17 Ekim 2015 Cumartesi

ilyada destanı

İçindekiler ŞAN : I Başlangıç - Atışma - Ahilleus'un hakaret görmesi - Hryseis Hryse'de - Olymposta ŞAN : II Rüya - İhtiyarlar Derneği - Umumi Dernek. Kavgadan önce ŞAN : III Paris'in meydan okuması - Helene hisarın üstünde - Antlaşma - Paris'in Menelas ile teke tek dövüşmesi - Paris ve Helene -Ahaylıların istekleri ŞAN : IV Tanrılar arasında - Antlaşmaya ihanet - Agamemnon ordusunu teftiş ediyor - İlk kavgalar ŞAN : V Diomedes'in kahramanlıkları - Pandaros'un sonu - Afrodite'nin yaralanması - Apollon, Diomedes'i durdurur - Troyalıların karşı saldırışı - Sarpedon ve Tlepolem - Here ile Athene'nin araya girmesi -Ares'in yaralanması ŞAN : VI Kavga devam ediyor - Hektor, cepheyi terkediyor - Glaukos ile Diomedes - Hektor ile Hekübe - Hekübe, Athene'nin tapınağında - Hektor ile Paris - Hektor ile Andromak - Hektor'un ve Paris'in cepheye dönüşü ŞAN : VII Hektor'un teklifi - Hektor ile Ayas'ın dövüşmesi -Pazarlıklar - Mütareke, hisarın yapılması ŞAN : VIII Tanrıların araya girmesi kaldırılıyor - Ahaylıların bozgunu - Here'nin boşuna öfkelenmesi - Ahaylıların karşı saldırışı -Ahaylıların yenilmesi - Here ile Athene'nin heyecana gelmesi - Zeus, Troyalılara yardımda bulunmağa karar veriyor - Gecenin Troyalıları durdurması ŞAN : IX Ahaylıların gece toplantısı - Agamemnon'un teklif ettiği hediyeler - Elçilerin Ahilleus'a gitmesi - Odysseus'un nutku -Ahilleus'un cevabı - Feniks'in nutku - Son karışıklıklar - Elçilerin dönüşü ŞAN : X Ahay Hanlarının uyanıp dernek kurması - Ön saflarda toplanan dernek - Diomedes'le Odysseus keşifte - Dolon, Troyalıların gözcüsü - Dolon'un yakalanıp öldürülmesi - Rhesos'un kampında - Kahramanların Ahaylıların kampına dönüşü ŞAN : XI İki ordu yeniden kavgaya hazırlanıyor - Agamemnon'un kahramanlıkları - Yaralanan Agamemnon cepheden ayrılıyor - Hektor, Troyalıları kavgaya sürüyor - Odysseus ile Diomedes, Troyalıları geri atıyorlar - Diomedes yaralı, Odysseus tehlikede - Ayas, durumu düzeltiyor - Hektor'un başarılı saldırışı - Ahilleus, Patroklos'u Nestor'un yanına gönderiyor - Nestor'un söyledikleri ŞAN : XII Ahay hisarının gelecekte yok olması - Troyalılar hisarı yıkmaya hazırlanıyorlar - Asios, Lapithler'le çarpışıyor - Hektor, Polydamas'ı dinlemek istemiyor - İki Ayas müdafaayı canlandırdılar - Sarpedon hisar hücumunda - Troyalılar, hisarı alıyorlar ŞAN : XIII Poseidon, Ahaylılara yardım ediyor - Ahaylıların savunması -İdomene'nin kahramanlıkları - Deifobos ile Ene'nin araya girmesi - Antilohes'un kahramanlıkları - Menelas'ın kahramanlıkları - Ayas'ların gösterdiği mukavemet - Hektor yeni bir saldırış hazırlıyor ŞAN : XIV Ahaylı başları bozgun önünde - Poseidon, Ahaylıları dayanmağa davet ediyor - Here'nin Zeus'u uyutmağa hazırlığı - Zeus, Here'nin kollarında uyur - Poseidon, Ahaylıları dayanmağa çağınyor - Hektor'un yaralanması - Troyalılar geriye atılıyorlar ŞAN : XV Zeus'un uyanıp öfkelenmesi - Tanrılar uslandırılıyor - Zeus'un Troyalılara yardım etmesi - Hektor yine kavga meydanında - Ahaylılar hisarlarının arkasına sürülüyor - Gemilerin yanında geçen kavga - Troyalıların gemilere son hücumu ŞAN : XVI Ahilleus, Patroklos'un yardıma gitmesine izin veriyor -Hektor gemileri ateşe verir - Patroklos ile Myrmidonlar kavgaya hazırlanıyorlar - Patroklos'un kahramanlıkları - Sarpedon'un cesedi etrafında kavga - Patroklos Troyalıları kovalıyor - Patroklos'un ölümü ŞAN : XVII Menelas, Patroklos'un cesedi için savaşıyor - Patroklos'un silâhlarını alan Hektor, cesedini götüremiyor - Hektor'un üstünde Ahilleus'un silâhları, kavgaya dönüyor - Patroklos'un cesedi etrafında kavga - Ahilleus'un atları matem tutuyor - Antilohos'un Ahilleus'a gönderilmesi - Ahaylılar Patroklos'un cesedini aldılar 5/555 ŞAN : XVIII Ahilleus, Patroklos'un ölümünü öğrenir - Thetis, oğlunu teselli etmeğe geliyor - Ahilleus bir nâra ile Troyalıları panik içine atattı - Troyalıların derneği - Ahilleus, Patroklos'un cesedi üzerinde ağlıyor - Thetis, Hefaestos'un yanında - Hefaestos, Ahilleus'un silâhlarını hazırlıyor ŞAN : XIX Ahilleus,Hefaestos'un silâhlarını alıyor - Ahilleus ile Agamemnon'un barışması - Breis'le Ahilleus, Patroklos'un başında ağlıyorlar - Ahilleus yeni zırhlarını takınıyor - Ahilleus'un atı ona önceden ölümünü haber veriyor ŞAN : XX Tanrılara, karışmak hürriyeti geri veriliyor - Ahilleus ile Ene arasında savaş - Ahilleus'un kahramanlıkları ŞAN : XXI Ahilleus, Skamandros çayı kenarında - Ahilleus ile Lykaon - Skamandros'un öfkelenmesi - Ateşle suyun savaşması - Tanrılarda kavga - Ahilleus Troya önünde ŞAN : XXII Ahilleus Troya önünde - Priam ile Hekübe, Hektor'a yalvarıyorlar - Hektor'un kararsızlıkları - Kovalamaca - Athene'nin araya girmesi - Dövüş - Hektor'un ölümü - Troya'da matem ŞAN : XXIII Ahilleus'un matemi - Patroklos'un cenaze töreni – Yarışlar - Yumruk yarışında - Güreş sınaşmasında - Yaya koşusu - Savaş - Disk atışı - Yayla ok atışı - Mızrak fırlatışı ŞAN : XXIV Ahilleus, Hektor'un cesedine hakaret ediyor - Tanrılar derneği - Ahilleus'a ve Priam'a tanrıların emri ulaşıyor - Priam yola çıkmağa hazırlanıyor - Priam, Ahaylıların kampında - Priam, Ahilleus'un yanında - Priam'ın Troyaya dönüşü - Hektor'un cenaze töreni 6/555 İLİADA ŞAN : I BAŞLANGIÇ Söyle bize, tanrıça, Peleoğlu Ahilleus'un uğursuz öfkesini ki, Ahaylılara sayısız acılar getirdi, nice kahramanların ruhlarını Hades'e attı, özlerini kurtlara kuşlara yem etti böylece Zeus'un iradesi yerine gelmiş oluyordu. En önce o atışmadan başla ki, budunlar hanı Atreoğlu ile tanrısal Ahilleus'un arasını açtı. Acaba hangi tanrı onları böyle birbiriyle kavgaya tutuşturmuştu? — Leto ile Zeus'un oğlu! işte bu tanrı krala darılarak ordunun içine zalim hastalığı getirmişti, o yüzden adamlar sürü sürü kırılıyordu; çünkü Atreoğlu tanrının duacısına, Hryses'e hakaret etmişti. Hryses, Ahaylıların tez yürüyüşlü gemilerinin yanına gelmiş, kızını cariyelikten kurtarmak için çok kıymetli kurtulmalıklar getirmişti; elinde, altın asanın üstünde de okçu Apollon tanrının tacını tutuyordu. Bütün Ahaylılara, en çok budunlar hanları iki Atreoğlu'na yalvarıyordu: — Atreoğulları ve güzel dolaklı bütün Ahaylılar, Olympos dağında konakları olan tanrılar size kısmet etsin Priam'ın şehrini talan edesiniz; ve hepiniz sağ esen memleketlerinize dönesiniz; benim de kızımı, şu kurtulmalıkları kabul ederek serbest bırakın, Zeusoğlu Okçu Apollon'u hoşnut edin. Böyle demesi üzerine bütün Ahaylılar yüksek sesle bağrıştılar: — Duacıya saygı gösterilsin! Kıymetli, parlak kurtulmalıklar da kabul edilsin! Ama bu, Atreoğlu Agamemnon'un hiç hoşuna gitmedi. Han, ihtiyarı sert sözlerle gönlünü kırarak kovdu: — Bak bana ihtiyar, seni daha koca karınlı gemilerin yanında dolaşırken yakalamıyayım, ne bugün, ne de başka bir gün, sakın ha, yoksa elindeki asa, ne tanrının tacı bir işine yaramıyacak! Kızını serbest bırakacak değilim; ihtiyarlayıncaya kadar o, memleketinden uzak, Argos'ta, benim sarayımda kalacak; bez tezgâhının başında 9/555 mekik dokuyacak, istediğim zaman da yatağıma, koşacak! Haydi, beni fazla sinirlendirme, buradan sağ esen ayrılmak istiyorsan. Böyle dedi. İhtiyar bu sert sözlerden korkarak boyun eğdi; sesini çıkarmadan, çok çağlayıştı denizin kumsalı boyunca yürüdü. Epey uzaklaşıp yalnız kalınca. Leto'nun doğurduğu Apollon hana yalvardı: — Kulak ver bana, gümüş yaylı tanrı! Hryses'yle tanrısal Killa'yı koruyan, Tenedos'ta hükmünü süren Tanrı! Eğer vaktiyle seni hoşnut eden bir tapınak dikmişsem, senin için yağlı boğa ve keçi butları yakmışsam. dileğimi yerine getir: Oklarında, gözyaşlarının öcünü Danaoslular dan al! Böyle deyip duasını kesti. Foebos Apollon da duasını kabul ederek Olympos dağının tepelerinden, gönlü dargın, indi; omuzlarında yayı ile ucu iyice kapalı okluğunu taşıyordu. Öfkeli tanrının omuzlarında oklar çın çın öterken, kendi de gece gibi süzülüp gidiyordu. Sonra gemilerin ötesinde oturdu, ondan sonra da oklarını atmağa koyuldu. Gümüş yaydan korkunç sesler yayılıyordu. Önce katırlara ve çabuk koşan köpeklere saldırdı. Ondan sonra ordugâhı nişan alıp sivri uçlu oklar atıyordu; öbür yandan ölüleri yakan yüzlerce ateş öbekleri, durmadan alev alev yanıyordu. ATIŞMA 10/555 Dokuz gün boyunca tanrının mermileri ordunun her yanına yağmıştı. Onuncu gün Ahilleus halkı, meclise, derneğe çağırdı. Aklına bu ilhamı beyaz kollu tanrıça Here getirmişti: Danaosluların böyle helak olduklarını görmekten bu tanrıça kaygılanmıştı. Halk toplanıp Dernek kurulduktan sonra, ayağına çabuk Ahilleus kalkıp konuştu: — Atreoğlu, sanıyorum ki, dönüp dolaşıp, hedefimizden uzak, geri gitmek zorunda kalacağız, bu da eğer ölümden kurtulabilirsek; bir yandan savaş, öbür yandan veba, az zamanda Ahaylıların işini bitirecek! Haydin bir kâhine veya bir duacıya başvuralım, hiç olmazsa gördüğü düşlerden hükümler çıkaran birini çağıralım, çünkü düş de Zeus'tan gelir. Bize o bildirsin, Foebos Apollon'u bu derece öfkelendiren nedir? Yerine getirilmemiş bir adaktan mı, bir yüzlük kurbanın ihmal edilmesinden mi şikâyeti anlıyalım. Tokluların, lekesiz oğlakların iç yağından tütsülerle bakalım üstümüzden bu korkunç musibeti uzaklaştırmağa razı olur mu? Böyle deyip yerine oturdu. Bunun üzerine Thestoroğlu Kalhas ayağa kalktı bütün kâhinlerin en kuvvetlisidir o: Şimdiki zamanı, geleceği ve geçmişi bilir; kâhinlik ona Foebos Apollon'dan vergidir; Ahaylıların gemilerine İlion'a kadar, yüksek kâhinliğiyle kılavuzluk eden o'dur. Şimdi de uslu akıllı bir dille söz isteyerek konuştu: 11/555 Zeus'un sevgilisi Ahilleus, istiyorsun ki, burada, uzağa ok atan Apollon Han'ın öfkesini açıklıyayım. Peki, konuşmak isterim; ama iyi anla beni: Önce yemin et ki, koruyucum olacaksın, dilinle ve kolunla. Çünkü öyle sanıyorum ki, bir eri sinirlendirebilirim. Argoslular içinde öyle bir eri ki, bütün Ahaylılar ona boyun eğerler. Bir Han güçte kuvvetle üstündür, aşağı sınıftan birine hırslanırsa... Bir gün için belki hırsını hazmeder, ama içinde kin tutar, er geç öcünü alacağı zamanı bekler. Sen şimdi düşün de söyle: Canımı sana emanet edebilir miyim? Ayağına çabuk Ahilleus hemen cevap vererek şöyle dedi: — İçine güven gelsin, bildiğini bütün gerçekliğiyle söyle: Tanrıların takdiri nedir? Hayır, Kalhas! Danaoslulara iyilik dileyen dualarını dinliyecek, Zeus'un sevgilisi Apollon aşkına, hayır! Ben yaşadıkça, bu dünyada gözlerimi yummadıkça, kimse koca karınlı gemilerimiz yanında, sana ağır elini kaldıramıyacak; bütün Danaoslular arasında kimse: Agamemnon'un da ismini söyliyebilirsin; o ki, bugün şu ordugâh içinde herkesten üstün olduğunu söylemekle övünmekte! O zaman içine güven gelen kusursuz kâhin Kalhas konuştu, — Yerine getirilmemiş bir adak, bir yüzlük kurban için değildir tanrının şikâyeti. O duacısına Agamemnon hakaret ettiği için, kızına hürriyetini vermediği, kurtulmalıkları kabul etmediği için şikâyetçidir. 12/555 İşte bunun içindir ki, Okçu, size fenalıklar veriyor, daha da verecek: Danaosluların üstünden musibeti kaldırmıyacak, babasına güzel gözlü sevgili kızını, pazarlıksız, kurtulmalıksız, teslim etmedikçe, Hryses'ye yüzlük kurban götürmedikçe. Ancak bu şartlarla tanrıyı yumuşatıp gönlünü razı edebileceğiz. Deyip yerine oturdu. Bunun üzerine kahraman Atreoğlu, güçlü kuvvetli Agamemnon Han ayağa kalktı. Kan başına sıçramış, içi kapkara bir öfke ile kabarmış, gözleri kıvılcımlar saçan ateş kesilmiş. En önce Kalhas'a kin dolu bir bakış çevirerek şöyle dedi: — Musibetler kâhini, ömründe benim de hoşuma gidecek tek bir şey söylemiş değilsin. Her fırsatta bütün gönlünle felâket haberleri vermekten zevk alıyorsun. Hayırlı bir haber hiç bir zaman getirmezsin, şimdi de Danaosluların karşısına geçip tanrılar adına konuştun; Okçu musibetler yağdırıyorsa, bunun kurtulmalıkları reddedip kızı Hryseis'i serbest bırakmak istemediğimden olduğunu söyledin. Evet, o, kızı yanımda tutmayı çok arzu ediyorum, onu nikâhlı karım Klytemnester'den üstün tutarım; çünkü, hiç bir şeyde —boyda bosta, salınışta, endamda, akılda, yordamda— ondan aşağı değildir. Böyle olmakla beraber, başka çare yoksa, onu babasına vermeğe razı olurum, budunu mahvolmaktan kurtarmağı elbette isterim. Fakat, o halde gecikmeden, bana başka bir şeref payı hazırlayın, Argoslular arasında ganimetten pay almamış bir ben olmıyayım; çünkü bu, pek uygunsuz düşer. Ona, hemen çevik ayaklı Ahilleus cevap verdi: 13/555 — Ünlü Atreoğlu, mala doymazlıktan yana eşin yoktur. Sana ulu gönüllü Ahaylılar nasıl ve nereden öyle bir şeref payı bulup verebilirler? Bir tarafa ayrılmış, müşterek, ihtiyat hazinemizin bulunduğunu ben bilmiyorum. Yağma ettiğimiz şehirlerden alınmış bütün ganimetler paylaşılmıştır. Halkın ellerindeki ganimet paylarını geri getirip bir araya yığmasına ve yeniden paylaşmasına yakışık alacak bir yol yoktur. Sen şimdi bu kızı tanrıya sun, biz Ahaylılar, bunun üç kat, dört kat daha kıymetli ödülünü sana sağlarız, eğer bir gün Zeus kısmet eder de surları sağlam Troya şehrini alıp yağma edebilirsek. Buna da Agamemnon Han şöyle cevap verdi: — Hayır, hayır! Ne derece alp, ne derece yiğit olursan ol, benden maksadını gizlemeğe çalışma, tanrı benzeri Ahilleus! Beni inandıramaz, kandıramazsın. Sen kendi şeref payını saklarken, bana payıma düşen kızı feda etmeği nasıl öğütlersin? Bana ulu gönüllü Ahaylılar arzuma göre ve elimden gidenin değerinde bir başkasını verirlerse olsun! Eğer böyle bir karşılık vermek istenilmezse, ben kendim gidip seninkini ve Ayas'ın ya da Odysseus'ün şeref payını alır, götürürüm. Ondan sonra hırslanıp kudurulacaksa, umursamam. Ama bunları sonra düşünürüz. Şimdi ise hemen tanrısal denize bir kara tekne indirelim; içine seçkin bir kürekçi takımı yerleştirelim; sonra bir yüzlük kurban yükliyelim; güzel Hryseis'i de bindirelim; nihayet Dernek'te oy sahibi olanlardan biri, Ayas, İdomene, ya tanrısal Odysseus, ya da sen, Peleoğlu —erlerin en müthişi— seçilerek seferin başına getirilsin, uzağa ok atan tanrıyı yumuşatacak töreni yerine getirsin. 14/555 Ona ayağına çabuk Ahilleus alttan, kin dolu bir bakış fırlatarak şöyle dedi: — Ah, gidi sıkılmaz adam, kazançtan başka bir şey düşünemiyorsun! Nasıl istersin ki, bir Ahaylı seve seve emirlerine boyun eğsin, gönderdiğin yola gitsin veya düşmanlarla vuruşmağa koşsun? Ben çünkü savaşçı Troyalıların bir suçu için, buraya, onlarla dövüşmeğe gelmiş değilim. Onlar bana hiç bir şey yapmamışlardır. Hiç bir zaman sığırlarımı veya atlarımı, kısraklarımı gaspetmemişler, hiç bir zaman bizim bitek ve besleyici Ftia topraklarının hasatlarını yağma etmemişlerdir. Bizimle onlar arasında pek çok gölgeli dağlar ve yankılanan denizler var. Ama biz senin, sıkılmaz adam, senin arkandan geldik; köpek suratlı size, sana ve Menelas'a, Troyalıları yenerek ganimetler, ödüller kazandırmak için buralara sürüklendik. Sen bu menfaatleri hiçe sayıyor, aklına bile getirmiyorsun. Şimdi de bir başına gelip beni, elimden şeref payımı almakla tehdit ediyorsun. Bu şeref payını kazanmak için ben bunca emekler verdim, onu bana Ahaylı çocuklar lâyık görmüşlerdi. Ahaylılar her ne vakit bir Troya şehri yağma etmişlerse, benim payım hiçbir zaman seninkine eşit olmamıştır. En şiddetli savaşlarda, en önemli işi benim kollarım görür, ama paylaşmada en büyük pay sana verilir; benim gemilerime getirebildiğim ganimetler, savaşlarda çektiğim zahmetlere göre, çok azdır. Bu sefer artık kalkıp Ftia'ya dönüyorum; evet, koca karınlı gemilerimle çıkıp gitmek yüz kere daha kârlı olur. Artık aklıma sığdıramıyorum; burada durup sana mal, servet kazanmağa çalışayım da, aşağılanmaktan başka bir karşılık görmiyeyim! Ona, bunun üzerine, budunlar başı Agamemnon Han şöyle cevap verdi: 15/555 — Çek, git öyleyse; madem ki gönlün böyle arzu ediyor, ben sana yanımda kal diye yalvaracak değilim. Bana saygı ve yardım göstermeğe hazır çok insan var, hepsinin başında ise akıllı, tedbirli Zeus gelir. Benim gözümde sen Zeus'tan gelen Hanların en sevimsizi, en iğrencisin. Sen yalnız anlaşmazlık çıkarmaktan, kavgadan, savaştan hoşlanırsın. Çok güçlü kuvvetli olabilirsin, bu gücü kuvveti sana veren bir tanrıdır. Kalk, yurduna git, gemilerinle, adamlarınla; Mrymidon'larının üstünde hanlık sür; seni ben hiç umursamam, kininden de pervam yok. Benim de başka türlü tehditlerim var: Foebos Apollon, Hryseis'in elimden çıkmasına sebep oluyorsa, onu adamlarımla gemiye bindirerek yollamak zorunda kalıyorsam, buna karşılık ben de kendim gidip senin barakandan güzel Briseis'i senin şeref payını, alıp götüreceğim, benim senden ne kadar kudretli olduğumu anlıyasın, başkaları da artık akranım imiş gibi karşıma çıkıp öyle bir ağız kullanmağa cesaret etmesin! Böyle dedi. Peleoğlu'nu kaygı aldı, erkek göğsünün içinde, yüreği iki düşünce arasında kaldı: Kalçasından aşağı sarkmakta olan sivri kılıcı çekip bir vuruşta Atreoğlunu öldürsün, meclise son versin mi? Yoksa, hırsını yenip içini sâkinleştirsin mi? Aklıyla ve gönlüyle bunları düşünür ve eli kılıcını kınından çekmek üzere iken gökten tanrıça Athene çıkageldi, onu beyaz kollu Here, her ikisini yürekten sevip koruyan tanrıça, koşturmuştu. Peleoğlunun arkasında durdu, eliyle sansın saçlarına dokundu. Tanrıçayı yalnız o görmüştü, şaşkınlık içinde Athene'yi tanıyan Ahilleus'ün gözlerinde korkunç bir ışık parladı. Çakır gözlü tanrıça, ona Here'nin arzusunu bildirerek kanatlı sözler söyledi: 16/555 — Çekişmeye son ver, elin kılıcını çekmesin; sözlerle istediğini söyliyerek onu aşağıla; bu kadarla yetin! Tanrıça, Olympos dağına uçup giderken, Peleoğlu, Atreoğluna şöyle karşılık verdi: — Şarap küpü, köpek gözlü, geyik yürekli! Hiçbir zaman cebellenip askerinle beraber savaşa girmek cesaretini göstermiş değilsin; hiçbir zaman seçkin Ahaylılarla bir pusuya gitmek zahmetine katlanmış değilsin! Ahaylıların geniş ordugâhından hiç kımıldamadan, gelen armağanlara konmak ve yüzüne karşı konuşanların elinden hediyelerini kapmak sana daha kolay geliyor. Fakat sana açık açık söylüyor, büyük bir and da içiyorum: Şu asa tanık olsun! Hiçbir zaman artık yapraklanmıyacak ve budaklanmıyacak. dağ başındaki ağacından kesildikten sonra artık çiçek açmıyacak olan bu asa hakkı için! Şimdi adaleti yerine getiren, Zeus adına hukuku sağlıyan Ahaya evlâtlarının elinde bulunan şu asa hakkı için! İşte bu, sana en büyük and olsun! Bir gün gelecek, bütün Ahaylıların oğulları Ahilleus'un eksikliğini kendi içlerinde duyacaklar; o zaman sen, acıdan yüreğin parçalanmış, Ahaylıların en yiğidine saygı göstermemiş olduğuna yanacaksın. Peleoğlu böyle dedi ve altın çivilerle süslenmiş asayı yere atarak oturdu. Atreoğlu ise öbür yanda hırsından çılgına dönmüştü. 17/555 İşte bu anda Nestor, tatlı dilli Pylos'un yankılı hatibi Nestor ayağa kalktı. Ağzından baldan tatlı sözler akacaktı. Kendisiyle beraber tanrısal Pylos'ta doğup büyüyen iki nesil görmüştü; şimdi, üçüncü nesil üzerine hüküm sürüyordu. Akıllı bir düşünüş içinde söz alarak konuştu: — Vah, vah! Ahay memleketine ne büyük felâket geliyor! Priam'la oğulları için ne büyük sevinç! Danaosluların, Dernekte ve savaşta, en ileri gelenleri arasında görünmekte olan şu çekişmeyi öğrenseler, bütün Troyalılar ne kadar sevinirler! Beni dinleyin, yaşça ikinizden de büyüğüm. Ben bizden daha cesur, daha alp adamlarla yatıp kalkmışım, beni hiçbir zaman küçük görmemişlerdir. Öyle insanlara bir kere daha rastlamadım, belki de bundan sonra onlar gibileri hiç görmiyeceğim: Prithoos gibi, ya halkın çobanı Dryas gibi, Kenea, Eksadion tanrıyken Polyfemos, Egeoğlu Theze gibi ölümsüzlere benzererler! Onlar güçlü kuvvetli insanlardı, yeryüzünde yetişmiş bütün insanlar arasında çok güçlü kuvvetliydiler, en güçlü kuvvetlilerle ve dağ canavarlarıyla savaşırlardı, onları kırmış geçirmişlerdi. Beni yanlarına çağırmışlardı; onlara ulaşmak için şu uzaklardaki Pylos'tan ayrılmıştım; ben kendi hesabıma savaşırdım. Aa! Şimdi onlara karşı bu dünyanın ölümlü insanlarından kimseler savaşamıyacaktı. İşte bu insanlar benim öğütlerime kulak verir, sözümü dinlerlerdi. Hadi, siz de dinleyin, dinleyen doğru yolu tutmuş olur. 18/555 Sen Atreoğlu ne kadar cesur, ne kadar alp da olsan, ondan kızı almaktan vazgeç. O kızı ona, şeref payı olarak bütün Ahaylılar topluluğu vermişti, kızı onda bırak. Sen de Peleoğlu, bir Hanın karşısına gelip, yüzyüze atışmakta ısrar etme; şanını Zeus'tan alan asa sahibi bir Hanın şerefçe yeri üstündür. Sen de çok güçlü kuvvetlisin, çünkü senin anan bir tanrıçadır; ama o daha kudretlidir, çünkü daha büyük bir topluluk üzerine hüküm sürer. Sen Atreoğlu, hırsını tut. Yalvarırım sana, hırslanışın: yatıştır, Ahilleus'a saygı göster: Ahaylıların, şu zalim savaşta, ondan daha sağlam kaleleri yoktur. Agamemnon Han cevap vererek şöyle dedi: — Evet, bütün bu söylediklerini, ihtiyar, tam gereğince söyledin. Ama bu adam herkesin üstünde olmak istiyor, herkesin efendisi, herkesin şahı olmak, herkese emirler vermek dâvasında; fakat buna boyun eğmiyecek birini biliyorum, sanırım. Daima var olan ve var olacak tanrılar onu iyi bir savaşçı yapmışlarsa, ona bunun için hep küfürlerle konuşmak yetkisini de mi verdiler? 19/555 Buna karşı hemen sözü alan Ahilleus şöyle dedi: Bana gerçekten korkak ve hiç değersiz derlerdi, eğer senin her dediğine, hemen baş eğip itaat etseydim. Sen, böyle, başkalarına kumanda et, bana emirler vermeğe kalkma, çünkü bu günden sana baş eğmiyeceğimi sanıyorum. Sana söyliyecek bir şeyim daha var, onu iyice kafana koy. Kız için kollarım dövüşmiyecek, ne sana ne başkasına karşı. Onu bana verdiniz, şimdi de geri alıyorsunuz. Ama ondan gayri, kara teknelerimin yanında her nem varsa, onları ben istemezken alıp götüremiyeceksin; bir kere dene, istersen; sonra ne olacağını bunlar göreceklerdir: Kara kan, mızrağımdan şıkır şıkır akacaktır! Bu sert karşılıklar düellosuna son vererek her ikisi kalktı, Ahaylıların gemileri yanındaki dernek kapandı. Peleoğlu barakalarına ve gemilerine doğru yürürken kendisine Melenoetiosoğlu ve başka yârenleri arkadaşlık ediyordu. Atreoğlu ise denize ince bir tekne çektirdi; ona yirmi seçkin kürekçi verdi; içine tanrı için yüzlük kurbanı yerleştirdi; güzel Hryseis'i kendi götürüp gemiye bindirdi; nihayet çok hünerli Odysseus ta binerek seferin kumandasını eline aldı. Su yolları üzerinde sefer başlamıştı. Atreoğlu ondan sonra askere arınmak emrini verdi. Arındılar ve kirli şeyleri tanrısal denize attılar. Sonra sonsuz deniz kıyısında kusursuz inek ve keçilerden yüzlük 20/555 kurban, törenle, Apollon tanrıya sunuldu; iç yağı dumanları büklüm büklüm göklere yükseldi. AHİLLEUS'UN HAKARET GÖRMESİ Ordugâhta işte bu işler görülmekteydi. Agamemnon, Peleoğluna karşı bundan önce ileri sürmüş olduğu tehdidi yürütmekten vazgeçmedi. Çavuşları ve çalışkan seyisleri olan Talthybios ile Eurybat'ı çağırıp onlara emir verdi: — Her ikiniz Peleoğlu Ahilleus'un barakasına gidersiniz, güzel Briseis'i elinden tutup götürürsünüz. Vermek istemezse, kendim daha çok insanlarla gidip alırım, ama o zaman ona daha pahalıya mal olur. Sertlikle söylediği bu emirle, çavuşları yola çıkardı, onlar da isteksiz isteksiz deniz kıyısı boyunca yürüyerek Myrmidonların barakalarına ve gemilerinin yanına geldiler. Orada Ahilleus'u, barakasının yanında, kara teknesinin başında oturmuş buldular. Çavuşların gelişi hiç hoşuna gitmedi. Her ikisi, korku ve saygı içinde, Hanın önünde durdular, tek bir kelime söylemeden, hiçbir şey sormadan. Fakat Ahilleus aklıyla işi anlıyarak onlara şöyle dedi: 21/555 — Selâm size çavuşlar, Zeus'un ve insanların habercileri, yaklaşın: Siz bana bir şey yapmış değilsiniz. Kabahat sizi güzel Brieis'i almağa gönderen Agamemnon'da. Hadi, tanrı soyu Patroklos, kızı dışarı çıkar da onlara ver, götürsünler, yalnız onlar da benim sözlerimin şahitleri olsunlar, mutlu tanrılar ve ölümlü insanlar önünde, ve doğru yoldan gitmiyen Hanın önünde: Şu ziyanı sonsuz musibetten cümleyi kurtarmak için bir kere daha bana ihtiyaçları olursa! O şimdi kalbi lanetlenmiş gibi kudurmuş haldedir; geçmişi geleceğe yaklaştırıp Ahaylıların ziyansızca nasıl dövüşebileceğim görmek yetkisi kalmamıştır. Böyle dedi. Patroslos sevgili arkadaşına itaat etti: Barakadan güzel Briseis'i çıkardı, onlara teslim etti, götürsünler diye! Çavuşlar, Ahaylıların gemileri boyunca yürüdüler, kadın isteksiz isteksiz arkalarından gidiyordu. O sırada, birden, Ahilleus'un gözleri yaşardı, adamlarından uzaklaşarak beyaz köpüklü denizin kenarına gidip oturdu; gözleri 22/555 uzaklarda, şarap tortusu rengindeki denize dikilmişti; o halde ve o anda, elleri uzanmış, çok sevgili annesine yalvarıcı bir hitapta bulundu: — Hey. anne, beni çok kısa bir ömür yaşamak üzere doğurdunsa, hiç olmazsa Olympos'un yükseklerde gürliyen tanrısı Zeus benden şerefi esirgemesin! İşte şu anda bana hiç bir saygı göstermiyor; çünkü işte Atreoğlu kudretli Agamemnon Han bana hakaret etti: Şeref payımı kendi başına elimden almış, hakkımı gaspetmiştir. Gözyaşları dökerek böyle dedi. Tanrıça annesi yalvarışını dinledi, denizin derin uçurumlarından, ihtiyar babasıyla beraber bulunduğu yerden koştu, beyaz köpüklü denizin içinden bir buğu gibi çıktı; gözyaşları döken oğlunun karşısında oturdu, onu eliyle okşadı; sevgi gösteren isimlerle, ona şöyle dedi: — Çocuğum, niçin ağlıyorsun? Gönlün nasıl bir içinde kalmış? Konuş, düşündüklerini gizleme; her ikimiz de bilelim. Ona, derinden içini çekerek, ayağına çabuk Ahilleus şöyle dedi: 23/555 — Kendin biliyorsun; sana her şey malûm iken ben ne diye konuşayım? Etion'un kutsal şehri Thebes'e gitmiştik, onu yıkıp yaktıktan sonra, onda neler varsa hepsini götürmüştük; sonra o ganimetleri Ahaya oğulları aralarında gereği gibi paylaştılar; Atreoğluna güzel Hryseis'i ayırmışlardı. Sonra uzağa atan tanrı Apolion'un duacısı Hryseis, tunç cebeli Ahaylıların tez yürüyüşlü gemilerinin yanına geldi; kızını cariyelikten kurtarmak için çok kıymetli kurtarmalıklar getirmişti; elinde de, altın asasının üstünde Okçu tanrı Apollon'un tacını tutuyordu; bütün Ahaylılara ve en çok iki Atreoğluna yalvardı. Öbür Ahaylıların hepsi haykırıştılar: Duacıya saygı gösterilsin! Kıymetli kurtarmalıklar kabul edilsin! Ama bu, Atreoğlu Agamemnon'un hoşuna gitmedi. Kabalıkla, sert sert emirler vererek Hryseis'i kovdu. İhtiyar kaygılanmış olarak oradan uzaklaştı, onu çok seven Apollon duasını dinledi ve Argoslular üzerine zalim oklar attı; geniş Ahaya ordugâhına her yandan yağan oklardan insanlar kırılmaya başladı. O zaman herşeyi bilen kâhin, bize Okçu tanrının niyetlerini açıkladı. Ben ilk olarak, gecikmeksizin tanrıyı yumuşatmak öğüdünü verdim. Bunun üzerine Atreoğlu hırçınlaştı, hemen ayağa kalkarak bugün yerine getirilmiş bulunan bir tehdit savurdu: Bu saatte, gözleri ateşli Ahayalılar, zarif yapılı bir gemi üzerinde Hryeis'i Hryses'e götürüyorlar, Apollon tanrıya da kurbanlar götürüyorlar. Az önce ise çavuşlar gelip şerefpayı olarak bana verilmiş olan Briseis kızı barakamdan alıp götürdüler. 24/555 Sen şimdi, anne, yiğit oğlunun yardımına gelmez misin? Olympos'a bir uğra, Zeus'a yalvar; vaktiyle sözlerinle ve hareketlerinle gönlünü edebilmişsen... Babamın sarayında, çok kere, bununla kıvandığını hatırlıyorum. Bütün ölümsüzler arasında, tek başına, kara dumanlı Kronosoğlunu bir hakaret belâsından nasıl kurtarmış olduğunu söylerdin. Öyle bir zamandı ki, Olympos tanrıları, Here, Poseidon, Palas Athene, hepsi Kronosoğluna zincir vurabileceklerini sanıyorlardı. Ama sen, tanrıça, sen ona geldin ve onu zincirlerden kurtarabildin: Çabuk Olympos tepelerine haber salarak yüz kollu canavarı getirttin; buna tanrılar Briose, ölümlüler ise Egeon derler, babasından bile daha güçlü kuvvetli olduğunu söylerler. Bu canavar yetişerek Kronosoğlunun yanına, şan ve gurur içinde, oturdu. Mutlu tanrılar onu görünce korktular ve zincir vurrna dâvasından el çektiler. Bugün bütün bunları ona hatırlat, yanına otur, dizlerini kucakla: Acaba Troyalılara yardım etmek lûtfunda bulunmaz mı? Kırılıp geçirilen Aharlıları, gemilerinin kıçından itip denize süremez mi? Böyle olsun ki, hepsi Hanlarının mürüvvetini görsünler; kendi de, Atreoğlu kudretli Agamemnon Han, Ahaylıların en yiğidine saygı göstermemekle nasıl bir çılgınlık etmiş olduğunu anlasın! O zaman Thetis, ağlıyarak ona cevap verdi: 25/555 — Ah, yavrum, seni büyütmekle ben ne talihsiz ana imişim? Neden, gemilerinin yanında, gözyaşları dökmiyerek ve cefalar çekmiyerek, oturup safa sürmedin? Çünkü kaderin sana uzun günler değil, ancak kısa bir ömür bağışlamıştır. Peki, kendim Olympos'a çıkıp şikâyetini gürler sesli Zeus'a götüreceğim; bakalım, dinliyecek mi? Şimdi sen Ahaylılara karşı öfkeni tut, tez yürüyüşlü gemilerinin yanında oturup şartsız bir kararla, dövüşmekten vazgeç. Zeus, dün kusursuz yanık yüzlülerin vereceği bir ziyafette bulunmak üzere Okeanos'a doğru yola çıkmış, bütün tanrılar da onunla beraber gitmişler. Olympos'a on iki gün sonra dönecek. O zaman eşiği tunçtan sarayının yolunu tutacağım, dizlerine kapanacağım, beni dinleyeceğine inanıyorum. HRYSEİS HRYSE'DE Böyle dedikten sonra çekilerek onu yalnız, yüreği öfkeli, güzel kemerli kadını düşünür bıraktı: Elinden zorla çekip kaçırdıkları kadını. Bu ara Odysseus, Hyrse'ye ulaşmış, kutsal yüzlük kurbanı götürmüştü .Gemi limana girip kıyıya bağlandıktan sonra, karaya 26/555 indiler. Hryseis te gemiden çıktı. Çok hünerli Odysseus, onu tapınağa ileterek babasının eline teslim etti, ve şöyle dedi: — Hryses, beni Agamemnon Han buraya, kızını getirmek ve Foebos'a Danaoslular adına kutsal bir yüzlük kurban sunmak üzere gönderdi; Argoslular üzerine, onları hıçkıra hıçkıra inleten musibetler salan tanrıyı yumuşatmak arzusundayız. Böyle dedi, ve Hryses kızına kavuştuğundan, gönlü şad oldu. Onlar için, yüksek sesle, elleri göğe uzanmış, dua etti. — Beni dinle, gümüş yaylı tanrı, Hryse'yle tanrısal Killa'yı koruyan, Tenedos'ta hüküm süren tanrı! Bundan önce duamı kabul ederek bana saygı göstermiş, Ahaylıların ordusuna ağır vuruşlar indirmiştin; şimdi de dileğimi yerine getir: Danaosluların üstünden ziyanlarına katlanılmaz musibeti uzaklaştır. Böyle deyip dua etti; Foebos Apollon da duasını kabul etti. Hemen düzen gözetilerek, güzel bir tapınak başında, tanrıya sunulacak kurbanın hazırlıklarına geçildi. Arpa tanelerini saçtılar, hayvanları kaldırıp boğazladılar, derilerini yüzdüler, parçaladılar, butları ayırdılar, iki yandan iç yağı ile örttüler, sonra üstlerine çiğ etler 27/555 yerleştirdiler. Ondan sonra onları, ihtiyar, yanmış kütükler üzerinde kızarttı, üstlerine ateş yüzlü şarabı saçtı; yanında ise gençler ellerinde beş dişli çatallar almışlardı. Butlar kızardıktan sonra, önce içirikleri (sakatları, ahşayi) yediler. Kalan etleri güzelce doğrayıp şişlere geçirdiler, büyük dikkatle kızartıp hepsini ateşten çektiler. Şölen (ziyafet) hazırlandı; yediler, içtiler; payını almamış kimse kalmıyan bu törende, gönüller neş'e ve sevinç içinde idi. Ondan sonra herkesin sağrağına doldurulan şarapla tanrılara saçı kıldılar. Bütün gün Ahaylıların oğulları, tanrıyı yumuşatmak için, koro halinde güzel Bean ilâhisini okudular, uzağa atan tanrının sanını göklere yükselttiler. Onları dinleyen tanrının da gönlü şad oldu. O sırada güneş batıp ortalık karardı; geminin halatları yanında uzandılar; sonra, sabahleyin, gülparmaklı Şafak doğar doğmaz, Ahaylıların geniş ordugâhına ulaşmak üzere denize açıldılar. Uzağa atan tanrı Apollon, yollarına elverişli rüzgârı estirdi. O zaman direği diktiler, beyaz yelkenleri açtılar. Rüzgâr dopdolu yelkeni şişiriyor, köpüklü deniz dalgaları yankılanıyordu. Gemi bu elverişli gidişle Ahaylıların geniş ordugâhına ulaşarak kıyıya yanaştırılıyor; karaya çekilerek destekleniyordu. Ondan sonra gemiciler de dağılarak barakalarına çekildiler. OLYMPOS'TA 28/555 O sırada, tez yürüyüşlü gemilerinin yanında, tanrısoyu Peleoğlu ayağına çabuk Ahilleus, hep gönlü öfkeli, oturuyordu. Ne insanın şanını arttıran Derneğe, ne de savaşlara giriyordu. Az sonra, onikinci şafak doğduğu zaman, daima var olan mutlu tanrılar, hepsi beraber, Olympos'a döndüler, başlarında Zeus olduğu halde. O zaman oğlunun dileklerini unutmayan Thetis, denizin dalgaları arasından çıkar ve tan ağarırken geniş göğe ve Olympos'a doğru uçar. Orada, gür sesli Kronosoğlunu Olympos'un en yüksek tepesine yalnız başına çekilmiş buldu. Ayaklarına çömeldi, dizlerine sarıldı, sağ eliyle çenesini okşadı ve yalvararak Kronosoğlu Zeus Hana şöyle dedi: — Zeus baba! Eğer vaktiyle, ölümsüzler arasında, sözle veya işle, senin hizmetinde bulunabildimse, sen de şimdi benim gönlümü hoşnut et: Oğluma başkaları arasında şeref bağışla ki, kaderinde yakın ölmek vardır. Şu saatte, budunlar Hanı Agamemnon ona hakaret etmiş, şeref payını bir başına elinden almış, hakkını gasbetmiş bulunmakta. Oğluma şimdi saygı göstermek, ey Olympos'un çok tedbirli Zeus'u, sana düşer! Zaferi Troyalılara ver, Ahaylılar oğlumu sayıp şerefini yükseltinceye kadar. Öyle dedi, bulut devşiren Zeus hiç cevap vermedi, tahtının üstünde susup durdu. Thetis, dizlerine sarılmış olarak, ona ikinci defa yalvardı: 29/555 — Sana yalvarırım, gerçek bir söz ver bana, vâ'dini alnının bir işaretiyle de kuvvetlendir; veya «hayır» de! Senin için bunda çekinecek bir şey yok. Ben de bari, bütün tanrıların en şerefsizi olduğumu bileyim. Bu sözlere bulut devşiren Zeus birden çok kızarak cevap verdi: — Bu iş kötüye gidiyor! Benimle Here arasında yine bir kavga çıkacak, onun gelip hakaretli sözlerle çıkışacağı gün. O, hiç sebepsiz de gelip ölümsüz tanrılar arasında benimle atışmadan geri kalmıyor: Hep, «Troyalılara yardımın dokunuyor» dâvası! Sen şimdi çekil, git. Here burada görmesin. Dilediğini yerine getirmek işini sen bana bırak, işte vâ'dimi, hatırın için, alnımın işaretiyle de kuvvetlendiriyorum. Artık bana inanabilirsin; çünkü ölümsüzler arasında bundan büyük güven verici yolun yoktur. Başımı eğip kabul ettiğim, işaret verdiğim her şey benim için dönülmez, hileye götürülmez, ihmal edilmez bir karardır. Böylece anlaştıktan sonra, ayrıldılar. Thetis, Olympos'un yukarısından uçarak derin denize atladı, Zeus da konağına doğru yürüdü. Bütün tanrılar oturdukları yerden, hep birden, kalkıp Zeus babayı karşıladılar. O, hepsini karşısında ayakta buldu; hemen tahtına geçip oturdu. Fakat hiç aldanmıyan Here, bir bakışta, Deniz 30/555 ihtiyarının kızı, gümüş ayaklı Thetis'in gelip onunla başbaşa kurdukları plânı sezindi ve hemen iğneleyici sözlerle Kronosoğluna çıkıştı: — Yine hangi tanrı ile gizli gizli oturup sözbirliği ettin, hain? Daima, ben yanında yokken, başkalarıyla oturup gizli gizli kararlar vermekten pek hoşlanırsın. Hiçbir zaman ne yapmak niyetinde olduğunu önceden bana açmak âdetin değildir. Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası şöyle cevap verdi: — Here, benim bütün düşündüklerimi öğrenmek ümidine kapılma. Eşim olmakla beraber, buna erişmek senin için de çok zordur. Öğrenilmesi caiz olan işleri, senden önce, ne tanrılardan, ne insanlardan kimse işitecek değildir. Başka tanrılardan ayrı, kendi kendime, yapmak istediğim işler üzerine ne bir şey sor, ne bir araştırmada bulun. Buna karşı iri gözlü Here sultan cevap verdi: — Tanrıların en müthişi Kronosoğlu! Ağzından çıkanlar nasıl sözlerdir böyle? Şimdiye kadar senin işlerin üzerine ne sual sormuş, ne araştırmalarda bulunmuşumdur; rahat rahat istediğin gibi düşünmene 31/555 ve istediğini yapmana karıştığım yoktur. Fakat bugün, yüreğimde bir şüphe var: Deniz ihtiyarının kızı gümüş ayaklı Thetis'in buraya gelip seni kandırmış olmasından korkuyorum. Seziyorum ki, o, tan ağarırken gelip ayaklarına çömeldi, dizlerine sarıldı ve senden, Ahilleus'a şeref vermek için, Ahaylıların binlerce ve binlerce helak olmasına söz kopardı ve vâ'dini, geri alınmaz bir karar olduğuna başının işaretiyle de kuvvetlendirdi. Ona, bulut devşiren Zeus şöyle cevap verdi: — Hay cin akıllı tanrıça! İşin gücün hep hayal kurmak, şüpheye düşmek! Benim hiç bir şeyimi kaçırmıyorsun. Fakat ne yapsan bir şey kazanamazsın, gönlümden biraz daha uzaklaşmaktan gayri. Eğer söylediğin sözler dediğin gibi olmuşsa, böyle olmasını gönlümle istediğime şüphe kalmaz. Öyleyse, otur yerine de sesini çıkarma. Olympos'un bütün tanrıları hiçbir işine yaramaz, eğer yaklaşır da ağır, korkunç ellerim senin üstüne uzanırsa. Böyle dedi ve iri gözlü Here sultan korktu, sesini çıkarmadan oturdu, gönlünü tutmağa çalıştı. 32/555 Zeus'un sarayında göksoyu tanrılar öfkelendi. Bu sırada ünlü sanatçı Hefaestos onlarla konuşmağa başladı. Sevgili annesinin, beyaz kollu Here'nin gönlünü neşelendirmek istiyordu: — Eğer ikiniz, birbirinizle ölümlüler için böyle atışıp durur, gürültünüzle tanrıları rahatsız ederseniz iş büsbütün fenalaşıp çekilmez hale gelecek! Ben anneme, kendi çok akıllı olmakla beraber, bir öğüt vermeğe cesaret ediyorum: Zeus'u hoşnut etmeğe çalışsın ki babamız da bir daha onunla kavga etmesin, bizim de derneğimizin tadını kaçırmasın. Ya şimşek fırlatan Olympos'lu onu da tepeden aşağı fırlatmak istediğini bir duyarsa!... Çünkü o, çok daha kuvvetlidir. Hadi, git, tatlı diller dökerek onun gönlünü yumuşatmağa çalış; böyle yaparsan, Olympos'lu hepimizi ağırlamada kusur etmez. Böyle dedi ve hemen sıçrayıp iki kulplu sağrağı annesinin eline vererek sözüne devam etti. — Hadi, bir dene, anne! Çok kaygılı olsan da yine katlan! Seni pek çok sevdiğim için dayak yediğini görmek istemem! Çünkü o zaman, ne kadar üzülsem sana yardımım olamaz. Olympos'lu tanrı ile savaşmak zor iş! Bir kere daha seni korumak istemiştim de beni bacağımdan yakaladığı gibi kutsal eşikten uzağa, fırlatmıştı! Bütün gün havada yüzdüm, akşam üstü Lemnos'a düştüm. Bir nefes alıp vermekten başka bende hayat kalmamıştı. Orada, yere iner inmez, beni Sintliler kaldırıp kurtarmıştı. 33/555 Böyle diyerek Here'yi güldürdü. Beyaz kollu tanrıça, dudağında gülümseme, oğlunun uzattığı nektar dolu sağrağı aldı. Ondan sonra Hefaestos sağa sola koşarak bütün tanrıların sağraklarına, testiden, boşalttığı nektarı dağıtmakla meşgul oldu. Onun bu manzarası tanrılar arısında uzun kahkahalar doğurdu. İşte böyle, bütün gün, günbatımına kadar, cümbüşleri sürdü. Hepsi bol bol paylarını almış, gönülleri şad olmuştu. Bir yandan da Apollon'un ellerindeki mükemmel kitardan ve müzlerin güzel seslerinden nöbet nöbet yükselen türküleri dinliyorlardı. Nihayet, güneşin parlak ışığı batınca uykuları gelerek her biri, ünlü bilgiç düşünüşlü, topal Hefaestos'un kendisine yapmış olduğu konağa çekildi. Olympos'lu, şimşek fırlatan Zeus da, âdeti üzere uyuyacağı yatağın yolunu tuttu, tatlı uykunun zamanı gelmişti. Yatağa çıktı ve uzanıp dinlendi, yanında altın tahtlı Here vardı. 34/555 ŞAN : II RÜYA Tanrılar ve savaş arabaları sahibi insanlar, bütün gece uyuyorlardı. Yalnız Zeus'un gözüne tatlı uyku girmemişti. Aklıyla düşünüyordu: Ahilleus'un şerefini yükseltmek için Ahaylıları gemilerinin yanıbaşında binlerle nasıl mahvedecekti? Sonunda en iyi bulduğu tedbir: Agamemnon'a uğursuz Rüya'yı yollamak oldu ve seslenerek kanatlı sözler söyledi: — Uğursuz Rüya, hemen yola çıkıp Ahaylıların tez yürüyüşlü gemilerine git. Atreoğlu Agamemnon'un barakasına gelince, kendisine, söylediklerimin hepsini —hiç değiştirmeksizin— söyle. Kesin olarak ona emret: Başları saçlı Ahaylıları, hemen, tezlikle, silâh başına çağırsın! Troyalıların geniş şehrini almak saati gelmiştir. Olympos' ta konakları olan ölümsüzler arasında artık dilek ayrılığı kalmamıştır, çünkü Here yalvararak hepsine kendi dileğini kabul ettirmiştir. Troyalıları bundan sonra kaygılar, acılar beklemektedir. Böyle dedi ve Rüya, emri alır almaz, yola çıktı. Çarçabuk Ahaylıların tez yürüyüşlü gemilerine geldi. Atreoğlu Agamemnon'u, barakasında, tanrısal uykuya dalmış buldu. Başucunda durdu; Neleoğlunun, ihtiyarlar arasında Agamemnon'un en çok saydığı Nestor'un çehresine girmişti. Onun kılığında olarak göksel Rüya seslendi: — Yatıyorsun, Atreoğlu, cesur at terbiyecisi? Mecliste oy sahibi bir kahraman, gece boyunca uyumamalıdır: Bunca insanlar ona emanet, bunca işlere bakmak onun boynunda iken. Bil ki, ben sana Zeus'tan haber getiriyorum. Zeus, senin için uzaktan düşünüp çok kaygılanıyor, sana acıyor. O, sana emrediyor: Başları saçlı Ahaylıları, hemen, tezlikle silâhlıyasın! Troyalıların geniş şehrini almak saati gelmiştir. Olympos'ta konakları olan ölümsüzler arasında artık dilek ayrılığı kalmamıştır: Here, yalvararak. kendi dileğini hepsine kabul ettirmiştir. Bundan sonra Troyalıları kaygılar, kederler beklemektedir. Zeus böyle istiyor. İşi başında iyi tut. Sakın, tatlı uyku dağılınca unutmıyasın. Öyle deyip çekildi: Onu, hiçbir zaman gelmiyecek bir geleceği gönlüyle düşünmek üzere terketti. Hemen, o günü Priam'ın şehrini alabilmek hayaline düştü, zavallı akılsız! Zeus'un neler kurmakta olduğundan; Ahaylılara da Troyalılara da, canlar yakan kavgalar arasında, daha ne kaygılar, ne kederler sakladığından haberi yok! Uykusundan uyandı. Tanrısal haberi getirenin sesi hâlâ havaya yayılmış duruyordu. Yatağının içinde doğrulup oturdu; az sonra kalkıp yumuşak, yeni, güzel bir entari giydi, onun üstüne bol bir kaftan geçirdi. Parlak ayaklarına güzel sandallar bağladı; omuzlarına gümüş çivili kılıcını astı; nihayet atalardan kalma, hiç bozulmaz asayı eline aldı ve elde asa, tunç cebeli Ahaylıların gemilerine doğru yürüdü. O anda tanrısal Şafak, Zeus'a ve bütün ölümsüzlere günü haber vermek için Olympos'a yükseliyordu. 36/555 Agamemnon gür sesli çavuşlara bütün başları saçlı Ahaylıları Derneğe çağırmak emrini verdi. Bir yandan çavuşları çağırıyor, öbür yandan çabucak çağrılanlar toplanıyordu. İHTİYARLAR DERNEĞİ Agamemnon, en önce, ulu gönüllü ihtiyarları, Pylos kralı Nestor'un gemisi yanında, Dernek toplantısına çağırdı, çağırırken de ince bir tedbir düşünüyordu: — Dostlar, dinleyin. Uykumda bana gökten Rüya geldi, tanrısal gece içinde. Tamamıyla tanrısoyu Nestor'a: Çehrece, boy boşça, tıpkı ona benziyordu. Başucumda durdu, bana şunları söyledi: «Yatıyorsun, Atreoğlu, cesur at terbiyecisi? Dernekte oy sahibi bir kahraman gece boyunca uyumamalıdır: Bunca insanlar ona emanet, bunca işlere bakmak onun boynunda iken. Bil ki, ben sana Zeus'tan haber getiriyorum. Zeus senin için uzaktan düşünüp çok kaygılanıyor, sana acıyor. O, sana emrediyor: Başları saçlı Ahaylıları, hemen tezlikle silâh başına çağırasın! Troyalıların geniş şehrini almak saati gelmiştir. Olympos'ta konakları olan ölümsüzler arasında artık dilek ayrılığı kalmamıştır: Here, yalvararak kendi dileğini hepsine kabul ettirmiştir. Bundan sonra Troyalıları kaygılar, kederler beklemektedir. Zeus böyle istiyor. İşi başında iyi tut.» Rüya bunları söyledikten sonra uçarak kayboldu; ben de o anda tatlı uykudan uyanıyordum. Şimdi, haydin, bakalım, Ahaylıların oğullarını silâh başına nasıl çağıracağız? Ben, en önce, diller dökerek onları denemeyi uygun buluyorum: Kürekleri düzgün gemilerine binip buradan kaçmağa davet edeceğim; sizler de 37/555 ayrı ayrı onları tutacak, durup harbetmeğe kandıracak sözler bulur, söylersiniz. Böyle deyip oturdu. Bunun üzerine kumsal Pylos'un kralı Nestor kalktı, uslu akıllı bir dille söz alarak şöyle dedi: — Dostlar, Argosluların kılavuzları ve başları, herhangi bir başka Ahaylı, bize bu rüyayı anlatsaydı, onda ancak bir hile, bir tuzak sezinirdik, güvensizlik gösterirdik. Fakat rüyayı gören, bütün Ahaylılar arasında en birinci er olmakla övünen adamdır. O halde, haydin, onun dediği gibi, Ahaylıları silâh başına nasıl çağırabileceğimize bakalım. Bunu deyip ilk olarak dernekten çıktı. Arkasından asa sahibi bütün Hanlar da, budunlar çobanı Agamemnon'a itaat ettiler. UMUMİ DERNEK Adamlar koşarak gelmeğe başlamışlardı bile. Arılar, oyuk kayanın içinden, sürü sürü nasıl çıkarlar ve her an yenileri dalga dalga nasıl üşüşürse, bir salkım olup az sonra bahar çiçekleri üstüne, kimileri bu yandan, kimileri öbür yandan, nasıl uçup atılırsa tıpkı onun gibi, gemilerden ve barakalardan sayısız adamlar çıkıyor, grup 38/555 grup toplanıp deniz kıyısına ilerliyor, dernekte yer almağa koşuşuyordu. Aralarında Zeus'un habercisi Ses kulaktan kulağa yayılan haber yollarını aydınlatıp kılavuzluk ediyordu; nihayet toplanılabilmişti. Dernek dalgalanmada, yer savaşçı erlerin altında inlemede, kargaşalık hüküm sürmede. Dokuz çavuş haykırarak yığınları susturmağa çalışıyor, uğultu kesilmiyor, Zeus soyu Hanları dinlemeğe bir türlü yol bulunmuyordu. Büyük güçlüklerle nihayet herkes yer bulup oturmuş, uğultu dinmişti. O zaman Agamemnon Han ayağa kalktı, elinde vaktiyle Hefaestaos'un işlemiş olduğu asayı tutuyordu. Bu asayı Kronosoğlu Zeus habercisi Hermes'e vererek budunlar çobanı Atreus'a yollamıştı. Ölen Atreus'tan, asa, sürüleri, zengin Thiest'e, ondan da, sayısız adalar ve bütün Argos ili üzerinde hüküm sürmesi gereken Agamemnon Hanın ellerine geçmişti. Şimdi, bu asaya dayanarak Argoslular Derneğinde şöyle konuştu: — Kahraman Argoslular, Ares'e hizmet eden dostlarım! Kronosoğlu Zeus beni korkunç bir felâket tuzağına düşürdü. Vaktiyle bana tekrar tekrar söz vermişti ki, ancak hisarları sağlam İlion'u alıp talan ettikten sonra memlekete dönecektim. Meğer bana fena bir pusu kuruyormuş! Şimdi işte beni Argos'a dönmeğe çağırıyor: Alnımda, boşuna bunca insanları mahvetmiş olmak şerefsizliği olduğu halde! Ne çare! Zeus böyle istiyor, kudreti sonsuz Zeus ki bunca Hanın başından tacını almış, daha da başkalarının başından alacaktır; çünkü güçte kuvvette 39/555 en üstün o'dur! Gelecek nesillere miras olarak ne büyük bir utanç bırakacağız! Ne yazık ki, böyle büyük ve güzel bir Ahaylılar ordusu kendinden sayıca aşağı bir düşmana karşı yaptığı boş savaşlar ve dövüşler ortasında kıvranıyor, sonunun nereye varacağı da bilinmiyor! Evet, tutalım ki, hepimiz, Troyalılar ve Ahaylılar, aramızda yeminli bir anlaşma ile birbirimize bağlandıktan sonra karşılıklı sayımızı anlamak istedik ve bu sayışmada biz Ahaylılar, onarlı gruplara ayrıldık ve her grubumuz için Troyalılardan saki olarak bir kişi almağa kalktık... emin olun, bazı onarlı gruplarımız sakisiz kalacaktır! Tekrar söylüyorum, Ahaylılar, sayıca, bu şehirde oturan Troyalılardan o kadar daha çoktur. Fakat bu karşılaştırma şehirde oturanlara göredir, onların müttefikleri vardır: Her memleketten gelmiş, mızrak, kargı savaşında usta insanlar, işte beni hedefimden çok uzağa atanlar bu müttefiklerdir. Şimdiden ulu tanrının dokuz yılı geçmiştir; gemilerimizin ahşap kısmı çürümüş, halatları gevşemiştir. Evlerimizde, konaklarımızda karılarımız, çocuklarımız dönüşümüzü beklerler, buraya gelişimizin hedefine erişilmemektedir. O halde, haydin, hepimiz benim dediğim gibi yapalım, gemilerimize binip yurdun sahillerine doğru kaçalım. Saati geçmiştir. Geniş Troya şehri bizim olmıyacaktır. Böyle dedi, ve çokluğun, derneğe girmiyen yığınların yüreklerini göğüslerinde coşturdu. Bütün dernek kabarık dalgalı bir deniz gibi çalkandı. Evros ve Notos rüzgârları Zeus babanın bulutlarından sıçrıya sıçrıya çıkıp İkar denizinde fırtına kopardıkları gibi; veya Zefyr rüzgârının yüksek ekin tarlalarını sarstığı başakları büküp dalgalandırdığı gibi; bütün Dernek baştanbaşa böyle çalkalanmış, dalgalanmıştı. Naralar atarak gemilere koşuyorlar, ayaklarının altından toz bulutları havaya kalkıyordu. Yarışırcasına, gemileri kaldırıp tanrısal denize kadar götürmeğe girişmişlerdi. Tekneleri kaydırmak için gereken çukurları bile kazmışlardı. Sılaya dönüş arzularını anlatan naraları göklere çıkıyordu. Gemilerin dayandığı uzun 40/555 payandaları çekiyorlardı. Böylece, saati çalmadan, Argosluların dönüşü meydana gelebilirdi, eğer, o ara, Here, şu sözlerle Athene'ye hitap etmeseydi: — Eyvah! Elinde Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, yorulmak bilmez tanrıça! Demek ki böyle, Argoslular, denizin geniş; sırtı üzerinde, vatanlarına kaçacaklar; Priam'a ve Troyalılara zaferlerinin ispatı olarak, Argoslu Helene'yi; Uğrunda Troya kavgalarında bunca Ahaylıların can verdiği tanrı soyu kadını bırakıp gidecekler! Haydi, saat tezlik istiyor! Tunç cebeli Ahaylıların ordusuna koş, gönülleri kandırıcı sözler her savaşçıyı yumuşatıp tutmağa çalış; iki karınlı gemilerini denize indirmelerine yol verme. Böyle dedi; çakır gözlü tanrıça da itiraz etmedi, Olympos'un tepelerinden havalanıp çarçabuk Ahaylıların tez giden gemilerine ulaştı. Orada, akılda tedbirde Zeus'un eşi Odysseus'ü buldu. Hareketsiz duruyor, köprüleri güzel kara gemilerine el sürmeği aklına getirmiyordu: Kaygı gönlünü tutmuş, gayretini kesmişti. Çakır gözlü tanrıça, ona yaklaşarak şöyle dedi: — Tanrısoyu Laertesoğlu, çok hünerli Odysseus! Demek ki böyle, yurtlarımıza, sevgili vatan sahillerine kaçmak için gemilerinize atılıyor, Priam'a ve Troyalılara, zaferlerinin delili olarak, Argoslu Helene'yi: Uğrunda bunca Ahaylıların Troya kavgalarında can verdiği tanrısoyu kadını bırakıp gidiyorsunuz! Haydi, saat tezlik istiyor! Ahaylılara koş, gönülleri kandırıcı sözlerle savaşçıları yumuşatıp 41/555 tutmağa çalış, iki yandan karınlı gemilerini denize indirmelerine yol verme. Böyle dedi. Kendisiyle konuşan tanrıçayı sesinden tanıyan Odysseus, hemen koşmağa başladı, çıkarıp attığı kaftanını arkasından gelen çavuşu İtakeli, Evribat yerden aldı. Kendi, böyle koşa koşa, Atreoğlu Agamemnon Hanın önüne gelir; ellerinden atalardan kalma, hiçbozulmaz asayı alır, ve asa elde tunç cebeli Ahaylıların gemilerine doğru yürür. Arada bir, krala veya seçkin bir kahramana rastgeldikçe yaklaşıyor, gönül kandırıcı sözlerle tutmağa çalışıyordu. — Hay tanrı soyu hay! Seni bir korkak yerine koymak hiç yakışık almaz, ama inan bana: Oturduğun yerde otur, başkalarını da tutmağa çalış. Daha Atreoğlunun tam olarak ne düşündüğünü bilmiyorsun. O, şimdilik Ahayoğullarının deniyor, fakat çok geçmeden hışımla çarpabilir de. Mecliste hepimiz bulunmadığımız için ne demiş olduğunu işitmiş değiliz. Onu öfkelendirmekten sakınalım, Ahayoğullarına sert davranmak zorunda kalmasın. Zeus dölü Hanların hışmı müthiş olur. Öyle bir krala şan, şeref Zeus'ten gelir, akıllı tedbirli Zeus onun hatırını çok sayar. Halktan birini gördüğü ve nâra atarken yakaladığı zaman ise elindeki asa ile vurur, ve azarlayıcı sözler söyler: 42/555 — Hay cin çarpmış hay! Oturduğun yerde otur, senden daha değerli olanların öğütlerini dinle. Sen değersizin, korkağın birisin; ne kavgada, ne dernekte adının anıldığı var. Burada, Ahaylılar arasında herkes krallık davasında olmamalıdır. Bir yerde fazla başın bulunması hiç iyi değildir. Han, baş tek bir kişi olmak gerek. Hilebaz Kronosoğlu kimin Han olmasını isterse, ona asa vererek bildirir: İşte yalnız o, baş olmalıdır. Odysseus, böyle, bir şef gibi konuşarak ordu içinde bir yatışma sağladı. Yeniden, gemilerden ve barakalardan Derneğe koşuşan adamların gürültüleri işitiliyordu: Fırtınalı bir denizin boylu boyunca kıyılara çarpan dalgalarından yükselen uğultular ve açıktaki geniş denizden gelen gürlemeler gibi. Nihayet, yerleşebildikleri yerlerde rahat oturup sustular. Yalnız arlanmaz Thersit ölçüsüz zevzekliklerle söyleniyordu. Kafası yakışmaz lâflarla dolu idi: Hanlara çıkışıyor, ileri geri, ağzına ne gelirse, savurmaktan sıkılmıyor; halkı güldürmekten başka bir şey aramıyordu. İlion'a gelenler arasında en çirkin, en biçimsiz adam budur: Bacakları çarpık, bir ayağı topal, kambur omuzları çökmüş, sivrilmiş kafatasında saç namına tektük kıllar. En çok atıştığı Ahilleus ile Odysseus ondan iğreniyorlardı. Bu sefer tanrısal Agamemnon'a, kulağı tırmalıyan seslerle çıkışıyor, terbiyesizlikler savuruyordu. Doğrudur, Ahaylıların gönüllerinde Agamemnon'a karşı bir kin, büyük bir hınç vardır, fakat o, Thersit bağırarak krala hakaret ediyordu: 43/555 — Atreoğlu daha nelerden şikâyetin, daha nelere ihtiyacın var? Barakaların tunçla dopdolu, karılarla tıklım tıklım. Bu en seçkin ganimetleri, biz Ahaylılar, ayırır, sana veririz her ne zaman bir şehir alınırsa. Daha nelerdir istediklerin? Altın mı? At cambazı Troyalıların esir düşecek oğullarını kurtarmak için kurtulmalık olarak getirecekleri altın mı? O esiri tutan, bağlayıp getiren benim, veya başka bir Ahaylıdır; kurtulmalık altınını sen alırsın. Yoksa bir Ahaylının tuttuğu cariyeyi, kollarıyla kucaklamadan sana getirmesini mi istiyorsun? Hayır! Ahayoğullarını felâketlere sürüklemek bir krala yakışmaz! Hey, sizler, korkaklar, değersizler, Ahaylı kanlar! Sizlere artık Ahaylılar diyemiyeceğim. Hey, sizlere söylüyorum, gemilerimize binip sılaya dönelim, onu Troya'da bırakalım, şeref paylarını rüyalarında görsün. Ona artık yardım etmiyelim de yalnız başına ne olduğunu kendi görsün. Ahilleus gibi kendisinden çok daha değerli bir kahramana hakaret etmesini öğrensin! Kendi keyfi için kahramanın şeref payını elinden almış, hakkını gaspetmiştir. Ahilleus çok sabırlıdır, yüreğinde hınç yoktur, yoksa çoktan son hakareti bu olurdu! Thersit, boyuna, böyle konuşarak budunlar çobanı Agamemnon Hanla bir atışma çıkarmak istiyordu. Fakat çabuk tanrısal Odysseus yanına gelerek sert sözlerle onu hırpaladı: — Thersit, sen abuk sabuk saçmalıyan bir hatip olabilirsin, fakat zevzekliğin baş ağrıtıyor artık. Sen, bir başına, krallara çıkışmak hevesinden vazgeç. Sana ben söyliyeyim: İlion'a Atreoğullarıyla birlikte gelenler arasında senden korkak, senden değersiz kimse yoktur. Sen konuşurken dikkat et, kralları öyle fazla ağzına alma, onlara atıp tutma, ve bizim dönüşümüzle fazla meşgul olma. Biz işlerin nasıl bir yol tutacağını iyi bilmiyoruz daha: Ahayoğulları memlekete 44/555 yenilmiş mi dönecek, galip mi? Bu, daha o kadar belli değil. Atreoğlu, budunlar çobanı Agamemnon'a küfretmekten sıkılmıyorsun, bilmiş ol ki, bir daha bu zevzeklikte bulunursan kellemi keserim, Telemahos'un babası olmıyayım eğer seni yakalamazsam, üstündeki paçavraları atıp çırılçıplak etmezsem, erkeklik âletlerin meydanda, seni utandırıp ağlatmazsam; dayak atarak seni dernekten dışarı fırlatıp atmazsam! Böyle dedi ve elindeki asa ile arkasına, çökmüş omuzlarına vurdu. Thersit sırtını büsbütün büzdü, gözlerinden iri yaşlar aktı, altın asa, kamburunu kanatmıştı. Korku içinde oturdu, gözlerinin yaşını sildi. Öbürleri, yığınlar, bundan hoşlanmadılarsa da gülmekten de kendilerini alamadılar. Birbirlerine dönerek şöyle diyorlardı: — Odysseus bize iyi öğütler vererek veya kavgada kılavuzluk ederek, çok hizmetler etmiştir. Ama bu sefer, Argoslulara en büyük iyilikte bulundu; şu terbiyesiz zevzeğin ağzını kapattı. Artık ulu gönüllü krallara küfretmek hevesinde olmıyacaktır, sanırız. Halk böyle diyordu. O sırada, şehirler talancısı Odysseus, elinde asa kalktı, yanında çakır gözlü tanrıça Athene, bir çavuşun çehresine ve kılığına girmiş, yığınları susmağa davet ediyordu: Gerek ön, gerek arka sıradan Ahay çocukları Odysseus'ün söyliyeceklerini işitsinler ve akıllarıyla düşünsünler diye. Uslu akıllı bir dille söz alarak şöyle dedi: 45/555 — Atreoğlu, büyük Han! Şimdi, Ahay çocukları, seni şerefi kırılmış bir insan halinde görmek istiyorlar; bu memlekete gelmek için, at, kısrak yatağı Argos'tan çıktıkları zaman sana vermiş oldukları sözü tutmak istemiyorlar. Surları sağlam İlion alınmadıkça yurtlarına dönmemeğe söz vermişlerdi; şimdi ise aralarında inleyip ağlamağa başladılar: Küçük çocuklar ve dul kadınlar gibi. Sılaya kavuşmak arzusu onları bu hale getiriyor. Şüphesiz, başarılacak iş çok zahmetlidir. Yalnız tek bir ay karısından, çocuklarından uzak kalan bir adam, denk yapılı gemisiyle fırtınalara tutulup bütün bir kış evine dönemese, kaygılanıp haykırır; bizimse dokuzuncu gurbet yılımız tamamlanmıştır. Ahaylıların koca karınlı gemilerinin yanında kaygılanıp söylenmelerine bir şey diyemem; bununla beraber, bu kadar uzun süren bir gurbetten sonra eve elleri boş dönmek de utandırıcı bir şey olur. O halde, dostlar, dişlerinizi sıkıp az bir zaman daha kalmak gayretini gösterin ki, Kalhas'ın gerçek bir kâhin olup olmadığını anlıyalım. Olmuş geçmiş bir şey var ki, gönlümüzde saklayıp hatırlıyoruz; siz de hepiniz, hiç olmazsa ölüm tanrıçalarının aranızdan alıp kaldırmadıkları, o vakıanın şahidi olmuş olabilirsiniz. Aulis'te, Priam'a ve Troyalılara felâketi götürmek üzere, Ahaylıların gemileri toplanalı bir veya iki gün geçmişti. Bir pınar başında, kutsal tapınaklar yanında, ölümsüz tanrılara kusursuz yüzlük kurbanlar sunuyorduk; orada, ulu bir çınar ağacının dibinde, temiz, berrak bir su akıyordu. İşte o arada bize müthiş bir alâmet göründü: Bir yılan, korkunç, sırtı kıpkızıl, Olympos tanrısının ışığı ile, bir tapınağın altından çıkarak çınara doğru atıldı. Ağaçta bir kuş yuvası vardı: Küçücük serçe yavruları, en yukardaki bir budağın yeşil yaprakları arasına sığınmışlardı sekiz yavru, analarıyla dokuz kuş. Yılan hepsini yedi; cıvıldaşmaları zavallıcıkların işine hiç yaramamıştı. Ana serçe, yılanın etrafında uçuşup yavrularının felâketine seyirci kalmaktan başka bir şey yapamamış, sonunda yılan onu da kanadından yakalamış, inlete inlete yemişti. Fakat kuşları, sekiz yavru ile anneyi yılan henüz yemiş bitirmişti ki, gözlerimizin önünden kayboluverdi: Hilebaz Kronosoğlu, onu birdenbire taşa çevirmişti! Biz orada, hareketsiz durup hâdiseyi seyretmekte idik! Aklımız ve 46/555 gönlümüzle düşünüyorduk: Nasıl olmuştu da böyle iğrenç bir canavar, tanrıya sunulan yüzlük kurban törenini bozmak üzere önümüze çıkmış ve sonunda taş kesilmişti! İşte o zaman Kalhas kalkıp şu kehanetini bildirmişti: «Niçin böyle durup sesinizi hiç çıkarmıyorsunuz, başları saçlı Ahaylılar! Gözlerinize bu müthiş alâmeti gösteren tanrı, akıllı tedbirli Zeus'tur. Uzayıp gidecek, hâtırası hiç unutulmıyacak hâdiselerin alâ- metidir bu. Yılan sekiz yavru serçe, analarıyla dokuz kuşu yediği gibi, biz de kavgada, o kadar uzun yıllar geçireceğiz. Sonra, onuncu yılda geniş şehri alacağız.» İşte Kalhas böyle söylemişti ve bugün dediği gerçek çıkıyor. Haydin, güzel dolaklı Ahaylılar, burada, az daha kalınız: Priam'ın güzel şehrini almamız mukadderdir. Odysseus böyle deyince, Argoslular yüksekten haykırdılar. Gemiler yankılandı. Tanrısal Odysseus'ün öğüdünü hepsi birden alkışlıyordu. Bunun üzerine Nestor, ihtiyar savaş arabaları sürücüsü, söz alarak şunları söyledi: — Çocuklar, kavgadan hiçbir şey anlamıyan küçük çocuklar gibi oturmuş, boyuna nutuklar söylüyorsunuz. Dönmek isteyenlere soruyorum, söylesinler bana: Aramızda geçmiş olan yeminler, andlaşmalar ne olacak? Bütün tasarlanan şeyler, tanrılara saçılan saf 47/555 şaraplar, karşılıklı sıkılan eller, bütün inandıklarımız ateşe, yele mi verilecek? Oturmuş, bir hiç için, lâflarla atışıyoruz, burada bulunduğumuzdan beri en küçük bir plân bile yapmamışız. Şimdi, Atreoğlu, eskiden olduğu gibi, bükülmez, değişmez iradeni belirtmelisin. Argoslulara canlara kıyan kavgalarda kılavuzluk et. Dönmek istiyen bir iki kişi varsa onları kendi hallerine bırak, öbür Ahaylılardan ayrı otursunlar, dönüşleri üzerine boş hülyalar kursunlar! Size peşin söyliyeyim, bunlardan hiçbir şey çıkmıyacak: Egid kalkanını tutan Zeus'un verdiği söz yalan mı, değil mi bilmeden, Argos'a dönmeğe nasıl kalkılır? Ben size söylüyorum ki, Argoslular gemilerine binip Troyalılara ölümü, felâketi götürmek seferine hazırlanırken, Kronosoğlu sağdan gürlemişti! Bu, hayra yorulan bir alâmettir. Yurda dönmeğe acele edilmesin. Herkes bir Troyalının karısıyla yatmak ümidini kaybetmesin. Argoslu Helene'nin hıçkırıkları, uğradığı şerefsizlik intikamsız kalmasın, içinizde sıla arzusunu gönlünde çılgınca duyan biri varsa, denk yapılı kara gemisini alsın gitsin; ötekilerden önce, o, kaderi olan ölüme ulaşacaktır! Haydi, büyük Han, alâmetlerden iyi ilham almasını bil, ve iyi ilham alanları dinlemeği iyi bil! Sana verecek bir öğüdüm var, atılacak fikir değildir: Agamemnon, cenkçileri memleket memleket ve boy boy gruplara ayır ki, kavgada, memleket başka memleketlere, boy başka boylara dayanak olsunlar. Böyle yaparsan ve Ahaylılar dediğinden çıkmazlarsa erlerden ve Hanlardan kimlerin cesur, kimlerin korkak olduğunu bileceksin. En son şehri almana engel olanlar tanrılar mıdır, yoksa korkak ve harp sanatında cahil oldukları için insanlar mıdır, bunu da anlıyacaksın. Agamemnon Han buna karşı şöyle cevap verdi: 48/555 — Bir kere daha, ihtiyar, Mecliste bütün Ahay çocuklarından üstün olduğunu gösterdin. Hey, Zeus Baba, Athene, Apollon! Ahaylılar arasında bu ihtiyar gibi yalnız on müşavirim olsaydı! Priam Hanın şehri kollarımızla çabuk alınır ve tahrip edilirdi. Fakat, Egid kalkanını tutun Kronosoğlu bana yalnız kaygılar, kederler vermiştir. Beni boş tartışma ve atışmalar içine atıyor. Ahileus ile ben, birbirimizle, bir kız için kaba kaba atıştık. En önce öfkelenen ben kendim değil miyim? Bir gün hepimiz tek bir hedef üzerinde birleşebilirsek Troya'nın alınması gecikmiyecektir. Şimdi haydin, hepiniz yemeğinizi yemeğe gidin; ondan sonra kavgaya girişiriz. Herkes silâhını iyi bilesin, kalkanını iyi hazırlasın, tez koşan atlara yemleri verilsin, arabaların her tarafına dikkatle bakılsın; yalnız kavga düşünülerek zalim Ares'in gün boyunca lehimize hakemliği kazanılsın. Çünkü, bundan sonra, akşama kadar savaşılacak ve gece gelip savaşçıları ayırıncaya kadar hiçbir gevşeme gösterilmeyecektir. Göğüslerin terleri kılıçların kayışlarını ıslatacak, eller mızrağı tuta tuta yorgun düşecek, cilâlı arabaları çeken atlar köpüklü terler dökecek; kimi koca karınlı gemilerin bir tarafına çekilip tembel tembel sürterken görürsem tenini kurtlara kuşlara yem olmaktan kurtaramıyacaktır. Böyle dedi KAVGADAN ÖNCE Bunun üzerine Argoslular yüksek bir nâra attılar. Notos rüzgârının sarsıp kopardığı dalgalar yükselip kıyının kayalıklarına, denize uzanan burunlara çarptığı zaman, nasıl uğultulu sesler işitilirse, yığınlar tıpkı öyle, haykırmıştı. 49/555 Şimdiden ayaktalar; barakalardan fırlıyanlar gemilerin etrafında şuraya buraya dağılıp dolaşıyorlar, ateşler yakıp sabah öğünlerinin hazırlığını görüyor, karınları doyuruyorlar. Hepsi daima var olan tanrılara kurban sunuyorlar, her biri ayrı bir tanrıya dua edip Ares boğuşmalarında ölümden necat diliyorlar. Budunlar çobanı Agamemnon Han, tanrıların en kudretlisine, Kronosoğluna, beş yaşında semiz bir öküzü kurban kesti. Bütün Ahaylıların ihtiyarlarını, Nestor ile İdomene başta olmak üzere, davet etti; ondan sonra iki Ayas ile Tydeoğlu geliyordu; altıncıları akılda, tedbirde Zeus'un eşi Odysseus'tu. Narası gür Menelas kendiliğinden, davetsiz gelmişti: Gönlüyle ve aklıyla hep kardeşinin büyük işlerini düşünüyordu. Hepsi öküzün etrafında toplanıp ellerine, kurban töreni için saçılacak arpa tanelerini aldıkları zaman, Agamemnon sözü alıp dua etti: — Zeus, tanrıların en şanlısı, en büyüğü! Kara bulut sahibi, konağı Ether içinde Zeus! Güneşin batmasına ve karanlığın gelmesine yol verme, ben, ondan önce Priam'ın cephesi alevlerle kararmış sarayını devirmedikçe, kapılarını her şeyi yutan ateşlere vermedikçe; bilenmiş tunç ile Hektor'un zırhını göğsünde paralamadıkça; cesedinin etrafında arkadaşlarının yerlere düşüp dişleriyle tozu toprağı çiğ- nediklerini gözlerimle görmedikçe. Böyle dedi, fakat sunulan kurbanları reddetmiyen Kronosoğlu dileklerini kabule hiç yanaşmadı, acılarına, kaygılarına yenilerini kattı. 50/555 Kurban sunulduktan ve ziyafette iştiha ve susuzluk tatmin edildikten sonra, ihtiyar araba sürücüsü Nestor, ilk olarak söz alıp şöyle dedi: — Çok şanlı Atreoğlu, budunlar çobanı Agamemnon Han, burada fazla konuşmalarla vakit geçirmiyelim! Haydin, çavuşlar işlerine başlasınlar, gemilerin yanına giderek tunç cebeli Ahaylıları toplasınlar; biz de hepimiz olduğumuz gibi, gidip geniş Ahay ordusuna karışalım, en mühim iş, ateşli Ares'i uyandırmaktır. Böyle dedi, budunlar çobanı Agamemnon da itiraz etmedi. Hemen, gür sesli çavuşlara başları saçlı Ahaylıları kavga saflarına çağırmalarını emretti. Ve çarçabuk bir yandan çavuşlar çağırıyor, öbür yandan ordu kavga saflarına giriyordu: Zeus soyu Hanlar, Atreoğlu'nun etrafında safların tanzimiyle meşgul oluyorlardı. Çakır gözlü tanrıça Athene hizmetlerine koşmuştu; elinde Egid kalkanı vardı: Tuz saçaklı Egid kalkanı ki, havalanan, sırma ile işlenmiş her saçağı yüz öküz değerinde. Tanrıça, Egid kalkanı elinde, safları dolaşıyor, erlerin gönlünde düşmanla dövüşmek arzusunu alevlendiriyordu. Az sonra savaşçılara da kavga güçlükleri hafif gelmeğe başladı, artık koca karınlı gemilere binip vatan sahillerine dönmek isteği kimsede kalmamıştı. Bir dağ başında çıkan yangın, bütün bir ormana yayıldığı zaman, alevlerinin ışıkları uzaklarda nasıl parıldarsa, onun gibi, Ahaylılar yürüdükleri zaman sayısız tunç silâhlarının parıltısı Ether'in içinden göklere yükseliyordu. 51/555 Sürü sürü kanatlı kuşlar, kazlar, turnalar, uzun boyunlu kuğular, Kaustrion ırmağının iki kıyısında, çayırlar içinde, her yana, kanat çırparak birbirleri ardında uçuştukları ve çayırı cıvıltıları ile doldurdukları gibi barakalardan ve gemilerden sayısız savaşçılar çıkıp Skamandrion ovasına yayılıyor; yer, adamların ve atların ayakları altında sarsılıyor; kıtalar Skamandrion ırmağının suladığı çiçekli çayırın üstünde mola veriyordu. Bir koyun ağılı önünde, bahar günlerinde, kaplara beyaz süt sağılırken dalga dalga uçuşan sinekler gibi, başları saçlı Ahaylılar, ovada, yüzleri Troyalılara çevrilmiş, onları mahvetmek arzusu içinde duruyorlardı. Çayıra geniş sürülerini götüren keçi çobanları, otlarken karışan hayvanlarını zahmetsizce ayırabildikleri gibi, kumandanları da kıtalarını içice gelmek üzere saflara sokuyorlar ve kolaylıkla kavgayı idare ediyorlardı. Atreoğlu, alnı ve gözleriyle gürler sesli Zeus'a, beli ve kemeriyle Ares'e, göğsü ile Poseidon'a benziyordu. Sürünün inekleri ve başka hayvanları arasında, boğa. bütün gözleri üstüne nasıl çekiyorsa, Zeus da Atreoğlunu, o gün, binlerce kahramanlar ortasında seçilen, bakışları üstüne çeken heybetli bir hale koymuştu. 52/555 ŞAN : III PARİS'İN MEYDAN OKUMASI Troyalılar, Hanlarının emirleri altında, saf saf olmuş, ilerliyorlar, yürürken kuşların çığrışmalarını andıran sesler çıkarıyorlar. Kışın boralarından kaçan turnaların gökten işitilen çığlıklarına benzer sesler. Bu kuşlar, Pyagmelere ölümü götürmek üzere uçup Okeanos'u aşacak ve tan ağarırken onlara karşı amansız bir boğuşmaya girişecek. Ahaylılar ise, kızgın ve sessiz, ilerliyorlar, gönüllerinde dayanışmak, birbirlerine yardım etmek arzusu yanıyor. Dağ tepelerinde, çok kere, Notos bir sis yayar; ondan çoban hoşlanmaz, hırsızın ise geceden daha iyi işine gelir; insana bir taş atımı yerden ötesini göstermez; tıpkı bunun gibi, büyük bir tezlikle ovanın ortasından geçmek üzere yürüyen savaşçıların ayakları altından öyle koyu bir toz bulutu yükseliyordu. İki ordu birbiri üzerine yürüyerek temasa geldiler. Troyalıların arasından tanrı benzeri Aleksandros öne gelerek kendi başına dövüşmek isteğinde bulundu. Omuzlarında bir Panter derisi, bükeyli bir yay, bir de kılıç vardı. Ucu tunçtan iki kısa mızrak sallayıp Argosluların cesur yiğitlerine meydan okudu; kendisiyle dövüşecek kim vardı! Onu Ares'in sevgilisi Menelas görerek saflar arasından uzun adımlarla ilerledi; bir av hayvanını dal boynuzlu bir geyiği, ya bir yaban keçisini aç bir arslan görüp üstüne nasıl sevinçle atılıp paralar ve üşüşen genç kuvvetli köpeklere aldırış etmiyerek, iştiha ile yerse, tıpkı onun gibi, Menelas, tanrı benzeri Aleksandros'u gözlerinin önünde görünce sevinmişti; çünkü suçlunun cezasını verebileceğini düşünüyordu. Hemen, pür silâh, arabasından yere atladı. Tanrı benzeri Aleksandros teke tek dövüşmek isteyen başyiğitler arasına Menelas'ın atıldığını görünce, korkudan yüreği titredi, ölümden kaçınmak için kendi yârenleri arasına çekildi. Bir dağbaşı otlağında bir ejderha gören adam nasıl birden ürkerek geri çekilirse, tıpkı onun gibi, Atreoğlunu gören Aleksandros, eli ayağı titreyerek mağrur Troyalılar kalabalığına karıştı. Fakat bu halinin farkına varan Hektor, aşağılayıcı sözlerle ona şöyle çıkıştı: — Hay meymenetsiz Paris! Hay yalabık oğlan! Kadın avcısı, ırz düşmanı! Keşke doğmaz olsaydın, keşke evlenmeden ölüp gideydin! Seni böyle, bizim için yüzkarası elâlemin maskarası görmektense, keşke dediğim gibi olaydı! Başlan saçlı Ahaylılar, meydan okumağa çıkan yüzü parlak bir şampiyonda kuvvet, cesaret adına hiçbir şey bulunmadığını görünce ne kadar gülerler! Sen de bu de ğersizliğinle kalkar, başına zarif yarenler toplarsın, onlarla deniz teknelerine binerek açık denizlere çıkarsın; yabancılarla dostluklar kurar, uzaklardan, savaşçı bir eski ve namlı aile içinden evli bir genç ve güzel kadını karın olarak kaçırırsın! Babanın başına, vatanına, milletine belâlar getirirsin; düşmanları güldürür, kendini rezil edersin! Ares'in sevgilisi Menelas'ın karşısına çıkmak istemiyorsun, ha! Onunla dövüşsen, genç, güzel karısını kaçırdığın adamın ne değerde olduğu 54/555 belli olurdu. Kitaran, Afrodite'nin hediyesi saçların, güzel yüzün dövüş sonunda, toza toprağa yuvarlanacak olduktan sonra ne işine yarar? Troyalılar çok çekingen insanlardır, yoksa fenalıklarının cezası olarak çoktan sana taş gömleği giydirmiş olurlardı, (seni taşa tutarlardı). Buna karşı tanrı benzeri Aleksandros cevap verdi: — Hektor, bana çıkışmağa hakkın vardır; ne söyledinse doğrudur. Senin göğsünde yüreğin bir geminin omurgasını yontan ustanın oduna saplanan baltasına benzer, onun gibi hiç bükülmek bilmez. Böyle olmakla beraber, altın Afrodite'nin hediyelerini hor görme. Gökten gelen iyilikleri küçümsemek doğru değildir, bilirsin. Herşeyi bize veren tanrılardır, kendimiz için başka türlü seçimlerde bulunmak elimizde değildir. Bugün benim dövüşe, savaşa girmemi mi istiyorsun? Peki; herkesi, Troyalıları ve Ahaylıları, oturt; iki ordu arasında, ikimizi, Ares'in sevgilisi Menelas ile beni, birbirimizle tutuştur. Bu dövüşün ödülü Helene ile bütün hazineler olsun. Galip çıkan, daha kuvvetli olduğunu gösteren, kadını ve hazineleri alsın götürsün; hakçası budur. Ondan sonra aramızda bir iyi dostluk andlaşması ile birbirimize bağlanırız: Buna sadık kalınacağına karşılıklı yemin" edersiniz; siz toprakları bereketli Troya ülkesinde kalırsınız, onlar da at kısrak yatağı Argos'larına, kadınları güzel Ahay iline dönmek üzere yola çıkarlar. 55/555 Böyle dedi, Hektor bu sözleri işiterek çok sevindi. İki ordunun safları arasına ilerledi, Troyalıların taburlarını geri tutmak için mızrağını yarı gönder tutuyordu, hepsini oturttu. Fakat Ahaylılar yaylarını ona çevirdiler, üstüne ok, taş atmağa hazırlandılar. Bunu görünce Agamemnon Han gür bir nâra ile haykırdı, şu sözleri söyledi: — Durunuz Argoslular! Ok atmayınız, Ahaylıların çocukları! Tulgası kıvılcımlı Hektor bizimle konuşmak istiyor. Böyle dedi ve hemen kavga durdu. Herkes sustu; Hektor her iki orduya şöyle dedi: — Dinleyin beni Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar! Aleksandros'un, bu kavgalara sebep olan adamın ne teklif ettiğini dinleyin. Herkesi, Troyalıları ve Ahaylıları güzel silâhlarını bereketli toprak üzerine koymağa davet ediyor, iki ordu arasında, Ares'in sevgilisi Menelas'la kendisi birbirile tutuşup dövüşsünler. Helene ve bütün hazineler bu dövüşün ödülü olsun. Galip çıkan, daha kuvvetli olduğunu gösteren hakça, kadını ve hazineleri alsın, yurduna götürsün. Sonra aramızda bir iyi dostluk andlaşmasıyla birbirimize bağlanırız. Böyle dedi, ve hepsi susarak, seslerini çıkarmıyarak beklediler. O zaman narası kuvvetli Menelas söz alarak şöyle dedi: 56/555 — Beni dinleyin! Söz sırası bana geldi; çünkü herkesten çok benim yüreğim kaygılı ve yaslıdır. Fakat hepiniz benim yüzümden ve en önce kavgayı doğuran Aleksandros'un yüzünden çok çekmiş bulunuyorsunuz. İkimizden hangimizin kaderi ölüm ise, ölsün! Ama sizin de haklarınız iyi bilinsin, hemen iyi belirtilsin. Siz iki kuzu, beyaz bir erkek kuzu ve siyah bir dişi kuzu getirin; biri Yer için, öbürü Güneş için; biz de Zeus için başka bir kuzu getirelim. Buraya da güçlü kudretli Priam'ı getirin: Andlaşmayı bizzat o, kabul ederek milletler bağlansın, çünkü oğulları yüksekten bakan ve verdikleri sözü tutmayan insanlardır. Herhangi bir çılgınlıkla, Zeus adına bağlanacak andlaş- manın bozulmasına yer verilmemelidir. Delikanlıların başında türlü yeller eser. Onlarla beraber bir ihtiyar bulunursa, geçmişi geleceğe yaklaştırarak, işin iki taraf için, nasıl en iyi bağlanabileceğini görebilir. Böyle dedi. Ahaylılarla Troyalılar, canlara kıyan kavganın kalkmasını umarak sevinç içinde kaldılar. Bütün hat boyunca arabalarından indiler; sonra silâhlarını, birbirine yakın yere koydular; iki cephe birbirine yaklaşmıştı. O zaman Hektor çarçabuk kuzuları getirmek ve Priam'ı çağırmak için şehre iki çavuş gönderdi. Agamemnon Han da Talthybios çavuşu koca karınlı gemilere yolladı ve ona bir kuzu getirmek emrini verdi. Talthybios da hemen tanrısal Agamemnon'a itaat etti. HELENE, HİSARIN ÜSTÜNDE 57/555 O sırada haberci İris, ak kollu Helene'nin yanına geldi. Antenoroğlu Helikaon Hanın karısı görümcesi Laodike'nin suretine girmişti. Priam Hanın kızlarından güzellikçe birincisiydi. iris, Helene'yi sarayında geniş bir parçayı iki enli bir ergovan mantoyu dokurken buldu. Kumaşın üstüne kendisi için Ares'in vuruşları altında at cambazı Troyalıların ve tunç cebeli Ahaylı ların çektiklerini gösteren levhalar işliyordu. Yel ayaklı İris, ona yaklaşarak şöyle dedi: — Gel sevgili gelin, gel de gözünle gör, çünkü hikâye dille anlatılmaz: Şimdiye kadar at cambazı Troyalılar ile tunç cebeli Ahaylılar, birbirine gözyaşlarının kaynağı Ares'i (savaşı) götürmek için ovaya çıkarlardı, canlara kıyan savaştan başka bir şey düşünmezlerdi. Bir de şimdiki hallerine bak: Oturmuşlar, hiç ses çıkarmıyorlar; dövüş, boğuş kesilmiş; kalkanlarına dayanarak oturuyorlar; mızrakları, kargıları yerlere atılmış. Aleksandros ile Ares'in sevgilisi Menelas, seni kazanmak için, birbiriyle, bir başlarına dövüşmeğe başlıyacaklar, hangisi galipçıkarsa sen onun karısı olacaksın. Tanrıça böyle diyerek Helene'nin gönlüne eski kocasının tatlı arzusunu; şehrinin, ana babanın hasretini soktu. Çabucak beyaz, uzun bir tülle örtülen Helene, sıcak gözyaşları dökerek odasından çıktı. Yalnız değil, iki kız, Pithe kızı Ethre ile büyük güzel gözlü Klyonen onun 58/555 yanında gidiyorlardı. Az sonra Skees kapısına geldiler. Orada, Priam, Panthoos, Thymoites, Lampos Klytios ve Ares dölü Hiketaon Ukalegon ile Antenor iki bilge İhtiyarlar Derneği olarak toplanmışlardı. Yaş onları dövüşten, boğuştan uzaklaştırmıştı. Fakat hepsi güzel konuşurlar, söylev üstüne söylev çekerler: Ormanda bir ağaç üstünde, güzel sesleriyle öten Ağustos böceklerini andırıyorlardı. Hisar üzerinde Troya ihtiyarları böyle Dernek kurup konuşurlarken, sur'a çıkmak üzere olan Helene'yi gördüler, birbirlerine kanatlı sözler söylediler: — Hayır, Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar, böyle bir kadın için uzun zamanlardan beri acılara, kaygılara katlanıyorlar diye ayı- planamazlar. Bu kadın, insanın kargısında iken ölümsüz tanrıçalara çok benzer... Fakat ne kadar güzel olursa olsun, varsın gemiye bindirilerek götürülsün! Burada kalması bizim için ve oğullarımız için bir musibettir. İşte aralarında böyle konuşuyorlardı; Priam sesini yükselterek Helene'yi çağırdı: — Bu yana gel, kızım, yanıma otur. Buradan ilk kocanı, hısımlarını, bildiklerini göreceksin. Sen, hiçbir şeyime sebep değilsin, her şeyin sebebi tanrılardır, bizimle Ahaylılar arasında bu gözyaşları döktüren savaşa onlar sebep oldular. Şu boylu boslu, dev gibi savaşçının 59/555 adını bilmek isterdim; Han görünüşlü şu ulu Ahaylı kim olsa gerek? Kendisinden daha uzunları, bir baş aşanları da vardır, fakat bu kadar heybetli ve bu kadar güzel adam ömrümde görmüş değilim. Her haliyle bir krala benziyor. Kadınların en tanrısalı Helene, ona şöyle cevap verdi: — Sizin önünüzde, kayınatam, hem utanıyor, hem korkuyorum. Keşke ölmüş olaydım, oğlunuza uyarak buraya geldiğim gün: Gelin odamı, yakınlarımı, o kadar sevip şımarttığım kızını, sevgili arkadaşlarımı terkederek. Şimdi pişmanım, bunun için oturup gözyaşları döküyorum. Fakat sorduğunuza cevap vereyim. Şu adam Atreoğlu kudretli Agamemnon Handır: Hem iyi bir kral, hem iyi bir savaşçıdır. Eskiden, ben köpek-suratlının da kayınımdı: Eğer gerçekten başımdan geçmiş böyle bir zaman olmuşsa. Böyle dedi ve ihtiyar yine hayretle sordu: — Ne mutlu adam, şu Atreoğlu! Kaderi güzel, tanrıların sevgilisi! Görüyorum, kanunlarının altında topladığı Ahay oğullarını da görüyorum. Vaktiyle bir kere, bağ yatağı Frygi'ye gitmiştim, orada Frygi'lerden büyük yığınlar gördüm, hararetli küheylânları vardı. Otre'nin ve tanrı eşi Mygdon'un ordularıydı; Sangarios suyunun kenarında ordu kurmuşlardı. Ben de müttefik olarak orada bulunuyordum: O gün erkek gibi olan Amazonlar görünmüştü. Fakat 60/555 Frygi'lilerin orduları bile buradaki gözleri ateşli Ahaylılardan daha azdılar. Sonra, Odysseus'u gören ihtiyar yine sordu: — Söyle bana, sevgili kızım, şu adam da kimdir? Atreoğlu Agamemnon'dan bir baş kısa, ama göğsü ve omuzları daha geniş. Silâhları bereketli yer üzerine atılmış, kendisi ise bir koç gibi dolaşarak askerlerinin saflarını teftiş ediyor. Gözüme, yapağısı kalın bir koç beyaz koyun sürüsünü gözden geçirir gibi görünüyor. Ona Zeus kızı Helene cevap verdi: — Bu sorduğunuz adam, çok hünerli Laertesoğlu Odysseus'tur. İtake ilinin kayalık toprağında büyümüştür. Her türlü hilelerde ve ince düşünüşte ustadır. O zaman bilge Antenor ona bakarak şöyle dedi; — Kadın, söylediğin sözler çok doğrudur! Bir gün tanrısal Odyseus buraya gelmişti, Ares'in sevgilisi Menelas da onunla 61/555 beraberdi. Onları ben evimde misafir etmiş, ağırlamıştım. Boyları boşlarına ve ince düşünüşlerine dikkat edebilmiş, hükmümü vermiş- tim. Troyalıların derneğine girmişlerdi; ayaktalar iken Menelas onu boyca ve omuzlarca geçiyordu; otururlar iken Odysseus daha heybetli görünüyordu. Fakat halka diller dökmek saati gelince... Menelas şüphesiz kolaylıkla konuşuyordu, kelimeleri az, fakat canlı sesli idi; çok konuşmuyordu, fakat beceriksiz de değildi daha da gençti. Fakat sıra çok hünerli Odysseus'e geldiği zaman, doğrulup ayakta duruyor, gözlerini yerden kaldırmıyordu; asayı ileri geri sallamıyor, hareketsiz tutuyor, sanki kendi de ne söyliyeceğini bilmiyen küsmüş veya zihni şaşırmış bir adama benziyordu. Fakat göğsünden büyük sesini yükselttiği ve kelimeleri kışın lapa lapa düşen kar gibi kulaklara çarptığı zaman, artık onunla hiç bir insan tartışamazdı; onun vücudunun heybetli, güzelliği bir tarafa bırakılırdı. Üçüncü defa, Ayas'ın farkına varan Priam gene sordu: — Ya şu Ahaylı, bulun Argosluları boyu ile, geniş omuzları ve göğsü ile geçen ulu, necip gösterişli savaşçı kimdir? Vuali uzun, kadınların en tanrısalı Helene cevap verdi: — Bu cenkçi Ayas'tır: Ahaylıların kalesi, ulu ve heybetli Ayas! Öbür yanda ise İdomene, Giritli askerleri arasında ayakta duruyor. Etrafına Girit'in Hanları toplanıyor. Sık sık Girit'ten geldiği zaman, 62/555 Menelas onları konağımızda misafir eder, ağırlardı. Evet, şimdi hepsini, gözleri ateşli Ahaylıları görüyorum; hepsini tanıyıp birer birer sana isimlerini söyliyebilirim. Fakat iki şef vardır ki, onları göremiyorum. At kısrak cambazı Kastor ile yumruk dövüşünde usta Polluks, annemin bana vermiş olduğu iki kardeş. Acaba ordusuyla beraber gelmek için güzel Lakedemon'dan ayrılmamışlar mı? Yoksa buraya kadar gelmişler de, benim hak ettiğim aşağılayıcı sözleri işitmemek için, ordular arasına katılmaktan çekiniyorlar mı? Öyle dedi; bilse ki şu anda, kardeşlerini hayat kaynağı olan çift, çubuk işleri Lakedemon'da, kendi topraklarında tutmaktadır. ANTLAŞMA O sırada çavuşlar şehirden yeminli pakt için gereken şeyleri, iki kuzuyu ve keçi derisinden bir tulum içinde, neşe verici şarabı getirdiler. İdeos çavuş ise, parlak bir desti ve altın sağraklar getirdi, ihtiyarın yanına gelerek su sözlerle onu davet etti: — Laomedonoğlu, ayağa kalk; aşağıda, Hanlar, atkısrak cambazı Troyalıların da, tunç cebeli Ahaylıların da Hanları seni çağırıyorlar. Ovaya inip yeminli pakt ile barışı kur, Aleksandros ile Ares'in sevgilisi Menelas, kadın için, uzun mızrakları ile dövüşecekler. Galip çıkan, kadını ve hazineleri alıp götürecek. Yeminli pakt ile iyi dostluk kurduktan sonra biz toprağı bereketli Troya ilimizde kalacağız, onlar 63/555 da atkısrak yatağı Argoslarının ve kadınları güzel Ahay ilinin yolunu tutacaklardır. Böyle dedi, ve ihtiyar ürpererek adamlarına bir araba hazırlamalarını emretti; gönülden isteyerek ona itaat ettiler. Priam bindi ve dizginleri eline aldı. Antenor da muhteşem arabaya binerek ihtiyarın yanına oturdu. Sonra, her ikisi, Skees kapısından geçerek tez yürüyüşlü atlarını ovaya sürdüler. Troyalılarla Ahaylılar arasına erişince arabadan bereketli toprağa indiler ve Troyalılar ile Ahaylıların cephe hatları arasında sıraya girdiler. Bir an gecikmeden budunlar çobanı Agamemnon kalktı, aynı zamanda çok hünerli Odysseus kalktı. Bu ara, şanlı çavuşlar, yeminli pakta hizmet edecek şeyleri toplayıp getirdiler. Şarabı testide kardılar ve kralların ellerine ibriklerden su döktüler. Atreoğlu, daima kılıcının kını yanında sarkan palayı kendi elleriyle çekerek kuzuların alnındaki kılları kesti. Troyalı ve Ahaylı çavuşlar kılları Hanlara dağıttılar, sonra. Atreoğlu, ellerini göğe kaldırarak, yüksek sesle dua ettir. — Zeus baba, İda dağının sahibi, şanlı, ulu tanrı! Ve sen her- şeyi gören ve herşeyi işiten Güneş! Ve sen Yer? Ve siz sular! Ve yerin altında yeminlerini bozanlara cezalarını verenler! Şahitlerimiz olun ve yeminli paktımızı gözetin! Aleksandros, Menelas'ı öldürecek olursa kadın da hazineler de onun olsun; biz deniz teknelerimize binip buradan gideriz. Fakat tersine, Sarı Menelas, Aleksandros'u öldürürse, Troyalılar bize Helene'yi ve bütün hazineleri teslim edecekler, gelecek nesillerin faydalanacağı münasip bir tazminat ödeyecekler. Fakat 64/555 Priam ve Priam'ın oğulları bu tazminatı ödemek istemezlerse, dileğimizi elde etmek için ben savaşarak sonuna kadar buradan ayrılmıyacağım. Böyle dedi ve merhametsiz tunç ile kuzuların boğazlarını kesti; sonra onları, depreniş içinde can verirken, yere yatırdı. O zaman testiden sağraklara boşalan şarap, bir dökülüşte, daima var olan tanrılara saçıldı. Herkes, Ahaylı olsun, Troyalı olsun, hep bir ağızdan dua etti: — Zeus, şanlı, ulu tanrı! Ve siz hepiniz, ölümsüz tanrılar! İki budundan hangisi en önce bu anlaşmayı bozarsa, şu şarabı saçtığım gibi, o halkın, hısımlarının, ana babalarının, çocuklarının beyinleri saçılsın, karıları da başka yabancı kocaların olsun! Böyle dediler, fakat Kronosoğlu dualarına aldırış etmedi, dileklerini yerine getirmek istemedi. O ara Dardanlı Priam şöyle bir dille konuştu: — Beni dinleyin, Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar! Ben rüzgârların dövdüğü İlion'a çekileceğim; oğlumun Ares'in sevgilisi Menelas ile dövüştüğünü gözlerimle görmeğe gönlüm razı olmuyor. Yalnız Zeus ve öbür ölümsüz tanrılar her şeye son veren ölümün kime mukadder olduğunu bilirler. 65/555 PARİS'İN MENELAS İLE TEKE TEK DÖVÜŞMESİ Sonra, bu tanrı eşi insan kuzuları arabaya koydu, kendi de binerek dizginleri eline aldı; Antenor da çok güzel arabaya binerek yanma oturdu; ve bunlar İlion tarafına sürerken Priam oğlu Hektor ile tanrısal Odysseus dövüş meydanını ölçmeğe başladılar; sonra kuralar seçerek bir hınç tulga içinde salladılar, ikisinden en önce kimin tunç mızrağı atacağını bilmek için. O ara insanlar, Troyalı olsun, Ahaylı olsun, herkes ellerini göğe kaldırarak dua etti: — Zeus baba, İda dağının sahibi, şanlı, ulu tanrı! Budunlarımıza bu kaygıları getiren kim ise, onun ölmesine yol ver, canı Hades'e gitsin, biz de yeminli pakt ile aramızda iyi dostluk kuralım. Böyle dua ettiler, ve tulgası pırıl pırıl, büyük Hektor, başını çevirerek kur'aları salladı. Paris'inki çabucak dışarı fırladı. O ara insanlar sıra sıra oturdular, herkes yel ayaklı küheylânlarının yanıbaşında; pınl pırıl silâhlar da yerlerde. Bu ora, güzel saçlı Helene'nin kocası tanrısal Aleksandros güzel silâhlarını omuzlarının etrafına sarmağa bakıyor. Önce, bacaklarına dolaklarını geçirdi, bunlarda gümüşten topuk kapakları vardı. Sonra kardeşi Lykaon'un kendi ölçüsüne uydurulmuş, tunç zırhı ile göğsünü örttü. Omuzlarına gümüş çivili bir tunç kılıç, sonra da büyük ve kuvvetli bir kalkan astı. Mağrur başına güzel bir tulga koydu; at kılından sorgucu korkunç bir halde havada sallanıyordu. En son, eline uygun, kuvvetli mızrağını aldı. Bu ara, ateşli Menelas da zırhını giydi. 66/555 Her biri bir yandan, kalabalıktan uzak, silâhlandıktan sonra. Troyalıların ve Ahaylıların cephe hatları arama dizildiler. Atkısrak cambazı Troyalılardan ve güzel olaklı Ahaylılardan müthiş gözlerine bakanlar donakalıyordu. Ölçülen meydana gelerek birbirinin yanında durular: Gönülleri kin dolu, mızraklarını sallıyorlardı. Önce Alaksendros uzun mızrağını attı, Atreoğlunun denk yapısı kalkanına değdi; fakat onu yırtmadı, tersine, mızrağın ucu yamrı yumru oldu. O zaman, Atreoğlu Menelas da, elinde tunç, atıldı; Zeus babaya da dua ediyordu: — Zeus Han, bana nasibet, ilk önce haksızlık eden tanrısal Aleksandros'un cezasını vereyim. Kolumla vurularak yere yuvarlansın. Böylece gelecek neslin çocuklarına kadar artık kimse kendisini ağırlayan ve konaklıyana haksızlık etmekten çekinsin. Böyle dedi ve uzun mızrağını sallıyarak fırlattı, silâh Priamoğlunun denk yapılı kalkanına değdi. Sağlam mızrak parlak kalkana saplandı, iyi işlenmiş zırhı deldi; doğru yürüyüp cebeyi deşti. Fakat savaşçı, vücudunu büktü ve böylelikle kara ölümden kurtuldu. O zaman Atreoğlu gümüş çivili kılıcını çekti, kaldırıp tulganın tepesine çaldı. Fakat kılıç üç yerinden kırıldı, dört parça olarak yere saçıldı. O zaman Atreoğlu, inliyerek gözlerini geniş göklere çevirdi: — Hey Zeus baba! Senden yaman tanrı yoktur. Alek-sandros'a cezasını vermeği düşünürken işte kılıcım ellerimin içinde parça parça oldu! Mızrağım ise bir hiç için avucumdan çıktı, onu da ele geçiremedim. 67/555 Böyle dedi ve Aleksandros'u kalın sorguçlu tulgasından tutup fırıldak gibi çevirdi, sonra güzel dolaklı Ahaylıların arasına çekmeğe çalıştı. Bir öküz köselesinden biçilip işlenmiş olan bu tulgayı çenenin altına bağlıyan kayış, nazik boynunu boğacak gibi sıkmıştı. Onu sürüklemek üzereydi, böylece sonsuz bir şan kazanacaktı, eğer Zeus kızı Afrodite keskin gözü ile görmeseydi. Tanrıça yetişerek kayışı kopardı, öyle ki, Menelas'ın kuvvetli elinde boş tulgadan başka bir şey kalmamıştı. Kahraman bu tulgayı döndürüp güzel dolaklı Ahaylılar tarafına fırlattı. Yarenleri onu alıp götürürken, kahraman bir yarım dönüşle, hasmını tunç mızrakla öldürmek arzusu içinde yanarak öne atıldı. Fakat Afrodite, onu, küçük bir oyunla, elinden kaptı; kalın bir sis arkasında kaçırarak kokulu, ıtırlı odasına götürdü. PARİS VE HELENE Tanrıça odada durmayıp Helene'yi çağırmağa gitti. Ona yukarıki surda rastgeldi; etrafında birçok Troyalı kadınlar vardı. Tanrıça, eliyle, koku sürülmüş tülün bir ucundan tutup çekti. Konuşmak için, vaktiyle Lakedemon'da iken ona yünden işler yapan bir ihtiyar kadının suretine, kılığına girmişti. Tanrısal Afrodite, bu çehre ile ona. şöyle söyledi: — Benimle beraber gel: Aleksandros seni eve çağırıyor. Odasında, yatağa yatmış bulunuyor. Süsler içinde güzelliği pırıl pırıl. Teke tek bir dövüşten çıkmış olduğuna inanamazsın; dansa hazırlanıyor, veya danstan dönmüş, dinleniyor, sanırsın. 68/555 Böyle diyerek Helene'in göğsünde yüreğini heyecanlandırdı. Tanrıçanın çok güzel gerdanını, arzu uyandıran göğsünü, ateşli gözlerini tanıdı ve hayret içinde ona bütün isimlerile şöyle dedi: — Hay çılgın hay! Beni niçin ayartıp heveslendirmek istiyorsun? Beni daha uzak bir tarafa, Frygi'nin veya sevimli Meoni'nin bir güzel sitesine sürükliyebileceğini mi sanıyorsun? Çünkü oralarda da, ölümlü insanlar arasında, gözdelerinden biri vardır, herhalde. Şimdi de, bugün Menelas, tanrısal Aleksandros'u yendiği ve ben sefil kadını yurduna götürmek emelinde olduğu için, yine hain niyetlerle yanıma sokuluyorsun! Fakat git, onun evinde yerleş, tanrıların gittikleri yolları terk et; bir daha Olympos'a çıkmağa cesaret etme; o erkek için başın dönsün, hiç durmadan yanına, ona bakmağa koş, belki bir gün karısı, hattâ cariyesi olursun! Hayır, ben gitmiyeceğim, -bu çok fena bir iş olurdu- hayır, oraya, yatağını hazırlamağa gitmiyeceğim. Sonra bütün Troyalı kadınlar benimle eğlenirler; yüreğimde, çoktan, sonsuz kaygılar vardır, yeter artık. Tanrısal Afrodite öfkelenerek ona cevap verdi: — Beni kışkırtma öyle, arsız! Hem aklını başına topla, seni terketmiyeyim. Bugün seni ne kadar büyük bir his ile seviyorsam, o derece büyük bir kin ile senden nefret de edebilirim. Sonra iki budun, Troyalılarla Danaoslular arasında hain kinler uyandırabilirim, sen de zalim bir ölümle helak olabilirsin. 69/555 Böyle deyince, Zeus kızı Helene korktu, ve beyaz tülle örtünerek, sükût içinde, hiç bir Troyalı kadın farkına varmadan, oradan uzaklaştı. Adımlarına tanrıça kılavuzluk ediyordu. Aleksandros'un çok güzel konağına geldikleri zaman, hizmet kızları çarçabuk işlerinin başına geçtiler. Kadınların en tanrısalı Kelene de yüksek tavanlı odasına gitti. Güzel tebessümlü tanrıça bir iskemle alarak ona getirdi ve tam Aleksandros'un karşısında yere koydu. Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı Helene oturur ve kocasından yana gözlerini çevirerek, ona şöyle söyler: — Kavgadan döndün! Keşke ilk kocam olan kudretli savaşçı erkeğin vuruşları altında can vereydin! İnkâr etme: Ares'in sevgilisi Menelas'a kuvvetinle, kollarınla, mızrağınla galip geleceğini söyler, böbürlenirdin? Haydi, bir kere daha Ares'in sevgilisi Menelas'ı dövüşe davet et de görelim... Fakat sana ben bu davadan vazgeç, diyorum; Sarı Menelas'ın mızrağı altında yuvarlanmak istemiyorsan, onunla, öyle sersemce dövüşmeğe kalkma. Ona karşı Paris cevap vererek şöyle dedi: 70/555 — Kadın, kalbimi aşağılayıcı sözlerle kırma. Bugün Menelas galip geldiyse, Athene sayesinde geldi; bir başka sefer benim de sıram gelir: Bizim de koruyucu tanrılarımız vardır. Haydi yatalım, aşkın zevkini tadalım. Şimdiye kadar gönlümün, şu andaki gibi kuvvetli bir arzu ile taştığını bilmiyorum. Hattâ seni güzel Lakedemon'dan kaçırdığım gün, deniz teknelerine binip geniş denize açılıp, Kronde adacığında, visalin nasip olduğu gün, yok, yok, seni hiç bir zaman şu anda olduğu kadar sevmiş, arzu etmiş değilim. Böyle dedi ve ilkin o yatağa yürüdü, kadın da arkasından yanına gitti. AHAYLILARIN İSTEDİKLERİ Onlar güzel, delik delik işlenmiş yatağa girdikleri sırada, Atreoğlu, kızgın bir kaplan gibi, şuraya buraya seğirtiyor, tanrıya benzer Aleksandros'u nerede görebileceğini arıyordu. Fakat kimse, Troyalılardan ve ünlü müttefiklerinden hiç bir kimse, gerçekten. Aleksandros'un nerede olduğunu Ares'in sevgilisi Menelas'a söyliyemiyordu; çünkü bir kişi görüp yerini bilseydi, ona dostluk gösterip saklıyacak değildi; hepsi kara ölümden ziyade nefret ediyordu ondan. O zaman, budunlar çobanı Agamemnon onlara şöyle dedi: — Dinleyin beni, Troyalılar. Dardanlılar ve müttefikleri! Ares'in sevgilisi Menelas'ın galip olduğu söz götürmez bir hakikattir. Artık Argoslu 71/555 Helene'yi ve onunla beraber hazineleri bize teslim etmek size düşer; sonra gelecek nesillerin faydalanacağı, uygun bir tazminat da vermelisiniz. Atreoğlu böyle dedi ve Ahaylılar bu dileği onayladılar. 72/555 ŞAN : IV TANRILAR ARASINDA Tanrılar, Zeus'un çevresinde, saraylarının altın hariminde, dernek kurmuşlardı. Ortalarında Hebe Sultan onlara Nektar sunuyordu. Birbirlerine karşı sağraklarını kaldırarak Troya şehrine bakıyorlardı. Birden, Kronosoğlu iğneleyici sözlerle Here'yi üzmek istedi, alaylı bir tarzda şöyle dedi: — Menelas'ın iki koruyucu tanrıçası var: Argoslu Here ile, Alalkomenli Athene. Fakat ondan uzak oturup seyrine bakmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Öbürünün tanrıçası gülüşü güzel Afrodite'dir, her an yardımına koşar ve onu. ölümden kurtarmasını başarır. Bir kere daha onu, tam helak olmak üzere iken, kurtardı. Fakat zafer Ares'in sevgilisi Menelas'ın olduğu için, işlerin nasıl gideceğini düşünmek bize düşer. Gene zalim savaşı, canlara kıyan dövüşleri mi uyandıralım? Bu, hepsini hoşnut eden, her iki tarafın kabul ettiği bir çare ise, Priam Han, şehrini ve ahalisini kurtarmış olacak, Menelas da Argoslu Helene'yi alıp götürecek. Böyle dedi. Athene ile Here mırıldandılar; iki yanında oturmuş, Troyalıların başına getirecekleri musibetleri düşünüyorlar. Fakat Athene ağzını açmadan, tek bir kelime söylemeden, duruyor; Zeus babaya karşı duyduğu hıncı, kendi gönlündeki öfkeyi bastırıyordu. Here ise göğsünde kızgınlığını zaptedemiyor, söz alıp şöyle diyor: — Müthiş Kronosoğlu: Bu söylediklerin nasıl sözlerdir? Çabalayışlarımı boşa çıkarmağı, habire didinerek döktüğüm terleri, Priam'a ve çocuklarına felâketi getirecek orduyu toplarken kısraklarımın çektiği yorgunluğu yele vermeyi nasıl istiyebiliyorsun. Bu senin düşündüğün! Ama biz öbür tanrılar, hepimiz, seni onaylamağa sözbirliği edemeyiz. O zaman bulutlar devşiricisi Zeus, ateş püskürerek şöyle dedi: — Hay cin çarpmış hay! Priam'la Priam'ın oğulları sana ne kötülük etmişler de güzel İlion şehrini tahrip ettirmede, böyle öfkeyle direniyorsun? Öfkeni yatıştırmak îçin Troya'nın kapılarını zorlamak, Priam'la oğullarını diri diri yemek ve bütün Troyalıları kılıçtan geçirmekten daha yumuşak bir ceza yetmez mi? Dilediğin gibi yap. Bu tartışmanın, ileride, ikimizin arasında fena bir ayrılığa sebep olmasını istemiyorum. Ama sana daha söyliyecek bir şeyim var, onu iyice kafana koy: Ben de bir gün, içinde, senin korumak istediklerin 74/555 bulunan bir şehri yıkmak istersem, o zaman benim öfkemi yatıştırmağa kalkma sakın! Ben şimdi, gönlümle değilse bile, hatır için, istediğini kabul edeyim, sen de o vakit benim hıncımı önlemeği aklına getirme, Güneş'in ve yıldızlı göklerin altında, yeryüzünde ölümlü insanların yaşadığı bütün şehirler, siteler arasında kutsal İlion kadar, Priam'la Priam'ın uzun mızraklı budunu ile beraber, benim bütün görgümle değer verdiğim hiçbir şehir yoktur. Buna karşı, büyük ve güzel gözlü Here Sultan şöyle cevap verdi: — Benim de, bütün şehirler arasında, gönlümün sevdiği üç tanedir: Argos, Santa ve Mykene: Gönlün ne zaman kızarsa onları tahrip et; onlar için seninle kavga edecek değilim. Zaten ben onları kurtarmak için kavga da etsem tahriplerine engel olamam, çünkü sen benden yüz kat güçlüsün. Ama benim de çabalayışım boşuna gitmemeli. Ben de tanrıçayım ve senin çıktığın yerden çıkıyorum. Düzenbaz Kronosoğlu bütün tanrıçalar arasında, doluşumla ve bütün ölümsüzlere hükmeden senin karın olmaktan kazandığım nam ile, kudretli olarak yaratılmışımdır Haydi sen benim, ben de senin, birbirimizin dileğimizi kabul edelim. Öbür ölümsüzler arkamızdan gelirler. Haydi, çarçabuk, Athene'ye emir ver, Troyalılarla. Ahaylılar arasındaki canlara kıyan savaş saflarına doğru gitsin. Troyalıların, Ahaylılara bir hinlik göstermesine, ilkin anlaşmayı onların bozmuş olmasına bir yol arasın. 75/555 Böyle dedi, tanrıların ve insanların babası Zeus da Athene'ye şu kanatlı sözlerle emretti: — Çabuk, savaş saflarının arasına git: Troyalıların Ahaylılara bir hainlik göstermesine, antlaşmayı ilkin onların bozmuş olmasına bir yol ara. Böyle diyerek Athene'nin zaten içinde yanmakta olan. ateşi, bir kat daha alevlendirdi. Tanrıça bir sıçrayışta Olympos'un yüksek tepelerinden uçtu. Tıpkı, düzenbaz. Kronosoğlu'nun bir alâmet olarak, denizcilere veya geniş bir ordunun savaşlarına gösterdiği bir yıldız; kendisinden binlerce kıvılcımlar saçılan parlak bir yıldız gibi; Pallas. Athene yeryüzüne atılarak uça uça savaş saflarının arasına gelip indi; onu görenler hayret içinde kalıyor, gerek atkısrak cambazı Troyalılar, gerek güzel dolaklı Ahaylılar; ve o zaman herkes komşusuna bakarak şöyle diyordu: — Gene zalim savaş, canlara kıyan vuruşma mı? Zeus ikimiz arasında artık iyi dostluk kurmak istemiyor mu? Yeryüzündeki insanlar arasında, bütün kavgaların biricik hâkimi Zeus? Ahaylı veya Troyalı, herkes böyle söylüyordu. Bu sırada tanrıça erkek suret ve kılığına girerek Troyalıların safları arasına karıştı. Anteneroğlu Laodok'un çehresi altında, tanrılar benzeri Pandaros'u aramağa başladı, araya araya, nihayet tanrıça, kudretli ve kusursuz 76/555 Lykaonoğlunu buldu: Ayakta duruyordu; etrafında, Esep suyu kenarlarından arkasına katılıp gelmiş olan silâhlı savaşçı kıtaları toplanmıştı. Ona yaklaşarak şu kanatlı sözleri söyledi — Lykaon'un alp oğlu! Bana inanmak ister misin? Menelas'a çabucak bir ok atmağa cesaret etsen Troyalıların ve herkesten önce Aleksandros Hanın gözünde anlı şanlı bir kahraman olurdun. Ondan ilkin, çok güzel armağanlar alırsın: Senin okunla Menelas'ın düşeceği ve cenaze yakmağa yarıyan ateşin üstüne verileceği gün! Haydi, ünlü Menelas'a ok at, aynı zamanda şanlı okçu Lykialı Apollon'a ada, vatanın kutsal Zele şehrine döner dönmez ilk doğan kuzulardan bir yüzlük kurban sunmağı. Athene böyle konuştu, zavallı akılsız da, ona inandı. Çabucak cilâlı yayını aldı. Bu yay vaktiyle göğsünden vurmuş olduğu bir yaban keçisinin boynuzlarından bir usta eliyle çekilmiş, cilâlanmıştı. Pandaros yayı toprağa doğru çekerek gerdi, sonra dikkatle yere koydu. Önünde yiğit yarenleri kalkanlarını tutuyorlardı: Ok kahraman Atreoğluna isabet etmeden Ahaylıların yiğit çocukları taarruza geçmemelidir. O zaman okluğun kapağını tutarak kanatlı bir ok seçti. Çabucak oku kirişe uygular; içinden de şanlı okçu, Lykialı Apollon'a, vatanı kutsal Zele'ye döner dönmez, ilk doğan kuzulardan bir yüzlük kurban sunmağı adar. Sonra, okun çentiğini ve öküz bağırsağından kirişi, ikisini birden tutarak kendine çeker ve kirişi göğsüne, demiri yaya kadar getirir. Gerilen büyük yay daire şeklini alır, birden, kiriş çınlar, sivri ok atılır, yığına doğru uçar. 77/555 Fakat seni de, Menelas mutlu ölümsüzler unutmuş değildir, en önce Zeus kızı, ganimetler devşiricisi tanrıça, önünde dikilir ve sivri okun yönünü değiştirir. Bir anne uykuya yatmış yavrusunun yüzünden bir sineği uzaklaştırdığı gibi, oku senin başından uzaklaştırır. Ok kemere doğru yöneldi: iyi işlenmiş iç kemeri deldi, zırha geçti ve nihayet kahramanın cildini hafifçe tırmaladı. Bu tırmık yarasından kara kan aktı. Bir Karialı veya Moenili kadının at dizginine süs olacak fildişini kırmızıya boyadığı gibi, bu kan da. Menelas, senin kalçalarını, baldırlarını, bacaklarını boyadı, güzel topuklarına kadar aktı. Yaradan kara kanın aktığını görünce, budunlar çobanı Agamemnon'u bir ürperme aldı. Ares'in sevgilisi Menelas da ürperdi. Fakat okun dikenli kısmının yaradan dışarıda kaldığını görünce gayret ve cesaret tekrar göğsünden uyandı. Bu sırada Agamemnon, Menelas'ın elini tutarak, hıçkıra hıçkıra söz söyledi, çevresindeki yarenleri de hıçkırıklarını kendi hıçkırıklarıyla karşıladılar. — Sevgili kardeşim, seni yalnız başına, yeminli pakt ile, Troyalılara karşı, bütün Ahaylılar adına dövüşmeğe bıraktığım zaman meğer ölümünü hazırlıyormuşum. Troyalılar sana ok attılar ve böylece yeminli antlaşmayı ayaklarının altında çiğnediler! Yeminli anlaşma bizim için bir hiç olamaz: Kuzuların kanı, tanrılara saçılan şarap, karşılıklı sıkılan eller, bütün inandığımız, iman ettiğimiz şeyler! Olympos'lu tanrı belki hemen, şu saatte yeminli anlaşmaya, edilen ihaneti cezalandırmaz, ama ne kadar geç kalsa da cezayı ihmal 78/555 etmiyecek: Suçlular borçlarını ağır faizlerle ödeyecekler: Kendi canlarıyla, karılarının ve çocuklarının hayatlarıyla. Hiç şüphesiz, canımla ve gönlümle biliyorum: Bir gün kutsal İlion mahvolacak, Priam da Priam'ın budunu da, bir gün gelecek, Kronosoğlu Zeus, yukarıda Ether içindeki konağında, böyle bir ihanetin uyandıracağı öfke içinde, kara Egid kalkanıyla harekete gelecektir. Bütün bunlarda olmıyacak hiçbir şey yoktur; fakat sen, Menelas, ölürsen, sana mukadder olan hayat tükeniverirse ben ne hazin bir yas içinde kalacağım! Ben, alnımda utanç damgası, Argos iline döneceğim. Az sonra Ahaylılar vatan toprağını hatırlıyacaklar; Priam'a, Troyalılara, zaferlerinin bir delili olarak, Argoslu Helene'yi bırakıp gideceğiz, senin kemiklerinse toprak içinde çürüyecek, maksadın yerine gelmeden, Troya ilinde kalacaksın. Şu veya bu Troyalı şanlı Menelas'ın mezarı üstünde sıçrayıp şöyle söyliyebilecek: Agamemnon öfkesini almak için, buraya ordular kaldırıp getirmiş, bir hiç için! Dileriz ki, daima böyle olsun. İşte bomboş gemilere binerek vatanının uzak sahillerine dönüyor, kahraman Menelas'ı da burada bırakıyor! Herkes bunları söyliyecek. Ah, yer açılsa da içine girsem! Fakat sarı Menelas onu teselli ederek şöyle dedi: — Korkun olmasın, ve böyle çabucak gidip Ahaylılar ordusunu telâşa verme. Sivri ok can alacak yere girmemiş. Önce kıvılcımlı iç 79/555 kemere çarpmış, sonra daha aşağıdaki kemere ve iyi demirci ustalar elile işlenmiş karın örtüsüne. Agamemnon Han şöyle cevap verdi: — Dilerim, sevgili Menelas, hakikat ağzından çıktığı gibi ola! Hemen bir hekim yaranı yoklasın ve ağrıları savuşturabilecek ilâçlarla tedavi etsin. Böyle dedi ve tanrısal Talthybios çavuşa hitap etti: —Talthybios, çarçabuk Asklep'in oğlu Mahaon'u, kusursuz hekimi çağır: Hemen gelsin Atreoğlu Menelas alpı görsün. Yaycenginde usta biri, Troyalı veya Lykialı onu okla yaralamıştır: Ona kendisine şan, bize yas olsun diye. Böyle dedi ve onu dinleyen çavuş «hayır» demedi. Tunç cebeli Ahaylıların ordusu arasından gitti; kederli gözleri kahraman Mahaon'u araştırmada; nihayet onu görür: Ayakta duruyor ve etrafında, silâhlı olarak arkasından, atkısrak yatağı Trikke'den gelmiş olan kudretli kıtalar bulunuyordu. Yanına gelerek kanatlı sözler söyledi: 80/555 — Haydi! Aslepionoğlu! Agamemnon Han seni çağırıyor: Gel, Ahaylıların Alp şefi Menelas Hana bak; yay çenginde usta, bir Troyalı veya Lykialı, onu okla yaralamış, kendisine şan, bize yas olsun diye. Böyle dedi ve göğsünde yüreğini heyecanlandırdı. Yola çıktılar; yığınlar içinden, Ahaylılar ordusu arasından geçerek yaralı Menelas'ın bulunduğu yere geldiler. Etrafını çepçevre şefler çevirmişti. Tanrılar eşi insan, onların yanında durdu. Çarçabuk oku iç kemerden çıkardı; ve çekerken okun dikenleri kırıldı. Kıvılcımlı iç kemeri çözdü, daha aşağıda kemeri ve usta demirciler eliyle işlenmiş karın örtüsünü. Kara okun açtığı yarayı görür görmez, kanı emdi; sonra, büyük bir bilgi ile, üstüne ağrıları savuşturucu tozlar ekti, bunları vaktiyle babasına Hiron vermişti. Fakat onlar narası kuvvetli Menelas ile meşgul iken, Troyalıların savaş cephesi harekete geçti. Yeniden silâhlarını takındılar ve yeniden savaşa geçtiler. AGAMEMNON ORDUSUNU TEFTİŞ EDİYOR O sırada, gözlemiş olsanız, tanrısal Agamemnon'u, uyumuyor, hiç bir korkuya kapılmıyor, kavgaya katılmaktan çekinmiyor 81/555 görürdünüz. Aksine, insanın şan kazandığı cenklere atılmak hevesini gösteriyordu. Nefesleri yorgun kısraklarını ve kıvılcımlı tunçtan savaş arabalarını, seyisi Ptolemeoğlu ve Piros torunu Eyrymedona çıraktı. Ona emir verdi ki, uzaklaşmasın, ayaklarının yorulduğunu hissedeceği zamana kadar, hayvanları oralarda yedsin. Bütün kıtalar ortasında kumanda makamında görünecekti. Şimdi yaya olarak savaşçıların saflarını dolaşıyordu; ve tez giden küheylânlar sahibi, kavgaya istekli Danaoslulara rastladıkça onlara yaklaşarak şöyle diyordu: — Argoslular, ateşli yiğitliğiniz soğumasın, yüreğiniz gevşemesin! Zeus baba anlaşmaya ihanet edenlere yardım edecek değildir, ilkin hain bir vuruşla yeminli anlaşmayı bozanlar onlardır. Elbet, akbabalar cesetlerini parçalayıp yiyecek, biz de şehirleri zaptederek gemilerimizle karılarını, çocuklarını alıp götüreceğiz. Can yakan kavgadan ürkmüş, yürekleri gevşemiş gördüklerine ise, öfkeli gazaplı sözlerle çıkışıyordu: — Zevzek, bağırgan değersiz erler! Sizde insanlık şerefi, haysiyeti yok mudur? Niçin böyle alık alık duruyorsunuz? Ovada gezmiş dolaşmış, sonunda yorgun düşmüş, yüreklerinde kuvvet kalmamış dişi geyiklere benzer bir hal alıyorsunuz. Böyle, aptalca durup kavgaya katılmağa heves göstermediğiniz zaman işte bunlara benziyorsunuz! Troyalıların, güzel yapılı gemilerimizin çekilmiş payandalanmış oldukları deniz kıyısına kadar inmesini mi bekliyorsunuz? Kronosoğlu'nun —keyfi isterse— bize yardım etmesini mi? 82/555 Böyle bir şef olarak askerlerinin saflarını dolaşıyordu. Savaşçı yığınlar arasından Giritlilerin yanına geldi. Bunlar yiğit İdomene'nin çevresinde savaş düzenine girmişlerdi. İdomene, bir yaban domuzu yiğitliğiyle, kıtalarının hatları önünde duruyorken, Merion son taburları sürüyordu Budunlar çobanı Agamemnon, İdomene'yi görmekten çok sevinerek, ona baldan tatlı sözler söyledi: — İdomene, tez ayaklı küheylânlar sahibi Danaoslular arasında, senin kadar değer verdiğim hiç kimse yoktur, gerek savaşta, gerek başka işlerde, hattâ cümbüşte, Argoslu şefler testilerle şarabı kardıkları zaman. O vakit, başları saçlı öbür Ahaylılar paylarını içerken, senin sağrağın, benim sağrağım gibi dolu durur, gönlün istedikçe içebilsin diye. Haydi şimdi, kavgaya yürür ve her zaman övündüğün gibi olduğunu göster. Giritlilerin başı İdomene de ona bakarak şöyle dedi: — Atreoğlu! Emin ol, ben daima sana vaktiyle söz verdiğim gibi iyi arkadaş olarak kalacağım; güvenin sarsılmasın. Sen git başları saçlı öbür Ahaylılara cesaret ver. Troyalılar anlaşmayı bozdukları için, mümkün olduğu kadar çabuk, kavgaya girmeliyiz. Onlar için ölümden, yastan başka bir gelecek yoktur, çünkü yeminli anlaşmayı ilkin, hain bir vuruşla, bozanlar onlardır. 83/555 Böyle dedi, Atreoğlu da, gönlü şad, öteye geçti. Savaşçı yığınları arasından geçerek iki Ayas'ın yanına geldi. Kavgaya hazırlanıyorlardı. Arkalarından bir yığın piyadeler geliyordu, havaya bir toz bulutu yükselterek. Yukarıdaki gözetleme yerinden keçi çobanı bir bulutun yükselip ortalığı allak bullak ettiğini görür de ürpererek sürüsünü nasıl bir mağaranın sığınağına sürerse; onun gibi iki Ayas'ın kumandanlığı altında Zeus'un büyüttüğü delikanlı yığınları cana kıyan savaş önünde yürekleri heyecanlanmıştı. Agamemnon Han onları görerek sevindi ve kanatlı sözler söyledi: — İki Ayas'lar, tunç cebeli Ahaylıların şefleri, size hiç emir vermeyeceğim. Sizi cesaretlendirmek için söz söylemek de yakışmaz; yiğitlerinizi kavgaya sokmak için kimsenin teşvikine ihtiyacınız yoktur. Hay Zeus baba! Athene! Apollon! Böyle bir gayret ve cesaret bütün göğüslerde bulunsaydı! Priam Hanın şehri kollarımızla çoktan alınırdı! Böyle dedi ve onlardan ayrılarak başkalarına geçti. Pylos'un gür sesli hatibi Nestor'un yanına geldi. Bu Han, askerlerini savaş düzenine geçirmiş, ileri sürmek üzereydi. Kıtalarının kumandanları büyük Belegan, Alastor, Hromios, Hemon Han ve budun çobanı Bios idi. Başa atları ve arabaları ile araba sürücülerini koymuştu. Çok ve cesur piyadelerini arkaya yerleştirmişti; ona göre bunlar, kavganın kalesiydi. Değersiz olanları cesurların ortasına vermişti ki, gönül isteğiyle olmasa da, dövüşmek zorunda kalsınlar diye. İlk önce araba 84/555 sürücülerine atlarını zaptetmeleri, yığınlar arasında kargaşalık yaratmamaları için emirler vermişti: — Kimse, kendisinin iyi bir sürücü ve cesur bir savaşçı olduğuna güvenerek başkalarını geçmek, herkesten önce Troyalılarla tutuşmak hevesine kapılmasın; başkalarından geri kalmamağa da dikkat etmelidir. Sonra, kuvvetçe çok daha zayıf olursunuz, içinizden biri arabasından bir düşman arabasına yetişebilirse mızrağını uzatsın. Bu, yüz kat daha faydalı olur. Atalarımız surları ve şehirleri, bu istek ve göğüslerinde böyle bir yürekle yıkarlar, zaptederlerdi. Savaş uzmanı ihtiyar işte böyle kendi askerlerini kavgaya sokuyordu. Agamemnon Han onu görünce şad oldu, konuşmağa başlı- yarak şu kanatlı sözleri söyledi: — Hay ihtiyar! Cesur göğsündeki yüreğine uyacak dizlerin, bacakların olaydı! Eski gücün eksilmemiş olsaydı! Ama yaş, kimseye hatır gönül saymıyan ihtiyarlık, sana da ağır basıyor! Delikanlıların saflarına karışabilecek bir kudretin olsaydı! Eski savaş arabacısı Nestor ona cevap verdi: 85/555 — Atreoğlu, elbet ben de isterdim, tanrısal Ereulthalion'u öldürdüğüm günlerde nasıl idiysem şimdi de öyle olayım. Fakat tanrılar insanlara her şeyi bir arada vermezler. Evet, o zaman gençtim, şimdi ihtiyarlığın baskısını hissediyorum; ama gençlerin saflarına karışamasam da, onlara öğüdümle ve sesimle kılavuzluk edebilmek daha az faydalı sayılmasa gerek. ihtiyarların imtiyazı budur. Gençler de mızrakla, kargı ile oynarlar, çünkü vücutları dövüşmeğe elverişlidir, kuvvetlerine de güvenebilirler. Böyle dedi ve Atreoğlu, gönlü şad, öteye geçti; gidip Peteosoğlu, at-kısrak büyütücüsü Menesthe'yi buldu. Savaşın üstadları Atinalıların ortasındaydı; az ötede çok hünerli Odysseus, Odysseus'un yanında, kuvvetli saflar altında, Kefalonyalı kıtalar toplanmıştı. Bu kıtalar kavgaya başlamak işaretini daha işitmemişlerdi. Taburları gerek at kısrak cambazı Troyalılara, gerek Ahaylılara doğru, bir deprenme içindeydi. Orada, Troyalılara karşı başka bir yığının hücuma geçerek savaşın açılmasını bekliyorlardı. Budunlar çobanı Agamemnon onlara çıkışmak üzere kanatlı sözler söylemeğe başladı: — Hey Zeus dölü Peteos Han! Sen de hey yaramaz hileler üstadı, yüreği kazanç ihtirasıyla dolu! Niçin böyle kenara çekilip aylak duruyorsunuz! Niye başkalarını bekliyorsunuz! Canlara kıyan kavganın en ön hatlarına atılmak size düşerdi! Ahaylılar ihtiyarlar şerefine ziyafet verirken benim cenge davetimi ilk işitenlerden değil misiniz? Cümbüşte, istediğiniz kadar kızartılmış etler atıştırmak, sağrak üstüne sağrak lezzetli şarap yuvarlamak zevkinden geri kaldığınız yok! Şimdi ise önünüzde, ellerinde zalim tunç silâhlar, Ahaylı taburların geçip dövüşmeğe atıldığını, seyreder durursunuz! 86/555 Ona, çok hünerli Odysseus gamlı bir bakış atarak cevap verdi: — Atreoğlu, nasıl oluyor da dişlerinin arasından böyle sözler kaçıyor! Nasıl iddia edebiliyorsun ki, savaşa gitmeğe gevşek davranıyoruz: Bizim Ahaylılar at-kısrak cambazı Troyalılara karşı yürüyüp Ares'i ateşlendirirken! İstemiş olsan ve işe ilgi göstersen, Telemahos'un babasını en ön hatlarda Troyalıların en yiğitleriyle dövüşürken görebilirdin! Boş lâflardan başka bir şey söylemiyorsun. Agamemnon Han gülümsiyerek cevap verdi. Odysseus'un öfkelendiğini görerek sözünü geri aldı: — Tanrısal Laerteoğlu, çok hünerli Odysseus! Seninle sebepsiz kavga etmek ve sana emirler vermek istemiyorum. Biliyorum, göğsünde yüreğin hep dost çareler düşünür, çünkü duyguların duygularımın aynıdır. Gücendirici bir söz söylenmişse, işi ilerde dostça hallederiz. Daha önce dilerim ki bu sözleri tanrılar yele versin! Böyle dedi, bırakıp öteye geçti; az sonra Tydeoğlu coşkun Diomedes'i gördü: Ayakta, atlarının arkasında, arabasının üstünde duruyordu. Onun yanında Kapanoğlu Stenelos vardı. Agamemnon Han görür görmez Diomedes'e çıkışarak kanatlı sözler söyledi: 87/555 — Hey Tydeoğlu, cesur at-kısrak cambazı! Niçin böyle gözlerini kavgaya çevirip aylak duruyorsun? Tyde aylak durmasını hiç sevmezmiş; en ileri hatlarda, arkadaşları beklemiyerek, düşmanla dövüşmekten hoşlanırmış. Onu iş başında görenler öyle söylerler, eşsiz bir kahraman olduğunu anlatırlar. Tyde bir gün Myken'e girmiş — kavga ederek değil, misafir olarak—, tanrılar benzeri Polynike ile berabermiş, bir ordu toplamak peşinde imişler. Thebes'in sağlam surlarına sefer açıyorlar, ünlü müttefikler bulmak için yalvarıyorlarmış. Öbürleri de ricalarını kabul ederek yardım vermeğe hazırmışlar; ama Zeus uğursuz alâmetler göstererek isteklerinden vazgeçirmiş. Bununla beraber sefer heyeti geri kalmamış, yola çıkmış. Epey uzun bir yol almış. Asop suyunun sazlık bataklık kenarlarına erişmişken, Ahaylılar Tyde'yi yine elçi yollamışlar. Hareket ederek Kadmelileri kudretli Eteükles'in konağında şölen-cümbüş kurmuş bir halde bulmuş. Orada Tyde, tek bir yabancı, bu kadar çok Kadmeli arasında hiç bir korkuya kapılmamış. Onlara meydan okumaktan çekinmemiş ve birer birer hepsine galip gelerek büyük, şanlı bir zafer kazanmış! Athene, ona bu derece yardım edermiş! O zaman, çok öfkelenen Kadmeliler, o dönerken, yolunu kesmek üzere elli genç yollayıp fena bir pusuya düşürmek istemişler. O gençlere iki şef kumanda ediyormuş: Ölümsüzler benzeri Hemonoğlu Meon ile Autofonoğlu çok değerli Polyfont, Tyde öyle savaşmış ki, hepsine utandırıcı bir kader nasip olmuş: Hepsinin canına kıymış! Yalnız birine, Meon'a yurduna dönmeğe izin vermiş ki, uğursuz alâmetlerin bir ispatı olabilsin. Etollu Tyde böyle bir kahramanmış. Ama hayat verdiği oğlu, kavgada, onun kadar değerli çıkmadı, gerçi Dernekte güçlü bir hatip ise de! 88/555 Böyle dedi ve güçlü Diomenes hiç karşılık vermedi; şanlı kralın azarını saygı ile dinledi. Fakat necip Kapaneoğlu cevap verdi: — Atreoğlu, gerçeği söyleyebilecek kadar bilgin varken, yalan söyleme. Biz babalarımızdan çok daha değerli olmakla övünebiliyoruz. Thebes'i, yedi kapılı şehri alanlar biziz. Halbuki daha sağlam surlara karşı sayıca daha küçük bir ordu görmüştük. Fakat Göğün alâmetlerine saygı göstererek, Zeus'un yardımını sağladık. Onlar, babalarımız, can verdiler, ancak aptallıklarından. Artık babalarımızı bize üstün saymaktan sakın. Güçlü Diomedes, buna karşı gamlı bir bakış çevirerek şöyle dedi: — Dostum, barışık ol ve sus! Sesime boyun eğ! Ben budunlar çobanı Agamemnona, dolakları güzel bütün Ahaylıları kavgaya sokmak için sıkıştırıp cesaretlenmesinden dolayı, kusur bulmam. Ahaylılar, Troyalıları yenip kutsal İlion'u alırlarsa şerefi şanı onun olacak, ama Ahaylılar mahvolurlarsa, yine bu felâketin geniş yası, matemi ona gelecek. Yiğitliğimiz; değerimiz ne kadar ateşli olursa olsun, bu gerçekleri de hatırlayalım. Diomedes böyle dedi, ve silâhlı olarak arabasından yere atladı. Yere sıçrayan kahramanın göğsünde tunç müthiş bir ses çıkardı: En cesur savaşçı bile bu sesten korkuya düşebilirdi. 89/555 İLK KAVGALAR Nasıl ki, çok yankılı kıyıda, Zefyr'in sarsması altında, sıkışık dalgalarla fırtınalaşan deniz, önce açıkta kabarır, sonra karaya dönüp ulu bir uğultu ile parçalanırsa, uzanan bulutların üstünde «volut» helezonları yükselip tuzlu su köpükleri kusarsa; tıpkı onun gibi, Danaosluların taburları, sıkışık dalgalarla, aralıksız kavgaya doğru yürüyorlar. Her şef kıtasına gayret ve cesaret veriyor, kıta da sessizce ilerliyor. Arkalarından bu derece büyük bir ordunun yürüdüğüne ve her göğüste bir ses bulunduğuna inanılmazdı. Dilsizler gibi, kendilerini saydırabilmiş şeflere itaatli, gidiyorlar. Hepsinin üstünde, savaş hatlarına girmek için giymiş oldukları zırhların kıvılcımları parıldıyor. Troyalılar, bunun tersine, zengin bir adamın ağılında toplanmış, beyaz sütleri sağılırken kuzularının çığrışmalarına bir düzine meleyen sayısız koyunlara benziyorlardı. Troyalıların geniş ordusundan böyle uğultulu sesler yükseliyordu. Hepsinin ağzı ve dili bir değildi: türlü dilleri karışıyordu; bunca memleketten gelmiş insanlardı! İki ordudan biri Ares'in, öbürü çakır gözlü tanrıça Athene'nin, Korku, Bozgun, Boğuşma tanrılarının şevki altındaydı. Canlara kıyan Ares'in öfkeler gösteren kızkardeşi ayağa dikiliyor, onca kısa, az sonra alnıyla göklere değecek kadar yüksek, ayakları ise hep toprağı çiğniyor. Bir kere daha herkesin yüreğine kavga ruhunu üfürmeğe gelmiş, tesirinden kimsenin kurtulmasına imkân vermiyen bir tezlikle yığınlar arasında dolaşıyor; her yerde arkasından insan şikâyetleri, iniltileri yükseliyor. 90/555 Az sonra iki ordunun savaşçıları temasa geliyor ve hemen kavgaya tutuşuyorlar; kalkanları, mızrakları, tunçtan zırh giymiş iç ateşleri çarpışıyor! Kabarık cebeler birbirine değiyor, sınırsız bir kargaşalıktan ulu uğultular yükseliyor. Öldürenlerle can verenler birarada, iniltiler ve zafer naraları birlikte işitiliyor. Kan dalgaları yeri kaplıyor Dağların yüksekliklerinden yuvarlanan seller, iki vadinin kavşağında bir bol suların birleştirip bir derenin oyuk yatağına akarlarken yüksekteki çoban uzaktan gürleyişlerini duyar, bunun gibi, birbirine karışan iki ordunun kargaşalığından böyle dehşet verici gürültüler çıkıyordu. İlkin Troyalı bir savaşçı, hatlar arasına çıkan cesur yiğitlerden biri, Thalysiosoğlu Ehepal, Antilok'un yakaladığı av oldu. En önce, mızrağını, kalın sorguçlu tulganın tepesinden alnına sançtı. Tunç silâhın sivri ucu battı ve kemiği deldi: ölüm gölgesi gözlerini örttü. Bir duvar gibi yere devrildi. Hemen onu Elefenor Han ayaklarından tuttu, Halkodonoğlu Elefîıor, ulu gönüllü Abantların kumandanı; cesedi alttan sürüklemek, çabucak silâhlarını soyup almak istiyordu. Fakat bu çabalayışı kısa sürdü: ulu gönüllü Agonos, onun cesedi çektiğini ve eğilirken buğurunun üstünden kalkanın sıyrıldığını gördü, hemen tunç kargısıyla sançarak kemiklerini kırdı. Can verdi ve onun da cesedinin üstünde Troyalılarla Ahaylılar arasında zalim bir dövüşme oldu. Kurtlar gibi birbirlerine girdiler, her adam karşısına gelen adamı devirdi. 91/555 O ara, Telemonoğlu Ayas, saldırmak için ilerleyen genç Simoisios Anthemionoğlunu, gençliğinin en kuvvetli çağında tunç mızrağı ile devirdi. Bu gencin annesi, vaktiyle İda dağından inmiş, anası babasıyla Simois suyunun kenarında sürülerini beklemişti; burada gebe kalarak çocuğu dünyaya getirdiği için ona Simoisios denilmişti. Ne yazık ki büyütenlerin emekleri ödenemiyecekti; ömrü çok kısa imiş: ulugönüllü Ayas onu tunç mızrağının bir vuruşuyla deviriverdi. Göğsünün ortasından vurdu, tunç doğru omuz arasından yürüdü; genç adam tozların içine düştü. Geniş bir bataklığın otlak toprağında gelişmiş, cilalanarak kütüğünden araba yanları yontulmak üzere bilenmiş demirle çevrilmiş bir kavak ağacı nasıl su kenarında yatıp kuruyacaksa, tanrısal Ayas'ın öldürdüğü Anthemionoğlu Simoisios da tıpkı öyle, cansız yatıyordu. Fakat işte, Ayas'ın da üstüne Priam oğlu Antif, yığın arasından sivri mızrağını fırlattı, isabet ettiremedi. Fakat onun yerine yanında durmakta olan Levkos'u, Odysseus'un değerli arkadaşını kasığından vurdu, o ara, ayaklarına devrilmiş bir cesedi öteye çekmek için eğilmişti: vurularak kollarından kayan cesedin üstüne düştü. Odysseus, arkadaşının öldürüldüğünü görünce, yürekten öfkelendi. Başında pırıl pırıl tunçtan tulga, hatlar dışında kalan yiğitler arasından geçti. Ölünün yanında durdu, ihtiyatlı bir gözle etrafına baktıktan sonra, kıvılcım saçan mızrağını fırlattı; Troyalılar geriye çekildiler, fakat silâh boşuna atılmadı: Priam'ın Abydos'tan, at-kısrak cambazlığından gelen bir piçini, Demokoon'u vurdu. Öfkeli Odysseus'un tunç mızrağının sivri ucu bir şakağına saplanarak öbür şakağından çıkmıştı. Büyük takırtı ile yere düştü, silâhları da üstünde çınladı. Hatlar dışındaki yiğitler geriledi. Ünlü Hektor da onlarla 92/555 birlikte. O anda Ahaylılar bir nâra attılar ve ölülerini çektiler; sonra ileriye geniş bir sıçrayışla atıldılar. Onları Pergamos'un yukarısından gören Apollon kızdı, haykırarak Troyalıları cesarete davet etti: — Haydin Troyalılar! Kavgada Argoslulara hiç fırsat vermeyin! Derileri taştan veya demirden değildir: değen tunç silâh onların da etlerini yırtar, kemiklerini kırar. Sonra saçları güzel Thetis'in oğlu Ahilleus muharebelere katılmıyor, zalim bir küskünlük içinde gemilerinin yanında eğleniyor. Akropolün yukarısından, müthiş tanrı böyle konuştu. Fakat Argosluları da cesaretlendirmek için Zeus kızı şanlı Tritogeni ileri vardı. Bu tanrıça geniş dövüşler ortasında durmadan dolaşıyor, nerede bir erin gevşediğini görürse oraya koşuyor. Bu ara Amarynke oğlu Diores kaderin tuzağına düştü. Sağ bacağının ökçesine pürüzlü bir çakıl taşı battı. Ona o taşı atan Enos'tan gelen Trakyalıların şefi İmbrosoğlu Piros idi. Zalim taş topuğun kemik ve sinirlerini ezmişti. Piros Dioris'in yaralandığını görünce koşup mızrağını göbeğine sapladı, ölüm gölgesi gözlerini örttü. Fakat o zaman, Piros'un da üstüne Etollu Thoas atıldı ve kargısı ile memenin üstüne vurdu, göğsünü delen tunç gidip akciğere saplandı. Thoas yaklaşıp kuvvetli silâhını Piros'un göğsünden çıkardı, 93/555 sonra sivri kılıcını kınından çekerek karnına sapladı, fakat son nefesini veren adamın silâhlarını alamıyordu, ölünün yarenleri Troyalılar, kafataslarının ortasında top saçları olan savaşçılar, ellerinde uzun kargılarla, Piros'u sardılar ve büyük, mağrur, cesur bir savaşçı olmasına rağmen onu geriye ittiler. Sarsılıp düştü. Şimdi ikisi yan yana, toz içinde yatıyorlar: Troyalıların şefiyle tunç cebeli Epelilerin şefi! Onların çevresinde, yüzlerce başkaları birbirlerinin canına kıyıyorlardı. O gün, Troyalılarla Ahaylılar, yığın yığın, alınları toz içinde, yan yana serildiler! 94/555 ŞAN : V DIOMEDES'IN KAHRAMANLIKLARI Bu sefer, Pallas Athene ateşli cesareti Tydeoğlu Diomedes'e verdi: bütün Argoslular arasından kendini göstersin, şanlı ün salsın diye. Tanrıça onun tulgasında ve kalkanında sönmez bir ateş yaktı: Okeanos'un sularından yıkanmış çıkan yaz-sonu yıldızı gibi, eşsiz bir parıltı ile ışıldıyordu. Ondan sonra onu kavganın ortasına, en kalabalık savaşçıların kakıştığı yere attı. Troyalılarla Hefaestos'un, zengin, kusursuz, bir duacısının iki oğlu vardı: Fege ile İdeos, savaşın her türlüsünde usta yetiştirilen bu gençler saflar arasından çıkarak kahramanca karşılaşmağa atıldılar. Arabalarının üstünden saldırdılar, kahraman ise yerde, yayan vuruşuyordu. Birbirlerine doğru ilerleyerek temasa geldiler. İlk olarak Fege uzun mızrağını fırlattı. Fakat silâhın ucu sol omuzundan sıyrılarak Tydeoğluna değmedi. Hemen o da, tunç kargısı ile atıldı, ve onun elinden fırlayan silâh boşuna gitmedi: Fege'nin göğsü ortasına değdi, iki meme arasından yaralayıp arabasından yere devirdi. İdeos bir sıçrayışla yere inerek çok güzel arabayı terk etti; fakat kardeşinin cesedini beklemeğe yüreği dayanmadı; kendi de kara ölümden kurtulamazdı. Hefaestos o anda bir karanlık yayarak hayatını kurtarmasaydı; tanrı ihtiyar duacısını büsbütün yas içine atmak istememişti. O anda ulu gönüllü Tyedeoğlu arabayı atlarıyla birlikte çekip yarenlerine teslim etti, Kocakarınlı gemilerin yanına götürsünler diye. Troyalılar Dares'in iki oğlunu, —biri gerçi tehlikeyi atlatmış, ama öbürü yerde ölü yatmada— görünce yürekleri heyecanlandı. O ara, çakır gözlü Athene ateşli Ares'in elini tutarak şöyle seslendi: — Ares, Ares, insanlar musibeti, kan içici, kaleler yıkıcı Ares! Troyalılarla Ahaylıları kendi hallerine bırakamaz mıyız dövüşe dursunlar; Zeus Baba kimlere isterse zaferi onlara nasibetsin; biz de, ikimiz uzaklaşıp Zeus'un öfkesinden çekinsek olmaz mı? Tanrıça böyle deyip azgın Ares'i kavgadan uzaklaştırdı, otlak Skaomandros'un kıyılarında bir yere oturttu. Hemen Troyalılar Danaosluların altında büküldüler. Hanların her biri Troyalılardan bir er yakaladı. İlkin budunlar çobanı Agamemnon büyük Odios'u Alizonların Hanını, arabasından aşağı devirdi: mızrağını iki omuzu arasından, arkasına sapladı, göğsünü bir yandan öbür yana deşti, geçirdi. Adam takırdı ile yere düştü, silâhları da üstünde çınladı. İdomene, uzaktan, bereketli Teneden gelmiş olan Meonlu Feste Boroğlunu tam arabasına çıkmak üzere iken, yıktı; uzun mızrağı ile sağ omuzundan sançtı, adam yere devrildi, ölüm karanlığı gözlerini kapadı. İdomene'nin seyisleri ölünün silâhlarını soymak üzere iken, çok usta avcı olan Strofios Skamandrios, Atreoğlu Menelas'ın eline geçti. Bu savaşçı cesur bir avcıdır, Artemis ona dağların ormanlarında 96/555 yaşıyan her türlü av hayvanlarını ok atıp avlamak sanatını öğretmişti. Fakat bugün ne okçu Artemis ne de ondan öğrendiği atıcılık sanatı bir işine yaramadı. Ünlü savaşçı Atreoğlu Menelas, onu, önünden kaçmağa çalışırken, uzun mızrağı ile, arkadan, omuzlarının arasından vurarak göğsünü deşti, geçirdi. Adam, yüzükoyun yuvarlandı, üstünde silâhları çınladı. Merion Tektonoğlu Fereklos'u yıktı; bunun da babası elleriyle her türlü sanat eserleri yapmasını bilen Harmondu. Pallas Athene'nin sevgi gösterdiği adamlardandı. Vaktiyle Aleksandros'a da, deniz seferine çıkmak için, güzel gemileri yapan Harmon'du; bu gemiler bunca fenalıklara sebep olmuş, Troyalılara belâlar, kendisine de felaket getirmişti; çünkü tanrıların alâmetlerinden hiç bir şey bilmiyordu. Tektonoğlunu kovalayan Merion ona yetişerek sağ kalçasından vurdu. Mızrağın ucu, doğru giderek kemik altındaki sidik kavuğunu deşti. Adam inleyerek dizlerinin üstüne çöktü ve ölüm gözlerini kararttı. Megas Atreoğlu Pede'yi öldürdü. Tanrısal Theano, başka bir kadından doğmuş olan Pede'yi, kocasının hatırı için çok iyi büyütmüştü. Fyleoğlu Meges, ün salmış savaşçı, yaklaşıp ucu sivri mızrağı ile, enseden başına vurdu, tunç silâh dişlerin arasından dilin kökünü kesti. Adam tozlara yuvarlandı, dizleri soğuk tunç üzerinde kapanmıştı. Evemonoğlu Evrypyl, coşkun Dolopion'un oğlu tanrısal Hypsenor'u öldürdü. Skamandros suyunun duacısı iken vaktiyle Lolopion'a halk bir tanrı gibi saygı gösterirdi. Önünden kaçmakta iken 97/555 şanlı Evrpyl Evemenoğlu kovalayıp kısa kılıcıyla omuzundan vurarak ağır kolunu kesti. Kanlı kol yere düştü, adamın gözlerini kızıl ölüm ve değişmez kader kapladı. Canlar yakan kavga içinde bu işler görülmekte iken Tydeoğlu'nun iki ordugâhtan hangisinde bulunduğu, Troyalılarla mı Ahaylılarla mı birleşmiş olduğu bilinmiyordu. Ova içinde öfkeyle gidip gelirken bora sağanaklarıyla kabarıp taşan, selleri bütün yükseklikleri silip götüren ırmağa benziyordu. Zeus'un bora yağmurları günlerinde sellere ne bağ çitleri, ne genç bağcıların işleri, hiç bir şey karşı koyamaz, tıpkı bunun gibi, Tydeoğlu'nun çarpışları altında Troyalıların taburları, ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar, tutunamıyorlardı. Fakat Lykaon'un ünlü oğlu onu, kızgın, her tarafa seğirtip Trova taburlarını kakıştırırken gördü. Hemen kavisli yayını gererek Tydeoğlu'nu, saldırışları içinde sağ omuzundan, cebesinin göğüslüğünden vurdu. Zalim ok zırhın altından, doğru yürüdü, cebe kanlar içinde kaldı. Bunun üzerine şanlı Lykaonoğlu nâra atarak haykırdı: — Haydin, ulu gönüllü Troyalılar, at-kısrak terbiyecileri! Ahaylıların en cesuru yaralandı, ve ben diyorum ki ,güçlü okumun 98/555 tesiri altında çok zaman dayanamıyacak, eğer beni —Lykiadan çıkarken— gerçekten Zeus oğlu Han sefere ugurlamışsa. Böyle deyip övündü. Fakat tez giden ok Diomedes'in işini bitirmemişti: geri çekilerek atlarının ve arabasının önünde durdu, Kapaneoğlu Sthenelos'a şöyle dedi: — Haydi, Kapane'nin sevgili oğlu, arabadan in, omuzumdan zalim oku çekmek lâzım. Böyle dedi, Sthenelos hemen arabadan yere atlayıp tez giden oku girerken seyrettiği yönden çekti; kan yumuşak kaftandan fışkırdı. Bu ara narası yüksek Diomedes dua etti: — Dinle beni, Egid kalkanını tutan Zeus kızı, yorulmak bilmez tanrıça! Vaktiyle babama iyilik edip canlar yakan kavgalarda yardımcısı olduğun gibi, şimdi de bana dostluk göster! Bana nasib et, beni yaralıyan ve övünerek güneşin ışığını uzun zaman göremiyeceğimi söyleyen adamı öldüreyim; bunun için onu gaflete düşür, kendi, mızrağımın doğrultusuna gelsin! Böyle dedi, Pallas Athene duasını kabul etti: önce bacaklarını, sonra kollarını canlandırdı, ondan sonra ona yaklaşarak şöyle dedi; 99/555 — Şimdi, korkusuz, Troyalılarla dövüşmeğe devam et, Diomedes! Göğsüne babanın iç ateşini koyuyorum: O ateşliliği iyi araba binicisi Tyde kalkanını sallayarak gösterirdi. Gözlerini örtmekte olan bulutu da uzaklaştırıyorum Böylece insanla tanrıyı birbirinden fark edebileceksin. Eğer tanrılardan biri gelir de seni sınamak isterse sakın ona karşı vuruşma yalnız biri müstesna; Zeus kızı Afrodite gelirse, saldır, onu sivri tunç silâhınla vur. Böyle deyip çakır gözlü Athene uzaklaştı, Tyde oğlu da Troyalılarla dövüşmeğe döndü. O andan, ateşliliği üç kat artmıştı, sanki beyaz yünlü koyunlarını korumak için çobanın —tam ağıla atlarken— yaraladığı arslandı! Çoban yaralamakla canavarın işini bitirememiş, sadece kuvvetini kat kat arttırmış; Çoban artık mücadele edemez, koyunları kendi hallerine bırakarak kulübesine çekilir. Canavar öfkeyle seğirtir, koyunlar yığın yığın yerlere serilir. Tıpkı böyle bir öfkeyle Tydeoğlu, Güçlü Diomedes Troyalılarla döğüşmeğe seğirtti. O ara, Astynos ile Hyperion Hanı yakaladı, birincisini tunç mızrağı ile memenin altından deşip geçirdi; öbürünü büyük kılıcıyla, köprücük kemiğinden vurarak omuzunu ensesinden ve arkasından kopardı. Onları orada bırakarak ihtiyar rüya tabircisi Evrydamas'ın iki oğlunu, Abos ile Polyidos'u, izleyip yakaladı, ihtiyar, oğullarını sefere yollarken, onlar için rüyalarını yorumlamamış olacak ki, güçlü Diomedes her ikisini öldürdü. Ondan sonra, analarının üstüne bırakacak oğlu yoktu. Diomedes ikisini de öldürdü, sanlarına kıymakla ihtiyara yastan, kederden başka bir şey bırakmadı. 100/555 Ondan sonra Dardanoğlu Priam'in iki oğlunu Ehemon ile Kromios'u yakaladı; ikisi de bir arabaya binmişti. Bir sürünün üstüne sıçrıyan arslan, nasıl otlamakta olan bir ineğin veya düvenin boynunu koparırsa, onun gibi, Tydeoğlu iki cenkçiyi arabalarından çekip koparmış, silâhlarını soymuştu; atlarını ve arabalarını yarenlerine teslim ederek kocakarınlı gemilere yollamıştı. PANDAROS'UN SONU Ene, kahramanın, savaşçı saflarını kırıp geçirdiğini görünce tanrılar eşi Pandaros'u, kavgalar ve silâh takırtıları arasında aramağa başladı. Nerede bulacağını düşünürken, güçlü kuvvetli, kusursuz Lykaonoğlu'nu görüp yanına gitti, önünde durarak şöyle dedi: — Pandaros, yayını, kanatlı oklarını, şanını şerefini ne yaptın? Bu yerin adamlarından hiç bir kimse seninle boy ölçüşemez, bütün Lyka içinde kimse senden üstün olduğunu söyleyip övünemez. Haydi. Zeus'a ellerini kaldır, sonra burada Troyalıların saflarını kasıp kavuran, bunca kahramana diz çöktüren zafer naraları atan adama bir ok at; umalım ki, Troyalılara, ihmal edilmiş bir adak sebebiyle, bir tanrı kızmış olmaya! Çünkü bir tanrının öfkesine uğramak çok ağır! Buna şanlı Lykaonoğlu cevap verdi: 101/555 — Ene, tunç cebeli Troyalıların iyi öğütçüsü! Bütün gördüklerimden cesur Tydeoğlu'nu seçiyor gibiyim: Kalkanından, tulgasından, uzun tepeliğinden, atlarından —odur, sanıyorum; pek de emin değilim, bir tanrı da olabilir, herhalde, düşündüğüm gibi, o— cesur Tydeoğlu ise, bir tanrı yardımcısı olmasa şu yamanlıkları gösteremezdi. Yanında omuzları bulutla örtülü bir ölümsüz, tez giden okumun ucu tam hedefine değmek üzere iken, yolunu çeldi. Canını Hades'e yolladığımı sanırken, kendisini yıkamadım! Bir tanrıyı gücendirmiş olmıyayım: Binecek arabam, atlarım kalmadı. Oysa ki, Lykaon'un sarayında yepyeni, taptaze onbir arabam kaldı, üstleri geniş örtülerle kaplanmış. Herbirinin yanında arpa, yulaf yemini alan birer çift at-kısrak vardır. Memleketten ayrılırken ihtiyar savaşçı Lykaon ne ısrarlarla bana tavsiye ediyordu. Troyalıları canlar kıyan, kavgalara götürürken iyi atlara koşulmuş arabaya bineyim, diye. Onu dinlemedim, şimdi ne kadar pişmanım! Atlarım, kuşatılmış bir şehirde aç kalır diye korkmuştum. Bol yeme alışmış atlarımı korumak istemiştim. Onları memlekette bıraktım, kendim yayan geldim, bütün güvenim yayımda olarak. Meğer işime hiç yaramıyacakmış! Şimdiye kadar iki kahramana ok attım: Bir Tydeoğlu'na bir de Atreoğlu'na. Okum değmiş ve her ikisinden hakikî kan akmıştı, fakat onları daha çok kızdırmaktan ve saldırışlarını arttırmaktan başka bir netice almadım. Hiç şüphem kalmadı, tanrısal Hektor'a yaranmak için, askerimi güzel İlion'a getirmek üzere yola çıkarken, kavisli yayımı asılı olduğu çividen alırken, felâketimi hazırlıyormuşum. Kısmet olsa da bir gün yurduma dönsem, gözlerimle karımı, yüksek tavanlı geniş konağımı görsem. —O gün bu yayı kendi ellerimle parçalayıp alevli ateşe atmazsam kellemi uçursunlar!... 102/555 Troyalıların öğütçüsü Ene ona bakarak şöyle dedi: — Böyle söyleme, bunun bir tek çaresi var: Her ikimiz, benim arabam ve atlarımla, bu adama karşı silâhlarımızla yürüyüp açık açık bir sınamaya girişmek. Haydi, bin arabama. Zeus'un Tros'a verdiği atların ne kadar değerli olduklarını göreceksin: Ovanın içinde her tarafa gitmesini, kovalamasını da, geri kaçmasını da, bilirler. Zeus bir kere daha şanı şerefi Tydeoğlu Diomenes'e verirse, ikimizi şehre doğru kaçırabilecekler. Haydi, geç kalma, benden kamçı ile parlak dizginleri al, ben arabadan iner, dövüşürüm; veya adamla sen çarpışırsın, atlarla ben meşgul olurum. Şanlı Lykaonoğlu cevap verdi: — Ene, dizginleri sen tut, atları kendin sür: Alıştıkları kılavuzu daha kolay dinlerler; bir kere daha Tydeoğlu'nun önünden kaçmamız gerekirse, arabayı daha iyi götürürler. Böyle yapmazsak, korkarım, atlar irkilerek bizi kavgadan uzaklaştırmazlar, ulu gönüllü Tydeoğlu üstümüze saldırıp her ikimizi öldürmeğe, senin atlarınla arabanı alıp götürmeğe fırsat bulur. Arabayı, atları sen idare et, ben sivri mızrağımla adamın saldırışını karşılıyayım. Böyle söyliyerek kıvılcım saçan arabaya bindiler; ateşli bir istekle Tydeoğlu'na doğru tez giden atlarını sürdüler. Kapane'nin şanlı oğlu onları görerek Tydeoğlu'na kanatlı sözler söyledi: 103/555 — Gönlümün sevgilisi Diomedes Tydeoğlu, iki kuvvetli cenkçi görüyorum, seninle dövüşmeğe azmetmiş görünüyorlar. Biri yayla atıcılıkta usta: Lykaon'un oğlu olmakla övünen Pandaros; öbürü, kusursuz kahraman Anhi'in oğlu Ene, babasıyla olduğu kadar anasının Afrodite olmasıyla da övünmekte. Beni dinlersen, arabamızla geri çekilelim, en ileri saflarda dövüşen savaşçılara karşı böyle bir iç ateşle atılma, tatlı canın kıyıldığını istemezsen. Ona yandan bir bakışla, güçlü Diomedes şöyle dedi: — Korkup kaçmaktan söz açma, çünkü seni dinlemek niyetinde değilim. Böyle, kaçarak savaşmak benim doğuşumda, kanımda yoktur, bir tarafa sinmek de âdetim değil. İç ateş bende hiç sarsılmaz, arabaya binip kavgaya girmektende hoşlanmam; yok, yok, onlara karşı böyle, olduğum gibi yürüyeceğim; korkup titremeği bana Pallas Athene yasak etmiştir. Hem böyle sanıyorum ki, onların her ikisi benim silâh erimimden, arabalarının üstünde, sıvışamıyacaktır, birinin kaçabileceği düşünülse bile. Sana söyliyecek bir şeyim daha var, kafanda iyi tut: Yorulmak bilmez Athene bana her ikisini öldürmeği kısmet ederse, sen, bizim atları oldukları yerde alıkoy, dizginleri arabanın rampasına takarak; ondan sonra, Ene'nin arabasına binip atlarını güzel dolaklı Ahaylılara doğru kaçırmağı unutma. Vaktiyle gür sesli Zeus'un Ganymede'sini kurtarmak için kurtarmalık olarak Tros'a vermiş olduğu atların ırkındandır bu atlar, düşmana bozgun vermede usta atlardır; onları ele geçirirsek bizim için büyük bir şan ve şeref olur. Aralarında böyle söyleşirken, ötekiler atlarını hızla sürerek yaklaştılar, ilkin, şanlı Lykaoğlu söze başladı: 104/555 — Ünlü Tyde'nin oğlu, ruhu ateşli, cesur Diomedes! Öbür sefer, benim can yakan, tez giden okum, demek, seni yıkmamış? Bu sefer uzun mızrağımla seni sınayacağım; bakalım, değer mi, kayar mı? Böyle dedi ve uzun mızrağını sallıyarak fırlattı. Tydeoğlu'nun kalkanına değdirdi. Tunç silâhın sivri ucu kalkanı deşip cebeye kadar geldi. Bunun üzerine Lykaon'un şanlı oğlu, gür bir sesle haykırdı: