve kuvvetçe üstündür. Odysseus'u ben evimizde görmüş konuklamıştım: Troia'ya giderken, azgın yeller, onu Male burnundan uzaklaştırıp Krete'ye atmıştı; tehlikeli Amnisos koyunda İlityie mağarasının altında fırtınadan fırsat bulup gemilerini bağlamıştı. Şehre çıkarak çok saydığını söylediği dostu ve eski konuğu İdomeneus'u aramıştı; lâkin İdomeneus iki küpeşteli tekneleriyle 345/431 Troia seferine çıkalı Şafak on veya on bir defa görünmüş bulunuyordu. Bunun üzerine Odysseus'u ben kendi evime ilettim; mallarım çoktu, onu ağırladım, kendisine ve yarenlerine un, kırmızı şarap, kurbanlık öküzler verdim; bol bol, doya doya yiyip içtiler. Tanrısal Akhailar orada on iki gün kaldılar, çünkü azgın Boreas, bir ifrit dileğiyle, durmadan esiyordu. On üçüncü gün rüzgâr durdu, onlar da denize açıldılar.» Bütün bu anlattığı yalanları gerçeğe benzetmesini biliyordu. Onu dinleyen Penelopeia ağlıyor, göz yaşları yüzüne akıyordu: yüksek dağların tepelerinde Zephyros'un yığdığı karı Euros'un eritip sele çevirdiği ve ırmakları taşırdığı gibi güzel yanakları yaş olup akıyor sanılırdı; yanında bulunan erkeği için ağlıyordu ve Odysseus, acımaklı gönülle, karısının göz yaşlan dökmesini seyrediyordu; ama gözleri, boynuzdan veya demirden imiş gibi, göz kapaklarının altında titremiyordu bile: hilesini saklamak için göz yaşlarını tutuyordu. Hatun doya doya hıçkırarak ağladıktan sonra, ona yine söz söyleyerek dedi ki: — Garip, şimdi seni sınamak istiyorum: eğer, dediğin gibi, orada, kendi konağında, çelebi tayfalarıyla birlikte, benim kocamı konukladığın doğru ise, söyle bana: üstünde giydikleri neydi? Kendisi nasıldı? arkasından giden yarenleri kimlerdi? Ona karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki: — Hatun! Bunca zamandan sonra cevap vermek çok güç: çünkü Odysseus bize geleli ve bizden ayrılalı yirmi yıl oluyor. Buna bakmayarak hatırımda nasıl kaldı ise anlatayım: tanrısal Odysseus'un üstünde erguvan rengi, astarlı, bir yün kaftan vardı, iki gözlü bir altın toka ile iliştirilirdi; önü nakışla bezenmişti; bir köpek ön ayakları ile benekli bir geyik yavrusu tutuyordu. Altın sırma ile işlenmiş olan bu iki hayvanı herkes seyredip beğenirdi, biri geyik yavrusunu sıkı sıkı tutup boğuyor, öbürü de kurtulmak için ayaklarıyla çırpınıyordu. 346/431 Kaftanın altında, teninin üstünde pırıl pırıl bir gömlek görmüştüm: kuru soğan zarı kadar ince, yumuşak ve güneş gibi ışıltılı; kadınlar seyrine üşüşmüşlerdi. Sana bir şey daha söyleyeceğim, onu aklında iyi tut: evinde iken de Odysseus'un bu esvapları giyip giymediğini bilmiyorum: onları yolda, gemisinin içinde, bir dostundan veya konuğundan da almış olabilirdi; çünkü Odysseus'u sevenler pek çoktu, Akhailar arasında ona pek az kişi benzerdi. Ona ben de bir tunç kılıç; erguvan rengi, astarlı büyük bir kaftan, ve etekleri yere kadar uzanan bir entari vermiştim; ve o gün, sağlam yapılı gemisinde saygı ile esenleyip ondan ayrılmıştım. Arkasından giden çavuş kendisinden daha yaşlıca görünürdü; onu sana tarif edeyim: omuzları dolgunca ve kamburca, benzi yağız, saçları kıvırcıktı; Eurybates adlıydı ve Odysseus ona yarenlerinden daha fazla değer verirdi, çünkü öğütlerini herkesinkilerden daha doğru bulurdu. Böyle dedi, ve Penelopeia daha çok ağlamaklı oldu; yine söze başlayıp, dedi ki: — Konuğum, şimdiye kadar sana acıyordum, şimdi ise konağımda sayılacak ve sevilecek bir adam oldun. Anlattığın esvapları, çünkü, ona ben vermiştim; onları hazne odasından kendim çıkarmış, bezek olmak üzere de o parlak tokayı takmıştım. Ve onu bir daha, atalar yurduna ve bu konağa dönmüş göremiyecekmişim! Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi: — Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu! Artık yüzünün güzel rengini soldurma, ve kocan için yüreğini eriterek ağlama. Seni asla kınayacak değilim; hangi başka kadın olsa üzülür, gurbette kalan kocası için, aşk ile birleştiği gençlik arkadaşı ve çocuklarının babası için; ya tanrılar benzeri olduğu söylenilen Odysseus için sen nasıl üzülmezsin? Ama hıçkırıkla ağlamağı kes ve sözüme inan, çünkü hiç bir şey gizlemeksizin gerçeği söylüyorum: Odysseus'un dönüş haberini 347/431 buradan çok uzakta olmıyan Thesprotların bereketli ülkesinde aldım; sağ esendir ve yanında pek çok mallar vardır, onları budunlardan toplamış lâkin sadık yarenlerini ve oyulmuş gemisini, Thrinakie adasından ayrılırken, şarap rengi denizin içinde kaybetmiştir; Zeus'un ve Güneş tanrının öfkesine uğramış, çünkü yarenleri Güneş tanrının sığırlarını kesip yemişler; bu yüzden fırtınalı denizden hiçbiri kurtulamamıştır. Yalnız geminin omurgasına yapışan Odysseus'u dalgalar tanrılar soyundan olan Phaiakların ülkesine atmış. Onlar Odysseus'u gönülden, bir tanrı gibi sevmişler ve ağır armağanlar sunduktan sonra, sağ esen, atalar yurduna ulaştırmak istemişler. Odysseus çoktanberi burada bulunabilirdi, lâkin çok dünya dolaşıp mal biriktirmesini daha kazançlı saymıştır; Odysseus bütün insanlardan en çok hile bilen değil midir? Onunla kimse başa çıkamaz! Bana bunları Thesprotların hanı Phaidon anlatmıştı; konağında, son esenleme ziyafetinde, tanrıçalara saçı kıldıktan sonra bana and içerek demişti ki, Odysseus'u atalar yurduna ulaştıracak gemi denize indirilmiş, tayfaları da hazırlanmıştı. Fakat daha önce beni, buğday pazarı Dulikhion'a hareket etmek üzere olan bir Thesprot gemisine bindirerek uğurlamıştı; ve Phaidon bana Odysseus'un biriktirmiş olduğu malları gösterdi: bir başkasını onuncu kuşağa değin beslemeğe yetecek kadar ağır pahalı mallar hanın konağında yatıyordu. Odysseus, diyorlardı, Dodone'ye, Koca Meşe'den Zeus'un dileğini öğrenmek için hareket etmiş: bunca zaman gurbetlerde dolaştıktan sonra sevgili atalar yurduna aşikâre mi, gizlenerek mi dönmeli idi? Bunu anlayacaktı! İnan bana: Odysseus, sağ esendir, yoldadır, çok yaklaşmıştır; artık uzun zaman sevdiklerinden ve sevgili atalar yurdundan uzak kalmayacaktır. Sana büyük yemin ile and içeyim: Tanrıların en yücesi ve en ulusu Zeus tanık olsun! Şanlı Odysseus'un şu ocağı hakkı için, her şey benim söylediğim gibi olacaktır: Odysseus, bu ay içinde, burada bulunacaktır. Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: 348/431 — Tanrılar vere, konuğum, dediklerin gerçek ola, o zaman dostluğumu göstermek için o kadar çok armağanlar sunacağım ki, görenler mutlu dirliğini kıskansın. Ama yüreğimin içinden öyle düşünüyorum ki, Odysseus evine hiç dönmiyecek ve seni ülkene ulaştıran bulunmıyacak. Çünkü konakta, erkekler arasında, Odysseus gibi başlar yok, hiç bir zaman da olmamıştır ki, sayın konukları karşılasınlar veya uğurlasınlar; o bir taneydi. Şimdi, kızlar, konuğu yıkayıp temizleyin, keçeler ve hareli çarşaflar sererek ona bir de yatak hazırlayın; sıcacık döşekte rahat rahat altın tahtlı Şafağı beklesin; yarın da, erkenden, onu hamama sokun, yağ ile vücudunu oğun, tâ ki divanhanede Telemakhos'un yanında otursun, ziyafette pay alıp keyif sürsün. Ve her kim kıskanç gönülle ona hakaret ederse, vay haline! Konuğa hiç bir iş buyurulmasın artık; buna da kızan kızsın! Çünkü, konuğum, başka kadınlardan akılca ve tedbirce üstün olduğuma nasıl hükmedebilirdin, eğer seni şu kirli çaputlar içinde ziyafete göndermiş olsaydım? İnsanların ömrü kısadır. Doğruluktan ayrılıp yaman işler iş- leyene, sağ olduğu müddetçe, insanlar ilenirler, öldükten sonra lanetle anarlar; ama kusursuz olanın ve hayırlı işler görenin adı sanı yabancıların ülkelerinde anılır, ve bir çok insanlar onu över. Buna karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi: — Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu! Güzel kaftanlardan ve hareli çarşaflardan ben yüz çevirmiş bulunuyorum: uzun kürekli tekneme binip Krete'nin karlı dağlarından ayrılalı beri. Bundan önce, nice kereler yatıp geceyi uykusuz geçirmiş olduğum gibi, şimdi de kötü bir yatak içinde tanrısal Şafağın tahtı üzerinde görünmesini bekliyebilirim. Ayak banyosuna da hevesim yoktur; senin de yanında, bu konakta kulluk eden kızlar arasında benin ayaklanma dokunabilecek yoktur; ancak belki aralarında, yaşlı ve sakıngan, benim kadar çekmiş biri bulunur; böyle birinin ayaklarıma dokunmasına bir diyeceğim yoktur. 349/431 Buna karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: — Aziz konuğum, bu eve uzak yerlerden gelmiş olan dost konuklar arasında senden bilge kişi görmedim; sen her şeyi akıllı ve sağlam düşünüşle söylersin. Yanımda yaşlı ve çok tedbirli bir kadın vardır, o kutsuzu emzirip büyüten ve anası doğururken elleriyle alan da bu kadındır. Güçsüz kuvvetsiz ise de ayaklarını bu koca karı yıkasın. Haydi, kalk, bilge Eurykleia, yıka: Hanınla yaşı bir sanırım; belki Odysseus'un da ayakları böyledir ve elleri böyledir: yoksulluk insanları çabuk ihtiyarlatır. Böyle dedi, ve ihtiyar Eurykleia elleriyle yüzünü örttü, sıcak yaşlar döktü ve hıçkırıklar içinde şu sözleri söyledi: — Eyvah! Oğlum Odysseus, senin için hiçbir şey elimden gelmiyor; bütün insanlar arasında sana Zeus şüphesiz darılmış, sende tanrı korkusu varken: yıldırım savuran Zeus'a kimse senin kadar çok yağlı butlar yakıp tütsü kılmamış, tam yüzlük kurbanlar sunmamıştır; ondan dilediğin ise mutlu bir ihtiyarlığa erişmek ve tosun oğlunu büyütüp yetiştirmek iken, Zeus sıla gününü yalnız senin elinden almıştır. Belki de, konuğumuz, onu da aşağılamışlardır, uzaklarda, konuklandığı şanlı konakların karavaşları, bütün şu dişi köpekler sana hor baktıları gibi. Bunlar kınamasın, hor bakmasın diye onların yıkamalarına razı olmadın; İkarios kızı bilge Penelopeia benim yıkamamı buyurdu, ben de gönülden kabul ediyorum. Ayaklarını Penelopeia için ve senin için yıkayacağım, çünkü yüreğimde senin kaygından bir depreniş duyuyorum. Sana şimdi bir söz daha söyliyeceğim, ona kulak ver: buraya çok çekmiş garipler hep gelir gider; bunlar arasında Odysseus'a senden daha çok benziyeni yoktur: sende onun boyu, onun sesi, onun ayakları vardır. Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi: 350/431 — Koca kadın, gözleriyle ikimizi, onu ve beni, görmüş olanlar, senin gibi, birbirimize benzediğimizi söylüyorlar; fakat senin söylediğin hepsinin sözünden daha doğrudur. Böyle dedi ve ihtiyar Eurykleia gidip pırıl pırıl bir ayak leğeni getirdi, içine çok çok soğuk su döktü, sonra sıcak suyu kattı. Bu ara Odysseus gitmiş, ocaktan uzak bir yerde oturmuş, arkasını ışığa çevirmişti, çünkü apansız içinde bir korku doğmuştu: ihtiyar kadın ayağını tutarken yaranın yerini görür de her şey aşikâr olur diye. Eurykleia, Hanın yanına gelip ayaklarını yıkamağa başlar başlamaz yaranın izini tanıdı: Bir yaban domuzu onu beyaz azısıyla ısırmıştı, vaktiyle, Autolykos ve oğullarının yanına gidip birlikte Parnasos'a çıktığı zaman. Bu Autolykos anasının şanlı babasıydı; haydutlukta ve and bozmada herkesten üstündü. Hermes tanrı ona bu erdemi vermişti, çünkü yaktığı kuzu ve oğlak butlarından hoşlanırdı; bu tanrı iyiliğini istiyerek ona yoldaş olurdu. Autolykos bereketli İthaka'ya kızının yeni doğurduğu torununu görmeğe gelmişti; yemekten sonra, Eurykleia çocuğu Autolykos'un dizleri üzerine koyup ona şöyle demişti: — Autolykos, sevgili kızının tosun oğluna sen bir ad bulmalısın; senin çok istediğin çocuktur bu. Ona karşı Autolykos seslendi: — Güveyim ve kızım, öyle ise, çocuğa benim söyleyeceğim adı koyun. Buraya ben birçok erkeğe, kadına gücenerek, küserek, darılarak geldim. Bereketli yeryüzünde böyleleri çoktur! Bunun için çocuğa Odysseus adını vermek istiyorum; büyüdüğü zaman Parnasos'a, anasının doğduğu konağa gelsin; benim bütün hazinelerim oradadır: Ona o hazinelerden bol bol vereceğim, kendisini sevindirerek geri yollıyacağım. 351/431 İşte daha sonra Odysseus o zengin armağanları versinler diye gitmişti; Autolykos'un kendisi ve oğulları onu kucakladılar ve en tatlı sözlerle karşıladılar. Anneannesi Amphithee onu kucaklayıp başından ve güzel gözlerinden öptü; ve Autolykos şanlı oğullarına yemeği hazırlamalarını buyurdu. Onlar da babalarının sözünü dinlediler, beş yaşında bir boğa getirdiler: Hayvanı yüzdüler, hazırladılar, parça parça doğradılar, şişlere geçirdiler; ve ustaca kebap ederek üleştirdiler. Bütün gün, güneş batıncaya kadar yiyip, içtiler ve bu eşitlik övününde keyif sürdüler. Güneş batıp alaca karanlık olunca yattılar, tatlı uykudan pay aldılar. Sabah sis içinde gül parmaklı Şafak görünür görünmez, avlanmağa çıktılar: Köpekler Autolykos oğullarının önünde, Odysseus ise dayılarının arkasından gidiyordu... Parnasos dağının ormanla örtülmüş yamaçlarına tırmanıp rüzgârın dövdüğü mağaralarına girdiler. Güneş dingin Okeanos'un derinliklerinden çıkıp kırlara vururken, avcılar bir dereye iniyorlardı. Köpekler bir izin kokusunu alarak önden gidiyordu, arkadan Autolykos'un oğulları ve onlarla birlikte tanrısal Odysseus geliyordu; yürürken de uzun gölgeli mızrağını sallıyordu. Burada, sık ormanın içinde, dev gibi bir yaban domuzu in tutmuştu; oraya ne en azgın yeller, ne nemli sisler, ne de güneşin ışıkları geçebilirdi; orası o derece sıkıydı ki, içine yağmur bile sızmazdı. Yapraklar kaba bir yatak halinde üst üste yığılmıştı. Kendine doğru yaklaşan insanların ve köpeklerin ayak sesleri kulağına ilişince, canavar ininden dışarı fırladı; şimdi kılları boynunda diken diken, gözlerinden ateş saçar bir halde karşılarına dikildi. O ara, ilk önce, Odysseus canavarın üstüne atıldı; uzun mızrağını güçlü kolu ile kaldırarak kıyasıya vurmak istedi; ama yaban domuzu ondan önce davranarak bacağını kaptı ve azılarıyla kocaman bir parça et kopardı, ama diş kemiğe değmedi. Ve Odysseus yetişip canavarın sağ omzuna mızrağını sapladı, silâhın parlak demreni bir yandan öbür yana geçti; hayvan 352/431 homurtularla tozlar içine yuvarlanıp serildi, canı vücudundan sökülüp uçtu. Hemen Autolykos'un oğulları atılarak tanrısal Odysseus'un yarasını tımar etmeğe giriştiler; kahramanın bacağını ustaca sardılar, afsunlayıp kara kanı durdurdular; sonra çarçabuk sevgili babalarının konağına döndüler. Dedesi Autolykos ve dayıları Autolykos'un oğulları yarasını iyi ettikten sonra zengin armağanlar verdiler ve kendisini sevindirerek tezlikle sevgili yurdu İthaka'ya yolladılar; ve kutlu dönüşüne babası ve sayın anası şadoldular; geçirdiği kazayı merak: ederek nasıl yaralandığını sordular; o da onlara avlanmak için Autolykos'un oğullarıyla birlikte Parnasos'a gidişlerini ve yaban domuzunun beyaz azısıyla yaralanışını güzel güzel anlattı. Şimdi ihtiyar kadın, ellerinin ayasıyla dokununca yarayı tanıdı; tuttuğu bacağı elinden koyverdi, ayak çanlıyan leğeni devirdi, sular yere saçıldı, ihtiyarın gönlünü, birden sevinç ve kaygı aldı; gözleri yaşla doldu; gür sesi kısıldı. Ve Odysseus'un çenesini okşayıp dedi ki: — Meğer Odysseus sen imişsin, sevgili çocuğum! Ben... hemen tanımamıştım... Meğer Beyim, Han'ım önümde imiş; onu elimle tutuyormuşum! Böyle dedi ve gözlerini Penelopeia'dan yana çevirdi, kocasının orada hazır bulunduğunu bildirmek istiyordu... Fakat Penelopeia onun bakışıyla karşılaşmadı: Athena gözlerini başka tarafa çevirtiyordu. Hemen Odysseus sağ eliyle onu boğazından yakalamıştı, öbür eliyle de yanına çekerek ona şöyle dedi: — Dadı, beni sen mi ele vermek istiyorsun, sen ki göğsünü vererek beni büyütmüştün? Ve ben yirmi yıl türlü cefalar çektikten sonra atalar yurduna dönmüş bulunuyorum! Tanrılar dileyip gerçek sana malûm olmuş; sus öyle ise ve konakta senden başka kimse bilmesin! 353/431 Bunu da sana söyliyeyim ve dediğim gibi olacak: Eğer ağzından kaçırırsan, tanrıların dileğiyle taşkın yavukluları tepeledikten sonra, dadım olduğuna bakmıyacağım, öteki karavaşları şu konağın içinde öldüreceğim gibi seni de esirgemiyeceğim. Ona karşı sevgili dadı Eurykleia şöyle dedi: — Çocuğum, dişlerinin arasından kaçan bu nasıl söz öyle? Gönlümün sana nasıl sadık ve sarsılmaz olduğunu bilirsin: Bildiğimi kayadan da, demirden de daha sıkı tutacağım. Ama sana bir şey daha söyliyeceğim ve onu sen aklında tut: Eğer bir gün tanrıların dileğiyle sen çelebi yavuklulardan öcalırsan, sana hainlik eden ve sadık kalan karavaşların adlarını ben birer birer söyliyeceğim. Ona karşılık çok tedbirli Odysseus şöyle dedi. — Dadı, adlarını senin söylemene ne hacet? Ben, kendim iyice düşünüp onları birer birer anlıyabilirim; tek sen ağzını sıkı tut, üst tarafı tanrılara bırak. Böyle dedi ve ihtiyar kadın divanhanenin içinden gidip ayak banyosu için başka su getirdi, çünkü ilki bütün yerlere saçılmıştı. Sonra ayaklarını yıkadı ve süzülmüş yağ ile ovdu; ondan sonra Odysseus ısınmak için ateşin yanına geçti; ve şimdi yara izini çaputları ile örtüyordu. Bu ara Hatun Penelopeia söze başlayıp dedi ki: — Konuğum, artık senden sormak istediğim pek az şey kaldı; çünkü işte tatlı uykuya yatmanın saati geldi. Çok kaygılı olsa da insana uyku tatlı gelir; bana ise bir tanrı sonu gelmiyen bir yas kısmet etmiştir. Gündüzleri yine hıçkıra ağlıya avunurum; kendi işlerim var; konakta, yanımdaki karavaşların işlerini yoklayıp bakarım. Fakat başkalarına uykuyu getiren gece gelince yatağıma uzanırım ve hemen kaygılı gönlüme her yandan acıklı düşünceler hücum eder, hiç rahat vermeyip ağlatırlar. 354/431 Nasıl ki Pandaros'un kızı gökçül Aidon Ağaçlık bülbülü bahar dönünce yeniden gür yapraklar açan ağaçlar üzerinde yankılanan sesiyle öterek Zethios Handan doğan ve çılgınlık içinde tunç hançerle öldürdüğü sevgili oğlu İtylos'un ağıtını tutturursa; onun gibi benim de yüreğim durmadan titrer, bir karar veremez olur: Bana oğlumun yanında kalıp yüksek tavanlı konağımı, mallarımı ve karavaşlarımı elimden çıkarmamak, kocamın döşeğine ve halkın sesine saygı göstermek mi gerek, yoksa konağımızı gidip bana istekli çıkan Akhailardan en ileri gelenine ve en çok armağan verene varmak mı gerek? Oğlum çocuk iken, aklı ermez iken evlenemezdim, kocamın konağını terkedemezdini; ama o artık büyüdü, yiğitlik çağına erişti ve benim artık bu konakta kalmamı istemiyor, çünkü mallarının yendiğini görüp kızıyor. Fakat dinle de şu düşümü yorumla: Yirmi kaz, sudan çıkarak, avluda dane yiyorlardı, ben de onları keyifli keyifli seyrediyordum; derken eğri gagalı bir kartal yüksek dağdan üstlerine hücum etti, hepsinin boynunu kopardı, hepsi yığın yığın avluda yatmakta iken kartal yine tanrısal ether içine havalandı. Düşümde hıçkırıp ağlıyordum, güzel belikli Akhai kadınları her yanımdan üşüştüler, ben de durmadan kartalın öldürdüğü kazlarıma acı acı ağlıyordum. Derken kartal yine konağın çatısına indi ve beni avutmak için insan sesini alarak dedi ki: «Adlı sanlı İkarios'un kızı, umutlu ol! Senin gördüğün düş değildir, gerçekten olup bitecek mutlu bir misaldir. Kazlar yavuklulardır, kartal olup karşına gelen ben de senin koçanım; bütün yavuklulara hak ettikleri şansız cezayı vermek için geldim.» Böyle deyince, tatlı uykum açıldı; konağın avlusuna gidip kazları aradım: Hepsi, eskisi gibi, yalaklarında dane yiyip duruyorlardı. Ona karşı çok tedbirli Odysseus cevap vererek şöyle dedi: 355/431 — Hatun! Düşünü kimse başka türlü yoramaz; işte Odysseus'un kendisi sana neler olup biteceğini söylemiş! Yavukluların cümlesine ölüm görünüyor; hiç birisi için ecelden, ölümden kurtuluş yoktur. Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Ey garip, belli ki düşleri yormak güç ve boştur: Çoğu insanların yorduğu gibi çıkmaz! Özsüz gölgeler gibi olan düşler iki kapıdan çıkıp bize görünürler; kapının biri fildişinden, öbürü boynuzdandır. Ufalanıp toz haline konmuş fildişi kapısından gelen düşler insanı gerçekleşmiyen boş lâflarla aldatır, cilalanmış boynuz kapısından gelenler ise görenlere gerçeği bildirir. Benim gördüğüm korkunç düşün bu kapıdan geldiğine inanmam: Benim için ve oğlum için bu, fazla büyük bir mutluluk olurdu! Sana başka bir sözüm var, onu iyice aklına koy: işte uğursuzluk sabahı gelmek üzeredir, beni Odysseus'un evinden bu doğmak üzere olan gün uzaklaştıracaktır; çünkü son kararım onlara baltalar arasından oku geçirmek yarışını öne sürmektir: Odysseus, sarayındaki bu baltaları, gemi kaburgaları gibi, arka arkaya dizerdi, hepsi on iki tanedir; sonra uzaktan attığı oku bunların hepsinin deliklerinden geçirirdi. İşte yavuklulara bu oyunda yarış etmelerini söyliyeceğim. İçlerinden hangisi, kolay kolay, yayı kurup oku atar ve baltaların deliklerinden geçirebilirse, onun arkasından gidip bu konaktan ayrılacağım. Gençliğim bunun içinde, burdaki bu mallar ortasında geçti: Burayı hiç unutmıyacağım, düşlerimde olsun anacağım Ona karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki: — Laertes oğlu Odysseus'un sayın Hatunu! Konağında, gecikmeden, onlara bu yarışı ileri sürmeğe bak! Çünkü hiç biri yayı kurup kirişi çekmeden ve oku baltaların arasından geçirmeden çok hünerli Odysseus yetişip gelecektir. 356/431 Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: — Bu odada, konuğum, daha uzun zaman yanımda kalıp beni lâkırdılarınla büyülemek istemiş olsan gözlerime asla uyku girmeyecek; ama insanlar uykusuz da duramaz: taunların koyduğu töre, bereketli yer yüzünde, bütün ölümlü insanlar için birdir... Şimdi artık, vakit varken, üst kata çıkıp yatağa uzanayım; orayı ben hıçkırıklarla doldurup göz yaşlarımla ıslatmaktayım, Odysseus kara gemilere binip şu adı batası uğursuz Troia seferine çıkalı beri! Tanrı vere, rahat yüzü göreyim! Sen de bu odada yat, ya yerde veya sedir üzerinde sana bir yatak hazırlasınlar. Böyle dedi ve pırıl pırıl cilâlı katına çıkarken arkasından da halayıklar gidiyordu; çıktıktan sonra ise aziz eşi Odysseus için ağlıyadurdu, gökgözlü tanrıça Athena göz kapaklarına tatlı uykuyu ekinceye değin. 357/431 ŞAN: XX FODUL YAVUKLULAR TEPELENMEDEN ÖNCE O ara tanrısal Odysseus dehlize gelip yatmıştı: Yere serdiği taze yüzülmüş bir sığır derisinin üstüne Akhaiların her gün kurban ettikleri koyunların pöstekilerinden birkaç tane yaymıştı. Yattıktan sonra Eurynome gelerek üstüne bir kaftan atmıştı; ama o anda Odysseus, aklıyla, yavukluların ocağına incir dikmeyi düşündüğünden, yattığı halde gözlerine uyku girmiyordu. Yattığı yerden, âdetleri üzere, yavuklularla buluşmak için, divanhaneden çıkan kadınları görüyordu; arasıra gülüşerek oynaşıyorlardı. Aziz göğsünde yüreği hopladı, aklıyla ve gönlü ile çok düşünmeğe koyuldu: Üstlerine saldırıp hemen hepsini gebertmeli miydi, yoksa, en son geceleri olmak üzere, azgın yavuklularla gidip birleşmelerine ses çıkarmamalı mıydı? Göğsü içinde yüreği uluyordu: Dişi köpek, depreşen enciklerini korumağa hazır, geçen yabancının üstüne nasıl havlayıp saldırmağa kalkarsa, yaman işler karşısında tiksinen yüreği öyle kuduruyordu. Fakat göğsüne vurarak yüreğine şu sözlerle çıkıştı: Katlan, daha katlan, yüreğim! Bundan daha zalim cefalara katlanmıştın, o gün kim gücü yenilmez Kyklop yiğit yarenleri yemişti! Ölümden kurtuluş ummazken, sen sabretmesini bildin ve hilemle mağaradan sıvışabildik... Böyle diyerek aziz yüreğine cesaret veriyordu; ve buna kanan sabırlı yüreği rahatlarken kendi o yana bu yana dönüyordu; nasıl ki, bir er, iç yağı ve kan dolu bir kursağı alevli ateş üzerinde döndüredurup çarçabuk pişmesine can atarsa, o da öyle o yana bu yana dönüyor ve tek başına utanmaz yavukluların kalabalığı üstüne nasıl saldıracağını düşünüyordu. Bu ara Athena yanına geldi, başucunda ayakta durup şu sözleri söyledi: — Niçin uykusuz kalıyorsun, ey insanların en mutsuzu? İşte, şimdi, evindesin: Karın da evindedir, oğlun da: Hem ne oğul: Her babanın gıpta edeceği gibi bir oğul. Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi: — Gerçek, tanrıça, her şeyi gereğince söyledin; fakat benim aklımla düşündüğüm şudur: Tek başıma utanmaz yavuklular kalabalığının hakkından gelmek nice olacak! Çünkü onlar burada hep cemaat halinde toplanıyorlar. Bir de aklımda bundan daha büyük bir düşünce var: Zeus'un yardımı ile ve seninki ile bunları tepeledikten sonra, nereye sığınmalıyım? işte bunu bildirmeni dilerim. Ona karşı gökgözlü Athena şöyle dedi: — A mutsuz kişi! Herkes yarenlerinden en kötüsüne, bir ölümlü ve bilgisi az kişi iken, güvenir; ben ise bir tanrıçayım ve seni durmadan korumaktayım ve koruyacağım, karşına çıkacak her belâ içinde; açıkça sana söylüyorum: Miskin ölümlülerden elli alay ikimizi sarıp seni türlü silâhlarla öldürmeğe kalksa, yine galip gelip onların sığırlarını ve semiz koyunlarını talan edecek sen olacaksın! Haydi, yat, uykuya var! Bütün gece uykusuz kalıp beklemek de ayrı bir belâdır: Güven, yakında cefaların sona erecektir. Böyle dedi ve sonra göz kapaklarına tatlı uyku ekerek, tanrıçaların en tanrısalı Olympos'a vardı. Çok geçmeden Odysseus'u uyku basıp kaygıları dağıldı ve vücudu rahat etti. O ara karısı uyanmış, kaygılı gönülle, yumuşak yatağında oturup ağlıyordu. Doya doya ağlayıp gönlünü avuttuktan sonra, kadınların en tanrısalı, en başta, tanrıça Artemis'e dua etti: 359/431 — Ulu tanrıça, Artemis! Ey Zeus kızı! Kısmet olaydı da oklarınla beni göğsümden vurup hemen şimdi canımı alaydın! Veya beni kasırga kaldırıp gök yolundan tez akışlı Okeanus'un ağzına ataydı! Nitekim. vaktiyle Pandaros'un kızlarını da kasırga kapmıştı: Daha önce analarını, babalarım tanrılar alıp onları konaklarında öksüz komuşlardı; o zaman tanrısal Aphrodite onları peynirle, balla ve tatlı şarapla besleyip büyütmüştü: Hera onlara, başka kadınlara verdiğinden daha çok güzellik ve bilgi ihsan etmişti; suç işlememiş Artemis ululuğu bağışlamış, Athena ise güzel işler görmeği öğretmişti. Ve bir gün tanrısal Aphrodite yüksek Olympos'a çıkıp yıldırım savuran Zeus'tan onlara iyi bir koca kısmet etmesini dilemiştir: O, her şeyi bilir ve ölümlü insanların iyi talihi de, kötü talihi de onun bileceği iştir. Fakat Harpy' ler fırsat vermeyip bu ere varmamış kızları aldılar, Erinny'lere karavaş olarak verdiler. Keşke bana da Olympos konaklarının sahipleri böyle bir ölüm kısmet edeydiler! Keşke güzel belikli Artemis beni oklarıyla vursaydı! Ve hiç olmazsa korkunç yeraltında Odysseus'a kavuşaydım. Ve ondan aşağı bir erin keyfine oyuncak olmayaydım! İnsan kederlere katlanabilir, eğer bütün gün kaygılı gönülle ağlayıp sızladıktan sonra geceleri rahat bir uykuya varabilse! Çünkü göz kapaklarımızı kapayan uyku dirliğimizi, iyi olsun, fena olsun, unutturur. Fakat bana uyurken de, bir ifrit yaman düşlerle rahat yüzü göstermiyor. Bu gece, tıpkı O'nun benzeri, yanıma sokulup yatmıştı; ordu ile birlikte giderken olduğu gibiydi! Gönlüm sevinç içindeydi! O hale düş diyemiyordum, gerçeğin o kadar aynıydı! Böyle diyordu ve Şafak hemen altın tahtı üzerine çıkıyordu. Bu ara ağlıyan Penelopeia'nın sesi kulağına gelen tanrısal Odysseus, düşünceli düşünceli ortalığı dinledi; onun kendisini tanıdığını, yanına gelip baş ucuna dikileceğini sandı... Hemen kaftanı ve üstünde yattığı pöstekileri toplayıp divanhanede bir koltuk üzerine koydu; sonra sığır derisini avluya götürdü ve ellerini kaldırarak Zeus'a dua etti: 360/431 Zeus ata, eğer tanrıların dileğiyle, karadan sudan, geze dolaşa yurdum olan bu yere gelmiş isem, bir alamet belirsin: içerde ayakta olanlardan bir ses ve dışarda senden başka bir ses kopsun! Böyle deyip dua etti ve ulu tanrı Zeus, hemen, ışıklar içindeki Olympos'tan gürledi bulutların üstünden ve tanrısal Odysseus keyiflendi, ve yakınında, bir odadan, değirmen çeviren bir kadın seslendi: Orada budunlar çobanının on iki değirmen taşı vardı, onları kadınlar çevirirler, arpa ve buğday öğüterek insanlara ilik olan unu yaparlardı. Öbürleri danelerini öğütmüş oldukları için yatıp uyumuşlardı; yalnız biri işini bitirememişti: En güçsüzleri buydu, işte bu kadın değirmen taşını durdurup Hanına hayırlı fal olarak söz söyledi: — Zeus ata! tanrıların ve insanların Hanı! Yıldızlı gökten ulu ulu gürledin; hiç bir yerinde ise bulut yok! Bu, senin bir alametindir! Öyle ise, ben kutsuz kişinin de dileğini kabul eyle: Bugün, Odysseus'un konağında, yavukluların kendilerine çekecekleri neşeli ziyafet son ziyafetleri olsun! Çok yorucu olan arpa öğütmek emeği ile onların yüzünden dizlerimde derman kalmadı; hay, son akşam yemekleri olsun bugünkü! Böyle dedi ve Odysseus bu hayırlı duaya ve Zeus'un gürleyişine şadoldu: Çünkü artık azgınların cezasız kalmayacaklarına inanıyordu! SON CÜMBÜŞ Odysseus'un güzel divanhanesinde toplanan karavaşlar sönmez ateşin alevini tazeliyorlardı ki, yatağından çıkan Telemakhos göründü: Tanrıların eşi olan bu er esvaplarını giymiş, omuzuna sivri kılıcını asmış, tombul ayaklarının altına güzel çarıklarını bağlamıştı; tunç temrenli, sağlam mızrağını da elinde tutuyordu. Eşikte durup, geçmekte olan Eurykleia'ya şöyle dedi: 361/431 — Sevgili dadı, konuk ağırlandı mı: Kendisine yatak döşek verildi mi? Yoksa bakımsız mı kaldı? Çünkü anamı bilirim: Akıllı tedbirli kadındır, fakat çok defa en değersiz kişileri ağırlar da en lâyıklarını bakımsız yollar. Ona karşı sevgili dadısı Eurykleia dedi ki: — Bugünlük, çocuğum, sebepsiz, ananı kınama. Şaraptan, konuk kendi istediği kadar oturup içti; ekmekten, karnım aç değil deyip fazla yemedi, anan yesin diye çok ısrar etmişken. yatıp uyumak vakti gelince de anan kadınlara, gidip ona bir yatak kurmalarını söyledi; ama kendi, kaygılı kederli kişi, bir yatağa uzanıp çarşafla ve yorganla örtünmesini istemedi; dehlizde, yere taze yüzülmüş bir sığır derisi ile koyun pöstekilerini yayıp yattı, biz de üstüne bir kaftan atıp örttük. Böyle dedi ve Telemakhos konaktan çıktı; oradan dernek meydanına gidip güzel knemisli Akhailara ulaştı. Ve hemen tanrısal kadın, Ops Pisenorides kızı Eurykleia halayıklara seslendi: — Haydi, çabuk olun! Divanhaneyi bir bölüğünüz süpürüp sulasın, güzel işlenmiş koltukları erguvan rengi nalçalarla örtsün! Bir bölüğünüz de süngerle masaları silsin, sonra sebuları ve iki kulplu sağrakları temizlesin! Başkaları da su almak için çeşmeye gidip çabucak dönsün! Çünkü yavuklular geç kalmayıp erken erken konağa gelirler: Bugün genel bayram günüdür! Böyle dedi, kızlar da onu dinleyip dediğini yerine getirdiler: Yirmisi suları yağız çeşmeye gitti, öbürleri de ustaca divanhanenin işlerine emek verdi. O ara yavuklular gelip içeri girdiler; onların da bir bölüğü ustaca odun yardı; sonra, çeşmeye giden kızlar döndüler; onlardan sonra da domuz çobanı çıkageldi: Sürüsünün en semizlerinden üç domuz sürüp getirmiş güzel avluda çalı çırpı yiye dursunlar diye bırakmıştı. 362/431 Domuz çobanı hemen Odysseus'un yanına gelip tatlı sözler söyledi: — Garip, artık sana iyi bir gözle mi bakıyorlar, yoksa divanhanede eskisi gibi hor tutmada devam mı ediyorlar? Buna karşılık çok sakıngan Odysseus şöyle dedi: — Hay tanrılar azgınlıklarının cezasını versin, Eumaios, onların! İşleri güçleri, başkalarının evinde, hakaret; zulüm, her türlü yamanlık; ve zerre kadar utanmıyorlar! Anılarında böyle söyleşmekte iken keçilerin çobanbaşısı Melanthios yanlarına çıkageldi, sürülerinin en iyi keçilerini sürüp getirmişti. Keçileri, yankılı dışkapı altında bağladı, ve Odysseus'a yaklaşarak yine alaya başladı: — Yine buradasın ha! Divanhanede masa masa dilenip âlemi rahatsız etmek için mi? Kapıyı boylamağa niyet yok mu? Elimizin gücünü sınamadan senin buradan ayrılacağın yok, sanırım; çünkü sen dilenciliğin haddini aşıyorsun! Halbuki başka Akhaiların kapılarında da ziyafetler var! Böyle dedi ve ona karşı çok sıkılgan Odysseus hiç bir şey söylemedi, başını sallayıp sustu, fakat derinden öç almasını düşünüyordu. Ondan sonra, üçüncü olarak sığırtmaçların başı Philoitios geldi, suyun geçit yerinden kayıkçılar geçirmişlerdi; o da kısır bir inekle semiz keçiler getirmişti. Yankılı dışkapının altında hayvanları bağlayıp Eumaios'un yanına geldi ve ona şöyle dedi: — Çobanbaşı, konağımıza yeni gelen bu konuk kimdir? Hangi erlerden olduğunu söylüyor? Soyu sopu var mıdır? Hangi bereketli ülkedendir? Yoksul ama, boy boşça bir ulu kişiye, bir Hana benzer! 363/431 Tanrılar dileğiyle gurbetlerde sürünenler çabuk yıpranır; ve belâlar herkes içindir, hattâ beyler, hanlar için de! Sonra, Odysseus'a yaklaşarak sağ elini uzattı, selâmlıyarak kanatlı sözler söyledi: — Sağ ol konuk ata! Dilerim ki yakında baylık bulasın, bugünkü mihnetlerden kurtulasın! Ey Zeus ata, tanrıların en merhametsizi! İnsanları kendin yarattın ve acımadan yine kendin en katı cefaların içine atıyorsun... Garip, seni görünce gözlerim yaşardı, vücudumu ter bastı, çünkü Odysseus hatırıma geldi; onu tıpkı senin gibi çaputlara sarınmış, ülkeden ülkeye dolaşır görüyorum; bu da şayet hâlâ sağ ise, güneşin ışığını görüyorsa! Eğer ölmüş ise ve Hades konaklarına göçmüş ise, daima onu anarak ağlıyacağım: Kusursuz Odysseus beni, uşak iken, Kefalonia ülkesindeki sığırlarını gütmeğe yollamıştı. Şimdi sürüleri sayısız üredi! Başka kimsenin geniş alınlı öküzleri bu derece üremiş değildir... Ve bunları yabancıların buyruğu ile buraya getiriyorum: Kesip kesip yiyorlar! Onun konağında, oğluna acımadan, tanrılardan korkmadan ve cezayı akıllarına getirmeden çoktan beri gurbette kalan hanın mallarını paylaşmağı düşünüyorlar! Bu hal karşısında göğsümün içinde aziz yüreğim çırpmıyor; Karar veremiyorum: Telemakhos sağ iken, sığırları alıp başka erlerin ülkesine gitsem yaman bir iş olur, diyorum; burada kalıp başkasının sığırlarını yabancılara yedirmek için gütmek de katlanılmaz bir belâlı iştir. Çoktan bu duruma dayanamayıp uzaktaki Hanlardan birinin ülkesine kaçardım, fakat daima mutsuz beyimi düşünüyorum: Bir gün dönse de şu konağın içinde çelebi yavukluları darmadağın etse! Buna karşı çok sıkılgan Odysseus şöyle dedi: — Sığırtmaç! Yaramaz veya akılsız bir kişiye benzemiyorsun; akıllı ve tedbirli bir düşünüşte bulunduğunu da anlıyorum; bunun için sana söylüyorum ve büyük yemin ile and içerek haber veriyorum: Sen 364/431 hazır iken Odysseus gelecektir ve istersen, burada zorba kesilen yavukluları tepelediğini kendi gözlerinle göreceksin. Sığırtmaçların başı ona şöyle cevap verdi: — Hay, Kronos oğlu dediğin günü bize kısmet eyliye, ey yabancı! O zaman, benim de güçlü kollarımın ne değerde olduğunu görüp anlarsın! Aralarında böyle söyleşmekte iken, yavuklular oturup Telemakhos'un ölümünü tasarlıyorlardı. Fakat o anda alâmet belirdi: Sol yandan bir kartal uçup gelmişti ve pençesinde titriyen bir güvercin tutuyordu. O zaman Amphinomos söze başlayıp dedi ki: — Dostlar! Telemakhos'u öldürmek için kurduğunuz olmıyacak! Artık yalnız ziyafeti düşünelim! Amphinomos böyle dedi, onlar da sözünü beğendiler ve hemen tanrısal Odysseus'un konağına girdiler; kaftanlarını kürsüler ve koltuklar üzerine attılar. Boylu boslu koçları ve semiz keçileri kurban etmeğe başladılar, içirikleri önce kebap edip bölüştüler, sebular içinde şarabı kardılar; domuz çobanı da sağrakları dağıttı ve sığırtmaçların başı Filoitios ekmeği güzel sepetler içinde üleştirdi; şakiliği de Melanthios etti. Telemakhos ise Odysseus'u, sağlam kuruluşlu divanhanede, taş eşiğin yanında oturtmayı faydalı saymıştı: Altına biçimsiz bir seki vermiş, önüne de küçük bir masa çekerek üstüne içirik kebabından bir pay komuştu ve bir altın sağrak alıp içine şarap doldurmuştu. Sonra ona seslenerek şöyle dedi: — Şimdi burada oturup erlerle bir arada şarabını iç: Seni alıp yavukluların elinden ve hor bakmasından korumak bana düşer, çünkü burası budunsal bir ev değil, Odysseus hanın konağıdır ve bunu o, 365/431 benim için yaptırmıştı. Sizler de, yavuklular, elinizi çekin ve alçaltıcı dilinizi tutun; eğer arada kavga dövüş çıkmasını istemezseniz! Böyle dedi ve cümlesi dudaklarını ısırarak Telemakhos'un böyle yüksekten söylemesine şaşıyorlardı. Bunun üzerine Antinoos Eupeithes oğlu söze başladı: — Ne kadar ağır da olsa lâkırdıyı yutalım. Bizi nasıl korkutarak söz söylediğini gördünüz!... Kronos oğlu Zeus istemedi... yoksa, divanhane içinde, şu meydan hatibini çoktan susturmuş olurduk! Antinoos böyle dedi, Telemakhos ise lâfına aldırış etmedi. Çavuşlar bu ara tanrılara sunulacak yüzlük kurbanları kasabanın içinden geçiriyorlardı; uzun saçlı Akhailar uzağa atan Okçu Apollon'un sık ve gölgeli korusunda toplanıyorlardı! Kebap edilmiş kaba etleri ateşten çekip pay pay doğradılar ve oturup şanlı ziyafetle keyiflerini yerine getirdiler. Dağıtma işine bakanlar Odysseus'un önüne herkesinki ile denk bir pay koydular, çünkü tanrısal Odysseus'un sevgili oğlu böyle buyurmuştu. Tanrıça Athena ise taşkın yavukluların alçaltıcı sövmelere son ve ara vermelerini istemiyordu, tâ ki Laertes oğlu Odysseus'un kafası daha fazla kızsın diye. Yavuklular arasında töre tüze bilmez bir er vardı; Ktesippos adlı ve evden barktan yana Same adalı idi. Babasının mallarından burnu kalkmış, çoktan beri gurbette kalan Odysseus'un karısına istekli çıkmıştı. Bu er söze başlayıp aşırı azgın yavuklulara dedi ki: — Coşkun yavuklular, kulak verin bana! Size bir diyeceğim var: Şu yabancı, işte çoktan, tam, payını almış bulunuyor; böyle de olmalıdır; Telemakhos'un, kendi keyfince, konağına aldığı konuklara saygı göstermemek iyi olmaz, doğrusu! Ben de şimdi ona bir diş kirası 366/431 ilâve etmek istiyorum: Kendi beğenmezse hamam uşağına veya tanrısal Odysseus'un konağında kullukçuluk edenlerden başka birine versin. Böyle dedi ve sepetten aldığı bir öküz paçasını etli güçlü kolu ile Odysseus'a fırlattı; küçük bir baş eğmesiyle Kendini koruyan Odysseus içten gelen bir gülümseme ile alay etti: Paça gidip kalın duvara çarptı. Hemen Telemakhos söze başlayıp Ktesippos'a çıkıştı: — Ktesippos, talihine gönülden şükret ki, attığın konuğa değmedi ve kendi korunabildi; yoksa seni mızrağımla bir yandan öbür yana sançıp geçirirdim ve çelebi baban düğün yerine senin cenaze şölenini düşünürdü.. Artık kimse, bu evde, böyle yakışmaz işlere kalkmasın! Çünkü ben her şeyi, yakışanı ve yakışmayanı, görüp anlıyacak haldeyim; artık çocuk değilim, halbuki neler görüp katlanmak zorunda kalıyorum: Davarlarım kesiliyor, şarabım içiliyor, ekmeğim yeniyor; ve tek başıma kalabalıkla başa çıkamayıp seyirci kalıyorum! Artık bu düş- manca kötülükleri kesin; eğer son dileğiniz tunç kılıçla bana kıymak ise, ben de buna razıyım; çok daha iyi olur: Öleyim de şu sonu gelmiyen yakışıksız işleri görmiyeyim; artık konuklarım alçaltılmasın, güzel konağımda karavaşlarımın şerefine dokunulmasın! Böyle dedi ve cümlesi ağızlarını açıp bir şey söyliyemiyordu; neden sonra Damastor oğlu Agelaos şöyle dedi: — Dostlar, böyle doğru söylenen sözlere gücenip ters cevapla karşı koymak yakışmaz, Telemakhos'a ve anasına da yumuşak sözler söyliyeceğim, isterdim ki öğüdüm ikisinin gönlüne hoş gelsin: Göğüslerinizde yüreğiniz çok ölçülü Odysseus'un yurduna dönüşünü ummakta oldukça yavukluların bekletilip konakta tutulmasına kimsenin bir diyeceği yoktu: Madem ki yurda dönmesi vardı, en doğrusu beklemekti; ama şimdi artık onun dönmiyeceği anlaşılmıştır. O halde, 367/431 Telemakhos, var, anana öğütle, içimizden en seçkin ve en çok bağışlıyan kim ise onunla evlensin. O zaman sen de rahat rahat babandan kalan malları yer, içersin; anan da gider bir başkasının evine bakar. Ona karşı akıllı Telemakhos dedi ki: — Hayır, Agelaos, Zeus hakkı için ve İthaka'dan uzaklarda ölen veya gurbette kalan babamın çektikleri hakkı için, anamı düğünden alıkoyan ben değilim! Anama kendim de hoşuna gidenle ve en çok hediyeler verecek olanla evlenmesini söylüyorum;, ama sert sözlerle konaktan çıkıp gitmeğe zorlamak... Tanrı göstermesin, ben bundan sakınırım!... Telemakhos böyle dedi, Pallas Athena ise hepsinin aklını çelerek onları kahkahalarla gülmekten katılttı ve niçin böyle avurt dolusu güldüklerini bilmiyorlardı ve bir yandan çiğnedikleri etlerden kanlar akıyordu; öbür yandan ise gözleri yaşarıp ağlamaklı ve hıçkırıklı oluyorlardı. Bunun üzerine tanrı yüzlü Theoklymenos onlara dedi ki: — Hay yaman kişiler! Başınıza ne belâlar gelecek! Gece sizi kaplamakta: Başlarınız da, yürekleriniz de, dizlere kadar bütün vücutlarınız da karanlık içinde kalmakta. Bir yandan da ağlıyorsunuz, yanaklarınız yaş olup eriyor! Şu direkler, şu duvarlar kanlara bulanmış! Avlu, dışkapı gölgelerle dolmuş! Bu tayflar Erebos'un karanlıklarına yollanıyor! Gökte güneş sönüyor, her şeyi ölüm sisi kaplıyor! Böyle dedi ve sözlerini keyifli gülüşlerle karşıladılar. Söze Polybos oğlu Eurymakhos başlayıp dedi ki: — Şu yeni gelen konuk aklını kaçırmış! Haydin, delikanlılar şuna yolu gösterin de dernek meydanını boylasın, madem ki burayı karanlıkta görüyor!... 368/431 Buna karşı tanrı yüzlü Theoklymenos dedi ki: — Eurymakhos, senden kılavuz istiyen yok! Benim iki gözüm, iki kulağım, iki ayağım vardır; kafam da sağlamdır, asla bozuk değildir. Bunların yardımı ile buradan çıkıp gidiyorum, çünkü başlarınız üzerinde dolaşan belâyı görüyorum: Hiç biriniz bundan kurtulamıyacak, ey tanrısal Odysseus'un konağında insanları aşağılatan ve kötülükler işliyen fodul yavuklular! Böyle deyip yüksek yapılı daireden çıktı, Peiraios'un yanına gitti, o da onu güler yüzle karşıladı. Yavuklular ise bu ara birbirleriyle bakışarak Telemakhos'a takılıyorlar, konuklarıyla alay ediyorlardı. Bu aşırı şımarık gençlerden biri şöyle diyordu: — Telemakhos, konuktan yana kimse senden daha talihsiz olamaz! Şurada kalan serseriye bak! Sıkılmaz bir dilenci: Ekmek ister, şarap ister, ama çalışmak yok; hiç bir iş elinden gelmez; yer yüzünde faydasız bir yük!... Şu kâhinliğe kalkan öbürü de bir başka türlü!... Dinle beni, en iyisi benim diyeceğim gibi karar vermektir: Bu yabancıların ikisini de bir kara teknenin içine atıp Sikel'lerin ülkesine yollıyalım: îyi bir paha ile satılırlar! Böyle dedi, Telemakhos ise lâflarına aldırış etmedi. Susup babasına bakıyordu; ne zaman sıkılmaz yavukluların yakasına yapışacağını bekler gibi duruyordu. Bu ara İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia, merdiven sahanlığına güzel bir kürsü koydurup oturmuş, hepsinin ayrı ayrı söylediklerini dinliyordu. Divanhanede şimdi hepsi keyifli keyifli gülerek ziyafeti uzatıyorlardı: Çok kurban kesmişler, pek çok yiyip içmişlerdi; fakat sonra bir tanrıça ile yürekli bir er onlara uğursuzlukta benzeri görülmemiş bir cümbüş kuracaktı! Meheldi, çünkü en önce onlar yaman işlere başlamışlardı! 369/431 370/431 ŞAN : XXI YAY SINAŞMASI Bu ara gökgözlü tanrıça Athena, İkarios kızı Bilge Hatun Penelopeia'ya yayı ve parlak demirleri baltaları yavuklulara götürmesini hatırlattı. Hatun odasından çıkıp uzun merdivenleri indi. Tombul eliyle ustaca kıvrılmış güzel tunç anahtarı tutuyordu, bunun kulpu fildişindendi. Oda kızlarıyla birlikte hazne odasının en dip bucağına gitti; burada Hanın ağır pahalı malları, altını, tuncu ve ustaca işlenmiş demiri yatardı; kemerli yay, okluk ve onu dolduran oklar da buradaydı: Bunlardan nice inleyişler ve hıçkırıklar çıkacaktı! Lakedaimonda yolculuk ederken, bir gün Odysseus bunları armağan olarak Eurytos oğullarından, tanrılara benzer İphitos'tan almıştı. İkisi, Messenie'de, aydın görüşlü Orsilatos'un yanında birbirine rasgelmişlerdi: Odysseus bu budunun kendi kavmine olan bir borcunu istemeğe gelmişti: Messenieliler, İthaka'dan çobanlarıyla birlikte, üç yüz koyun kaldırıp çok kürekli gemileriyle götürmüşlerdi. Odysseus, pek genç olduğu halde elçi olarak bu uzak seferi yapmıştı; onu babası ve öbür ileri gelenler seçip yollamışlardı, Iphitos ise kaybolmuş on iki kısrağını arıyordu: Altlarında çalışacak çağa gelmiş katır tayları vardı; bunlar helakine sebep olmuştu, yazık, büyük işler başarıcısı Zeus oğlu Herakles'in yanına gittiği gün! Öz evinde, tanrılardan korkmadan, konukluk hakkı gözetmeden, bu konuğunu tam Ağırlarken, akılsız Herakles tepeleyip sert duynaklı kısrakları almıştı. İphitos, Messenie'de Odysseus'a rastgeldiği zaman, bu kısrakları istemeğe gelmişti: Büyük Eurytos'un vaktiyle kullanmış ve o, ölünce yüksek tavanlı evinde oğluna bırakmış olduğu yayı Odysseus'a hediye etmişti ve ondan karşılık olarak, ucu hançerli pek sağlam bir mızrak almıştı. O gün ikisi, en büyük konuk dostluğu ile, birbirine bağlanmışlardı. Aralarında sofra töreni olmamıştı, çünkü buna vakit bulmadan, Zeus oğlu Herakles tanrı benzeri Eurytos oğlu İphitos'u öldürmüştü. Bunun için Odysseus hiçbir zaman kara tekneler üzerinde sefere çıkarken İphitos'un armağanı olan yayı yanma almazdı; hep konağında saklar, yalnız kendi adasında taşırdı. Tanrısal kadın hazine odasına gidiyordu; meşe ağacından, usta eliyle cilalanıp çırpıya çekilmiş eşiğe geldi; aynı usta parlak kapıları da, pervazları da düzeltmişti. Hatun hemen tokmağın kayışını çözüp anahtarı soktu, sürmeleri oynatıp itti; bir boğa çayırda otlarken nasıl böğürürse, güzel kapı dahi, anahtarın dokunmasıyla, tıpkı onun gibi bir böğürme çıkarıp acildi; ve Penelopeia yüksek bir tahtaya çıktı, orada çamaşırların, ıtırlı otlar içinde istif istif saklanmış olduğu sandıklar diziliydi. Hatun bir çiviye asılmış olan yayı ve ona dolanmış parlak okluğu indirdi. Sonra oturup dizlerine aldı, hıçkırıklarla ağlıyor ve Hanın yayını kılıfından çıkarıyordu: Bütün gönlü ile doya doya ağladıktan sonra divanhaneye gidip çelebi yavukluların yanına çıktı; kemerli yayı ve okluğu elinde tutuyordu. Arkasından gelen kadınlar Hanın atıcılık oyununa mahsus demirlerin ve tuncun kutusunu taşıyorlardı. Tanrısal Hatun yavuklulara göründü: Sağlam yapılı merdiven sofasının pervazları arasında durup parlak tüllerini yüzüne kavuşturdu. Hemen söze başlayıp yavuklulara dedi ki: — Beni dinleyin, çelebi yavuklular! Her gün bu konağa üşüp çoktan beri gurbette kalan bir adamın azıklarını yiyip telef edersiniz! Bulup bulacağınız bahane de benimle evlenmek isteğidir. Haydin, öyle ise, yavuklular! İşte sizi bir sınaşmaya çağırıyorum: Size tanrısal Odysseus'un büyük yayını getirdim: içinizden her kim en büyük kolaylıkla bu yayı kurup oku on iki baltanın delikleri arasından 372/431 geçirirse, onun arkasından gidip bu evden uzaklaşacağım: Gençliğim mallarla dopdolu olan bu güzel konakta geçti, burayı hiç unutmıyacağım, düşümde olsun anacağım, sanırım. Böyle dedi ve domuz çobanı Eumaios çelebiye yayı ve cilâlı demirleri yavuklulara götürsün diye buyurdu. Eumaios da gözleri yaşararak geldi, onları alıp götürdü. Başka bir yanda olan sığır çobanı da Hanın yayını görünce ağladı. Bunun üzerine Antinoos onlara çıkışarak dedi ki: — Hay günü gününe düşünen akılsız yaban adamları! Miskin kişiler, niçin böyle ağlayıp şu kadının yüreğini göğsünde depretirsiniz? Kocası elinden gitmekle çektiği kaygılar yetmez mi? Sofrada kalacaksanız sesinizi çıkarmayın, ağlıyacaksanız, yayı koyup dışarı çıkın! Bu sınaşmayı yavuklulara bırakın! Şu cilâlı yayın kolay kolay kurulabileceğini sanmam! Burada hazır bulunanlar arasında Odysseus'un dengi sayılacak bir kimse yoktur. Onu ben gözlerimle görmüştüm ve daima hatırlayacağım: O zaman küçük bir çocuk idiysem de... Böyle dedi, ama göğsündeki yüreği kirişi germeğe ve demirlerin arasından oku geçirmeğe can atıyordu; kusursuz Odysseus'un elinden çıkacak ilk oku da o yiyecekti, çünkü konağında oturup en önce onu hor tutan, öbürlerine de aşağılatan kendisiydi! O zaman Kutsal Telemakhos Han onlara dedi ki: — Vay, vay! Kronosoğlu Zeus aklıma delilikler getiriyor! Sevgili anam, o akıllı kadın, başka birinin arkasından gidip bu evi terkedeceğini söylüyor da ben düşüncesiz gönlümle keyifli keyifli gülüyorum! Fakat, haydin, yavuklular! Yarışı da bilirsiniz, ödülü de. Anam gibi kadın bütün Akhai topraklarında, mübarek Pylos'ta, Argos'ta, Mykenai'de var mıdır? Fakat bunu kendiniz de bilirsiniz, anamı övmeğe ne hacet! Haydin, sınama geri kalmasın! Şu yay nasıl 373/431 kurulurmuş, gösterin de anlıyalım? Ben de bu yayı sınamak istiyorum, ve eğer kirişi gerebilir, oku demirlerin arasından geçirebilirsem, sayın anam, beni hıçkırıklar arasında bu konakta bırakıp başkasının arkasından gitmez artık; çünkü ben o zaman en güzel yarışlarda babamın dengi olurum! Böyle dedi ve ayağa kalkıp erguvan rengi kaftanını attı, omuzundan sivri kılıcını sıyırdı ve yere çırpı ile bir çizgi çekip oraya baltaları bastıra bastıra bir sıra üzerine dizdi. Bütün Akhailar baltaları dizmedeki ustalığına şaştılar, çünkü ondan önce gözleri böyle bir oyun görmüş değildi! Sonra eşiğin üstüne çıkıp ayakta yayı sınadı. Üç kere, kurmak için kirişi gerdi, üçünde de ümidi boşa giderek gücü yetmedi; dördüncü kere sınarken, belki de bu sefer başaracaktı ama, Odysseus'un bir işaretiyle yayı koyverdi. O zaman Kutsal Telemakhos Han dedi ki: — Vay, vay! Bütün ömrümce güçsüz kuvvetsiz mi kalacağım, yoksa daha pek genç olduğum için mi kolumun kuvveti yok? Ama haydin, güçte kuvvette benden üstün olanlar, bu yayı bir de siz sınayın, yarışa devam edilsin! Böyle dedi ve yayı, cilâlı kapının tahtasına dayanmak üzere, yere koydu; sivri okun bir ucunu da güzel tokmağa iliştirdi; sonra, kalkmış olduğu koltuğa dönerek oturdu. O zaman Antinoos Eupeitesoğlu cümleye dönerek şöyle dedi: — Kalkın, arkadaşlar! Sağdan başlayıp arka arkaya gelin: Sakinin sağraklara şarap doldurduğu sıra ile! Antinoos böyle dedi, onlar da söylediğini beğendiler. İlk olarak Oinopsoğlu Leiodes kalktı; bu, onların kurbancısıydı ve daima güzel şarap destisinin yanında otururdu; yaramazlıklardan yalnız o hoşlanmazdı ve bütün yavuklulara kızardı, ilk olarak yayı ve 374/431 tez giden oku eline aldı ve eşiğin üstünden, ayakta, sınadı; fakat yayı kuramadı. Kirişi çeke çeke yumuşak, alışmamış elleri boşuna, incindi. Bunun üzerine yavuklulara dedi ki: — A dostlar! Bu yayı kuracak ben değilim; başkası alıp bir denesin! Ama bu yay nice yiğit erleri yüreklerinden canlarından edecek! Çünkü bunca zamanlar bu konağa boşuna devam edegeldikten sonra, bizlere sağ kalmaktansa ölmek yeğdir. İçimizden Odysseus'un eşi Penelopeia'yı karı olarak almak ümidini besliyenler varsa bu yayı onlar sınasın. Ellerine bir kere alsınlar da görelim! O zaman anlıyacaklar ki, güzel tüllü başka Akhai kadınları arasında kendilerine eş aramak ve armağanlarını ona götürmek gerekli olur! Penelopeia da tanrı kimi kısmet etmişse onun hediyelerine razı olup ona varsın. Öyle dedi ve yayı kapının cilalı tahtasına dayayıp yere koydu, tez giden oku güzel tokmağa iliştirdi, kalkmış olduğu koltuğa dönüp oturdu. O zaman Antinoos ona çıkışarak dedi ki: — Leiodes böyle, dişlerinin arasından kaçan söz ne? Bu pek güçlü, yaman bir sözdür; demek ki bu yay nice yiğit erleri yüreklerinden ve canlarından edecek, sen onu kuramıyorsun diye? Belli ki sayın anan seni yaylar kurmak, oklar atmak için doğurmamış! Lakin bir de bizim çelebi yavukluları gör, çarçabuk nasıl kurarlar! Böyle dedi ve hemen keçilerin başçobanı Melanthiosa dedi ki: — Çabucak divanhanede ateş yak, Melanthios! Yanına büyük bir seki koy, üstünü postlarla ört. Sonra içeriden büyük bir içyağı somunu getir de delikanlılar yayı ısıtıp ısıtıp yağlasınlar, öyle sınasınlar; yarışa devam edilsin. 375/431 Böyle dedi, Melanthios da hemen sönmez ateşi tazeledi, sekiyi getirip ocağın yanına koydu ve üstünü postekilerle örttükten sonraiçeriden içyağı somununu aramağa gitti. Ondan sonra gençler yayı ısıtıp yağlayıp sınadılar, fakat hiçbir türlü kuramadılar, güçleri buna yetmekten çok uzaktı. En sonra Antinoos ile tanrı yüzlü Eurymakhos, yavukluların bu iki başı kalmıştı, bunlar yüreklilikte hepsinden üstün idiler. O ara domuz çobanı ile sığırtmaç birbiriyle danışıp Odysseus'un divanhanesinden dışarıya çıktılar; arkalarından tanrısal Odysseus da kalkıp dışarı çıktı. Avluda, kapıya yaklaşırlarken Odysseus yavaşça çağırıp yumuşak sözlerle onlara dedi ki: — Sığırtmaç, ve sen, domuz çobanı! Size bir sözüm var: söyliyeyim mi, yoksa içimde saklayayım mı? Gönlüm söylememi öğütlüyor. Soruyorum size: Odysseus, apansız buraya geliverse, bir tanrı kılavuzluk edip yetiştiriverse, yardımına koşar mısınız? Kime yardım edersiniz, ona mı yavuklulara mı? Cevap verin ve ancak yüreğinizden, canınızdan kopanı söyleyin. Bunun üzerine sığırların baş çobanı dedi ki: — Hay, Zeus ata kısmet edeydi de dilediğim gibi o kahraman döneydi! Bir tanrı onu bize göndereydi! O zaman anlardın: kollarımın gücü kime yardım edecekti! Eumaios da, onun gibi, çok çekmiş Odysseus'un yurduna dönmesi için bütün tanrılara dua etti İkisinin de yürekten ne düşündüğünü anladıktan sonra, Odysseus söze başlayıp dedi ki: — İşte o buradadır: Odysseus benim! Çok çektikten sonra, yirminci yılda, atalar toprağına döndüm. Bütün kulluğumda 376/431 bulunanlardan yalnız ikisinin evime dönmemi dilediğini gördüm! Ötekilerden hiç birinin dönüşüm için dua ettiğini işitmedim! Bunun için ne yapmak istediğimi dosdoğru size söyleyeceğim: eğer bir gün Tanrı şu yavuklu çelebileri alt etmemi kısmet ederse, her ikinizi evlendireceğim, size mal vereceğim ve kendi evime yakın ev de yaptıracağım: siz Telemakhos'un iki yoldaşı, iki kardeşi olacaksınız. Ama şimdi size bir de aşikr nişan göstereceğim, beni iyice tanıyıp yüreğinizli inanasınız diye. Böyle dedi ve çaputlarını kaldırıp büyük yara izini gösterdi; onlar da görünce hatıralarına getirip tanıdılar: ağlaşarak kollarını aydın düşünüşlü Odysseus'un boynuna doladılar, sevgi ile alnından ve omuzlarından öpmeye başladılar; Han da karşılık olarak onları alınlarından ve ellerinden öptü; ve ağlaşmaları güneş batıncaya kadar sürerdi, eğer Odysseus sözleriyle kestirmeseydi; onlara şöyle dedi: — Ağlamayı hıçkırmayı kesin! Çünkü divanhaneden bir adamları çıkıp görebilir, dönüp onlara söyler. Haydin, yine içeri girin, birlikte değil, birer birer; en önce ben gireceğim, arkadan siz gelirsiniz, işarete göz kulak olun: Çelebi yavuklular, kaç kişi varsa hepsi, yayın ve okluğun bana verilmesine razı olmayacaklar; işte o zaman sen, Eumaios çelebi, divanhane arasından gider, ellerinle yayı getirirsin, benim ellerime verirsin; kadınlara da dersin ki, divanhanenin sağlam kapılarını kapasınlar. Avludakilerden biri ses, hıçkırık, vuruş tokuş duyarsa aldırış etmesin, işine baksın dursun!.. Sana da Philoitios çelebi, avlunun dışkapısını ısmarlıyorum, orayı sen kilitle: çarçabuk çubuğu mandalı tak, sürmeleri sür! Böyle deyip yüksek yapılı divanhaneye girdi, kalkmış olduğu sekiye dönüp oturdu. Az sonra tanrısal Odysseus'un iki kullukçusu da içeri girdiler. 377/431 Şimdi Eurymakhos yayı ellerine almıştı: o yana bu yana çeviriyor, ateşin alevine gösterip ısıtıyordu, fakat kuramıyor ve sıkıntıdan ulu yüreği çatlıyordu, inilti ile söz söylemeye başlayıp dedi ki: — Vay, benim başıma ve başkalarının başına gelenler! Düğünden ötürü şüphesiz içim yanıyor; ama kaygılarım yalnız bu yüzden değildir; çünkü gerek her yanı su ile çevrilmiş İthaka'da gerek başka şehirlerde bizimle evlenebilecek bir çok Akhai kadınları vardır; ama güçte kuvvette tanrısal Odysseus'un bu derece altında olmak!., ve hiç birimiz onun yayını kuramadık!.. İşte gücüme giden bu! Bu yüzden, gelecekte de bizi utanç bekler! Buna karşı Antinoos Eupeithesoğlu dedi ki: — Hayır, Eurymakhos, iş senin dediğin gibi olmasa gerek; kendin de biliyorsun ya: bugün bütün ülke hangi tanrı adına bayram yapıyor!.. Böyle bir günde yay kurup ok atmak kimin haddine?.. Yayı olduğu yerde bırakalım, baltalar da böyle dikili kalsın; biri Laertesoğlu Odysseus'un divanhanesine girip onları yerlerinden oynatmaz, sanırım!.. Haydin, şimdi, saki sağrakları doldursun, biz de tanrıya saçı kılıp kemerli yayı yere koyalım! Yarın içinse, keçilerin çobanbaşısı Melanthios'a söyleyin, sürülerinin en iyi keçilerini getirsin, butlarını ünlü okçu Apollon için yakalım, ondan sonra yayı yine sınayıp yarışı sonuna eriştirelim. 378/431 Antinoos böyle dedi ve cümlesi sözlerini beğendiler; gençler sebuları ağızlarına kadar içki ile doldurdular ve hemen herkese sağrak sağrak üleştirmeye başladılar. Onlar da saçı kıldılar ve canları istediği kadar içtiler. O ara, bir hile düşünmekte olan çok ölçülü Odysseus dedi ki: — Dinleyin beni, şanlı Hatunun çelebi yavukluları! Tâ ki size göğsümde yüreğimin öğütlediğini söyleyeyim. En önce Eurymakhos'a ve tanrı yüzlü Antinoos Hana yalvarırım, çünkü o gereği gibi söz söylemiştir: gerçek bugün yayı bir yana koyup işi tanrıya bırakmak hayırlıdır; yarın tanrı dilediğine gücü kuvveti ihsan eder. Ama haydin, şu güzel cilâlı yayı bir de bana verin; ellerimin kuvvetini ben de sınamak isterim: eskiden esnek kollarımdaki kuvvetten şimdi ne kalmış, onu bir anlayayım! Yoksa gurbet mihnetleri, yoksulluk, bakımsızlık yüzünden bende güçten kuvvetten bir şey kalmamış mıdır? Böyle dedi ve cümlesi ona aşırı derecede öfkelendiler: yayı kurup oku geçirir diye korkuyorlardı. Bunun üzerine Antinoos çıkışarak ona şöyle dedi: — Hay yabancıların en miskini! Senin hiç mi aklın kalmamış? Sana yetişmez mi: rahat rahat oturup bizimle bir arada övününü alıyorsun, hiç bir yiyecekten mahrum bırakılmıyorsun, sohbetlerimizi de dinliyorsun? Hiç bir zaman bir yabancı, bir dilenci yanımızda oturup ne konuştuğumuzu dinlemiş değildir. Bal gibi şarap aklını başından almış demektir; şarap, her ölçüsünü kaçırarak içeni böyle çarpar! Lâpitler katında, ulu gönüllü Peirithoos'un konağında, ünlü Kentauros Eurytion'un da aklını başından şarap almıştı: sarhoş olduktan sonra Peirithoos'un konağını yaman işler içinde bıraktı. Aşırı öfkeye tutulan erler, üstüne atıldılar; sürükleyerek dışkapıdan sokağa attılar; esirgemesi yok tunç hançerle burnunu, kulaklarını biçtiler, kestiler! Büsbütün çılgın bir halde, düşüncesiz yüreği öç almak arzusu ile tutuşmuş, oradan ayrılmıştı. Bu yüzden insanlarla Kentauros'lar arasında kavga çıktı ve ilk düşen kurban o sarhoş oldu! Şimdi ben de sana haber veriyorum: eğer şu yayı kuracak olursan başına ondan daha büyük belâ gelecek! Artık bizim ülkede kendine yardımcı bulmaktan da ümidini kes! Seni bir kara teknenin içine atıp öyle bir yere göndeririz ki oradan kurtulamazsın! Oturduğun yerde rahat otur, şarabını iç ve kendinden daha genç kişilerle boy ölçüşmeye kalkma! Bunun üzerine bilge Hatun Penelopeia ona seslenerek dedi ki: — Antinoos, sanırım ki, kimler olursa olsun, Telemakhos'un konuklarını kendi konağında hor tutmak doğru değildir; yakışık da almaz. Bir de, şu yabancı, kollarının kuvvetine güvenip Odysseus'un ulu yayını kurarsa, beni karısı olarak evine götürür mü sanırsın?.. Kendi de yüreğinde öyle bir ümit beslemiş değildir, elbet. Burada yiyip içenler hiç merak etmesinler, keyiflerine baksınlar; çünkü böyle bir düşünce akla yakın değildir. Ona karşı Eurymakhos Polybosoğlu söze başlayıp dedi ki: — İkarios kızı, bilge Hatun Penelopeia! Bu adamın seni alıp götürmesi, aklımızdan geçmemiştir; bu asla yakışık almaz; fakat erkeklerin ve kadınların dilinden korkarız; Akhaiların en aşağısı bile şöyle demez mi: «Şunlar ne miskin, ne güçsüz kuvvetsiz kişilermiş! Kusursuz bir kahramanın karısına istekli çıkarlar da cilâlı yayını kurmak bile ellerinden gelmez; halbuki kasabadan geçen bir yabancı, bir dilenci kirişi çekip oku geçirivermiş!» İşte böyle derlerse, yüzümüz kara olur. Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Eurymakhos, adlı sanlı olup dillerde dolaşamaz o kişiler ki, bir kahramanın şerefine dokunurlar ve evini basıp malını telef ederler! Niçin, asıl bununla, yüzünüzü kara edersiniz? Şu konuğa bakın; boylu boslu, iyi yapılı bir adamdır; iyi bir babanın soyundan olmakla da 380/431 kıvanıyor. Haydin, verin ona cilâlı yayı: bakalım kurabilecek mi? Ben size söylüyorum ve dediğim gibi olacak: eğer onu kurabilirse ve eğer Apollon bu şanı ona verirse, ben de onu yeni urbalarla giydireceğim: ona entari ve kaftan da vereceğim; ve kendini köpeklerden ve insanlardan korusun diye, üste, ucu sivri kargı ve iki ağzı keskin kılıç da katacağım, ve ayaklarının altına çarıklar çektirdikten sonra gönlü nereye isterse oraya yollayacağım. Ona karşı akıllı Telemakhos söze başlayıp şöyle dedi: — Anam, bu yay üzerine Akhailardan kimsenin benden üstün hakkı yoktur: onu istediğime verir veya istediğimden alırım! Bu yayı konuğuma alıp götürmek üzere vermek istesem bile beni kimse alıkoyamaz. Fakat sen katına git; işlerine, bez tezgâhına, iplik büken çıkrığına emek ver, kadınlarına da buyur, işlerine baksınlar; yay işi ise erkeklere ve başlıca bu evde hükmü geçen bana düşer! Penelopeia şaşırıp geri katına çıktı: oğlunun akıllı sözleri yüreğinde yer etmişti. Üst kata odacı kızlarıyla birlikte çıktıktan sonra kocası Odysseus için ağladı, gökgözlü tanrıça Athena gözkapaklarına tatlı uyku ekinceye değin. Bu ara çelebi domuz çobanı kemerli yayı alıp götürüyordu; bütün yavuklular ise divanhanenin içinde bağrışıyorlardı. Aşırı şımarık gençlerden biri de şöyle deyip duruyordu : — Miskin domuz çobanı, kemerli yayı kime götürüyorsun, a budala? Yakında, beslediğin ayaklarına çabuk köpekler, insanlardan uzak, seni domuzlarının ortasında parçalayıp yiyecekler, Apollon ve öbür ölümsüz tanrılar yargılarsa. Böyle diyordu ve domuz çobanı, divanhane içinde kopan bu gürültüden ürkerek yayı götürüp yerine koydu. 381/431 Telemakhos ise öbür yandan yıldırırcasma ona haykırdı: — Ata, yürü! Götür ona yayı! Kalabalığı dinleme! Yoksa seni, arkandan taşlar atarak, kırlardaki kulübene yollarım: senden yaşça daha gencim, ama daha güçsüz değilim: hay, kolumun gücü divanhanedeki bütün yavukluları alt edebilseydi! Onları konağımdan sürer kovardım, tasarladıkları yaman işlere son verirdim! Böyle dedi ve bütün yavuklular keyifli keyifli güldüler; onlar Telemakhos'a artık o kadar kızmıyorlardı. Domuz çobanı yine yayı aldı divanhanenin ortasından giderek aydın düşünüşlü Odysseus'a götürdü, eline teslim etti; sonra Eurykleia dadıyı dışarıya çağırarak dedi ki: — Telemakhos sana buyuruyor, bilge Eurykleia, divanhanenin sağlam yapılı kapılarını kapayasın ve sizinkilerden biri içerde inilti, ses, patırtı duyarsa aldırış etmesin, işine baka dursun. Böyle dedi ve Eurykleia tek söz söylemeksizin, gidip divanhanenin kapılarını kapadı. Philoitios dahi sesini çıkarmaksızın dışarıya fırlayıp avlunun dış kapılarını kapadı. Dehlizde bir halat buldu bu, iki küpeşteli bir geminin, eskiden, palamarıydı onunla da çubukları bağlayıp divanhaneye döndü, kalkmış olduğu sekiye geçip oturdu: gözleriyle de Odysseus'a bakıyordu. Odysseus elinde tuttuğu yayı evirip çevirerek bakıyordu: sahibi yokken böceklerin boynuzu kemirmiş olmasından korkuyordu. Onu gören yavuklular birbirlerine şöyle diyorlardı; — Herhalde yaydan anlayan biri!.. Evinde de böyle pusatları olsa gerek! Veya sanki birini edinmek istiyor... durmadan öyle evirip çeviriyor! Bu şımarık delikanlılardan bir başkası şöyle diyordu: 382/431 — Hay onmayasıca! Şu yayı kurmaz olasın! Yavuklular böyle söylenmekte iken, çok ölçülü Odysseus büyük yayın her yanını yoklamış, sağlam olduğunu anlamıştı; o zaman kopuzu iyi kullanmasını bilen bir çalgıcı koyun barsağından bükülmüş teli iki yandan sazına nasıl kolaylıkla bağlarsa, Odysseus da emeksizce büyük yayı kurdu, sonra sağ eliyle kirişi tutup çekti, kiriş de bir kırlangıç gibi güzel güzel öttü. Yavukluların gönlünü büyük bir kaygı aldı; hepsinin beti benzi değişti. Zeus da o anda bir alâmet olmak üzere büyük bir gürleyişle gürledi ve çok çekmiş tanrısal Odysseus'un içi şadoldu: bunda düzenleri dolambaçlı Kronosoğlu'nun bir alâmeti olduğu içine doğdu. Bunun üzerine masasının üstünde çıplak duran tez giden oku aldı; öbürleri okluğun içinde yatıyordu: bunları da az sonra birer birer Akhailar üzerine sınayacaktı! Oku koluna alıp yaya taktı, kirişle yeleği çekip oturduğu yerden nişan aldı; atılan ağır tunç ok, hiç şaşmadan delikten deliğe, bütün baltaların halkaları arasından geçti! Kahraman, Telemakhos'a seslenerek şöyle dedi: — Telemakhos! Bak, kondurduğun garip seni utandırmadı: oku amaca dosdoğru ulaştırıverdim; yayı kurarken de kolum yorulmadı. Gücüm kuvvetim eskisi gibi yerinde imiş! Yavuklular artık beni hor tutamaz! Fakat zamanı gelmiştir: gece basmadan, Akhailara bir ziyafet hazırlansın: kopuz ile ve türkü ile, ziyafetlerin bu bezekleriyle, keyifleri yerine gelsin. Böyle dedi ve kaşlarıyla işaret etti ve tanrısal Odysseus'un sevgili oğlu sivri kılıcını omuzuna astı, pırıl pırıl ucu koltuğa dayanmış olan uzun mızrağı eline aldı. 383/431 ŞAN : XXII YAVUKLULARIN TEPELENMESİ O ara çok hünerli Odysseus çaputlarından soyunup geniş eşik üzerine sıçradı. Elinde yayı ve tez giden oklarla dolu okluğu tutuyordu. Ayaklarının önüne okluğu boşalttıktan sonra yavuklulara dedi ki: — Oyunun ziyansız tarafı böylece tamam oldu; şimdi kimsenin değmediği başka bir hedefe nişan alıp atacağım; tanrı Apollon bunu da rastgetire! Böyle dedi ve Antinoos'a nişan alıp acı ölüm okunu yolladı: o anda Antinoos altın sağrağını, iki eliyle kulplarından tutup kaldırmak üzere idi, şarap içmek istiyordu, ölüm hatırından geçmiyordu. Gerçek, kim aklına getirirdi ki, tek başına bir kişi, ne derece güçlü kuvvetli olursa olsun, cümbüş ortasında ve öyle bir kalabalık içinde bir eri kara Ecele Kere'ye kavuşturmaya cesaret ede! Odysseus onu oku ile boğazından vurmuştu. Demren nazik boğazı sançmış, enseden çıkmıştı. Canına kıyılan adam bir yana devrildi, sağrak elinden düştü; birdenbire burnundan koyu insan kanı sel gibi boşandı; tepinen ayakları masayı devirdi; kebap etler, ekmek ve bütün yiyecekler yerde tozlara bulaştı. Yavuklular arasında, bir erin düştüğü görülünce, vaveyla koptu: koltuklarından fırladılar, divanhanenin içinde koşuşup gözlerini sağlam yapılı duvarlar üzerinde gezdiriyorlar, boşuna kalkanlar, mızraklar arıyorlardı. Bir yandan da Odysseus'a kızgın sözlerle çıkışıyorlardı: — Hain yabancı, erlerin üstüne ok atıyorsun ha!.. Bu son sınaman olacak, çünkü işte kara Ecelin gelmiş! Vurduğun adam İthaka gençlerinin büyük başı idi! Senin de leşini burada akbabalar yiyecek. Akılsızlar böyle söylüyorlar, Odysseus'un elinden bir kaza çıktığını sanıyorlardı; ve her birine ölüm tuzağının kurulmuş olduğunu anlamıyorlardı! Çok ölçülü Odysseus onlara dik dik bakarak çıkıştı: — Köpekler, Troialılar ilinden bir daha bu konağa dönmeyeceğimi mi sanıyordunuz? Evimi talan ederdiniz! Zorbalık edip karavaşlarımla yatardınız! Ve ben sağ iken karımla evlenmek isterdiniz... Geniş göklerin sahipleri tanrılardan korkmanız, insanların kı- namasından sıkılmanız yoktu!.. İşte şimdi ölüm ve Ecel tuzağına tutulmuş bulunuyorsunuz! Böyle dedi ve cümlesi korkudan sararıp göverdi; ve yalnız Eurymakhos ona cevap verdi: — Eğer, gerçekten, İthaka Hanı Odysseus sen olup gelmişsen, Akhailara çok haklı olarak söyledin ki, konağında ve kırlarında, pek çok kötü işler işlemişlerdir... Ama bütün bunlara sebep olan işte yerde yatıyor! İşleri bu yaman sonuca getiren Antinoos'tur, hem de düğüne pek hevesli olduğundan değil; onun başka niyetleri vardı, ama Kronosoğlu dilediklerini rastgetirmedi: hainlikle oğlunu öldürüp senin güzel yapılı İthaka şehrine ve bütün ülkene Han olmak istiyordu!.. Fakat işte o kendisine yakışan ölümle cezasını buldu; sen şimdi merhamet edip budunundan olan bizleri esirge! Biz de halk önünde karar altına alırız: konağında neler yenmiş neler içilmiş ise, ödemek için, ülke içinde bulacağımız tuncu, altını getirir veririz; ve adam başına diyet olarak sana yirmişer öküz getiririz; gönlünü hoş etmek için her ne gerekse yapılacaktır; bunda kusur olursa öfkelenmede haklısın. Çok ölçülü Odysseus ona dik dik bakarak dedi ki: — Eurymakhos, babalarınızın bütün mallarını ve kendi mallarınızı getirseniz, üstlerine başkalarını da katsanız, kollarım sizi 385/431 tepelemekten geri kalmayacak, işlediğiniz kötü işlerden gönlümce öcalmadıkça! Önünüzde ikisinden biri duruyor: ya benimle savaşırsınız, veya kaçıp Ecelden, ölümden yakanızı kurtarırsınız; ama inanın bana, tepenize inen ölümden hiç biriniz için kurtuluş yoktur. Böyle dedi ve cümlesinin dizleri çözüldü, yürekleri gevşedi. Eurymakhos söze başlayıp dedi ki: — A dostlar! Bu adamın yorulmaz kollarını tutacak yoktur: cilâlı yay elinde, okluk elinde; pırıl pırıl eşiğin üstünden oklarını çekip çekip atacak, hepimizi öldürüp bitirinceye değin!. Öyle ise savaşmaya girişelim: Kılıçlarınızı çekin, tez giden oklara karşı masaları kalkan tutun; hep birden üstüne atılalım, onu eşikten ve kapıdan ayıralım, kendimiz kasabaya koşup vaveylayı koparalım! Bu adamın da son ok atışı bu olsun! Böyle söyleyerek, iki ağzı keskin sivri kılıcını sıyırdı ve eşiğe doğru atıldı; fakat tanrısal Odysseus hemen davranarak üstüne yayı çekti: tez giden ok memenin altından göğsü delip yürüdü, karaciğere saplandı. Eurymakhos'un elinden kılıcı yere düştü, öne abanan vücudu iki kat olup bir masa üzerine yıkıldı, yiyecekleri ve iki kulplu sağrağı yere saçtı; alnı gelip toprağa çarptı; nefesi kısıldı, ayakları bir koltuğu tekmeledi ve gözlerini karanlık bürüdü. Bunun üzerine Amphinomos sivri kılıcını çekerek şanlı Odysseus'un üstüne atıldı, onu kapılardan uzaklaştırmak istiyordu. Fakat o anda Telemakhos yetişip mızrağını saldıranın iki omuzu arasından sırtına saplıyordu: tunç ucu göğsünü sançıp öteye çıkmıştı! Amphinomos paldır küldür düşerek alnı yere çarptı. Telemakhos mızrağını Amphinomos'un vücudundan çekip çıkarmadan koşarak geri dönmüştü; çünkü kendi eğilirken Akhailardan birinin yetişip kılıcı ile başından vurması korkusu vardı. Sevgili babasının yanına gelince eşiğe çıkarak ona kanatlı sözler söyledi: 386/431 — Baba, şimdi gider, sana bir kalkan, iki kargı ve tam şakaklarına uygun bir tulga getiririm, kendim de silâhlanıp domuz çobanı ve sığırtmaca pusatlar vereceğim; gereğince hazırlanmış olmak yüreğe eminlik verir. Çok ölçülü Odysseus cevap verdi: — Koşa koşa git gel; bende oklar bulundukça yalnız başıma da kalsam, beni kapılardan uzaklaştıramazlar. Böyle dedi ve Telemakhos sevgili babasının sözünü dinledi; hemen şanlı pusatların bulunduğu hazne odasına koştu, onlardan dört kalkan, sekiz kargı ve dört kalın tunç tulga alıp çarçabuk sevgili babasının yanına döndü, ilk önce tunç silâhları takındı, sonra iki kullukçu da güzel pusatlarla giyinip kuşandılar ve her üçü çok hünerli Odysseus'un yanında durdu. Kendi, bu ara, okları bulundukça, çekip çekip atıyor ve her atışta yavuklulardan birini yıkıyordu; bunlar divanhanenin içinde yan yana, üst üste düşüyorlardı. Az sonra, Han, ata ata okları tüketmişti; o zaman yayı sağlam yapılı divanhanenin sahanlığında, parlak duvarlarından birine dayayıp dikti... Sonra iki omuzunu dört katlı gönden yapılmış kalkanla örttü, korku nedir bilmeyen başına da sağlam yapılı tulgayı giydi; ve tunç kakmalı iki sağlam kargıyı eline aldı... Divanhanenin eşiği ucunda, kalın duvar içinden açılıp dehlize götüren bir yan kapı vardı; sağlam iki kanatla kapanan bu kapının yanında durmayı, Odysseus, çelebi domuz çobanına buyurmuştu; bundan başka çıkacak yer kalmıyordu. Bu ara Agelaos cümleye seslenerek dedi ki: — A dostlar! Şu yan kapıya çıkıp halka haber verecek, vaveyla koparacak kimse yok mudur? Keçilerin başçobanı Melanthios cevap verdi: 387/431 — Buna pek yol yok, tanrı büyütmüşü, Agelaos! Çünkü avluya çıkan büyük kapıya müthiş yakın, dehlizin ağzı ise çok dar! Tek bir kişi, gücü kuvveti yerinde olsa, hepimize karşı koyabilir. Ama, ben şimdi gider size silâhlar getiririm hazine odasından; çünkü onları her halde oraya —başka yere değil— Odysseus ve çelebi oğlu koymuştur! Böyle deyip, keçi çobanı Melanthios divanhanenin basamaklı duvarından Odysseus'un yüksek hazine odasına çıktı; orada on iki kalkan, on iki kargı, o kadar da at kuyruğundan kalın tuğlu tunç tulga seçip aldı ve acele getirip yavuklulara verdi; o zaman, Odysseus onların silâhlara bürünüp uzun kargılar salladıklarını görünce dizler: çözüldü, yüreği gevşedi: iş gözüne çok çetinleşmiş göründü! Hemen Telemakhos'a dönerek kanatlı sözler söyledi: — Telemakhos, ya konağın içinde kadınlardan biri bizi bu yaman savaşın içine atıyor... veyahut Melanthios. Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki: — Bunca bir kabahatli varsa o ancak benim, baba! Hazine odasının sağlam kapısını kapamayıp aralık bıraktım; gözcüleri açıkgöz davranabildi! Haydi, Eumaios çelebi, git şu kapıyı kapa, hem de bak, bu işi beceren kadınlardan biri mi, yoksa Melanthios Doliosoğlu mu? En çok ben ondan şüpheleniyorum. Aralarında böyle söyleşmekte iken, keçilerin başçobanı Melanthios yine parlak silâhlar almak için hazine odasına çıkıyordu. Bunu gören çelebi domuz çobanı, hemen, yanında duran Odysseus'a seslenerek dedi ki: — Tanrı soyu, Laertesoğlu, çok hünerli Odysseus! Şüphelendiğimiz adam, o alçak kişidir; işte yine hazine odasına dönüyor! Sen şimdi bana dosdoğru söyle: hakkından gelirsem 388/431 öldüreyim mi, yoksa sana ileteyim de konağında işlediği bunca hainliklerin cezasını kendin mi verirsin? Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus dedi ki: — Ben ve Telemakhos, bizim çelebilere, ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar, karşı koyabiliriz, ikiniz Philoitios ile sen hainin arkasından seğirtin, ellerini ayaklarını bağlayıp odaya atın, bir iple merteklerden birine, tavan hizasına kadar, çekip kapıyı üstüne kapatın; yalnız canı çıkmasın da uzun uzun işkence çeksin! Böyle dedi, ötekiler de sözünü dinlediler. Hazine odasına gelince oradaki Melanthios'tan gizlendiler: o ise en dipte silâh ayırmaktaydı. İkisi kapının iki pervazı yanında durup beklediler. Keçilerin çobanbaşısı eşiğe geldiğinde bir eliyle güzel bir tulga, bir elinde de kahraman Laertes'in gençliğinde takındığı kocaman bir kalkan taşıyordu: çoktan beri paslanmış, kayışları kemirilmiş, bir kenara atılmış bulunuyordu. O zaman iki çoban Melanthios'un üstüne çullanıp saçlarından çekerek içeri attılar; neye uğradığına şaşalamış bir halde yere serdiler, çok çekmiş Laertesoğlu Odysseus'un buyurduğu gibi ellerini, ayaklarını sımsıkı bağladılar, bir halatla da tavan hizasına kadar merteklerden birine çektiler. O zaman sen, domuz çobanı Eumaios, alay ederek dedin ki: — Şimdi, Melanthios, güzel güzel bütün gece nöbet beklersin: yatağın rahat, yumuşacık, tam sana yakıştığı gibi. «Sabah sisi içinde doğan Şafak, altın tahtı üzerinde Okeanos'un pınarlarından çıkarken gözünden kaçamayacaktır. bu vakit senin yavuklulara, ziyafetleri için, semiz keçilerini getirdiğin vakittir, kaçırmazsın! 389/431 Onu orada öyle merhametsizce gerilmiş ve bağlanmış olarak bıraktılar, ikisi silâhlarını takınıp cilâlı kapıları kapadılar ve doğruca bin bir hileli Odysseus'un yanına döndüler. Orada, divanhanenin eşiğinde, bir kahramanlık havası içinde, dördü bir araya gelmişti; lâkin içerdekiler hem çok hem yiğit idiler. O zaman Zeus kızı Athena yanlarına geldi; Mentor'un hem boyunu bosunu hem de sesini takınmıştı. Onu gören Odysseus sevindi ve söze başlayıp şöyle dedi: — Mentor, kurtar bizi şu belâdan! İkimizin yaşlarımız bir: Eski arkadaşının sana etmiş olduğu iyilikleri hatırla! Böyle demiş ve içinden bunun yardıma yetişen tanrıça Athena olacağını düşünmüştü. Yavuklular da bir yandan divanhanede haykırışıyorlardı. ilk olarak Agelaos Damastoroğlu gelene çıkışarak dedi ki: — Mentor, seni sözleriyle Odysseus, kendisini korumaya ve yavuklulara karşı savaşmaya kandırmasın! Sonra, neler yapmak istediğimizi de düşün ve emin ol ki hep si öyle olacak: baba oğul, bunları öldürdükten sonra, sen de yardımcıları olursan ceza olarak onlarla birlikte öldürüleceksin: edeceğini başınla ödeyeceksin! Tunç hançerle canınız alındıktan sonra, bütün mallarınız da, içerdekiler ve dışardakiler, alınacak, Odysseus'un mallarıyla karıştırılacaktır; ve artık oğulların kendi konağında yaşıyamıyacak, sadık hatunun ve sayın kızların da İthaka şehrinde kalamayacak. Agelaos böyle dedi, Athena ise yürekten daha çok öfkelendi ve Odysseus'a kızgın sözlerle çıkışarak dedi ki: — Odysseus, sende artık o eski güç ve o eski yürek kalmadı mı? Sen iyi soylu Helena'nın ak kolları yüzünden dokuz yıl, durmadan 390/431 dinlenmeden, Troialılar ülkesinde savaşmış, o katı boğuşmalar içinde nice erler telef etmiştin, ve Priamos'un geniş caddeli şehri senin öğütlerinle alınmıştır; şimdi ise, konağına dönmüş bulunuyorsun, mallarının içindesin, nasıl oluyor da yavuklular karşısında yürekliliğini, gücünü erkini gösteremiyorsun? Haydi, şimdi, eski arkadaş, benim bir yanımda dur ve ne işler başaracağıma bak. Alkinoos oğlu Mentor'un, düşmanlara karşı savaşıp eski gördüğü iyilikleri nasıl ödemesini bildiğini gör! Böyle dedi ve henüz zaferi iki taraf arasında kararsız bırakıyordu; Odysseus'un ve şanlı oğlunun gücünü ve yürekliliğini daha sınamak istiyordu. Bir kırlangıç suretini takınarak uçtu, divanhanenin çatı arasındaki işlenmiş merteklerinden birine gidip kondu. Agelaos Damastoroğlu henüz sağ kalıp canları için savaşan yavukluları yüreklendiriyordu: Eurynomos, Amphimedon, Demoptolemos, Peisandros, Polyktorides ve aydın düşünüşlü Polybos... yiğitlikten yana en ileri gelenleriydi; Odysseus'un yayı ve okları öbürlerinin hakkından gelmişti. Kalanlara Agelaos seslenerek şu sözleri seyledi: — Hey arkadaşlar! Artık bu kişinin yorulmak bilmeyen kolları durdurulmalıdır! Mentor boş lâflar savurduktan sonra çekildi gitti; kapının önünde yalnız onlar kaldı! Uzun kargılarımızı atalım, ama hepimiz birden değil: önce altımız atsın! Zeus tanrı isteye, bize şu Odysseus'u devirmek sevincini vere! O düştükten sonra öbürleri için gam yemeyin! Böyle dedi ve dediği gibi altısı, ilk olarak, kargılarını attılar. İyi nişan almışlardı, ama Athena bütün kargılarını saptırdı. Yavukluların kargıları değmeyince çok çekmiş tanrısal Odysseus arkadaşlarına söz söylemeye başlayıp dedi ki: 391/431 — Arkadaşlar! Sıra şimdi bize geldi: şu yavukluların topuna birden nişan alıp atalım! Herifler bunca hainliklerine üstelik bir de canımızı almaya kalkışıyorlar! Böyle dedi ve dördü birden nişan alıp sivri kargılarını attılar: Odysseus Demoptolemos'u, Telemakhos da Euryades'i, domuz çobanı ise Elatos'u, baş sığırtmaç da Peisandros'u telef etti. Kalan yavuklular divanhanenin dip bucağına çekildiler. Ötekiler ise ileriye atılıp ölülerden kargılarını çekip aldılar. Yavuklular yeniden nişan alıp sivri kargılarını attılar: Athena yine çoğunu boşa götürdü: biri sağlam kuruluşlu divanhanenin eşiğine, bir başkası, sağlam yapılı kapıya, bir başkasının ağır bakır demreni ise duvara saplandı. Yalnız Amphimedon Telemakhos'un elini bileğinden yaralamıştı, fakat demren ancak deriyi sıyırmıştı. Kthesippos'un attığı uzun kargı da Eumaios'un omuzunu kalkanın üstünden sıyırarak yere düştü. Yeniden binbir hileli, aydın düşünüşlü Odysseus'un iki yanında toplanıp yavukluların topuna nişan alıp kargılarını attılar: kaleler talancısı Odysseus bu sefer Eurymakhos'u, Telemakhos da Amphimedon'u, sığırtmaç Kthesippos'u, domuz çobanı ise Polybos'u vurdu. Kthesippos'u göğsünden vurduğu için kıvanç duyan öküzlerin baş çobanı ona seslenerek dedi ki: — Ey Polytherses oğlu, alaycı herif! Artık şımarık şımarık büyük sözler söylemek yok! Söz ancak tanrılara kaldı: Güçte kuvvette üstün olan onlardır. Bundan önce tanrısal Odysseus'a, kendi konağında, sofra sofra dilenirken, hediye ettiğin öküz paçasına karşılık, ben de sana bir armağan sundum. Burma boynuzlu sığırların baş çobanı böyle dedi. 392/431 O ara Odysseus yaklaşıp Damastoroğlunu uzun süngüsü ile sançtı; Telemakhos da Eunor oğullarından Leiokritos'u, karnından kargısı ile sançıp tunç ucu sırtından çıktı. Vurulan yüzükoyun düşüp bütün alnı yere çarptı. O ara Athena, yukardan, divanhanenin çatı arasından, can alıcı kalkanım salladı, onların da aklı başlarından gidip yürekleri oynadı; şaşkın şaşkın divanhanenin içinde kaçıştılar: tıpkı, bahar gelip günler uzarken bir sığır sürüsünü bir alaca at sineği ürkütüp darmadağın ettiği gibi. Akbabalar çengel pençeleri ve eğri gagaları ile dağlardan inip küçük kuşları nasıl ürkütürlerse, ovadan bulutlara kaçırırlar, fakat bu kaçışla kurtulmalarına meydan vermeden yine de yetişip öldürürler ve öldürmekle çiftçileri sevindirirlerse, onun gibi Odysseus ve takımı divanhane içinde her yandan saldırıyorlar ve yavuklular, iniltiler içinde, kafaları ezilerek kana bulanmış döşemeye yuvarlanıyorlardı! Bu ara Leiodes, Odysseus'un önünde kapanarak dizlerine sarıldı; ona yalvararak kanatlı sözler söyledi: — Dizlerine kapanarak yalvarıyorum sana, Odysseus! Merhamet!., esirge beni! İnan olsun, konağında kadınlara yakışıksız bir söz söylemiş değilim, kötü bir iş de işlemedim; başkalarının kötülüklerini gördükçe de onları vazgeçirmeye çalışırdım; ama beni dinlemiyorlar, yaman işlerden el çekmiyorlardı; ve işledikleri ile bu alçaltıcı cezayı hak ettiler. Fakat ben, onların kurbancısı olmaktan başka suçum yokken, onlarla beraber ölecek miyim? Çok ölçümlü Odysseus ona bakarak dedi ki: — Mademki, kendin dediğin gibi, onların kurbancısı idin, sık sık bu konakta tanrılara dua edip tatlı sıla günümün benden uzaklaştırılmasını dilemişsindir; sevgili karımı almak ve ondan çocukların olmak 393/431 hevesine de düşmüştün! Bunun için sana da acıklı ölümden kurtuluş yoktur! Böyle deyip etli güçlü eliyle, Agelaos'un ölürken elinden bıraktığı kılıcı yerden aldı, Leiodes'in boynunu vurup ortasından kopardı. Bu ara Terpes oğlu ozan Phemios da kara Ecelden yakayı kurtarmaya yol arıyordu: bu ozan daima istemeye istemeye yavukluların önünde destan okumuştu. Gür sesli kopuzunu elinde tutarak duvarın dibinde, kararsız duruyordu: Divanhaneden çıkıp dışarıya, ocaklar koruyucusu ulu Tanrı Zeus'un tapınağına gitmeli miydi? vaktiyle Laertes ile oğlunun sığır butları yakmış olduğu taşların üstüne çıkıp oturmalı mıydı? Yoksa divanhanede kalıp Odysseus'un dizlerine mi kapanmalıydı? Böyle düşünüp Laertesoğlu Odysseus'un dizlerine kapanmayı daha elverişli buldu. Bunun üzerine oyuk kopuzu gümüş çivili bir koltukla şarap destisi arasında yere koyup Odysseus'a koştu, kollarıyla dizlerine sarıldı ve yalvararak kanatlı sözler söyledi: — Dizlerine sarılarak yalvarıyorum, Odysseus! Acı ve esirge beni! Sonra gönlüne pişmanlık gelir, insanların ve tanrıların destanlarını okuyan bir ozanı öldürürsen! Ben hocasız ozan olmuşum, bütün makamları bana bir tanrı üflemiştir! Bundan böyle seni bir tanrı gibi destanlarımda anacağım Merhamet et Hanım, boynumu vurma! Sevgili oğlun Telemakhos da sana söyleyebilir ki, yavukluların ziyafetlerinde okumak için ben isteyerek, can atarak senin konağına gelmiş değilim. Fakat onlar çok ve pek güçlü kişilerdi, beni zorla getirtiyorlardı. Böyle dedi ve Kutsal Telemakhos Han işiterek babasına seslendi ve yanına giderek dedi ki: 394/431 — Dur! Tunç kılıcınla bir suçsuzu öldürmeyesin! Medon çavuşu da esirgemeliyiz ki, konakta her zaman çocukluğumdan beri bana bakmıştır, tanrı vere, onu Philoitios veya domuz çobanı öldürmüş olmaya! Veya sen divanhaneye saldırırken karşına çıkmamış ola! Böyle dedi ve onu sakınganlıkla davranan Medon işitti: Kara Ecelden korunmak için çavuş bir koltuğun altına büzülüp sokulmuş, yeni yüzülmüş bir öküz derisiyle de örtünmüştü... Hemen koltuğun altından kalktı, çarçabuk sığır derisini attı; Telemakhos'a yaklaşıp dizlerine kapandı, yalvararak kanatlı sözler söyledi: — Ey dost, ben işte buradayım! Sen tut onu! Yavuklu erlere öfkelenen babana söyle, tunç kılıçla canıma kıymasın! Öfkelidir, çünkü herifler konağında mallarını yiyorlar, sana da ahmaklar önem vermiyorlardı! Çok ölçülü Odysseus ona gülümseyerek dedi ki: — Yüreğini pek tut! işte oğlum seni tehlikeden çekip kurtardı! kendin gönülden anlayıp başkalarına da söyleyesin ki, iyilik kemlikten çok üstündür! Fakat sen ve ünlü ozan, çıkın divanhaneden, dışarıda avluda oturun: kandan uzak! Ben de konak içinde, nasıl gerekse, işleri öyle görüvereyim! Böyle dedi ve ikisi divanhaneden dışarı çıktılar, ulu tanrı Zeus'un kurban yerine gidip oturdular; ama kaygılı gözleri hep ölümü bekliyordu. Odysseus ise divanhanede, her yana göz gezdirerek bakıyordu: kara Ecelden sıyrılmak için biri bir tarafa büzülüp kalmış olmasın! Fakat gözlerinin önünde hepsi toza, kana bulanmış yatıyorlardı: tıpkı balıkçıların köpüklü denizden ağlarıyla kumsala attıkları balıklar yığını gibi ki, acı suya hasret, güneşin ışıkları altında son nefeslerini verirler.. Yavuklular bunlar gibi üst üste yığılıp yatıyorlardı! 395/431 O zaman çok tedbirli Odysseus Telemakhos'a dedi ki: — Telemakhos, git bana Eurykleia dadıyı çağır, ona gönlümde yer tutan bir söz söyleyeceğim. Böyle dedi, Telemakhos da sevgili babasının sözünü dinleyerek gitti, kapıyı açıp Eurykleia dadıya seslendi: — Haydi, hemen kalk! Eskiden kalma ihtiyar kadın, konağımızda karavaşların bekçisi! Haydi, babam çağırıyor, sana söyleyeceği var! Böyle dedi ve ihtiyar kadın, ağzından tek söz çıkmaksızın, yüksek yapılı dairenin kapısını açtı. Telemakhos'un arkasından giderek divanhaneye girdi; Odysseus'u tepelenmiş yavukluların cansız gövdeleri ortasında buldu; çamurlu murdar kana bulanmıştı; bir sığırı parçalayıp ağıldan çıkan arslan kanlı göğsü, suratı ve çeneleriyle gözleri nasıl korkunç görünürse, Odysseus'un da bacakları ve kolları aşağıdan yukarıya öyle bulaşmıştı. İhtiyar kadın ölü yığınlarını ve kan birikintilerini görünce başarılan işin büyüklüğü önünde zafer vaveylasını koparmak istedi, fakat Odysseus onu tutup haykırmasına meydan vermeden kendi sesini yükselterek kanatlı sözler söyledi: — Koca kadın, gönülden sevin, fakat kendini tut ve vaveyla koparma! Ölü düşenlere sevinip zafer sevinci göstermek yakışmaz! Bunların ölümüne tanrılardan gelen kader ve kendi suçları sebep olmuştur. Ama, haydi şimdi bana deyiver: konaktaki karavaşlardan hangileri şerefime leke sürmüş, hangileri sadık kalmıştır? Buna karşı Eurykleia dadı dedi ki: Sana, oğlum, her şeyi dosdoğru söyleyeceğim: Bu konakta elli halayık vardır, onları ben her türlü işleri görmeye, yünü ditmeye ve 396/431 karavaşlığa katlanmaya alıştırmıştım. Bunlardan yalnız on ikisi kepazelik etmişlerdir: bunlar beni ve Penelopeia'mn kendisini saymazlardı Telemakhos ise yeni büyüyüp yetişti: anası onun kadınlara hükmetmesini istemezdi. Ama haydi, ben üst kattaki pırıl pırıl daireye çıkayım da karma haber vereyim; bir tanrı onu uyutmuş bulunuyor. Buna karşı çok sakıngan Odysseus dedi ki: — Onu daha uyandırma! Sen, önce şu kötü işler gören kızları çağır, buraya gelsinler. Böyle dedi ve ihtiyar kadın divanhaneden geçerek hemen gelsinler diye kızları çağırmaya gitti. Odysseus da oğlunu, domuz çobanını ve sığırtmacı çağırarak onlara kanatlı sözler söyledi: — Şimdi hemen ölüleri taşımaya başlayın, kadınları da çalıştırın! Ondan sonra güzel koltukları, kürsüleri ve masaları su ile ve çok delikli süngerlerle silip yıkamalı. Güzel yapılı divanhanenin temizlik işlerini bitirdikten sonra karavaşları iletivermeli, keskin kılıçlarla vura vura hepsinin canını almalı! Aphrodite'yi ve gizli gizli yavuklularla birleşmeyi başka türlü unutacakları yoktur! Böyle dedi ve hemen, kepazelik etmiş kadınların cümlesi, hıçkıra hıçkıra ve gözlerinden sel gibi yaşlar dökerek içeri girdiler. En önce ölü düşenlerin gövdelerini taşıdılar, yardımlaşarak güzel duvarlı avlunun dış kapısındaki damın altına istif ettiler. Odysseus'un kendisi işi acele acele bitirmek üzere emirler veriyordu; onlar da zor altında gidip gelip ölüleri taşıyorlardı. Ondan sonra güzel koltukları, kürsüleri ve masaları su ile ve çok delikli süngerlerle silip yıkadılar. Sonra Telemakhos ile sığırtmaç ve domuz çobanı divanhanenin sert yapılı döşemesini 397/431 küreklerle kazıdılar; ve kazıntıları karavaşlar taşıyıp dışarıya çıkardılar. Divanhanenin bütün temizlik işi bittikten sonra, karavaşları tonoz dam ile sağlam avlu duvarı arasındaki dar aralığa sıkışık bir halde sürdüler: oradan hiç birinin sıvışmasına yol yoktu. O zaman akıllı Telemakhos söze başlayıp adamlarına dedi ki; — Temiz bir ölümle şu murdarların canları ahnmalali; çünkü başıma ve anamın başına utanç saçarak yavuklularm yanına giderlerdi! Böyle dedi ve bir kara başlı geminin halatını alıp tonoz damın bir direğine bağladı ve asılacakların ayakları yere değmemek üzere gerdi... Nasıl geniş kanatlı ardıç kuşları veya yuvalarına dönmek isteyen güvercinler çalılar arasında kurulmuş tuzağa tutulup uğursuz bir tüneğe düşerlerse, onun gibi bu kadınların başları bir sıra üzerine dizilmiş ve boyunları sicimlerle sıkılmış, en acıklı bir ölümle, can veriyorlardı; ve ayaklarının çırpınışları uzun sürmemişti. Ondan sonra Melanthios'u avluya çıkardılar; dehlizin önünde, en önce zalim tunç hançerle burnunu ve kulaklarını kestiler; sonra erkekliği koparılıp çiğ çiğ köpeklere atıldı; ve öfkeli bir yürekle kollarını, bacaklarını biçtiler. Ondan sonra kendileri de ellerini ayaklarını yıkayıp Odysseus'un yanına geldiler; işler tamam olmuştu. O ara Odysseus sevgili Eurykleia dadıya şöyle diyordu: — Koca kadın, hastalıkların ilâcı, günlük getir; ateş de yak, divanhaneyi tütsüleyip arındırayım. Sonra Penelopeia'ya var, buraya oda halayıklarıyla birlikte inmesini söyle; bütün öbür karavaşlara da emret, divanhaneye gelsinler. 398/431 Ona karşı Eurykleia dadı dedi ki: — Peki, oğlum, her şeyi gereğince söyledin. Ama önce gidip sana esvaplar getireyim: entari de kaftan da. Geniş omuzlarını bu çaputlarla örtüp durmak yakışık almaz. Ona karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki: — Ateş, her şeyden önce bu divanhanede, ateş lâzım bana! Böyle dedi ve Eurykleia dadı sözünü dinledi, hemen gidip ateş de yaktı, günlük de getirdi. Onun üzerine Odysseus ıtırlı tütsü ile divanhaneyi de, konağı da, avluyu da tütsüleyip arındırdı, Bu ara ihtiyar kadın çarçabuk Odysseus'un güzel dairesine çıktı, halayıklara haber verip inmelerini söyledi. Bunlar gelince Odysseus'un boynuna atılıp selâmladılar, ellerini tutup başından ve omuzlarından öptüler. O da hıçkıra hıçkıra ağlamak için tatlı bir arzu duydu, çünkü gönülden hepsini hatırlayıp tanımıştı. 399/431 ŞAN : XXIII PENELOPEIA'NIN ODYSSEUS'U TANIMASI İhtiyar kadın yukardaki kata güle sevine çıktı; hanımına kocasının evde olduğunu muştulamak için; sevincinden dizleri dincelmiş, basamakları atlaya atlaya gidiyordu. Hatunun başucunda durarak ona dedi ki: — Kalk, Penelopeia! Sevgili kızım! Kalk da gece gündüz özlediğini kendi gözlerinle gör! Yoluna uzun uzun baktıran Odysseus nihayet konağına geldi! Ve hepsini tepeledi: evini yıkan, mallarını telef eden, oğlunu kahreden o azgın yavukluların hepsini! Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: — Sevgili dadı, senin aklını tanrılar almış olacak! O tanrılar ki en akıllı olanı bile aptala döndürürler, ve en aptal olana sağlam akıl ihsan ederler! Sana da onların ziyanı dokunmuş olacak! Çünkü bundan önce sen, uslu, akıllı kadındın! Niye böyle abuk sabuk sözlerle gelip gamlı gönlümle eğlenmeye kalkıyorsun? Aziz göz kapaklarımı basıp kapayan tatlı uykudan beni niye uyandırıyorsun? Odysseus şu adı batası İlion'a gideli böyle derin bir uykuya dalıp varmış değildim. Ama, haydi, aşağıya inip odana dön! Kadınlardan bir başkası beni uykudan kaldırıp böyle bir haber vermiş olsaydı, inan olsun, hemen onu merhametsizce konaktan kovardım! Seni bu cezadan ihtiyarlığın kurtarıyor! Eurykleia dadı ona karşı dedi ki: — Seninle eğlenen yok, çocuğum; gerçekten Odysseus, söylediğim gibi konağına döndü! Herkesin hor baktığı garip yok mu, işte oydu! Telemakhos, çoktan, geldiğini biliyormuş, fakat sakıngan çocuk babasının niyetlerini saklıyordu, o, aşırı şımarık erlerin cezasını vermeye fırsat bulsun diye. Böyle dedi ve Penelopeia sevincinden fırlayıp koca karıyı kucakladı, göz kapaklarından yaşlar dökerek kanatlı sözler söyledi: — Eğer bana, sevgili dadı, doğruyu söyledinse; eğer, dediğin gibi, Odysseus konağa dönmüş ise, o utanmaz yavuklu kalabalığı ile tek başına, nasıl başa çıktı? Çünkü onlar konağa hep bir arada gelirlerdi. Ona karşı sevgili Eurykleia dadı şöyle dedi: — Bir şey görmedim, bir şey bilmiyorum; yalnız öldürülenlerin iniltilerini işitirdim. Bütün kadınlar, odalarımızda, kapalı kapılar ve sağlam yapılı duvarlar arkasında sinmiş, bekleşiyorduk, tâ ki oğlun Telemakhos divanhaneden seslenip beni çağırdı; onu babası gönderip beni çağırtıyordu. Odysseus'u öldürülmüşlerin cesetleri ortasında, ayakta duruyor buldum; cansız gövdeler, onun çevresinde, katı döşeme üzerinde, üstüste yağılmış bulunuyordu. Onu göreydin gönülden ne kadar sevinecektin! Şimdi onları avlunun kapıları önünde istif etmişler; Odysseus büyük bir ateş yaktırdı, güzel divanhaneyi tütsüleyip arındırdı; ondan sonra seni çağırmaya beni gönderdi. Arkamdan gel, gönülleriniz bunca cefalar çektikten sonra, mutlu bir an içinde birleşsin! Uzun zamandan beri bütün dilediklerin artık gerçek oldu. O, işte, sağ esen ocağına döndü, konağında seni de oğlunu da sağ esen buldu! Ve bütün o yaman işleri işleyen yavuklulardan yine kendi konağı içinde, öcaldı! Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Sevincini biraz tut, sevgili dadı! Onu yine konakta görmek! Cümlemize ne büyük bir mutluluk olurdu, hele bana ve onunla birlikte 401/431 dünyaya getirdiğimiz oğlumuza! Ama senin anlattıkların inanılacak gibi değil ki! Biri gelip çelebi yavukluları tepelediyse, bu, azgın suçlarıyla kızdırdıkları bir tanrı olmak gerek! Onlar, yanlarına gelen, hanlardan olsun budundan olsun, herkesi aşağı görürler, hor tutarlardı; yamanlıklarının cezasını buldular; yoksa Odysseus'um Akhaieli'nden uzak, yadellerde düşüp kalmıştır! Ona karşı Eurykleia dadı dedi ki: — Çocuğum, dişlerinin arasından kaçan bu nasıl söz öyle? O, senin bir daha gelmeyeceğini sandığın kocan, buraya, kendi ocağına döndü bile! Senin gönlün ise inanmak istemiyor. Fakat, sana inandıracak bir nişan da vereyim: ak azılı yaban domuzunun onun bacağında açtığı yara yok mu, izini ayaklarını yıkarken ben gördüm; sana haber vermek istedim, fakat o iki eliyle boğazımdan yakalayıp ağzımı kapattı. Meğer aklında tasarladıkları varmış! —Fakat gel arkamdan! Başım sana teslim: aldatıyorsam en acıklı bir ölümle öldür beni! Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Sevgili dadı, bengi tanrıların kararlarına bilerek karşı gelmek senin için de güçtür: bildiklerin ne kadar çok olursa olsun. Fakat gidelim oğlumun yanma çelebi yavuklular öldürülmüş mü, anlayalım ve onları öldüreni görelim. Böyle deyip üst kattan indi. Yüreğinde ne kadar kararsızlık vardı: sevgili kocasına uzaktan sualler mi sormalıydı, yoksa yanına gidince başını ve ellerini tutup öpmeli miydi? Bu kararsızlıkta iken taş eşiği aşıp içeri girdi; Odysseus'un karşısında ateşin ışığı içinde, öbür duvara arkasını vererek oturdu. 402/431 Odysseus, yüksek direğin altında oturmuş, gözlerini başka tarafa çevirip şanlı karısının onu görünce ne diyeceğini bekliyordu. O ise ağzını açıp tek bir söz söyleyemiyordu: yüreğini hayret almıştı. Durup durup yüzünün gözünün seyrine dalıyor, fakat bir türlü o çaputlar altında Odysseus'u tanıyamıyordu. Bunun üzerine Telemakhos ona çıkışarak şöyle dedi: — Ana! Yüreği merhametsiz, yaman ana! Niye böyle babamdan uzak duruyorsun? Niçin yanına gidip kendisiyle görüşüp konuşmuyorsun? Senden başka hangi kadının yüreği dayanır, yirmi yıl boyunca cefalar, mihnetler çektikten sonra yurduna dönen kocasından böyle uzak durmaya. Meğer senin yüreğin kayadan da katı imiş! Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Çocuğum, göğsümde yüreğim hayret içinde kaldı: ağzımı açıp ona tek bir söz söyleyemiyorum, gözlerimi çevirip yüzüne bakamıyorum! Eğer gerçekten Odysseus olup evine dönmüş ise, birbirimizi kolayca tanıyacağız, çünkü aramızda öyle gizli nişanlar vardır ki başkaları bilmez. Böyle dedi ve çok çekmiş tanrısal Odysseus gülümseyerek Telemakhos'a kanatlı sözler söyledi: — Telemakhos, ananı bırak, divanhanede istediği gibi beni sınasın; çok geçmeden iyice tanıyacaktır elbet. Şimdi ben kirler ve çaputlar içindeyim; bunun için beni aşağı görüp Odysseus olduğuma inanmıyor. «Fakat, en önce biz ikimiz aramızda danışalım, işleri iyice yoluna koyalım: Biri, ülke içinde birini öldürse, öcünü alacak çok kimseleri olmasa dahi, öldüren yurdunu ve hısımlarını bırakıp kaçar. Biz ise şehrin seçkinlerini, İthaka'nın en ileri gelen yiğitlerini öldürdük. Şimdi soruyorum sana, ne yapmalıyız? 403/431 Bunun üzerine akıllı Telemakhos dedi ki: — Bu işlere sen karar ver, sevgili baba: danışmada senden üstün gelecek yokmuş, diyorlar! Ölümlü insanlardan, tedbirden yana, seninle kimse yarışamazmış. Buna karşı çok ölçülü Odysseus dedi ki: — Öyleyse, benim gözüme en iyi ne görünüyorsa, onu söyleyeyim sana: ilk önce hamamda yıkanıp temiz esvaplar giyinin, halayıklara da söyleyin, odalarına gidip çamaşır değiştirsinler. Sonra Tanrısal ozan gür sesli kopuzuyla bize oynak, hoplatıcı havalar çalsın dursun. Ta ki sokaktan geçenler veya yakında oturanlar cümbüşü işitip «içerde düğün var!» desinler. Çünkü şehirde çelebi yavukluların ölümü yayılmamalı biz kırlara, çok ağaçlı korumuza çekilinceye değin. Orada düşünüp taşınırız; bakalım Olympos'un sahibi Zeus aklımıza ne gibi öğütler getirir! Böyle dedi ve cümlesi sözünü dinleyip baş eğdiler. Önce hamamda yıkanıp temiz esvaplar giydiler; kadınlar süslendiler ve Tanrısal ozan gür sesle kopuzunu çaldı ve onlarda tatlı türküler söylemek ve kusursuz oyunlar oynamak hevesi uyandı; bunun üzerine koca konak oynayan erkeklerin ve güzel kuşaklı kadınların ayaklan altında çınlayıp durdu. Dışardan cümbüşü işitenler şöyle diyorlardı: — Artık birine varıyordur çok yavuklulu Hatun! Mutsuz kadın! Gençlik arkadaşı kocasının büyük konağında oturup beklemek kısmet değilmiş zavallıya ta ki eşi yadellerden dönüp sılasına kavuşa! Böyle deyip duruyorlardı, çünkü olandan bitenden haberleri yoktu. Bu ara odasına çekilen ulu gönüllü Odyssues'u kâhya kadın Eurynome yıkadı, yağla vücudunu oğdu, güzel entari ve kaftan giydirdi. Ve Athena başından aşağı güzellik saçıyordu; Hephaistos'un ve 404/431 Pallas Athena'nın bütün sanatlarını öğrettiği bir usta altını gümüşe katarak nasıl bir güzellik anıtı yaratırsa, tıpkı onun gibi Athena Odysseus'un başına ve omuzlarına güzellik döküyordu: hamamdan çıktığında ölümsüz tanrılara benziyordu. Hemen, kalkmış olduğu kürsüye geçip karısının karşısına oturdu; ve ona dönerek dedi ki: — Cinlere uyan kadın! Güçsüz avratlardan hiçbir kişiye Olympos saraylarının sahipleri bu derece katı bir yürek vermiş değildir. Haydi Dadı, sen bana bir döşek yay da uzanayım, çünkü bu kadının göğsünde belki demirden bir yürek var! Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: Cinlere uyan er! Ne kendimi ululadığım, ne seni hor tuttuğum var! Olan biten işlere de şaşmıyorum, çünkü uzun kürekli gemisine binip İthaka'dan ayrılanın nasıl bir kahraman olduğunu iyi hatırlıyorum.. Haydi, Eurykleia sağlam yapılı yatak odasına git, öz elleriyle yapmış olduğu yatağı hazırla: berk sedirin üstüne yay döşeği, keçeleri, postları ve hareli çarşafları! Böyle söyleyerek kocasını sınamak istedi. Fakat Odysseus, sadık karısının hilesinden gafil, kızgın kızgın söylendi: — Kadın, nasıl zalim bir söz söyledin öyle? Yatağımı yerinden oynatan kim imiş? Gücü kuvveti ne derece olursa olsun, bir tanrı yardımcısı olmadıkça, bunu kimse başaramazdı: bir tanrı evet, istese yerinden oynatabilir, lâkin insanların en yiğidi bile olsa başa çıkamaz! Bu yatağın ustalığında benim için emin nişan var: çünkü onu ben kendim, kimsenin yardımı dokunmadan, yapmıştım: Avlunun ortasında, yeşil dalları budakları her yana uzanmış, gövdesi bir direkten daha kalın bir zeytin ağacı vardı; onu sarmak üzere ağır taşlarla yatak odasının duvarlarını örmüştüm; üstüne bir tavan çekmiş, kanatları 405/431 berk tahtadan kapılarla örtmüştüm, ondan sonradır ki, o zeytin ağacının yeşil yeşil sarkan dal ve budaklarını kestim ve köklere kadar gövdesini ustalıkla ve çırpı çekerek düzelttim; sonra tunç âletlerle cila vurdum ve içini oyarak yatağın sedirini tamamladım; sonra kakma altın, gümüş ve fildişi ile bezedim, sonra parlak kızıl sahtiyandan kayışlar gerdim... İşte sana verecek nişanım budur; fakat, kadın, anlamak istiyorum: yatak kendi yerinde mi duruyor, yoksa erlerden biri zeytin ağacını dibinden kesip onu başka yere mi nakletmiş? Böyle dedi ve Penelopeia'nın dizleri ve yüreği çözüldü; Odysseus'un aşikâr nişanlar verdiğini görüyordu. Gözlerinden yaşlar boşanarak ona koştu, kollarını Odysseus'un boynuna doladı ve başından öperek dedi ki: — Bana darılma, Odysseus! Sen ki bütün insanların en akıllısısın! Bize bunca mihnetleri tanrılar vermişler, gençliğimizi, birlikte yaşayıp ihtiyarlık eşiğine birlikte erişmemizi istememişler!.. Şimdi darılma bana, ilkin görür görmez kucaklamadığım için kınama beni; çünkü daima aziz göğsümün içinde yüreğim, biri gelir de sözleriyle beni aldatır diye korkardı: dünyada hile düzen düşünen az mı var? Zeus kızı Argoslu Helena da bir yabancının sevgi yatağına girip onunla birleşemezdi, eğer Ares'e benzer Akhai oğullarının gidip onu atalar yurduna, kendi evine geri çevireceklerini bilmiş olsaydı; fakat bu yakışıksız işe onu bir iblis kandırdı, yoksa durup dururken o, yüreğinden, bu uğursuz düşünceye karar vermiş değildi. Fakat şimdi sen bana yatağımızın aşikâr nişanlarını birer birer söylemiş bulunuyorsun: bunu, senden ve benden başka, ölümlü insanlardan bilen yoktur; bir karavaşım Aktoris bilirdi: bu kızı bana, buraya gelirken, babam vermişti, yatak odamızın kapıcısı da o idi. Yüreğim bu derece işkilli iken, işte şimdi beni inandırmış bulunuyorsun! 406/431 Böyle dedi ve Odysseus büyük bir hıçkırma ihtiyacıyla ağlıyor, gönülden sevdiği karısını, sadık gençlik arkadaşını kolları arasında tutuyordu. Poseidon'un bir dalgası ve yel çarpışı ile sağlam yapılı gemileri batmış olanların gözüne, uzaktaki kara ne kadar tatlı görünürse ve içlerinden, vücutları tuzlu köpüklere bulanmış olarak, kıyıya çıkanlar kazadan kurtulduklarına nasıl sevinip kutlulanırsa; tıpkı onun gibi Penelopeia da sevinmiş gözlerle kocasına bakıyor, ak kollarını boynundan ayırmıyordu. Ve gül parmaklı Şafak doğuncaya değin onların hıçkırıp ağlaması sürüp gidecekti, eğer gökgözlü tanrıça Athena'nın aklına başka bir tasarı gelmeseydi: Tanrıça bir yandan uzun geceyi ufkun ötesinde tuttu, bir yandan da, Okeanos içinde altın tahtlı Şafağı, insanlara ışığı gösteren atları arabasına koşmaktan alıkoydu. Şafağı taşıyan taylar Lampos ile Phaeton'dur. Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus karısına dedi ki: Ey kadın, henüz belâların sonuna varmış değiliz; benim başarmam gereken gayet güç, çetin bir iş daha vardır; bunu bana, yarenlerimin ve kendimin nasıl döneceğimizi sormak için Hades konaklarına indiğim gün kâhin Teiresias'ın tayfı haber vermişti. Ama gel, yatağa gidelim, ey kadın, vakit varken uzanıp tatlı uykudan payımızı alalım! Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki: — Yatağın, ne zaman gönlün dilerse, senin için hazırdır, çünkü seni atalar yurduna ve yüksek tavanlı konağına ulaştıran tanrılardır. Fakat, madem ki kendin söyledin ve bunu bir tanrı aklına getirmiştir, haydi geride kalan belâyı da söyle; nasılsa bir gün öğreneceğim; şimdiden bilmemde ne ziyan olabilir? 407/431 Ona karşı çok sakıngan Odysseus şöyle dedi: —Cinlere uymuş kadın! Niye beni hemen söyletmeye bu derece çalışıyorsun? Sana hiçbir şey gizlemeksizin, hepsini anlatacağım; ama bu gönlünü açacak bir şey olmayacak, kendim için de kıvanacak bir şey olmayacak, çünkü Teiresias bana, ellerime bir gemi küreği alıp ülkeden ülkeye dolaşmamı söyledi, denizi bilmeyen insanların katına varıncaya değin. Ve kâhinin ruhu bana aşikâr bir nişan bildirdi ki, onu da senden saklamayacağım: yolda giderken başka bir yolcuya rastlayacakmışım, o bana kıvrak omuzumdaki küreği yaba sanıp soracakmış! İşte o gün gemi küreğini yere dikmeliyim ve Poseidon Hana kutsal kurban olarak bir koç, bir boğa ve dişisine aşabilen bir domuz aygırı sunduktan sonra eve dönüp geniş göklerin sahipleri tanrılara tam yüzlük kurban kesmeliyim; bunları gereğince yerine getirirsem ölüm ancak mutlu kocalıkta, denizden gelip dirliğime son verecekmiş ve o zaman her yanımda gönenç budunlar bulunacakmış! İşte olacak diye kâhinin bildirdikleri bunlardır! Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi: — Tanrılar gerçekten bize mutlu ihtiyarlık kısmet etmişlerse bütün öbür belâlardan sıyrılmayı umabiliriz. Onlar birbirleriyle böyle söyleşmekte iken Eurykleia dadı ile Eurynome, meşaleler ışığında, yumuşak döşekler ve yaygılarla yatağı hazırlıyorlardı. Çarçabuk sağlam yapılı yatağı donattıktan sonra kocakarı kendi odasına yatmaya gitti; Eurynome ise, elinde meşale, önleri sıra yürüyerek yataklarına kadar götürdü; yatak odasına ilettikten sonra o da çekildi; ve onlar eski törelerince yataklarına uzanıp mutlulandılar. 408/431 Bu ara Telemakhos ile sığırtmaç ve domuz çobanı hora tepmeyi kestiler, kadınları yolladılar ve cümlesi gölgeli odalara çekilip yattılar. Karı koca sevgi ile birbirlerinden murat aldıktan sonra aralarında konuşup sohbet safası da sürmeye koyuldular: Kadınların en tanrısalı, kendi yüzünden konağı basan çelebi yavukluların sıkılmaz kalabalığından çektiklerini, onlar sürü sürü sığırları ve koyunları kestikçe nasıl yürekten üzüldüğünü anlatıyordu. Tanrı soyu Odysseus da ona düşmanlara çektirdiği kaygıları ve kendinin çektiği mihnetleri, bütün başına gelenleri anlatıyordu. Penelopeia kıvanç ile bunları dinliyor ve hikâyelerin sonuna kadar göz kapaklarına hiç uyku girmiyordu. Odysseus hikâyelerine başlayıp önce Kikonları nasıl yendiğini, sonra çelebi Lotophagosların mübarek iline gelişini anlattı. Kyklop'un ettiklerini, sadık yarenlerini merhametsizce yemesini ve ondan nasıl öç aldığını anlattı; ve Aiolos katına gelip sevgi ile karşılandıktan, yardım görüp uğurlandıktan sonra talihsizlikle sevgili atalar yurduna nasıl ulaşamadığını ve fırtınaya kapılıp inleye hıçkıra yeniden balıklı engin denize atıldığını söyledi. Ve Laistrygonie'de Telepyle'ye gelişini ve orada teknelerinin ve bütün yarenlerinin mahvoluşunu; yalnız kendi başına bir kara gemi ile kaçıp kurtuluşunu anlattı; ve düzenbaz Kirke'nin hilelerini; ve Hades'in nemli konaklarına çok kürekti gemisiyle inip Thebaili Teiresias'ın tayfından geleceği sorduğunu ve orada eski savaş yoldaşlarını ve kendisini doğurup çocukken büyüten anasını nasıl gördüğünü uzun uzun hikâye etti. Ve deniz Sirenlerinin seslerini nasıl işittiğini; ve sürüklenen kayalardan, başka bir kimsenin sağ esen aşmadığı korkunç Kharybdis ile Skylla'dan nasıl başını kurtardığını; ve yarenleri Güneş tanrının sığırlarını kesip yediği için yüksektengürler Zeus'un ak yıldırım vuruşu ile 409/431 tez yürüyüşlü teknesinin nasıl parçalandığını ve yiğit yarenlerinin cümlesini helak edip yalnız kendisini kara Ecel cadılarının kemliğinden nasıl kurtardığını anlattı. Ve Ogygie adasına ulaşıp Nymphe Kalypso'nun kendisini oyulmuş mağaralarında tutarken kocası olması için nasıl yanıp tutuştuğunu ve bu ümitle kayırıp ona ihtiyarlamayacak ve ölmeyecek bir dirlik vermek istediğini, fakat hiç bir zaman göğsünde gönlünü kandıramadığını söyledi. Ve çok çektikten sonra Phaiakeli'ne nasıl yanaştığını ve kendisini bir tanrı gibi, candan ululayıp bir gemi ile aziz atalar yurduna nasıl uğurladıklarını ve tunçtan, altından, kumaşlardan armağanlar sunduklarını anlattı. Hikâyelerine son verdiği zaman tene uyuşukluk getiren tatlı uyku basıp gönlündeki kaygıları uyuşturdu. Bu ara gökgözlü tanrıça Athena başka şeyler kuruyordu; Odysseus'un, doya doya, karısının sevgi yatağında uyuyup candan gönülden safa sürmüş olduğunu görünce, Okeanos'ta sabah sislerinin kızı altın tahtlı Şafağı, insanlara ışığı getirsin diye kaldırdı; Odysseus da yumuşak yataktan kalkıp karısına dedi ki: — Kadın, her ikimiz belâya doymuş bulunuyoruz: sen burada inleye ağlaya bin bir kaygılı dönüşümü beklerken, Zeus ve öbür tanrılar beni belâlar arasından geçirip atalar yurdundan uzak tutuyorlardı. Fakat işte ikimiz, çok arzulanmış olan şu yatak içinde, nihayet birbirimize kavuştuk; şimdi artık şu konakta kalmış olan mallarıma bakmalıyım, aşırı azgın yavukluların telef edip bitiremediği sürülerimi toplamaya ve Akhaiların verecekleri ile ağıllarımı donatmaya çalışmalıyım. Fakat ben en önce ağaçlı korularımıza gidip benim üzüntümden inleyip duran sanlı atamı görmeliyim. Kadın, senin ne kadar uslu akıllı 410/431 olduğunu bilirim, ama şu öğüdümü dinle: Güneş doğunca, konakta öldürdüğüm yavukluların ölüm haberi yayılacaktır; sen karavaşlarınla yüksek katına çekil, otur; ne kimseyi yanına sok, ne kimseden bir şey sor! Böyle deyip omuzlarına güzel silâhlarını astı, Telemakhos'u ve sığırtmaçla domuz çobanını uykudan kaldırdı ve cümlesine savaş pusatlarını ele almalarını buyurdu; onlar da hemen sözünü dinleyip tun- çla vücutlarını donattıktan sonra kapıları açıp konaktan çıktılar. Odysseus başlarına geçmişti. Bu ara yeryüzü ışıklar içindeydi. Fakat Athena üstlerine gece rengi sis saçarak onları çarçabuk şehirden dışarı iletiyordu. 411/431 ŞAN : XXIV ÖLÜLER DİYARINA İKİNCİ SEFER{12} Kyllenli Hermes çelebi yavukluların ruhlarını çağıra çağıra sürüyordu; elinde güzel altın asası vardı: Onunla dilerse insanların gözlerini büyüler, veya uyuyanları uykudan kaldırır. Bu asa ile ruhlara yürüyüş işaretini verdi, onlar da cıvıltılı ürperişlerle arkası sıra yürüdüler. Nasıl heybetli mağaranın bucağında, kayaya yapışık hevenklenen yarasalardan biri kendini salıverip düşünce hepsi cıvıltılı ürperişlerle uçarlarsa, tıpkı bunun gibi ruhlar da sesler çıkararak yürüyüşe geçtiler; sağlık tanrısı Hermes başlarına geçmiş, nemli ve karanlık yollardan onları sürüyordu. Okeanos'un akışınca giderek Ak Kayaya vardılar, Güneş yapılarından geçerek Düşler ülkesine ve oradan hemen Asphodel çayırına ulaştılar: burada ölenlerin gölgeleri andıran tayfları otururlar. Peleus oğlu Akhilleus'un ruhunu, Patroklos'un ve kusursuz Antilokhos'un ruhunu, güzellikte ve boyda bosta, Peleus oğlundan başka bütün Danaoslulara üstün gelen Alas'ın tayfını orada buldular. Ruhlar Peleus oğlunu her yandan sarmakta iken Atreus oğlu Agamemnon'un tayfı inleye hıçkıra çıkageldi, onun da iki yanında kendisi ile birlikte Aigistos'un evinde kaza Eceline uğrayıp ölenlerin tayfları toplanmıştı. İlk önce Peleusoğlu'nun ruhu söze başlayıp dedi ki: — Atreusoğlu, biz daima derdik ki, yıldırımın sahibi Zeus katında senden daha sevgili hiç bir kahraman yoktur, çünkü güçlü kuvvetli bunca erlerin hanı idin, biz Akhailar Troiada emek çekip savaşmakta iken. Fakat kara Ecel, her doğup dünyaya gelen için ondan kurtuluş olmadığı gibi, seni de erken erken aldı götürdü! Mutlu olurdu eğer sen Troiada, şanlı şerefli bir han iken, kaza eceline uğrayıp öleydin! O halde sana Akhailar eni konu türbe yapardı, sen de geride kalan oğluna şanlı ad bırakırdın! Meğer en tüyler ürpertici bir ölümle göçüp gitmen kısmet imiş! Ona karşı Atreusoğlu'nun tayfı dedi ki: — Ey Peleusoğlu, tanrılara benzer Akhilleus, ne mutlu sana ki, Argos'tan uzak, Troiada düşüp can verdin ve cansız gövden çevresinde Troialıların ve Akhaiların en yiğit oğulları, senin uğrunda savaşıp can vermişti! Toz çevirgeni içinde boylu boyunca yatıyordun, atları ve biniciliği bir yana bırakıp unutarak! Bütün gün savaşmış durmuştuk ve Zeus fırtına koparıp kesmeye zorlamasaydı çengimiz bir türlü sona ermeyecekti. Seni o gün savaş meydanından kaldırıp, gemilere götürdük, yatağa uzatıp güzel vücudunu ılık su ile yıkadık ve saf yağla oğduk. Danaoslular, üstünde ağlaşıp sıcak yaşlar döktüler ve saçlarını kestiler. Anan da haberi işitip denizin içinden, deniz tanrıçalarıyla birlikte, çıkagelmiş, vaveylası heybetli denizin üstüne yayılmıştı: bütün Akhailar ürperme içinde kaldı ve oyulmuş gemilerine üşüşüp kaçmak üzere iken, eski zamanları görmüş geçirmiş bir er, bilge Nestor, yetişip onları alıkoydu. Her vakit gibi şimdi de, cümlenin iyiliği için söz alarak, en sağlam öğüdü verdi: «Durun, Argoslular! Kaçmayın, Akhai oğulları! Gelen anasıdır, deniz tanrıçalarıyla birlikte; oğlunun cenazesini görmeye geliyor.» Nestor böyle deyince ulu gönüllü Akhaiların korkusu dağıldı. O ara, Deniz ihtiyarının kızları, çevre kuşatıp, inleye hıçkıra cansız gövdeni tanrısal evsaplarla giydirdiler. 413/431 Dokuz Musa nöbet tutarak, güzel sesleriyle ağıt okudular: Akhailar arasında gözleri yaşarmadık kimse kalmamıştı: yüreklere Musaların inleyişleri öyle siniyordu! On yedi gün on yedi gece, ölümlü insanlarla ölümsüz tanrılar birlikte, senin için ağlaştık; on sekizinci gün seni ateşe verdik; ve çevrende bir sürü kurban kesildi, semiz koyunlardan ve burma boynuzlu sığırlardan. Sonra tanrısal kumaşlara sarılmış, ıtırlı yağlar ve tatlı bal içinde yakıldın. Ve yanan ateşinin dört yanında alay alay silahlı Akhailar yaya ve atlı, koşu koştular: velvele göklere yükseliyordu. Hephaistos'un alevi seni kemirdikten sonra, erkenden ak kemiklerini derleyip saf şarapla ve ıtırlı yağla yıkadık, ey Akhilleus! Anan bir altın desti verdi: Dionysos'un armağanı ve ünlü Hephaistos'un ustalık eseri olduğunu söylemişti. Senin ak kemiklerin, ey ünlü Akhilleus, savaşta düşen Menoiteus oğlu Patroklos'un kemikleriyle birlikte, o desti içinde bulunuyor. Ayrı bir destiye de, savaşta düşen Antilokhos'un kemikleri konmuştu: Patroklos'tan sonra bütün yarenlerinden en çok ululadığın oydu. Onların üstüne Argosluların kutsal ordusu en güzel ve en şanlı türbeyi dikti; geniş Hellespontos'a uzanan burnun üzerinden bu anıt, uzaktan, engin denizden, şimdi yaşamakta olan insanların ve gelecek olanların gözlerini çekmektedir. Ve anan tanrılardan isteyip ele geçirdiği güzelim ödülleri, Akhaiların ileri gelenleri arasında olacak yarış ve güreş için getirip ortaya koydu. Ondan önce ben nice kahramanın gömü töreninde bulunmuş, ölen bir han gömülürken gençlerin kuşanıp yarışlara hazırlandığını görmüşümdür; fakat senin için anan gümüş ayaklı tanrıça Thetis'in bize getirdiği aşırı güzel yarış ödüllerini göreydin sen de gönülden şaşakalırdın! Meğer sen tanrıların ne kadar sevgilisi imişsin! Senin işte öldükten sonra da adın batmamıştır ve sonu yok bir zamana 414/431 kadar ey Akhilleus, insanlar arasında, senin şanlı adın yaşayacaktır! Fakat ben savaşın içinden çıkarken ne kazanmış oldum? Meğer bana sılayı kısmet ederken Zeus, Aigistos'un ve adı batasıca karımın ellerinde acıklı ölümümü düşünüyormuşum! Aralarında böyle söyleşmekte iken Işıksaçan Haberci Hermes Odysseus'un tepelediği yavukluların ruhlarını sürüp çıkagelmişti. Onları görünce şaşakalan iki han yaklaşıp baktılar ve hemen Atreusoğlu'nun tayfı, vaktiyle İthaka'da katında konuklandığı Melenaus'un oğlu, şanlı Amphimedon'u tanıdı. İlk önce Atreusoğlu'nun ruhu söze başlayıp dedi ki: — Amphimedon, başınıza neler gelmiş ki, böyle hep seçkin ve yaşları bir, bu kadar genç bir arada karanlık ülkeye geldiniz? Biri seçmiş bile olsa, bir şehrin ileri gelenlerinden daha çok erleri derleyip bir araya getiremezdi. Poseidon çetin yeller estirerek ve ulu dalgalar kopararak geminizi mi batırıp helakinize sebep olmuş? Yoksa düşmanlar karada, güzel sığır ve koyun sürülerini talan ederken mi sizi bastırıp canlarınıza kıymış? Sorduğuma cevap ver: Ben sana konuk olmuştum, bundan da kıvanç duyarım: hatırlamaz mısın, orada, tanrı eşi Menelaos'la birlikte evinize gelmiştik, Odysseus'u bizimle beraber, güzel küpeşteli gemileriyle İlion seferine gelmeye çağırmak için? Tam bir ay süren çetin bir engin deniz yolculuğuna katlanmıştık ve böyle iken güçlükle, kaleler lalancısı Odysseus'u kandırabilmiştik. Ona karşı Amphimedon'un ruhu şöyle dedi: — Bütün bu söylediklerini, ey tanrı büyütmesi, hatırlıyorum; ve sana, hiç bir şey gizlemeksizin, hayatımızın acıklı sonunu, nasıl olup bitmişse anlatacağım: 415/431 Gurbetten uzun zaman bir türlü dönmeyen Odysseus'un karısına yavuklu olmak isteğini gösteriyorduk. Hatun ise hoşlanmadığı bu düğün teklifine ne red ne kabul yüzü gösteriyor, fakat bizim için ölümü ve kara Eceli düşünüyor ve akliyle türlü türlü hileler kuruyordu: Dairesinde büyük bir tezgâh kurdurup ince ve aşırı uzun bir bez dokumaya başlamıştı: bizim de yanımızdan geçerken şöyle diyordu: «Bana yavuklu çıkan yiğitler, madem ki tanrısal Odysseus helak olmuştur, düğüne aceleniz ne derece büyük olursa olsun, bekleyin de bezi sona erdireyim, iplikler boşuna gitmesin; bu, kahraman Laertes'in kefeni olacak; yoksa yaman Ecel onu boylu boyunca kaçınılmaz ölüm döşeğine sereceği zaman, Akhai kadınları halk önünde vaveyla koparıp, bunca varlıklı kişi kefensiz yatıyor diye beni kınarlar!» O böyle derdi, bizim de taşkın gönlümüz sözlerine kanardı. Gündüzleri o upuzun bezi dokuyup dururdu, geceleri ise meşalelerle gelerek dokunmuş kısmı tel tel söker, çözerdi. Üç yıl boyunca bu hile ile Akhaiları aldatadurdu; fakat mevsim yine bahar olup, dördüncü yıl gelince hilesini yakından bilen kadınlarından biri bize haber verdi; biz de onu güzel bezi sökerken yakaladık ve ister istemez dokumayı tamamlamak zorunda bıraktık: dokunup yıkanan bez öyle güzeldi ki, parlaklıkta güneşe ve aya benzerdi. Derken, bu ara, yaman bir cin, bilmem, nereden Odysseus'u kaldırıp kırlarda oturmakta olan domuz çobanının kulübesine eriştirdi. Kumluk Pylos'tan dönen sevgili oğlu Telemakhos da oraya gitti, ikisi baş başa verip yavukluların acıklı ölümünü tasarladıktan sonra şanlı şehrimize doğru yola çıktılar: Odysseus arkadan geliyor, Telemakhos önden gidip yolu açıyordu. Odysseus'u ihtiyar ve acınacak bir dilenci kılığında, domuz çobanı yederek iletiyordu, içimizden, en yaşlı olanlarımızdan bile, kimse bu çıkagelenin kim olduğunu tanıyamamıştı; herkes onu kötü kötü lâflarla sövüp hor tutuyor, itip 416/431 kakıyordu; o ise, kendi konağı içinde, işittiği küfürlere ve yediği dayaklara sabırlı gönülle katlanıyordu. Derken, fırtına koparan Zeus'un, içinde uyandırdığı akılla, Telemakhos'u yanına yardımcı alarak, savaş pusatlarını hazineye kaldırdı, kapısını sürmelerle kapattı; ondan sonra hileleri bol karısına, aramızda yarışalım diye, yayı ve parlak demirleri önümüze getirtti: işte bu sınaşma biz mutsuzlar için acıklı ölümümüzün başı oldu. Bizden kimse kirişi gerip o pek sert yayı kuramadı: hepimiz bunu başarmaktan çok uzak kalıyorduk. Sonunda kocaman yay Odysseus'un eline geçti: biz bağrışarak, kendisine verilmesin, istediğine bakılmasın, diyorduk; fakat Telemakhos, Eumaios'a buyurarak yayı ona gönderdi. Ve hemen, çok çekmiş Odysseus eline alır almaz, yayı kolayca kurdu ve oku demirlerin arasından geçirdi! Sonra, eşik üzerinde ayakta durup tez giden okları mahfazadan yere boşalttı, korkunç bir bakışla nişan alıp Antinoos Hanı vurdu. Sonra anaları ağlatan oklarıyla başkalarını vurdu: o karşıdan nişan alıp alıp çekiyor, yavuklularsa vurulup vurulup yan yana, üst üste düşüyordu! Belliydi ki, şüphesiz bir tanrı onun yardımcısıydı. Artık onlar kudurmuş bir saldırışla divanhaneye atılıp sağdan soldan bizi öldürüyorlardı; düşenlerin ezilen kafalarından ürpertici takırtılar yükseliyor, yerde sel gibi kanlar akıyordu. İşte biz, Agamemnon böyle helak olduk; ve şu anda, cansız gövdelerimiz Odysseus'un konağında, gömüsüz kalmakta; hısım ve dostlarımızın olandan bitenden hiç haberleri yok; yoksa gelip yaralarımızın kara kanını yıkarlardı; ağıt okuyup bizi gömerler, ölenlere edilen son saygı törenini bize de kılarlardı! Ona karşı Atreusoğlu'nun ruhu Odysseus'u anarak dedi ki: 417/431 — Laertes'in mutlu oğlu, binbir hileli Odysseus! Sen ulu erdeminle karını eline geçirdin; fakat Ikarios kızı Penelopeia da ne kusursuz hatun imiş: Odysseus'u, kız iken kendisini nikâhı altına alan gençlik yoldaşını hiç unutmamış! Bunun için erdemlerinin şanı hiç bir zaman unutulmayacak ve ölümsüz tanrılar dileğiyle yeryüzünün insanları Penelopeia'yı övecek destanlar dizecek! Bir de Tyndareos kızının suçu düşünülsün ki, gençlik yoldaşı kocasına kıydı! alçaltıcı bir destan da onu insanlara hatırlatacak! Ve bundan en erdemli kadınların bile şerefi için lekeli bir hatıra kalacak! Hades'in karanlık yer içindeki diyarında ayakta durup aralarında böyle söyleşiyorlardı. 418/431 LAERTES KATINDA Onlar Odysseus ve arkadaşları şehirden inip az sonra Laertes'in duvarla çevrilmiş güzel bağına eriştiler; burayı vaktiyle Laertes çok çalışıp çabaladıktan sonra kendine mal edinmişti; evi oradaydı, çevresinde ambarlar, damlar vardı; onlarda köleleri karavaşları otururlar, yerler, yatarlar ve bağının işlerini görürlerdi. Orada bir de Sicilyalı ihtiyar kadın vardı, şehirden uzak, kırda yaşayan ihtiyar Hanına gereğince bakardı. Oraya gelince Odysseus çobanlara ve oğluna dedi ki: — Şimdi iyi yapılmış taş eve girin ve övünümüz için domuzların en iyisini kesin. Ben babamı sınamaya gideceğim: acaba beni tanıyacak mı, gözleriyle beni anlayacak mı, veya tanımayacak mı uzun zaman kendisinden uzak kaldıktan sonra. Böyle deyip kölelere kendi silâhlarını verdi ve onları doğru taş eve gönderdikten sonra, babasına karşı tasarladığı sınamayı yapmak üzere bol yemişli bağa girdi. Orada ne Dolios'u, ne oğullarını buldu, ne de kölelerden başka birini; bunlar bağın çiti için diken devşirmeye gitmişlerdi, ihtiyar Dolios onların başında idi, Odysseus bağın içinde yalnız babasını bulmuştu: ihtiyar, bir ağacın dibini çapalıyordu; üstünde eski, yırtık, yamalı urbalar vardı; dolak yerine baldırlarına bağlamış olduğu yamanmış deri parçası onu dikenlerden, kaba eldivenler de ellerini böğürtlenlerden korumaktaydı. Soğuğa karşı ise başına keçi postundan bir takke geçirmişti. Çok çekmiş tanrısal Odysseus babasını ihtiyarlıktan çökmüş, gönlü büyük bir yas içinde görünce, bir armut ağacının dibinde durarak gözlerinden yaş döktü. Aklıyla ve yüreğiyle düşünüp karar veremiyordu: Gidip babasını kucaklamak ve ona herşeyi söyleyip atalar yurduna nasıl dönmüş olduğunu anlatmalı mıydı, yoksa yanına yaklaşıp sınamak üzere sualler mi sormalıydı? Böyle düşündü ve şakadan sözler söyleyerek sınamaya başlarsa uygun düşeceğine aklı erdi. Bu kararla tanrısal Odysseus doğru babasının yanına gitti: İhtiyar, başını eğmiş, bir ağacın dibini çapa ile eşiyordu. Tosun oğlu yanına giderek dedi ki: — İhtiyar, bağ işlerinde hiç acemi görünmüyorsun. Her türlü ağaçlar, iyi bakılmış üzüm kütükleri, incir, armut, zeytin ağaçları, sebzelere varınca hiç bir şey bu bağda bakımsız değil. Fakat, doğrusunu söylersem gönlünle darılma bana, kendine hiç de bağına baktığın gibi bakmıyorsun. Bir yandan kocalık bastırmış, bir yandansa kendini kirler içine koyvermişsin; murdar çamaşırlarla vücudunu örtmüşsün! Tembellik yüzünden beyin seni bakımsız bırakıyor da denemez, çünkü sana bakınca köleliğe belgelik edecek hiç bir halin görünmüyor; yakışıklı görünüşünle, boyun bosunla handan bir ere benziyorsun; sen o ihtiyarlar gibisin ki, yıkanmak, yiyip içmek, sonra rahat rahat uzanıp dinlenmek şanlarına yakışır. Ama haydi bana söyle, ve hiç bir şey gizlemeden birer birer anlat: sen erlerden kimin kölesi oluyorsun? Kimin bağına bakıyorsun? Şunu da senden sorup anlamak istiyorum, ger- çekten ben İthaka'ya mı varmışım? Buraya gelirken rastladığım biri bana öyle söyledi; akılsızın biri olmalıydı, çünkü sözümü dinleyip adamakıllı bir cevap veremedi: konuklaştığım eri soruyordum, sağ mıdır, ölüp Hades diyarına göçmüş müdür diye. Bari senden sorayım, sen de dinleyip beni anla: Vaktiyle, sevgili atalar yurdumda, biri evime gelmişti; uzaktan gelen başka yabancılar gibi, onu da konuklamış, en aziz bir dost olarak ağırlamıştım. İthaka'da doğduğunu ve babasının Arkeisios oğlu Laertes adında biri olduğunu söylemişti, işte onu ben evime iletip konuklamış, gereğince dostluk göstermiştim; ve giderken, evimde bol bol bulunan mallardan ona zengin konukluk armağanları verdim: güzel işlenmiş altından yedi talant, som gümüşten çiçekli bir sebu, on iki entari, o kadar da astarlanmamış kaftan; ve üstelik, en 420/431 ince işçiliklere elleri yatkın, kusursuz karavaşlarımdan da istediği gibi dört kadın seçip götürmüştü. Ona karşı babası yaşlar dökerek dedi ki: — Yabancı, geldiğin yer aradığın yerdir, ama şimdi onun sahipleri yaramazlık işliyen azgın kişilerdir; ve o saydığın armağanları boşu boşuna bağışlamış oldun. O konukladığın ere İthaka ülkesinde sağ esen rastlasaydın seni o da konuklar, ağırlar ve uğurlardı, ve töreden ayrılmayıp senden almış olduğu armağanlar değerinde karşılıklarını verirdi. Ama sen de bana bir şey gizlemeksizin söyle: o bahtı kara yabancıyı konuklayalı kaç yıl oluyor? çünkü o benim mutsuz oğlumdur veya oğlumdu! Sevdiklerinden, yakınlarından ve aziz atalar yurdundan uzak düşen o bahtı kara denizde balıklara, veya karada kuşa kurda yem mi oldu? Ne anası, ne ben, dünyaya getirmişken, ölümüne ağlıyamadık, onu kefene saramadık. Ne de bunca armağanlar vererek almış olduğu karısı, bilge Penelopeia ölüm döşeğinde sevgili eşine ağıt okuyamamış, ölülere edilen son saygıyı yerine getirerek gözlerini kapıyamamış. Fakat şunu bana olduğu gibi söyle de bileyim: Kimsin, kimlerdensin? Hangi şehirden ve hangi soydansın? Seni buraya getiren tez yürüyüşlü gemi nerede durmuş? Çelebi yarenlerin hani? Navlunlu yolcu gibi başkasının gemisine binip mi geldin? Seni karaya çıkarıp yine yollarına mı düzülmüşler? Çek sakıngan Odysseus şöyle cevap verdi: — Sana, hiç bir şey gizlemeksizin, olanı biteni anlatayım: ben Alybaslıyım, orada içinde oturduğum ünlü evlerim vardır; babam Polypemon oğlu Apheidas Handır; benim de adım Eperitos'tur. Bir cin yolumu şaşırtıp Sikanie'den beni ister istemez bu kıyılara attı; gemim kırlar önünde şehirden uzak bir yerde durdu. Odysseus bahtsızı beşinci yıl oluyor ki, bizim ülkeden ayrılıp gitmiştir, giderken kuşlar uğurlu yönden, onun sağ tarafından uçmuşlardı; ben çok sevinerek 421/431 onu uğurlamıştım, o da keyfi yerinde çıkıp gitmişti. Her ikimizin gönlünde ümitler vardı: ilerde yine görüşüp birbirimize zengin armağanlar sunacaktık. Böyle dedi, ve kara kaygı bulutu koca kişinin betini benzini örttü; iki eliyle toz alıp ak saçlı başına saçtı, bir yandan da derinden inleyip hıçkırıyordu. Odysseus'un yüreği kabardı, sevgili babasını bu halde görünce içinden dalgalanagelen acıma yaşları burun deliklerine kadar çıktı, ileriye atılarak ihtiyarı kucakladı, öpe öpe şöyle dedi: — Özleyip aradığın oğlun işte benim, baba! Yirmi yıldan sonra atalar yurduna dönüyorum. Fakat inleyip hıçkırmağı kes artık; göz yaşlarını da tut! çünkü, sana söylemeliyim, çok acele davranmak zorundayız; yavukluları konağımızın içinde tepeledim; işledikleri yaramazlıkların cezasını vererek şerefime dokunmalarından öcaldım. Ona karşı Laertes söze başlayıp dedi ki: — Eğer benim oğlum Odysseus sen olup buraya gelmişsen, aşikâr bir nişan ver ki inanayım. Çok sakıngan Odysseus cevap vererek şöyle dedi: — İlkönce şu yara izine kendi gözlerinle bakıp anla: onu Parnasos dağında bir yaban domuzu ak azısıyla bacağımda açmıştı; beni, anamla sen, sevgili dedem Autolykos'un yanına yollamıştınız; buraya geldiği bir sırada bana vereceğini söylediği armağanları almağa gidiyordum. Fakat dinle, bir belge daha sana: bağındaki ağaçlardan vaktiyle bana hangilerini vermişsen ayrı ayrı söyliyeceğim ben küçük bir oğlan iken arkandan gelirdim, birinden öbürüne gider, sorardım, sen de ayrı ayrı isimlerini söylerdin: Bana on üç armut ve on elma fidanı 422/431 vermiştin; bağışladığın incir fidanlarının sayısı kırktı, elli dizi üzüm kütüğü için de söz vermiştin; bunların bağ bozumu ayrı ayrı zamanlarda olurdu, salkımlarının rengi Zeus'un mevsimlerine göre sararıp kızarırdı. Böyle dedi, ve Laertes'in dizleri kesiliyor, yüreğine baygınlık geliyordu: Görülüyor ki, Odysseus apaşikâr nişanlar veriyordu. Çocuğunun boynuna iki kolunu doladı, ve çok çekmiş tanrısal Odysseus'un üstüne baygın olarak abandı. Fakat yine soluk aldı, içinden taze can buldu ve oğluna karşılık olarak şu sözleri söyledi: — Zeus ata, ve öbür tanrılar şüphesiz siz geniş Olympos'ta varsınız, eğer azgın yavuklular, gerçekten, işledikleri yamanlıkların cezasını gördülerse! Ama şimdi yürekten korkarım ki, çarçabuk bütün İthakalılar buraya üşüşürler ve Kefalonia kentlerine de salık salarlar. Ona karşı sakıngan Odysseus şöyle dedi: — Yüreğini pek tut! Bu kaygıları içinden, yüreğinden at! Fakat şimdi bağın yanındaki dama gidelim. Oraya ben Telemakhos'u ve sığırtmaçla domuz çobanını çarçabuk övünümüzü hazırlasınlar diye göndermiştim. Böyle söyleyip ikisi güzel taş yapıya doğru yürüdüler; evin sağlam yapılı dairesine erişince orada Telemakhos'u, sığırtmaçla domuz çobanını buldular; onlar bol bol etler doğruyorlar ve kırmızı şarabı karıyorlardı. Bu ara ulu gönüllü Laertes odasına gitti, onu Sicilyalı halayık hamamda yıkadı, vücuduna yağ sürdü, üstüne güzel kaftan giydirdi. Bu ara Athena yanında duruyor, budunlar Hanı Laertes'in uzuvlarını güçlü ve güzel kılıyor, onu eskisinden daha boylu boslu ve daha kuvvetli gösteriyordu. Hamam odasından çıktı ve sevgili oğlu 423/431 karşısında tanrılara benzer bir halde görüp dona kaldı; sesini yükselterek ona kanatlı sözler söyledi: — Baba, şüphesiz bengi tanrılardan biri seni gözlerimize böyle güzel ve daha boylu boslu gösteriyor. Ona karşı bilge Laertes şöyle dedi: — Ne olurdu, Zeus ata, Athena ve Apollon dileyeydiler, vaktiyle kara kıyısındaki sağlam yapılı Nerikos kalesini, Kefalonya'lılarımın başında olarak, talan ettiğim sırada nasıl idiysem, dün de konağımızda öyle olaydım, silâhlarımı omuzlarıma asıp yavukluların üstüne yürü- seydim! hepsiyle savaşır, başa çıkardım; çoğuna diz çöktürürdüm, ve sen candan yürekten şad olurdun! Aralarında böyle söyleşirken, ötekiler övün hazırlıklarını tamamlıyorlardı; hepsi sıra üzere, kürsülere, koltuklara geçerek oturdular. Yemeğe başlarken ihtiyar Dolios oğullarıyla birlikte yorgun argın tarla işlerinden dönüp yanlarına geldiler; çünkü Sicilyalı koca ana bir aralık dışarı çıkıp bunları çağırmıştı; bu kadın bir yandan onları büyütüyor, bir yandan da ihtiyarlık yüzünden bitkin bir hale gelen Laertes'e bakıyordu. Bunlar Odysseus'u görür görmez candan tanıdılar; hayret içinde ayakta durup bakıyorlardı. Bunun üzerine Odysseus en tatlı sözlerle onlara dönerek dedi ki: — İhtiyar, geç şöyle sofraya otur; silkinip şaşkınlığı at! Çoktan yemeğe istekli iken ekmeğe el uzatmaksızın sizi bekleyip duruyordum. Böyle dedi, Dolios ise iki kolunu açarak doğru beyinin üstüne atıldı, bileğini alıp öptü, ve sesini yükselterek kanatlı sözler söyledi: — Ey dost, gözümüz aydın! Seni çok özlemiştik; umudumuz kalmamışken tanrılar seni bize gönderdi; esen ol, gönlün açık olsun! Bir de bana dosdoğru söyle de bileyim: Bilge Hatun Penelopeia senin 424/431 döndüğünü yakından öğrenmiş midir, yoksa kendisine haberci mi yollayayım? Ona karşı çok sakıngan Odysseus dedi ki: — Onun da haberi var, koca kişi! Bunlarla kafa yormak nene gerek? Böyle dedi, ve Dolios cilâlı sekiye oturdu. Onun gibi oğulları da şanlı Odysseus'un yanına gelip sözle selâmladılar ve ellerini sıktıktan sonra babalarının yanına geçip bir sıra üzerine oturdular. Onlar övünlerini almakta iken Ossa bir tatar gibi çarçabuk şehri dolaşıyor, her yana yavukluların ecel kazasıyla uğradıkları acıklı ölümü yayıyordu. Bu haber üzerine her yandan inliye hıçkıra Odysseus'un evine koşuştular. Ölüleri kaldırdılar; ayrı ayrı evlerine götürüp gömü törenlerine baktılar. Başka adaların ölülerini de tez yürüyüşlü gemilere bindirip yolladılar. Sonra gamlı gönüllü dernek meydanına üşüştüler. Halk toplanıp dernek tamam olunca Eupeithes ayağa kalkıp cümleye söz söyledi: Avunmaz yas içindeydi, çünkü tanrısal Odysseus ilk çektiği okla oğlu Antinoos'u vurmuştu. Oğlu için gözyaşları dökerek söze başladı: — Ey dostlar, bu adamın Akhailara karşı işlediği yamanlıklar çok büyüktür; giderken gemileriyle alıp götürdüklerinin kanına girdi; onlar pek çoktu, hepsi de yiğitti. Sağlam yapılı gemileri de batırdı, insanların da başını yedi. Gelirken de işte Kephalonia hanlarının en ileri gelenlerini öldürdü. Haydin, onlar çarçabuk Pylos'a kaçmağa veya mübarek Elis'te, Epei hanlarının yanına sığınmağa vakit bulmadan, üstlerine varalım. Şerefimiz için silinmez leke olur, gelecek nesiller bizi anıp aşağı 425/431 görecekler eğer oğullarımızın ve kardeşlerimizin öcünü bu zalimden almazsak. Benim için yaşamanın artık tadı kalmamıştır; gözümde, ölüp yok olanların katına göçmek yaşamaktan hayırlıdır. Acele edelim, biz yetişmeden kaçmalarına meydan vermeyelim! Ağlıya hıçkıra böyle dedi, ve bütün Akhaiları acındırdı. Fakat bu ara Medon çavuşla ozan çelebi çıkageldiler: Uykudan yeni kalkmışlar, Odysseus'un konağından çıkıp gelmişlerdi. Halkın arasında durdular; herkes hayretle onlara bakıyordu. Medon çavuş akıllı düşünce ile söze başlayıp cümleye dedi ki: — Şimdi beni dinleyin, İthaka'lılar: Odysseus, ölümsüz tanrılar istemeksizin, bu işleri aklına getirip yapmış değildir. Ben kendi gözlerimle, Odysseus'un yanında durup yardım eden tanrıyı gördüm: Her yönden Mentor'a benziyen bir ölümsüzdü; kimi Odysseus'un yanına gelip onu yüreklendiriyor, kimi ise divanhaneye gidip ötekilerin cesaretini kırıyordu, ve onlar vurulup üst üste düşüyorlardı. Böyle dedi, ve hepsinin beti benzi sarardı. Bunun üzerine bir er, Mastoroğlu ihtiyar Halitherses söz söylemeğe kalktı; aralarında geçmişi geleceği görüp bilen yalnız o vardı. Cümlenin iyiliği için söz alıp dedi ki: — Şimdi beni dinleyin, İthaka'lılar, söyliyeceğime kulak verin. Sizin yaramazlığınız yüzünden, a dostlar, bu işler oldu! Siz bizi, ne beni, ne de halkın çobanı Mentor'u dinlemek istemediniz, oğullarınızın azgınlığına son verilmesini söylediğimiz zaman kulak asmadınız! Onlar da büyük taşkınlıklarda bulunuyorlar, yaman işler görüp duruyorlardı: Bir daha dönmez dedikleri bir ulu hanın evini barkını talan ediyorlar, karısının şerefine dokunuyorlardı! Şimdi bunlar olup bittikten sonra, inanın bana, ve sözlerimi dinleyin. Üstlerine varmıyalım, korkarım ki akla gelmiyen fenalıklar olur! 426/431 Böyle dedi ve büyük bir patırdı ile halkın yarısından fazlası yerlerinden fırladı; öbürleri ise toplu olarak kaldılar, söylenen sözleri akıllarıyla beğenmemişlerdi; Eupeithes'in sözlerini kabul etmişler, ve hemen silâhlanıp arkasından yürümüşlerdi. Bu kalabalık, pırıl pırıl tunç pusatlar içinde, şehrin ortasından geçip büyük meydanda toplandı. Bu akılsız cemaatin başına Eupeithes geçmişti. Öldürülen oğlunun öcünü alacağını sanıyordu; meğer geri dönmemek, bu yüzden Ecel kazasına uğramak alınyazısında varmış! Bu ara Athena Kronosoğlu Zeus'a dedi ki: — Kronosoğlu, Hanlar Hanı, atamız! Sorduğuma cevap ver; aklında gizlediğin bir niyet yok mudur? İki taraf arasında yaman savaş ve korkunç çarpışma mı hazırlıyorsun, yoksa aralarını bulup barıştırmak mı istiyorsun? Ona karşı fırtına koparan Zeus dedi ki: — Kızım, bunları niye arayıp benden soruyorsun? Dilediğin gibi işle. Şimdi, yavukluların cezasını tanrısal Odysseus vermiş bulunuyor; artık aralarında illik barışıklık mühürü vurulsun, o da eskisi gibi hanlığını sürsün. Düşüp ölen oğulların ve kardeşlerin acısını yaslı gönüllere unutturalım; halk eskisi gibi birbirleriyle sevişip barışıklık ve zenginlik içinde mutlu dirlikle dirilsin. Böyle deyip, Athena'nın gayretini arttırdı; tanrıça, o hevesle Olympos'un tepelerinden atılıp gitti... Bu ara, ötekiler doya doya tatlı övünden keyiflerini tamamlamaktaydı; çok çekmiş tanrısal Odysseus söze başlayıp dedi ki: — Biri çıkıp her yana baksın, gelecek olanlar yaklaşıyorlar mı? Böyle dedi ve Delios'un oğullarından biri sözünü dinliyerek dışarı 427/431 çıktı; ve eşikte durup yaklaşmakta olan kalabalığı gördü. Ve hemen Odysseus'a dönerek kanatlı sözler söyledi: — İşte yaklaşıyorlar! Hemen silâh başına! Böyle dedi, ve cümlesi silâhlarına atıldılar: Odysseus'la üç arkadaşından başka Dolios'un altı oğlu vardı. Laertes ile Dolios dahi, geçkin yaşlarına bakmayıp silâha sarıldılar, onlar da savaşmak zorunda idiler. Pırıl pırıl, göz kamaştıran pusatlara bürünmüş olarak büyük kapıyı açtılar, ve Odysseus'un arkasından giderek evden dışarı çıktılar. Hemen yanlarına Zeus kızı Athena geldi, boyda bosta Mentor'a benziyordu, onun sesini de almıştı. Onu görür görmez çok çekmiş tanrısal Odysseus'un gönlü açıldı ve hemen sevgili oğlu Telemakhos'a dedi ki: — Telemakhos, vakit bu vakittir, kendin fırlayıp savaşan erler arasına karışmalısın: Kimlerin en güçlü olduğu bunda belli olacak; ataların soyunu utandırmıyasın ki, bütün cihanda eskiden beri yiğitlikleriyle ve güçlülükleriyle anıladurmak-tadırlar. Bunun üzerine akıllı Telemakhos şöyle dedi: — Yürekten istediğin bu ise, sevgili baba, göreceksin ki, dediğin gibi, ataların soyu utandırılmıyacaktır. Böyle dedi ve Laertes sevinerek şu sözleri söyledi: — Benim için ne mutlu gün, ey dost tanrılar! Sevinç içindeyim: Oğlumla torunum yiğitlikte birbirleriyle yarış ediyorlar! O anda gökgözlü tanrıça Athena, yanına gelerek şöyle dedi: — Ey, Arkesiosoğlu, yarenlerin en sevgilisi! Gökgözlü tanrı kızına ve Zeus ataya dua et, ve uzun gölgeli kargını sallayıp fırlat! 428/431 Böyle diyerek Pallas Athena ihtiyarın yüreğine büyük bir güçlülük üfürdü; o anda hemen ulu tanrı Zeus'un kızını andı, ve uzun gölgeli kargısını kuvvetle sallayıp fırlattı ve Eupeithes'i bakır yanaklı tulgasından vurdu; tunç kargı, bir dayanış görmiyerek, tulgayı delip geçti; adam paldır küldür yuvarlandı ve üstündeki pusatlar çın çın öttü. Bunun üzerine Odysseus ile tosun oğlu ön saftakiler üzerine saldırdılar: Kılıçlarıyla ve iki uçlu kargılarıyla vuruyorlardı, ve cümlesini tepeleyip geri dönmelerine yol vermiyeceklerdi, eğer fırtına koparan Zeus kızı Athena bir nâra salıp cümleyi tutmasaydı: — Acıklı savaşı kesin, İthakalılar! Hemen kan dökmekten el çekip, ayrılın! Athena böyle dedi ve korkudan betleri benizleri sarardı, ellerinden silahları düştü; tanrıçanın bir nârasıyla hepsi yere yuvarlanmıştı. Ve hemen can kaygısına düşerek şehirden yana yüz çevirdiler. Bunun üzerine çok çekmiş tanrısal Odysseus davranıp bir haykırış salıverdi: Yüksekten saldıran bir kartala benziyordu. O anda Kronosoğlu'nun alev saçan yıldırımı inip Güçlü Zeus'un gökgözlü kızı önüne düştü. Bunun üzerine gökgözlü Athena, Odysseus'a dönerek, dedi ki: — Tanrı soyu Laertes oğlu, çok hileli Odysseus! El çek, budun arası savaşa son ver! Ta ki gürler sesli Zeus'un öfkesine uğramayasın! Athena böyle dedi, ve Odysseus yürekten şadolarak sözünü dinledi. Ve fırtına koparan Zeus'un kızı Pallas Athena'nın dileğiyle iki taraf arasında, sonuna kadar sürmek üzere, illik barışıklık mühürlendi. 429/431 {1} M. Croiset, Introd. VII. {2} Vic. Ber. (L'odysee d'Homere, s. 15). {3} Merkezi Sardes olan bu Küçük-Asya memleketi, Ege Denizine kadar uzanırdı. {4} Homerik eposlardaki hâdiselerin manzum bir takvimi gibi bir şey imiş. {5} Trezenli Haigas'a atfedilmektedir. Odysseia'nın içindeki Telemakhos Gurbette kısmının bir naziresi olduğu nakledilmiştir. {6} Hellas «Helenei» kelimesi yalnız burada geçiyor: bundan da bu parçanın Homeros'tan sonra uydurulduğu anlaşılıyor. Başka her tarafta Ahay: ahayeli denilmektedir. {7} Knemis: bacağı örten zırh. {8} Bu isimlerin mânaları vardır, hepsi de gemici vasıflarıdır: Bordalık, Küreksel, Enginsel, Pruvalık, v.b. gibi. {9} Öküz çiftinden haddi mukadderdir, mukayese bununla tamamlanır. {10} Homeros'un eposlarında herkesin kaderi eğirilen bir tireye benzetilmektedir; bu işi de Eğiriciler: Klotes ve Moires denilen tanrıçalar görürler. {11} Öküzleri sapandan salıverdikleri saati tayin eden noktaya. {12} Bu kısmın baştan başa sonradan katma olduğu İskenderiye gramercilerinin tenkidinden anlaşılmaktadır