17 Ekim 2015 Cumartesi

ilyada destanı - 5

HEFAESTOS, AHİLLEUS'UN SİLÂHLARINI HAZIRLIYOR Böyle dedi, ve Thetis'ten ayrılarak körüklerine doğru yürüdü. Yirmi körük, yirmisi birden ocaklara sıcak soluklar öfürüyor, sanatçının istediği tempo ile çalışmasını sağlıyor. Ateşlere ayrı ayrı katı tunç, kalay, çok değerli altın, gümüş attı. Büyük bir örsü dayanağına oturttu, bir eline ağır çekici, öbürüne ateş maşasını aldı. Hefaestos bir kalkan hazırlamakla işe başladı: Beş tabaka üzerine, büyük ve sağlam bir kalkan; on üç katlı, ışık parlaklığında bir çemberle çevirdi; bodriesini gümüşten yaptı. Kalkanı süslemekte sanatının bütün bilgilerini kullandı. Orada yer, gökle deniz, yorulmaz güneş, tam tolun halinde ay, ve göğün tacı bütün yıldızlar nakşedilmişti. 416/555 Orada iki insan sitesi de nakşedilmişti: Birinde düğünler, cümbüşler, yeni evlenmiş kızlar odalarından alınıp şehrin meydanında, meşalelerle gezdiriliyor; izlerinden visal türküleri yükseliyor; genç delikanlılar döne döne raksediyorlar; kitaraların, flavtaların nağmeleri işitiliyor; kadınlar, kapıların önünde, ayakta hayran hayran dinliyorlar. Orada bir agora (dernek meydanı) nakşedilmişti: İnsanlar toplanmış, iki kişi arasında başka bir adamın kan diyeti tartışılıyor, biri diyetin hepsini ödediğini öbürü ise hiçbir şey almadığını söylüyor. İkisi hâkime başvurup karar almak istiyorlar. İhtiyarlar cilâlı taşlar üzerinde oturup daire olmuşlar. Yerde, iki talent altın duruyor; en doğru kararı kim verirse altını alacak. İkinci siteyi düşman ordusu kuşatmış; alıp talan etmek veya yalnız hazinelerini ele geçirmek arasında kararsızlar. Şehir ahalisi dinlemiyor; savunmak için silâhlanıyorlar. Kadınlar, kavgaya karışmıyan ihtiyarlar, çocuklar hisarların üstünde toplanmışlar. Düşmana gizli bir baskın hazırlıyorlar. Ün salmış topal oraya nadas edilmiş, çok bitek bir tarla levhası koymuş: Birçok çiftçi hayvanlarını bir aşağı, bir yukarı sürüyorlar; uca gelip geriye tam dönecekleri sırada bir adam yaklaşıp bir kupa ile tatlı şarap veriyor. Sürülmüş toprak altından olduğu halde, bereketli toprakların siyah renginde: Hayranlık uyandıran bir sanat eseri. 417/555 Oraya Hanlara mahsus bir arazi levhası da konmuş: Irgatları, ellerinde tırpan, ekini biçiyorlar; ekin biçildikçe çizgi üzerine düşüyor; demetçiler bağlayıp tınaz tınaz yığıyorlar. Ortalarında, Han, elinde asa, sevinç içinde görünüyor. Çavuşlar, ötede, meşe ağacının altında, kurban kestikleri koca öküzün etlerini hazırlıyorlar. Kadınlar, işçilerin yemeği için, beyaz un döküyorlar. Oraya bir de, iri üzüm salkımlarıyla, bir bağ levhası da konmuş; altından siyah taneli üzümler! Baştan başa gümüş sırıklarla desteklenmiş; çepeçevre mavi smalttan hendekle çevrilmiş masum düşünceli genç kızlar ve oğlanlar sepetlerle tatlı yemişleri taşıyorlar; ortada bir çocuk güzel ut çalıyor, ince sesiyle hoş türkü söylüyor; öbürleri ayaklarını yere vurarak ona refaket ediyorlar, sıçrayıp raksediyorlar. Ün salmış topal oraya, vaktiyle geniş Knosos'ta, Dedal'in sanatla güzel örgülü Ariana için yapmış olduğu dans yerine benzer bir levha koymuş; orada genç delikanlılar ve çok aranan genç kızlar, birbirinin elini bileğin üstünden tutarak hora tepiyorlar. Efsunlayıcı koronun etrafını güzelliğe hayran seyirciler sarmış, iki cambaz da, bayramı açmak için ortada dolaşıyor. Geniş ve güçlü kalkan yapıldıktan sonra, ün salmış Topal sanatçı, Ahilleus için, ateşin ışığından daha parlak bir zırhlı cebe yaptı; sonra, şakaklarına iyi oturacak, iyi işlenmiş, altından tepelik takılmış, bir tulga, ve kalaydan esnek dolaklar da yaptı. Bütün bunları alıp Ahilleus'un annesine götürdü, ayaklarının önüne koydu. Thetis bir 418/555 çaylak gibi, karlı Olynıpos'un yukarısından uçarak oğluna Hefaestos'un yaptığı parlak silahları götürdü. 419/555 ŞAN : XIX AHİLLEUS, HEKAESTOS'UN SİLAHLARINI ALIYOR Vuali safran renginde Şafak, tanrılara ve insanlara ışığı götürmek üzere Okeanos'tan doğarken, Thetis gemilere yetişip tanrının silâhlarını getiriyordu. Oğlunu yere yatmış, hıçkıra hıçkıra ağlı- yarak, Patroklos'u kucaklamış buldu. Yarenlerinden birçoğu etrafında inliyerek ağlıyorlardı. Tanrıçaların en tanrısalı, bunların arasında durdu. Ahilleus'un elini tutarak ve bütün isimleriyle anarak şöyle dedi: —Çocuğum, çok kederlenmiş bulunuyoruz ama, onu yere yatırmalı. Biliyoruz ki, tanrıların dileğiyle hayattan ayrılmıştır. Sen şimdi, Hefaestos'un şu hediyelerini, ün salmış, çok güzel silâhları al: Bunların benzerlerini hiç bir kimse omuzlarında taşımış değildir. Böyle diyerek tanrıça silâhları Ahilleus'un önüne koydu, ve bu işlenmiş sanat eserlerinden büyük bir takırdı çıktı. Bunları gören Mrymidonlar ürperdiler: Bakıp da tir tir titremiyen kimse yoktu. Ahilleus ise onları görünce öfkesi yüreğinde daha derinleşti: Gözlerinde, gözkapaklarının altında aleve benzer bir ışık parladı; tanrının bu çok güzel hediyelerine büyülenmiş gibi sevindi. Fakat bu sanat eserlerini hoşlanarak seyrederken, birden, annesine şu kanatlı sözleri söyledi: — Anam, bir tanrı bana ölümsüzlere yakışır bir sanatla işlenmiş, bir insanın elinden çıkması imkânsız silâhlar gönderdi. Öyle ise, ben şimdi silâhlanmalıyım. Fakat bu sırada, sinekler, yiğit Menoetios oğlunun vücuduna tunç silâhlarla açılmış yaralardan girerler diye çok korkuyorum: Ölümle hayatı sona ermiş olan cenazeyi kurtlandırırlar, etlerini çürütürler. Ona, gümüş ayaklı tanrıça Thetis cevap verdi: — Sen bunları aklınla düşünüp kaygılanma, çocuğum. Ben kendim, kavgada öldürülenleri yiyen şu vahşi cins sinekleri ondan uzaklaştırmak için ne lazımsa yapacağını: Öyle ki, bir sene, ve daha fazla, yatıp kalsa, eti hiç bozulup değişmiyecektir. Sen şimdi, bütün Ahaylı kahramanları derneğe çağır, budunlar çobanı Agamemnon'a karşı beslediğin hınçtan vazgeçtiğini söyle, sonra, çabuk, silâhlansın, savaşçılığını takınarak kavgaya hazırlanırsın. Böyle diyerek, ona her cesarete hazır, ateşli bir coşkunluk verdi. Patroklas'un da, eti bozulup değişmemek için, burun deliklerine ambrosia ve kırmızı nektar damlattı. AHİLLEUS İLE AGAMEMNON'UN BARIŞMASI 421/555 Bunun üzerine tanrısal Ahilleus, deniz kıyısı boyunca korkunç naralar atarak Ahaylı kahramanları kaldırdı. Gemilerde ötedenberi kalanlar, dümeni tutan kılavuzlar, ekmeği dağıtan vekilharçlar, hepsi Derneğin yolunu tuttular: Çünkü, bu kadar uzun zamandan beri acılar kaynağı kavgadan ayrılmış olan Ahilleus, çıkagelmişti! Ares'in tapuğçularından ikisi, savaş düşkünü Tydeoğlu ile çok hünerli Odysseus, en önce geldiler. Kargılarına dayana dayana Derneğin ilk safına oturdular. Can yakan yaraları henüz iyileşmemişti. İkisinden sonra, yine yaralı olarak, budunlar çobanı Agamemnon geldi: Cana kıyan boğuşmada Antenoroğlu Koon, onu mızrağı ile yaralamıştı. Ahaylıların Hanları Derneğe gelip toplanınca, ayağına çabuk Ahilleus kalktı, onlara şöyle dedi: — Atreoğlu, o yürekler acısı atışma yüzünden, bir kız için ikimizde o hınç alevlendiği zaman, ikimiz, senle ben, gerçekten en iyi yoldan yürümüş müydük? Keşke, Lyrnes'i yıkıp talan ettiğim gün, Artemis, bir okla, o kızı gemimde öldürseydi! Ben hıncımdan, Troyalılardan uzak, seyirci dururken, düşmanların vuruşları altında düşüp toprağı ısıran Ahaylılar o kadar çok olmıyacaktı. Fakat ne kadar hırslanmış olursak olalım, şimdi geçmişi bırakalım, madem ki şimdi gereklik vardır, göğsümüzün içinde yüreğimizi zaptetmesini bilelim. Bugün öfkeme son veriyorum. İnatçılıkla hınç içinde direnmeyi kendime yakıştırmıyorum. Sen çabuk git, başları saçlı Ahaylıları kavgaya cesaretlendir, ben de gemiden Troyalıların karşısına çıkıp onları bir sınayayım. Gemilerimizin yanında rahat rahat uyumak niyetindeler mi acaba? Ben ise öyle sanırım ki, yalnız benim mızrağımdan kaçabilecek olanlar dizlerinin işlemesinden sevinç duyacaklar. 422/555 Böyle dedi, ve Ahaylılar, ulu gönüllü Peleoğlu hıncından vazgeçtiği için sevinç içinde idiler. O zaman, savaşçılar Hanı Agamemnon da, oturduğu yerden, Derneğe dönerek şöyle konuştu: — Danaoslu kahramanlar, Ares tapuğcuları, dostlarım! Peleoğlu'na düşündüğümü söylemek istiyorum, sizler de iyi dinleyin, sözümü iyi anlamağa çalışın. Çok defa Ahaylılar beni suçlu tutmuşlar, bana çıkışmışlardır. Oysa ki, suçlu ben değilim: Zeus, kader, koyu sis içinde yürüyen Eryni'lerdir ki, Dernekte, o gün birdenbire yüreğime çılgın bir hatâ soktular. Ahilleus'un şeref payını elinden aldılar. Ne yapabilirdim? Herşey tanrıların aklından ve elinden geçer. Hattâ, Zeus'un en büyük kızıdır. Ayakları toprağa basmaz, yalnız insanların kafalarına konar, onları lanet azabına uğratır. Hattâ, bir gün, tanrıların ve insanların üstünde olduğu söylenen Zeus'u bile ağlarına düşürmüştür. Büyük Zeus'a, bir dişi tanrıça iken Here haince oyun oynamıştır: Hisarları güzel Thebes şehrinde, Alkmene, güçlü kuvvetli Herakles'i doğuracağı gün, Zeus büyük şanını bütün tanrılara ve tanrıçalara şöyle ilân etmişti: «Hepiniz, dinleyiniz beni, tanrılar ve tanrıçalar, size şimdi göğsümde yüreğimin emrettiğini söyliyeceğim. Bugün, doğum ağrılarının tanrıçası İlithia'nın bakımı ile dünyaya bir çocuk gelecek; bu çocuk, benim kanımdan gelen ölümlüler derneğinden olacak ve bütün komşuları üzerine hüküm sürecektir.» O zaman hain niyetli olan Here Sultan, şöyle dedi: «Senin bu söylediğin doğru çıkmıyacak, sözün işine uymıyacaktır. Haydi, Olympos'lu tanrı, hemen şimdi, kuvvetli bir yemin ile and iç, bugün bir kadından doğacak çocuk, senin kanından gelen ölümlülerin neslinden ise, bütün komşuları üzerine hüküm sürecek.» Böyle dedi, Zeus, hainliğinin farkına varmadığı için, istediği büyük yemin ile and içerek en büyük hatâya düşmüş oldu. O zaman, Here, çabucak, bir sıçrayışla, Olympos'un tepesinden uçarak Ahay ilinde Argos'a gitti; orada Perseoğlu Sthenelos'un şanlı karısı yedi aylık oğlana gebe idi; Here 423/555 eksik aylara bakmıyarak bu oğlanı doğurttu. İlithia'yı bu doğumla uğraştırarak Alkmene'nin doğumunu geri bıraktı. Ondan sonra kendi gelerek Kronosoğlu Zeus'a şöyle dedi; «Zeus Ata, beyaz yıldırım sahibi tanrı, senin yüreğine söyliyecek bir sözüm var: Bütün Argoslular üzerine hüküm sürecek şanlı bir erkek çocuk doğdu, bu da Perseoğlu Sthenelos'un oğlu Eurysthe'dir. Senin kanındandır, Argoslular üzerine Han olması yakışıksız düşmez.» Böyle dedi, ve Zeus yürekten acı acı kaygılandı. Büyük bir öfke ile kalkarak Hata'yı alevli saç örgülerinden yakaladı ve bir daha ne Olympos'a, ne yıldızlı göğe bu herkesi yanıltan Hata'nın dönmiyeceğine büyük yemin ile andiçti. Ondan sonra, onu eliyle sallıyarak yıldızlı göğün yukarısından fırlattı: ve sonraları oğlunu Eurysthe'nin verdiği işler içinde, şerefsiz emeklere katlanır gördükçe, Hata yüzünden olduğunu düşünerek üzülüyordu. Bunun gibi, ben de, tulgası kıvılcım saçan Hektor, gemilerimizin pupaları yakınında, Argosluları kırıp geçirdikçe, beni yanıltan Hatayı hiç unutmuyordum. Fakat Zeus. aklımı başımdan alarak hataya kapıldımsa, bugün tamiri için büyük hediyeler vermek isterim. Haydi, kavgaya yürü, yarenlerini de beraber yürüt. Ben işte burada, bundan önce tanrısal Odysseus'un barakanda vâ'dettiği bütün hediyeleri vermeğe hazırım. Ares'e kavuşmağa sabırsızlığın görülüyor ama, tercih edersen, hemen şimdi, adamlarım gidip hediyeleri gemimden getirsinler; yüreğini hoşnut edecek şeyler sunmak istediğimi görürsün. Ayağına çabuk Ahilleus cevap verdi: — En şanlı Atreoğlu, savaşçılar Hanı Agamemnon, hediyelerini nasıl yakışık alırsa öyle ver, veya yanında tut! Şimdilik, tezlikle, savaşçılık iç ateşimizi uyandıralım. Boş sözler söyliyerek vakit 424/555 geçirecek zaman değildir. Önümüzde görülecek büyük bir iş duruyor. Herkes Ahilleus'un, ilk safta, mızrağı altında Troyalıların birliklerini nasıl bozduğunu, kırıp geçirdiğini görecektir: bunun gibi siz de, herbiriniz bir düşmanla dövüşmesini düşünsün! Buna karşı çok hünerli Odysseus şöyle dedi: — Tanrı eşi Ahilleus, çok cesur isen de, Ahaylıları, aç karnına, İlion'a atılmağa ve Troyalılarla savaşmağa iletme. Birlikler birbirlerine yaklaştıktan ve tanrılar her iki tarafın yüreklerine savaşçılık ateşini üfürdükten sonra başlıyacak kavga çok sürecektir. Daha iyisi, Ahaylılara emret, tezlikle, gemilerin yanında ekmeklerini ve şaraplarını alsınlar: Yiğitlik ve savaşçılık arzusu onlarda gelir. Ekmeğini yemiyen, şarabını içmiyen hiçbir savaşçı bütün bir gün, güneş batıncaya kadar dayanamaz. Yüreği istediği kadar dövüşmek ateşiyle yansın, gizlice, sebebini bilmeden, üyeleri ağırlaşır, açlık ve susuzluk içine siner, yürürken dizlerinin bağı çözülür. Bunun tersine, etle, şarapla karnını doyurmuş olursa bütün gün düşmanla savaşabilir, göğsünde yüreği coşkun kalır. Kavganın kesilmesine karar verilen saate kadar vücudunda argınlık, bitkinlik duymaz Git, yarenlerinin saflarını dağıt, övünlerini hazırlayıp yesinler. Bu ara, savaşçılar Hanı Agamemnon da, hediyelerini buraya getirtsin, herkes görsün, senin de gönlün açılsın. Sonra Argoslular önünde, yemin etsin ki, Briseis'le erkekle kadın arasında âdet olduğunu bildiğin münasebetle birleşmemiştir; bununla da gönlün daha ferahlı olur. Ondan sonra sana, barakasında, hakkın olduğu üzere, bol ve besleyici bir ziyafet çeksin. Sen de, bundan sonra, adaletten ayrılmamağa, Ahilleus'tan başka birisine karşı da olsa haksızlık etmemeğe dikkat et. Öfkelendiği 425/555 adama haksız davranmıyan bir Hanı herkes över. Savaşçılar Hanı Agamemnon cevap verdi: — Laertoğlu, söylediklerin hoşuma gitti. Herşeyi gereğince söyledin, hakkıyla açıkladın. Yemini etmeğe beni kendi gönlüm de çağırıyor; bir tanrıyı anarak andiçeceğim ve hanis olmaktan hiç korkmam. Ahilleus, kavgaya sabırsızlansa da, burada dursun, siz de hepiniz toplanmış olarak durun; az sonra hediyeler, bütün vâ'dettiğim gibi, gelecek, kadınları da getireceklerdir. Talthybios çavuş da çabuk gitsin, bir erkek domuz yavrusu bulup getirsin. Zeus'a ve güneşe kurban keselim. Ayağına çabuk Ahilleus cevap vererek şöyle dedi: — En şanlı Atreoğlu, savaşçılar Hanı Agamemnon? Bu söylediklerin başka bir saate bırakmalı, kavgaya hiç aralık verilmemeli idi savaş geciktirilirse göğsümdeki düşman üzerine yürümek arzusu o kadar ateşli olmıyabilir. Şu saatte, Priamoğlu Hektor'un, Zeus yardımcılığı ile, öldürdüğü savaşçılar, vücutları delik deşik, yerde yatıyorlar. Siz bizi yemeğe çağırıyorsunuz! Ben ise, şimdi hemen, Ahaylılann oğullarına, aç karnına, övünlerini almadan, savaşa yürümek emrini vermek isterdim; güneş batısında, yüzümüzden utanç karası silindikten sonra, akşam övününü hazırlarlardı. O zamana kadar benim boğazımdan ne gıda, ne içki geçebilir: Benim arkadaşım, tunçla vücudu delik deşik, yerde ölü yatıyor, bizim yarenler etrafında ağlıyorlar. Senin söylediklerin aklıma sığamaz; yürekten yalnız kıyılan canları, akıtılan kanları, hıçkıra hıçkıra dökülen yaşları düşünebiliyorum. 426/555 Çok hünerli Odysseus karşılık olarak şöyle dedi: — Ahilleus, Peleoğlu, Ahaylıların en cesur savaşçısı, benden çok daha güçlüsün, mızrak atmada beden çok üstünsün, fakat yaşça senin ağabeyinim, senden daha çok şeyler bilirim. Bunun için, isterdim ki, söylediklerime aklın yatsın, insan dövüşmeden, savaşmadan çabuk yorulur. Ahaylılar karınlarını doyurmayacak, açlık çekerek bir ölünün yasını tutamazlar. Her gün arka arkaya ve çarçabuk ölüp düşenler pek çoktur. Öleni, bir gün matemini tutup ağladıktan sonra, merhametsiz bir yürekle gömmelidir. Fakat canlara kıyan savaşlardan artakalıp yaşıyanlar, düşmanla, aralıksız, inatçılıkla, zırhlar içinde boğuşabilmek için yemeği içmeği düşünmelidirler. Böyle dedi, ve yanına Nestor'un şanlı oğullarını, Fyle oğlu Meges'i, Thoas ile Merion'u, Kreiontes oğlu Lykomedes'i ve Meianip'i alarak, hepsi birlikte, Atreoğlu Agamemnon'un barakasından hediyelerini getirmeğe gittiler. Hediyeler, atlar, kadınlar ve kız Briseis geldikten sonra, Atreoğlu Agamemnon ayağa kalktı. Bir tanrı kadar sesi olan Talthybios, kucağında bir erkek domuz yavrusu olduğu halde, savaşçılar Hanının yanında duruyordu. Atreoğlu, kılıcının kını boyunca asılı duran büyük bıçağı çekti ve kurbana başlangıç olarak, domuz yavrusunun birkaç kılını kesti; sonra, elleri Zeus'a uzanmış, dua etti; duadan sonra, gözlerini geniş göğe çevirerek şöyle dedi. — En önce, Zeus, tanrıların en büyüğü ve en yükseği şahidim olsun! Yer, Güneş ve yerin altında yeminlerinden dönenlere ceza veren Eriny'ler şahidim olsunlar! Hiçbir zaman genç Briseis'e, ne yatağına 427/555 girmek arzusuyla, ne başka bir sebeple elimi sürmüş değilim. Kız daima barakamda dokunulmamış kalmıştır. Yeminime en küçük bir saygısızlık işlemiş isem, tanrılar, yeminlerini bozanlara verdikleri bütün cezalarla çarpsınlar. Böyle dedi, ve merhametsiz tunç bıçakla domuz yavrusunun boğazını kesti. Sonra Talthybios, onu sallıyarak beyaz denizin geniş uçurumuna fırlattı, orada balıkları besliyecektir. Ondan sonra, savaş düşkünü Ahilleus kalkarak şöyle dedi: — Zeus Ata, ölümlüleri büyük hatalara kaptıran sensin! Böyle olmasaydı, Atreoğlu hiçbir zaman göğsümde yüreğimi o derece öfkelendiremez, hiç söz dinlemeden, kızı elimden almakta direnmezdi. Fakat Zeus o zaman nice nice Ahaylıların ölümünü tasarlıyordu. Şimdi, hepiniz övününüzü almağa gidin, ondan sonra hemen kavgaya girişelim. BRİSEİS İLE AHİLLEUS, PATROKLOS'UN BAŞINDA AĞLIYORLAR Böyle diyerek Derneğe son verdi; herkes çarçabuk dağılarak gemisine gitti. Yalnız ulu gönüllü Myrmidonlar bu sırada, tezlikle hediyeleri Ahilleus'un gemisine ve barakasına taşımağa başladılar. Kadınları barakaya yerleştirirken seyisler de atları sürüye götürüyorlardı. 428/555 O ara, altın Afrodite'ye benziyen Briseis, delik deşik yatan Patroklos'u gördü. Hemen üstüne kapanarak kucakladı, tiz hıçkırıklarla ağladı, ve aynı zamanda elleriyle dövündü, göğsünü, zarif boynunu, güzel yüzünü mor bereler içinde bıraktı. Ve tanrıçalara benziyen halayık şöyle dedi: — Ben bahtı karanın gönülden sevgilisi, Patroklos! Bu barakadan ayrıldığım gün, seni sağ esen bırakmıştım; döndüğüm gün ise ölmüş buluyorum! Hayatta başıma hep felâket üstüne felâket gelmiştir. Babamın, hanım annemin bana koca olarak verdikleri erkeği, şehrimin önünde, tunç temrenle delik deşik gördüm; annemin bana verdiği üç sevgili kardeşim de o vakit felâket gününe erişmişlerdi, işte, sen, ayağına çabuk Ahilleus'un kocamı öldürdüğü ve Mynes'in tanrısal şehrini (Lyrnes'i) yıkıp talan ettiği gün bile beni ağlatmak istemiyordun, beni tanrısal Ahilleus'un nikâhlı karısı yapacağına güven veriyordun, gemileriyle Fthia'ya götürüp Myrmidonları ortasında düğünümüzün yapılacağını söylüyordun. Bana daima bu kadar müşfik olan senin, şimdi, cansız cesedine gözyaşları döküyorum. Ağlıyarak böyle söylüyordu, kadınlar da görünüşte Patroklos için, gerçekte herbiri kendi kaygıları için hıçkırıyorlardı. Ahilleus'un da yanına Ahaylıların ihtiyarları gelerek kabul etmiyordu: — Bana inanmak istiyen dostlarıma yalvarırım: Ekmekten, şaraptan söz açmasınlar, yüreğimi yakan keder bunlarla doyurulamaz. Güneş batımına kadar dayanabilirim. 429/555 Böyle diyerek Ahay Hanlarını birliklerine gönderdi; yanında yalnız iki Atreoğlu, tanrısal Odysseus, Nestor, İdomene, ve ihtiyar araba sürücüsü Feniks kaldılar; gönlüne biraz neşe vermeğe çalışıyorlardı; fakat o, hatıralarına dalarak ve derinden içini çekerek şöyle diyordu: — Sen de bahtı kara, sen de yarenlerimin en sevgilisi, barakamda bana bir gün çabuk ve çok lezzetli bi övün hazırlamışsın: O günlerde Ahaylılar atkısrak terbiyecileri Troyalılara karşı gözyaşları döktüren Ares'i uyandırıyorlardı. Bugün ise, işte vücudun delik deşik, yerde yatıyorsun. Yasınla yanan yüreğim yiyecek içecek aramıyor. Bu saatte, Helene yüzünden, yabancı ve uzak illerde dövüşmekte olan oğlu için Fthia'da, ılık gözyaşları dokunduran babamın; veya Skiaros'ta bir tanrı gibi büyütülmekte olan oğlu Neoptolem'in ölümü haberini dahi alsam benim için bundan daha acı bir matem olmazdı. Düne kadar, göğsümde yüreğim, yalnız benim, burada, Troya ilinde, Argos'tan uzak öleceğimi düşünüyordu; sen Fthia'ya dönecek, oğlumu, Skiros'tan siyah teknenle alacak, konağına götürecektin; ona topraklarımı, kullukçularımı gösterecek, herşeyi öğretecektin! Gözyaşları dökerek böyle söylüyordu, Ahaylıların ihtiyarları da, herkes kendi yurdunda bırakmış olduklarını düşünerek, onu hıçkırıklarla karşılıyorlardı. 430/555 AHİLLEUS YENİ ZIRHLARINI TAKINIYOR Böyle diyerek, ateşli Athene'nin coşkunluğunu alevlendirdi. Kanatlarını açmış bir çaylak gibi, yukarıki gökten ve Ether arasından tanrıça atılırken Ahaylılar, gecikmeden, orduca silâhlanıyorlardı. Athene, Ahilleus'un göğsüne nektar ve nefis ambrosia damlattı: Açlıktan dizlerinin dermansız kalmamasını istiyordu. Ondan sonra, en güçlü tanrı, babasının sağlam sarayına geldi, Ahaylıların gemilerden dışarı saçıldığı ânda ortadan kayboldu. Ether'den çıkan Borea'nın kuvvetli esişi altında lapa lapa yağan Zeus'un karları nasıl sık sık uçarsa, onun gibi, gemilerden, neşeli bir ışıltı ile pırıl pırıl tulgalar, göbekli kalkanlar, sağlar plâstronlu cebeler, gönderi kayından kargılar çıkıyordu. Onların ortasında Ahilleus, Hefaestos'un işlemiş olduğu silâhları takındı; en önce baldırlarına gümüş topukluğu olan güzel dolakları giydi; göğsünü zırh ile örttü, omuzlarına gümüş kakmalı tunç kılıcını astı; ondan sonra, ay ışığına benzer bir ışıltı saçan büyük, güçlü kalkanını aldı. Kimi vakit denizde, gemicilerin gözlerine, dağlarda yanan alevli bir ateşin parıltısı nasıl görünürse, onun gibi, Ahilleus'un sanatla işlenmiş kalkanından, Ether'e kadar ışıltılar yükseliyordu. Ondan sonra, bir yıldız gibi parıldayan, Hefaestos'un, tepeliğine yığınla düşürdüğü altın sorgucu sallanan tulgayı alıp başına koydu. Şanlı Ahilleus yeni silâhlarını bir sınamadan geçirdi: Vücuduna iyi oturuyorlar mı? Üyeleri kolaylıkla oynuyor mu? diye baktı. Savaşçılar Hanını büyük bir hafiflikle uçuran yeni bitmiş kanatlar gibiydiler. En son, babadan kalma, ağır, uzun kendisinden başka kimsenin kaldıramadığı, kullanamadığı mızrağı kılıfından çıkardı. Automedon ile Aikimos atları arabaya koştular; kayışlarını taktılar; ağızlarına gemilerini koydular. Automedon dizginleri arabanın sandığı içine çekti; Ahilleus, tulgası başında, arabacının arkasında durdu; zırhları içinde, yukarıdaki güneş gibi parıldıyordu. Korkunç bir sesle babasının atlarına seslenerek şöyle dedi: 431/555 — Ksanthe, Balios! Podarge'nin ün salmış çocukları, gözünüzü açın, yettiği kadar savaştığımızdan sonra, sürücünüzü, geri, Danaoslulara getirin, Patroklos gibi orada ölü bırakmayın. AHİLLEUS'UN ATI, ONA, ÖNCEDEN ÖLÜMÜNÜ HABER VERİYOR Boyunduruk altından, bacakları ürpertiler içinde, Ksanthe ona cevap verdi: O anda, kolları beyaz tanrıça Here gelip onu insan sesiyle konuşturdu: —Şanlı ve güçlü Ahilleus, seni bu sefer de sağ esen geri getireceğiz. Fakat felâket günü sana yaklaşmıştır. Sebep biz değiliz, ulu tanrı ve değişmez kader sebeptir. Troyalıların Patroklos'un omuzlarından silâhlarını koparması da bizim ağır yürüyüşümüzden ve kayıtsızlığımızdan değildir. Tanrıların birincisi, güzel saçlı Leto'nun doğurduğu tanrı, onu saflar dışı savaşçılar arasında öldürdü, zafer şanını Hektor'a verdi. Biz rüzgârların en tez eseni Zefyr kadar gidebilirdik, ama senin de kaderin bir tanrı ile bir ölümlü insanın vuruşu altında yok olmaktır. Böyle dedi, ve Eriny'ler sesini durdurdular. Ayağına çabuk Ahilleus ona şöyle dedi: 432/555 —Ksanthe, bana ölümü niçin önceden haber veriyorsun? Senin rolün bu değildir. Sen söylemesen de ben biliyorum: Kaderim burada, babamdan ve anamdan uzak ölmektir; fakat ben aldırmıyorum. Troyalıları ezinceye kadar kavgadan ayrılmayacağım. Böyle dedi, ve yarenlerinin başında, nâra atarak atlarını sürdü. 433/555 ŞAN : XX TANRILARA, KARIŞMAK HÜRRİYETİ GERİ VERİLİYOR Böylece, karınlı gemilerin yanında, Peleoğlu, Ahaylılar senin etrafında silâhlanıyorlardı. Öbür yandan, Troyalılar da ovanın göbeğinde silahlanmağa bakıyorlardı. O zaman Zeus, Olympos'un üst tepesinden, Themis'e bütün tanrılar Derneğe çağırmak emrini verdi. O da her yana giderek Zeus'un sarayına gelmek emrini ayrı ayrı herbirine ulaştırdı. Okeanos'tan başka bütün ırmak tanrılar, nymfe'ler büyüleyici korularda, ırmakların dalgalarında veya otlak çayırlarda oturan nymfe'lerin hepsi öbür tanrılarla birlikte toplanmışlardı. Hepsi bulut devşiren Zeus'un sarayına gelmişler, düşünceleri bilgili Hefaestos'un Zeus Ata için yapmış olduğu cilâlı divanhanelerin kubbeleri altında oturmuşlardı. Yeri sarsan Poseidon'un da kulakları sağır değildi, tanrıça Themb'in çağrısını işiterek o da toplantıya gelmişti. Hepsinin ortasına oturarak Zeus'tan Dernek toplantısının sebebini soruşturmak istemişti: — Beyaz yıldırımlı tanrı, tanrıları yine Derneğe niçin çağırıyorsun? Troyalılar ve Ahaylılar için tasarladığın yeni birşey mi var? Şu saatle, onların bulunduğu yerlerden kavga, savaş alevleri yükseliyor. Bulut devşiren Zeus karşılık olarak şöyle dedi: — Yeri sarsan, göğsümün içindeki niyeti iyi sezinmişsin: Sizi onlardan söz açmak için topladım: Yok olmak üzere olduklarını görerek kaygılanıyorum. Fakat Olympos'un bir kıvrımında oturup seyirlerine bakmak da yüreğimi büyüler. Sizler, öbür tanrılar, gidin, Troyalıların ve Ahaylıların arasına katışın; yüreğiniz nasıl isterse, herbiriniz istediği partiye, yardımcı olursunuz. Ahilleus eğer Troyalılara karşı kavgaya başlarsa, kendi başına dahi kalsa, bir ân bile ayağına çabuk Peleoğlu'nun karşısında duramıyacaklardır. Eskiden, daha onu görür görmez, korkuya tutulurlar, kaçacak yer ararlardı. Şimdi ise, dostunun ölümü için, yüreğinde korkunç bir hınç beslemektedir: Kaderden önce bile hisarı ele geçirebileceğinden çok korkarım. Kronosoğlu böyle dedi, ve yüreklerde bükülmez bir kavga arzusu uyandırdı. Tanrılar, hepsi, yürekleri bölünmüş olarak savaşın yolunu tuttular. Here, gemilere doğru yürüdü; Pallas Athene de, Yeri sarsan Poseidon da, ince düşünceli, iyiliksever Hermes de o tarafa yürüdüler Hefaestos da, gücüne kıvanç duyarak, ince bacaklarıyla aksaya aksaya onlarla beraber gitti. Troyalılara doğru ise, tulgası kıvılcımlı Ares, ve onunla beraber uzun saçlı Foebos, Okçu Artemis, Leto, Ksanthe ve gülümsemeyi seven Afrodite gittiler. 435/555 Tanrılar uzakta kaldığı müddetçe, Ahaylıların yüksekten üstünlüğü besbellidir: Bunca zamandan beri acılar kaynağı kavgadan ayrılmış olan Ahilleus, yeniden aralarındadır! Bunun tersine, yürek yakan bir korku Troyalıların bütün üyelerine sinmiştir; ayağına çabuk Peleoğlu, zırhları içinde alev alev insanlar musibeti Ares'in bir eşi Ahilleus görününce ürküntü içinde kaldılar. Fakat Olympos'lu tanrılar, kavganın yığınları arasında görünür görünmez savaşçılar kılavuzu canlara kıyan Savaş kalktı; Athene, kimi vakit ayakta, açık hendeğin yanında ve hisarın dışında, kimi vakit çınlayışlı burunlar üzerine uzun uzun uğultulu naralar atıyorduk Öbür yanda da Kara burağana benziyen Ares gerek kalenin üstünden, gerek Simois ırmağının aktığı güzel tepeden naralar atıyor, tiz sesleriyle Troyalıların savaşçılığını alevlendiriyordu. Bu sırada, tanrıların ve insanların babası havaların üstünden gürlüyordu. Aşağıda, Poseidon, sonsuz Yeri ve dağların yüksek tepelerini sarsıyordu. Çok pınarlı İda'nın etekleri ve tepeleri, Troyalıların sitesi ve Ahaylıların gemileri, hepsi sarsılıyordu. Yerin altında da ölülerin Hanı Aidoneus korkuya tutuldu, tahtından atlıyarak bağırıyordu; Yeri sarsan Poseidon, acaba tanrıların ve insanların oturduğu küflenmiş, çürümüş yeri parçalayıp havalar içinde darmadağın eder mi? Tanrılar da bundan ürkerler. Savaşta karşılaşan tanrılardan öyle korkunç bir takırdı yükseliyordu. Poseidon Hanın karşısında kanatlı oklarıyla Foebos Apollon, Enyal (Ares'in) karşısında çakır gözlü Athene duruyordu. Here'nin önünde ise çok gürültülü Okçu Artemis, Okçu Apollon'un kızkardeşi yer almıştı: Leto'nun önünde iyilikçi Hermes, Hefaestos'un karşısında ise, tanrıların Ksanthe, insanların Skamandros adiyle andıkları, derin burgaçlı ırmak bulunuyordu. 436/555 AHİLLEUS İLE ENE ARASINDA SAVAŞ Ahilleus, her şeyden önce yığınlara dalıp Primaoğlu Hektor ile karşı karşıya gelmeyi arzu ediyordu. Yüreği onu, her şeyden önce Hektor'un kanıyla, dayanıklı savaşçı Ares'i doyurmağa dürtüyordu. Fakat savaşçılar kılavuzu Apollon, Ene'yi yüreğine büyük bir coşkunluk vererek doğru Peleoğlu'nun önüne sürdü. Zeus'un oğlu Apollon, Priamoğlu Lykiaon'un çehresine girdi, onun sesiyle Ene'ye Şöyle dedi: — Ene, Troyalıların cesur saylavı, senin eski tehditlerine ne oldu? Hanların ziyafetinde şarap sağrağını boşaltırken Peleoğlu Ahilleus ile karşı karşıya savaşacağına verdiğin sözler hani? Ene de cevap olarak şöyle konuştu: — Priamoğlu, beni, istemediğim halde, coşkun Peleoğlu ile savaşmağa niçin teşvik ediyorsun? Ahilleus ile savaşmağı birinci defa sınamıyorum; bundan önce de beni mızrağı ile kaçmak zorunda bırakmıştır: İda üzerinde, öküzlerimize saldırdığı, sonra Lyrnes'i ve Pedas'ı yıkıp talan ettiği gündü. O zaman beni Zeus çabuk ayaklar ve cesaret vererek kurtarmıştı. Bu tanrı yardımı olmasaydı Ahilleus'un vuruşları altında yok olacaktım, önünde Athene gidiyor, onu Troyalıları ve Lelegesleri tunç mızrağı ile mahvetmeğe dürtüyordu. Bunun için, kimse Ahilleus'un karşısına çıkıp savaşamaz: Daima yanında, ondan felâketi uzaklaştıran bir tanrı bulunur! Eğer ulu tanrı, eş şartlar 437/555 altında savaşı tutmuş olsa, Peleoğlu beni, övündüğü gibi baştan ayağa tunç kesilse, öyle kolaylıkla yenemezdi. Zeus oğlu Apollon Han ona şöyle cevap verdi: — Öyle ise kahramanım, haydi sen de daima var olan tanrıları anarak onlardan yardım iste. Senin Zeus kızı Afrodite'den doğmuş olduğun söylenmiyor mu? O ise ancak deniz ihtiyarının kızından doğmuştur, senin annen onun annesinden üstün bir tanrıçadır. Haydi, yürü, boş sözlerle ve tehditlerle vakit geçirmeden, bükülmez tunç silâhını, doğru ileri sür. Böyle dedi, ve savaşçılar kılavuzuna büyük bir savaşçılık arzusu verdi. Ene, saflar dışındaki savaşçılar arasından, başında parlak tulgasıyla yürüdü. Fakat ak kollu Here, Ankis oğlunun savaşçılar arasından Ahilleus'u aramakta olduğunu gördü, hemen tanrıları yanına çağırarak onlara şöyle dedi: — Poseidon, Athene, her ikiniz, işlerin gidişini yüreğinizle iyi kavramağa çalışın. Bakın, Ene, başında parlak tulgasıyla, Peleoğlu'nun karşısına gidiyor: Onu dürten Foebos Apollon'dur. Haydin, hemen, onu geri çevirtelim. Veya içimizden biri Ahilleus'un yanına giderek büyük bir zafer kazanmasına yardım etsin. Yüreğine gevşeklik girmemelidir: Bilmelidir ki, onu sevenler ölümsüzlerin en birincileridir; çok zamandan beri Troyalıları savaşta, boğuşta koruyanlar ise şimdi 438/555 kararsızlık içindedir. Hepimiz, Olympos'tan, Ahilleus'a, Troyalılar arasında hiç olmazsa bugün bir fenalık gelmesin diye inmiş bulunuyoruz, ileride, kader tanrıçası, annesinden doğduğu gün onun için nasıl bir ömür atkısı örmüş ise, ona uğrayacaktır. Eğer cesaretlendirici bir tanrı sesi yüreğine erişmezse, canlara kıyan savaş içinde karşısına düşman bir tanrı çıkınca Peleoğlu korkuya tutulacaktır: Işık içinde, gözle görünen tanrılar yüreklere korku verirler. Yeri sarsan Poseidon ona cevap verdi: — Here, aklın almadığı bir titizlik gösterme: Bu, sana yakışmıyor da. Bizden ayrılan tanrıların bulunduğunu görmeği ben de istemezdim, çünkü biz onlardan çok daha kuvvetliyiz; kavga insanlar arasında geçecek bir iş kalmalıdır. Eğer Ares ile Foebos savaşmağa başlarlarsa veya Ahilleus'u durdururlar, savaşmasına engel olurlarsa, o zaman hemen, bizim için de kavgaya karışmak gerekli olacaktır. Ve öyle sanıyorum ki, çabuk kavga dışında kalacaklar, kollarımızla yenilmiş olarak Olympos'a gidecekler, tanrılar derneğine katılacaklardır. Bunları söyledikten sonra, kılları lâcivert tanrı, onları yüksek toprak hisara, vaktiyle Herakles için Pallas Athene'nin yapmış olduğu hisarın, üstüne götürdü. Herakles, kendisini deniz kenarından ovaya kadar kovalıyan deniz canavarından kaçınmak isteseydi, o hisara sığınacaktı. Poseidon, arkasından gelen tanrılarla beraber buraya oturdu. Omuzları içine ışık geçmez bir bulutla örtülmüştü. Öbür yandan öteki tanrılar Güzel tepenin başlarında, tiz sesler tanrısı Foebos ile şehirler yıkıcısı Ares'in yanına oturdular. Tanrılar, böyle iki grup olarak, ayrı yerlere oturup ne yapacaklarını tasarlıyorlardı. Zeus'un kendisi onları kavgaya karışmağa çağırmışken, her iki taraf kararsız duruyor, yürek yakan savaşa başlamak işaretini veremiyordu. 439/555 Bütün ova insanlar ve atlarla dolmuş, tunç zırhların parıltısından alev alev olmuştu. Birbirlerine atılan yığınların ayakları altında yer çınlıyordu, iki kişi, Ankisoğlu Ene ile tanrısal Ahilleus, saflar arasında buluşarak, savaşmak arzusu ile yanıyorlardı. İlk önce Ene, güçlü tulgasını eğerek ileriye atıldı; göğsünün önünde kalkanını tutuyor, tunç mızrağını sallıyordu. Peleoğlu da sıçrayıp ona karşı atıldı, işlemiş olduğu bir kötülük için bir arslana karşı insanlar bütün bir boy toplanıp onu öldürmek arzusunu gösterirler; o ilk önce, aldırış etmeden, yürür; fakat savaş düşkünü bir delikanlı kargısıyla bir yerine dokununca, nasıl ağzı açık, dişleri köpüklü toparlanırsa, göğsünde savaşçı yüreği inliyerek ileri atılır; kuyruğu ile sağdan, soldan böğürlerini, butlarını döver; gözleri kıvılcımlar saçarak o adamlardan birini öldürmek ümidi veya kendi de yok olmak azmi ile, nasıl doğru ileri saldırırsa, onun gibi Ahilleus'u da yüksek savaşçılığı ve cesur yüreği ulu gönüllü Ene'nin üstüne atılmağa dürtmekte idi. Karşılıklı yürüyerek birbirine yaklaştılar; o zaman ayakları yorulmaz tanrısal Ahilleus şöyle dedi: — Ene, saflardan bu kadar önce gelmekten maksadın nedir? Yüreğin, acaba, bir gün Priam'ın makamına geçip bütün atkısrak terbiyecileri Troyalılar üzerine hüküm sürmek ümidilemi benimle savaşmağa dürtüyor? Fakat beni öldürsen bile, bunun için Priam herhangi bir zaameti ayırıp eline vermez. Bu dileğine kolay erişebileceğini de sanmıyorum! Başka bir defa, başka bir yerde mızrağımın seni kaçışa sürmüş olduğunu söyliyebilirim. Yoksa seni öküzlerinden uzaklara koşturmuş olduğumu unuttun mu? O gün, dere tepe demeyip, çevik ayaklarla boyuna kaçıyordun. İda dağlarından Lyanes şehrine böyle kaçabilmiştin. Ben, yanımda Athene, bu şehri yakıp talan ettiğim zaman, seni Zeus ve öbür tanrılar kurtarmışlardı. Fakat bugün, kafana koyduğun gibi, seni koruyacaklarını hiç sanmam. Sana buradan ayrıl, 440/555 yığına karış, diyorum, eğer başına felâket getirmek istemiyorsan. En ahmak insan bile görgüden ders alır. Bunun üzerine Ene şöyle cevap verdi: — Peleoğlu, beni sözle, toy bir çocuk gibi ürkütebileceğini umma. Senin kadar ben de alay edebilir, saygısız olabilirim. Birbirimizin suyunu, bizi kimlerin dünyaya getirdiğini biliriz. Şimdiye kadar sen benim anamı babamı görmediğin gibi, ben de seninkileri gözlerimle görmüş değilim; fakat bunları öğrenmek için bilen insanların ger- çek sözlerini dinlemek yetişir. Senin kusursuz Pele'nin oğlu olduğunu söylüyorlar. Saç örgüleri güzel, denizli Thetis de annendir. Ben de ulu gönüllü Ankis'in oğlu olmakla övünebilirim; annem ise Afrodite'dir. Bu iki çiftten biri, bugünden, oğlu için yas tutup ağhyacaktır. Aramızda savaşın çocukça sözlerle neticelenmiyeceğini söyleyebilirim. Sen, neslim ve doğuşum üzerine daha çok öğrenmek istiyorsan, söyliyeyim, dinle: Bulut devşiren Zeus'tan en önce Dardanos doğmuş, Dardan ilini kurmuştur. O zaman İlion henüz bir insan sitesi olarak ovanın içinde yükselmemişti. Dardan ilinin insanları çok pınarlı İda'nın yamaçlarında otururlardı. Dardanos'tan Eriktisonios Han doğmuştu. Bütün insanların en zengini idi, üç bin at kısrağı vardı, güzel taylarıyla birlikte çayırlarda otluyorlardı. Eriktisonios'un oğlu Tros'tan kusursuz üç oğul doğmuştur: İlios, Assarhos, Ganymedes; tanrılar benzeri ve insanların en güzeli Ganymedes, Olympos'a kaçırılmış, Zeus'a ve bütün tanrılara şakilik etmiştir. İlios'un da oğlu Laomedon'dur; ve kusursuz Laomedon'dan. Tithon, Priam, Lampios, 441/555 Klytios Ve Ares dölü Hiketaon doğmuştur. Assarhos'un oğlu Kapys, Kapys'in oğlu Ankis'tir; Ankis'ten ben doğdum, Priam'dan da Hektor dünyaya gelmiştir. İşte ben bu nesilden ve bu kandan çıkmış olmakla övünüyorum. Cesarete, yiğitliğe gelince, onu da en güçlü kudretli tanrı Zeus verir. Haydi, böyle durup çocukça sözlerle vakit geçirmiyelim. İnsanlarda dil çok esnektir, onda her türlü sözler vardır. Hangi kelimeyi kullansan cevap olarak ona benzer başka bir kelime işitirsin. Fakat karşı karşıya geçip bitmez tükenmez tartışmalara ihtiyacımız var mıdır? Haydi, çabuk, birbirimizi tunç kargılarımızla sınayalım. Böyle dedi, ve kargısını korkunç, ürkütücü kalkana batırdı; büyük kalkanın küremsî yüzü kargının temreni altında inledi; Peleoğlu, güçlü eliyle, kalkanı vücudundan uzaklaştırdı: Ene'nin, tunç kargı ile, kalkanını deşip geçirebileceğinden korktu. Çocukça bir korku: Bir tanrının hediyeleri olan silâhları hiç bir ölümlünün yenemiyeceğini gereğince anlıyamamış! Yiğit Ene'nin de kargısı Hefaestos'un hediyesi olan kalkanı deşemedi. Ondan sonra, Ahilleus uzun mızrağını fırlattı. Ene'nin yusyuvarlak kalkanını deşti geçti: Kalkan vuruş altında inlemişti. Ene, korkuya tutulmuş, kalkanını mümkün olduğu kadar kaldırdı. Mızrak, kalkanın insanı koruyan çift çemberini deşerek Ene'nin arkasından, yere saplandı. Mızraktan kaçsnabilen Ene, gözlerine geniş bir kaygı yayılmış, kendisine o kadar yaklaşan korkunç silâhın verdiği ürküntü içinde duruyordu. Ahilleus, azgınlık içinde, sivri kılıcını çekti, korkunç naralar atarak üstüne atıldı. O ânda Ene, eline bir taş aldı: Bugünkü insanlardan iki kişinin kaldıramıyacağı bir taştı. Bunu kendi başına, zahmetsizce, kaldırıp salladı; atmağa meydan bulmadan, yaklaşan 442/555 Peleoğlu, kılıçla canını almak üzereydi ki, Yeri sarsan Poseidon, keskin gözleriyle görerek engel oldu. Hemen ölümsüz tanrılara şöyle dedi: — Eyvah! Ulu gönüllü Ene'ye çok acıyorum. Okçu Apollon'un sözlerine inandığı için, Peleoğlu'nun kolu altında ölerek Hades'e inmek üzereydi. Toy çocuk! Şimdi, acı ölümden kurtarmak için Apollon'un hiçbir yardımı dokunamaz. Haydin, onu biz kurtaralım. Kronosoğlu bile, Peleoğlu'nu öldürdüğünü görse, esef edecektir. Kader kurtulmasını istiyor, çünkü oğul bırakmadan ölürse, Kronosoğlu'nun, bir ölümlü kadından çocukları arasında en çok sevmiş olduğu Dardanos'un nesli sönecek. Şimdiden Kronosoğlu, Priam'ın nesline bir kin göstermeğe başlamıştır; bundan sonra Troyalılar üzerine güçlü. Ene ve ondan doğacak oğlu ve onun oğulları hüküm sürecektir. Ona karşı büyük gözlü Here Sultan cevap verdi — Yeri sarsan, sen kendi aklında düşün: Ene'yi kurtaracak mısın, yoksa Peleoğlu Ahilleus'un kolu altında öldürecek misin? Nasıl istersen öyle yap. Biz, Pallas Athene ile ben, çok defa ölümsüzler önünde de and içmişiz ki, hiçbir zaman Troyalılardan felâket gününü uzaklaştırmıyacağız; bütün Troya kızgın ateşlerle baştanbaşa yanacağı zaman da öyle davranacağız, eğer onu yakanlar Ahaylıların savaşçı oğulları olursa. 443/555 Yeri sarsan Poseidon bu sözleri işitir işitmez, kavganın içinden ve mızrakların takırdılarından yürüdü. Ene'nin ve ün salmış Ahilleus'un yanına geldi. Çabuk, Peleoğlu'nun gözlerine bir sis yaydı, sonra tunç mızrağı kopararak Ahilleus'un ayaklarına koydu. Ene'yi yukarı, toprağın çok üstüne kaldırdı. Ene de, tanrının eline dayanarak, sıçradı, saf saf savaşçıları ve arabaları aştı, kavganın en ucuna vardı. Orada Kaukonlar kavga nizamına geçmek üzere idiler. O zaman Yeri sarsan Poseidon ona yaklaşarak şöyle dedi: — Ene, bir çılgın gibi gidip Peleoğlu ile yüzyüze dövüşmeyi aklına sokan tanrı kimdir? Ahilleus senden çok daha kuvvetli olduğu gibi, ölümsüzlerin de senden daha çok sevgilisidir. Dinle beni, saatinden önce Hades'e inmek istemiyorsan, ona rastladığın zaman geri kaç. Buna bir karşılık olarak, Ahilleus, eceli gelip ölüme ulaştığı zaman, korkusuz, ön safta savaş, seni başka hiçbir Ahaylı öldüremiyecektir. Böyle deyip ona herşeyi açıkladıktan sonra, yanından ayrıldı. Sonra, hemen, Ahilleus'un gözlerini örten sisi dağıttı. Peleoğlu gözlerini büyük büyük açarak baktı; titizlenerek ulu gönülle şöyle konuştu: — Eyvah! Gözlerimle ne şaşılacak büyük şeyler görüyorum! Mızrağım yere saplanmış, duruyor; öldürmek ateşiyle onu üstüne fırlatmış olduğum savaşçı ise ortada yok. Ene şüphesiz daima tanrıların sevgilisi idi, ben ise onu abuk sabuk konuşur bir adam yerine koyuyordum. Gitsin, istediği yerde yok olsun! Benimle ikinci defa sınaşmağa yüreği cesaret etmiyecektir; bu saatte, ölümden sıyrılabildiği için, ona 444/555 ne mutlu! Haydi, Danaosluları cesaretlendirelim, kendim de sınayacak başka Troyalı savaşçıların karşısına çıkayım. AHİLLEUS'UN KAHRAMANLIKLARI Böyle deyip cepheye sıçradı, safları dolaşarak savaşçıları ayrı ayrı cesaretlendirdi: — Tanrısal Ahaylılar. Troyalılardan artık o kadar uzak durmayın. Haydin, her savaşçı bir savaşçıyı karşısına alsın, ateşli bir savaşçılıkla dövüşsün! Gücüme ne kadar güvensem, bu derece çok savaşçı ile karşılaşmak ve hepsi ile dövüşmek benim için de güçtür. Pallas Athene, hattâ Ares'in kendisi, bir tanrı iken, savaşçıları bu kadar çok bir cephe ile başa çıkamazdı. Fakat kollarımın ve ayaklarımın kuvveti ve bütün gücüm yettiği kadar savaşmaktan geri kalmıyacağım, gevşeklik göstermiyerek doğru, düşman safları arasına dalacağım, ve mızrağımın karşısına gelecek hiçbir Troyalının sevinecek yeri olmıyacağını sanırım. Böyle deyip cesaretlendiriyordu. Öbür yandan Hektor da haykırarak Troyalılara darılıyor, onları Ahilleus'un karşısına çıkmağa davet ediyordu: 445/555 — Coşkun Troyalılar, Peleoğlu'ndan korkmayın. Ben de, sözle olduktan sonra, tanrılarla bile savaşabilirdim; mızrakla çok daha güç olurdu, çünkü onlar kat kat daha güçlüdürler. Ahilleus da, başka her insan gibi, söylediklerini işlerle gerçekleştiremez. Bir söylediğini başarsa, öbürlerini başaramaz. Elleri ateş gibi de olsa, coşkunluğu alevli demire benzese, ben, kendim, gidip karşısına çıkacağım. Böyle deyip cesaretlendiriyordu. Troyalılar da o zaman kargılarını düşmanlara doğru dikiyorlardı. Coşkunlukları kaynaşıyor, aralarından uğultulu bir haydalama yükseliyordu. Bu ânda Foebos Apollon, Hektor'a yaklaşarak şöyle dedi: — Hektor, şimdi, Ahilleus'la görüşmek için safların önüne gitmemelisin; yığınlara, kargaşa içinde, saldırışını bekle. Mızrağı ile yaralamasından, veya yaklaşıp kılıcıyla vurmasından kork. Böyle dedi, ve Hektor, kendisine söyliyen tanrının sesini işitince ürkerek yeniden saflar arasına karıştı. Bu sırada Ahilleus, coşkunluk içinde, korkunç naralar atarak, Troyalıların üzerine atıldı. Önce Otrynte'nin yiğit oğlu İfition'u yakaladı; birçok savaşçının kılavuzu olarak karlı Tmolos'un eteklerinden ve toprağı yağlı Hyde ilinden gelmiş olan Otrynte'nin bu oğlu, bir su perisinden doğmuştu, İfition, doğru ona atılırken, tannsal Ahilleus mızrağı ile başından vurdu. Baş ikiye ayrıldı; adam takırdı ile yuvarlanırken Ahilleus şöyle övünüyordu: 446/555 — Hey Otrynte'nin bu korkunç adamın oğlu, işte yerde yatıyorsun! Bir su memleketinde, balığı çok Hylle ve burgaçlı akan Harme suları arasında doğmuştun. Atalarının Gyge gölü kenarlarındaki topraklarından uzak burada, ölmek sana nasip imiş! Zaferini bildiren bu sözleri söylerken İfition'un gözlerini ölüm gölgesi örtüyordu; üstünden geçen Ahaylı arabaların tekerlekleri altında cesedi delik deşik olmuştu. Ondan sonra Ahilleus, Antenoroğlu Demoleon'u, yarenlerinin kavgada yiğit koruyucusunu aldı, şakağından sançtı, yan kudurukları tunçtan tulgasını deşti, geçirdi. Temren yürüyerek kemiği kırdı; içinde beyin parçalandı; bu ateşli vuruşla adamın işi bitmişti, ondan sonra, arabasından atlayıp kaçmağa çalışan Hippodamas'ı mızrağı ile arkasından vurdu. Adam bir boğa böğürmesine benzer seslerle son nefesini verdi. Ondan sonra, Ahilleus mızrak avuçta, tanrılar benzeri, Polydor Priamoğlu'nun üstüne yürüdü. Babasının en küçük ve en çok sevdiği oğlu idi, dövüşmeğe babası izin vermiyordu. Koşuda hepsinden üstündü. O gün, bir çocukluk hevesiyle, saflar dışına atılmış ve birden hayatını kaybetmişti. Ayakları yorulmaz tanrısal Ahilleus, mızrağıyla, iç kemerin üstünden vurdu, sivri temren, doğru yürüyerek göbeğini deşti, inliyerek dizleri üstüne çöktü. Hemen siyah bir bulutla gözleri kaplandı, yıkılırken elleriyle barsaklarını bastırıyordu. 447/555 Hektor, kardeşi Polydor'un, barsaklarını elleriyle bastırarak yuvarlandığını gördü. Yürekten ilgilenerek uzakta duramadı; bir alev gibi sıçrayıp Ahilleus'un önüne geldi, sivri temrenli kargısını sallıyordu. Ahilleus onu görünce atıldı ve öğünerek şöyle dedi: — Beni yüreğimin en derin yerinden yakan, en sevgili arkadaşımı öldüren adam, işte, benim yanımda, fakat uzun zaman şu kavga meydanının üstünde yanyana vakti geciktiremeyiz. Ve tanrısal Hektor'a yan bakarak şöyle dedi: — Peleoğlu, beni, bir çocuk gibi, sözlerle ürkütebileceğini umma. Ben de, senin gibi alaycı ve saygısız olabilirim. Ne kadar yiğit olduğunu ve kendimin senden aşağı kuvvette olduğumu biliyorum. Fakat bu işler tanrının dizlerine dayanmaktadır. Değerce seninle bir olmasam dar kargımla vurarak canını alamaz mıyım? Benim de silâhım çok defa delici olabilmiştir. Böyle dedi, ve kargısını sallıyarak fırlattı. Fakat Athene, hafif bir üfürüşle kargıyı şanlı Ahilleus'tan uzaklaştırdı. Sivri silâh geri dönerek tanrısal Hektor'un ayaklarına düştü. Ahilleus, coşkunluk içinde, Hektor'u öldürmek ateşiyle yanarak ve korkunç naralar atarak, ileri atıldı. Fakat Apollon, basit bir tanrı oyunu ile Hektor'u kaçırdı ve koyu bir buğu arkasına sakladı. Ayakları yorulmaz tanrısal Ahilleus, üç 448/555 defa, tunç mızrak avuçta atıldı: Üç defa da ancak koyu ve derin buğuyu vurdu. Dördüncü defa, bir tanrı gibi, atılırken kızgın bir sesle kanatlı sözler söyledi: — Köpek, bir defa daha ölümden sıvışabildin. Fakat bil ki felâket sana yaklaşmıştır. Bu sefer de seni Foebos Apollon korudu! Kavgaya, mızrakların takırdıları arasında her gidişinde bu tanrıya dua etmelisin. Senin hesabın kolay görülecek, elverir ki ben de kendime yardımcı bir tanrı bulayım! Şimdi, safları dolaşarak üstlerine atılacak başka Troyalılar aramağa gidiyorum. Böyle dedi, ve mızrağı ile Dryops'u tam boynundan vurdu. Adam ayaklarına yıkıldı. Onu orada bırakarak Filetor oğlu Demuhos'a gitti; bu şanlı ve büyük savaşçıyı. mızrağı ile dizlerinden vurarak olduğu yere mıhladı. Ondan sonra, büyük kılıcıyla vurarak işini bitirdi. Ondan sonra, Laogon'un ve Biasoğlu Dardanos'un üstlerine atıldı, ikisini de arabalarından aşağı yuvarladı, birini mızrağı ile, öbürünü yakından kılıcıyla vurarak. Sonra, Adestoroğlu Tros gibi dizlerine kapandı; diri esir tutar, kendi yaşında bir kardeş gibi acıyarak canını bağışlar ümidine düşmüştü. Saf adam! Dinlenmeyeceğinden haberi yoktu. Yumuşak, müşfik sandığı kimsenin nasıl coşkun ve azgın olduğunu bilmiyordu. Tros, elleriyle dizlerine dokunarak yalvarırken, öbürü kılıçla bağrından vurdu; kara ciğeri karnından dışarı çıktı, akan siyah kan üstüne bulaştı, gözlerini gölge bürüdü, son nefesiyle hayatı tükendi. Sonra, Ahilleus, Mulios'a giderek mızrağı ile kulağından 449/555 vurdu; temren deşerek sivri ucu öbür kulaktan dışarı çıktı. Ondan sonra, Agenor oğlu Ekekles'i, güzel kabzalı kılıcıyla başından vurdu. Kılıç, kandan, sımsıcak ısındı; adamın gözlerine, hâkim olarak, kader ve ölüm girdi. Ondan sonra, Deukalion'un dirseğini mızrağının tunç temreniyle deşti geçirdi: Adam, kolu ağır, ölüm gözleri önünde, bekliyordu; Ahilleus kılıçla boynunu vurdu, başını ve onunla birlikte, tulgayı uzağa attı; boyun fıkralarında ilik saçılıyordu. Ceset, toprak üzerinde serilmiş kaldı. Ondan sonra, toprağı bereketli Thrakia'dan gelen Pireos'un kusursuz oğlu Rhigne'yi kovalayıp mızrağını vücudunun ortasına fırlattı; karnına mızrak saplanan adam arabasından yuvarlandı. Seyisi, Arethioos arabayı yarım devir çevirdi; fakat Ahilleus onu da mızrakla arkasından vurarak arabadan dışarı attı, atları çılgına dönmüşlerdi. Şaşılacak bir yangın dağın derin derelerindeki kurumuş ormanın içinden çıkar, ağaçlar boyuna yanar, rüzgâr nasıl alevleri evire çevire ateşi her yana dağıtırsa, onun gibi tanrı benzeri Ahilleus, tunç mızrak avuçta, her yana saldırarak kurbanlarını yerlere sermekteydi. Kara toprak kanla bol bol sulanmakta. İyi yapılmış harmanın içinde, beyaz arpayı çiğnemek için geniş alınlı öküzler koşarlar; böğüren bu öküzlerin ayaklan altında beyaz arpa taneleri nasıl ayırtlanırsa, onun gibi, ulu gönüllü Ahilleus'un altından, duynakları kalın atlar, bir arada, ölüleri ve kalkanları çiğniyorlardı. Arabanın sandığı altında dingili, çepeçevre rampayı, tekerleklerin çemberlerinden ve atların duynaklarından fışkıran kanlı çamurla kirleniyordu. Peleoğlu, zafer şanını kazanmak arzusu ile yanıyordu, kanlı bir toz, güçlü ellerine bulaşıyordu. 450/555 ŞAN : XXI AHİLLEUS, SKAMANDROS ÇAYI KENARINDA Güzel, akışı burgaçlı ırmağın, babası ölümsüz Zeus olan Ksanthoos (Skamandros) çayının geçit verdiği yere yetiştikleri zaman, Ahilleus onları ikiye böldü, yarısını ovada, şehre doğru sürdü. Burada, bir gün önce, Ahaylılar ün salmış Hektor'un azgınlığı önünde, çılgına dönmüş, kaçışıyorlardı; bugün ise, Troyalılar, korkuya tutulmuş, yerlerinden sarsılıp şehre doğru sürülüyorlardı. Here de kaçışlarına engel olmak için önlerine koyu bir buğu yaymıştı! Öbür yarıları derinden, gümüş burgaçlarıyla akan çaya sıkıştırılmıştı. Büyük takırdılarla suyun içine atılıyorlardı; derin sulardan çınlayışlar işitiliyordu; çepeçevre sarp yerler korkunç sesler veriyordu. Gürültüler ortasında, o yana, bu yana, suyun burgaçlarıyla döne döne yüzüyorlardı. Yerleri kaplayan çekirgelerle savaşmak için büyük ateşler yakarlar; yangın sıkıştırınca nasıl hepsi yukarı kalkıp içine atılacak çaya doğru kaçarlar, uzanan alevlerden kurtuluşu nasıl suda ararlarsa, onun gibi, Ahilleus'un baskısı altında derin burgaçh Ksanthos çayı içine atılan insanların ve arabaların takırdıları ve gürültüleri ile dolmuştu. O zaman, tanrı dölü kahraman, mızrağını sahildeki yarların bir ağacına dayayıp bıraktıktan sonra, bir tanrı gibi suya atıldı. Elinde yalnız kılıç, aklıyla onları kırıp geçirmeği düşünüyordu. Dört bir yana kılıcını çalıyor ve kılıcın çarptığı vücutlardan kulakları tırmalıyan figanlar yükseliyordu. Suyun dalgaları kıpkırmızı olmuştu. Çok defa, bir Yunus balığının önünde kaçan küçük balıkların bir koyun diplerine sıkıştıkları görülür; büyük korku içindediler: Yakalanan yutulur! Bunun gibi, Troyalılar, çayın derin suları boyunca, kenarların sarplıklarında bir kurtuluş yeri arıyorlardı. Kahraman, kolları öldürmekten yorulduğu zaman, suyun içinde, on iki delikanlı topladı, ölen Menoetios oğlu Patroklos'un kan diyetini bunlara ödetecekti. Çaydan dışarı çıkarttı; ellerini, kendi entarilerinin kayışlarıyla arkalarından bağladı, ve koca karınlı gemilere götürmek üzere yarenlerine verdi. Sonra, bir tanrı gibi, yeniden kırıp geçirmek ateşiyle ileri sıçradı. AHİLLEUS İLE LYKAON O ara Dardanoğlu Priam'ın çaydan sıvışmak isteyen bir oğlu, Lykaon, eline geçti. Bunu, vaktiyle de, bir gece baskınında, babasının bağında esir tutmuştu. Lykaon bir yabanî incir ağacından bir arabanın rampasını yapmak için dallar kesmekte iken, tanrısal Ahilleus hatıra gelmiyen belâ gibi üstüne çullanmıştı. Sonra gemileriyle, güzel Lemnos'a götürmüş, İeson oğluna satmıştı. Bir yabancı (konuk), İmbroslu Eetion, yüksek bir fiat ödeyerek onu oradan tanrısal Arisbe'ye yollamıştı; oradan da sıvışarak babasının sarayına dönebilmişti. On bir günden beri aile içinde yaşamak lezzetini tadıyordu; on ikinci gün bir kere daha, onu artık Hades'e gönderecek olan Ahilleus'u; ellerine düşmüştü. Ayağına yorulmaz tanrısal, onu silâhsız, tulgasız, hattâ kargısız gördü: Herşeyi yere atmıştı. Su ile savaşarak döktüğü terler iflahını kesmiş, yorgunluktan, dizlerinin bağı çözülmüştü. O zaman, Ahilleus titizlenerek ulu gönlüne şöyle dedi: — Vah, vah! Kendi gözlerimle şaşılacak bir şey görüyorum! Ulu gönüllü Troyalılardan öldürdüklerim, öldüreceklerim pusarık Hades'ten dirilip geri döneceklerdir İşte bir tanesi, merhametsiz ecelden kurtulup tanrısal Lemnos'ta satılmışken, bir defa daha karşıma çıkıyor. Beyaz denizin genişliği, bunca başkalarını alıkorken, 452/555 bunu alıkoyamamış. Bu sefer artık mızrağımı sınayacaktır, ulu gönlüm oralardan, aşağı dünyadan da dönüp dönemiyeceğini bilmek istiyor. Böyle, bekliyerek düşünüyordu, öbürü, ürkmüş, bitmiş, yaklaştı; ne yapıp yapıp dizlerine kapanmak istiyor; ölümden ve kara ecelden kurtulacağını umuyordu. Tanrısal Ahilleus uzun mızrağını, vurmak azmiyle kaldırdı. Öbürü ise kaçındı, ve dizlerini tutmak için başını eğerek insan etiyle doymak hıncı içinde atılan mızrak, sırtının üstünden geçti, gidip yere saplandı. Lykaon şimdi bir eliyle dizleri, öbürü ile mızrağı tutuyor, söze başlayıp yalvarıyordu: — Dizlerine düştüm, Ahilleus, bana acı ve saygı göster. Zeus oğlu, sana yalvarıcı bir konuk geliyorum, saygına hakkım var beni güzel bağımızda esir tutup babamdan, ailemden uzak, tanrısal Lemnos'a götürdüğün ve sattığın gün idi: Sana yüz öküz pahası sağlamıştım. Bunun üç kat fazlasını ödeyerek esirlikten kurtuldum. Bunca belâlar çektikten sonra, on iki günden beri İlion'a dönmüş bulunuyorum. Uğursuz kaderim beni bir kere daha senin ellerine attı! Beni yeniden sana teslim ettiğine bakılırsa, Zeus benden nefret etse gerek. Beni annem, ihtiyar Altes'in kızı Laothoe kısa bir ömür için doğurmuş olacak. Altes kavga düşkünü Lelege'lerin Hanıdır. Santinois ırmağı kenarlarında, yukarı Pedas üzerine hüküm sürer. Priam, daha birçok karıları arasında, onun da kızını almıştı; ondan iki oğlan, tanrısal Polydor ile ben, doğduk. Kardeşimi yayaların ilk safında, mızrağınla öldürmüştün; şimdi de sıra benim; her ikimizi boğazlamış olacaksın! 453/555 Kolundan kurtulabileceğimi hiç ummuyorum, çünkü kolunun zincirini koparan tanrıdır. Fakat sana söyliyecek bir şeyim daha var, onu iyice kafana koy: Senin sevgili ve güçlü arkadaşını öldüren Hektor'u doğuran, emziren kadın benim annemden başkadır: Beni öldürme! İşte böyle, yalvarıcı sözlerle, ün salmış Priamoğlu Ahilleus'la konuşuyordu. Fakat cevap veren hiçbir suretle yatışmaz bir sesle şunları söyledi: — Ahmak adam! Bana kurtulmalık teklif etme, kurtulmalığın sözünü bile dinlemek istemem. Vaktiyle, Patroklos'a felâketli gün erişmeden Troyalılardan hayatını esirgemek hoşuma giderdi: Onlardan birçok esir tutmuş, satmıştım. Fakat şimdi, İlion önünde, ellerime düşecek olanlardan hiçbiri, hele hiçbir Priamoğlu ölümden kaçı- namıyacaktır. Haydi, dostum (konuğum), ölüm sırası sana geldi. Böyle inleyip durmanın mânası ne? Ben de, görüyorsun, güzelim, büyüğüm, şanlı bir babadan çıkıyorum, annem de bir tanrıçadır; bunlarla beraber, ölüm ve değişmez kader benim de başımda dolaşıyor. Bir gün benim de biri, kavgada, mızrağı ile veya yayından çıkacak bir okla can- ımı alacaktır. Böyle dedi, ve Lykaon hemen dizleri üstüne çöktü, yüreği parçalandı. Tutmakta olduğu mızrağı koyverdi, ve iki kolu öne uzanmış, yere kapandı. Ahilleus sivri kılıcını çekmişti bile; boynundan, kö- prücük kemiği yanından vurdu; iki ağızlı kılıç deşti, geçti. Adam, alnı önde toprağa serildi. Siyah kanı akarak yeri ıslatı. Ahilleus, su 454/555 götürsün diye, ayağından tutup çaya attı. Sonra, övünerek kanatlı sözler söyledi: — Yat orada! Çaydan doğmuş olan için de, güçlü kudretli Kronosoğlu'nun oğullarıyla savaşmak tehlikelidir. Babanın geniş akışlı bir ırmakta olduğunu söylüyordun; ben de büyük Zeus dölü olmakla kıvanç duyarım. Beni hayata getiren: Sayısız Myrmidonlar üzerine hüküm süren Eakoğlu Pele'dir. Zeus, denize akan çaylardan, ırmaklardan ne kadar üstünse, onun dölleri bir ırmağın döllerinden o kadar üstündür Senin yanıbaşında büyük bir ırmak vardır, bak, görelim, sana bir yardımı dokunabiliyor mu? Kronosoğlu Zeus ile ırmak Ahilleus Han da kıyaslanamaz: Hattâ bütün ırmakların, bütün denizin, bütün derin pınarların, kuyuların anası olan Okeanos, büyük Zeus'un yıldırımından ve yüksek göklerde gürleyen şimşeğinden korkar. SKAMANDROS'UN ÖFKELENMESİ Böyle dedi, ve sarp yardan, oraya, saplanmış duran tunç mızrağını çekti, çıkardı. Asterope'yi canını aldıktan sonra, siyah su ile ıslanmış kum üzerinde yatmış bıraktı. Yılan balıkları ve başka balıklar onu delik deşik ediyorlar ve böbreklerini örten iç yağını kemiriyorlardı. O ara, Ahilleus, arabaları güzel Peoniahları avlamağa çıkıyordu: Onlar, aralarından en cesur savaşçının, Peleoğlu'nun kolu ve kılıcı altında yıkılmış gördükleri ândan beri burgaçlı çayın kenarlarına kaçmağa çalışıyorlardı. Peleoğlu, birkaçını, sıra ile eline geçirip öldürdü: Thersilohos, Mydon, Asypyl, —Mneses, Thrasios, Anenios, Ofelestes—... mızraktan geçirildi; başkalarını da avlamak üzere iken, 455/555 öfkelenen derin, burgaçlı ırmak, bir insan çehresine girerek akışının derinliklerinden şöyle söyledi: — Ahilleus, kuvvetinle bütün insanların üstündesin, ama acıklı kötülüklerden yana da herkesten üstünsün. Eğer Kronosoğlu bütün Troyalıları öldürmeği sana vermişse, hiç olmazsa onları ovaya kov, ondan sonra canlarına kıymağa giriş. Güzel dalgalarım şimdiden ölülerin cesetleriyle öyle dolmuş ki, akışını tanrısal denize ulaştıramıyorum; sen ise durmadan öldürüyor, kılıçtan geçiriyorsun! Artık son ver! Senden tüylerim ürperiyor, hey savaşçılar Hanı! Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi: — Dediğin gibi olsun, tanrısal Skamandros. Fakat, yüksekten bakan Troyalıları. şehirlerine sürünceye ve Hektor'la yüzyüze gelinceye kadar, kılıçtan geçirmede devam edeceğim: Hektor mu beni yenecek, ben mi onu? Bunu bilmeliyim. Böyle dedi, ve bir tanrı gibi atılarak Troyalılara hücum etti. O zaman, derin burgaçlı ırmak, Apollon'a seslenerek şöyle dedi: — Vah, vah! Gümüş yaylı, Kronosoğlu tanrı, Zeus'un emirlerini unutuyor musun? Sana Troyalıları korumanı, ve akşam batıp 456/555 bereketli topraklara karanlık basıncaya kadar yardımlarında bulunmanı ısrar ile emretmişti. Böyle dedi. Bu sırada, Ahilleus, ün salmış savaşçı, sarp kıyıdan sıçrayıp ırmağın içine atıldı. Irmak, hemen, azgınlıkla kabararak saldırdı: Bulanık kesilen dalgaları çok yükseldi; yatağını dolduran sayısız ölüleri fırlattı, boğa gibi böğürerek dışarıya, toprak üzerine saçtı. Güzel suları içinde sağ kalmış olarak bulduklarını, derin ve geniş burgaçlarında saklıyarak kurtardı. Ahilleus'un her yanını korkunç, bulanık dalgalar sardı, akıntısıyla alıp götürmeğe girişti. Kahraman ayakları üstünde duramaz hale geldi. Elleriyle, kökünden sökülerek yıkılan, kıyıyı suyun içine deviren güzel ve büyük bir gürgen ağacına yapıştı; bir köprü gibi bu ağaçtan faydalanarak çayın burgaçlarından karaya atladı; korkuya tutulmuş, yorulmaz ayaklarıyla ovanın içine atıldı. Fakat güçlü ırmak tanrı, karada da, siyah bir dalgasıyla üstüne saldırdı. Niyeti, tanrısal Ahilleus'un işine son vererek felâketi Troyalılardan uzaklaştırmaktı. Peleoğlu bir sıçrayışla bir mızrak erimi öteye gitti: Kuşların en güçlüsü ve en çabuk uçanı kara kartalın, avcı kartalın atılışıyla sıçramıştı. Uzaklaşıp kaçmakta iken göğsünün tunç zırhlarından korkunç çınlayışlar çıkıyordu. Fakat büyük dalgalı Ksanthos çayı arkasından, müthiş bir kargaşa içinde, kovalıyordu. Her ân çayın dalgaları, son derece çevik olan kahramana ulaşıyordu: Tanrılar, insanların en kahramanlarından daha güçlüdür! Her defasında ayağına yorulmaz tanrısal Ahilleus dönüp karşı gelmeyi düşünüyordu; göklerin sahipleri bütün tanrılar mı arkasına düşüp kovalıyorlardı? Bunu anlamak istiyordu. Güçlü ırmak her saldırışıyla Ahilleus'un omuzlarına çarpıyor, o da yüreği büyük kaygı içinde, ayaklarıyla daha yüksek sıçrıyordu. Fakat ırmak tanrı aşağıdan da saldırarak ayaklarının altından tozlu toprağı silip süpürüyor, dizlerinin bağı çözülüyordu. O zaman, Peleoğlu geniş göklere gözlerini çevirerek dua etti: 457/555 — Zeus Ata, acınacak haldeyim, beni çaydan kurtarmasını isteyecek hiçbir tanrı yok mudur? Boynum bükük, her şeye razıyım. Gök tanrılarından hiçbiri sorumlu değildir, beni yalanlarla oyalamış olan adam, yalnız o suçludur. Bana, savaş düşkünü Troyalıların duvarı altında Apollon'un tez giden okları ile öleceğimi söylüyordu. Keşke burada büyümüş insanların en iyisi olan Hektor beni öldürseydi: O zaman, hiç olmazsa şanlı bir adamı öldürüp silâhlarını soymuş olurdu. Şimdi ise, görüyorum, kaderim —bir burağan günü sellerle sürüklenip ölen genç bir domuz çobanı gibi— burada, azgın bir ırmağın saldırışı altında, en yürek yakıcı bir ölümle can vermektir. Böyle dedi, ve hemen Poseidon ile Athene, çabuk, ölümlü insan çehresiyle yanına geldiler. Elleriyle elini tuttular; sözleriyle yüreğine kuvvet verdiler. Yeri sarsan, en ilki, ona şöyle dedi: — Peleoğlu, fazla ürkme, titreyip durma öyle! Sana yardımcı olarak gelen tanrıları, Athene ile beni düşün; bu yardımı Zeus da onaylıyor. Senin kaderin bir ırmakta ölmek değildir; çok geçmeden, kendin de göreceksin, bunun azgınlığı yatışacaktır. Fakat bizi dinlemek istersen, sana verecek bir öğüdümüz var. Kimseyi esirgemiyen kavgada, Troyalıların kalan ordusunu İlion'un ün salmış duvarlarına çekilmek zoruna getirmeden vuruşlarını durdurma. Sonra, sen gemilere dönmeden, Hektor'un hayatına son vereceksin. Zafer şanını sana vereceğiz. 458/555 Böyle dediler, ve her ikisi ölümsüzlere doğru ayrıldılar, tanrıdan aldığı öğütle, cesareti pek çok artarak, ovaya yürüdü. Ova çayın taşan suları altındaydı; öldürülmüş genç savaşçıların cesetleri ve pek çok silâhları her tarafa saçılmıştı. Ahilleus, çayın kabarmasıyla savaş- mak için dizlerini yüksek kaldırarak, sıçraya sıçraya yürüyordu. Athene'nin ona üfürdüğü büyük kuvvet üzerine, ırmak onu artık durdurmuyordu. Fakat Skamandros'un da öfkesi çok artmıştı, azgın saldırıştan geri kalmıyordu. Dalgaları daha çok yükseliyordu. Haykırarak Stimois suyuna seslendi: — Sevgili kardeşim, yakında Priam Hanın büyük şehrini alıp talan etmek üzere olan şu adama karşı gücümüzü birleştirelim, Troyalılar tutunamaz bir hale gelmişlerdir. Çabuk imdada yetiş! Yatağını pınar sularıyla doldur; bütün selleri akıt; büyük bir fırtına kopar; büyük ağaç ve taş takırdıları yarat. Ancak böylelikle, şimdi üstünlüğü elinde tutan, bir tanrı azgınlığı gösteren şu vahşi savaşçıyı durdurabileceğiz. Ben öyle diyorum ki, ne gücü. Ne güzel görünüşü, ne de güzel silâhları hiçbir işine yaramıyacaktır: Bu silâhlar az sonra bir bataklığın dibinde mil ça muru ile örtülüp kalacaktır. Kendisini de ben kalın bir kum içine yuvarlayıp üstünü on binlerce cilalanmış çakılla öyle örteceğim ki, Ahaylılar onun gömecek kemiklerini bulamıyacaklardır. Cenaze töreninde üstüne toprak örtemiyecek, ona bir mezar veremiyeceklerdir. ATEŞLE SUYUN SAVAŞMASI 459/555 Böyle dedi, ve Ahilleus'un üstüne, köpük, kan, ölü cesetler saçan bir azgınlıkla, kabarmış, bulanık dalgalarla sıçradı. Gökten inen ırmak, kaynıya kaynıya kabaran, yükselen dalgalarıyla Peleoğlu'nu ezip geçirmeğe bir yol arıyordu. Derin burgaçlı, güçlü kudretli ırmak Ahilleus'u alıp götürür diye korkuya tutulan Here, yüksek bir nâra attı; hemen oğlu Hefaestos'a seslendi: — Kalk! İğri bacaklı oğlum, burgaçlı akan Ksanthos çayına ben daima senin için bir düşman gözüyle baktım. Çabuk, imdada yetiş! Geniş alevlerini yay. Ben de deniz tarafından gidip Zefyr ile beyaz Notos rüzgârlarının sert bir burağanını estireceğim; Troyalılar arasında uğursuz yangın yayılacak, silâhlanın ve kendilerini yakacak. Sen, Ksanthos'un kıyıları boyunca ağaçları yak, kendisini de ateşe ver; sana yalvaracak veya korkutucu sözler söyliyecek; sen hiç kulak asma. Ben sesimi yükseltip sana haber vermeden saldırışını kesme, yalnız o zaman alevleri durdurursun. Böyle dedi, Hefaestos da şaşılacak bir yangın hazırladı. Önce ovada, Ahilleus'un öldürmüş olduğu insanların sayısız cesetlerini yakan bir ateş tutuşturdu. Bütün ova kavrulup kurudu, parlak su akamaz oldu. Yaz sonu, Boreas'ın esip az önce ıslanmış olan bir yemiş bahçesini hemen yakıp kavurduğu görülür: Onun gibi, ölülerin cesetlerini yakan ateşle ova yanıp kavruldu. Ondan sonra, alevlerle yanan ateş, ırmağa doğru yayıldı. Gürgenler, söğütler, tamariler cayır cayır yanmağa başladı. Çayın, en güzel suları boyunca bol bol yetişmiş olan nilüferler, mazılar, kamışlar da yanıyordu. Yılan balıkları ile bütün öbür balıklar çok hünerli Hefaestos'un sıcak nefesinden dayanılmaz bir sıkıntı içinde kalarak her yana atılıyorlardı. Irmağın siniri 460/555 yanıyordu! O zaman Hefaestos'a bütün isimleriyle seslenerek şöyle dedi: — Hefaestos, seninle boy ölçüşecek tanrı yoktur. Senin şu alev alev yanan ateşinle ben savaşamam. Haydi, sen de kavgayı kes. Tanrısal Ahilleus, varsın bugün, Troyalıların şehrini alsın; ben ne diye onlara yardımda bulunmak için böyle boğuşayım? Ateşle yanarak böyle dedi. Güzel sularından kabarcıklar fışkırıyordu. Altında alev alev kuru odun yanan bir tencerenin içinde, iyi semirtilmiş bir domuzun iç yağı nasıl kaynarsa, onun gibi, Hefaestos'un yangını altında Ksanthos ırmağının güzel suları alevler içinde yanıyorlardı. Dalgaları kaynıyordu; artık akamıyordu: Durmuştu; Hefaestos'un nefesi o derece canını yakıyordu. O zaman, Here'ye çok yalvararak kanatlı sözler söyledi: — Here, oğlun niçin, benim akışıma —başkalarından ayrı tutarak— kıyasıya saldırıyor? Ben, Troya'nın yardımcıları arasında, en az kabahatli sayılırım. Sen söylersen ben savaşı keserim; fakat o zaman oğlun da kessin! Sana bir de and içmek isterim. Hiçbir zaman Troyalılardan felâket gününü uzaklaştırmıyacağım, Troya şehri baştanbaşa yansa, alevler içinde kalsa, onu yakanlar Ahaylılar dahi olsa, onlara artık yardım etmiyeceğim. Ak kollu tanrıça Here bu sesleri işitir işitmez oğluna seslendi: 461/555 — Ün salmış çocuğum, Hefaestos, savaşı kes! Ölümlülerin hatırı için bir ölümsüz tanrıya eziyet etmek yakışık almaz. Böyle dedi, Hefaestos o şaşılacak yangını söndürdü; ve ırmak geri çekilerek güzel sularının yatağına indi. TANRILARDA KAVGA Ksanthos'un azgınlığı yenildi, ikisi arasında savaş durdu. Here, kendi coşkunluk içinde iken her ikisini tutmuştu. Fakat o zaman, öbür tanrılar arasında çok ağır bir kavga patlak verdi, içlerinde yürekleri karşılıklı iki yöne dönmüştü. Korkunç bir takırdı ile birbirlerinin üstüne saldırıyorlardı. Geniş yerin üzerinden çınlayışlar yükseliyor, yüksek gök aralarında kavga borazanı çalıyordu. Olympos'ta oturan Zeus sesler işitince, tanrıların birbirlerine girdiklerine sevinerek güldü. Uzun zaman birbirlerinden uzak durmadılar. En önce, kalkandeşen Ares, tunç mızrak elinde, Athene'ye atılarak kınayıcı sözler söyledi: — Niçin, a itsineği, hâlâ çılgın bir güvenle ulu gönlüne uyarak, tanrıları birbirlerine katıyorsun? Tydeoğlu Diomedes'i beni yaralamağa teşvik ettiğin, kendin de, eline, herkesin gördüğü bir kargı alarak, doğru, bana attığın ve güzel derimi yırttığın günü unutuyor musun? O zaman bana ettiğinin cezasını, şimdi de sen çekeceksin, sanırım. 462/555 Böyle dedi, ve Zeus'un yıldırımı ile bile yenilemiyen saçaklı Egid kalkanına silâhını fırlattı. Cana kıyan Ares uzun mızrağı ile Athene'yi orasından vurdu. Athene geriledi, güçlü eliyle yerden, çok büyük, pürtüklü bir taş alarak Ares'e attı, onu boynundan vurarak üyelerinin iflahını kesti. Yıkıldı, yerin üstünde yedi arpent (dönüm) yer kapladı. Saçları tozla kirlendi; silâhları üstünde titreşti. Pallas Athene kahkaha ile güldü ve övünerek kanatlı sözler söyledi: — Hay düşüncesiz! Hâlâ, benim, senden ne kadar daha kuvvetli olmakla övündüğümü anlamamışsın, karşıma geçip ateşli savaşçılıkta benimle ölçüşmeğe kalkıyorsun! Senin annen (Here) de sana kızıyor, felâketler düşünüyor; Ahaylıları bırakıp şu üstten bakan (küstah) Troyalılara yardımcılık ettiğin için, Eriny'lere borcunu ödeyeceksin. Böyle diyerek alevli gözlerini çevirdi. O zaman Zeus kızı Afrodite gelip Ares'i elinden tuttu, kaldırıp götürmek istedi; fakat o durmadan inliyor, bir türlü gücünü toparlayamıyordu. Ak kollu tanrıça Here'nin gözünden Afrodite kaçamadı. Hemen Athene'ye şu kanatlı sözleri söyledi: 463/555 — Dikkat! Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, yorulmaz tanrıça! İşte şu itsineği de, insanlar musibeti Ares'i, boğuşma arasında, can yakan kavganın dışına götürmek istiyor. Koş, arkasından! Böyle dedi, Athene, hemen yüreği sevinç dolu, arkaya atıldı. Üstüne yürüyerek, güçlü eliyle göğsüne vurdu. Afrodite ileri gidemedi: Yüreğine indi, dizlerinin bağı çözüldü. İkisi de bereketli toprağın üzerine serildiler. Athene, övünerek onlara kanatlı sözler söyledi: — Argosluların savaşçılarıyla dövüşen bütün Troya koruyucularının sonu, işte benim coşkun savaşçılığıma karşı Ares'e yardımcı çıkan şu sıkılmaz Afrodite'ninki gibi olur! Bunlar olmasaydı çoktan kavgayı bitirmiş, güzel İlion şehrini almış olurduk. Böyle dedi, ve ak kollu tanrıça Here gülümsedi. Bu sırada Yeri sarsan güçlü tanrı, Apollon'a seslendi: — Foebos, niçin, biz ikimiz birbirimizden uzak duruyoruz! Arkadaşlar başlamış bulunuyorlar, uzak durmak artık bize yakışmaz. Savaşa karışmadan Olympos'a, Zeus'un tunç eşiğine, dönmek ayıp olur. Haydi, sen başla: Çünkü sen benden gençsin. Zavallıcık! Senin yüreğinde duygu kalmamış! Tanrılar arasında, biz ikimizin, İlion etrafında, neler çekmiş olduğumuzu bile unutmuşsun. Zeus'un emriyle, şanlı Laomedon'un yanına gelmiş, yıllıkla hizmetine girmiştik. Laomedon bizim beyimizdi, bize emirler verirdi Ben, o zaman, 464/555 Troyalılar için, şehirlerin etrafını geniş, yüksek bir hisarla çevirmiş, İlion'u hücumla alınmaz bir kale haline getirmiştim. Sen de boynuzlu, paytak yürüyüşlü sığır sürülerini çok kıvrımlı İda'nın ormanlaşmış derelerinde güderdin. Fakat yıllığı ödemek mevsimi gelince, müthiş Laomedon bütün ayak terimizi alıkoydu, ve tehditler savurarak bize yol verdi: Ayaklarımızı, sonra kollarımızı bağlıyacak, uzak adalara götürüp satacakmış! Hattâ, tunç bıçakla ikimizin kulaklarımızı keseceğini haykırarak söylüyordu. Şimdi ise bu adamın halkına (budununa) iyilik etmek istiyorsun, bizimle birleşip şu yüksekten bakan Troyalıların, çocuklarının ve hanım karılarının esir tutulmasını, merhametsizce yok edilmesini düşünmüyorsun! Buna, Uzağa atan Apollon Han cevap verdi: — Yeri sarsan, kimi vakit toprağın yemişini yiyerek taptaze yaşıyan, kimi vakit ise tükenip yok olan zavallı insanlar için, sana karşı olduğumu söylersem, aklımın sağlam olmadığını söylersin. Şu kavgayı, en çabuk durduralım, onları da kendi kendilerine bırakalım, işlerine istedikleri gibi düzen versinler. Böyle diyerek başını çevirdi; babasının kardeşiyle (Poseidon'la) savaşmaktan hiç hoşlanmıyordu; fakat kızkardeşi canavarlar Sultanı, avcı Artemis, hemen, ona çıkışarak kınayıcı sözler söyledi: — Kaçıyorsun, bütün üstünlüğünü Poseidon'a bırakıyorsun, ha! Fakat ona hoş bir san veriyorsun! Bir işe yaramadıktan sonra niye elinde bir yay olsun? Eskiden ölümsüz tanrıların önünde, babamızın 465/555 sarayında, Poseidon'la savaşabileceğini söyleyerek övünürdün, artık böyle sözler ağzından çıkmasın! Böyle dedi, ve Uzağa atan Apollon hiçbir cevap vermedi. Fakat Zeus'un şanlı karısı titizlenerek, Okçu tanrıçaya kınayıcı sözlerle çıkıştı: — Ne! Utanmaz köpek, bugün bana kafa tutmak mı istiyorsun! Zeus seni kadınlar için bir dişi arslan olarak yarattı ve istediklerini öldürmene izin verdi! Senden çok daha güçlü olanlarla savaşmağa kalkacağına, dağlara gidip hayvanları ve vahşi dişi geyikleri öldürmeğe baksan daha iyi olmaz mıydı? Bununla beraber, savaşa alışmak, talim görmek istiyorsan, değerimin seninkinden ne kadar üstün olduğunu çabuk anlarsın, azgınlığını savaşçılığımla karşılaştırmağa bir daha kalkışmayasın. Böyle dedi, ve sol eliyle, bilekten iki elini tuttu, sağ eliyle omuzundan yayını aldı; sonra, bu yay ile, gülümseyerek yüzüne, kulaklarına vurdu; öbür tanrıça her vuruşta gözlerini çeviriyordu. Başını eğerek gözyaşları içinde kaçtı. Bir dişi güvercin, çaylağın hücumu altında, —tutulmasını istemiyen kaderi sayesinde— nasıl oyuk bir kayanın içine, yuvasının bulunduğu deliğe kaçarsa, onun gibi, Artemis, yayını orada bıraktı, ağlayarak uzaklaştı. ahilleus troya önünde 466/555 Aralarında böyle söyleşiyorlardı. Bu sırada Foebos Apollon, kutsal İlion'a girdi. Danaoslular kaderden önce davranırlar da, o günü, hisarı yıkarlar diye içi rahat etmiyordu! Daima var olan öbür tanrılar, kimileri kaygılı, kimileri kutlu, Olympos'a döndüler, gidip kara bulutlu babalarının yanına oturdular. Bu arada Ahilleus, Troyalıları kılıçtan geçiriyordu: Adamları da, duynakları kalın atları da. Ateşe verilmiş bir şehirden geniş göklere yükselen dumanlı alev nasıl herkese kaygı ve birçoğuna yas getirirse onun gibi, Ahilleus da Troyalılara kaygı ve yas getiriyordu. O sırada ihtiyar Priam, tanrısal hisarın üstünde oturuyordu. Devsel Ahilleus'u gördü: Troyalıları tartaklıya kakıştıra kovalıyordu, onlar da, korkuya tutulmuş, kaçışıyorlardı, hiç bir taraftan da bir yardım görünmüyordu. Priam içini çekerek hisardan indi, ün salmış kapı bekçilerini cesaretlendirdi: — Kollarınızla kapıları açık tutun, korkuya tutulup kaçışan adamlarımız şehre yetişip sığınabilsinler. Şu saatte bir felâkete doğru gittiğimizi sanıyorum. Bizimkiler hisara sığınıp biraz nefes aldıkları zaman, iyi bağdaştırılmış kapı kanatlarını kaparsınız: Meymenetsiz adam bir sıçrayışta hisarımızın içine girer diye korkuyorum. Böyle dedi, onlar da kol demirlerini çıkararak kapıları açtılar. Açılan kapılar kurtuluş ışığı oldu. Apollon, Troyalıları felâketten korumak istediği için, önlerine atıldı. Boğazları susuzluktan kurumuş, üstleri başları ovanın tozlarıyla örtülmüş, doğru şehre ve yüksek hisara doğru kaçıyorlardı. Ahilleus da, durmadan, mızrağı avucunda, onları 467/555 kovalıyordu. Canlara kıyan bir azgınlık yüreğini dolduruyor, şanı kazanmak iç ateşiyle yanıyordu. O ânda, Ahaylıların oğulları kapıları yüksek Troya'yı ele geçirmek üzere iken, Foebos Apollon, Antenoroğlu, kusursuz güçlü kahraman Agenor'u ileri sürdü; yüreğine cesaret verdi, ve cana kıyan ölümden korunmak için yanında durdu: Koyu bir buğu ile kaplanmış, bir meşe ağacına dayanıyordu. Fakat Agenor, şehirler talancısı Ahilleus'u görünce, yüreği türlü düşünceler içinde, durdu, bekledi. Sonra, titizlenerek, ulu gönlü ile şöyle konuştu: — Eyvah, bana: Güçlü kudretli Ahilleus'un önünde, bozguna uğrayıp kaçanlar gibi, ben de kaçacak olursam, bana da yetişerek — kendimi savunmağa vakit bulamadan— boynumu vurur. Ya, Peleoğlu Ahilleus'un tartaklayıp kovaladıklarından ayrılsam, tabana kuvvet, hisarın dışına, İlion ovasına kaçsam! İda'nın ormanlı yamaçlarına ulaşıp beklesem! Akşam olunca, çayın sularında yıkanır, terlerden serinlerdim; sonra yine İlion'a dönerdim! Fakat, yüreğimin bu gibi tartışmalara ne ihtiyacı var? Benim şehirden ovaya kaçışımın farkına varmasından da korkulamaz mı? Arkama düşer, çabuk koşan ayaklarıyla yetişir. O zaman ölümden, ecelden kurtuluş kalmaz. O, bütün insanlardan çok daha kuvvetlidir. Ya, şehrin dışına gidip onun yüzüne karşı dursan, dayansan! Onun da, öbür insanlar gibi, tunç temrenle yırtılır bir derisi, bizimkine benzer bir hayatı vardır; herkes onun da ölümlü olduğunu söylüyor. Ona sanı veren Kronosoğlu Zeus'tur. 468/555 Böyle dedi, ve kendini toplayıp Ahilleus'u bekledi, yiğit yüreğiyle savaştan, kavgadan başka bir şey düşünmüyordu. Derin ve sık bir omandan çıkıp bir avcı ile karşılaşan bir panter, köpeklerin havladıklarını duyar da yine yüreğine korku girmez, kaçmak aklına gelmez; avcı vursa, hattâ mızrağıyla deşip geçirse yine ateşliliğini unutmaz : Ya önce saldıracak, ya yok olacak. Bunun gibi, Antenor'un şanlı oğlu Agenor, Ahilleus'la sınaşmadan kaçmağı artık düşünmüyordu. Yusyuvarlak kalkanını önüne getirdi, kargısıyla Ahilleus'a nişan alıp haykırdı: — Yüreğinle düşünüp, ün salmış Ahilleus hemen bugün, şanlı Troyalıların şehrini alabileceğini çok ummuşsundur. Saf adam! Bu şehir için daha bir çok cefalara katlanman gerekecektir! Bu duvarlar arasında bizden daha bir çok yiğitler vardır; onları yakınlarımızın, kanlarımızın, oğullarımızın yanına vererek İlion'u savunabileceğiz. Sen, ne kadar kuvvetli bir kahraman savaşçı da olsan, kaderini burada bekliyeceksin. Böyle dedi, ve ağır eliyle uzun tunç mızrağı fırlatarak, dizin altından, bacağına değdirdi. Baldırı saran yeni kalay dolaktan korkunç bir çınlayış çıktı, fakat temrenin tuncu dolağı delemiyerek geri fırladı; tanrı hediyeleri tunç temreni uzaklaştırmışlardı. O zaman, hemen, Peleoğlu tanrısal Agenor'un üstüne atıldı. Fakat Apollon bu şanı ona vermedi; adamı çekip koyu bir buğu arkasına sakladı; sonra kavganın bir sığınağına götürdü. Sonra, Peleoğlunu, Troyalılardan uzaklaştırmak için bir tuzağa düşürdü: Uzağa atan, kendi, Agenor'un bütün kılığına girerek Ahilleus'un önüne dikildi. Hemen üstüne atılmasıyla, Apollon kaçtı; Ahilleus kovaladı. Uzun zaman bereketli ova içinde kovaladı, sonra ona derin burgaçlı Skamandros'un kıyılarını dolaştırdı. 469/555 Apollon küçük bir aralıkla kaçıyordu. Ahilleus da çabuk ayaklarıyla yetişmek ümidini bırakmıyordu. Böyle, haince bir hile ile, Peleoğlunu oyaladı; öbür Troyalılar, bozguna uğramış şehre yığınlarla ulaştılar, bu umulmıyan kurtuluştan sevinç içinde kaldılar. Birbirlerini şehrin ve hisarın dışında beklemeğe bile cesaretleri, kimin yeneceğini kimin öleceğini görmeğe merakları kalmamıştı. Tabanlarının ve baldırlarının kuvvetiyle kaçabilenlerin hepsi Troyanın içine aktı. 470/555 ŞAN : XXII AHİLLEUS TROYA ÖNÜNDE Ürkmüş geyik yavruları gibi şehre sığındılar, terlerini havada kurutuyorlar, susuzluklarını bir şey içerek gideriyorlar; sonra hisarın güzel mazgallarına dayanıyorlardı. O sırada Ahaylılar, kalkan omuzda, surlara yanaşıyorlardı. Hektor yalnız, meymenetsiz bir kaderle bağlı, orada, İlion ile Skees kapıları önünde duruyordu. O ara, Foebos Apollon Peleoğluna seslenerek şöyle dedi: — Peleoğlu, niçin beni çabuk ayaklarında kovalıyorsun? Sen ancak ölümlü bir insansın, ben ise ölümsüz tanrıyım. Benim bir tanrı olduğumu bile henüz anlıyamamışsın ki azgınlığında direniyorsun. Şu bozguna uğrattığın Troyalılarla artık savaşmak niyetinde değil misin yoksa? Onlar rahat rahat şehirlerine ulaştılar, sen ise buralarda yolunu şaşırıp duruyorsun. Anla artık, sen beni öldüremezsin: Kaderin, senin eline teslim ettiklerinden değilim. O zaman ayağına çabuk Ahilleus çok titizlenerek şöyle dedi: — Bana oyun oynadın. Uzağa atan, tanrıların en sevimsizi. —Hile ile beni surlardan uzaklaştırarak, buralara getirdin' Bu olmasaydı daha bir çok savaşçılar, İlion'a ulaşmadan önce tozu toprağı ısırmış olacaktı. Troyalıları kurtarıp büyük bir şanı elimden aldın— senin için hiç bir tehlike yoktu: bir cezaya çarpmaktan korkmuyordun! Ben senin cezanı verirdim ama, ne çare, elimde gereken vasıtalar vok. PRlAM İLE HEKUBE HEKTOR'A YALVARIYORLAR Böyle dedi, ve aklıyla büyük şeyler düşünerek şehre doğru yürüdü. Yarışta ödül kazanmış bir at nasıl dört nala koşar, arkasından da arabayı zahmetsizce sürüklerse, onun gibi, Ahilleus, tabana kuvvet, çabuk gidiyordu. İhtiyar Priam, en önce, ovada sıçraya sıçraya gittiğini gözleriyle görmüştü: yaz sonu, gökte, alev saçar gibi görünen ve Orion'un köpeği ismi verilen çok parlak yıldıza benziyordu. Fakat bu yıldız uğursuz bir alâmettir: zavallı insanlara çok zararlı sıtma getirir! Koşarak gelen Ahilleus'un üstünde başında tunç böyle bir ışıltı ile parlıyordu. İhtiyar içini çekti, ellerini kaldırarak başını dövdü; sonra, derin bir hıçkırıkla, oğluna yalvardı: Hektor. Kale kapılarının önünde, Ahilleus'la dövüşmek arzusu üzerinde direnerek duruyordu. İhtiyar, acıklı bir sesle, iki kolu uzanmış, şöyle dedi: — Hektor, çocuğum, dinle beni! yarenlerinden uzak, yalnız başına, bu adamı bekleme; çok çabuk Peleoğluna yenilir, kaderine erişirsin: çünkü senden çok daha kuvvetlidir. Hey tanrılar! siz onu (Peleoğlu) benim gibi sevseydiniz! Köpekler ve akbabalar, çabuk, 472/555 yerlere serilmiş, yerlerdi; benim de yüreğim yakıcı kaygısından kurtulurdu. Nice yiğit, oğlumu benden almış, öldürmüş veya uzak adalara götürüp satmıştır! Bugün de, şehre ulaşan Troyalılar arasında iki oğlumu Lykaon ile Polydor'u göremedim. Bunları bana şanlı kadın Laothoe vermişti. Eğer ordu içinde yaşıyorlarsa tunçla altınla onları kurtarırız; bunlar bizde eksik değildir. Fakat eğer yok olmuşlar, Hades'in konaklarına inmişlerse yüreğimizde, onları hayata getiren benle annelerinin yüreğinde, ne acı bir yas olur! Hiç olmazsa sen, Ahilleus'un kolu ile düşüp yok olmasan, bütün başka kaygılarımız kısa sürerdi. Haydi, çocuğum, hisarımızın içine gir; böyle yaparsak Troyalı erkek ve kadınları korursun, Peleoğluna büyük şanı vermezsin, sen de tatlı canından olmazsın. Sonra sen, bana da acı, daha başımda, biraz duygusu kalan ben zavallı ihtiyara acı. Zeus Ata bana neler çektirmedi: gözlerimin önünde oğullarım can çekişti, kızlarım halayıklığa sürüklendi, konağım harap edildi, torunlarım cana kıyan dövüşlerde yerlere serpildi, gelinlerimi uğursuz Ahaylılar kucakladı: şimdi de, ihtiyarlığın eşiğinde, beni zalim bir kader bekliyor: bir kargının veya bir kılıcın sivri tuncu ile vücudumdan hayatım koparıldıktan sonra kapımdaki kan içen köpekler paralıyacak! kapılarımda bekçilik etsinler diye soframda beslediğim köpekler azgın bir yürekle kanımı sömürdükten sonra gelip divanhanemde dolaşacaklar! Sivri tunç ile vücudu delik deşik edilmiş genç bir savaşçı için ne ise! ölü düşüp yatması bile güzel. Fakat köpeklerin beyaz bir alna, apak bir başa, kılıçtan geçirilmiş bir ihtiyarın erkekliğine hakaret etmeleri, işte zavallı insanlar için bundan daha acıklı felâket olmaz! İhtiyar böyle dedi, ve avuç avuç beyaz saçlarını yoldu; fakat yine de Hektor'un yüreğini kandıramadı. Öbür yandan annesi de göz yaşları dökerek figan ediyordu; bir eliyle koynunu açtı, öbürü ile de memesini tuttu; ağlıyarak kanatlı sözler söyledi: 473/555 — Hektor, çocuğum, bu göğüse saygı göster. Bana da acı! hatırla, çocuğum, seni şu bağrıma basardım: orada bütün kaygılar unutulur! Bu düşman savaşçıyı hisarımızın içinde yenmeğe bak; karşısına çıkıp onunla yakından dövüşme. Düşün, seni öldürürse, ne seni doğuran ben, ne bunca hediyeler vererek aldığın karın bir cenaze yatağı üzerinde senin için ağlıyamıyacağız. Bizden uzak, gemilerin yanında, Argosluların köpekleri yiyecekler. HEKTOR'UN KARARSIZLIKLARI Sevgili oğullarına, ağlıyarak böyle yalvarıyorlardı, fakat Hektor'un yüreği bir türlü kanmıyordu. Hep orada duruyor, devsel Ahilleus'un yaklaşmasını bekliyordu. Dağ başında, zehirlerle beslenmiş bir ejder, cana kıyan bir kızgınlık içinde, deliliğin önünde çöreklenmiş, ürkütücü gözlerle insanı nasıl beklerse, bunun gibi, Hektor, hiç bir şeyle söndürülemez bir iç ateşiyle, orada, gerilemeksizin, parlak kalkanı surun bir çıkıntısına dayanmış, duruyordu. Bu ara, titizlenerek ulu gönlüne şöyle dedi: — Vah, bana! Kapılardan ve hisarlardan öteye geçersem, en önce Polydamas beni ayıplıyacaktır: Ahilleus'un harekete geçtiği o meymenetsiz gece, bana, Troyalıları şehre çekmeği öğütlemişti. Ben dinlememiştim. Dinleseydim ne kadar iyi olacakmış! Şimdi halkımı mahvettikten sonra, Troyalı erkeklerden ve uzun entarili Troyalı kadınlardan utanıyorum. Bir gün bir değersizin «Hektor gücüne aşırı güven gösterdiği için halkını mahvetti» demesini istemiyorum. Ama böyle diyeceklerdir! Benim için Ahilleus'un karşısına çıkmak. —ve onu 474/555 öldürmeden veya şehrimin önünde, onun kolu altında düşüp şanla şerefle ölmeden— dönmemek çok daha kazançlı olur. Bir de, göbekli kalkanımı ve güçlü tulgamı bir yana koysam, mızrağımı duvara dayasam; doğru, kusursuz Ahilleus'un yanına gitsem, ona Helene'yi ve vaktiyle Aleksandros'un koca karınlı gemileriyle Troyaya getirmiş olduğu bütün hazineleri teklif etsem... Evet, aramızdaki kavgaya sebep, olan bu malları Atreoğullarına vermeğe hazırım; bundan başka, güzel şehrimizde bulunan bütün zenginlikleri Ahaylılarla paylaşırım, hattâ ihtiyarlar Meclisine hiç bir malın kaçırılmayacağına and da içiririm. Fakat yüreğimin böyle tartışmağa ne ihtiyacı var? Silâhsız bir kadın gibi yanına gidersem, hiç bir saygı göstermeden, beni öldürebileceğinden korkmam gerekmez mi? Hayır, meşeye çıkmak, kayaya tırmanmak zamanı değildir, veya delikanlı ile genç kızın oturup konuştukları gibi bizim uzun uzadıya oturup konuşmağa vaktimiz yoktur. En iyisi, en büyük tezlikle karşılaşıp kavganın çözümüne erişmektir: bakalım, Olympos'lu, ikimizden hangisine şanı vermek niyetindedir! KOVALAMACA Böyle düşünüp bekliyordu. Fakat işte, Ahilleus, sıçrayıcı tulgalı savaşçı Enyal (Ares) gibi yaklaştı. Pelion kayın ağcından, ürkütücü mızrağı sağ omuzunda titreşiyordu; vücudunun her yanından alevli ateşe veya doğan güneşe benziyen parıltılar çıkıyordu. Onu görür görmez Hektor'u korkudan titreme aldı. Artık durduğu yerde kalmağa yüreği yoktu. Kale kapılarını arkasında bırakarak oradan kaçtı. Peleoğlu ise, ayaklarından emin, arkasından atıldı. Dağlarda bütün kuşların en çabuk uçanı milan, kolay bir saldırışla ürkek kumru kuşu üstüne atılır. Kumru sıvışarak kaçar; milan, tiz 475/555 seslerle, sıkışık sıçramalarla yaklaşır: yürekten onu yakalamak isteğindedir. Bunun gibi, ateşli Ahilleus, doğru, Hektor'un üstüne uçarcasına atılır; Hektor ise korkudan titreyerek Troya hisarının altına, dizlerinin var gücü ile kaçar. Gözetleme yerini ve rüzgârların dövdüğü incir ağacını geçtiler, hep surlardan uzaklaşarak büyük yola atıldılar; güzel sularla akan iki çeşmenin başına ulaştılar. Akışı burgaçlı Skamandros'un iki pınarı burada fışkırmaktadır. Birinden ılık su akmakta, üstüne ateşin alevine benzer bir duman yükselmekte. Öbüründen, yaz ortası, —buz gibi, kar gibi— donmuş bir su akar. Bunların bir yanında geniş geniş yunaklar vardır: barışık zamanında, Ahaylılar gelmeden, buradan Troyalıların kadınları ve genç kızları çamaşırlarını yıkarlardı.— İkisi, bu pınarları, koşarak geçtiler; biri önden kaçıyor, öbürü arkadan kovalıyordu. Bu, bir yarış değildi, bir kurbanlık, bir boğa derisi veya başka bir ödül kazanmak için koşmuyorlardı. Bu kovalamacanın hedefi atkısrak terbiyecisi Hektor'un hayatı idi. Üç defa, Priam'ın şehrini, çabuk koşan ayaklarıyla, dolaşmışlardı. Bütün tanrılar seyirlerine bakıyordu. Tanrıların ve insanların babası, ilkin, söz alarak şöyle dedi: — Eyvah! Troya hisarının etrafında sevgili birinin kovalandığını gözlerimle görüyorum. Yüreğim Hektor için kaygılanıyor: bana nice öküz butları yakmıştı, kimi vakit çok kıvrımlı İda'nın yüksek tepelerinde, kimi vakit kendi akropolunda! şimdi ise tanrısal Ahilleus onu, çabuk ayaklarıyla, Priam'ın sitesi etrafında kovalıyor. Haydin, tanrılar, danışarak bir karar verin: Ölümden kurtaracak mıyız? Yoksa, şu saatte, çok cesur bir yiğit ise de, Peleoğlu Ahilleus'un kolu altında öldürecek miyiz? Çakır gözlü Athene, ona şöyle cevap verdi: 476/555 — Beyaz yıldırım sahibi, Karabulutlu Babamız, bu söylediklerin nasıl sözlerdir? Çoktan beri kaderi belirmiş ölümlü bir insanı sen şimdi canlara kıyan ölümden kurtarmak mı istiyorsun? Nasıl istersen? Fakat biz öbür tanrılar seni onaylamada birleşemiyoruz. Bulut devşiren Zeus da böyle cevap verdi: — Korkma, kızım, Tritogenia, iyice kararlaşmış bir yürekle konuşmuyorsun, sana karşı da yumuşak davranmak isterim. Haydi, düşündüğün gibi yap, hem de gecikme. Böyle dedi, ve Athene'nin ateşli isteğini bir kat daha alevlendirdi. Tanrıça bir sıçrayışla Olympos'un tepelerinden havalanıp indi. ATHENE'NİN ARAYA GİRMESİ O sırada ayakları çabuk Ahilleus, inatçı bir direnme ile, Hektor'u kovalayıp kakıştırıyordu. Bir geyiğin yavrusunu yuvasından kaldıran bir köpek, dere tepe, arkasından kovalar; geyik yavrusu, bir ara, görülmeden bir ağaçlığın içine sığınır; köpek peşini bırakmaz, hiç durmadan, onu buluncaya kadar araştırır. Bunun gibi, Hektor da ayağına çabuk Peleoğlunun gözünden bir türlü kaçamıyordu. Ne zaman 477/555 Dardan kapılarına asılıp hisarın içine sığınmayı düşünse her defasında Ahilleus ondan önce davranarak ve kendi şehir tarafına koşarak yolunu kesiyor ovaya doğru sürüyordu. Böylece o gün, ne Ahilleus Hektor'u yakalıyabiliyor, ne de Hektor Ahilleus'tan kaçınabiliyordu. Bir defa daha, son bir defa, Apollon Hektor'un yanına gelerek yiğitliğinin ve baldırlarının kuvvetini arttırdı, kara ecel tanrıçalarının eline düşmesine bir kere daha engel oldu. Bu sırada tanrısal Ahilleus yarenlerine işaret ederek Hektor üzerine silâh atmamalarını emretti. Başka birinin silâhıyla vurulmasını, böylelikle şanı almada kendisinin ikinci kalmasını istemiyordu. İşte, dördüncü defa olarak, pınarlara, çeşmelere geliyorlardı. O zaman tanrıların Babası altın terazisini açtı, iki kefesine ikisinin acı ecel tanrıçalarını koydu; sonra teraziyi ortasından kaldırdı: Hektor'un ecel tanrıçası ağırlığıyla baskın gelerek kafesi Hades'in içine ağdı. O zaman Foebos Apollon onu kaderine bıraktı. Öbür yandan çakır gözlü Athene Peleoğluna yaklaşarak kanatlı sözler söyledi: — Bu sefer umarım ki ikimiz, Ahaylıların gemilerin de, yiğitliğine ne kadar yüksek olursa olsun, Hektor'u yenerek büyük bir şan kazanacağız. Artık bu saatte elimizden kaçamıyacaktır; Uzağa atan Apollon Egid kalkanını tutan Zeus Babanın ayaklarına kapanıp yalvarsa da bir şey elde edemiyecekti. Sen artık dur ve nefes al, ben ötekine gidiyorum; seninle, yüz yüze, dövüşmeğe kandıracağım. Athene böyle dedi, öbürü de dinledi ve yüreği sevinçle doldu. Durdu ve mızrağının sivri tunç temrenine dayandı; tanrıça ayrılarak 478/555 tanrısal Hektor'u bulmağa gitti. Deifobos'un boyuna bosuna girerek yaklaştı, hiç gevşemiyen sesiyle şu kanatlı sözleri söyledi: — Ağabeyciğim, ayağına çabuk Ahilleus, seni Priam'ın şehri etrafında kovalamakla hayli yordu: Haydi, duralım, karşı koyarak onu uzaklaştıralım. Buna karşı tulgası kıvılcım saçan büyük Hektor cevap verdi: — Sen çoktan beri benim için, Priam'dan ve Hekübe'den doğmuş kardeşlerimin hepsinden daha sevgili idin. Fakat bugün sana çok daha yüksek bir değer veriyorum: sen beni görünce yüreğine uyarak hisardan çıktın, yanıma geldin, öbürleri ise hisarın içinde kaldılar. Çakır gözlü tanrıça Athene ona cevap verdi: — Ağabeyciğim, babam da hanım annem de, ayrı ayrı dizlerime kapanarak, yarenlerin de etrafımı alarak, yalvardılar; olduğum yerde kalmamı söylediler: hepsi korkudan titriyorlar. Fakat göğsümde yüreğim acı bir yas içindeydi. Haydi, şimdi, ikimiz, doğru, öne yürüyelim; coşkunlukla, mızraklarımızı esirgemeden, dövüşelim. Böylece anlayacağız: Ahilleus bizi öldürüp kanlı soykalarımızı koca karınlı gemilere götürebilecek mi, yoksa senin mızrağınla yenilip düşecek mi? 479/555 DÖVÜŞ Haince böyle konuşan Athene yürüyüp yolu gösterdi. İkisi karşılıklı yürüyerek birbirine yaklaştılar. O zaman, tulgası kıvılcım saçan büyük Hektor en ilkin söz alarak şöyle dedi: — Senden artık kaçmak istemiyorum, Peleoğlu: üç defa, Priam'ın şehri etrafında, saldırışını beklemeğe cesaret etmeden, kaçarak dolaştım, fakat artık yüreğim durup sana karşı kafa tutmamı söylüyor. Elime mi geçersin, ben mi senin eline geçerim! Haydi, burada tanrıları tanık tutalım, aramızda bir anlaşmaya varmak için onlardan iyi şahitlerimiz olmaz. Eğer Zeus bana üstünlüğü verir de canını alabilirsem sana yakışmıyacak büyük hakaretlerde bulunmağı düşünmüyorum. Tersine, silâhlarını aldıktan sonra, cesedini Ahaylılara vermek niyetindeyim, Ahilleus! Sen de böyle yapacağına söz ver. Ayakları hafif Ahilleus ona kızgın bir gözle bakarak şöyle dedi: — Kötülüğü unutulmaz Hektor, bana anlaşmalardan söz açma. Arslanla insan arasında yeminli anlaşma olmaz, kurtla kuzunun yürekleri de birbiriyle anlaşacak gibi yapılmış değildir. Benimle senin de anlaşıp sevişmemize hiçbir yol yoktur. İkimizden biri düşüp kanıyla Ares'i doyurmadıkça herhangi bir anlaşma düşünülemez. Bunun için, bütün yiğitliğini yüreğinde topla: cesur bir savaşçı olmağa her 480/555 zamandan çok şimdi senin ihtiyacın vardır. Senin için sığınacak tanrı da kalmamıştır, az sonra Pallas Athene seni kolumun altına verecek; bir vuruşumla, yarenlerimden, azgın mızrağınla öldürmüş oldukların için yüreğimin çektiği bütün kaygıları ödeyeceksin. Böyle dedi, ve mızrağını sallıyarak, doğru, öne fırlattı. Fakat ün salmış Hektor, silâhın gelişini görerek çömeldi, ondan kaçınabildi; tunç mızrak uçarak, Hektor'un üstünden geçti, gidip toprağa çakıldı. Pallas Athene, hemen, budunlar çobanı Hektor'a görünmeden, mızrağı alıp Ahilleus'a verdi. Bunun üzerine kusursuz Hektor, Peleoğluna seslenerek şöyle dedi: — Hedefe ulaştıramadın! Demek, tanrılar benzeri Ahilleus, öleceğim saati Zeus'tan haber almış değildin. Oysa, bildiğini söylüyordun! Sen güzel söz söyler, palavra savurur birisin, ama, bunlarla yiğitliğimi, iç ateşimi unutturamazsın: kaçan birinin sırtına silâhını saplamana fırsat vermiyeceğim. Doğru, üstüne yürüyorum; silâhını göğsüme çal: tanrılar izin veriyorsa. Şimdilik, sen, tunç kargımdan kendini sakın. Ah, şunu bir tenine yerleştirebilsem! Ölen Troyalılar için kavganın ağırlığı azalırdı; onlar için en büyük musibet sensin. Böyle dedi, ve uzun mızrağını sallıyarak, öne fırlattı; ve Peleoğlunun tam kalkanına değdirdi; fakat silâh kalkandan çok uzağa geri tepti. Hektor, elinden silâhının boşa atıldığını görünce titizlendi. 481/555 Olduğu yerde, burnu kırılmış, kaldı: gönderi kayın ağacından mızrağı da elinden gitmişti. Yüksek sesle beyaz kalkanlı Deifobus'u, silâhını getirmek için, çağırdı, fakat Deifobos artık yanında yoktu! Hektor, yüreğiyle işi anlıyarak şöyle dedi: — Eyvah! şüphe kalmadı: tanrılar beni ölüme çağırıyorlar. Ben yanımda kahraman Deifobos'un bulunduğunu sanıyordum, meğer Athene bana oyun oynamış! Artık, acı ölüm, şu saatte benden pek uzak değildir; ondan kaçınmağa hiçbir çare kalmadı. Demek, eskiden, beni bütün gönlü ile koruyan Zeus'un ve oğlu Apollon'un asıl istediği bu imiş! Şimdi artık kaderin elindeyim, fakat savaşsız, şansız ölmiyeceğim: gelecek insanların işiteceği işler görmeden ölmek istemiyorum. HEKTOR'UN ÖLÜMÜ Böyle dedi, ve böğrüne asılmış büyük ve güçlü kılıcı çekti; sonra kendini toparlayarak öne atıldı; yüksekten uçan ve karanlık bulutlar arasından ovaya doğru giden kartal, yumuşak yürekli bir kuzuyu veya deliğinde saklanan tavşanı kapmak için nasıl atılırsa, onun gibi, Hektor da sivri kılıcını sallayarak öne atıldı. Ahilleus da ileri sıçradı: yüreği vahşi bir ateşle doluydu; göğsünü sanatla işlenmiş kalkanıyla örttü; alnında dört tepelikli tulgası vardı: onda Hefaestos'un taktığı güzel, ağır altın sorguç sallanıyordu. Gecenin en karanlık zamanında, başka başka yıldızlar arasında ilerleyen yıldız, gökte en güzel yeri olan Çulpan yıldızı nasıl parlarsa, onun gibi, Ahilleus'un sağ elinde salladığı bilenmiş mızrak alev alev parlıyordu; tanrısal Hektor'un ölümünü düşünerek, gözleriyle, etinin (zırhlı vücudunun) en korunmamış yerini 482/555 arıyordu. Vücudunun her tarafı tunç silâhlarla, öldürdükten sonra güçlü Patroklos'tan, soymuş olduğu güzel silâhlarla örtülmüştü; yalnız bir nokta, köprücük kemiğinin omzu boyundan, boğazdan ayırdığı nokta görülebiliyordu. Can, en kolay buradan alınabilirdi; tanrısal Ahilleus, ateşli bir saldırışla, işte buraya mızrağını Hektor'a sapladı. Temren, doğru, nazik boynun içinde işledi. Bununla beraber ağır silâh gırtlağa değmemişti: bir kaç kelime söyleyip cevap verebilirdi. (Hektor) tozların içine yuvarlanırken tanrısal Ahilleus zaferini söylüyordu: Hektor, Patroklos'u soyarken, belki ucuz kurtulacağını sanıyordun: beni hiç hesaba katmıyordun, çünkü çok uzaktaydım! Akılsız adam! Senden daha cesur bir koruyucusu olarak ben, arkasındaydım! Şimdi dizlerini çöktürdüm: köpeklerle kuşlar seni parçalayıp yiyecekler, ona ise Ahaylılar cenaze şereflerini vereceklerdir. Sönmek üzere olan bir sesle tanrısal Hektor şunları söyledi: — Sana yalvarıyorum, dizlerine kapanıyorum: annen için, baban için, tatlı canın için... beni Ahay gemilerinin yanında köpeklere parçalatma! İstediğin kadar tunç, altın kabul et, babamın, sevgili annemin sunacakları hediyeleri al, cesedimi onlara ver, Troyalı erkekler ve kadınlar bana da cenaze ateşi şerefinden bir pay ayırsınlar. 483/555 Ayağına çabuk Ahilleus ona kızgın bir gözle bakarak şöyle dedi: — Köpek, dizlerime kapanma, anam babam adına yalvarma! Yüreğimin öfkesi öyle büyük ki, seni çiy çiy, kıtır kıtır yemek isterdim. Bana ettiklerinden sonra, hiçbir şey köpekleri başından uzaklaştıramaz: bana on kat, yirmi kat diyetini getirseler, teraziye vursalar fazlasını da va'detseler, Dardanoğlu Priam senin ağırlığınca altın getirip teraziye koysa, hayır, seni hanım annen bir cenaze yatağına yatırmıyacak, doğurduğu oğlu için ağlıyamıyacak, seni köpekler, kuşlar paralayıp yiyecektir. Tulgası kıvılcımlar saçan Hektor, ölürken şunları söyliyebildi: — Seni daha görür görmez bilmiştim: sen kanmazsın: sende demirden bir yürek var. Yalnız dikkat et, tanrıların öfkesini üstüne çekmiyesin! bütün yiğitliğinle beraber, bir gün, Paris ile Foebos Apollon sana da Skees kapılarının önünde ölümü vereceklerdir. Bu sözleri bitirirken, her şeye son veren ölüm onuda kaplamıştı. Ruhu üyelerinden ayrılarak gençliği ve yiğitliği bırakmış, kaderine ağlıyarak Hades'e uçmuştu. Tanrısal Ahilleus şunları söylerken o ölmüştü: 484/555 — Sen ölgil! ölüme Zeus ve öbür tanrılar ne zaman isterlerse ulaşacaktır. Böyle dedi, ve ölüden tunç mızrağını çekerek bir yana koydu; sonra, omuzlarından kanlı silâhları çıkardı. Ahaylıların oğulları her yandan koşup geldiler, hayran hayran ölünün boyuna bosuna, güzelliğine seyirci oldular, her gelen de bir vuruş indiriyordu; aralarında şöyle diyorlardı: — Şurada uzanıp yatan Hektor ne kadar yumuşak; gemilerimizi alevli ateşe veren Hektor ne kadar başkaydı! Hepsi böyle söylüyor, sonra yaklaşıp ölüye vuruyorlardı. Ayağına çabuk tanrısal Ahilleus silâhlarını soyduktan sonra Argosluların ortasında dikilip kanatlı sözler söyledi: — Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları, tanrıların izniyle şu adamı yere vurduk; kendi başına bize, bütün öbür düşmanların birlikte ettikleri fenalığın fazlasını yapmıştı. Şimdi, haydin, silâhlı olarak çepeçevre şehrin etrafını dolaşalım, Troyalıların ne yapmak niyetinde olduklarını sınayalım: Hektor düştükten sonra, bugün, yüksek şehirlerini bırakıyorlar mı; yoksa onsuz da, ne olursa olsun, tutunmak mı istiyorlar? Fakat böyle tartışmağa yüreğimin ne ihtiyacı var? Patroklos, gemilerimizin yanında yatıyor, henüz gömülmemiş ağlanmamıştır. Onu unutamam: ben yaşıyanlar arasında bulundukça ve 485/555 baldırlarım hareket edebildikçe unutamayacağım; Hades'de bile, başkaları kendi ölülerini unutsa da ben arkadaşımı hatırlıyacağım. Şimdi, Ahay oğulları, bu adamı gemilere götürelim ve götürürken Pean duasını okuyalım: Büyük bir şan kazandık, tanrısal Hektor'u öldürdük; Troyalılar, şehirlerinde, ona bir tanrı imiş gibi dua ederlerdi. Böyle dedi, ve tanrısal Hektor'a aşağılayıcı işler tasarlıyordu, iki ayağının topukla ökçe arasındaki veterleri delerek kayışlar geçirdi, başı yerde sürüklenmek üzere, cesedi arabasına bağladı. Sonra, şanlı silâhları yanına alarak arabaya bindi, atlarını kamçılayıp kaldırdı: atlar ateşli bir coşkunlukla uçuyordu. Böyle sürüklenen cesedin etrafında bir toz bulutu yükseldi. Koyu renkli saçları dağılmıştı, tozlar içinde yatıyordu. Eskiden çok güzel olan o başı, Zeus şimdi, düşmanlarına teslim etmişti; onlar da, kendi vatanının toprakları içinde, diledikleri hakaretleri reva görüyorlardı. TROYADA MATEM Bu baş toz içinde sürüklenirken, anası saçlarını yoluyordu; çocuğunu o halde görünce parlak vualini attı, uzun uzun hıçkırıyordu, babası da acıklı figanlarla ağlıyordu; ikisinin etrafında ve baştan başa bütün şehir içinde, insanlar hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Bütün yaşlı İlion şehri, dipten tepeye, ateşe verilmiş, yanıyor gibi idi. Ruhu heyecan içinde kalan ihtiyarı, halk, çok güç tutabiliyordu: ne olursa olsun Dardan kapılarından dışarı çıkmak istiyordu. Kendini çamura, gübreye atıyor, herkesi ismiyle anarak yalvarıyordu. 486/555 — Çekilin, a dostlar! Ne olur bırakın. Şehirden yalnız çıkayım, Ahay gemilerine gideyim. Bu azmış, yoldan sapmış adama yalvarmak istiyorum; bakayım, yaşıma bir saygı gösterir mi? İhtiyarlığıma biraz acımaz mı, göreyim. Onun da bir babası var: hayata getiren ve Troyalılara belâlar getirmek için büyüten babası Pele; bana çektirdiği acıları kimseler vermemiş! Benim bu kadar genç ve güzel oğullarımı öldürdü! Hepsi için yas tuttum, ağladım, fakat yalnız birinin, Hektor'un matemi öyle yürek yakıcı ki beni Hades'e indirecek. Ah, bari kucağımızda öleydi! Doya doya ağlar, yasını tutardık, doğuran bahtı kara anası ile ben!... Böyle diyordu, vatandaşları hıçkırıkları ile karşılıyorlardı. Öbür yandan, Hekübe de Troya kadınları önünde uzun bir ağıta başlıyordu: — Çocuğum! Bahtı kara ananı gör! Bu dayanılmaz kadere ben nasıl dayanayım, seni kaybettikten sonra ben nasıl yaşıyayım? Gönlümün, şehir içinde, gece gündüz kıvandığı sendin! Siten içinde, bütün Troyalı erkeklerin ve kadınların dayandığı kuvvettin. Seni bir tanrı gibi selâmlarlardı, yaşadıkça onların büyük şanı idin! Şimdi ölümün, kaderin elindesin... Ağlayarak bunları söylüyordu. Fakat Hektor'un karısı daha hiç bir şey bilmiyor. Hiç bir haberci kendisine gelip kocasının kale 487/555 kapılarının dışarısında kaldığını söylememiştir. Yüksek sarayın bir odasında, o, tezgâhında bir ergovan kumaş dokuyor, türlü desenlerle süslüyordu. Hektor içip, kavgadan dönüşünde, sıcak banyosu hazırlanmış olmak üzere, güzel saçlı halayıklara büyük bir üçayaklı ocağa koymak emrini vermişti. Zavallı saf kadın! çakır gözlü Athene'nin, banyodan çok uzak, onu, Ahilleus'un kolu altında ezdirmiş olduğunu bilmiyor! Birden, hisar tarafından gelen hıçkırıklı matem sesleri kulağına geldi! Eli ayağı uyuştu, mekik elinden yere düştü. Hemen örgüleri güzel kadınlara şöyle dedi: — Olanı biteni anlamak için oraya gitmek istiyorum, ikiniz benimle beraber gelsin. Sayın kaynanamın sesini işittim; göğsümün içinde yüreğimin dudaklarıma geldiğini duyuyorum; dizlerim kaskatı kesildi: Priam oğullarının başında bir felâket dolaşıyor. Aklıma gelen sözler kulaklarımdan uzak kalsın! Fakat çok korkuyorum: Ahilleus yalnız Hektor'u şehirden ayırmış, ovaya çekmiş, yiğitliğine son vermiş olmasın! O, hiçbir zaman yiğitler arasında durmaz, başka taraflara koşardı, herkesten üstün bir iç ateşi var. Böyle dedi ve bir çılgın gibi, yürek çarpıntıları için de, saraydan çıktı; iki halayık arkasından yürüdü. Hisarın üstünde toplanmış halkın yanına gelir gelmez, telâşlı gözleri onun (Hektor'un) şehrin önünde yerlerde sürüklenmekte olduğunu farketti: dört nala koşan atlar saygısızca, merhametsizce Ahaylıların koca karınlı gemilerine doğru sürüklüyorlardı. Karanlık bir gece gözlerini bürüdü; canı çıkarcasına nefesi tükenerek arkaya yıkıldı. Başından parlak bağlarını, alnından örülmüş efserini, nihayet gelin olduğu gün altın Afrodite'nin hediye ettiği yaşmağı dağıttı; o gün tulgası kıvılcım saçan Hektor sayılmaz hediyeler vererek Eetion'un evinden alıp götürmüştü. Yanına 488/555 koşan görümceleri ve eltileri onu ölecek gibi kendinden geçmiş bir halde tutuyorlardı. Kendini toparlayıp bir nefes aldıktan sonra, derinden figan ederek Troyalı kadınlara şöyle dedi: — Hektor, hey bahtı kara! İkimiz kader birliğiyle doğmuşuz, sen Troyada Priam'ın sarayında, ben ormanlı Plakoş dağının eteğinde, Eetion'un konağında: talihsiz babanın büyüttüğü kara talihli çocuğu! Keşke dünyaya getirmeseydi! Şimdi sen derin yerlerin altında Hades'e doğru yola çıkmışsın, beni sarayında dul bırakıyorsun. Biz iki talihsizin dünyaya getirdiğimiz masum henüz küçük! Sen artık, Hektor, onu koruyamazsın, o da senin için bir dayanak olamayacaktır! Ahaylıların bize açtığı kavgadan kurtulsa da onun haklarını başkaları kapacak, hayatı acılar, kaygılar içinde geçecektir. Yetim kalan çocuğun çocuk arkadaşları bile olmaz: her yerde başı eğik, boynu bükük, yanakları yaşlı, ıslak olur! İhtiyaçtan babasının dostlarına baş vuracak, eteklerini çekecek, fakat yüz bulmıyacak: babasının bulunmıyacağı ziyafette dudaklarından şarap geçmiyecek! Babası varken ilikten ve koyun yağından başka bir şey yemiyen bu tek oğul, bu Astyanaks göz yaşlarıyla dul anasının koynunu ıslatacak! Sen var iken Troyalılar ona Astyanaks (Kalebeyi) derlerdi, çünkü sen, yalnız sen, onların yüksek hisarının, kale yapılarını savunurdun! Şimdi ise, çukur gemilerin yanında, köpeklere yem olduktan sonra, çırılçıplak nazik vücuduna cıvıl cıvıl kurtlar, solucanlar üşüşecek! Vah, vah! Yalnız senin için kadınların elleriyle işlenmiş, sandıklarda saklanmış yumuşak giysiler, senin çıplak tenini örtmedikten sonra, hepsi ateşlere, alevlere verilsin! Ağlıyarak böyle diyordu, kadınlar hıçkırıklarla karşılıyorlardı. 489/555 490/555 ŞAN : XXIII AHİLLEUS'UN MATEMİ Troya şehrinde böyle hıçkırırlarken Ahaylılar gemilerin ve Hellespont'a gelmişler, atları arabalardan çözmüşler, ayrı ayrı gemilere dağılmışlardır. Fakat Ahilleus Myrmidonların atları çözüp dağılmalarına izin vermedi; savaş düşkünü yarenlerine şöyle dedi: — Atları çabuk koşar Myrmidonlar, benim yakın ve sevgili arkadaşlarım, kalın duynaklı atlarımızı arabalarımızdan hemen çözmiyelim, atlarla ve arabalarla yaklaşıp Patroklos'un üstünde ağlayalım: ölülere saygı böyle olur. Doya doya hıçkırıp ağladıktan sonra çözeriz, burada hepimiz akşam yemeğimizi yeriz. Böyle dedi, ve hepsi, bir sesle, figana başladılar: başlangıç işareti Ahilleus'tan gelmişti. Hıçkıra ağlıya, üç defa, yeleleri güzel atlarını sürerek Patroklos'un etrafını dolaştılar: Thetis onlarda figan arzusunu yaratıyordu. Sahilin kumu, üstlerindeki savaşçı zırhları göz yaşlarıyla ıslanmıştı: düşmanı bozguna uğratan öyle bir kahraman için ağlıyorlardı! Ve Peleoğlu canlara kıyan ellerini arkadaşının koynuna koyarak uzun bir ağıta başladı: — Selâm sana Patroklos, Hades'in konağına kadar selâm! Sana bundan önce neler va'dettimse, şimdi hepsini yerine getireceğim: Hektor'u buraya sürükleyip çiy etlerini köpeklere yedireceğim; sonra, cenaze ateşinin önünde. Troyanın parlak ailelerinden on iki gencin boğazını keseceğim; sana kıyıldığı için yüreğimi yakan acı öfke yine de yatışmaz. Böyle diyor ve tanrısal Hektor için fena işler tasarlıyordu. Menoetios oğlunun yatağı yanına Hektor'u, yüzü Koyun, tozlar içine serdi. Öbürleri parlak tunç silâhlarından soyundular. Kişniyen atlarını koşumdan çözdüler, sonra ayağına çabuk Eakoğlunun gemileri yanında oturdular, binlerce vardılar. Ahilleus, cenaze töreni için, onlara nefis bir ziyafet veriyordu. Birçok beyaz boğalar boğazları kesilirken böğürüyor, birçok beyaz koyun ve keçi de kesiliyordu; beyaz dişli, yağları taşmış birçok domuz Hefaestos'un ateşi üzerinde kızartılıyordu. Kupalarla toplanan kanları cenazenin dört tarafına akıyordu. Bu sırada Ahay Hanları ayağına çabuk Ahilleus'u tanrısal Agamemnon'a götürüyorlardı, arkadaşının ölümüne yüreği öyle yanıyordu ki bu ziyarete güçlükle razı olmuştu. Agamemnon'un barakasına gelir gelmez, ateşe büyük bir üçayaklı kazan koymak için sesleri çınlayışlı çavuşlara emir verildi: Peleoğlunu üstüne başına bulaşmış olan kanı yıkamağa razı etmek istiyorlardı. Fakat Ahilleus kuvvetle reddetti, bir de and içti: 492/555 — Tanrıların en yükseği ve en şanlısı Zeus hakkı için, hayır! Patroklos'u cenaze ateşi üzerine komadan ve üstüne toprak örterek ona bir mezar vermeden ve ben saçlarımı kesmeden önce suyun alnıma değmesine asla izin vermiyeceğim, çünkü bu kadar büyük bir acı bir daha, ben yaşıyanlar arasında kaldıkça, yüreğimi yakamıyacaktır. Fakat, haydin, şimdilik, yemek belâsını savalım! Ondan sonra, savaşçılar Hanı Agamemnon, şafakla beraber, odun getirt ve ölüye, pusarık gölgeye girmek için, yanında neler bulunmak lazımsa, hepsini hazır ettir. Böylece alev daha çabuk işini görerek ölüyü gözümüzün önünden alır; adamlarımız işlerine dönerler. Böyle dedi, ve hepsi güzel güzel dinledi ve kabul etti. Canlı canlı işlere girişilerek, birlikler yemeklerini hazırladılar, sofraya oturdular; herkesin payını alabildiği bir yemekten şikâyet eden olmaz. Yalnız Peleoğlu, çağlayışlı deniz kenarında, uzanmış, hıçkırıp ağlıyordu: dalgalar da kıyıya çarpıyordu. O ara, uyku, yüreğinin kaygılarını bastırarak, yorgun vücuduna tatlılığını yaydı: Hektor'u rüzgârların dövdüğü İlion etrafında sürüklemekten yorulmuştu! İşte talihsiz Patroklos'un ruhu yanına geldi; her şeyde kahramana benziyordu: boyu, güzel gözleri, sesi aynı idi, aynı elbiselerle de giyinmişti. Alın ucunda ayakta, durarak Ahilleus'a şöyle dedi: — Uyuyorsun, ve beni unutuyorsun, Ahilleus! Yaşarken beni ihmal etmezdin, fakat öldükten sonra ediyorsun. Ne kadar mümkünse çabuk göm, Hades'in kapılarından geçeyim. Ruhlar, ölülerin gölgeleri, beni uzaklaştırıyorlar; suyu geçip yanlarına varmama yer vermiyorlar, boşuna, Hades'in yüksek kapıları önünde dolaşıyorum. Ver elini bana, bak, ağlıyarak söylüyorum! Cenaze ateşimden sonra, Hades'ten artık hiç çıkmıyacağım; artık, yaşarken olduğu gibi, yanyana ve başbaşa 493/555 oturup konuşamıyacağız. Fakat, tanrılar benzeri Ahilleus, senin de kaderin Troyalıların duvarları önünde ölmek değil midir? Sana bir şey daha söyliyeceğim, bilmem, beni dinliyecek misin? Küllerimi seninkilerden uzak komayasın, Ahilleus! İkimiz, evimizde, beraber büyümüştük; Menoetios beni Oponte'den size kaçırmıştı: çok gençtim, elimden bir kaza çıkmıştı: istemeden, aşık oynarken, Amfidamas'ın oğlunu öldürmüştüm. İyi araba sürücüsü Pele beni iyi kabul etmiş, baktırıp büyütmüş, sana seyis vermişti. Bunun gibi, mümkün olsa da ikimizin külleri aynı yerde, şanlı annenin sana verdiği altın gizlek (urne) içinde saklanabilse... Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi: — Sevgili baş, niçin bana gelip bu kadar şeyler söylüyorsun? Emin ol, seni dinliyeceğim, herşeyi istediğin gibi yapacağım. Biraz yaklaş bana, küçük bir ân için olsun, birbirimizin kucağında doya doya ağlıyalım! Böyle diyerek ellerini uzattı, fakat hiçbir şey tutamadı: ruh, küçük bir sesle, duman gibi, yerin altına gitti. Ahilleus, hayret içinde, bir sıçrayışla kalktı. Ellerini çırparak acıklı sözler söyledi: — Hey, hey! Hades'e giden ruh, yaşıyan bir şey, bir gölgedir, yalnız onda akıl kalmaz! Bütün gece talihsiz arkadaşımın ruhu 494/555 yanımdaydı, ağlayıp figan ediyor, dilekler sıralıyordu. Kendisine şaşılacak derecede benziyordu. PATROKLOS'UN CENAZE TÖRENİ Böyle dedi, ve herkesi ağlattı. Gülparmaklı Şafak görününceye değin ölünün dört yanında hıçkırıp ağladılar. O zaman Agamemnon Han, bütün barakalardan adamlar ve katırlar odun aramağa gitsin, diye emretti. Bir savaşçı, sevimli İdomene'nin seyisi Merion bu işler üzerine memur edildi. Ellerinde oduncu baltaları ve iyi örülmüş ipler, yola çıktılar. Katırlar önden yürüyorlardı. Çok pınarlı İda'nın yamaçlarına gelince, çabuk çabuk, yüksek ve çok yapraklı meşe ağaçlarını devirmeğe başladılar: ağaçlar büyük takırdı ile düşüyordu. Odunlar büyük yığınlarla, Ahilleus'un gösterdiği yerlere serildi. Sonra, Peleoğlu'nun emriyle, savaş düşkünü Myrmidonlar kalktılar, silâhlarını takınıp arabalarına, arabacıları da beraber, bindiler. Önden arabalar gidiyor, arkadan yayalar yürüyorlardı. Ortada Patroklos'u, yarenleri elleri üstünde götürüyorlardı. Başını tanrısal Ahilleus tutuyordu: sevgili arkadaşını Hades'e iletiyordu. Cenazeyi Peleoğlu'nun gösterdiği yere koydular. Patroklos'un üstü; kesilen ve üzerine atılan saçlarla örtülmüştü. En önce Ahilleus, Sperkios ırmağı için beslenmiş olduğu kumral saçlarını kesmişti; kestikten sonra öfke ile şöyle dedi: 495/555 — Skerpios, babam Pele sana boşuna söz vermiş, bir gün oraya, vatanıma dönersem, saçlarımı senin için kesecek, sana yüzlük kurban sunacaktım: sularının içinde, tapınağının, ıtırlı hariminin bulunduğu yerde elli teke kurban kesecektim. İhtiyarın dileği ve verdiği söz böyle idi; fakat sen onun dileğini başarmadın: ben artık vatanımın sahillerini göremiyeceğiın, bunun için saçlarımı burada, kahraman Patroklos'a sunuyorum. Böyle diyerek saçlarını arkadaşının elleri içine koydu, ve herkesi hüngür hüngür ağlattı. Hepsi böyle, güneşin ateşleri sönünceye kadar hıçkıra duracaklardı, eğer Ahilleus gidip Agamemnon'a şöyle demeseydi: — Atreoğlu, Argosluların ordusu, herkesten önce senin sesine itaat eder. Şüphesiz burada, doya doya yasla ve ağıtla vakit geçirilebilir; fakat bu saatte sen, adamlara bu cenaze ateşi hazırlıklarından dağılıp yemeklerini hazırlamak emrini ver. Kalan işlere bakmak cenazenin daha yakınlarına düşer. Yalnız başına bizimle kalsın. Böyle dedi, Agamemnon Han adamları dağıtıp gemilere gönderdi. Cenaze yakınları her kenarı yüz ayak uzunluğunda bir cenaze ateşi yaratmak üzere odunları yığdılar. Yürekleri yanarak ölüyü yerleştirdiler. İri iri ve bir çok koyunlar, birçok ta paytak yürüyüşlü öküzler kestiler, yüzdüler, dizi dizi ateşe verdiler. Ulugönüllü Ahilleus bunların yağlarından alıp cenazenin vücuduna, baştan ayağa, sürdü. Cenazenin yanına bal ve zeytinyağı dolu testiler dayadı. Sonra, uzun uzun hıçkırarak, ateşe güzel dört at attı. Patroklos Hanın, kendine 496/555 alışık, dokuz köpeği vardı, bunlardan da ikisinin boğazını keserek ateşe verdi. Yüreği canlara kıymaktan başka bir şey istemiyordu ulugönüllü Troyalı gençlerden on ikisini de boğazlıyarak ateşe attı. Sonra, bütün bunları yutsun diye ateş canavarının zincirlerini kopardı, ve hıçkırarak arkadaşına ağıt söyledi: — Selâm sana, Patroklos, Hades'e kadar selâm!. Sana neler va'dettimse şimdi yerine getirmekteyim: ateş, seninle beraber, ulugönüllü Troyalıların on iki yiğit oğlunu da yakacaktır. Priam oğlu Hektor'u ise alevlere değil, köpeklere yedireceğim. Böyle dedi, fakat Hektor'un cesedi etrafında köpekler görülmüyordu. Zeus kızı Afrodite gece gündüz onlara uzaklaştırıyor, gül kokulu tanrısal bir yağ ile de cesedi ovuyor, Ahilleus sürüklerken derisinin sıyrılmamasım sağlıyordu. Foebos Apollon da gökten bir bulut indirerek cesedin bulunduğu yeri örtmüştü, sıcak güneşten derisinin ve veterlerinin fazla çabuk kurumasını istemiyordu. Bütün gece, Zefyr ve Boraes rüzgârları Thrakia yününden esiyor, ateşi durmadan kesilmeden alevlendiriyordu. Bütün gece ayağına çabuk Ahilleus, iki kulplu, bir kâse ile şarap taşıyor, Patroklos'un ruhunu anarak yere saçıyordu. Fakat sabah yıldızı doğup Yere ışığı müjdelediği ve arkasından safran elbiseli Şafak denize yayıldığı zaman cenaze ateşi yatıştı, alev düştü, rüzgârlar Thrakia yönüne doğru uzaklaştı. Peleoğlu da cenaze ateşinden uzaklaşıp yorgun, bitkin uzandı, tatlı uyku bastı. Fakat Atreoğlu ve yarenleri yığınla toplandılar, gelenlerden çıkan gürültü ile uyanan Peleoğlu doğruldu ve şöyle konuştu: 497/555 — Atreoğlu ve siz bütün Ahay ordusunun kahramanları, cenaze ateşini, alevlerin yayıldığı her yeri, ateş rengi şarapla söndürmeğe başlayın. Ondan sonra Menoetios oğlu Patroklos'un kemiklerini devşirelim. Onları ayırdetmek güç değildir: tam ortadadırlar; ötekiler ise, adamlar ve atlar uzakta, kenarlarda yandılar. Kemiklerini bir altın gizler içine koyalım ve iki tabaka iç yağı ile kapayalım: ben Hades'e ineceğim zamana kadar öyle kalsınlar. Mezar çok büyük olmasın, münasip büyüklükte bir mezar olsun. Daha sonra Ahaylılar —ben öldükten sonra gemilerde kalacak olan sizler— ona daha geniş ve daha yüksek bir mezar vereceklerdir. Böyle dedi, ve hepsi ayağına çabuk Peleoğluna itaat ettiler. Ateş rengi şarapla ateşi, alevlerin yayıldığı her yeri, söndürmeğe başladılar. Hıçkıra ağlıya yarenlerinin kemiklerini altın bir gizlek içine koydular, üstünü iki tabaka iç yağı ile kapadılar. Barakanın, üstlerini bir yumuşak kumaşla örttüler. Sonra, cenaze ateşinin yanında, mezarın dairesini çizdiler; çabuk toprak saçtılar ve saçılan topraklar mezar şeklini aldıktan sonra oradan ayrıldılar. YARIŞLAR Ahilleus yarenlerini geniş bir dernek olarak toplu tuttu. Gemilerinden, tertiplemek istediği yarışlar için, mükâfatlar: tunç tencereler, üçayaklılar, atlar, katırlar, başları şanlı öküzler, kemerleri güzel halayıklar, boz renkli demir getirtti. En önce, araba koşusunda ilk gelecek için çok güzel ödüller sundu: alıp götürmek üzere bir halayık, yirmi ölçeklik kulplu bir üçayaklı. İkinci gelecek için altı 498/555 yaşında, koşulmamış, katıra gebe bir kısrak, üçüncü için henüz ateşin üstüne konmamış, yeni, pırıl pırıl, dört ölçeklik bir tencere, dördüncü için: iki talant altın; beşinci için: ateşe konmamış iki kulplu bir tencere. Sonra, ayağa kalkarak Argoslulara şöyle dedi: — Atreoğlu, ve siz güzel dolaklı Ahaylılar, işte bir araba yarışında kazanacakları bekliyen ödüller. Ahaylılar başka biri için bir araba yarışı tertipleseydiler ilk armağanı ben kazanır, alıp barakama götürürdüm. Fakat bu sefer ben de, şanlı arabacılarımı kaybeden kalın duynaklı atlarım da olduğumuz yerden ayrılmıyacağız. Bu yarış, sizler için, bütün ordu içinde atlarına ve arabalarına güvenen kahramanlar içindir. Peleoğlu böyle dedi, ve çabuk araba sürücüleri toplandılar, ilkin Admet'in sevgili oğlu, atları sürmek sanatında usta Eumeles Han kalktı. Ondan sonra, Tydeoğlu güçlü Diomedes kalktı: Tros'un atlarını arabasına koşmuştu. Ondan sonra kalkan, Atreoğlu, tanrısal kahraman Sarı Menelas'tır. Arabasına koştuğu atlar: Agamemnon'un kısrağı Ethe ile kendi atı Podargos'tur. Neleoğlu Nestor'un coşkun oğlu Antilohos dördüncü olarak, Pylos'ta doğmuş tezayaklı atlarını arabasına koştu. Güzel yeleli atlarını beşinci olarak arabasına koşan kahraman Merion'dur. Hepsi arabalarına bindiler. Kur'alarını Ahilleus salladı, ilkin Nestoroğlu'nun kur'ası fırladı. İkinci olarak Eumeles Hanın kur'ası, ondan sonra ünsalmış Atreoğlu Menelas'ınki çıktı, Ondan sonra fırlayan kur'a Merion'un sırasını belirtiyordu. En son, atları sürmede 499/555 hepsinden üstün Tydeoğlu Diomedes'in kur'ası çıkmıştı. Sıraya girdiler, ve Ahilleus onlara düz ova içindeki uzak hedefi gösterdi; hedefin yanında da, gözlemci olarak, tanrılar eşi Feniks'i, babasının arkadaşını koydu: koşucuları gözetliyerek ve en doğru raporu verecekti. Hepsi kamçıyı atlarının üstüne kaldırdılar, dizginlerinin kayışıyla vurdular, ve coşkunluk sesleriyle onları sürdüler. Çabuk koşan atlar, hemen gemilerden atıldılar, ovanın içinde uçmağa başladılar. Göğüslerinin altından kalkan toz bulut gibi, burağan gibi yükseliyordu. Yeleleri yel esimiyle dalgalanıyordu. Arabalar şimdi bereketli toprak üzerine kapanıyorlar, az sonra havaya sıçrıyorlardı. Sürücüleri ayakta, yürekleri kazanmak hırsıyla çarpıyordu Hepsi, ovanın tozunu kaldırarak uçan atlarını daha coşturucu seslerle sürüyorlardı. Fakat, işte, çabuk koşan atlar koşunun son kesimine gelip beyaz denize doğru geri dönmek üzereydiler: yürüyüşün tezliği hepsinde arttı; her biri kendi değerini belirtti. Feresoğlu'nun (Admet'in) tez koşan kısrakları doğru hedefe ilerliyorlar, Diomedes'in de altındaki Tros'un atları, doğru, hedefe yaklaşıyorlardı. Her ân arabalar birbirinin üstüne binecek sanılırdı. O ânda, Tydeoğlu öne geçmek veya hiç olmazsa yengiyi şüpheye düşürmek üzere iken, Feobos Apollon ona karşı bir titizlenme gösterdi: ellerinden parlak kamçısını düşürttü. Yüreği çok sıkılan Diomedes'in gözleri yaşardı; kısrakların hemen yürüyüşü artarak hedefe yaklaştıklarını gördü, 500/555 kendi küheylanları ise, dürtüsüz, geri kalmışlardı. Fakat Athene Diomedes'in. Foebos Apollon yüzünden, sıkıntıya uğradığını gördü; hemen savaşçılar çobanına koştu, yeni bir kamçı verdi ve atlarının ateşliliğini arttırdı. Ondan sonra, öfkeli tanrıça Admet oğluna giderek atlarının boyunduruğunu kırdı. Kısraklar birbirinden ayrılarak koşarken o da yere düşmüştü: Eumeles arabasından aşağı, bir tekerleğin üstüne yuvarlanarak, ağzı, burnu ve dirseği sıyrıldı; kaşlarının üstünde alnı yere çarptı; gözleri yaşardı, kuvvetli sesi kısıldı. Tydeoğlu yandan giderek duynakları kalın atlarıyla ilerledi; bir sıçrayışla, hepsini geçmişti. Athene atlarının ateşini arttırmış, kendisine şanı vermişti. Ondan sonra, Atreoğlu Sarı Menelas geliyordu; o ara, Antilohos, babasının atlarına coşkunluk verecek sözler söylüyordu: — İleri! Haydin, siz de adımlarınızı uzun atın. Tydeoğlunun küheylanlarıyla yarışın, demiyorum: Athene tezliklerini arttırmış, sürücüsüne şanı vermişti. Fakat Atreoğlunun atlarından geri kalmayın. Çabuk sizi Ethe bir dişi utandırmasın! Bakın, yiğit atlarım, size söyliyeyim: duynaklarıyla değersiz bir ödül alırsak savaşçılar çobanı Nestor'dan artık hiç iyi bakım beklemeyin: sizi, o saatte, sivri tunç temrenle öldürür. Haydin! daha çabuk koşun, kovalayın! üst tarafını bana bırakın; yol daralırsa ben fırsattan faydalanarak Atreoğlu'nun önüne kaymasını başarırım. Böyle diyordu, ve sahiplerinin azarlayıcı sesinden korkuya tutulan atlar yürüyüşü tezleştirdiler. O ara, Antilohos Alp zaten çukur 501/555 olan yolun daralmakta olduğunu gördü. Toprağın bir çatlağına yağmur suları birikerek yolu kesmiş, etrafı dereleştirmişti. Menelas bir çarpışmayı önlemek için oraya doğru sürüyordu; Antilohos da atlarını biraz yana çevirerek arkasından geliyordu. Atreoğlu korkuya tutularak Antilohos'a bağırdı: — Antilohos, bir çılgın gibi sürüyorsun! Yol çok dar, atlarını tut; az sonra yol genişliyecek, o zaman sürer, beni geçersin. Dikkat et arabama çarparsan ikimiz için de fena olur. Böyle dedi, fakat Antilohos, ileriye, daha çok sürdü, işitmemiş gibi atlarını üvendire ile sıkıştırdı. Atreoğlu'nun hayvanları geri kaldılar; kendi de, Sarı Menelas, arabaların çarpışmasına, adamların yerlere saçılmasına meydan vermemek için, atlarını tuttu, ve Antilohos'a çıkışarak şöyle dedi: — Antilohos, dünyada senden meymenetsiz ölümlü insan yoktur; tanrılar belânı versin! Ahaylıların seni akıllı bir insan saymaları ne kadar yanlışmış! Bu ara Argoslular dernek olarak toplanmışlar, ovanın tozunu kaldırarak uçmakta olan arabaları seyrediyorlardı. Derneğin ötesinde, çok yüksek bir yerde oturmuş olan İdomene, Giritlilerin kılavuzu, uzakta bir araba seçerek ve azarlayıcı sesler işiterek Argoslulara şöyle dedi: 502/555 — Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları, şu arabayı yalnız ben mi görüyorum, yoksa siz de görüyor musunuz? Başa başka atlar geçmiş, sanıyorum; başka bir arabacı görünüyor. Kısraklar hep başta giderken bir şeye uğramış olacaklar. Sınır taşını dönerken onları görmüştüm. Şimdi ise kaybettim, gözlerimle ovanın her tarafında arıyorum, göremiyorum. Sürücülerinin elinden dizginler mi düşmüş de virajını yapamamış? Arabası parçalanıp atlar, başları boş, yüreklerinin ateşiyle ovanın içine mi atılmışlar. Fakat, kalkın, kendiniz de bakın, iyi seçemiyorum ama, Argoslular arasında bir Han olan Etolialı Tydeoğlu, güçlü atkısrak terbiyecisi Diomedes'in başa geçtiğini sanıyorum. Ona Olieoğlu ayağına çabuk Ayas yakışıksız sözlerle cevap verdi: — İdomene, ortada bir şey yokken niye böyle gevezelik ediyorsun. Baldırları esnek atlar bizden çok uzakta, geniş ovanın içinde koşuyorlar. Argoslular arasında çok genç sayılmazsın, başının üstünden de gözlerin hepsinden keskin değildir. Fakat sen daima, her şeyde aşırılığa kaçarsın! Bu gevezelik sana hiç yakışmıyor. Burada senden başkaları var. Başı hep aynı atlar, Eumeles'in kısrakları tutmakta, kendi de hep arabasında, dizginler ellerinde, ayakta durmaktadır. O zaman Giritli Han öfke ile şöyle dedi. 503/555 — Ayas, tartışma ustası: kötü düşünceli! her yerde olduğu gibi şimdi, burada da Argosluların en değersizisin. Haydi, bahse girin, bakalım: bir üç ayaklısına, bir kazanına... var mısın? Hakem Atreoğlu Agamemnon olsun. Ödiyeceğin zaman, arabalardan hangisi başta, anlarsın. Böyle dedi, ve ayağına çabuk Ayas hemen kalktı; kaba sözlerle cevap vermeğe hazırlanırken Ahilleus araya girerek şöyle dedi: — Kaba, sert sözlerle konuşmayın, Ayas İdomene, size yakışmaz. Başkaları böyle yapsa siz onlara darılırdınız. Haydin, dernekte oturup arabalara bakın. Yakında buraya dönerler, o zaman Argos arabalarından hangisinin birinci hangisinin ikinci olduğunu hepimiz öğreniriz. Böyle dedi, ve bunları söylerken, Tydeoğlu arabasını sürerek yetişti. Diomedes derneğin önünde durdu. Atlarının boynundan, göğüs ve karınlarından, sızan terler yere akıyordu. Kendi parıltılı arabadan yere atladı, kamçısını boyunduruğa dayadı. Şanlı Sthenelos da vakit geçirmeden indi; mükâfatı aldı, kadını ve üç ayaklıyı barakaya götürmek üzere coşkun yarenlerine verdi. Kendi de atları arabadan çözdü. Onun arkasından Neleoğlu Antilohos arabasını sürerek geldi. Menelas'ı çabuklukla değil, kurnazlıkla geçmişti. Arabaya koşulmuş 504/555 atın kuyruğu ile tekerler arasında ne kadar aralık varsa, Menelas o kadar yakından gelmişti. Önce Antilohos onu bir disk atımı kadar geçmişti, fakat ova içinde koştukça, Agamemnon'un kısrağı Ethe'nin coşkunluğu artmış aralığı almıştı, ve yarış daha devam etseydi Menelas şüphesiz öne geçer, kazanırdı. İdomene'nin şanlı seyisi Merion ise, Menelas'tan bir mızrak atımı geri kalmıştı. Admetoğlu hepsinden sonra geldi. Arabasını sürüklüyor, atları sürüyordu. Onu görünce ayağına çabuk Ahilleus haline acıdı, ve ayağa kalkarak Argoslulara kanatlı sözler söyledi: — Hepsinden en iyisi hepsinden sonra, atlarını yederek geldi. Haydin ona ikinci mükâfatı verelim, birincisini Tydeoğlu alır; yakışan budur. Böyle dedi ve hepsi teklifi onayladılar. Bütün Ahaylıların onaylamasıyla ona kısrağı vermek üzere iken Nestoroğlu Antilohos kalkarak Peleoğluna karşı hakkını şöyle savundu: — Ahilleus dediğini yaparsan sana çok gücenirim Atları ve arabası tökezlediği için geri kaldığını düşünerek ona acıyorsun. Fakat barakalarında çok altın, tunç, koyunlar vardır; duynakları kalın atların, halayıkların da çoktur; oradan, hemen istediğin gibi büyük bir mükâfat ayır, ona ver! Ahaylılar seni onaylıyacaktır. Fakat bunu (kısrağı) geri vermiyeceğim. İsteyen, bu kısrak için, gelsin, kollarımla savaşmayı sınasın. 505/555 Böyle dedi ve tanrısal Ahilleus gülümsedi; yüreğinin sevgilisine kanatlı sözlerle cevap verdi: — Antilohos, Eumeles için kendi mallarımdan başka bir mükâ- fat ayırıp vermemi söylüyorsun; pekiyi, öyle yapacağım. Asterope'den soyup aldığım zırhı ona vereceğim. Tunçtandır ve her yanı parlak kalayla çevrilmiştir. Onun için büyük bir mükâfat olacaktır. Böyle dedi ve sevgili Automedon'a gidip barakadan getirmesini emretti. Ahilleus'un elinden aldığı zaman Eumeles büyük bir sevinç içinde kaldı. O zaman, hepsinin ortasında, Menelas, yüreği kaygılı, ve Antilohos'a karşı ölçüsüz bir öfke ile dolu, kalktı. Çavuş eline asayı verdi ve Ahaylılara susulmasını emretti. Tanrılar eşi ölümlü şöyle konuştu: — Şimdiye kadar akıllı tedbirli sayılan Antilohos, bu gün yaptıkların nedir? Atlarını, çok daha değersiz iken, benimkilerin üstüne sürmekle, hem benim erdemime hem atlarıma karşı haksızlıkta bulundun. Haydin, Ahaylıların başları ve kılavuzları, aramızda hakem olun, iki taraftan hiç birini tutmıyarak açıkça hükmünüzü verin. Bir gün, tunç cebeli Ahaylılardan biri çıkıp: «Menelas yalan dolanla Antilohos'a zulmetti: Makamına ve iktidarına dayanarak, yarışta kazandığı kısrağı elinden alıp götürdü» diyebilmesini istemiyorum. 506/555 Bak Zeus dölü Antilohos, gel, töresince, arabana ve atlarına karşı ayakta dur, demin arabayı sürerken kullandığın ince kamçıyı bir eline al, öbür elinle atlarına dokun; sonra, Yerin sahibi Yeri sarsan Poseidon'u anarak yemin et ki, haince, istiyerek ve kurarak arabamın yürüyüşünü zorlamadın. Antilohos akıllı tedbirli bir gözle ona şöyle dedi: — Şimdi sabırlı ol, Menelas Han; senden çok daha gencim. Sen yaşça ve erdemce büyüğümsün. Gençlerin aşırılıklarını bilirsin: Onlarda yürek kuvvetli, tedbir zayıf olur. Gönlün diyeceğimi kabul etsin! Kazandığım kısrağı ben sana vereceğim. Benden daha büyük bir hediye istemiş olsan onu da hemen kendi malımdan ayırıp veririm: Elverir ki, Zeus dölü senin gözünden düşmiyeyim ve tanrılar önünde suçlu olmıyayım. Şanlı Nestor'un oğlu böyle dedi ve kısrağı götürüp Menelas'ın ellerine verdi. Ekinler büyüyüp mahsul kemale erdiği günlerde çiy taneleri başakların üstünde nasıl erirse, Menelas, senin de göğsünde yüreğin öyle eridi. Sözü alıp şu kanatlı sözleri söyledi: — Antilohos, bu sefer gücenik yüreğimi ben bastıracağım. Sen hiç bir zaman düşüncesizlik veya hoppalık etmiş değilsin; bugün gençliğin aklından üstün geldi. Bir daha kendinden değerli olanlara oyun oynamaktan çekin. Senden başka bir Ahaylı beni güç 507/555 yumuşatabilirdi. Fakat sen, şanlı baban ve kardeşin de benim uğurumda çok çektin, çok yoruldun. Bunun için dileğini kabul ederek hakikatte benim olan kısrağı sana veriyorum. Böylece burada herkes bilsin ki, yüreğim taşkın ve zalim değildir. Böyle dedi ve Antilohos'un arkadaşı Noemon'a, alıp götürsün diye kısrağı verdi. Kendine pırıltılı kazanı aldı Merion da iki talant altını götürdü. Kalan beşinci ödülü iki kulplu kupayı Ahilleus, ihtiyarlar derneği içinde Nestor'a sundu ve önünde durarak şöyle dedi: — Şimdi, sen de ihtiyar, bu parçayı Patroklos'un cenaze töreninden bir hâtıra olarak al. Sen artık yumruk, güreş yarışlarına giremezsin; mızraklar turnuvasına katılamazsın, koşuya da çıkamazsın; can sıkan ihtiyarlık bunlardan alıkoyuyor. Bunu yarışlar dışında sana veriyorum. Nestor sevinçle kupayı alarak kanatlı sözler söyledi: — Bütün söylediklerin, oğlum, gereğince söylenmiştir. Üyelerimde artık güvenilecek eski kuvvet kalmamıştır. Hey, Epealıların, Hanları Amarynke şerefine Bouprasion'da, yaptıkları cenaze töreni günlerinde olduğum gibi genç ve güçlü olsaydım! O zaman ne Epealılar, ne Pyloslular, ne Etolialılar arasında benimle sırnaşacak kimse yoktu. Yumruk yarışında Enosp oğlu Klytomenedes'i, güreşte Plevron'lu Anke'yi yenmiştim; koşuda İfikles'i, mızrakta Fyle ile 508/555 Polydor'u geçmiştim. Yalnız arabalar yarışında Aktor'un iki oğlu beni geçmişti... Şimdi can sıkan ihtiyarlığa itaat etmek zorundayım. Bu hediyeyi, sevinçle, hizmetlerimin unutulmadığına bir saygı olarak alıyorum. Tanrılar da sana bütün iyiliklerini bağışlasınlar. Böyle dedi ve Peleoğlu dinledikten sonra Ahaylıların topluluğuna gitti. YUMRUK YARIŞINDA Peleoğlu yumruk yarışının ödüllerini getirdi: Yenecek için altı yaşında, terbiyesi güç bir katır, yenilecek için iki kulplu bir kupa. Ondan sonra Ahaylılara seslenerek şöyle dedi: — Atreoğlu ve siz, dolakları güzel Ahaylılar, şu ödüller için sınaşmağa iki kişi çağırıyorum. Yumruğu yüksekten kaldırıp birbirine vursunlar. Apollon hangisine gereken dayanıklığı verirse, katırı o alıp barakasına götürecek, yenilen de iki kulplu kupayı kazanacak. Böyle dedi, ve hemen yumruk savaşında usta, şanlı kahraman Panope oğlu Epeios kalktı, elini katırın üstüne koyarak şöyle dedi: 509/555 — İki kulplu kupayı kim kazanacaksa buraya gelsin. Katırı, benden başka hiçbir Ahaylının kazanamıyacağmı söyleyebilirim, çünkü bu oyunda en güçlü olmakla kıvanırım. Karşıma çıkacak olanın derisini bir yumrukta yırtarım, ikinci vuruşla kemiklerini ezerim. Yarenleri yakın dursun, kollarımla yenildiği zaman alıp götürsünler. Böyle dedi ve herkes sustu, kimse ses çıkaramadı Yalnız, az sonra Mekiste Hanın oğlu, tanrılar benzeri Eurial kalktı, ün salmış savaşçı Tydeoğlu hemen yanına koşarak güven verici sıcak sözlerle kazanmasını diledi. Önce kemeri beline geçirdi, bir öküz köselesinden biçilmiş kayışları eline verdi, ikisi de kemerleri sardıktan sonra birbirinin karşısına geldiler, güçlü kollarını kaldı rarak karşılıklı atıldılar, ağır ellerini birleştirdiler. Çeneleri takırdıyor, bütün üyelerinden ter sızıyordu; fakat tanrısal Epeios atıldı, ve öbürü şaşalamış bir gözle bakarken, yanağına yumruğu indirdi; gücü takati tükendi, ayakları sendeledi. Boreas rüzgârının yarattığı deniz titreyişleri altında, kimi vakit, yosunlu kumsala balıkların vurduğu, siyah dalgaların gelip örttüğü görülür. Bunun gibi, Eurial, yumruk altında sendelemişti; fakat ulu gönüllü Epeios, kollarıyla tutup ayakta durdurdu. Yarenleri yanına koştular, kendinden geçmiş bir insan olarak götürdüler, giderlerken de iki kulplu kupayı aldılar. GÜREŞ SINAŞMASINDA Peleoğlu, vakit geçirmeden, güreş sınaşması için yeni ödüller getirdi; yenecek için: Büyük bir üç ayaklı buna Ahaylılar on iki öküz 510/555 paha biçtiler; yenilecek için: Birçok işlerde eli yatkın bir kadın buna da dört öküz paha biçtiler. Sonra, ayakta, şöyle söyledi: — Sınaşmak istiyenler ayağa kalksınlar. Böyle demesi üzerine büyük Ayas Telamonoğlu ile çok hünerli Odysseus kalktılar; kuşanarak güreş halkasının ortasına geldiler. Güçlü kollarıyla birbirini tutup güreşe başladılar. Kollarıyla yapıştıkları sırtlardan sesler çıkıyor, ter şırıl şırıl akıyordu. Böğürlerinde, omuzlarında kanla kızarmış şişler göründü. Güzel üç ayaklıyı kazanmak için inatla sınaşmada direndiler. Nihayet Ayas Telamonoğlu ötekine şöyle dedi: — Tanrısal Laertoğlu, çok hünerli Odysseus, gel beni kaldır veya ben seni kaldırayım; üst tarafı Zeus'un işi olsun. Böyle dedi, ve yakalayıp kaldırmağa bir yol ararken, Odysseus baldırına çelme attı; sırtüstü düşmüştü, kendi de göğsünün üstüne atıldı. Seyirciler hayret içinde bakakaldılar. Odysseus, bu sefer, Ayas'ı kaldırmak için, yerinden biraz sarstı ve bacağını takarak ikisi birden tozlara yuvarlandı. Üçüncü defa sınaşmağa başlarken Ahilleus kalkarak onları tuttu: 511/555 — Artık direnmeyin, kendinizi hırpalamayın. İkiniz de kazandınız. Mükâfatlarınız aynı olacak. Başka yarışlara geçilsin. Böyle dedi, onlar da sevinerek itaat ettiler. Üstlerindeki tozu sildikten sonra kaftanlarını giyindiler. YAYA KOŞUSU Vakit geçirmeden Peleoglu tezlik yarışı için mükâfatlar getirdi; önce, sanatla işlenmiş bir gümüş testi: İçinde altı ölçek gümüş vardı, fakat asıl sanat bakımından güzellikte eşi yoktu. Sidon kuyumcularının elinden çıkmıştı. Fenike denizcileri limanlara götürüp satmışlardı. Priamoğlu Lykaon'u kurtarmak için İesonoğlu Eune hediye olarak kahraman Patroklos'a vermişti. Ahilleus şimdi onu arkadaşının şerefine yapılan yarışlarda ödül olarak veriyordu. İkinci mükâfat büyük, çok yağlı bir öküz, üçüncüsü yarım talant altın alacaktı. Sonra, ayakta, Ahaylılara seslenerek şöyle dedi: — Bu yarışta sınaşmak istiyenler kalksınlar! Böyle deyince; ayağına çabuk Oileoğlu Ayas, çok hünerli Odysseus, ve koşuda bütün gençlerden üstün gelen Nestoroğlu Antilohos kalktılar. Sıraya dizildiler; Ahilleus hedefi gösterdi. Sınır taşı 512/555 aşıldıktan sonra yürüyüşleri tezleşti. Ayağına çabuk Oileoğlu Ayas en önde koşuyordu. Arkasından tanrısal Odysseus sıçramıştı. Güzel kuşaklı halayık, bez tezgâhında, mekikle ipliği geçirip de kendine çektiği toprağa ne kadar yakın ise Odysseus da Ayas'a o kadar yakın olarak koşuyor, izlerini toz örtmeden ayaklan o izlere basıyordu. Odysseus'un nefesi Ayas'ın ensesine yayılıyordu. Bütün Ahaylılar nâralarıyla onun yürüyüşünü cesaretlendiriyorlar, zaferini istediklerini belli ediyorlardı. Koşunun son kesiminde iken Odysseus gönlü ile Athene'ye dua etti: — Beni dinle, tanrıça; gel, inayet eyle, ayaklarımın tezliğine yardımcı ol. Böyle dedi, ve Pallas Athene, duasını dinledi: Ayaklarını, sonra ellerini yumuşattı. Ve tam ödül üzerine atılırken Ayas'ın ayağı kaydı: Athene onu sendeletmişti. Böylece. Odysseus birinci gelerek gümüş testiyi o kazandı! Ayas koca öküzün ipini tutuyor ve düşerken ağzına dolan gübreyi tükürerek Argoslulara şöyle dedi: — Eyvah bana! Ayaklarımı tökezleten tanrıçadır: Bir anne gibi Odysseus'un yanından, ona yardımcı olmaktan bir ân bile ayrılmadı' Böyle dedi, ve dinleyenler sevinçten güldüler. Antilohos, son ödülü alırken, gülümseyerek şöyle dedi: 513/555 — Ne diyeceğimi tahmin edersiniz, dostlarım! Ölümsüzler, daima olduğu gibi şimdi de, eski nesil adamlarına değer verirler. Ayas yaşça biraz büyüğümdür, fakat öbürü atalar soyundan ve kuşağından bir adamdır. Onun için «ihtiyar, fakat dinç» derler. Koşuda Ahilleus olmadıkça, onunla yarışa çıkmak çok güçtür. Böyle diyerek Peleoğlu'nun şanını kabarttı. Ahilleus da ona şöyle cevap verdi: — Antilohos, beni boşuna övmüş olmıyacaksın, sana yarım talant altın fazla vereceğim. SAVAŞ Bu ara, Peleoğlu yarış halkasına uzun bir mızrak, bir tulga ve kalkan getirip yere koydu. Bunlar, Patroklos'un Sarpedon'dan soyup aldığı silâhlardı. Sonra, ayakta, Argoslulara seslenerek şöyle dedi: — En iyilerinden, bu ödüller için yarışmağa iki kişi çağırıyorum: Silâhlarını takınmış, ellerinde deriyi delik deşik eden tunç temrenle bu topluluk önünde birbiriyle sınansınlar. Önce, kim saldırır da zırhın altından, deri yırtılır, etlerden kan akarsa, ona Thrakia'dan gelen şu gümüş çivili hançeri vereceğim: Bunu Asterope'den soyup 514/555 almıştım. Silâhları aralarında paylaşacaklar, sonra da şereflerine barakalarda güzel bir ziyafet çekeceğiz. Böyle demesi üzerine Ayas Telamonoğlu kalktı, Tydeoğlu güçlü Diomedes de kalktı. Ayrı ayrı bir tarafa çekilip silâhlandıktan sonra, ortaya gelip karşı karşıya geçtiler. Birbirine koıkunç gözlerle bakıyorlar, yenmek ateşiyle yanıyorlardı. Ahaylılar şaşkınlık içinde kaldılar. Karşılıklı atılarak birbirine yaklaştılar. Üç defa birbirine saldırdılar, üç defa yakında dövüşmeğe atıldılar. Ayas, önce, yuvarlak kalkanı sançtı, fakat deşip geçiremedi. Bunun üzerine, hemen, Tydeoğlu uzun parlak mızrağıyla Ayas'ı boynundan vurmağa atıldı. O zaman, Ahaylılar Ayas için korkuya düşerek, onları yarışmayı kesmeğe ve ödülleri paylaşmağa davet ettiler. Fakat kahraman Peleoğlu, hançeri Tydeoğlu'na verdi. Kiniyle, iyi biçilmiş bodriesiyle getirip eline verdi. DİSK ATIŞI O ara Peleoğlu ham demirden bir kitle getirip ortaya koydu; bunu vaktiyle disk olarak Eetion, o çok büyük kuvvetiyle atardı. Ayağına yorulmaz tanrısal Ahilleus, Eetion'u öldürmüş, kitleyi ve bütün hazineleri alıp gemilerine götürmüştü. Argoslulara seslenerek şöyle dedi: 515/555 — Bu yarışta sınaşmak istiyenler kalksınlar. Kazanacak olan, bereketli tarlaları ne kadar geniş olursa olsun, savaşçıları ve çobanları beş yıl boyunca demir için şehire gitmiyecek, kendi onlara isteyecekleri demiri verebilecektir. Böyle demesi üzerine savaş düşkünü Polypoetes, ve coşkunluğu yüksek tanrısal Leonte, ve Ayas Telamonoğlu, ve tanrısal Epeios kalktılar. Sıraya dizildiler. Tanrısal Epeios sınaşma için gelen diski alıp sallıya döndüre fırlattı. Bütün Ahaylılar kahkaha ile güldüler. Ondan sonra, Ares dölü Leonte kalkıp diski fırlattı. Üçüncü olarak, büyük Ayas Telamonoğlu, güçlü kolu ile fırlattı, öbürlerinin işaretlerini geçti. Fakat ondan sonra savaş düşkünü Polypoetes öyle bir fırlatış fırlattı ki, öküz çobanının bütün ineklerinden öteye attığı çomaktan çok daha uzağa gitmiş bütün yarışçıları geçmişti. Bir övgü narası yükseldi: Poli poetes'in yarenleri gelerek Hanlarının kazandığı mükafatı kaldırdılar, koca karınlı gemilerine götürdüler. YAYLA OK ATIŞI Bu ara, Ahilleus yayla ok atacak yarışçılara koyu renkli demirden, bir ağızlı baltalardan on ve iki ağızlı baltalardan on tane getirip yere koydu; sonra, uzakta lâcivert pruvalı bir geminin direğini diktirdi; bu direğe ayağından bir güvercin bağlattı: Okçuları bu kuşa atmağa davet etti: 516/555 — Güvercini kim vurursa iki ağızlı baltaları alıp götürecek. Okunu kuşa değdirmeden yalnız ipi vuran da bir ağızlı baltaları alıp götürecek. Böyle demesi üzerine Teukros Hanın kutlu kuvveti ve aynı zamanda İdomene'nin şanlı seyisi Merion kalktı. Kur'alar seçerek bir tunç tulga içinde salladılar. Teukros'un kur'ası ilk olarak çıktı. Bunun üzerine bütün kuvvetiyle oku attı; fakat okçular pirine ilk doğmuş kuzulardan yüzlük kurban vadetmediği için kuşu vuramadı; Apollon başarıyı ona vermedi. Onun yerine kuşu bacağından bağlıyan ipi okla vurup, kesti, güvercin de havaya uçtu. Bunun üzerine, Merion, daha Teukros nişan alırken, okçu Apollon'a ilk doğmuş kuzulardan yüzlük kurban va'dediyordu; elinde hazır tuttuğu oku attı ve güvercini, havalar içinde, kanadından vurdu; ok geri dönerek yere saplanırken yaralı kuş lâcivert pruvalı geminin direğine kondu. Başı eğilmiş, topaç kanatları sarkmıştı. Hayatı tükenerek seyirciler şaşkınlık içinde kaldılar. Bunun üzerine Merion iki ağızlı baltaları, Teukros bir ağızlı baltaları alıp koca karınlı gemilerine götürdüler. MIZRAK FIRLATIŞI Bu ara Peleoğlu, uzun bir mızrak ve ateş görmemiş, çiçeklerle süslenmiş bir öküz değerinde bir kazan getirerek derneğin ortasına 517/555 koydu. Mızrak fırlatıcıları kalktılar; Biri Atreoğlu büyük Han Agamemnon, öbürü Merion, İdomene'nin şanlı seyisi. Fakat ayağına yorulmaz tanrısal Ahilleus söz alarak şöyle dedi: — Atreoğlu, güçte kuvvette ve silâh fırlatmada hepsinden ne kadar üstün olduğunu biliyoruz. Onun için, mükâfatı al, gemilerine dön. Mızrağı da, yüreğin razı ise, Merion'a verelim, diyordu. Böyle dedi, ve cenkçiler Hanı Agamemnon itiraz etmedi. Ahilleus mızrağı Merion'a verirken, Agamemnon da seyisi Talthybios'a çok güzel mükâfatı götürmesini emrediyordu. 518/555 ŞAN : XXIV AHİLLEUS, HEKTOR'UN CESEDİNE HAKARET EDİYOR Dernek kapandı, birlikler gemilerine dağılırken doya doya karınlarını doyurmasını ve tatlı tatlı uyumasını düşünüyorlardı. Yalnız Ahilleus, arkadaşını hatırlıyarak ağlıyordu. Herkesi yenen uyku, onu tutmuyordu. Yattığı yerde Patroklos'un gücünü, şanlı coşkunluğunu, canlar yakan kavgalarda ve zalim denizlerde beraber çektiklerini birer birer aklından geçirirken bir o yana, bir şu yana dönüyor, sırtüstü veya yüzükoyun yatıyordu. Veya kalkıyor, yatağından çıkıyor, şaşkın bir halde kumsalda dolaşmağa gidiyordu. Şafak, deniz üzerine ve kıyılarına ışıklarını yaymağa başlarken, çabuk koşan atlarını arabasına koştu ve yerlerde sürüklemek için Hektor'u arkaya bağladı; üç defa Menoetios oğlunun yattığı mezarın etrafında dolaştırdıktan sonra, durdu, cesedi yüzü yerde, kafası toz içinde bırakarak barakasına çekildi. Bu ara Apollon, Hektor'a acıyor, ölüsüne dahi saygı gösteriyordu: Ahilleus sürüklerken derilerinin yırtılıp parçalanmasından korktuğu için, altın kalkanı ile her tarafını örtüyordu. TANRILAR DERNEĞİ Ahilleus, azgınlık içinde, tanrısal Hektor'a böyle hakaret ederken, gören mutlu tanrılar acıdılar; uzağı gören Hermes'i cesedi çalmağa göndermek istediler. Bu fikri yalnız Here, Poseidon ve çakır gözlü tanrıça beğenmediler. Bunlar, öteden beri, kutsal İlion'u, Priam'ı ve halkını sevmezler; buna da sebep Aleksandros'un çılgınca bir hatâsı olmuştu: Bir gün, iç avlusuna gelen tanrıçalara kentlisine ağrılı şehvetli vermiş olduklarını söyliyerek hakarette bulunmuştu! (On ikinci şafak doğduktan sonra) Foebos Apollon ölümsüzlere şöyle dedi: — Tanrılar, zalimsiniz, ve kötülükler işlersiniz! Hektor hiç mi şerefinize yağlı öküz ve lekesiz keçi butları yakmamış? Bu gün ise, yüreğiniz cansız cesedini korumak istemiyor: Karısı, anası, Priam ve halkı görsünler, ateş payını ve cenaze törenini verebilsinler! Tanrılar, göğsünde yumuşayabilir yüreği olmıyan, vahşi işlerden başka şey düşünmiyen şu meymenetsiz Ahilleus'u üstün tutuyorsunuz, ha! Yalnız gücüne, azgın yüreğine uyan bir arslan, kendine ziyafet çekmek için insanların koyunlarına nasıl saldırırsa, onun gibi, Ahilleus acıma duygusunu kaybetmiş, saygı fikrinden uzaklaşmıştır. Kavgada herkes, arkadaştan daha sevgili, daha yakın birini, bir karından doğmuş kardeşini, dünyaya getirdiği oğlunu kaybedebilir. Bir zaman hıçkıra hıçkıra matemini tutar, sonra sabreder. Fakat Ahilleus, Hektor'un can- ını almakla yetinmiyor, cesedini arabasına bağlayıp arkadaşının mezarı etrafında sürüklüyor. Hissi kalmamış toprağa bile hakaret etmek derecesine azgınlığa vardırırsa dikkat etsin, biz de hepimiz ona karşı kızgınlığımızı gösterebiliriz. Ak kollu tanrıça Here, ona darılarak cevap verdi: — Bakındı! Gümüş yaylı tanrı! Ahilleus ile Hektor'u değerce bir tutuyorsun, öyle mi? Hektor ancak bir ölümlüdür: Bir kadının sütünü emmiştir. Ahilleus ise benim büyüttüğüm, okşayıp sevdiğim ve ölümsüzlerin sevgilisi bir erkeğe. Pele'ye verdiğim bir tanrıçanın oğludur. Ve siz tanrılar, 520/555 hepiniz, düğününde bulundunuz. Sen kendin haydutların dostu, ebedî vefasız düğün ziyafetinde, elinde kitara, yer almıştın! Ona karşı bulut devşiren Zeus cevap verdi: — Here, tanrılarla apaçık kavgaya girişme. Şüphesiz, ikisi değerce ve şerefçe bir değildir; fakat Hektor da Troya'daki bütün insanlardan tanrıların en sevgilisiydi. Benim için de öyle idi: Hoşlandığım kurbanları sunmada hiç kusur etmezdi. Hiç bir zaman tapınağımdan herkesin payını aldığı ziyafetler, bizim hissemiz olan yağ dumanları eksik olmazdı. Hektor'un cesedini, farkına varılmaksızın, Ahilleus'un kaçırabilmek fikrini bırakalım bir kere; çünkü annesi gece gündüz ona yardım etmeğe hazırdır. Fakat şuna bakalım, tanrılar arasında, gidip Thetis'i buraya çağıracak kimse yok mudur? O benim yanıma geldikten sonra, Ahilleus'un Priam'a, hediyelerini alarak, oğlunun cesedini vermesi için tasarladığım ince plânı ona anlatırım. Böyle dedi, ve yel ayaklı İris, hemen, mesajı götürmek üzere yola çıktı. Samos ile kayalık İmbros arasında siyah denize daldı, dalışıyla geniş su ovası inledi. Thetis'i oyuk bir mağarada buldu; etrafında deniz tanrıçaları dernek olarak toplanmışlardı. Thetis, ortalarında, kusursuz oğlunun kaderine ağlıyordu: Troya ilinde, vatanından uzak ölmesi kararlaşmıştı. Ayağına çabuk İris ona şöyle dedi: 521/555 — Kalk, Thetis, ezeli tedbirler düşünen Zeus seni çağırıyor. Ve gümüş ayaklı tanrıça Thetis şöyle cevap verdi: — Ulu tanrı beni niçin çağırıyor? Ölümsüzlere katılmaktan hiç hoşlanmam, çünkü yüreğimde bitmez tükenmez kaygılar vardır. Fakat gideceğim: O, çünkü, boşuna bir şey söylemez. Böyle dedi, ve tanrıçalar tanrısalı, koyu lâcivert, en kara bir vual ile örtündü. Yola çıktı, ve yel ayaklı İris öne geçerek kılavuzluğunu yaptı. Önlerinde denizin dalgası açıldı, sahile çıktılar, sonra göklere doğru uçtular. Yüksek sesli Kronosoğlu'nu buldular: Etrafında, daima var olan mutlu tanrılar dernek olarak toplanmışlardı. Zeus Babanın yanında oturan Athene kalktı, yerini, Thetis'e bıraktı. Here eline çok güzel bir altın sağrak verdi ve iyilik dileyen sözler söyledi, Thetis içtikten ve sağrağı geri verdikten sonra Zeus Ata konuştu: — Tanrısal Thetis, yüreğinde unutulmaz bir matemle, Olympos'a geldin: Sen söylemeden kendim biliyorum. Şimdi seni niçin çağırdığımı söylemek istiyorum. Dokuz, günden beri tanrılar arasında, şehirler talancısı Ahilleus ile Hektor'un cesedi üzerine tartışmalar oluyor. İyi gören Hermes'i cesedi çalmağa göndermek teklifi ileri sürüldü. Ben bu işin şerefini Ahilleus'e vermek istiyorum. Ahaylıların ordusuna gidip emrimi oğluna götürmeni dilerim. Ona de ki, tanrılar, 522/555 Hektor'un cesedini kara karınlı gemilerin yanında alıkoymasına kızıyorlar, onlar arasında ben de varım. Bakalım, benden korkup Hektor'u vermek isteyecek mi? Ben, İris'le, ulu gönüllü Priam'a, fidyesini vererek oğlunu kurtarsın diye haber göndereceğim: Kendi, Ahaylıların gemilerine gitsin, Ahilleus'a yüreğini okşıyacak parlak hediyeler götürsün. AHİLLEUS VE PRİAM'A TANRILARIN EMRİ ULAŞIYOR Böyle dedi, ve gümüş ayaklı tanrıça Thetis, itiraz etmedi. Bir sıçrayışla Olympos tepelerinden havalanarak oğlunun barakasına geldi: Onu hıçkıra hıçkıra ağlar buldu. Etrafında yarenleri sabah yemeğini hazırlıyorlardı: İri ve kaba yünlü bir koç boğazlamışlardı. Şanlı annesi yanına oturdu ve bütün isimleriyle anarak şöyle konuştu: — Çocuğum, ne zamana kadar böyle hıçkırıp ağlıyacaksın? Ne sofra geliyor aklına, ne yatak! Sevgi ile bir kadınla birleşmek de sana çok lâzım. Seni daha ne kadar hayatta göreceğim! İşte ölüm ve kader yanıbaşında bekliyor. Beni çabuk anlamağa çalış; ben, Zeus'un mesajını getiriyorum sana. Diyor ki; tanrılar, Hektor'un cesedini koca karınlı gemilerin yanında alıkoyduğun için kızıyorlar, onlar arasında Zeus'un kendisi de vardır. Kurtulmalığını kabul ederek cesedi geri versin, diyor. Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi: 523/555 — Öyle olsun! Kurtulmalığı getirsinler, cesedi götürsünler. Olympos'lu tanrının iyilik düşünen bir yürekle dediği yerine gelsin. Gemiler arasında, anaoğul böyle oturup birbiriyle kanatlı sözlerle konuşuyorlardı. O ara, Kronosoğlu, İris'i kutsal İlion'a gönderiyordu: — Hemen yola çık, ayağına çabuk İris, İlion'a giderek ulu gönüllü Priam'a şu emri ulaştır: Kendi, Ahaylıların gemilerine gitsin Ahilleus'a gönlünü okşayacak parlak hediyeler götürsün, oğlunu kurtarsın. Hiç bir Troyalı beraber gitmiyecek, yalnız bir çavuş hizmetine bakacak, katırlarını, arabasını sürecek, sonra cesedi alıp şehre getirecektir. Yüreğine can kaygısı girmesin, biz ona Hermes'i kılavuz vereceğiz. Ahilleus'un yanına o götürecek. Ahilleus ne çılgın, ne kördür; suçu da sevmez; yalvarıcıya saygı gösterecektir. Böyle dedi, ve yel ayaklı İris yola çıktı; Priam ağıtlar, figanlar içinde idi. Topraklara yuvarlanmaktan başı, boynu külçeleşmis çamurla kirlenmişti. Zeus'un habercisi hafif bir sesle konuştuğu zaman, onun bütün vücudu ürperiyordu: — Dardanos oğlu Priam, yüreğin hiçbir şeyden korkmasın, ürkmesin! Sana. bir felâket haberi vermeğe gelmiyorum, iyiliğin için geliyorum. Bil ki, ben Zeus'un habercisiyim. Zeus, uzaktan seni düşünüyor ve haline acıyor Sana emrediyor: Kendin, Ahaylıların 524/555 gemilerine gideceksin, Ahilleus'a gönlünü okşıyacak parlak hediyeler götürecek, oğlunu kurtaracaksın. Hiç bir Troyalı beraber bulunmayacak, yalnız bir çavuş hizmetinde bulunacak; katırlarını, arabanı sürecektir. Yüreğine can kaygısı girmesin; Hermes kılavuzun olacak, Ahilleus'un yanına seni o götürecek. Ahilleus ne çılgın, ne kördür; suç işlemesini de sevmez; yalvarıcı olarak sen ondan saygı göreceksin. PRİAM YOLA ÇIKMAĞA HAZIRLANIYOR Yel ayaklı iris böyle dedikten sonra, oradan ayrıldı. Bu ara Priam kendisine katırları ve arabayı hazırlamaları için oğullarına emir verdi. Kendi de nice kıymetli şeylerin saklandığı ıtırlı odaya indi, yanma karısı Hekübe'yi çağırarak şöyle dedi: — Talihsiz kadın, bana Zeus'tan bir haberci geldi; kendim Ahaylıların gemilerine gitmeliyim, oğlumu kurtarmak için Ahilleus'un gönlünü okşayacak parlak hediyeler götürmeliyim. Sen de şimdi bana gönlünle ne düşündüğünü söyle. Ben tezlikle Ahaylıların ordusu içine gitmek arzusu ile yanıyorum. Böyle dedi, ve karısı hıçkıra hıçkıra şöyle söyledi: 525/555 — Eyvah! Aklın, vaktiyle yabancıların ve adamlarının övdüğü aklın nereye uçup gitmiş? Bunca yiğit oğullarını öldürmüş olan adamın karşısına yalnız başına çıkmağı nasıl düşünüyorsun? Doğrusu, sende demirden bir yürek varmış. Hiç bir sözüne inanılmaz adam, seni karşısında görür de saygı mı gösterir? Hayır, sarayımızda herkesten uzak, oturup ağlıyalım. Doğurduğumuz zaman ona talih ve değişmez kader böyle bir nasip vermiş: Canlara kıyan bir kahramanın yanında, bizden uzak köpeklere yem olacak! O zalim adam elime geçse ciğerini kaparıp çiy çiy yerdim! Troyalıları ve kemerleri derin Troyalı kadınları korumak için o azgın adamın karşısına çıkan kahraman oğlumun öcü ancak öyle alınırdı! Buna karşı tanrılar benzeri Priam şöyle dedi: — Gitmek istiyorum; alıkoymağa çalışma, bu sarayda felâket kuşu rolünü oynama. Beni kandıramazsın. Haber bir ölümlüden, bir duacıdan veya alâmetleri yoran bir kâhinden gelseydi onda bir tuzak görürdüm, güvensizliğim artardı. Fakat benimle konuşan bir tanrıçaydı, gözümle karşımda gördüm; boşuna gelip konuşmuş olamaz: Ben gideceğim. Benim de kaderim tunç cebeli Ahaylıların gemileri yanında yok olmak ise, ona da boyun eğerim. Elverir ki, bir kerecik oğlumu kollarımın arasına alayım, doya doya ağlayayım! Sonra, Ahilleus, varsın öldürsün! Böyle dedi, ve sandıkların güzel kapaklarını açtı. Onlardan çok güzel on iki peplos, on iki entari, on iki kaftan, o kadar da keten çarşaflar, örtüler çıkardı. Tartarak on talant altın ayırdı; pırıl pırıl iki 526/555 üçayaklı, dört kazan, nihayet bir Thrakia seferinde kendisine hediye verilmiş olan eşi bulunmaz bir sağrak seçip bir tarafa ayırdı, ihtiyar, oğlunun başını satın almak için sarayını soyuyor, hiç bir değerli sanat eserini esirgemiyordu. Ondan sonra, oğulları sağlam tekerlekli bir katır arabası aldılar, ona bir sepet bağladılar, boyunduruğu getirip katırları koştular; sonra Hektor'un cesedini kurtaracak büyük kurtulmalıkları arabaya taşıdılar. Koşulan duynakları kalın katırlar, vaktiyle, Mysialıların Priam'a çok değerli bir hediyesi idi. Priam ile çavuş, yüreklerinde akıllı düşüncelerle, bindiler. Ondan sonra, yüreği kaygılı, Hekübe geldi, sağ eliyle şarap dolu bir altın kupa tutuyordu: Tanrılara saçı kılmadan hareket edilmesini istemiyordu. Arabanın önünde, ayakta, bütün isimleriyle anarak Priam'a kanatlı sözler söyledi: — Zeus Ata'ya saçı kıl ve sağ esen dönebilmen için dua et. Seni yüreğin Ahaylıların gemilerine doğru götürüyor, ben ise istemiyorum. Bütün Troya ilini gören Kronosoğlu'na dua et ki, alâmet olarak çabuk uçan habercisini, en sevgili kuşunu göndersin, sağ tarafımızda görünsün, ki sen de korkusuzca Danaosluların gemilerine gidesin. Tanrılar eşi Priam, ona şöyle cevap verdi: — Kadın, bu ise istediğin, hayır demiyeceğim. Şüphesiz elleri kaldırıp Kronosoğlu'na dua etmek, bize acımasını dilemek iyi şeydir. 527/555 Böyle dedi, ihtiyar, ve vekilharç halayık kadına ellerine su dökmesini emretti. Kadın, ellerinde leğen, ibrik, geldi. Temizlendikten sonra karısının elinden kupayı aldi; ayakta, gözleri göğe çevrilmiş, şarabı saçtı ve söze başlayıp dua etti: — Zeus Ata, çok şanlı, çok yüksek, İda'nın sahibi tanrı! inayet eyle, yanına gittiğim Ahilleus bana acısın, iyi davransın. Çabuk uçan haberci kuşunu, gücü yüksek sevgili kuşunu bana gönder, sağ tarafımızdan görünsün ki, ben de korkusuzca Danaosluların gemilerine gideyim. Böyle dedi, hep tedbir düşünen Zeus, duasını dinledi: Çabuk kuşların en kuvvetlisi, Kara Kartalı ileri saldı. Zengin bir adamın oda kapısı kadar geniş kanadı olan bu kuş, sağ taraftan şehrin üstüne uçtu; görenlerin yüreği sevinçten eridi. PRİAM, AHAYLILARIN KAMPINDA İhtiyar hemen arabaya binerek çınlayışlı divanhane arasından sürdü. Oğulları ve adamları ağlayarak beraber yürüyorlardı. Şehirden ovaya çıkınca hepsi ayrıldılar. Yalnız iki yolcu kalmıştı. Yüksek sesli Zeus'un gözünden ihtiyar kaçmamıştı; görünce acıdı ve hemen oğlu Hermes'e dönerek şöyle dedi: 528/555 — Hermes, sen bir ölümlüye arkadaşlık etmesini seversin, hoşuna gideni de dinlersin. Şimdi de git, Priam'ı Ahaylıların karınlı gemilerine ilet, başka hiç bir Danaoslu farkına varmadan Peleoğlu'nun yanına ulaştır. Böyle dedi, ve haberci Hermes itiraz etmedi: hemen ayaklarına som altından güzel sandallarını bağladı: Bunlarla, rüzgârların nefesleri, onu geniş deniz ve kara üzerinde uçarcasına yürütürdü. Ölümlülerin gözlerini efsunlamak veya uyuyanları uyandırmak için kullandığı değneği eline aldı. Elinde değneği, havalanarak tezlikle Troya iline ve Hellespont'a geldi. Orada genç ve çok güzel, bıyıkları yeni çıkmış bir Hanzade kılığına girdi. Bu arada iki yolcu büyük İlion mezarını geçmişlerdi. Orada hayvanlarını suladılar. Yere gecenin karanlığı basmağa başlamıştı. O ânda çavuş, yakından görerek Hermes'i tanıdı; söze başlayıp Priam'a şöyle söyledi: — Dikkat Dardanos oğlu! Şimdi tedbirli davranmak gerek. Şurada bir adam görüyorum, ya ondan kaçmalıyız, veya dizlerine kapanıp bize acımasını yalvarmalıyız. Böyle dedi, ve ihtiyarın yüreğine korku girdi. Tüyleri burkulmuş üyelerinde diken diken oldu. Fakat iyiliksever tanrı, kendi, yanaşarak ihtiyarın elini tuttu ve seslenerek .şöyle sordu: 529/555 — Baba, böyle gece vakti, bütün ölümlüler yatıp uyurken, sen hayvanlarını nereye sürüyorsun? Azgınlık içinde olan şu Ahaylılardan korkmaz mısın? Bunlar taşkın düşmanlardır, çok da yakın bulunuyorlar, ihtiyarın, yanındaki de ihtiyardır; seni, biri, bu kadar zengin mallar arasında görmüş olsa ne yaparsın? Ben sana fenalık etmek istemem; tersine, seni başkasına karşı savunmak isterim. Sende kendi babamın çehresini buluyorum. Tanrılar eşi İhtiyar Priam cevap verdi: — Evet, oğlum, dediğin gibi adamlar vardır. Fakat umuyorum ki, şimdi de bir tanrı bana elini uzatmak üzeredir. Senin gibi genç, boylu boslu, eşsiz güzellikte, yüksek düşünceli ve şüphesiz mutlu insanlar çocuğu bir yolcu ile beni karşılaştıran da o tanrıdır. Haberci iyilik sever Hermes cevap verdi: — Bütün söylediklerin, ihtiyar, gereğince söylenmiştir. Şimdi sen bana cevap ver: Geniş ve kıymetli hazineni, olduğu gibi saklamak üzere, yabancıların yanına mı göndereceksin? Yoksa, korkunuzdan, kutsal İlion'dan çıkıp gidiyor musunuz? Ölen oğlunla insanların en yiğidi ölmüştür. Kavgada hiçbir Ahaylıdan aşağı da değildir. 530/555 Tanrılar eşi ihtiyar Priam cevap verdi: — Şanlı çocuk, sen kimsin? Anan baban kimdir? Talihsiz oğlumdan ne kadar gereğince söz söylüyorsun! — Tanrısal Hektor'dan söz açarak, ihtiyar, beni sınamak istiyorsun. Onu ben kavgada ne kadar çok görmüşüm! Gemilerin yanında Ahaylıları, o gün, nasıl bastırıyor, kılıçtan geçiriyor, parça parça ediyordu! Biz orada olana bitene seyirci kalıyorduk: Ahilleus, Atreoğlu'na karşı olan öfkesinden bizi kavgadan uzak tutuyordu. Ben, Myrmidonlar'danım, hem Ahilleus'un seyisiyim. Babam Polktor zengindir, fakat senin gibi ihtiyardır. Altı oğlu daha var, ben yedincisiyim; kur'am çıktığı için orduya ben katıldım. Az önce gemilerden ayrılarak ovada dolaşırken size rastladım. Tanrılar eşi ihtiyar Priam cevap verdi: — Peleoğlu Ahilleus'un seyisi isen bana doğrusunu söyle. Oğlum hep gemilerin yanında mıdır? Yoksa, Ahilleus onu parça parça edip köpeklere yedirmiş midir? Haberci Hermes cevap verdi: 531/555 — İhtiyar, o ne köpeklere, ne kuşlara atılmış, yedirilmiş değildir. Ahilleus'un barakasında, olduğu gibi durmaktadır. Gözlerinle göreceksin: Üstünden kan yıkanmış, silinmiş, tertemiz, taptaze, yaraları kapanmış yatıyor. Mutlu tanrılar, oğluna, oğlunun ölüsüne bile, böyle saygı gösteriyorlar: Gönüllerinin o derece sevgilisidir. Böyle dedi, ve büyük bir sevinç içinde kalan ihtiyar cevap verdi: — Hey, çocuğum, ölümsüzlere gereken kurbanları sunmada kusur etmemek çok doğru imiş! Oğlum, hiçbir zaman, sarayında, Olympos'un mutlu tanrılarını unutmazdı; şimdi de onlar, meymenetsiz ölümden sonra bile, onu unutmuyorlar. Şimdi, tanrıların inayetiyle, Ahilleus'un barakasına beni ulaştırır mısın? iyiliğine karşılık şu güzel kupayı kabul et. Bunun üzerine haberci Hermes şöyle dedi: — İhtiyar, beni genç gördün de sınamak istiyorsun. Fakat Ahilleus bilmeden ben hediye kabul edemem. Ona ait bir hediyeyi almağa 532/555 benim gönlüm razı değil, hem de korkarım, ileride bu yüzden bir kötülüğe uğrıyabilirim. Fakat, sana, gönlümün arzusu ile, istediğin yere kadar kılavuzluk etmeğe hazırım. Kimse kılavuzunu küçümsemiyecek, sana el uzatmıyacaktır. İLİAS DESTANI PRİAM, AHİLLEUS'UN YANINDA İyilik sever tanrı böyle diyerek arabaya atladı. Az sonra Ahilleus'un yüksek barakasına ulaşmışlardı: Myrmidonlar ona bu barakayı çam mertekler doğrıyarak ve üstünü kamışlarla örterek yapmışlardı. İyilik sever Hermes, ihtiyara barakanın kapısını açtı, onu çok güzel ve çok değerli kurtulmalıklarla beraber içeri soktuktan sonra şöyle dedi: — İhtiyar, sana gelen ölümsüz bir tanrıdır: Ben, Hermes'im. Babam, kendi, beni senin yanına kılavuz gönderdi. Ahilleus'a görünmeden ayrılıyorum. Sen gir, Peleoğlu'nun dizlerine sarıl, ona babası, anası ve oğlu adına yalvar, gönlünü heyecanlandırırsın. Hermes böyle dedikten sonra yüksek Olympos'a döndü. Bu ara ihtiyar Priam, hayvanların yanında İdeüs'ü bırakarak, Zeus'un sevgilisi Ahilleus'un yanına gitti. Peleoğlu, ihtiyarı görünce bir şaşkınlık geçirdi, yanında bulunan seyisleri Automedon ve Alkimos ile gözgöze bakıştılar. Priam Ahilleus'un dizlerine sarılarak şöyle yalvardı: 533/555 — Tanrılar eşi Ahilleus, babanı hatırına getir. O da ben yaşta, uğursuz ihtiyarlığın eşiğine basmış bir talihsizdir. Etrafındaki komşuları onu bunaltıyorlardı ve felâketi uzaklaştıracak kimsesi yoktur, fakat hiç olmazsa senin sağlığından haberler almak yüreğini ara sıra sevinçle doldurur, oğlunun dönüşünü her gün bekliyebilir. Benim talihsizliğim çok daha büyüktür; oğullarımdan, şehri ve halkı koruyacak yalnız Hektor'um kalmıştı. Ölüsünü olsun almak için Ahaylıların gemilerine geliyorum. Sana büyük kurtulmalıklar getiriyorum. Tanrılara saygı göster ve babanı düşünerek bana acı, Ahilleus. Böyle dedi, ve Ahilleus'un gözlerini yaşarttı, ihtiyarın iki elini yavaş yavaş dizlerinden ayırdı, ayağa kaldırdı. İkisi de ağlıyordu: Biri canına kıyılan oğlu Hektor için, öbürü babası ve hiç unutmadığı arkadaşı Patroklos için gözyaşları döküyorlardı. Peleoğlu konuşmağa başlayarak kanatlı sözler söyledi: — Talihsiz ihtiyar, kimbilir, yüreğin ne acı kaygılarla doludur! Yalnız başına, bu kadar oğlunu öldürmüş olan adamın karşısına çıkmağa nasıl cesaret ettin? Gel, koltuğa otur; her ikimiz pek büyük olan kederlerimizi bir ân için unutalım Tanrılar benzeri ihtiyar Priam şöyle dedi: — Zeus dölü, Ahilleus, Hektor yerde yatarken, beni koltuğa oturtma; bir ân önce, getirdiğim kurtulmalıkları kabul et, onu bana ver, doya doya gözlerimle göreyim. Bana güneşin ışığını gösterdiğin için tanrılar da sana vatanına dönmek iyiliğini bağışlasınlar. 534/555 Ayağına çabuk Ahilleus şöyle dedi: — Beni titizlendirme, ihtiyar! Ben kendiliğimden Hektor'u sana vermeği düşünüyordum. Zeus'un bir habercisi, beni dünyaya getiren tanrıça, deniz ihtiyarının kızı Thetis, bundan önce yanıma geldi; senin de buraya bir tanrının kılavuzluğu ile gelmiş olacağını aklımla düşünüyorum. Yoksa, hiç bir ölümlü bizim ordunun arasına giremez, bekçilerimizin gözünden kaçamazdı. Yas içindeyim, öfkemi oynatma. İhtiyar korkuya düşerek sustu; kurtulmalıkları arabadan indirtti. Ahilleus, Hektor'u örtmek için iki keten çarşaf ayırdı. Hektor'u geri vermek üzere iken, Ahilleus hıçkırarak arkadaşını andı: — Hades'in derinliklerinde, Patroklos, tanrısal Hektor'u kurtulmalığını getiren babasına geri verdiğimi öğrenirsen, bana darılma! Bu kurtulmalıktan gereken payı ayırıp sana sunacağım. Tanrısal Ahilleus böyle söyledikten sonra, az önce oturduğu koltuğa dönerek oturdu, Priam'a şöyle söyledi: — Oğlun sana geri verildi, ihtiyar; bir yatak üzerinde yatıyor; şafak vakti götürürken görürsün. Sen de geceyi, dışarda, serilen bir yatakta geçireceksin. Dernekte oy sahibi Ahaylılar buraya girip 535/555 çıkıyorlar, birinin seni burada görmesini istemiyorum. Benden dilediğin herşey istediğin gibi olacaktır. PRİAM'IN TROYA'YA DÖNÜŞÜ Bütün gece ölümsüz tanrılar ve kavga arabaları güzel insanlar bir gevşekliğe kapılarak uzanmışlar, uyuyorlardı. Yalnız iyilik sever Hermes'i uyku tutmuyordu. Yüreğiyle düşünüyordu: Priam Hanı, şanlı kapı bekçilerinin gözlerinden kaçırarak gemiler arasından nasıl iletecekti? İhtiyarın başucunda dikilerek seslendi: — İhtiyar, Ahilleus canını bağışladıktan sonra, düşmanlar arasında böyle rahat rahat nasıl uyuyabiliyorsun? Şu saatte, oğlunu oldukça pahalı kurtulmalıklar vererek kurtarmış bulunuyorsun; fakat seni Ahaylılar görürlerse, Agamemnon'a haber verirlerse, ellerine düşersin ve üç kat daha pahalı kurtulmalıklarla kurtarılamazsın. İhtiyarı bir korku aldı, çavuşu da kaldırdı. Hermes, hazırlıklarına yardım ederek, onları, kimse görmeden, Ahaylıların ordusundan uzaklaştırdı. Babası Zeus olan Güzel Ksanthos ırmağının geçit yerine erişince Hermes ayrılarak yüksek Olympos'a havalandı. Onlar da, 536/555 safran elbiseli Şafak ışığını yere yayarken, arabalarını, hıçkıra ağlıya şehre sürdüler. Bu ara, Afrodite benzeri Priam kızı Kassandra, Akropol'a çıkıp bakmıştı: Arabanın üstünde, ayakta, babasını ve şehrin gür sesli çavuşunu ve katırların taşıdığı yatak üzerinde Hektor'u gördü. İnliyerek bütün şehre haykırdı: — Gelin Troyalılar, gelin Troya kadınları, Hektor'u görün! Eskiden, hayatta iken, şehre girdiğini gördüğümüz zaman ne kadar sevinirdik! Sitesinin, halkının büyük koruyucusu, o idi, en büyük sevinçleri de o idi. Gelin, görün! Böyle dedi, ve artık şehirde ne bir erkek, ne bir kadın, ağlamıyan, hıçkırmıyan kimse kalmadı. En başta karısı ve şanlı annesi vardı. Saçlarını yoluyorlar, arabanın üstüne atılıyorlar, ölünün başını kucaklıyorlardı. Troyalılar yığın yığın, ağlayarak etrafını alıyorlardı. O ara, Priam, arabasının üstünden haykırdı. — Bırakınız, katırları süreyim; evine götürdükten sonra, istediğiniz gibi hıçkırır, ağlarsınız. Böyle dedi, Hektor'u konağına götürdüler, güzel bir yatağın üstüne yatırdılar. Etrafına thren ilâhisini söylemede usta şarkıcılar koydular. Kadınlar ilâhileri hıçkırıklarıyla karşılıyorlardı. En başta, ak kollu Andromahe, canına kıyılan Hektor'un başını kucaklayarak kadınlara yürek yakıcı bir ağıt söylemeğe başladı: 537/555 — Erkeğim, çok genç hayattan ayrılıyor, beni konağında dul bırakıyorsun. Oğlumuz, biz iki talihsizin dünyaya getirdiğimiz masum çocuk, daha çok küçük; gençlik çağına erişeceğini ummuyorum; ondan önce şehrimiz baştanbaşa yıkılacak, talan edilecek; çünkü sitemizi, kadınlarını, çocuklarını koruyan sen artık yoksun! Bu kadınları, beni de beraber, gemilerine götürecekler! Sen de küçüğüm, ya benimle beraber gelecek, kölelik hayatının sefaletlerine katlanacaksın, insafsız sahibimizin angaryalarına koşacaksın, veya seni Ahaylılardan biri alıp yüksek hisarımızdan aşağı fırlatacaktır; Hektor'un Ahaylılar arasında düşmanları çoktur: Kiminin oğlu, kiminin kardeşi, onun kolları altında can vermiştir! Canlara kıyan kavgada babanın yumuşak bir yüreği yoktu: Bunun için, Hektor, bütün şehir senin için ağlıyor; benim içinse bundan sonra figandan, hıçkırıktan başka bir şey kalmayacaktır. Ağlayarak böyle dedi, kadınlar da hıçkırıklarıyla karşıladılar. Sonra Hekübe de yürek yakan bir ağıta başladı: — Hektor, sevgili çocuklarımın en sevgilisi! Hayatta sen tanrıların sevgilisi idin, öldükten sonra da sana saygı gösteriyorlar. Eskiden ayağına çabuk Ahilleus, eline geçirdiği oğullarımı geniş denizin ötesine götürür, Samos'ta, İmbros'ta, dumanlı Lemnos'ta satardı. Fakat seni, uzun ağızlı tunç silâhıyla canına kıydıktan sonra, canına kıymış olduğun sevgili arkadaşı Patroklos'un mezarı etrafında, hıncından, sayısız, defalar sürükledi, yine de arkadaşını diriltemedi. Bugün sen, konağında, hayat senden yeni ayrılmış gibi, rengin taze, uzanmış yatıyorsun, yattığın yerde Apollon'un yumuşak oklarıyla vurduklarına benziyorsun! 538/555 Ağlıyarak böyle diyor ve yalnız sonu gelmez figanların yükselmesine sebep oluyordu. Üçüncü olarak Helene başka bir ağıta başladı: — Hektor, bütün kayınlarımdan gönlümün en sevgilisi sendin. Tanrılar benzeri Aleksandros'un karısı olduğumu, beni Troya'ya getirdiğini unutmuyorum: Keşke ondan önce ölseydim! İşte memleketimden ayrılıp buraya geleli yirmi yıl oluyor, senden ise hiçbir acı söz işitmedim. Ne zaman kayınlarımdan, vualleri güzel eltilerimden, görümcelerimden biri, hattâ kayınanam, beni kınasa, sen tatlı dilinle, güler yüzünle, yatıştırıcı sözlerle gönlümü alırdın. Şimdi talihsiz ben kendim için ve senin için, yüreğim yanık ağlıyorum. Artık Troya ilinde bana tatlı bir söz söyleyerek, güler yüz gösterecek kimse kalmamıştır. Beni gördükleri zaman hepsinin tüyleri diken diken oluyor: Beni o kadar sevmiyorlar. Ağlayarak böyle dedi: Yığınlar hıçkırıyordu. O zamar ihtiyar Priam şöyle konuştu: — Troyalılar, şimdi gidip şehre odun getirirsiniz. Argosluların bir baskınına uğramaktan korkmayınız. Kara: gemilerden beni yola çıkarırken Ahilleus, on ikinci Şafak aydınlığına kadar bize hiçbir fenalık yapmayacağına söz vermişti. HEKTOR'UN CENAZE TÖRENİ 539/555 Böyle dedi, ve yük arabalarına öküzler ve katırlar koştular; vakit geçirmeden şehrin önünde toplandılar. Dokuz gün, yığın yığın odun getirdiler. Onuncu Şafak, ışığı ölümlülerin gözlerine yaydığı zaman, kahraman Hektor'un cenaze törenine başladılar, gözyaşları dökerek cesedini hazırlanan odun yığınlarının tepesine yerleştirdikten sonra odunlara ateş verdiler. Sabah, gülparmaklı Şafak göründüğü zaman, ün salmış Hektor'un sönmeğe başlıyan cenaze ateşinin etrafında toplandılar; alevin yayılmış olduğu her tarafı ateş rengi şarapla söndürmeğe giriştiler. Sonra kardeşleri ve yarenleri beyaz kemiklerini, yanaklarını ıslatan gözyaşları dökerek topladılar, bir altın kutu içinde yumuşak erguvan parçalarına sardılar; sonra, vakit geçirmeden, bir çukurun içine koyup üstüne geniş taşlardan sık bir tabaka yaydılar: Bunun da üstüne toprak serperek mezarı yaptılar; Ahaylıların bir hücumundan korktukları için, mezarın başına bekçiler beklettiler. Mezar bittikten sonra, şehre gelerek Zeus dölü Priam Han'ın konağında toplandılar. Atkısrak terbiyecisi Hektor'un cenaze törenini gereğince verilmiş bir ziyafetle kutladılar. KÜÇÜK MİTOLOJİK SÖZLÜK İliada'nın ve Grek Mitologyasının anlaşılmasını kolaylaştırmak için tertip edilmiştir. 540/555 Afrodite: Aşk ve güzellik tanrıçası; Anhis ile birleşerek Ene'yi doğurmuş; Deniz dalgalarının köpüklerinden doğmuş olduğuna inanılırdı. Afros «köpük» demektir. Bu inanca göre ismi verilmiştir. Kadınlar «ma ten Afroditen» (Afrodite hakkı için) diye yemin ederlerdi. Özel Afrodite ismi şairlerin eserlerinde: 1) Aşk zevkleri, 2) İptilâ, aşk heyecanı, 3) Doya doya lezzet alma, sevişme, 4) Güzellik, cemal mânalarıyla, genel isim olarak çok kullanılırdı. Venüs seyyaresine ve zar atışının en iyi şekline de bizde dü şeş gibi Afrodite ismi verilmişti. Bk. Paris. Agamemnon: Atreoğlu, Argos ve Mykene Hanı; Troya seferinde bütün Ahaylılar ona tâbi olmuşlardı. Fakat Dernekte bütün öbür Ahaylı Hanlar rey sahibi idi, fikirlerini, tasarladıklarını ileri sürerler, öğütleyebilirler, Hanın kararlarını tenkit ederlerdi. Her kararından sorumlu tutulurdu. Ahilleus ile Agamemnon arasındaki atışma İliada'nın en esaslı konusudur. Ahaia (Ahay ili): Peleponez'in bir ülkesi ve, genişletilerek bütün Peleponez. Romalılar Makedonya hariç bütün Grek iline Ahai derlerdi. Ahalisine Ahaoi, denilir ki, (Ahaialılar) demektir. Troya seferine katılan kavimlerin hepsine, İliada'da, Ahaioi denilmektedir: Argoslular, Danaoslular, Giritliler, İtakeliler, Fthialılar (Myrmidonlar), Lokrialılar.. Ahaioi (Ahaialılardan) dır. Syria ve Pont memleketlerine akın etmiş olduklarını Bailly (Dict. Grec Français) söylemektedir. Bütün bu memleketlerin ayrı ayrı Hanları, başları ve kıralları varsa da, milletin genel ismi Ahaioi (Ahaylılar) dır. Kök Ahay çok eski ve uzaklardan akın etmiş bir kavime delâlet etmektedir. 541/555 Ahilleus: Anası deniz tanrıçası, deniz ihtiyarının (Poseidon'un) kızı, gümüş ayaklı Thetis; babası Eakoğlu Pele'dir. Hüküm sürdükleri ülkeye Fthia, kavmine Myrmidonlar denilirdi. Bk. Fthia. Apollon (Foebos): Zeus ile Leto'nun oğlu, güneşi temsil eden tanrı; Foebos (parlak, ışıklı) ismi bu vasfını göstermek üzere verilmiştir. Artemis'in ikiz kardeşidir. Bk. Artemis. İnsanlara gaipten haberler (oracles) verirdi, bu kâhinlikte «pythia» ismini alan duacı kadın medium rolünü oynardı; Parnas dağının eteğinde Delfes şehrinde Apollon'un bu yolda haberler verdiği bir tapınağı vardı, insanlara hekimliği de Apollon'un öğrettiğine inanılırdı. Kyklopları (tepegözleri) öldürdüğü için Zeus, onu Thessalia Hanına sürgün etmiş olduğu hakkında bir rivayet (legend) vardır; orada Hanın sürülerini beklerdi, çobanların piri sayılırdı. Apollon'un müziğin de temsilcisi olduğuna inanılırdı: Onunla müzikte rekabete kalkışan Satyr'in derisini diri diri yüzdüğü hakkında dahi bir legend vardır. Üçüncü bir rivayet: Frygia Hanı Midas, Pan'ın kavalını Apollon'un lyr'ine tercih ettiği için, tanrı kızarak Midas'a iki eşek kulağı vererek onu cezalandırmıştır. Bk. Pan. Ares: Zeus'le Here'nin oğlu, kavga tanrısı; Aktor'un kızı Astyake ile birleşerek Askalaf ile İalmen'i dünyaya getirmiştir. Burağan timsali (cisimlenmişi) sayılırdı. Fırtınaların koptuğu Thrakia'nın kuzeyini kendisine makam tutarmış. Çok sert bir tanrı olarak düşünülüyordu. Çok çabuk koşan atlara koşulmuş arabasının üstünde, 542/555 dolaştığı yerlere ölüm saçardı; hiç bir kavmin, hiç bir şehrin koruyucusu değildi, insanlar, hattâ tanrılar onu sevmezdi. Romalıların Mars ismindeki harp tanrısı lâtin Pantheonunda yüksek bir yer tutar, Ares böyle bir şereften uzaktır. Zeus, Athene, Apollon... ile savaş halindedir. Kavga destanı olan İliada'da, tabiî olarak önemli bir rol oynamaktadır. Argos: Peleponez'de Argolide ilinin ve Agamemnon'un baş sitesi; birçok eserde bütün Argolide iline Argos denilmektedir; hattâ bütün Peleponez'e şâmil bir isim olarak kullanılmıştır. Thessalia ovasına da Argos Pelastique (Pelasge Argos'u) denilmiştir. Mykene aynı ülkenin ve Agamemnon'un başka bir şehriydi. Bu ülkeyi Here çok sever ve korurdu. Artemis: Zeus ile Leto'nun kızı, Apollon'un ikiz kızkardeşidir; Delos adasında doğmuştur. Apollon güneşi, Artemis ayı temsil ederler; Apollon'a «Foebos» (= Parlak, ışıklı) denildiği gibi, Artemis'e de «Foebe» denilirdi, ikisi de yayla silâhlanmıştır, oklar atarlar: Oklar güneş ve ay ışınları sembolleridir. Artemis güzel endamlı, ciddî ve necip çehreli, tanrısal bir bakiredir. Saf ışık tanrıçası olarak afifliği sembolleştirir; kültünün kanunu olarak afifliğe, erkek ve kadın duacıları riayet zorunda idiler. Ona tapınan ve onun gibi dünya iptilâsından uzak, dağlar, ormanlar arasında yaşıyan Hippolyt, afiflik yüzünden helak olduğu zaman, Artemis ona yüksek şerefler müjdeliyerek teselli vermiştir. Sonraları, Artemis adına türlü kültlere sapılmıştır. Bunlardan biri, Efes'de, Artemis'e, bütün tabiatı dölleştiren ve göğsü sayısız memelerle örtülü bir tanrıça gibi düşünülerek tapınılmasından doğan Kült idi. Bailly'nin diksionerinde varlığı okunan bu eski kültün tanrıçası Artemis'e ait güzel bir heykeli son aylarda bizde yapılan kazılarla Efes'de bulunmuştur. Bu külte ve 543/555 başkalarına rağmen, Artemis kültünün en büyük karakteristiği olan hafiflik ve ağırlık hiçbir zaman unutulmamıştır. Athene (Pallas A.): Zeus'un başından, silâhlı olarak doğmuştur. Savaş tanrıçasıdır, aynı zamanda barış sanatlarını koruyan bir tanrıçadır. Harp tanrıçası olarak Gorgon'u, fırtına koparan bulut timsalini öldürmüştür. Gorgon'un başı egid kalkanını süsleyen bir fırtına sembolü olmuştur. Homeros'un kahramanlarına taşkınlık göstermiyen cesaretli bir savaşçılık telkin ederdi; Ares'in azgınlıklarını böyle düşünen bir yiğitlikle yenmek mümkün oluyordu. Barış sanat ve tekniklerini koruduğu için, ona Atinalılar Parthenon isminde büyük bir sanatla işlenmiş bir tapınak dikmişlerdi. Zeytin ağacının yetiştirilmesini öğretmiş ve en büyük bir zenginlik kaynağı olan zeytin dalı, tanrıçanın daima elinde taşıdığı barışıklık sembolü olmuştur. Athene, yiğitlik ve bâkirlik tanrıçası sayıldığı için, kendisine genç kız ve genç oğlan mânasına gelen bir isim verilmiş, Pallas denilmiştir. Athene ismi bir sıra değişiklikler almıştır: Athenaia, Athanaia, Athenaa, Atha, Athana, Asana... lonien şekli Athene'dir, şairin kullandığı bu şeklidir. Ayas: Büyük Ayas, Telamonoğlu; Salamin adasının Hanı idi. Salamin'e Ayas'ın adası denilirdi. Babası Eakoğlu Telamon, anası Eriopis, kardeşi Teukros'tur. Ahilleus'tan sonra, Ahaylıların en iyisi sayılırdı. Ayas: Babası Oile, lâkabı çabuk ayaklı, Lokrialıların başıdır. Bk. Lokrialılar. 544/555 Briseis: Brise'nin kızı, Brise (Briseus): Lelege Hanı, Briseis'in babası. Ahilleus, onu, Troyalıların Lyrnesso şehrini talan ettiği zaman, çok güzel olduğu için kendine ayırmıştı, Ahaylılar da şeref payı olarak ona vermişlerdi. Agamemnon, kendi şeref payını, kurtulmalıksız, babasına geri vermeğe ve Apollon'a yüzlük kurban sunmağa mecbur kaldığı zaman, Ahilleus'tan şeref payını almış, aralarında o ün salmış öfkeli atışma çıkmıştır. Danaos: Argos'u kuran kahraman, Danaos'tan gelişen kavime Danaoi (= Danaoslular) denilir; Argoslular ile bir mânada, idi. Ahaylılar da, Danaoslular gibi, bir kahramandan gelişmiş millet mânasına alınmalıdır. Bk. Ahaia. Dardania: (1) Bir Troya ülkesi, 2) Hellespont (= Çanakkale) boğazında küçük Asya (Anadolu) şehri. Dardanos: Zeus oğlu, Dardania'nın kurucusu, Troya'ya Dardanos şehri ismi verilirdi. Dardanos'un oğlu Eriktonios, bunun oğlu Tros, Troya'nın kurucusu diye gösterilmektedir. Çanakkale'ye verilen Dardanel ismi buradan gelir. Diomedes: Tydsoğlu, Argos Hanı, Argos ilinde, Agamemnon yanında, Tyde'nin ve oğlu Diomedes'in de Han (kıral) olduğu görülmektedir. Fakat Agamemnon'un hepsinden büyük Hân (kıral) olduğu açıklanmakta ve üslünde durulmaktadır. 545/555 Eetion: Thebe Hanı, Andromahe'nin babası; Thebe Mysia'nın Plakos dağı eteğinde idi. Bk. Thebe. Ene (Eneias): Afrodite ile Anhis'in oğlu; Troya şefi. Bk. Afrodite. Ene nesepçe Priam'dan ve Hektor'dan üstündü, aralarında post çekişmeleri vardı. Feniks (Foinihs): Amyntor oğlu, Ahilleus'un terbiyesine memur edilmiş ve Ahilleus ile beraber Troya seferine gönderilmişti. Fthia: Grekler memleketinin kuzeyinde Eakoğlu Pele'nin hüküm sürdüğü site; Thessalia (ve Thettalia) ülkesinin başlıca bir parçası veya tamamıydı. Ahalisine Myrmidonlar denilirdi. Troya seferine katılan bütün kavimler gibi Myrmidonlar da Ahaylılardandı. Bk. Ahaia. Glaukos: Hippolohos oğlu, Lykia Hanı. Bk. Lykia. Hades: 1) Ahiret (cehennem ve cennet beraber) tanrısı ve Hanı, 2) Genişletme ile ölülerin konağı, 3) Bunun da genişletilmesiyle ölüm. Kronos'un üç oğlundan biri: Dünyayı paylaşırlarken ölüler âlemi ona düşmüştür. Hefaestos: Zeus ile Here'nin oğlu; ateşe hükmeden tanrı. Doğuştan topal; aksak aksak yürümesi alevi veya şimşeği (yıldırımı) 546/555 andırır. Bir rivayete göre, annesi Here'yi Zeus'un öfkesinden korumak istediğinden kızan babası, ceza olarak, onu gökten aşağı atmış; Lemnos'a veya açık denize düşmüş, Thetis'in yardımıyla kurtulmuş. Olympos'taki tezgâhında Helios'un arabası, Herakles'in altın zırhı, Ahilleus'un kalkanı, Zeus'un asası... dövülmüş, işlenmiştir. Ateşe hâkim bir tanrı olarak Hefaestos insanları ilk medeniyet sanatlarına alıştırmış oluyor. Hefaestos, insanlara canlılık da vermektedir, hattâ insan: ilk kadın Pandura'yı o yaratmıştır. Pandura, Greklerin Havva'sıdır. Hektor: Priam ile Hekübe'nin oğlu, Andromahe'nin kocası. Hekübe: Priam'ın karısı, Hektor'un annesi. Kelene: Zeus ile Leda'nın kızı, Menelas'ın karısı, Priamoğlu Paris (Aleksandros) tarafından kaçırılmıştı. Leda'nın Tyndar'ın karısı iken Zeus'la birleşmiş olduğuna inanılıyordu. Herakles: Zeus ile Alkmene'nin oğlu. Tlepolem'in babası. Here'yi ve Hades'i yaralamıştır. Here: Kronos'un ve Rhea'nın kızı, Zeus'un kızkardeşi ve karısıdır. Zeus'un tanrısal vasıflarından birkaçı Here'de vardır: 547/555 Fırtınalar kopartabilir, bereketli yağmurlar yağdırır, gökte saçılmış duran yıldızlara hükmü geçer. Here'nin Zeus'la birleşmesi tabiat kanunlarının âhenklenmesine bir semboldür. Sıcak güneşle yağmurların beraberce ve aynı zamanda yere geçmesiyle topraklar feyiz bulur, yemiş verir. Kopardıkları fırtınalar da unsurlar arasındaki savaşın timsalidir Here, Zeus gibi, moral vasıfların da sahibidir. Zeus kudreti, adaleti, iyiliği sembolleştirdiği gibi, Here de aile hayatının ismetli ve sadakatli baş kadınıdır Tanrılar tanrısının otoritesine uyarak bütün Olympos'un saygısını kazanmaktadır. Tanrılar, onu Here Sultan olarak selâmlıyorlar. Kimi zaman biraz azametli bir Sultan gibi davranırsa da Greklerin Olympos'unda Zeus ulu erkek tanrı, Here de ulu Sultan tanrıçadır. Hermes: Zeus'un ve Atlas kızı Moea'nın oğlu, Olympos'un habercisi. Atlas: En eski mythologya'da göğün direklerini tutan tanrıdır. İnsanlar arasında barışıklık münasebetlerinin tanrısı: Karada ve denizde yolculuğun ve alış veriş'in koruyucusu; tanrıların emirlerini yorumlayıp açıklamak bir vazife olduğuna göre, sözün ve güzel konuş- manın da tanrısıdır; ölüleri Hades'e ulaştırmak için kılavuzluk eder. Delikanlıları korur. Spor yarışlarını gözü ve hükmü altında tutar. Akşam ve sabah fecirleri onun hiç durmayan koşuculuğunun bir neticesi sayılırdı; her akşam Batı'da gözden kaybolduğuna ve her sabah Doğu'da tekrar göründüğüne inanılırdı. Yolların, seyahatin, 548/555 ticaretin koruyucusu olarak kazanç sağlayan, zarardan sakındıran iyiliksever bir tanrı olarak saygı görürdü. İda (İde): Mysia iline (Troya, Bergama, Lapsiki, v.b.) hâkim bir dağ. Zeus bu dağın en yüksek tepelerine çekilir; tahtını kurardı. Bir İda daha Girit'tedir, şimdiki ismi «Psilorit» tir. İdomene (İdomeneus): Deukolion'un oğlu, Giritlilerin Hanı. Deukolion'un babası Minos, Zeus ile Okeanos kızı Europa'nın oğludur. İris: Tanrıların habercisi; tanrılarla insanlar arasında veya kendi aralarındaki münasebetlerde kullanılırdı; Tanrı dölü kahramanların arzularını da tanrılara ulaştırırdı. İris, ayağına çabuk, yel ayaklı, yorulmaz gibi sıfatlarla anılmaktadır, iris ismiyle, Paflagonia'da bir ırmak vardır. Paflagonia'nın başkenti Sinop idi. Karia: Ege denizinde, Küçük Asya (Anadolu) sahilinde bir ülke (Viilet, Halikarnas). Karialılar, Lelege'ler ismi ile anılırdı. Kronos: Zaman tanrısı; Zeus'un, Poseidon'un, Hades'in ve Here'nin babası. Saturne (Zuhal) seyyaresine —hususiyle Roma'da— Kronos (zaman tanrısı) denilirdi. 549/555 Lesbos: Ege denizinde bir ada: Bizim Midilli. Lokrialılar (Lokroi: Lokriens): Lokrialılar ismiyle anılan kavimler ve yerleri birkaç tanedir: 1) Opunt Lokrialıları: Peloponez'in güney batısındaki Elide ülkesinin kıralı Opus (nt) isminden çıkmıştır. 2) Epiknemis Lokrialıları: Peloponez'in güneyinde Knemis dağlarına nispetledir. 3) Üzol Lokrialıları: Korinthos körfezi üzerindedir. 4) Epizefyr Lokrialıları: Güney İtalya'daki zefyrion dağları isminden. Jüada'da Lokrialıların başı Ayas Oileoğludur. Lykia: Küçük Asya (Anadolu)nun bir ülkesi; Karia ile Pamfylia arasında. Karia: Ege denizi sahilinde bir Küçük Asya ülkesi. Pamfylia: Küçük Asya güneyinde bir ülke, Taurus dağları içinden geçer. Bunun yanında Kilikia vardır. Nestor: Neleoğlu, Pylos Hanı; Pylos: Messenia şehri; Nestor'a Messenialı da denilirdi. Troya harbine katılan Ahay Hanlarının en yaşlısı, en uzun konuşanı idi. Odysseus gibi tedbirli bir savaşçı olarak saygı görürdü. 550/555 Pan: Hermes ile Nymfe Dryope'den doğmuş, çobanlığı, sürüleri temsil eder bir tabiat tanrısıdır. Boynuzları ve keçi ayakları vardır. Kavalı icat etmiş; kaval çalarak ve dans ederek dere tepe dolaş- maktan hoşlanırdı. Göründüğü yerlerde insanlar ürküp kaçarmış. Panik, bu korkuyu gösteren bir kelim» olmuştur. Paris (Paris ve Aleksandros): Troya Hanı Priam ile Hekübe'nin ikinci oğlu; Kâhin, Paris'in Troya'ya felâket getireceğini haber vermiş olduğu için, Priam onu İda ormanlarında bir çobanın yanına sürgün göndermişti. Orada çok güzel bir delikanlı olarak büyümüş ve bir Nymfe (peri) ile birleşmiş; davar sürüsünü beklerken güzelliğine hayran üç tanrıça: Here, Athene, Afrodite gözüne görünmüş; aralarında güzellik için tartışmakta olan tanrıçalar hakemliğine başvurmuşlar, o da birini, Afrodite'yi iyma ile tercih ettiği için, Here ile Athene Paris'e ve Troyalılara, Hanlarına ve başlarına düşman olmuşlardır. İlion'da da, iki tanrıçaya, kendisine «ağrılı şehvet» verdiklerini söylemekle hakaret ettiği rivayeti de vardır. Daha sonra, babası affederek Grek memleketine yollamış; Menelas'ın konuğu iken karısı Helene'yi kaçırmış, böylece Troya harbine sebep olmuştur. Patroklos: Menoetios oğlu, Ahilleus'un ün salmış sevgili arkadaşı. Ahilleus'un seyisi olarak Troya savasına katılmış. Bk. Ahilleus. Pele (Peleus): Eakoğlu Pele, deniz tanrıçası Thetis'in kocası, Ahilleus'un babasıdır. Bk. Thetis. 551/555 Poseidon: Suların —denizin, ırmakların, çayların, göllerin— tanrısı; Kronos'un üç oğlundan biri: Dünyayı paylaşırlarken ona sular düşmüştür. (Kronos'un öbür iki oğlu, Zeus ile Hades'tir). Denizlerin dibinde, Aigai ismiyle anılan bir sarayı vardı; bu isim dalgalar (aiges) kelimesine çok yakındır. Çok kuvvetli ve hareketli atlarla çekilen bir arabaya binmiş, elinde trindent (üç dişli), denizler, sular, dalgalar üzerinde dolaşırdı. Fırtınaları tutan, denizciliği koruyan tanrıdır. Yeri taşıyan ve yeri sarsan tanrı olarak düşünülür, anılır ve saygı görür. Priam (Priamos): Troya Hanı (kıralı), Hekübe'nin kocası. Elli oğlu ve birçok kızları vardı; en iyisi, en yiğidi, oğlu Hektor'du. Thebe: Bu isimde üç şehir vardı: 1) Troya ülkesinde Eetion'un hükmü altındaki Thebe, 2) Grekler memleketinde bir Beotia şehri Thebe, bir de 3) .Bir Mısır (Egypte) şehri Thebe. Bir küçük Asya (Anadolu) kuzeydoğu şehri olan Thebe, Mysia'nın Plakos dağı eteğindeydi. Zeus: Kronos ile Rhee'nin oğlu, kızkardeşi Here'nin kocası; göklerin tanrısı; Tanrı olarak düşünülen Gök; Sonu yok ışığın yayıldığı ether içinde tahtını kurmuştur. Yüksek tepelere de iner ve taht kurar sayılırdı, fakat hiçbir zaman yere inmezdi. Gök tanrısı olarak bulutları devşirir, karanlığı gece— yi getirir; fırtınaları koparır, bulut devşiren, fırtına koparan isimleriyle anılır. Yıldırım olarak düşer, şimşek olarak çakar, gök gürültüsü olarak gürler; yağmuru o yağdırır: Ağaçları, yemişleri, çiçekleri, ekinleri besler, bereket yaratır; bütün bu görünüşleriyle tapınılır. Rüzgârları ve burağanları gökten gönderen yine o'dur. İris «gök kuşağı» onun bir eseridir ve tanrılaşmış olarak 552/555 habercisidir. Gücüne kudretine sınır yoktur, bütün tanrılar ve dünyayı bir altın zincire asarak tutabilir. Bütün tanrılardan, hattâ kardeşleri Poseidon ile Hades'ten daha güçlü kudretlidir. Zeus için moira (kader) bütün tabiate hâkim olan kanundur, ki onun aklından çıkmış ve akliyle kapsanmaktadır. Tanrıların ve insanların babası, sahibi, hâkimi tanılırdı. Ölümlülere, insanlara vücut, yürek ve akıl veren; onlara felâketi veya refahı getiren, şanı şerefi bağışlayan veya şerefsizlik içine atan Zeus'tur. Hanlara, krallara ve budunlarına o hâkimdir; adalete aykırı hareket ederlerse, onlara ceza verir. Kanunlarına inanmak en büyük şarttır, bunun için, ona inanç tanrısı «Pistios» denilir. Yemine riayet şarttır, bunun için yemin tanrısı «Orkios» ismini alır; aile ve konukluk hukukuna riayet şarttır; bunun için de konuklar tanrısı «Ksenios» olarak tanılır. Zeus'a tanrılar ve insanlar, Zeus Ata, Zeus Baba diyerek dua ederler. Kurbanlar: Şairlerin maddî bir pay gibi gösterdikleri kurbanlar bir inanç ve sadakat ispatından başka bir şey değildir: Sana, kudretine, kanunlarına inanıyorum; seni hatırımdan çıkarmıyorum; başarıyı senden bekliyorum... bu inanış ve düşünüşle kurbanların sunulması da şarttır. 553/555 NOT Zeus'un babası Kronos, tanrı olarak tapınılan Zaman'dır. Anası Rhee de tanrı olarak inanılan Uranos »Gök» ile Gaca «Yer» in kızıdır; Akış demektir. Kronos ile Rhee'den Zeus, Poseidon, Hades, Here'deıı başka Demeter «tabiatın nema kuvvetlerini temsil eden tanrıça» — Romalılarda Keres—, Hrstia «aile ocağı tanrıçası» —Romalılarda Vesta— dahi doğmuşlardır.