17 Ekim 2015 Cumartesi

ilyada destanı - 3

AHİLLEUS'UN CEVABI — Tanrı soyu Laertosoğlu, çok hünerli Odysseus, size sözü açık açık söylemeliyim, işin nasıl olmasını istediğimi ve nasıl olacağını anlıyasınız da arka arkaya karşıma geçip uzun uzun ötüp durmıyasınız. Yüreğinde başka şey saklıyan ve ağzı ile başka şey söyliyen benim için Hades'in kapıları kadar nefret edilecek adamdır. Söylenmesi bana en doğru görünen şeyi söyliyeceğim. Atreoğlu Agamemnon'un beni hiç bir zaman kandıramıyacağına inanıyorum; öbür Danaosluları da kandıramaz. Ben çok iyi görüyorum: Düşmanla durmadan, canla başla dövüşenin kadri tanınmamaktadır. Bir kenara çekilip aylak aylak duran ile canını hasmı koyup harbeden bir tutulmaktadır. Cesur ile korkak aynı takdiri görür. Bu kadar meşakkatlere katlanmaktan, her gün kavgalarda hayatımla oynamaktan ne kazandım? Bir kuş, ne bulursa, bıkmadan usanmadan, gagasıyla yavrularının ağızlarına getirmeğe nasıl çabalarsa, onun gibi, ben de sayısız geceler uyumadım; gündüzleri, başka insanları vurup talan etmek için, kanlı kavgalarda savaştım. Gemilerimle gidip, ahalisini yendikten sonra, tahrip ettiğim şehirler 202/555 on ikidir. Karada, bereketli Troya ilinde, on bir şehir daha almış bulunuyorum. Her birinden geniş ve çok kıymetli hazineler elde ettim; bu hazineleri Atreoğlu Agamemnon'a getirip verdim. O da, arkada, güzel yapılı gemilerin yanında durur, hazineleri alırdı; azını dağıtır, çoğunu kendine ayırırdı. Başlara, Hanlara da şeref payları verirdi. Bunların şeref payları ellerindedir; yalnız benden, bütün Ahaylılar arasında yalnız benim şeref payımı aldı. Sevgili karımı gaspetti! Pekiy, yanında yatsın, istediği gibi ondan şad olsun! Fakat Argoslular niçin Troyalılarla dövüşsünler? Atreoğlu niçin bir ordu toplayıp buraya getirdi? Güzel saçlı Helene için değil mi? Ölümlü insanların yalnız Atreoğulları mı karılarını severler? Gönül ve duygu sahibi her insan kendi karısını sever ve korur. O kızı da ben, ganimet olarak alınmış bir halayık idiyse de, bütün gönlümle severdim. Onu benden koparıp aldı; bana böyle bir oyun oynadı. Şimdi, kendisini bu derece iyi bilen bir adamı imrendirmeğe kalkmasın; onu dinlemiyeceğim. Gemileri, her şeyi yiyen ateşten kurtarmak için, sizden, Odysseus, ve başka Hanlardan faydalanmağı düşünsün. Bensiz de çok iş yapabilmiştir: Bir hisar yaptırmış, boylu boyunca, büyük ve geniş bir hendekte kazdırmıştır, kazıklar bile çaktırmıştır! Böyle iken, çanlar yakan Hektor'un hamasetini kıracak bir yol bulamıyor. Ben Ahaylılarla birlikte, kavgaya girerken, Hektor, kendi surlarının dışına çıkamıyordu. Skees kapılarına ve meşe ağacına kadar bile gidemiyordu. Bir gün beni orada beklemişti. Yalnızdım, böyle iken saldırışımdan büyük bir güçlükle sıvışabilmişti. Ben de, bundan sonra, tanrısal Hektor ile dövüşmek istemiyorum. Yarın, önce Zeus ve bütün tanrılara kurban sunulacak, sonra gemilerim denize yüklenecek ve — gözlerinle görmeği istiyorsan— gemilerimin balıklı Hellespont üzerinde nasıl sefer ettiklerini görebileceksin; içlerinde de hararetle kürek çeken insanlar bulunacak ve eğer ünlü Yerisarsan bize uygun rüzgâr bağışlarsa, üç gün sonra bereketli Fthia'da olacağım. Orada epey mallar bırakmıştım, felâketim için buraya gelirken. Onlara, buradan — kaderin yardımıyla— götürebileceğim altını, kırmızı tuncu, güzel kemerli halayıkları ve boz rengi demiri katacağım. Şeref payımdan söz açmıyorum. Onu bana veren 203/555 tahkir için, gene elimden aldı: Atreoğlu Agamemnon Han! Ona, söylediklerimi tekrarlamanı emrediyorum; başka bir Danaosluya böyle bir oyun oynamak isterse, belki şimdi ona da kafa tutanlar olur. Daima sıkılmaz bir adamdır, fakat ne kadar utanmaz olsa da, yüzüme bakmağa cesaret edemez. Ben ona ne sözlerimle ne kollarımla, asla yardım etmiyeceğim. Beni çok aldattı, çok tahkir etti, sözlerle bana bir daha oyun oynıyamıyacak. Yaptıkları yeter! Bundan sonra ne hali varsa görsün! Akıllı tedbirli Zeus onun aklını çelmiş... Hediyeleri beni iğrendiriyor. Onu ben bir saman çöpü kadar bile saymıyorum. Bu saatteki bütün malların ve bundan sonra edineceği malların on katını, yirmi katını bağışlasa; Orhomenosa akan bütün servetleri, veya —her kapısından iki yüz savaşçı, atları ve arabaları ile, geçebilen ve her evinde hazineler bulunan— Mısır'daki Thebes şehrinin servetlerini bağışlasa; kum veya toz taneleri sayısınca bana mal bağışlasa... Agamemnon, ruhunu inciten harareti tamamiyle ödemeden, gönlümü kandıramayacak. Atreoğlunun kızına gelince, hayır, hayır, onunla evlenmiyeceğim. Başka birini, benden daha büyük Han olacak başka bir Ahaylı bulsun kendisine damat yapsın. Ben tanrılar korur da memlekete dönersem Peleus bana uygun bir kız bulur. Hellada ile Fthia'da, şehirlerini savunabilir Hanlar ve onların kızları eksik değildir; onlardan istediğimi alır, evlenebilirim. Ulu gönlümle, çok defa, memleketten sırama uygun bir kızı, görenek üzere isteyip onunla evlenmek; ondan sonra rahat bir hayat içinde, ihtiyar Peleus'un biriktirdiği hazineler ortasında yaşamak arzusunu duymuşumdur. Benim için hayat kadar kıymetli hiçbir şey yoktur. Anam, gümüş ayaklı tanrıça Thetis, çok defa söylemiştir, beni iki kader her şeye son veren ölüme doğru götürmektedir. Eğer burada Troya şehri çevresinde kalır, dövüşmekte devam edersem benim için sılaya dönüş imkânsız olacak; buna karşılık beni mahvolmaz bir şan bekliyecek. Eğer vatan toprağına dönersem yüksek şan ve şereften uzak kalacağını; buna karşılık ise, bana çok uzun bir hayat mukadder olacak, her şeye son veren ölüm uzun zaman bana erişmiyecek. Ben şimdi herkese, gemilerine binip ocaklarına doğru sefere çıkmalarını öğütlemek istiyorum; saat 204/555 geçmiştir, yüksek İlionun sonunu göremiyeceksiniz. Gürler sesli Zeus ona kolunu uzatmıştır, cenkçilerinin gönlüne güven gelmiştir. Siz şimdi gidin, Ahaylıların başlarına mesajımı götürün: Bu da ihtiyarların imtiyazıdır. Ahay donanmasını ve ordusunu kurtarmak için daha elverişli bir plânı gönülleriyle tasarlayabilirler. Öfke beni onlardan uzak tuttuğu için son plânları yürüyememiştir. Fenisk burada kalıp yanımızda yatabilir; böylece yarın benimle gemilere binerek vatana dönebilir; tabii gönlü böyle istiyorsa. Zorla götürmek niyetinde değilim FENİKSİN NUTKU Öyle dedi; söylediklerinden, hepsi, heyecanlanmış, susuyor, ses çıkarmıyorlardı. Büyük bir şiddetle teklifi reddetmişti, ihtiyar araba sürücüsü Feniks, hıçkırarak konuşmağa başladı: Ahay donanması için o derece çok korkuyordu. — Eğer gerçekten, ünlü Ahilleus, dönüşü kafana koymuşsan; eğer ne olursa olsun, bizim güzel yapılı gemileri ateşten kurtarmamağa karar vermişsen, ruhun bu derece öfkelenmişse, ben burada sensiz, yalnız, nasıl kalabilirim, sevgili çocuğum? Beni ihtiyar araba sürücüsü Peleus, senin için göndermişti, Fthia'dan seni Agamemnon'un yanına yollarken. O zaman ancak bir çocuktun, henüz ne kimseyi esirgemeyen kavgadan, ne de insanların erdemlerini belirtmeğe yarıyan Derneklerden hiç bir şey bilmiyordun. Beni bütün işleri sana öğretmek için göndermişti: Sen güzel konuşmasını bilmeliydin, büyük işler de başarmalıydın. Böyle olunca, ben sensiz burada kalmağa razı olamam, 205/555 sevgili çocuğum. Tanrı, beni ihtiyarlıktan sıyırıp vaktiyle, ilk defa olarak, kadınları güzel Hellada'dan çıktığını günlerdeki parlak gençliğime geri çevireceğini va'detse dahi senden ayrılamam. O sırada babam Ormenoğlu Amyntot'la aram açıldığı için kaçıyordum: Babamın halayıktan bir gözdesi vardı; gördüğü ihmalden kıskançlık duyan anam, dizlerime kapanarak, babamdan önce o kızla yatmam için yalvarıyordu: Kızı ihtiyardan soğutmak için. Anamın istediğini yaptım, fakat çok geçmeden farkına varan ihtiyar, bana beddua etmeğe, lanet okumağa, canlar yakan Erinysleri üstüme musallat etmeğe başladı. Beddualarına karıştırmadığı ne Hades kalıyordu ne vahşi Persefonia, ne de yerin altındaki Zeus. Kucağına alacak benden doğmuş bir çocuğun olmasını asla istemiyordu; tanrılar da dileğini yerine getirmişlerdir. Artık kararımı vermiştim, bu derece darılmış bir babanın konağında oturup ne yapacaktım! Hısımlar, kuzenler, yeğenler beni konakta tutmak için yalvarıyorlardı; koca koca koyunlar, paytak yürüyüşlü boynuzlu öküzler, yağları taşacak derecede semiz domuzlar boğazlıyorlardı; bunlar Hefestaeosun ateşi ortasında uzatılıp kızartılıyor, ihtiyarın mahzeninden şaraplar alınıp içiliyordu. Dokuz gece boyunca beni ortalarında tutup, nöbetleşe uyumak üzere, beklediler. Biri kapısı kapalı avlunun sahanlığında, öbürü dairenin divanhanesinde olmak üzere ateşler yanıyor, hiç söndürülmüyordu. Fakat onun en karanlık gece içinde, dairenin kapısını kırdım, avlunun duvarından atlayarak kaçtım. Hellada içinde dolaşarak koyun yatağı, bereketli Fthia'ya, Peleus Hanın yanına geldim. Beni iyilikle karşıladı; bir babanın sayısız mallarının tek mirasçısı olarak itinalarla büyüttüğü oğlu gibi sevmeğe başladı. Büyük bir halkı hükmünün altına vererek beni zengin etti. Fthianın bir ucunda Dolopların Hanı olarak oturdum. Orada seni, tanrılar benzeri Ahilleus, bütün gönlümce severek büyüttüm, bu hale eriştirdim. Sen de benden başka kimsenin arkadaşlığını, 206/555 gerek bir ziyafete gitmek gerek evde yemeğini yemek için istemezdin: Seni önce dizlerime oturtur, etini keser, ağzına verir, şarabını dudaklarına götürürdüm. Kaç defa, şarabı tükürerek kaftanımın eteğini ıslatmıştın! Tanrıların benden bir çocuğun doğmasına yol vermiyeceklerini düşünerek senin her nazına katlanırdım! Sen, tanrılar benzeri Ahilleus, sen o doğmıyacak olan çocuğun yerini doldurarak beni eski lanetlemeden kurtarıyordun. Haydi, Ahilleus, ulu gönlüne hükmünü geçir! Merhametsiz yürek sana yakışmaz, tanrılar bile merhamete gelir. Tanrılar erdemce, şan ve şerefçe, kuvvetçe senden üstün değil midir? Böyle iken, bir hataya düşen, bir kabahat işliyen insanlar, yumuşak dualarla saçılarla, kurbanlarının dumanıyla türlü sungularla yalvararak onları merhamete getirirler. Zeus'un kızları Dualar: ayakları topal, yüzleri buruşuk, iki gözden şaşı tanrıçalardır, sıkı sıkı Hata'nın izinden giderler. Hata'nın vücudu dinçtir, ayakları sağlamdır; Duaları arkada bırakır, en önde dünyayı dolaşır, insanlara fenalık yapar. Arkadan yetişen Dualar Hatanın yaptığı fenalığı onarmağa çalışırlar. Bu Zeus kızları Dualar, kendilerine saygı gösterenlere, dileklerini dinleyerek büyük yardımda bulunurlar. Onları açık açık dinlemekten uzak duranlar olursa, o zaman Dualar da Kronosoğlu Zeus'a giderler, o dinlemiyenlerin ayaklarına Hata'yı bağlamasını dilerler: fenalığının cezası olarak acılar, kederler çeksin diye. Haydi, Ahilleus, sen de Kronosoğlu Zeus'un kızlarına lâyık oldukları saygıyı göster. Eğer Atreoğlu sana hediyeler getirmeseydi, daha sonra için başkalarını bağlamasaydı, eğer eski hatasında direnseydi, öfkeni bir tarafa atıp Argosluların —acıları, kederleri ne olursa olsun yardımlarına koşmanı tavsiye edecek ben olamazdım. Fakat o, bugünden çok veriyor, daha sonra için fazlalarını va'dediyor; sana yalvarmak için Ahay ordusunun en cesur —ve senin gönlüne en sevgili— savaşçılarmı seçerek gönderiyor; sözlerini, ricalarını boşa çıkarma. Bugüne kadar öfkeni saklamış olduğun için seni kimse kınayamaz. Eski kahramanların hâtırasından da bunları öğreniyoruz: Onlardan da biri bir dargınlığa kapılabilirdi, fakat hediyelerle, yalvarıcı sözlerle gönlü hoş edilirdi. Eski, çok eski bir hikâye daha hatırlıyorum ki, onu hepinize anlatmak istiyorum, dostlarım 207/555 Kuretlerle Etolienler, Kalydon şehrinin etrafında kavgaya tutuşmuşlar, boyuna birbirlerini kırıyorlardı: Etolienler güzel şehri müdafaa ediyorlar, Kuretler ise onu almak istiyorlardı; ikisi de çılgın bir kavgacılığa tutulmuştu. Tahtı altından Artemis, vaktiyle bağlarının taze mahsulünden kendisine bir şey sunmadığı için, Orne'ye darılmış, büyük bir belâyı zincirinden salıvermişti. Öbür tanrılara yüzlük kurbanlar kesmiş iken yalnız Zeus kızı Artemis'e hiçbir şey sunmamışti: Unuttuğundan veya hiç aklına gelmediğinden; herhalde büyük bir hata işlemiş bulunuyordu. Öfkelenen Zeus kızı Ok atıcı, bir yaban domuzu, beyaz dişli bir canavar salıvermişti; korkunç hayvan Orne'nin bağları içinde büyük hasarlar yaratıyordu: Birçok yüksek ağaçları, yetişmiş yemişleriyle, köklerinden sökerek yere sermişti. Canavarı Orne'nin oğlu Meleagros öldürdü. Bu işi başarmak için birkaç şehrin avcılarını, köpeklerini çağırmıştı. O derece büyük olan canavarın hakkından az sayıda avcılar gelemezdi: Hayvan ölmeden birkaç kişinin cesedini cenaze yakan ateş öbeklerine yollamıştı. Tanrıçanın parmağı ile, hayvanın soykası etrafında büyük kavga koptu, uğultulu sesler yükseldi: Canavarın başını ve kıllı postunu kimler alacaktı: Kuretler mi, yoksa ulu gönüllü Etolienler mi? Meleagros kavgaya katıldığı müddetçe Kuretler için iş fena gidiyordu: Sayıca çok idiyseler de hisarları dışında tutunamıyorlardı. Fakat bir gün Meleagrosun yüreğine öfke, en makûl kişilerin bile yüreklerini şişiren öfke girdi. Yüreği anası Athena'ya daralmıştı; karısı güzel Kleopatra'nın yanında uzanmış, zalim bir dargınlık içinde, ruhu üzülüyordu. Kavgada kardeşleri ölen anası büyük bir keder içinde kalmış, durmadan tanrılara beddualar yağdırıyor: Bir yandan da, tülü göz yaşlarıyla ıslanmış olarak boylu boyunca yere uzanmış durmadan bereketli toprağa elleriyle vuruyordu; durmadan Hades'i vahşi Persefollia'yi çağırıyor oğlunu ölüme eriştirmelerini diliyordu. O sırada kapıların etrafında takırdılar, patırdılar yükseldi: Eteolienlerin 208/555 duvarları oklarla, mızraklarla delik deşik olmuştu. Eteolianın ihtiyarları, Meleagrosa, tanrı duacılarını göndererek kavgaya katılması, müdafaayı eline alması için yalvarıyorlardı! Ona büyük bir zeamet arazisi de vâ'dediyorlardi: Güzel Klydon sitesinin en bereketli toprağından elli arpent: yarısı bağlık, yarısı buğday tarlası olarak. İhtiyar araba sürücüsü Orne'de, merdivenleri tırmanarak oğlunun yanına geliyor, kavgaya katılması için yalvarıyordu. İş fenalaştıkça, en sevgili arkadaşları, kızkardeşleri hatta hanım valideleri yalvarmağa geliyorlardı. Hiçbir yalvarışı kabul etmiyor, hepsine «hayır» diyordu; göğsünde yüreği bir türlü kanmak bilmiyordu. Bir an geldi ki kendi evi tehlikede: Kuretler hisarlara ayak basmışlar, geniş şehri ateşe vermişlerdi. Bu sefer karısının kendisi, güzel kemerli karısı, hıçkırarak Meleagrosa yalvarıyordu! Ona uzun uzadıya şehirleri alınan ölümlü insanları bekliyen acıları, kederleri hatırlattı: erkekler öldürülüyor, şehir yakılıyor, yabancılar çocukları, kadınları alıp götürüyorlar... İşte kahramanın yüreği bu facialarla heyecalandı! Kalktı, kıvılcım saçan silâhlarını taktı, kavgaya karışarak Etolialılardan felâket gününü uzaklaştırdı. Bu sefer kahraman kendi yüreğinin heyecanına uyarak öfkesinden vazgeçmişti. Bu sefer ona çok ve değerli hediyeler va'dedilmemiş, o da bir karşılık aramamış ve almamıştır fakat onlardan felâketi uzaklaştırmıştı! Hey çok sevgili çocuğum, bir tanrı seni yanlış yola saptırmasın. Gemileri, ateşe verildikten sonra, kurtarmağa koşmak senin gücüne gitmez mi? Ahaylıların seni bir tanrı gibi saydıklarını istiyorsan, şimdiden, teklif edilen hediyeler için, yürü! Eğer teklifleri reddettikten sonra, canlar yakan kavgaya girersen bizden felâketi uzaklaştırsan dahi aynı övgü ve saygıyı göremiyeceksin. SON KARIŞIKLIKLAR 209/555 Ayağına çabuk Ahilleus cevap olarak şöyle dedi. — Zeus dölü Feniks benim iyi ihtiyar atam, o türlü şeref ihtiyacını yoktur: Zeus'un kaderinden gelecek şereften başkasını düşündüğüm yoktur; ve bu kadar kocakarınlı gemilerimizin yanında bana sadık kalacaktır: Göğsümde bir nefes kaldıkça ve baldırlarım yürüyebildikçe. Fakat sana söyliyecek bir şeyim daha var, iyice kafana sok: Kahraman Atreoğluna yaranmak için karşımda inliyerek, hıçkırarak yüreğimi karıştırma. Seni bu kadar sevdikten sonra senden nefret etmemi istemiyorsan onu sevmemelisin. Senin vazifen benim yanıma gelip bana fenalık edene fenalık etmektir. Şuradakiler gidip söylediklerimi götürürler; sen burada kal, yumuşak bir yatağa yatacaksın, ve tan ağarır ağarmaz görürüz, memlekete hareket edecek miyiz, kalacak mıyız? Böyle dedi ve kelime söylemeden, bir kaş işaretiyle Patroklos'a ihtiyara kaba bir yatak sermesi için emir verdi. Böylece öbürlerine, barakayı çabuk terketmeleri gerektiğini anlatmış oluyordu. Fakat işte bu sırada, tanrılar benzeri Ayas Telamonoğlu söz alıp şöyle dedi: — Tanrısal Laertesoğlu, çok hünerli Odysseus, gidelim. İşin sonucu bu yolculukta alınamıyacağını görüyoruz; çarçabuk gidip hiç elverişli olmasa da, dinlediklerimizi, şu saatte Meclis halinde cevap bekliyen Danaoslulara yetiştirmeliyiz. Ahilleus göğsünün içinde çok büyük bir vahşi yürek tutuyor. Zalim! kendisinin, bütün başkalarından üstün şerefle saygı görmesine ordu içinde hizmet etmiş iyi arkadaşlarının dostluğuna hiç alâka göstermiyor. Merhametsiz adam! 210/555 Kardeş katili bir kimseden hatta insanın çocuğunu öldürenden— diyet kabul olunmaktadır; bu suretle bol para ödeyen demos içinde kalabiliyor, tazminatı alan da ulu gönlünü göğsümde basıyor. Senin yüreğine ise tanrılar bitmek bilmez, fena bir öfke koymuşlar; bir kız, tek bir kız için! Bugün ise biz sana, en mükemmellerinden, yedi kız ve onların üstüne daha bir çok şeyler teklif ediyoruz. Yüreğini biraz yumuşat, yurduna saygı göster. Çatının altında bulunuyor ve bütün Danaoslular adına yalvarıyoruz; bütün Ahaylılar arasından senin için en yakın ve en sadık dostlar kalmasını diliyoruz. Buna karşı ayağına çabuk Ahilleus şöyle dedi: — Zeus dölü, Ayas Telamon oğlu, budunlar Hanı! söylediklerini gönlünce söyledin. Fakat ben o bildiğin şeyleri, Atreoğlunun o küstah tavrı takınıp beni, Danaosluların önünde, değersiz bir adam yerine koymasını hatırladıkça yüreğim kabarıyor. Şimdi siz gidin, şu mesajımı (sözlerimi) onlara götürün: Cesur Priam'ın oğlu tanrısal Hektor Myrmidonların barakalarına ve gemilerine gelmedikçe, Argosluları kırıp donanmalarını ateşe vermedikçe kanlı kavgaya girişmeyi düşünmüyorum. Benim barakamın, benim hara teknemin yanında, Hektorun —ne kadar azgın da olsa— dövüşmekten kaçınmak zorunda kalacağını sanıyorum. Böyle dedi; onlar da, ayrı ayrı, iki kulplu sağrağı alıp saçı kıldıktan sonra, gemiler boyunca yürüdüler. Odysseus başta gidiyordu. O sırada Patroklos arkadaşlarına ve halayıklara, çabuk Feniks için kaba bir yatak hazırlamalarını emretti. Halayıklar itaat ederek emredildiği gibi yatağı, postlar, örtüler ince keten çarşaflar sererek hazırladılar, ihtiyar, tanrısal şafak vaktini beklemek üzere yattı. Ahilleus sağlam barakasının en kuytu yerinde yattı; yanına da Lesbos'tan 211/555 getirmiş olduğu bir kadın Probos kızı güzel Diomede uzanmıştı. Patroklos gidip barakanın öbür ucunda yattı; onun da yanına, Ahilleus'un vermiş olduğu bir kadın, kemeri güzel İfia uzandı: Bu kadın yüksek Skyros, müstahkem Enyeus şehri feshedildiği zaman alınmıştı. ELÇİLERİN DÖNÜŞÜ Ötekiler, Atreoğlunun barakasına gelince, her yandan Ahay oğullarının altın sağraklarla kendilerini karşıladıklarını ve üst üste sualler sorduklarını gördüler. En ilki budunlar Hanı Atreoğlu Agamemnon sordu: — Haydi, söyle, ünlü Odysseus: Gemilerden her şeyi yiyen ateşi uzaklaştırmağa razı oluyor mu? Yoksa ulu gönlünden öfke henüz çıkmadığı için, teklifi red mi ediyor? Bunun üzerine, cefa kahramanı tanrısal Odysseus cevap verdi: — Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon, öfkesini söndürmek istemiyor, tersine, azgınlığı artıyor, seni de hediyelerini de itip tepiyor. Seni Argoslular arasında, kendini düşünüp Ahaylıların ordusunu ve donanmasını kurtarmak için bir yol bulmağa davet 212/555 ediyor. Kendisi, dediğine inanılırsa, tan ağarır ağarmaz, güzel yapılı gemilerini denize indirecek, bugün için herkese de gemilere binip yurtlarına dönmeyi öğütlüyor: Vakit geçmiştir, diyor, artık yüksek İlion'un sonunu göremeyeceksiniz. Gürler sesli Zeus ona kolunu uzatmıştır, savaşçılarının gönlüne güven gelmiştir. İşte söylediği budur, benimle beraber olanlar, tanrısal Ayas ile iki çavuş da bu sözleri tekrarlıyabilirler. İhtiyar Feniks orada yatmağa kaldı: Ahilleus onu yarın kendisiyle beraber, gemiye binmeğe davet etti: Kendi isterse; yoksa onu zorla götürmek niyetinde değildir. Böyle dedi; hepsi sustu, ağızlarından ses çıkmadı. Söylediklerinden o derece heyecanlanmışlardı. Uzun zaman, Ahay oğulları böyle dilsiz, gamlı, kederli kaldılar. Nihayet narası gür Diomedes söz alıp konuştu: — Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon, kusursuz Peleoğluna böyle yalvarmamalı ve bunca hediyeler teklif etmemeliydin. Bu yapılmasaydı da, çok mağrur bir adamın gururunu tekliflerinle kat kat arttırdın. Bırakalım onu kendi keyfine: İsterse gitsin, istemezse kalsın. O, kavgaya dönecekse ancak göğsünde yüreği onu çağırırsa ve bir tanrı dürterse dönecektir. Haydin, hepimiz benim düşündüğüm gibi yapalım: Şu saatte yatıp uyuyalım. Gönülleri şad edecek ekmek ve şarap da vardır; iç ateşin, cesurluğun kaynağı budur. Fakat gül parmaklı güzel Şafak görünür görünmez, tezlikle yayaları ve arabaları gemilerin yanına gönder, onları kavgaya, atışmağa cesaretlendir; kendin de en ön safta savaşa giriş. 213/555 Böyle dedi; hepsi atkısrak terbiyecisi Diomedes'in söylediklerini beğendiler. Bunun üzerine, saçılar da kılındıktan sonra, herkes barakasına gitti ve uzanarak uykunun yemişlerini devşirdi. 214/555 ŞAN : X AHAY HANLARININ UYANIP DERNEK KURMASI Bütün Ahay ordusunun başları gece boyunca uzanarak hafif bir uykuya dalmışlardı. Yalnız budunlar çobanı Atreoğlu Agamemnon'un gözüne tatlı uyku girmemişti: Aklı ile birçok şeyler tasarlıyordu. Güzel saçlı Here'nin kocası, tarlaların kırağı ile örüldüğü aylarda, nasıl şimşekler çakıp anlatılmaz bollukta sağanaktı yağmurlar ya dolu, ya kar yağdırırsa veya çok acıklı, kocaman ağızlı kavgayı yaratırsa onun gibi, Agamemnon'un göğsünü sıkıştıran hıçkırıklar yüreğinden kopuyor bütün ruhu ürperiyordu. Gözlerini Troya ovasına çevirdiği zaman, İlion'un önünde sayısız ateşlerin alevler saçarak yandığını görür, flüt ve kaval seslerinin insan naralarına karışarak yükseldiğini işitir, içi burkulurdu. Ondan sonra, gözlerini Ahay ordusuna ve donanmasına çevirince saçlarını çekip avuç avuç yoluyor yukarıdaki Zeus'a sunuyor, ulu gönlü inim inim inliyordu. Nihayet en elverişli olarak aklınca karar verdi: En önce Neleoğlu Nestor'u bulup, onunla başbaşa, Danaosluları kurtaracak bir plân tasarlamak yolunu arıyacaktı. Kalktı, bir entari giyerek böğürlerini örttü, pırıl pırıl ayaklarına güzel sandallar bağladı; ondan sonra, bir kızıl arslanın soykasına, ayaklarına kadar giden postuna büründü; mızrağını eline aldı. Menelas da buna benzer bir iç ürperişi içindeydi; onun da göz kapaklarına uyku basmamıştı: Kendisi için Troyaya gelen ve can yakan kavgaya cesaretle atılan Argosluların ne olacağı kaygısı onu kederlendiriyordu! Geniş sırtını bir benekli panter derisi ile örttü; sonra tunçtan bir tulga alıp başına koydu; nihayet kuvvetli eline bir mızrak alarak, bütün Argosluların en büyük Hanı olan kardeşini uyandırmağa gitti: Halk içinde kendisine bir tanrı gibi saygı gösteriliyordu. Onu, gemisinin pupasında, silâhlarını takınırken buldu; gelişiyle de onu sevindirdi, ilkin narası gür Menelas söz alıp şöyle dedi; — Niçin böyle silâhlanıyorsun, ağabeyciğim? Arkadaşlardan birini Troyalıları gözetlemeğe göndermek niyetinde misin? Birinin, yalnız başına, kutsal gecenin içinde, gözcü olarak, düşmanlar arasına gitmek işini üstüne almak istemeyeceğinden korkuyorum! Böyle bir iş için yüreği çok cesaretli biri olmalı. Agamemnon Han cevap olarak şöyle dedi: — Benim ve, Zeus dölü Menelas, senin için, Argosluları ve gemilerini koruyacak ve kurtaracak bir tedbir bulmağa ihtiyaç vardır, çünkü Zeus'un bizden gönlünü çevirdiği ve Hektor'un kurbanlarından daha çok hoşlandığı apaçık görülüyor. Hiçbir zaman görmedim ve görenden işitmedim: Bir adam başka insanlara, bir gün içinde, Zeus'un sevgilisi Hektor'un Ahay oğullarına verdiği kaygıların benzerlerini çektirebilmiş olsun: Şu Hektor ki ne bir tanrı, ne bir tanrıça oğludur; böyle iken Ahaylılara öyle çok ve ağır fenalıklar yapmıştır ki, Argoslular ruhlarını onların dehşetinden uzun, çok uzun bir zaman kurtaramıyacaklardır. Şimdi, hemen, buraya Ayas'ı ve İdomene'yi çağır; haydi, çabuk git, gemiler boyunca koşarak. Ben de kendim gidip tanrısal Nestor'u bulacağım ve kuvvetli bekçiler birliğimize öğütlerini vermeğe gitmesini rica edeceğim. Herkesten çok onu dinliyeceklerdir, 216/555 çünkü bu adamlara oğlu ile İdomene'nin seyisi Merion kumanda etmektedir: Bizim de onlardan daha çok güvendiğimiz başka kimse yoktur. Narası gür Menelas cevap verdi: — Verdiğin emri nasıl yerine getireyim: orada, onların yanında kalıp senin gelmeni mi bekliyeyim, yoksa emrini onlara söyledikten sonra yine koşarak senin yanına mı geleyim? Buna budunlar Hanı Agamemnon cevap verdi: — Orada kal; birbirimizi ararken, karanlık gecede, yolumuzu şaşırmıyalım. Geçeceğin yerlerde sesini yükselt ve herkesi uyanık bulunmağa davet et. Herkese ismiyle ve babasının adıyla hitabet; soylarını boylarını anarak saygı göster. Alçak gönüllü ol. Bunlara katlanmak bize düşer, çünkü doğuşumuzdan beri bu ağır işleri omuzlarımıza, şüphesiz Zeus yüklemiştir. Böyle diyerek kardeşini gereken emirlerle yola çıkardı. Kendi de budunlar çobanı Nestor'u aramağa gitti. Onu barakasının ve siyah gemisinin yanında yumuşak yatağına uzanmış buldu. Yerde, yakınında, kıvılcım saçan silâhları: kalkanı, iki kargısı, parlak tulgası 217/555 duruyordu. Gene yanında, yerde, kıvılcımlı kemeri de vardı: yaşına bakmıyarak, ihtiyar, adamlarını kavgaya götürmek için silâhlandığı günlerde bu kemeri de kuşanırdı. Dirseğine dayanarak doğruldu, başını kaldırdı ve gelene dönerek şöyle sordu: — Böyle, yalnız, gemiler arasından, ordunun içinden, bütün öbür ölümlüler uyurken, karanlık gece ortasından gelen kimdir? Bir katır mı, ya arkadaşlarından birini mi arıyorsun? Sesini çıkar, ağzın kapalı, yanaşma bana; ne ihtiyacın var? Budunlar Hanı Agamemnon cevap verdi: — Hey Neleoğlu Nestor, Ahaylıların büyük şerefi! Atreoğlu Agamemnon; Zeus'un, hiçbir zaman nefes aldıkça ve dizleri tuttukça, içinden kurtulamıyacağı belâlara attığı adamı tanıyacaksın. Benim böyle dolaşmam tatlı uykumun gözlerime basmadığından, Ahaylıların büyük kaygısını, kavgayı düşünmekten başka bir şey yapamadığımdandır. Danaoslular için müthiş korkuyorum; ruhum, dinlenemiyor, şaşkınlık içindeyim, yüreğim göğsümden dışarı fırlıyacak gibi; vücudumun bütün üyeleri ürperiyor. Seni de uyku tutmuyor bir şey yapmak istiyorsan, haydi bekçiler takımına kadar gidelim: Yorgunluktan ve uykusuzluktan bitkin, bekçiliklerini unutup uyuyakalmasınlar. Düş- man ordusu Çok yakınımızda; hiç bilinmez, belki de gece ortasında kavgaya girişmek arzusuna kapılabilirler. İhtiyar araba sürücüsü Nestor cevap verdi: 218/555 — Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon! Hektor'un, emin ol, şimdi evinde bütün tasarlayıp umduklarını çok tedbirli Zeus gerçekleştirmiyecektir. Ben öyle sanıyorum ki onun da çekeceği çok sıkıntılar, kaygılar olacaktır. Eğer Ahilleus bir gün o acılar kaynağı hıncı sevgili yüreğinden atabilecek olursa. Seninle beraber gelmeğe hazırım. Fakat başkalarını da uyandıralım: Ünlü savaşçı Tydeoğlu'nu, Odysseus'u çabuk yürüyen Ayas'ı ve Fyle'nin çok ateşli oğlunu. Biri bunları çağırmağa giderse, tanrı benzeri Ayas'a ve İdomene Hana da uğrıyamaz mı? Onların gemileri bizimkilerden çok uzaktır. Menelas'ı sever ve çok sayarım ama, gücüne gitmesin, ona çıkışmak isterim: rahat rahat uyuyup bütün güçleri sana bırakmasını beğenmediğimi saklıyamam, şu saatte, birer birer, kahramanları dolaşıp yalvarmak, alâkalarını canlandırmak ona düşerdi. Başımıza gelenler kolay atlatılacak gibi değil. Ona budunlar Hanı Agamemnon cevap verdi: — İhtiyar, çok defa, kendin onu vazifeye davet etmeni senden rica etmiştim. Çok defa gevşeklik gösterir, işten kaçar. Fakat korkuya veya şaşkınlığa kapıldığından değil, uzun uzun bana bakıp dürtmemi beklediğinden öyle yapıyor. Fakat bu sefer tersine: benden çok daha önce kalkıp yanıma gelen odur; ben de onu tam senin düşündüklerini çağırmağa gönderdim. Gidelim, onlara kapıların ilerisinde bekçilerimizin yanında rastgeleceğiz. Toplanma yeri olarak hepsine orayı gösterdim. İhtiyar araba sürücüsü Nestor ona cevap verdi: 219/555 — Böyle olunca, Argoslulardan kimse onun dolaşıp kahramanları çağırmasına veya bir emir tebliğ etmesine gücenmiyecek, itirazda bulunmıyacak. Böyle dedi ve göğsünün etrafına bir entari geçirdi; pırıl pırıl ayaklarına güzel sandallar bağladı; boynuna geniş bir ergovan harmanı kopçaladı; ondan sonra temreni sivri güçlü tunç mızrağını alarak tunç cebeli Ahaylıların gemilerini dolaşmağa gitti. En önce düşünmeğe tanrı eşi Odysseus'u uykusundan kaldırdı; ihtiyar araba sürücüsü Nestor ona seslendi ve sesi hemen yüreğine işledi. Barakasından çıkarak şöyle dedi: — Niçin böyle yalnız, gecenin kalbinde, gemileri dolaşıyorsunuz? Yoksa çok büyük bir ihtiyaç mı sizi zorluyor? Bunun üzerine ihtiyar araba sürücüsü cevap verdi: — Zeus dölü, çok hünerli Odysseus! Darılma, Ahaylıların can- ını yakan fenalık çok büyüktür. Gel, benimle beraber; bir başkasını da uyandıralım; hepimiz, basbaşa verip birbirimizle danışalım: kaçmalı mıyız, yoksa sebat edip dövüşmeli miyiz? 220/555 Böyle dedi ve çok hünerli Odysseus barakasına girdi, kıvılcımlı kalkanını aldı sonra ötekilere ulaştı; hep beraber oradan Tydeoğlu Diomedes'e gittiler. Onu, çadırının dışında buldular. Etrafında yerenleri uyuyorlar: Başlarının altında kalkanları; dimdik mızrakları ökçelerine saplanmış: tunç, Zeus Babanın şimşeğine benzer bir ışıkla parıldıyordu. Kahramanın kendisi de (silâh olarak) uzanmıştı; bir vahşi öküzün derisi altına serilmiş başının altına da parlak bir halı yayılmıştı. İhtiyar araba sürücüsü Nestor, yaklaşıp, uyandırmak için bir ayağını üstüne basarak ökçesinden sarstı; aynı zamanda iğnelemeğe başlıyarak çıkıştı: — Kalk, Tydeoğlu! Bütün gece böyle, nasıl uyuyorsun? Troyalıların şimdiden ovanın göbeğinde gemilerimizin yanıbaşında kamp kurduklarını duymadın mı? Bizi onlardan ayıran, artık, pek az mesafe kaldı! Kahraman hemen bir sıçrayışta, uykudan silkinip kanatlı sözler söyledi. — Yamansız, ihtiyar! Zahmetten, emek çekmekten hiç geri kalmıyorsun. Ahay oğulları arasında, Hanları birer birer dolaşıp uyandırmağa koşacak gençler mi kalmamış? Tedbirler arayıp yerine getirmede eşin yok, ihtiyar. İhtiyar araba sürücüsü Nestor cevap verdi: 221/555 — Evet, dostum, bütün bu söylediklerin gereğince söylenmiştir. Kusursuz oğullarım, sayısı çok adamların vardır. Onlardan biri elbette, dolaşıp Hanları birer birer çağırmağa gidebilirdi. Fakat ihtiyaç gerçekten çok büyüktür: Ahaylıların yüreğine saplanmış kaygılar var. Şu saatte hepsinin kaderi usturanın ağzına dayanmıştır: Ahaylıları acıklı yokoluş mu yoksa ölümden kurtuluş mu bekliyor? Haydi şimdi git, çabuk yürüyen Ayas'ı ve Fyle'nin oğlunu uyandır: sen daha gençsin ve bana acıdığını söylüyorsun. Böyle dedi ve kahraman iki omuzuna attığı ateş rengi büyük arslan derisi ayaklarına kadar indi; ondan sonra mızrağını alarak başkalarını kaldırıp çağırmağa gitti. ÖN SAFLARDA TOPLANAN DERNEK Az sonra bekçiler takımına kavuştular. Başları uykuda bulmadılar: Hepsi uyanık, silâhlı, nöbetlerini beklemekteydi. Bir ağılda köpekler, dağda, ormanda dolaşan can yakıcı ateş rengi canavarı görüp birdenbire koyunlar için telâşlanırlar; bir kargaşalık yükselir ve artık insanların ve köpeklerin uykusu kaçar. Bunun gibi, bekçilerin gözlerinden de bu acıklı gecede tatlı uyku dağıldı. Hepsini, gözleri ovaya çevrilmiş, kesiksiz, Troyalıların yürüyüşe gelecekleri saati gözetiyorlardı, ihtiyar bunları böyle görünce gönlü şad oldu ve cesaretlendirmek için şöyle söylendi: 222/555 — Bekçiliğinize böyle devam edin, sevgili çocuklar, hiç birinizi uyku yenmesin; yoksa çabuk düşmanların maskarası oluruz. Böyle diyerek hendekten geçti; öbür Ahay Hanları da geçerek toplanmağa gittiler. Onlarla beraber Merion ile Nestor'un ün salmış oğlu da yürüdüler: Hanlar onları müzakereye katılmak üzere çağırmışlardı. Açık hendeğe bir kere geçtikten sonra, kadavralar arasında temiz kalmış boş bir yer görüp orada toplandılar. Güçlü kuvvetli Hektor, Argoslular kırıldığı sırada, karanlık gece basınca, burada saldırıştan yüz çevirmek zorunda kalmıştı; şimdi de aynı yerde, Hanlar, birbiriyle danışmak için toplanıyorlardı. İlkin ihtiyar araba sürücüsü Nestor söz alıp konuştu: — Dostlar, aranızda, cesur yüreğine güvenir bir savaşçı yok mudur, ulu gönüllü Troyalıların ortasına sokulsun, en ileri hatlarından dil (canlı er) kapmağa veya gönüllüleriyle ne tasarladıkları hakkında söylentiler, salıklar toplamağa çalışsın: Şurada, şehirlerinden uzak, gemilerimize yakın kalmak mı isterler? Yoksa, şimdi, Ahaylılara karşı kazanmış oldukları üstünlükle yetişip şehirlerine dönmeği düşünürler? Bu gibi şeyler üzerine bilgiler toplasın, sonra sağ esen aramıza dönsün. Böyle bir savaşçının şanı şerefi gökler altında, bütün insanlar arasında büyük olur. Bundan başka, bir şeref hediyesi de alır: Gemilerimize kumanda eden kahramanların hepsi, istisnasız, ona birer kara koyun, kuzusu altında, birer ana, vereceklerdir, bundan kıymetli hediye olmaz. Daima da ziyafetlerde, cümbüşlerde yeri olacaktır. 223/555 Böyle dedi ve bir çok savaşçı Diomedes'le beraber gitmeği istedi, narası gür Diomedes konuştu: — Nestor, ruhum ve erkek yüreğim beni şu bir yanımıza yerleşmiş düşmanların safları içine sokulmağa davet ediyor; fakat birinin de benimle beraber gelmesini isterdim, yüreğimi daha sıcak hisseder, kendime daha çok güvenirdim, iki kişi beraber yürürse, gerekli noktaları biri göremezse öbürü görür; yalnız iken de insan sezinliyebilir, ama görüşü çok uzağa gidemez, sezgisi biraz kısa kalır. Böyle dedi, ve bir çok savaşçı Diomedes'le beraber gitmeği istedi. Ares tapukçuları iki Ayas hazırdı; Merion da ve hepsinden önce, Nestor'un oğlu da hazırdılar. Atreoğlu, ün salmış savaşçı Menelas da hazırdı; sabır ve sebat kahramanı Odysseus da Troyalıların yığınları arasına sokulmak arzusunu gösterdi; göğsünde yüreği daima cesurdur. O zaman budunlar Hanı Agamemnon söz alıp konuştu: — Tydeoğlu, gönlümün sevgilisi, Diomedes, arkadaşın olarak kimi istersen, sence en elverişli görüneni seçebilirsin; çünkü bu arzuyu gösterenler çoktur. Aklınla hatır saymayıp en işe yarıyacak olanı yanına almalısın. Hanlık mertebesine bakıp çekingen olmıyasın, en büyük Han da olsa, tercihte fazla nezakete kapılmamalısın. Böyle dedi; aklından Sarı Menelas'ı geçirerek bir korkuya düşmüştü; fakat narası gür Diomedes hemen söz aldı. 224/555 — Siz, beni, yalnız, kendi başıma, arkadaşımı seçmeğe davet ettikten sonra, hemen tanrısal Odysseus'u nasıl hatırıma getirmem ki yüksek ruhu ve gönlü ile, herkesten önce, her türlü işlere atılmağa daima hazırdır, Pallas Athene'nin de sevgilisidir. Onunla iz ize, en sı- cak kor ateşi üzerinden geçebiliriz, tedbirde o derece hünerlidir. Bunun üzerine sabır kahramanı tanrısal Odysseus söz aldı: — Tydeoğlu, beni fazla övmeğe veya bana fazla çıkışmağa kalkma. Burada söylediklerini Ahaylılar iyi anlar. Haydi, yola çıkalım; gece sona ermek üzere; Şafak yaklaşıyor; yıldızlar epey yürümüşler. Gecenin üçte ikisi geçmiş, ancak üçte biri kalmıştır. Böyle dedi ve ikisi korkunç silâhlar takındılar. Tydeoğluna — kendininkini gemisinde bırakmış olduğu için— büyük kavgacı Thrasymedes iki ağızlı kılıcını ve kalkanını verdi. Başına boğa köselesinden yapılmış, tepeliksiz, sorguçsuz bir tulga koydu. Odysseus'a ise Merion yayını, okluğunu, kılıcını verdi; sonra başına bir öküz köselesinden işlenmiş tulgasını koydu. Bu tulganın içi kayışlarla iyice gerilmiş; dışına ise, bir yaban domuzunun dişleri, iki yandan ustalıkla takılmış, dibine keçe döşenmişti. Bu tulgayı Avtolikos, Ormenoğlu Amytor'un sarayını çarptığı gün Eleon'dan getirmiş. Kytheresli Amfidamos'a vermiş, o da Molos'a konukluk hediyesi etmişti: Molos, oğlu Merion'a vermiş, o da şimdi Odysseus'un başına koyup yerleştirmişti. DİOMEDES'LE ODYSSEUS KEŞİFTE 225/555 Korkunç silâhları takındıktan sonra, bütün savaşçı kahramanları orada bırakarak yola çıktılar. Sağ tarafta yol üzerine Pallas Athene bir balıkçıl kuşu uçurdu. Gecenin alaca karanlığı içinde kuşu görmediler ama sesini duydular. Bunun üzerine, alâmeti hayra yorup sevinen Odysseus Athene'ye dua etti: — Dinle beni, egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, bütün işlerimde bana yardım eden tanrıça! Ne zaman kendimi sarsılmış hissetsem sen beni gözünden uzak tutmazsın; şimdi de beni sev, bana yardım et, Athene: Şanla, şerefle gemilerimize döneyim. Troyalıların hatırlıyacağı büyük işler başarayım. Ondan sonra narası gür Diomedes de dua etti: — Şimdi beni de dinle, egid kalkanını tutan Zeus'un yorulmaz kızı! Beni terk etme, nasıl ki, Thebeste babam Tyde'de, Ahaylıların bir mesajını götürdüğü gün, yalnız bırakmadın. Tunç cebeli Ahaylılardan Asopos ırmağı kıyılarında ayrılmıştı: Kadmelilere yatıştırıcı bir söz götürüyordu. Fakat dönüşün, seninle başbaşa, acıklı işler tasarlamıştı, sen de tezlikle yardımını esirgememiştin. Şimdi de bana lûtfunu esirgeme, yardımcım ve koruyucum ol; ben de sana geniş alınlı, bir yaşında, terbiye edilmemiş, hiç bir ölümlü henüz boyunduruk takmamış bir düve kurban keseceğim ve boğazlamadan önce onun yaldızlı boynuzlarını takacağım. 226/555 Böyle dediler; Pallas Athene dualarını dinledi. Büyük Zeus'un kızına böylece dileklerini sunduktan sonra yola çıktılar: karanlık gece ortasında; ölüm, ölüler, kan arasında iki arslan gibi gidiyorlardı. DOLON, TROYALILARIN GÖZCÜSÜ Öbür yandan Hektor da Troyalıların değerli savaşçılarının uzun zaman yatıp uyumalarına meydan vermek istemiyordu. Troyalıların başlarını ve kılavuzlarını davet etti, Dernek toplanınca ince bir tedbir düşündü: — Söyliyeceğim işi kim üstüne alır ve yerine getirirse ona büyük bir hediye vereceğim, emeğinin karşılığı sağlanmıştır; kendisine bir araba ile güzel başını yüksek tutan iki at verilecektir. Tez giden gemilere sokulmak cesaretini kim gösterirse, bilgi toplar geri dönerse: Ahay ordusundaki atların en iyileri onun olacaktır; şanı şerefi ise en yüksek dereceye varacaktır. Gemiler eskisi gibi hep bekletiliyor mu? Yoksa, kollarımızla yenildikten sonra, gönülleriyle ve akıllarıyla, Ahaylılar kaçmağı mı tasarlıyorlar? Can yakan yorgunluklar altında ezilerek gece boyunca gemileri beklemekten vaz mı geçtiler? (İşte bunlar öğrenilecektir) Böyle dedi ve hepsi sustu, kimse sesini çıkarmadı. Fakat Troyalılar arasında, Evmedes oğlu Dolon, altını çok, tunç çok tanrısal bir 227/555 çavuş vardır; görünüşte çirkin, fakat ayakları çevik; beş kardeşi olan tek oğul; söz alarak Hektor'a, Troyalılara şöyle söyledi: — Hektor; ruhum ve erkek yüreğim beni tez giden gemilere yaklaşıp bilgiler toplamağa davet ediyor. Fakat bunun için asayı kaldır ve and iç ki, bana kusursuz Peleoğlunu taşımakta olan atları ve kıvılcım saçan arabayı vereceksin. Ben de senin için değersiz bir gözcü olmıyacağım, dileğini boşa çıkarmıyacağım. Şu saatte, şüphesiz, Ahaylıların kahramanları Agamemnon'un gemisinde toplanıp kaçmak veya kalıp dövüşmek işlerini danışıp tartışmaktadırlar, işte ben doğru oraya sokulacağım. Böyle dedi ve Hektor eline asayı alıp and içti: — Zeus tanık olsun, Here'nin gürler sesli kocası Zeus! Başka hiçbir Troyalı o arabaya binmiyecek. Seni temin ediyorum; bu şan ve şeref yalnız senin olacaktır. Böyle dedi, fakat tutulmıyacak bir and içmiş oldu. Yalnız Dolon'un azmi kuvvetlenmişti. Hemen omuzlarına bükeyli yayını attı, üstüne bir boz kurdun derisini giydi; başına sansar derisinden bir tulga koydu; sivri mızrağını eline aldı; sonra ordudan ayrılarak gemilerin yolunu tuttu ki oradan bir daha dönmiyecek, Hektor'a haberler getirmiyecekti. Az sonra savaşçılar ve arabacılar kalabalığından 228/555 kurtulmuş, iç ateşi alevli, yola doğruldu. O ara tanrısal Odysseus ilerlemekte olduğunu görerek Diomedes'e seslendi: — Bak, Diomedes, ordudan bu tarafa biri geliyor; gemilerimizi gözetlemek için mi, yoksa bir kadavrayı soymak için mi? Kestiremiyorum. Fakat bırakalım geçsin, biraz ovaya doğru ilerlesin. Sonra bir sıçrayışta üstüne çullanır, yakalarız. Koşarak bizden açılırsa, fazla meydan vermeden, onu gemiler üzerine bastır. Mızrakla üstüne yürüyerek şehre doğru kaçmasına yol vermemeli. DOLON'UN YAKALANIP ÖLDÜRÜLMESİ Bu sözler üzerine yolu bırakıp ölüler ortasına uzandılar. Dolon çabuk adımlarla onları geçmek akılsızlığında bulundu. Fakat onlardan bir çift katırın bir saban sürüşü kadar yer açılmıştı ki, üstüne koştular. Dolon gürültüyü duyunca durdu. Gönlü ile ummuştu ki, gelenler Troyalıların saflarından, kendisine Hektor'un başka bir emrini getirmek için gönderilmiş arkadaşlardır. Aralarında bir mızrak erimi, hattâ ondan az bir mesafe kalmıştı ki, düşman olduklarını sezindi. Çarç- abuk, baldıra kuvvet, kaçmağa kalktı. Onlar da hemen kovalamağa atıldılar. Sivri dişli, avcılıkta usta iki köpek ormanlık yerde, haykırarak kaçan bir dişi geyiği veya tavşanı nasıl inatçılıkla kovalarsa, onun gibi, Tydeoğlu ile şehirler fatihi Odysseus da onu kovalayıp yolunu kestiler. Gemilere doğru kaçarken bekçilere epey yaklaşmıştı; o zaman Athene Tydeoğlunun iç ateşini tazeledi ve kuvvetlendirdi. Güçlü kuvvetli Diomedes, mızrağı avucunda, sıçrayıp şöyle dedi. 229/555 — Dur! dur, yoksa mızrağımla vururum; ve söyliyeyim sana, kolumun açacağı ölüm uçurumuna çabuk yuvarlanırsın. Böyle diyerek mızrağını fırlattı, fakat mahsus, adama değdirmedi; cilâlı temren Dolon'un sağ omuzundan geçerek toprağa saplandı. Dolon, ürküntü içinde, durdu. Kekelerken ağzının içinde dişlerinin takırdadığı duyuluyordu. Korkudan yüzü solmuştu. İki kahraman, soluk soluğa, yanına gelerek ellerini tuttular. Adam gözlerinden yaşlar dökerek şöyle dedi: — Beni canlı esir tutun; kendimi azat ettirmek için evimde altın, tunç ve işlenmiş demir vardır. Babam benim Ahay gemilerinde olduğumu öğrenince o mallardan sizi memnun edecek büyük bir fidye ayırıp verecektir. Çok hünerli Ödysseus şöyle cevap verdi: — Cesur ol! Yüreğinden ölüm korkusunu at. Haydi, soracağım şeylere dolambaçsız cevap ver. Nasıl oluyor da böyle yalnız başına, ordunuzdan uzak, bizim gemilere doğru, karanlık gece içinde, başkaları hep uyurken dolaşıyorsun? Ölülerin kadavralarını mı soyacaktın? Yoksa koca karınlı gemilere her şeyi gözetlemek için seni Hektor mu gönderdi? Veya sen, kendi gönlünle mi bu işlere kalktın? 230/555 Bütün üyeleri tir tir titreyen Dolon cevap verdi: — Hektor birçok aldatıcı sözlerle aklımı çeldi: bana ünlü Peleoğlu'nun duynakları kalın atlarını ve kıvılcım saçan arabasını vereceğini vadetti; beni de karanlık gece ortasında, tezlikle, düşmanlara yaklaşıp gözetlemiye ve bilgiler toplamıya gönderdi. Denk yapılı gemileriniz eskisi gibi bekletiliyor mu? veya kollarımızla yenildikten sonra gönlünüzle kaçışı mı düşünüyorsunuz? yorgunluktan çok daha bitkin düşen bekçilerinize, geceyi geçirmek için, güveniyor musunuz?... Çok hünerli Odysseus gülümsiyerek şöyle dedi: — Senin hediye beğenmekten yana zevkin varmış! Cesur Eak soyu, Peleoğlu'nun atlarını ha! İyi ama o atları terbiye etmek, bir yana sürmek basit ölümlülere çok güçtür; bu işleri ancak Ahilleus başarır ki ölümsüz bir tanrıçanın oğludur. Haydi, şimdi, cevap ver bana; dolambaçlı konuşma. Buraya gelirken budunlar çobanı Hektor'u nerede bıraktın? Ares'e lâyık silâhlan, arabası nerededir? Öbür Troyalıların bekleme ve dinlenme yerleri ne haldedir? Gönülleriyle ne tasarladıklarını da bize söyle: orada, gemilerimize yakın şehirden uzak kalmak mı isterler, yoksa Ahaylılar üzerine bir üstünlük kazandıktan sonra şehirlerine dönmeği düşünüyorlar mı? Eumedes oğlu Dolon da şöyle cevap verdi: 231/555 — Bütün bunlara gayet doğru, dolambaçsız cevap vereceğim: Hektor, Dernekte oy sahibi olanlarla, tanrısal İlios'un mezarı yakınında, gürültüden uzak, danışmalarda bulunmaktadır. Kahraman, ordunun bekleme tertiplerini soruyorsun; bil ki ordunun belirtilmiş bekçi ve koruyucuları yoktur. Troya içinde yurdu olanlar uyanık duruyorlar ve karşılıklı olarak bekçilik etmektedirler. Ünlü müttefiklerimiz ise uyuyorlar, Troyalılara güvenerek bekçilik işleriyle ilgilenmiyorlar. Yanlarında karıları, çocukları yoktur! Çok hünerli Odysseus bunun üzerine şöyle cevap verdi. — Bu saatte nasıl yatıyorlar? At kısrak terbiyecisi Troyalılarla karışmış olarak mı yoksa onlardan ayrı, kendi başlarına mı uyuyorlar? Bunu iyi söyle, anlıyayım. Eumedes oğlu Dolon da şöyle cevap verdi: — Bunlara da gayet doğru, dolambaçsız cevap vereceğim: Deniz, tarafından Karienler, yaylan, bükeyli Poenienler, Kaukonlar ve tanrısal Pelasgiler vardır. Thyonbres tarafında ise Lykienler. şanlı Mysienler, at kısrak terbiyecisi Prygienler, kavga arabaları güzel Meonienler bulunmaktadır. Fakat bütün bunları niçin soruyorsunuz? Troyalıların arasına sokulmak mı istiyorsunuz? Bir de yeni gelen Thrakialılar, hepsinden ayrı, en son hatlarda yerleştiler, içlerinden Hanları Eione oğlu Rhesos var. Onun küheylânları kadar güzel ve boylu at 232/555 ömrümde görmedim: Kardan beyazdırlar ve yel gibi tez koşarlar. Arabası altınla ve gümüşle süslenmiştir. Gayet büyük altın silâhları var ki, görülecek sanat eserleridir. Taşıması ölümlü insanlara değil, daima var olan tanrılara yakışır. Şimdi beni tez giden gemilere götürüp veya ellerimi sımsıkı bağlayıp burada bırakın: gider kendiniz görüp anlarsınız: Herşeyi size gereğince mi anlattım, yoksa yanlış mı? Güçlü kuvvetli Diomedes ona yandan sert bakarak şöyle dedi: — Dolon, kaçmayı hiç aklına getirme. Söylediklerin işe yarar, fakat elimizdesin: Seni şimdi bıraksak başka bir gün Ahaylıların denk yapılı gemilerine, ya gözcülük etmek, veya belki de bize karşı kavgaya katılmak için geri gelebilirsin. Fakat kolumun bir vuruşu ile son nefesini verirsen artık Argosluların başına bir belâ olamazsın. Bunun üzerine Dolon kuvvetli eliyle çenesini okşayıp yalvarmağa hazırlanırken, Diomedes, avucundaki kısa kılıçla sıçradı, boynuna vurarak iki veteri kesti. Hâlâ bir şeyler söylemeğe çalışırken başı tozlar içine yuvarlandı. Ondan sonra sansar derisinden başlığını, boz kurt derisini, dış bükeyli yayını, uzun mızrağını soyup aldı. Tanrısal Odysseus, bunları, ganimetler tanrıçası Athene şerefine, eliyle kaldırarak dua etti: 233/555 — Sana sunuyorum, tanrıça, kabul et; bütün Olympos tanrılarından önce sana sığınıyorum. Şimdi bize vefalı ol, kılavuzluk et, Thrakialıların atlarına ve kampına ulaşalım. RHESOS'UN KAMPINDA Böyle deyip bütün o sunduğu şeyleri bir tamaris ağacının üstüne yerleştirdi; güzel ağacın dallarına sazlarla kamışlarla bağlı- yarak göze çarpar bir işaret ilâve etti. Tez geçen karanlık gece içinde dönecekleri zaman işareti kolay bulabilecekti. Ondan sonra, silâhlar ve siyah kan arasından ilerleyip çabuk Thrakialıların kampına ulaştılar. Yorgunluktan bitkin, yatıyorlardı; güzel silâhları, yakınlarında, toprağın üstüne, üç sıra üzere muntazam konmuştu. Her adamın yanıbaşında birer çift at vardı. Ortada Rhesos yatmış, uyuyordu; yanı başında tez koşan atları dizginlerle arabanın rampasına bağlanmıştı. İlkin, Odysseus görerek Diomedes'e gösterdi: — İşte adam, Diomedes, işte, öldürdüğümüz Dolon'un haber verdiği atlar. Haydi, burada güçlü kudretli iç ateşini göster. Pür silâh, durup hiç bir iş görmemek sana yakışmıyor, çöz şu atları! veya sen adamların işini bitir, atları bana bırak. Böyle dedi, o ara, çakır gözlü Athene kahramanın iç ateşini alevlendirdi; (o da) dört yana saldırıp adam öldürüyordu; kılıcı ile vurduklarından korkunç bir inilti yükseliyor, yer kana bulanıyordu. 234/555 Bir arslan çobansız bastığı bir keçi veya koyun sürüsüne nasıl bütün yırtıcılığı ile saldırırsa... onun gibi Tydeoğlu uyuyan Thrakialı savaşçıların üstüne atılmıştı. Az zaman içinde on iki adam öldürmüştü. Çok hünerli Odysseus, Tydeoğlu'nun öldürdüklerine birer birer yanaşıyor, bacağından tutup geriye çekiyordu, başında bir tasarladığı vardı: atların kolay geçmesini sağlamak istiyordu; daha kavgaya alışık olmıyan ölülerin üstünden geçerken ürküp bir tarafa kaçabilirlerdi. Tydeoğlu Rhasos Hana yaklaştı, on üçüncü olarak onun da tatlı canını aldı; o sırada, uykusu arasında, Athene'nin tertibi ile bütün gece görmüş olduğu bir rüyadan nefes nefese gelmişti; rüya Oene'nin torunu kılığında görünmüştü. O sırada sabır kahramanı Odyesseus duynakları kalın atları çözdü, kayışlarla bağlayıp kalabalık içinden uzaklaştırdı; yayı ile dürtüp sürüyordu, çünkü kıvılcım saçan arabanın içindeki parlak kamçıyı almak aklına gelmemişti. Sonra, tanrısal Diomedes'in dikkatini çekmek için ıslık çaldı. Diomedes olduğu yerde durdu; düşünüyor fakat en yaman bir cesaret olarak neye girişeceğine karar veremiyordu: kıvılcımlı silâhların bulunduğu arabayı tutup çekerek götürsün mü? yoksa kollarını uzatıp kaldırsın mı? veya daha bir kaç Thrakialının canını alsın mı? Bunları aklıyla düşünmekte iken Athene yanına gelerek şöyle söyledi: — Ulu gönüllü Tydenin oğlu, koca karınlı gemilere doğru dönmeğe bak, bozguna uğramak istemiyorsan: Başka bir tanrının gidip Troyalıları uyandırmasından kork! 235/555 Böyle dedi, O da, sesinden, tanrıçayı tanıdı. Çarçabuk atların üstüne atladı; Odysseus'un yayı ile dürterek sürdüğü hayvanlar uçar gibi Ahay gemilerine doğru gittiler. Fakat gümüş yaylı Apollon da gözü kapalı nöbet beklemiyordu; Athene'nin Tydeoğlu'na doğru gittiğini görünce, hınç dolu, Troyalıların yığınları içine sokuldu, Thrakialıların öğütçüsü, Rhesos'un şanlı kuzeni Hippokoon'u uyandırdı. Bir sıçrayışla uykudan silkindi, tez koşan atların yerini boş buldu, ölülerin ise cesetleri hâlâ çarpınışlar, ürperişler gösteriyordu. Hıçkırarak arkadaşını ismiyle çağırdı. Troyalılar arasında vaveyla koptu, dille anlatılmaz bir kargaşa yükseldi. Hepsi toplulukla koşuştular: Kahramanların, gemilerin yolunu tutmadan, yaratmış oldukları müthiş işleri şaşkınlık içinde seyrediyorlardı. KAHRAMANLARIN AHAY KAMPINA DÖNÜŞÜ Onlar Hektor'un gözcüsünü öldürdükleri yere döndüler, Zeus'un sevgilisi Odysseus tez koşan atları tutuyordu. Tydeoğlu yere atlayıp kanlı soykaları Odysseus'un ellerine verdi. Sonra, gene atlara bindi, kamçılanan hayvanlar hararetle koca karınlı gemilere doğru uçar gibi koştular; gönülleri onları götürüyordu. En ilki Nestor sesi işiterek konuştu: 236/555 — Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları, bir hataya mı düşüyorum, yoksa doğru mu söylüyorum? Fakat beni gönlüm konuşmağa davet ediyor. Tez koşan atların sesleri kulaklarıma doldu. Hay şu gelenler Odysseus ile Güçlü Diomedes olaydı, bize Troyalılardan duynakları kalın atlar getireydiler. Fakat, gönlümde, Ahay kahramanlarının, Troya kargaşası içinde bir belâya uğramış olmasından çok korkuyorum. Sözünü henüz tamamlamış değildi ki, kendileri çıkageldiler. Yere ayak bastılar ve herkes, kollarını uzatarak, onları büyük sevinçle ve tatlı sözlerle karşıladılar. En ilki, ihtiyar araba sürücüsü Nestor şöyle konuştu: — Hey ün salmış Odysseus, Ahaylıların büyük şerefi! Söyle bana, bu atları nasıl elde ettiniz? Troya kalabalığının içine sokularak mı? yoksa bir tanrı mı gelip size bunları verdi? Güneşin ışınlarına müthiş benziyorlar. Troyalılarla temas halinde, yıllar boyunca, yaşamaktayım, fakat hiç bir zaman bunlar gibi atlar ne gördüm, ne görenden işittim. Bir tanrının, kendi gelip bunları size hediye ettiğini sanıyorum; ikiniz de çünkü bulut devşiren Zeus'un ve egid kalkanını tutan tanrının kızı çakır gözlü Athene'nin sevgilisisiniz. Ona cevap olarak çok hünerli Odysseus şöyle dedi: 237/555 — Nestor Neloğlu, Ahaylıların büyük şerefi! bir tanrı, istemiş olsa. şüphesiz, bunlardan üstün atlar, zahmetsizce verebilir, çünkü tanrılar bizden çok daha güçlü kudretlidir. Fakat bu atlar, bilmek istiyorsan, yeni Thrakiadan geliyorlar. Cesur Diomedes onların sahibini ve on iki arkadaşını öldürerek aldı: Hepsi de büyük savaşçılardı. Bunlardan başka, bir onüçüncüsünü, gemilerin yanında yakalayıp öldürdük: ordumuzu gözetlemek üzere Hektor'un ve şanlı Troyalıların yolladığı bir casustu. Böyle diyerek duynakları kalın atlara hendeği aştırdı. Ahaylı Hanlar sevinerek gülüyorlardı; yürüyerek Tydeoğlu'nun sağlam yapılmış barakasına geldiler. Sağlam kayışlarla, Diomedes'in tez koşan atlarını yemliğe bağladılar, atlarda hemen önlerine konan tatlı buğdayı kemirmeğe koyuldular. Odysseus Dolon'un kanlı soykasını gemisinin provasına koyduktan sonra denize girdiler; dalga vücutlarının terlerini yıkadı ve yüreklerini serinletti. Banyolarını aldıktan ve güzelce yağla ovunduktan sonra yemeğe oturdular, dopdolu kraterden tatlı şarap alarak Athene'ye ayrı ayrı saçı kıldılar. 238/555 ŞAN : XI IKI ORDU YENİDEN KAVGAYA HAZIRLANIYOR Şafak, yatağından, şanlı Tithon'un yanından, ışığı ölümsüzlere ve insanlara götürmek üzere kalkıyordu. Zeus, o ara, Ahaylıların gemilerine doğru korkunç Savaş'ı gönderdi: ellerinde kavganın bir alâmetini tutuyordu. Odysseus'un koca karınlı, kara gemisinde durdu; hat boyunca ortalarında, sesin hem Telamonoğlu Ayas'ın hem Ahilleus'un gemilerine gitmesine elverişli yerdeydi; iki kahraman yiğitlerine ve kollarının kuvvetine güvenerek gemilerini iki uca çekmişlerdi. Tanrıça (Savaş) orada durup yüksek ve korkunç bir nâra attı; Ahaylıların göğüslerinde yürekleri ayrı ayrı savaşıp dövüşmek hevesi ile doldu; şimdi hepsine kavga, denk yapılı gemilerle sevgili vatan toprağına dönmekten daha tatlı görünüyordu. O ara, Atreoğlu haykırarak Argoslulara silâhlarını kuşanmak emrini verdi. Kendi de kamaştırıcı tunç silâhlarını takındı. En önce baldırlarına topukluğu gümüşten dolaklarını giydi. Ondan sonra, vaktiyle Kinyras'ın —konukluk hediyesi olarak— kendisine vermiş olduğu zırh ile göğsünü sardı. Kıbrıs'ta, Ahaylıların donanma ile Troyaya sefer açtıkları, büyük haberini almış. Hana yaranmak için bu hediyeyi sunmuştu. Bu zırhın on sırası koyu mavi yılan derisiyle kaplı, on ikisi altından, yirmisi kalaydandı. Boynun iki yanından üçer yılan sarmışıyordu ki, Kronoslu'nun ölümlere bir alâmet olmak üzere— bulutlarda gösterdiği renk renk gök kuşaklarını andırıyordu. Omuzlarına kılıcını attı: Altın çivileri pırıl pırıl ışıldıyordu; kını ise gümüştendi ve sırma kayışla bağlanıyordu. Ondan sonra kalkanını, kendisini boyunca koruyan, sanatla işlenmiş kalkanını aldı: On tunç çenberle çevrelenmiş, ortası kalaydan yirmi beyaz bezekle süslenmişti, en ortadaki koyu mavi idi. Onda, Gorgon, tüyleri ürperten yüzü, alev saçan bakışları ile bir taç şeklini alıyor, Bozgun ve Korku ile çevriliyordu. Gümüş sırma kayışında halka halka kıvranan ve bir boyundan üç başı sarmaşıp uzanan koyu mavi bir yılan görülüyordu. —Alnına iki tepeli bir tulga koydu: At kılından sorgucu, korkunç, havada sallanıyordu. En son, eline, cesareti arttıran, tepeleri parlak tunçtan, sivri temrenleri gayet keskin çelikten iki kargı aldı. Tuncun pırıltısı göklere doğru yayılıyordu. Çok kuvvetli bir gürleyişle Here ile Athene Mykenes Hanını selâmladılar. Her biri kendi sürücüsüne arabayı gereğince hazırlayıp hendeğin ilerisinde tutmasını emretti. Kendileri de baştan ayağa silâhlı ve yayan olarak canlı canlı geçtiler. Şafağa doğru sonu gelmiyen bir uğultu başladı. Araba sürücülerinden önce hendeğe gelip saf bağlamışlardı, küçük bir aralıkla arabacılar arkadan geliyorlardı. O ara Kronosoğlu kötü bir gürleyişle beraber, Etherin yukarısından kanlı bir çiğ yağdırdı. Bu alâmetler az sonra nice şanlı başları Hades'e atmak niyetinde olduğunu gösteriyordu. Troyalılar da, ovanın göbeğinde, büyük Hektor'un, kusursuz Polydamas'ın, halk içinde bir tanrı gibi saygı gören Eneas'ın üç Antenor oğlunun: Polybe'nin, tanrısal Agenor'un, ölümsüzlere benzer, genç ve kuvvetli Akamos'un kumandanları altında grup grup toplanıyorlardı. İlk safta yusyuvarlak kalkanıyla Hektor vardı. Meymenetsiz bir yıldız bulutlar arasından nasıl pırıltılı olarak görünür, biraz sonra da gene karanlık bulutlar arasına girerse, onun gibi, Hektor, şimdi ilk, biraz sonra da son safta görünüyor, her yerde emirler veriyordu; bütün vücudu tunç kıvılcımlar saçıyor, egid kalkanını tutan Zeus Babanın şimşeğini andırıyordu. 240/555 AGAMEMNON'UN KAHRAMANLIKLARI Orakçılar, mutlu bir adamın buğday veya arpa tarlasında, nasıl birbirinin karşısına geçip sararmış ekini biçerler, toprağa düşürürlerse, onun gibi Troyalılarla Ahaylılar, karşılıklı, birbirlerinin canına kıymak yolunu arıyorlar ve iki ordudan hiç biri çirkin suratlı Bozgunu aklına getirmiyor; Savaş iki başı denk tutuyordu; Kurtlar gibi birbirine saldırıyorlar, hıçkırık kaynağı Nifak onları seyrederek sevniyordu. Tanrılardan yalnız o (Nifak) kavgaya devam edenler arasında bulunuyordu; başka tanrılar orada görünmüyordu; onlar, rahat rahat, Olympos'un kıvrımlarında yapılmış konaklarında oturuyor, hepsi kara bulutlu Kronosoğlunu suçlu tutuyorlardı: Zafer şerefini Troyalılara vermek istediği görülüyordu. Fakat Zeus onlara aldırış etmiyordu: bir kenara çekilmiş, hepsinden uzak oturmuş, yüksek çam içinde, aynı zamanda Troyalıların sitesine, Ahaylıların gemilerine ve tunçtan yayılan şimşeğe: öldürenlere ve öldürülenlere bakıyordu. Şafak yükselip kutsal gün ilerledikçe iki tarafın okları hedeflerine ulaşıyor, insanlar düşüyordu. Fakat nasıl oduncu dağ yamaçlarında yüksek ağaç gövdelerini kesmekten kolları yorulur, bitkinlik içinde övününü hazırlamak saati gelir, gönlünü tatlı bir karın doyurmak iştihası kaplarsa, işte onun gibi, bu saatte Danaoslular, safları arasında arkadaş arkadaşı cesaretlendirerek yüksek bir iç ateşiyle Troya taburlarını bozguna uğrattılar. İlkin Agamemnon ileri atıldı. Budunlar çobanı Bienor'u ondan sonra, arkadaşı at sürücüsü Oile'yi yakaladı. Oile, karşısına atılmak üzere arabasından atlayıp doğru üstüne saldırırken, Agamemnon sivri mızrağı ile alnından sançtı. Ağır takke mızrağı durduramadı: Tulgayı da, kemiği de deşip geçti; kafanın içinden bütün beyin fışkırdı: savaşçının işi bitmişti. 241/555 Budunlar Hanı Agamemnon onları, orada, kaftanlarını soyduktan sonra, çırılçıplak göğüsleri parıl parıl bıraktı. Sonra Priam'ın —biri nikâhlıdan öbürü halayıktan— iki oğlunun: İsos ile Antifin üstüne canlarını almak üzere atıldı. İkisi bir arabaya binmişti: İsos dizginleri tutuyor, şanlı Antil arabayı kavgaya sürüyordu. Vaktiyle Ahilleus onları İda dağının yamaçlarında davarlarını otlatırken yakalayıp ince sazlarla bağlamış, sonra kurtulmalık karşılığında azat etmişti. Şimdi, büyük Han Atreoğlu Agamemnon uzun kargısı ile, birini göğsünden memenin üstünden vurdu, Antifi de, kılıçla kulağına bir vuruş indirerek arabasından dışarı attı. Sonra tezlikle güzel silâhlarını soymağa girişti. Bir arslan, nasıl birden bir dişi geyiğin inine girerek, kolayca, bir saldırışla, yavrularını parçalar, yumuşak yüreklerini koparırsa ve nasıl yanlarında bulunan anaları hiçbir yardımda bulunamayıp yüreği yana yana, ecellerini döke döke, ormanın en sık yerleri arasında çırpınır durursa, onun gibi, Troyalılar arasında artık iki savaşçının ölümden kurtarılmasına koşabilecek kimse yoktu: hepsi Argosluların hücumu altında korkuya tutularak kaçışıyorlardı. Agamemnon onları orada bırakıp birliklerin en çok kakıştığı tarafa seğirtti; dolakları güzel Ahaylılar da arkasından gidiyorlardı. Piyadeler kaçış zorunda kalan piyadeleri, araba sürenler araba sürenleri yok ediyordu; hepsinin altında, atların yankılı ayaklarıyla, ovadan toz bulutu yükseliyordu. Tunç silâhlar canlara kıyıyordu. Agamemnon Han Argosluları cesaretlendiriyor ve onlarla birlikte, hepsi beraber, durmadan öldürüyorlardı. Nasıl çok sık bir ormanın içine her şeyi yok eden ateş girer burgaçlı rüzgârla her yanı sarar, alevlerin saldırışıyla yüksek ağaç gövdeleri yukardan aşağı paldır küldür düşerse, onun gibi Atreoğlu 242/555 Agamemnon Hanın hücumları ile bozguna uğrıyan Troyalıların kelleleri düşüyordu. Başlarını yüksek tutan sayısız atlar ürkerek kaçıyor, boş arabaları kavga meydanında yerlere çarptırıyor, kusursuz araba sürücülerinin matemini de beraber taşıyorlardı: Serpilip yerlere yatan bu adamlar, karılarından çok artık akbabaların sevgilisi olmuşlardı. Zeus bu ara Hektor'u mızraklardan, tozdan, boğuşmadan, kandan, kargaşadan koruyordu. Atreoğlu, kana susamış, arkasını bırakmıyor, Danaosluların iç ateşini alevlendiriyordu. Troyalılar ise, eski Dardanoğlu İlos'un mezarından öteye, ova ortasında, yabani incir ağacından öteye, :şehre ulaşmak çabalayışıyla kaçıyorlardı. Atreoğlu, kesiksiz, naralar atarak kovalıyor, güçlü kuvvetli elleri kanlı tozla bulanıyordu. Fakat Skees kapılarına ve meşe ağacına erişince, orada durup biribirlerini beklediler. Ovanın içinde kaçışları, gece ortasında birden, çıkagelen arslanın baskınına uğramış ineklerin kaçışına benziyordu. Önlerinde ölüm uçurumu açılmıştı. Bir tanesini arslan yakalar, önce korkunç dişleriyle boynunu kırar; az sonra kanını ve bütün içiriklerini sömürecektir. Bunun gibi Atreoğlu Agamemnon Han sıkıştırarak kovalıyor, sonuncusunu yakalayıp öldürüyor, öbürleri kaçıp kurtuluyordu. (Atreoğlu) şehre ve yüksek hisarına ulaşmak üzereydi ki, tanrıların ve insanların Babası, çok pınarlı İda dağının tepesine gelip oturdu. Elinde şimşek, gökten inmişti; altın kanatlı İris'e seslenerek şöyle dedi: 243/555 — Yel ayaklı İris, hemen yola çık, emrimi Hektor'a götür: Budunlar çobanı Agamemnon'u hatlar dışındaki erlerle savaşır, canlara kıyar, safları bozar gördüğü müddetçe, kendi gerilesin, ordusuna ise düşmanla savaşıp canlar yakan kavgaya devam etmek emrini versin, fakat Agamemnon bir mızrak veya bir okla yaralanır da arabasına sıçrarsa, işte o zaman eline öldürmek kuvvetini vereceğim: Denk yapılı gemilere ulaşacağı, güneş batacağı, kutsal karanlık basacağı saate kadar. Böyle dedi ve yel ayaklı İris itaat etti. İda'nın tepelerinden kutsal İlion'a doğru indi. Cesur Priam'ın oğlu Tanrısal Hektor'u, iyi yapılmış arabasının üzerinde, atlarında, ayakta buldu; yanına yaklaşarak şöyle dedi: — Priamoğlu, düşünceden yana Zeus eşi Hektor, Zeus Baba beni şu emrini sana getirmeğe gönderdi: Budunlar çobanı Agamemnon'u hatlar dışındaki erlerle savaştır, canlara kıyar, safları bozar gördüğün müddetçe kendin geriliyesin, ordunda ise düşmanla savaşıp canlar yakan kavgaya devam etmesine emir veresin; fakat Agamemnon bir mızrak veya bir okla yaralanır da arabasına sıçrarsa, işte o zaman senin eline öldürmek kuvvetini verecek: Denk yapılı gemilere ulaşacağınız, güneş batıp kutsal karanlık basacağı saate kadar. Böyle dedi, sonra yel ayaklı İris havalanıp gitti. 244/555 Hektor, silâhlarıyla, arabasından yere atladı; sivri kargılarını sallayarak her tarafa koştu, herkesi kavgaya cesaretlendirerek korkunç dövüşü uyandırdı. Troyalılar yarı dönüp Ahaylılarla dövüşmeğe giriştiler. Argoslular da saflarını berkittiler. İki ordu karşı karşıya durup kavga canlandı. İlkin Agamemnon atıldı, en önce dövüşmek arzusunu gösterdi. Şimdi, söyleyiniz bana; Müzler, Olympos'ta konakları olan tanrıçalar, Troyalılardan veya ünlü müttefiklerinden en önce Agamemnon'a kim saldırdı: Antenoroğlu İfidamas, koya yutağı bereketli Thrakia'da büyümüş ulu gönüllü kahraman. Annesi güzel Theano'nun babası Kisses, onu, sarayında büyütmüştü; tam yiğitlik çağına gelince, yanında alıkoymak için ona kızını (teyzesini) vermişti. Fakat, henüz pek genç evli iken, Ahaylıların patırtılı davetleri üzerine, evlilik odasından ayrılmış, on koca karınlı gemiyle sefere çıkmıştı. Fakat güzel gemilerini Perkote de bırakarak kendi karadan İlion'a gelmişti; şimdi işte Atreoğluna karşı atılan budur. İkisi birbirlerine karşı yürüyerek temas haline geldiler. Atreoğlundan gelen ilk vuruş hedefe ulaşmadı, silâhın yolu kaydı. İfidamas kemerden, zırhın altında mızrağını sançtı ve ağır koluna güvenerek silâhı bastırdı. Fakat kıvılcım saçan iç kemeri deşemedi; temren iç kemerin gümüşüne dayanınca kurşundan imiş gibi kıvrıldı. O zaman güçlü kudretli Agamemnon Han, bir arslan gibi kızgın, silâhı kendine doğru çekerek ellerinden koparıp aldı. Ondan sonra kılıçla ensesinden vurarak bütün üyelerinin gücünü kırıp bitirdi. Adam oracığa düşerek tunç gibi ağır (uyanılmaz) uykuya vardı. Atreoğlu Agamemnon onu soydu, güzel silâhlarını alıp Ahaylıların yığınları arasına götürdü. 245/555 Antenor'un büyük oğlu, şanlı savaşçı Koon kardeşinin düştüğünü gördü, can yakıcı bir yasla gözleri bulutlandı. Mızrağı avucunda, tanrısal Agamemnon farkına varmadan, bir yana çekilip yerleşti; oradan Atreoğlunun kolunu parlak mızrağının temreni ile deşti geçirdi. Budunlar çobanı Agamemnon ürperdi, fakat bununla dövüşten çekilmedi, elinde yel besili mızrakla, Koon'a doğru sıçradı. Kederli kederli kardeşi İfidamas'ı ayağından çekerek savaşçı arkadaşlarını yardıma çağırırken Koon'u Agamemnon tunç silâhıyla vurdu, bütün üyelerinin gücünü kırdı. Ondan sonra İfidamas'ın cesedi üzerinde başını kesti. Böylece Antenor'un her iki oğlu Hades'e atıldı. YARALANAN AGAMEMNON CEPHEDEN AYRILIYOR Agamemnon, yarasından sıcak kan sıza sıza, saflar arasında başka savaşçıları kargı ile, kılıçla, büyük taşlarla sınamadan ayrılmadı; fakat kan durup yara kurumağa yüz tutunca iç ateşine rağmen, dayanılmaz acılar içinde kaldı: Here'nin kızları İlithiaların okları ile, kadının çektiği doğum sancıları gibi sızlardı. Arabasına atladı ve arabacısına koca karınlı gemilere sürmesini emretti: yüreği bu derece şiddetli acılar duyuyordu. Aynı zamanda bütün Danaosluların işitebileceği bir sesle haykırdı: — Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları! Şimdi deniz teknelerimizden acı felâketi uzaklaştırmak size düşer, çok tedbirli Zeus benim bütün bir gün Troyalılara karşı savaşmamı istemiyor! 246/555 Böyle dedi, ve arabacısı güzel yeleli atları kamçılıyarak koca karınlı gemilere doğru sürdü. Atlar iç ateşiyle uçar gibi koşuyorlardı; göğüsleri köpüklerle ıslandı; aşağıdan tozlar içine dalmışlardı; böylece büyük Hanı bitkin bir halde kavgadan uzaklaştırıyorlardı. HEKTOR TROYALILARI KAVGAYA SÜRÜYOR Hektor, Agamemnon'un uzaklaştığını görerek yüksek sesle Troyalılar ve Lykialılara haykırdı: — Troyalılar, Lykialılar, tutuşarak dövüşmede usta Dardanlılar! Erkek olun a dostlar! Yüksek iç ateşinizi hatırlayın! Düşmanların en büyüğü aradan çıktı: şimdi Kronosoğlu bana büyük bir şan verdi. Haydin, doğru mağrur Danaosluların üstüne! Daha yüksek bir şan kazanmak istiyorsanız, sürün duynakları kalın atlarınızı! Böyle dedi, ve hepsinin iç ateşini alevlendirdi. Bir avcı beyaz dişli köpeğini bir yaban domuzuna veya bir arslana karşı nasıl sürerse, onun gibi Priamoğlu Hektor, insanlar musibeti Ares'in benzeri Hektor Ahaylılara karşı ulu gönüllü Troyalıları sürüyordu. Ve kendi üstünlük duygusu içinde, ilk safta yer aldı; ondan sonra, canlar yakan 247/555 boğuşmaya da atıldı; azgın rüzgârın birden esip mor denizi kabarttığı gibi. Priamoğlu Hektor, Zeus'un kendisine şanı verdiği saatten başlıyarak, ilkin kimi ve en son kimi tutup canına kıymıştır? En önce Asea'yı, Autonoos'u ve Opites'i, sonra Klyte oğlu Dolops'u, Ofeltios'u ve Agelas'i; ondan sonra Esymne'yi, Horos'u ve çok değerli Hipponeos'u, Hektor'un yığınlara karşı kavgaya girişmeden önce Danaosluların kılavuzları ve başları arasından yakaladıkları bunlardır. Beyaz köpükler rüzgârı Notos'un yığdığı bulutları Zefyt'in hızlı bir sağanakla çarptığı zaman nasıl sayısız dalgaların köpükleri deniz yüzünde saçılırsa, onun gibi Hektor'un saldırışları altında, yığınla savaşçının başı vurulup dağılıyordu. ODYSSEUS İLE DİOMEDES TROYALILARI GERİ ATIYORLAR O zaman yıkkınlık ve çaresi bulunmaz işler olurdu, kaçan Ahaylılar gemilerine kadar sürülürdü, eğer Odysseus Tydeoğlu Diomedes'e şöyle hitap etmeseydi: 248/555 — Tydeoğlu, bize ne oluyor da yiğitliğimizi unutuyor, iç ateşimizi söndürüyoruz öyle? Haydi, gözümün bebeği, buraya gel: yanımda dur. Ne büyük utanç olur, gemilerimiz tulgası kıvılcımlar saçan Hektor'un eline düşerse! Güçlü kuvvetli Diomedes cevap verdi: — Ben kalıyorum, sebat ediyorum; fakat sevincimiz çok kısa olur, çünkü bulut devşiren Zeus şanı şerefi bizden çok Troyalılara vermek arzusundadır. Böyle dedi ve Thybreos'u arabasından yere düşürdü: attığı kargı ile onu sol memesinden vurmuştu. Odysseus da Hanın seyisliğinde olan tanrılar benzeri Molion'un işini bitirdi. Onları orada bıraktılar, yığına doğru giderek ortalığa kargaşalık getirdiler. İki yaban domuzu, avcılığa alıştırılmış bütün bir köpek alayına yüksekten bakarak nasıl saldırırsa, onun gibi, ikisi Troyalıların canlarına kıymak üzere cepheye döndüler; ve tanrısal Hektor'un önünde kaçmakta olan Ahaylılar sevinerek nefes aldılar. Onlar sonra, bir araba ile —demoslarının en cesurlarından— iki savaşçı: Merops'un iki oğlunu yakaladılar. Merops gaipten haber vermek sanatında herkesten üstündü; oğullarının canlar yakan kavgaya gitmelerini istemiyordu, fakat onlar dinlemediler: kara ölüm tanrıçaları sürüklemişti. Şimdi, ün salmış Diomedes Tydeoğlu 249/555 yüreklerini koparıp hayatlarına son verdi, ve çok güzel silâhlarını soyup aldı. Odysseus da bu ara Hippodam ile Hyperohos'un işini bitirdi. O zaman, İda'nın üstünden bakmakta olan Kronosoğlu kavgayı denk şartlar altında tutmak isterdi: artık birbirlerini kırıp geçireceklerdi, keskin gözlü Hektor saflar arasından sıçrayıp haykırıyor, arkasından Troya taburları yürüyordu. Bu hali görünce narası gür Diomedes ürperdi; yanında duran Odysseus'a şöyle dedi: — Güçlü kuvvetli Hektor, yuvarlanıp gelen musibet gibi üstümüze yetişiyor. Haydi, duralım, karşı koyup geri atmağa çalışalım. Böyle dedi, ve uzun mızrağını sallayıp fırlattı; tam hedefe değdi: başa nişan almıştı, silâhın temreni kalkanın, tepeliğini deşti. Tunç tuncu geri atmış, güzel cilt korunmuştu. Üç kat kalınlığı ve uzun tepeliği olan bu kalkanı ona Foebos Apollon vermişti. Hektor, hemen, tabana kuvvet, mümkün olduğu kadar geriye çekilerek yığına karıştı. Dizleri üstüne çökmüş, kuvvetli eliyle toprağa dayanıyordu; karanlık bir gece gözlerini bürümüştü. Bu ara Tydeoğlu, uzaklara uçmuş olan mızrağının nereye düştüğünü aramağa girişmişti; Hektor da bir nefes aldı. Tydeoğlu onu görünce, silâh avuçta, ileri sıçrayıp şöyle dedi: — Bir kere daha köpek, ölümden sıyrılabildin! Felâket çok yaklaşmıştı ama Foebos Apollon bu sefer de seni korudu. Ne zaman mızraklar kargaşalığına karışmak üzere yola çıksan bu tanrıya dua 250/555 etmelisin. Fakat merak etme, çok uzun bir zaman geçse de bir gün elbet hesabını göreceğim; yalnız ben de koruyucu bir tanrı bulayım! Şimdilik üstlerine yürüyecek, işlerini bitirecek başkalarına bakmağa gidiyorum. DİOMEDES YARALI, ODYSSEUS TEHLİKEDE Böyle dedi, ve kargı ile şanlı Peonoğlu'nun canına: kıydı. Bu ara güzel saçlı Helene'nin erkeği Aleksandros budunlar çobanı Tydeoğluna yayını çevirmişti. Eski zamanın demos İhtiyarlarından, Dardanoğlu İlos'a dikilmiş olan mezarın bir sütununa dayanmıştı. Diomedes, bir ara, şanlı Agastrof'un göğsünden kıvılcımlı zırhını, omuzlarından kalkanını, başından ağır tulgasını soyup almak üzereydi. İşte bu anda, Aleksandros yayını gererek oku attı; boşuna atılmış bir ok olmadı: sağ ayağın tabanına değdi, ayağı deşip geçerek toprağa saplandı; Aleksandros gizlendiği yerden sıçrayıp sevinçli bir gülüşle övündü: — Okum boşuna atılmış değildir, yaralandın; fakat karnına gelmeliydi de canını alaydı! O zaman, bunca felâketlerden sonra, Troyalılar, arslan karşısında meleyen koyunlar gibi senin karşında titremekten kurtulurlardı. Güçlü kuvvetli Diomedes, ürpermeden, karşılık verdi: | 251/555 — Hey koca okçu! Sefil! kâkülünü beğenmiş! kızlara göz süzen! Boy ölçüşmek için silâhlanıp karşıma bir geçseydin, ne yayın ne sadağındaki okların hiçbiri işine yaramazdı. Bir ayağımın tabanını tırmalamakla pek öyle üstten övünme. Bu tırmık ha bir karının, hatta aklı ermez bir çocuğun elinden çıkmış, ha senden: fazla önem vermiyorum. Bir korkağın, bir değersizin attığı okun kıymeti yoktur. Amma benim vuruşlarım başkadır. Okum, temrenim öyle bilenmiş, öyle keskindir ki, ne kadar az değse neticesi tırnaklarıyla yüzünü yırtmış bir dul ve yetim kalmış çocuklar olur; kendi de kanı ile kızaran toprak üzerinde çürür, etrafına kadınlardan çok yırtıcı kuşlar toplanır. Böyle dedi, ve Odysseus, ün salmış savaşçı, yaklaşıp önünde durdu. Odysseus'un arkasında, Diomedes oturmuş, ayağından oku çekti. Yürek yakıcı ağrılar bütün vücuduna yayılmıştı. Arabasına sıçradı ve seyisine koca karınlı gemilere sürmesini emretti: gönlü o derece kaygılı idi! Odysseus, ün salmış savaşçı, şimdi yalnız kalmıştır, yanlarında başka hiçbir Argoslu yoktur: Hepsi korkuya tutulmuşlardı. Öfkelenen Odysseus ulu gönlüne şöyle dedi; — Vah bana! Ne olacağım? Fenalık büyük eğer, korkuya tutularak şu yığınların önünde kaçarsam; fakat fenalık daha büyük olur, eğer, yalnız kalır da öldürülürsem. Kronosoğlu bütün öbür Danaosluları kaçışa sürdü. —Fakat bu tartışmalara gönlümün ne ihtiyacı var? Biliyorum ki kavgadan korkaklar uzaklaşırlar. Gerçekten kahraman 252/555 olan bütün kuvvetleriyle sebat etmelidir: ister başkalarını yaralasın, ister kendi yaralanmış olsun. Aklıyla ve gönlüyle bu düşünceleri evirip çevirmekte iken Troyalıların safları yürüyüşe geçmişlerdi; gittikçe onu sararak felâketin ortasına atmış oluyorlardı. Derin ve sık ormanın içinden çıkan yaban domuzunu sarmak üzere giden genç ve kuvvetli köpekler beyaz dişlerini bükeyli çeneleri içinde bilerler, diş gıcırtıları duyulur; artık canavarı —çok korkunç da olsa— beklemeğe hazırlanmışlardır. Troyalılar da, bunun gibi, Zeus sevgilisi Odysseus'u sarmak üzere yürüyorlardı. Fakat Odysseus daha önce mızrağı ile kusursuz Deiopit'i, omuzundan yaraladı; ondan sonra Thoon'u ve Ennom'u öldürdü; onlardan sonra arabasından atlıyan Hersidamas'ı göbeğinden kargı ile deşti: adam tozlara yuvarlanarak toprağı avuçladı. Sonra, bunları, orada bırakarak Hipps oğlu Harops'u, zengin Sokos'un kardeşini yaraladı. Tanrılar benzeri Sokos nâra atarak imdada koştu; önüne gelince şöyle dedi: — Ün salmış hileden usanmaz, emekten bıkmaz Odysseus, bugün Hippas'ın işte karşısına çıkan iki savaşçı oğlunu, her ikimizi, vurmakla ve silâhlarımızı soyup almakla övünebileceksin, eğer benim mızrağımın vuruşu ile kendin can vermezsen. 253/555 Böyle dedi, ve yusyuvarlak kalkanına, mızrağını değdirdi. Çok kuvvetli silâh parlak kalkanı deşerek, işlenmiş zırhın altına geçti; derinden yanların cildini kesti. Fakat Pallas Athene yetişerek temrenin bağırsaklara erişmesine meydan vermedi. Odysseus yaranın öldürücü olmadığını sezdi, az geri çekilerek şunları söyledi: — Hey bahtı kara, bugün senin önünde helak uçurumu açılmıştır. Şüphesiz beni şimdi Troyalılara karşı savaşmaktan alıkoyuyorsun. Fakat ben, açık açık söylüyorum, seni bu aynı gün, ölüm, kara ecel bekliyor, ve mızrağımla yenilerek bana şan, ünlü küheylan sahibi Hades'e canını vereceksin. Böyle dedi, öbürü ise dizgin çevirerek uzaklaşıyordu ki Odysseus, mızrağını arkasına sançarak göğsünü deşti geçirdi. Adam takırdı ile düştü; tanrısal Odysseus zaferini ilân etti: — Hey Hippas oğlu Sokos, cesur at kısrak terbiyecisi? her şeyi yok eden ölüm benden önce sana erişti: ecelden sıvışamadın. Hey bahtı kara ne baban ne hanım annen ölü gözlerini kapamıyacaklar: yırtıcı kuşlar seni parçalıyacaklar, ama ben ölürsem tanrısal Ahaylılar cenaze töreni ile bana son şerefi vereceklerdir. Böyle dedi, sonra etinden ve kabarık kalkandan cesur Sokos'un güçlü mızrağını çekti çıkardı. Silâh çıkınca yaradan kan fışkırdı, yüreğini kaygılandırdı. Ulu gönüllü Troyalılar Odysseus'un 254/555 kanını görünce cesaretlenerek yığın halinde ona doğru yürüdüler. Odiysseus geri çekildi ve arkadaşları çağırmak üzere üç defa, bir adamın başında olabilecek sesin en yükseğiyle haykırdı; Ares sevgilisi Menelas ta üç defa çağırışını işiterek hemen yanında duran Ayas'a şöyle dedi: — Zeus dölü, Telamonoğlu Ayas! Sabırlı Odysseus'un sesini iki kulağımla işittim. Öyle görülüyor ki, Troyalılar onu yalnız yakalayıp sıkıştırmışlar, canlara kıyan kavga, içinde bizden koparmak istiyorlar. Haydi yığınlar içine atılalım; onu korumağa koşmak en ileri işimizdir. Troyalılar arasında, yapayalnız kalmış olduğu için —cesareti çok yüksek ise de— başına bir felâket gelir diye korkuyorum, Danaoslular için çok büyük bir esef olurdu. AYAS DURUMU DÜZELTİYOR Böyle diyerek başa geçti; tanrılar eşi Ayas arkasından yürüdü. Az sonra tanrı sevgilisi Odysseus'u buldular. Troyalılar sarmışlar, sıkıştırmışlardı. Dağda bir insanın yayından fışkırmış bir okla yaralanmış, boynuzları dallı budaklı bir geyik, yarasından sızan kan ılık durdukça ve bacaklarında kuvvet kaldıkça koşup kaçar, avcının elinden kurtulur; sonunda ise aldığı ok yarasından işi bitince, kızıl çakallar yetişip gölgeli ormanın derinlikleri içinde paralarlar. Fakat tanrı dilerse o anda korkunç bir arslan peyda olur, çakallar korkup kaçar, geyiği yiyen arslan olur. Bunun gibi. cesur ve çok hünerli Odysseus, sayıları çok ve yiğit Troyalılar arasında, mızrağı avucunda, saldırarak felâket gününü uzaklaştırmıştı. 255/555 Ayas yaklaştı, kuleye benzer kalkaniyle gelip yanında durdu. Troyalılar ürkerek dağılıştılar. Cesur Menelas o zaman Odysseus'u yığınlardan uzağa götürdü, seyisi arabayı getirinceye kadar elinden tutuyordu. Ayas ile Troyalılar üzerine yürüyerek Priam'ın halayıktan oğlu Dorykles'i yaraladı; sonra Pandahos'u yaralaladi; sıra ile Lysandros'u, Pyras'ı, Pylartes'i de yaraladı. Bir ırmak, Zeus'un yağmurlarıyla dağlardan inen sellerden kabarır, taşar ovaya yayılır; denize yığınla kurumuş meşe ağaçları, yığınla çam ağaçları, yığınla çamurlar sürükler. Bunun gibi ün salmış Ayas Troyalıları ova içinde sıkıştırıp tartaklar, adamları ve atları kırar geçirir ve henüz Hektor işin farkına varmamıştır. Cephenin sol kanadında, Skamandros'un sarp kıyıları boyunca dövüşmektedir. Savaşçıların başları burada düşmekte; Büyük Nestor'un ve cesur İdomene'nin etrafında arkası gekniyen uğultular, naralar yükselmekte, Hektor da orada yığınlara karışmış durmaktadır: mızrağı ile arabayı sürmedeki ustalığı ile kaygılar saçmakta, genç savaşçıların saflarını bozmaktadır. Tanrısal Ahaylılar, o kadar çabuk, Hektor'un ilerlemesine meydan vermiyeceklerdi, eğer, budunlar çobanı Mahaon'u sağ omuzundan üç köşeli bir okla yaralanıp kahramanlıkları durdurulmasaydı. Ahaylılar ateşli bir kavga havası içinde iseler de birden, Mahaon'u kaçırırlar korkusu ile telâşlandılar. İdomene hemen Nestor'a dönerek şöyle dedi: — Nestor, Neleoğlu, Ahaylıların büyük şerefi! arabana bin, Mahaon'u da yanına bindir; sonra, çarçabuk duynakları kalın atlarını gemilere doğru sür. Bir hekim, yaralardan okları çekip çıkarmada veya yaraya acıları savuşturucu tozlar ekmede bütün diğer insanlardan daha elverişlidir. 256/555 Böyle dedi ve ihtiyar araba sürücüsü Nestor itiraz etmedi. Çarçabuk arabasına bindi, yanına da, kusursuz hekim Asklepios'un Mahaon'u bindirdi. Atlarını kamçıladı, hayvanlar da, içleri ateş dolu, uçar gibi gemilerin yolunu tuttular: gönülleri ayaklarını oraya götürüyordu. HEKTOR'UN BAŞARILI SALDIRIŞI Kebrion Troyalıları sarsılmış gördü. Arabada Hektor"un yanında duruyordu; ona seslenerek şöyle dedi: — Hektor, kavganın son hatlarında Danaoslularla tutuşmamız kaygı verecek bir şekil alıyor. Troyalılar, o kısımlarda kendileri de atları da, çok sarsılmış görülüyor. Ayas Telamonoğlu onları tartaklıyor. Onu iyi tanıyorum: omuzlarında kocaman kalkanı vardır. İnan bana, atlarla arabayı, süvarilerin ve piyadelerin birbirleriyle merhametsiz bir kavgaya giriştikleri ve karşılıklı en ateşli bir boğuşma içinde göründükleri noktaya doğru sürelim; oradan arası kesilmiyen uğultular da yükselmektedir. Bu sözler üzerine, çınlayışlı kamçısıyla yeleleri güzel atları okşadı. Vuruşa itaat eden hayvanlar en büyük çabuklukla arabayı Troyalılarla Ahaylıların karışmış oldukları tarafa, ölülerin ve silâhlarının üstünden atlıya atlıya uçurdular. Kasanın altında dingil, çepeçevre rampa atların duynaklarından ve tekerleklerin 257/555 çemberlerinden sıçrayan kanla kirpikli olmuşlardı. Kahraman boğuş- manın ortasına atılıp bir sıçrayışta düşmanın saflarını bozmak iç ateşiyle yanıyordu. Danaoslularda bir felâket korkusu uyandırdı, karşısında kendisini geri tutacak mızrak yoktu. Kargısı ile, kılıcı ile, büyük taşlarla silâhlanmış saflar arasında dolaşıyor, sınayacak savaşçı arıyordu. Fakat Telamonoğlu Ayas ile dövüşmekten kaçınıyordu. Yukarılarda oturan Zeus Baba Ayas'ı cisimlenmiş, ürküntü haline koymuştu. Hektor, şaşkınlık içinde, durdu; yedi deriden yapılmış kalkanını bıraktı, ürpererek düşman yığınlarına başını çevirdi; her yandan sıkıştırılmış bir hayvanın sersemleşmiş gözleriyle baktı; ancak dizlerini kımıldatabiliyordu. Kızıl bir arslan kendini nihayet, bir ağılın avlusundan, semiz öküzlerini kaptırmamak için bütün gece uyanık duran köylülerin ve köpeklerin uzaklaştırıcı savaşı karşısında, taze et iştahı ile hücum eder, fakat boşuna: cesur ellerle atılmış kargılarla karşılanır; yakılan pek çok meşaleler de onu ürkütür ve şafakla, canı çok sıkılmış, uzaklaşır. Bunun gibi, Ayas ta yüreği sıkkın, esefler içinde, Troyalılardan uzaklaştı: Ahay gemileri için korkusu o derece büyüktü! Çok kere, bir eşek, bir tarlanın kenarında çocukların verdiği rahatsızlığa uğrar. Küçükler, inatla, hayvanın sırtında değneklerini birbiri ardınca parçalarlar. Çocukça gayretler! eşek yine de ekine girer ve güzel güzel otlar; istediği gibi karnını doyurmadıkça onu tarladan çıkaramazlar. Büyük Ayas Telamonoğlu da Troyalılar ve ün salmış müttefikleri karşısında bunun gibidir. O da, şimdi, ateşli yiğitliğiyle 258/555 Troyalıların taburlarını geri tutar; biraz sonra ise arkasını çevirerek uzaklaşır. Fakat böylelikle onları güzel yapılı gemilere yanaştırmaz. Yalnız başına çırpınıyor, Troyalılarla Ahaylılar arasında iyi tutunabiliyor. Evemon'un şanlı oğlu Eurypyl, onu, bir yığın silâh ortasında sıkıştırılmış gördü. Yanına gelerek mızrağını attı ve Fausios oğlu, budunlar çobanı Apisaon'u yüreğin altından yaralayıp bağrını deşti, o saatte dizlerini çöktürdü. Sonra sıçrayıp omuzlarından silâhlarını aldı. Tanrılar benzeri Aleksandros ise Aposion'un silâhlarını soyarken görerek yayını ona karşı çevirdi ve bir okla sağ budundan yaraladı. Kemik kırıldı, but uyuştu; adam, ölümden sıyrılmak için, markadaşlarının grupuna çekildi; aynı zamanda, Danaosluların işitebileceği yüksek bir sesle şunları söyledi: — Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzlar! Durun, Ayas'tan felâketi uzaklaştırmak için düşmana dönün! Üstüne atılan silâhlarla öyle sıkıştırmış ki, kaygılar kaynağı kavgadan sıyrılabileceğini sanmıyorum. Haydi! Yüzünüz düşmana, büyük Ayas Telamonoğlu'nun etrafında toplanın! Yaralı Eurypyl böyle dedi öbürleri de gelerek yanında yer aldılar. Ayas onları karşıladı, ve ancak arkadaşlarının grupuna karıştıktan sonra yüzünü düşmandan çevirdi. 259/555 AHİLLEUS PATROKLOS'U NESTOR'UN YANINA GÖNDERİYOR Alevli ateş gibi savaşıyorlardı, o ara Nele'nin atları Nestor'u ve budunlar çobanı Mahaon'u kavganın dışına götürüyorlardı. Fakat ayakları yönümüz Ahillesus onu görünce işi anladı. Orada koca karınlı gemisinin pupasında idi. Bu derin ve acıklı bozgunu seyrediyordu. Hemen sevgili arkadaşı Patroklos'a seslendi. Gemiden gelen sesi üzerine Ares'e benzer Patroklos barakadan çıktı gelecek fenalığın başlangıcı bu olacaktı. Yiğit Menoetiosoğlu ilkönce sözü alıp sordu: — Ahilleus, niçin çağırıyorsun? benden istediğin nedir? Ayağına çabuk Ahilleus cevap olarak şöyle dedi: — Gönlümün sevgilisi, tanrısal Menoetiosoğlu, Ahaylıların dizlerime kapanıp yalvaracakları saat geldi, sanıyorum. Onları sıkıştıran ihtiyaç kuvvetlerinin üstüne çıkmaktadır. Şimdilik, Zeus sevgilisi Patroklos git de Nestor'dan, kavganın dışına getirdiği yaralının kim olduğunu sor. Arkadan, Asklepiosoğlu Mahaon'a çok benziyor; fakat gözlerini görmedim: atlar önümden çok acele geçtiler. Böyle dedi, ve Patroklos arkadaşına itaat etti. Ahay gemileri ve barakaları boyunca koşmağa başladı. 260/555 Bu ara ötekiler Neleoğlu'nun barakasına gelmişlerdi, Seyis Eurymedon ihtiyarın arabasından çözdüğü atlara deniz kenarında hava aldırarak terlerini kurutuyordu. Barakada, saç örgüleri güzel Hekamede onlara içki hazırlıyordu. İhtiyar, bu kadını, vaktiyle Tenedos'ta Ahilleus bu şehri talan ettiği zaman, kazanmıştı: Dernekte herkesten üstün olduğu için Ahaylılar ona vermişlerdi. Kadın, içkiyi hazırladıktan sonra önlerine koydu. Patroklos, bu anda, kapıda göründü. İhtiyar onu görünce yerinden kalktı, elinden tutup oturmağa davet etti. Fakat Patroklos kabul etmiyerek şöyle dedi: — Oturacak saat değil, Zeus dölü ihtiyar: seni fazla da dinlemiyeceğim. Beni buraya getirdiğin yaralının kim olduğunu sormağa gönderen çabuk kızar korkulu bir adamdır. Fakat ben de tanıdım: gözlerimin önünde duran budunlar çobanı Mahaon'dur. Gidip Ahilleus'a haberi vereyim. Zeus dölü ihtiyar, onun ne müthiş bir adam olduğunu kendin de biliyorsun: suçsuzu bile suçlu bulabilir. NESTOR'UN SÖYLEDİKLERİ İhtiyar araba sürücüsü Nestor şöyle cevap verdi: — Ahilleus neden böyle Ahay oğullarına acımıyor, içlerinden yaralı düşenleri merak ediyor? Orduyu ezen büyük matemi bilmiyor mu? En iyileri gemilerimizde yatıyorlar, kimi uzaktan kimi yakından vurulmuş, yaralanmış. Tydeoğlu güçlü kuvvetli Diomedes yaralanmış. 261/555 Ün salmış Odysseus gibi Agamemnon da yaralı. Eurypyl de bir okla budundan vurulmuş. İşte biri daha, benim şimdi kavga meydanından alıp getirdiğim de bir yaydan atılan okla vurulmuş. Ahilleus cesur bir kahramandır, fakat Danaosluları merak ettiği onlara acıdığı yoktur. Güzel gemilerimizin deniz kıyısında ateşe verilmesiyle Argosluların büyük felâketini, kendimizin de birer birer öldürülmemizi mi bekliyor? Ne çare! bende artık eskiden vücudumun esnek üyelerindeki kuvvet yok... Alfe suyunun kenarında, kumsal Pylos topraklarının bir ucunda Thryoesse isminde bir şehir vardır. Düşmanlar onu sarmak, alıp talan etmek arzusu ile ovanın ortasından geçmişlerdi. Olympos'tan, gece, Athene koşarak gelmiş, bize silâhlanmak gerektiğini bildirmişti. Pylos halkını topladı yüreklere isyan havası bırakmadı, kavgaya atılmak ateşini uyandırdı. Ben de silâhlanmak istemiş- tim, Nele razı olmadı, atlarımı sakladı: kavga işlerinde daha hiçbir şey bilmediğimi söylüyordu. Bununla beraber, iyi araba sürücülerimiz arasında, piyade kalarak bile, kendimi gösterebildim. Kavgaya sevkeden Athene idi. Minye isminde, Arene yakınında denize dökülen bir ırmak vardır. Tanrısal Şafağı ben orada Pylos'un arabalariyle beklemiştim; yayalar ise akın akın tezlikle geçiyorlardı. Gün iyice yükselmişti ki kutsal Alfe suyuna ulaştık. Orada en güçlü tanrı Zeus'a güzel kurbanlar sunduk. Alfe suyuna da bir boğa Poseidon'a bir boğa, çakır gözlü Athene'ye de henüz terbiye edilmemiş bir düve kurban kestik. Ondan sonra, akşam üstü, orda birlikleri içinde, akşam yemeğimizi hazırlayıp yedik, ve bütün silâhlarımızla ırmağın kıyılarında yattık. Ulu gönüllü Epeliler, şehri alıp talan etmek arzusu ile kuşatıyorlardı. Güneş pırıldıyarak ufkun üstüne yükselirken, Zeus'a ve Athene'ye dua ederek kavgaya giriştik; Epelilerle Pyloslular arasında kavga başladığı zaman, ilkin ben bir adam öldürerek duynakları kalın atlarını ele geçirdim; bu adam Augias'ın damadı savaşçı Mulios idi: karısı sarışın Agamede — Augias'ın büyük kızı— yeri besliyen zehirler işinde uzmandı. Epeliler, araba sürücülerinin başını ve en iyi savaşçılarını yere yuvarlanmış görmeleri üzerine, ürküntü içinde, her yana dağıldılar. Ben, kara bir burağan gibi atıldım, elli araba 262/555 yakaladım; her birinden iki savaşçı mızrağımla vurularak dişleriyle toprağı ısırmıştı. O sırada iki Molionları —Aktor'un iki oğlunu— öldürecektim, eğer, yeri sarsan Poseidon onları kalın bir sis arkasında saklayıp kavgadan kurtarmasaydı. Zeus o gün Pyloslulara pek parlak bir zafer vermişti. Geniş ova içinde düşmanı, adamları öldürerek ve güzel silâhlarını soyup alarak, kovaladık, sonra buğdayı bol Buprasion memleketine geçtik. Oradan döndükleri zaman Ahaylılar tanrılar arasında Zeus'a tapınıyor, insanlar arasında Nestor'a saygı gösteriyordu. İşte ben vaktiyle böyle bir adamdım, eğer öyle bir zaman gerçekten geçmişse. Ahilleus ise kahramanlığından yalnız kendi faydalanacak. Milleti mahvolduktan sonra, öyle sanıyorum ki, oturup acı acı ağlıyacaktır. Sevgili çocuğum, Menoetios, Fthia'dan Agamemnon'un yanına yollarken sana ne öğütler veriyordu! İkimiz, tanrısal Odysseus'la ben, sarayda idik, sana söylediklerini bir kelimesini kaçırmadan, dinlemiştik. Bütün bereketli Ahay ilini, sefere asker bulmak için dolaş- makta iken Pele'nin güzel konağına gelmiştik. İşte orada, sizi, kahraman Menoetios ile seni bulmuştuk, yanınızda Ahilleus vardı. İhtiyar araba sürücüsü Pele en önde Gürler Zeus'a, avlusunda semiz öküz butları sunmuştu. Elinde bir altın sağrak tutuyor, alevler içindeki kurbanlara saçılar kılıyordu. İkiniz kurbanların etleri ile uğraşırken biz avluda görünmüştük. Ahilleus birden şaşırdı ve bir sıçrayışla ayağa kalktı. Elimizden tutarak yol ve oturacak yer gösterdi. Konukluk âdetince verilmesi gereken her şeyi verdi; ve istediğimiz gibi yiyip içtikten sonra, en ilki ben söz alarak sizleri bizimle beraber sefere davet ettik. Her ikiniz teklifi kabul ediyordunuz. Peleoğlu Ahilleus'a daima savaşçıların en iyisi olmasını, herkesten üstün gelmesini öğütlüyordu. Sana ise Aktoroğlu Menoetios şöyle diyordu: «Oğlum, Ahilleus doğuşça senden üstündür, fakat yaşça sen ondan büyüksün; kuvvetten yana ise o, seni kat kat geçer. Ona öğüt vermek, makul sözü dinletmek, gidilecek yolu göstermek sana düşer. İyiliği için söyliyeceğinden seni dinliyecektir.» İhtiyar baban bunları söylemişti, sen ise unutuyorsun. Haydi! Zamanı henüz geçmemiştir; git, bütün bunları şanlı Ahilleusa söyle bakalım seni dinleyecek mi? Kimbilir, belki tanrı sana yardım eder de 263/555 öğütlerinle yüreğini sararsın. Bir arkadaştan gelen fikirler hoşa gider. Eğer gönlü ile, hanım annesinin Zeus adına haber vermiş olacağı bir kaderden sıvışmayı düşünüyorsa... seni ve seninle beraber bütün Myrmidonlar birliğini yollasın: Sen belki Danaosluların kurtuluş ışığı olursun. Yollarsa güzel silâhlarını da, kavgada giymek üzere, sana versin; kim bilir, Troyalılar, belki de, seni Ahilleus yerine alırlar da dövüşmekten vazgeçerler; şu saatte bitkin bir halde bulunan Ahaylılar bir nefes alırlar. Siz, taptaze bir kuvvet olarak, hiç güçlük çekmeden, yorgun düşmüş yığınları geri atar, gemilerden ve barakalardan uzak, şehirlerine doğru sürersiniz. 264/555 ŞAN : XII AHAY HİSARININ GELECEKTE YOK OLMASI Danaosluların, gemilerini korumak için ne açtıkları hendek, ne de bunun ötesinde diktikleri geniş hisar düşmanı uzun boylu tutacak değildi: bunları yaparken tanrılara şanlı yüzlük kurbanlar sunmamışlardı. Onlar hem güzel yapılı gemilerini, hem de onların içinde sakladıkları çok bol ganimetleri korumak istiyorlardı. Fakat bu yapılar tanrıların dileğiyle olmadığı için uzun zaman var olmıyacaklardı. Hektor yaşadığı müddetçe ve Ahilleus'un öfkesi sürdükçe, Priam Hanın sitesi ayakta durdukça büyük Ahay hisarı da duracaktı. Fakat Troyalıların en cesur savaşçıları düşmüş, Argoslulardan da —bir kaçı yaşasa da— çoğu çoktan helak olmuş, Priam'ın şehri tutmuş olacakları gün, Poseidon ile Apollon onu yok etmeğe karar veriyorlardı; İda dağlarından denize akan bütün ırmakların: Rhesos'un, Eptapor'un, Karesos'un, Rhodios'un, Granikos'un, Esep'in tanrısal Skamandros'un, nihayet Simois'in sularını üstüne saldıracaklardır: bunun yakınlarında, sayısız kalkanlar ve tulgalarla beraber, bütün yarı tanrı ırkından ölümlüler tozlara yuvarlanmıştı. Foebos Apollon bütün bu ırmakların ağızlarını birleştirmiş, hepsini hisara çevirmiş, birleşik suların sellerini dokuz gün boyunca onun üstüne saldırtmıştır. Zeus da aynı zamanda devamlı yağmurlar yağdırıyordu, hisar daha çabuk silinip gitsin diye. Yeri sarsan tanrı da, üç dişli elinde, Ahaylıların bunca emeklerle yaratabildikleri bu ağaçtan ve taştan yapılar üzerine denizin dalgalarını sürüyordu. Böylece akıntısı çok kuvvetli Hellespontun (Çanakkale denizinin) kıyılarını dümdüz etmişti. Ondan sonra boylu boyunca sahilleri kumlar altında sakladı; hisar yok olmuştu. Ondan sonra ırmaklarını eski yerlerine çevirdi, her biri güzel sularını yeniden kendi yatağına akıtmağa başladı. TROYALILAR HİSARI YIKMAĞA HAZIRLANIYORLAR! Şimdi, sağlam hisarın etrafında kavga devam ediyor, haydalar... naralar yükseliyordu. Hisarın ağaç kısımları okların çarpışından çınlıyordu. Zeus'un kamçısıyla ezilen Argoslular sıkışıp karınlı gemilerin yanında durdular. Bozguna uğratmada büyük usta olan Hektor'dan yılmışlardı. Her zamanki gibi Hektor, kavga meydanında bir fırtına gibi görünmüştü. Köpekler ve avcılar ortasında kalan bir yaban domuzu veya bir arslan, gücüne kuvvetine güvenerek, hiç telâş göstermez; fakat onlar kümelenip bir duvar gibi karşısına çıkarlar ve üstüne oklar, kargılar yağdırırlar; yine ulu gönlü ne korkuya tutulur, ne de kaçmak arzusu gösterir: onu büyük cesareti helak eder. Ne tarafa yüzünü çevirip yürüse (avcı) hatları bükülür. Bunun gibi Hektor yığına karışarak arkadaşlarına hendeği aşmak için yalvardı. Fakat tez koşan atları hendeğin önünde kararsız, pek çok kişniyerek dış kenarında durdular: genişliği onları ürkütüyor. Hendek, yakından bakılınca, içine atlamak da veya üstünden aşmak da hiç elverişli değildi, boylu boyunca her iki kenarı meyilli yapılmış, öte tarafında ise kısa, sivri kazıklar çakılmıştı. Araba çeken atlar en büyük güçlükle bile hendeği geçmeğe girişemezdi; yayalar bile aşabileceklerinden emin değillerdi; işte bu sırada Polydamas. yaklaşarak cesur, alp Hektor'a şöyle dedi: — Hektor, ve siz hepiniz, Troyalıların ve müttefiklerin başları! Bizim yaptığımız gibi, tez koşan atlarımızı hendeğin içinden sürmek akıllı işi değildi. Aşması çok pek çok elverişsizdir: dimdik sivri kazıklar, karşı tarafta ise Ahaylıların hisarı var. Araba sürenler hiç bir suretle içine inemez veya, üstünden vuramazlar: öyle bir dar geçit ki, 266/555 vücut hırpalanmadan içinden geçilemez, sanıyorum. Tepelerin yukarısından gürliyen Zeus, ötekilere fenalık yapmak, büsbütün mahvetmek istiyorsa, işler yolunda demektir. Ben de şu Ahaylıları burada, Argostan uzak, utanç ve şerefsizlik içinde mahvolmuş görmek isterim. Fakat sebat edip yüzlerini bize çevirirlerse, gemilerinden bir karşılıklı saldırış çıkarsa ve biz o zaman gelip bu hendeğe çarparsak, şehre gönderecek bir haberci bile bulunmıyacak. Haydin, hepimiz benim düşündüğüm gibi yapalım: seyisler arabaları hendeğin yanında tutsunlar, biz de, yalnız, yayan, baştan ayağa silâhlı, koyu bir yığın olarak Hektor'un arkasından yürüyelim. Ahaylılar rahat edemiyecekler: eğer ölümleri kararlaştırılmış ise. Bazıları Hektor'la gittiler, kusursuz Polydamas da beraberdi. Bunlar en cesurları, hisarı yıkıp karınlı gemilerin yanında döğüşmek isteğiyle yananlar ve sayıları en çok olanlardı. Üçüncü olarak Kebrion geliyordu. Hektor, arabasının yanında, Kebrion'dan değerce aşağı başka bir seyis bırakmıştı, ikinci birliğin başında Aleksandros yürüyordu: Alkotoos ve Agneor da onunla beraberdi. Üçüncü birliğin başında, Priam'ın iki oğlu: Helenos ile Deifobos vardı, üçüncüleri ise kahraman Asios idi: Hyrtokoğlu Asios, donları ateş rengi atlarlar, Selleis suyu kenarında Arisbe şehrinden gelmişti. Dördüncünün başında Ankis'in şenli oğlu Eneeos yürüyordu; onunla beraber de Antenor'un iki oğlu: her türlü savaşta usta, Arkelohos ile Akames vardı. Nihayet Sarpedon ün salmış müttefiklerin başı idi. Savaşçılar arasından cesaretle kendisine en yakın görünen Glaukos ile Asteopeos Alpı yanına almıştı. Hepsi ile karşılaştırıldığı zaman o (Sarpedon) apayrı bir kahramandı. Birlikler, köseleden yapılmış kalkanları ile, Danaosluların üzerine yürüyorlar ve Ahaylıların tutunamayıp kara gemilerine çekileceklerini umuyorlardı. 267/555 ASİOS LAPİTHLERLE ÇARPIŞIYOR Troyalılar ile ün salmış müttefikleri kusursuz Polydamas'ın öğüdüne uydular. Yalnız savaşçılar başı Hyrtakoğlu Asios arabasını ve arabacı seyisini orada bırakmak istemedi: onlarla beraber güzel yapılı gemiler üzerine yürüdü. Akılsız adam! Canlara kıyan tanrıçalardan kurtulamıyacak, pek güvendiği arabasıyla, gemilerden, rüzgârların dövdüğü İlion'a dönemiyecektir, çünkü, ondan önce, adı sevimsiz Moera (ölüm tanrıçası), şanlı Deukalionoğlu İdomene'nin mızrağı ile kendisini sardı. Gemilerin sol kanadına, Ahaylıların ovadan dönerken arabalarıyla ve atlarıyla taşınmış oldukları tarafa yürümüştü. Ahaylıların tutunamayıp siyah gemilerine çekileceklerini düşünüyorlardı. Akılsızlar! Kapıda savaşçı Lapithlerin yiğit oğullarından iki alp karşılarına çıktı: biri Pirithoosoğlu Güçlü Polypoetes, öbürü insanlar musibeti Ares'in bir eşi Leonteo idi. Her ikisi yüksek kapının önünde duruyordu. Dağlarda yetişen meşe ağaçlarını andırıyorlardı ki, başlarını, yukarıda tutarlar, her gün esen rüzgârlara, yağan yağmurlara uzun ve kuvvetli kökleriyle karşı korlar. Bunun gibi, her ikisi kollarına, güçlerine güvenerek büyük Asios'un saldırışına karşı koyup tutundular, kaçmadılar. Gelenler doğru muhkem hisar üzerine, kurumuş köseleden kalkanlarını başlarından üstün tutarak, ve korkunç bir nara atarak yürümüşlerdi. Lapithler önce içerde kalıp bütün güzel dolaklı Ahaylılara, gemilerini savunmak için dövüşmeğe arzu ve cesaret veriyorlardı. Fakat Troyalıların hisara atıldıklarını görünce, Danaoslulardan bozgun naraları yükselince, ikisi kapıya atılarak kavgaya giriştiler. Dağda köpeklerin ve adamların baskınına uğramış iki yaban domuzunu andırıyorlardı: baskın sesleri üzerine sıçrayıp atılırlar, etrafındaki ağaçları köklerinden sökerek kırarlar, dişlerini gıcırdatırlar canlarına kıyacak bir ok gelip değinceye kadar. Bunun gibi, hücuma uğrıyan savaşçılar, üzerlerine pırıltılı tunç silâhlar gelmeğe başlayınca kendilerinden üstün arkadaşlarına ve kendi 268/555 kuvvetlerine güvenerek, bütün güçleriyle kavgaya başladılar. Hisarın üstünden de öbürleri taşlar atarlar, kendilerini, barakalarını ve tez yürüyüşlü gemilerini savunmak için dövüşüyorlardı. Taşlar yere, lapa lapa, yağan ve şiddetli bir rüzgârın, gölgeli bulutlar içinde, bereketli toprak üzerine dalga dalga saçtığı karlar gibi düşüyorlardı. Bunun gibi hepsinin, Ahaylıların ve Troyalıların ellerinden oklar, mızraklar saçılıyordu. Değirmen taşları büyüklüğünde taşlar tulgalarına ve kabarık kalkanlarına çarptıkça çınlayışlar işitiliyordu. O zaman, şaşkınlık içinde, Hyrtakoğlu; Asios haykırarak şöyle dedi: — Zeus Baba, sen de ne kadar çok yalanı seviyormuşsun! Ben düşünebilir miydim ki, Ahaylı kahramanlar iç ateşimiz ve korkunç güçlü kollarımız karşısında tutunabilecekler? Fakat onlar esnek vücutlu eşek arılarına, veya sarp bir yol kenarında kovan düzen bal arılarına benziyorlar ki, onları kovmağa çalışanlara karşı kafa tutup yuvalarını terk etmezler, yavrularını korumak için kavgaya girişirler. Bunun gibi, ancak iki kişi oldukları halde sebat edip bu kapının önünden çekilmiyorlar: kaçmaktansa ölümü göze alıyorlar. Böyle dedi; fakat sözleri Zeus'u kandırmadı: gönlü ile, şanı Hektor'a vermek istiyordu. Lapithler bu sırada canlar yakan kavgaya giriştiler. Pirilhoosoğlu Güçlü Polypoetes mızrağı ile Damas'ın, yandurukları tunçtan tulgasını deşti; kemik kırılarak içindeki beyin parçalandı: hemen adamın işi bitti. Ondan sonra Pylon'u da Ormen'i de öldürdü. Ondan sonra Antimahoğlu Hippomahos'u Ares dölü Leontea, kargısıyla, 269/555 vurarak iç kemerini deşti. Sonra sivri kılıcını kınından çekerek yığın içinden öne Antifates'i vurdu: adam yere yuvarlanarak ezildi, sonra ayrı ayrı Menon'u, İamen'i ve Orestes'i öldürüp yerlere serdi. HEKTOR POLYDAMAS'I DİNLEMEK İSTEMİYOR Bu ölülerden kıvılcım saçan silâhlarını soyarlarken, takım takım genç savaşçılar Polydamas'ın ve Hektor'un izinden gidiyorlardı. Bunlar hem sayıca en çoktu, hem de cesaretleri büyüktü: hisarı yıkıp gemileri alevlere salmak ateşiyle yanıyorlardı. Henüz kararsızlık içinde, hendeğin kenarlarında durdular. O ara onlara bir alâmet göründü: yüksekten uçan bir kartal orduyu solunda bırakmıştı. Pençeleriyle kızıl bir yılan tutuyordu: çok büyük, ürperen, daha yaşıyan ve savaştan vazgeçmiyen bir yılandı. Birden geriye bükülerek kendisini taşıyan kuşu soktu. Kartal o zaman onu kendisinden uzaklaştırarak yere attı; duyduğu acıdan, yığının ortasına düşürdü sonra bir haykırışla rüzgârın içine uçtu. Troyalılar ortalarında kıvranan yılanı, Zeus'un alâmetini görünce titrediler. O zaman Polydamas yaklaşarak Hektor Alp'a şöyle dedi: — Hektor, dernekte, ne zaman iyi öğütler ileri sürersem, beni kınayacak bir şey bulursun. Öyle ki, dernekte ve kavgada senden başka türlü konuşmak yakışıksız oluyor, böylelikle şanın daima yükseliyor. Fakat bu sefer de açık açık en uygun gördüğüm gibi konuşacağım: Danaoslularla gemileri için savaşmıyalım, çünkü işin sonunu şöyle görüyorum: Hisarı aşmak arzusuyla yanmakta iken Troyalılara, şimdi görünen alâmet: yüksekten uçan ve ordumuzu solunda bırakan, 270/555 pençeleriyle henüz ölmemiş iri bir kızıl yılan tutan kartal; birden, yuvasına ulaşmadan, yavrularına götürüp veremediği yılanı, koyverdi. Bunun gibi biz de, büyük çabalayışlarla Ahaylıları bastırıp kapıyı zorlasak ve hisarı yıkabilsek bile, gemilerden, gemilerini savunacak aynı yolu tutarak, iyi bir halde dönemiyeceğız, orada Ahaylıların tunç silâhlarıyla öldürülüp parçalanmış binlerle Troyalı bırakacağız. Tanrıları kaderlerini gönlü ile iyi bilen bir insan, danışılsa, böyle söylerdi, insanlar da onu dinlerdi. Tulgası kıvılcım saçan Hektor ona yandan bakarak şöyle dedi: — Polydamas, hoşuma gidecek bir dille konuşmuyorsun. Daha kusursuz şeyler de söyliyemez değilsin. Gerçekten iyi düşünerek mi bunları söylüyorsun? Öyle ise senin aklını tanrılar almış olacak. Demek, Gürler Zeus'un istediklerini, bize kesin olarak vâ'dettiklerini unutmamızı, kanat açıp uçan kuşlara inanmamızı istiyorsun? Benim, böyle şeylere aldırış ettiğim yok. Kuşlar sağa; tan yerine, güneşe doğru uçabildikleri gibi, sola; sisli, gölgeli yöne de uçabilirler. Biz yalnız bütün ölümlüler ve ölümsüzler üzerine hükmünü süren büyük Zeus'un isteğine iman etmeliyiz. En iyi alâmet bir tanedir, o da vatanın savunmasını bildiren alâmettir. Sen niçin kavgadan, boğuşmadan korkuyorsun? Biz hepimiz Argosluların gemileri yanında ölmüş olsak bile, senin için, tatlı canın için korkacak bir şey yoktur: Senin yüreğin böyle şeylere katlanmaz! Sen git, boğuşmadan uzaklaş, fakat başka birini dövüşmekten alıkoyacak sözler söylememeğe dikkat et yoksa benim kolumla vurularak kendi canından da olursun. 271/555 Böyle diyerek yolu gösterdi; ötekiler ise, yüksek ve tanrısal bir uğultu ortasında arkasından yürüdüler. O ara Gürler Zeus, İda'nın dağlarından tozları doğru gemiler üzerine süren bir borağan kaldırdı; aynı zamanda Ahaylıların zihinlerini efsunladı ve şanlı Troyalılara ve Hektor'a verdi. Bu alâmetlere ve kendi kuvvetlerine güvenerek Ahaylıların hisarını yıkmağa giriştiler. Fakat Danaoslular da henüz onlara yolu aç- mak niyetinde değildiler. Kalkanlarıyla siperlerini kuvvetlendirdiler ve oradan hisarın altına yanaşan düşmanlar üzerine ok atmağa başladılar. İKİ AYAS MÜDAFAAYI CANLANDIRDILAR İki Ayas, hisarın üstünde gidip geliyorlar, emirler veriyorlar. Ahaylıların iç ateşini alevlendiriyorlardı. Savaşçılardan kimine tatlı sözler söylüyorlar, kavgada gevşeklik gösterenlere ise sert sözlerle çıkışıyorlardı. — Dostlar, Argosluların en yararlısına, ortasına ve az değerlisine, çünkü kavgada herkes aynı değerde olmaz diyoruz ki şimdi, herkes için görecek iş vardır, siz de kendiniz görüyorsunuz, sanırım! Gözünüzü açan sese kulak vererek kimse arka çevirmesin, gemilerin yolunu tutmasın. İleri yürüyün, birbirimizi cesaretlendirin; bakalım, 272/555 şimşek salan Olympos'lu Zeus bize de düşmanları geriletmeğe, şehire sürmeğe meydan verecek mi? Bu gibi sözlerle ve yüksek seslerle Ahaylıların savaşçılarına cesaret veriyorlardı. Nasıl ki, kış günlerinden birinde bol bol, lapa lapa kar yağar; tedbirli Zeus kendi oklarını insanlara göstermek için böyle kar yağdırır: Rüzgârları önce uyutur, sonra kesiksiz kar saçar; dağların yüksek tepeleri, denize uzanan burunlar, otları bol ova, insanların bereketli tarlaları örtülünceye kadar kar yağar. Boz renkli denize, koylara, yalçın yarlara da kar yağar, yalnız dalgalı fırtına, karı yener, kalan her şey, Zeus'un karlı gününde, karlarla örtülür, bunun gibi, iki taraftan birbirine atılan sayısız taşlar saçılır, gerek hisarın üstünden Troyalılar üzerine, gerek Troyalıların saflarından Ahaylılar üzerine taş yağar ve hisarın üstündebir takırdıdır gider. SARPEDON HİSAR HÜCUMUNDA Ne Troyalılar, ne de ün salmış Hektor hisarın kapılarını ve uzun duvarını yıkamayacaklardı, eğer tedbirli Zeus, oğlu Sarpedon'u Argoslulara karşı saldırtmasaydı: Kıvrık boynuzlu öküzler üzerine atılan arslan gibi. Hemen yusyuvarlak, çekiçle işlenmiş güzel tunç kalkanını önüne kaldırır, iki mızrak sallıyarak yola çıkar: Dağda beslenmiş, çoktan etsiz kalmış, cesur gönlünün dürtüsü ile hayvan sürüleri aramağa, hattâ kapalı ağıllara girmeğe atılmış bir arslan gibi; öyle ki, karşısına, sürülerini bekliyen çobanlar köpekleri ve demirli sopalarıyla çıksalar bile, ağıla girmek sınamalarında bulunmadıkça kaçmağı düşünmüyor; ya üstüne atılıp avını kapacak, veya çevik bir 273/555 elin fırlatacağı kargı ile vurulacak. Bunun gibi, tanrılar benzeri Sarpedon, yüreğinin cesaretiyle, hisarı ve siperlerini yıkmağa atılmıştı. Hemen, o ara, Hippolohosoğlu Glaukos'a seslenerek şöyle dedi: — Glaukos, bizi, Lykia'da niçin el üstünde tutuyorlar, etlerle, tatlı şarapla ağırlıyorlar? Orada bize niçin tanrılar gibi saygı gösteriyorlar? Niçin Ksanthos suyu vadisinde, bağa da buğday ekinine de elverişli gayet geniş topraklardan faydalanıyoruz? Böyle olunca, bugün vazifemiz, kızgın kavganın gereklerince, Lykialıların ilk safında durmak değil midir? O zaman, zırhları sağlam Lykialılar şöyle diyecekler: Lykia'da kumanda eden Hanlar şanlı insanlardır, yalnız semiz koyunlar yemezler, seçkin şarap içmezler; cesaretleri. büyük değerleri de vardır, çünkü Lykialıların ilk safında dövüşüyorlar!.. Hey sevgili dostum, eğer bu harpten kaçınmakla ileride, sonsuz bir zaman içinde, bize ihtiyarlık ve ölüm dokunmadan yaşamamız mümkün olsaydı, ne ben ilk safta dövüşmeğe atılırdım, ne de seni insanın şan kazandığı kavgaya yollardım. Fakat herhalde ve her ne yapılsa sayısız ölüm tanrıları tuzak kurmakta ve hiçbir ölümü onlardan sıvışamamakta olduğundan haydi bakalım biz mi şanı başka birisine vereceğiz, başka biri mi bize verecek? Böyle dedi, Glaukos itiraz etmedi ve davetten kaçırılmak istemedi. İkisi doğru ileri yürüyerek büyük Lykia ordusuna kılavuzluk ettiler. Onları görünce Peteosoğlu Menesthe, titredi: Hisarın kendi kısmına doğru, felâketi getirmek üzere, ilerliyorlardı! Bütün hisar üzerine kaygılı bir göz dolaştırarak gelen belâyı uzaklaştırabilecek bir kahraman aradı. Kavgaya doymaz iki Ayas'ı gördü, Teukros da o ara barakasından çıktı. Bunlar uzak değildiler ama, bağırarak sesini işittiremiyordu: Kavganın yükselen çığlıkları, atılan taşların, okların 274/555 kalkanlara, sorguçlu tulgalara ve kapalı duran kapılara çarpmasından çıkan devamlı tıkırdılar buna engel oluyordu. Tezlikle Ayas'a Theotes çavuşu yolladı: — Git, tanrısal Theotes, koş, Ayas'ı çağır; her iki Ayas'ı çağırsan çok daha iyi olur; yoksa burada, çok geçmeden ölüm uçurumu açılacak; Lykia Hanları öyle ağır basıyorlar ki... Canlara kıyan kavgada onlar daima yamandırlar. Eğer orada da kavga işleri zorlu ise yalnız Telmonoğlu Ayas gelsin, yanında yay atıcılığında usta Teukros'u da alsın. Böyle dedi. dinliyen kahraman itiraz etmeden, hemen yola çıktı, tunç cebeli Ahaylıların hisarı boyunca yürüyerek iki Ayas'ın yanına geldi, canlı canlı konuşarak onlara şöyle dedi: — Hey, tunç cebeli Ahaylıların başları, iki Ayas! Zeus dölü Petesoğlu size, kısa bir zaman için olsun, oraya gidip önüne çıkan kavgada yardım etmenizi rica ediyor; ikiniz beraber olsanız çok daha iyi olurdu; yoksa, çok geçmeden, orada ölüm uçurumu açılacaktı; Lykia Hanları öyle ağır basıyorlar ki... Canlara kıyan kavgada onlar daima yamandırlar. Eğer burada da kavga işleri çok zorlu ise hiç olmazsa, yalnız şanlı Telamonoğlu Ayas gelsin, yanına da yay atıcılığında usta Teukros'u alsın. 275/555 Böyle dedi, ve Telamanoğlu büyük Ayas itiraz etmedi; hemen Oileas'ın oğluna şu kanatlı sözleri söyledi: —Ayas, ikiniz, sen ve şanlı Lykomedes oğlu burada kalın; Danaosluları açık kavgaya alıştıradurun, kendim oraya gidip kavgaya gelenleri karşılıyayım; gereken yardımda bulunduktan sonra hemen dönerim. Böyle Diyerek, Telamanoğlu Ayas gitti; anababa bir kardeşi Teukros da beraber yürüdü. Pandion da beraber giderek Teukros'un bükeyli yayını taşıdı. Hisarın iç cephesinden yürüyerek ulu gönüllü Menesthe'nin kulesine gelince, düşmanın çok sıkıştırdığı insanların yanına gelmiş olduklarını gördüler. Orada, Lykialıların yiğit başları ve kılavuzlarının siperlere siyah bir boragan gibi tırmandıklarını gördüler. Hemen hepsi bir cephe savaşına giriştiler; korkunç naralar yükseldi. İlk olarak Ayas, Telamanoğlu bir adam, Sarpedon'un dostu Epikles'i öldürdü. Bir siperin üstünden orada bulunan pürtüklü bir büyük taşla vurdu. Bugünkü insanların en güçlülerinden biri, o taşı iki eliyle zor kaldırabilirdi. Kaldırıp yukarıdan attığı bu taş tulgayı çiğniyerek başın bütün kemiklerini ezdi. Epikles yüksek duvarın üstünden bir dalgıç gibi yuvarlandı. Kemiklerinden hayat ayrılmıştı. Teukros da, bir okla, güçlü Hippolohos'un oğlu Glaukos'u, duvara tırmanırken vurdu; kolunun örtüsüz kalan bir yerinden vurmuş, adamı savaş dışı bırakmıştı. Glaukos duvarın üstünden, kimse görmemek üzere arkaya sıçramıştı: Bir Ahaylının onu yaralı görmesini ve sonra gidip 276/555 övünmesini istemiyordu. Glaukos'un ortadan çekildiğini gören Sarpedon, çok kaygılandı; fakat kavga işlerinde hiç bir ihmal göstermedi, mızrağı ile Theostoroğlu Alkmon'u deşti, sonra silâhı kendi tarafına alırken Alkmon, alnı önde olarak, düştü ve kıvılcım saçan tunç silâhları böğürleri üstünde çınladı. Sarpedon çok güçlü elleriyle siperin bir parçasını yakaladı ve kendine çekerek kopardı; bunun üzerine duvarın üstü müdafaasız kaldı, Sarpedon böylelikle savaşçılarna bir yol açmış oldu. Ayas ile Teukros işbirliği ettiler. Teukros'un attığı ok, Sarpedon'un bütün vücudunu örten kalkanının parlak kayışına değdi. Fakat Zeus, oğlundan ölüm tanrıçalarını uzaklaştırdı; Gemilerin pupaları önünde can vermesini istemiyordu. Ayas sıçrayıp kalkanı sançtı; mızrak deşip geçirmediyse de, en aşağı yiğit savaşçıyı hareketsiz bıraktı. Sarpedon biraz siperden ayrıldı, fakat apaçık geri çekilmiş görünmek istemedi: Yüreği daima zafer şanını kazanmak ümidindeydi. Dönerek Lykialılara şöyle hitap etti: — Lykialılar, iç ateşinizin güçlülüğü gevşemesin. Gücüme kuvvetime güveniyorum da, kendi başıma hatları bozmak ve size gemilerin ortasına giden bir yol açmak benim için kolay değildir. Benimle beraber çalışınız; ne kadar çok olursak işi o kadar daha iyi yaparız. TROYALILAR HİSARI ALIYORLAR 277/555 Böyle dedi onlar da birleşmeğe çağıran sesinden korkuya düşerek, dernekte rey sahibi büyük Hanın etrafına daha çok yaklaştılar. Ellerinde sivri temrenli mızraklarını tutarak duvarın dışarıya uzanmış destek taşlarına tırmanıyorlardı. Bu ara Hektor bir taş yakalayıp kaldırdı. Kapının önünde duran bu taşın alt tarafı geniş, üstü sivriydi. En kuvvetlilerinden iki kişi, bugünün en güçlü kuvvetli iki adamı bu taşı kaldırıp bir arabanın üzerine büyük güçlükle koyabilirlerdi. O ise, kendi başına, o taşı kolaylıkla kaldırıp salladı: Hileler düşünen Kronosoğlu hafifletmişti. Bir çoban bir koçun yapağısını zahmetsizce nasıl bir eliyle taşıyabilirse, Hektor da onun gibi, kaldırdığı taşı taşıyıp kapalı kapının çok sağlam iki kanadı önüne götürdü içerden kapı kanatlarını karşılıklı iki kol demiri tutuyor, bunlara bir de kilit takılmış bulunuyordu. Kapıya yakın durup taşı bütün kuvvetiyle iki kanadın ortasına fırlattı. Kol demirinin çökmesiyle, iki kanadının parçalanması üzerine, müthiş bir takırdı ile kapı darmadağın oldu, taş da iç tarafa düştü. Ün salmış Hektor öte tarafa atıldı. Tez giden gecenin heybetini almıştı. Vücudunu örten tuncun parıltısıyla parlıyor ve eline iki mızrak almış bulunuyordu. Kapıyı aştığı anda onu gemilerden ancak bir tanrı uzaklaştırabilirdi. Gözleri alev alev olmuştu. O zaman yığına dönerek Troyalılara duvara çıkmak emrini haykırdı. Davete itaat ettiler. Vakit geciktirmeden kimileri duvardan sıçrayarak, kimileri kapıları aşarak ilerlediler. Danaoslular koca karınlı gemilere doğru kaçıştılar, arkası gelmiyen bir kargaşalık yükseliyordu. 278/555 ŞAN : XIII POSEIDON, AHAYLILARA YARDIM EDiYOR Zeus, Troyalılarla Hektor'u gemilerin yanına getirdikten sonra, durmadan kaygılara, talihsizliklere uğrattı; ışıklı gözlerin; onlardan alarak atlara düşkün Thrakialılara, yakından dövüşmede usta Mysialıların, yalnız sütle yaşıyan şanlı Hippemolgların, ve insanların en doğruları Abieslerin yerlerine çevirmişti. Artık ışıklı gözlerini Troya üzerine çevirmiyor, ölümsüzlerden birinin gelip Troyalılara ve Danaoslulara yardımda bulunabileceğine gönlü ile inanmıyordu. Fakat yeri sarsan da gözleri kapalı nöbet beklemiyordu: Savaşa, kavgaya meraklı, ormanları bol Samothrakia'nın en yüksek tepesine çıkıp oturmuştu. Oradan bütün İda'yı görüyordu; Priam'ın şehri de Ahaylıların gemileri de gözlerinin altında idi. Denizden çıkıp oraya oturmuş, Troyalılara yenilmekte olan Ahaylılara acıyor, Zeus'a çok kızıyordu. Birden, sarp dağdan inerek çabuk. geniş adımlarla yürümeğe başladı; ve yüksek dağlar, orman, herşey yürümekte olan Poseidon'un ölümsüz ayakları altında titriyordu. Bacaklarını üç defa açıp ilerledi, dördüncüsünde hedefe: Eges'e ulaşmıştı; orada, denizin derinliklerinde, kıvılcım saçan, ün salmış, hiç yok olmaz altın sarayı vardı Oraya gelince, arabasına tunç ayaklı, tez uçuşlu iki at koştu; alınlarında altın yele vardı. Kendi de altın giyindi, eline sanatla işlenmiş bir altın kamçı aldı; sonra arabasına binerek dalgalar üzerine sürdü. Deniz canavarları, sıçraya sıçraya, gizlendikleri yerlerden çıkarak pek iyi tanıdıkları Hanlarını selâmladılar. Deniz, sevinç içinde geçit veriyor, araba bütün hızı ile uçuyor, ve altındaki tunç dingil ıslanmıyor bile. Atlar tanrıyı Ahaylıların gemilerine götürüyorlardı. Denizin en derin uçurumlarında, Tenedos ile kayalık İmbros arasında geniş bir mağara vardır. Yeri sarsan Poseidon, burada, atlarını durdurup koşumdan çözdü, önlerine tanrısal yemlerini koydu; sonra, ayaklarına kırılması veya çözülmesi imkânsız altın bukağılar taktı. Atlar orada durup, Ahaylıların ordusuna gitmek üzere ayrılan tanrısal sahiplerini bekleyeceklerdi. Troyalılar, yığınlarla, alev gibi ve burağan gibi. ölçüsüz bir iç ateşi içinde, naralar ve uğultular ortasında, Priamoğlu Hektor'un arkasından gidiyorlardı. Niyetleri, Ahaylıların gemilerini yakalamak ve bütün kahraman savaşçıları orada öldürmekti. Fakat yeri sarsan Poseidon, Argosluları cesaretlendirdi; derin denizden çıkıp Kamas'ın kılığına girdi ve hiç gevşemez sesiyle, en önce, iki Ayas'a, iç ateşleri alevli olan bu iki kahramana şöyle dedi. — Siz iki Ayas, Ahay ordusunu kurtaracak sizsiniz yalnız cesaretinizi hatırlayın, yürekleri üşüten korkuyu, bozgunu aklınıza getirmeyin. Yığınlarla hisarınızı aşmağa gelen kolları korkunç Troyalıların hat üzerindeki başka hiç bir noktasından korkmayın; bizim dolakları güzel Argoslular onların hepsini tutabileceklerdir; yalnız hat üzerinde korktuğum başımıza bir şey gelir diye müthiş korktuğum bir 280/555 nokta vardır, o da aleve benzer bir kuduzun. Güçlü Zeus dölü olmakla övünen Hektor'un kumandası altındaki noktadır. Hay sizin de yüreklerinize tanrılardan biri etkisini yürütse de yiğitçe durmasını bilseniz, başkalarına da bu yolda emirler verseniz! O zaman bütün alplığına rağmen, onu tez yürüyüşlü gemilerden belki de uzaklaştırırdınız, iç ateşini alevlendiren Olympos'lunun kendisi olsa bile. Böyle dedi, ve Yerin sahibi Yeri sarsan, değneğiyle onlara dokunarak yüreklerini en yüksek bir iç ateşiyle alevlendirdi. Sonra, sarp bir yüksek kayanın üstünden bir av kuşuna atılan tez kanatlı çaylak nasıl uçarsa, onun gibi Yeri sarsan Poseidon onlardan uzaklaştı. Fakat Oileus oğlu ayağına çabuk Ayas, ilk olarak, onu tanıdı ve Ayas Telamanoğlu'na şöyle dedi; — Ayas, bizi, ikimizi, kâhinin kılığı ile, gemilerin yanında savaşmağa böyle davet eden Olympos'un sahipleri tanrılardan biridir. Kuşların alâmetlerinden tanrıların kaderini bilen kâhin değildi bu. Uzaklaşırken, arkasından, bacaklarının ve ayaklarının gidişine bakarak, bir tanrı olduğunu bildim. Tanrılar kolaylıkla kendilerini tanıtırlar. İşte, şu anda, göğsümün içinde yüreğim en yüksek bir savaşıp dövüşmek arzusu içindedir. Ayas Telamanoğlu ona şöyle cevap verdi: 281/555 — Ben de şu anda mızrağımı tutmakta olan çok kuvvetli ellerimin iç ateşinden titrediğini, yiğitliğimin ayaklarımdan bütün vücuduma yükselip yayıldığını hissediyorum. Hattâ, kendi başıma, gidip ölçüsüz bir iç ateşi içinde olan Priamoğlu Hektor'la dövüşmek arzusu ile yanıyorum. Bir tanrının yüreklerine koyduğu ateşli savaşçılık sevinci içinde birbiriyle böyle konuşuyorlardı. Bu ara, Yeri sarsan arkada; güzel yapılı gemilerin yanında, rahat nefes alarak yüreklerine kuvvet vermekte olduğu Ahaylıları cesaretlendiriyordu. Yeri sarsan en önce Teukros ile Leitos'un, kahraman Peneleos ile Deipyros'un, nihayet Merion ile Antilohos'un, genç savaş ustalarının yanına gelerek kanatlı sözler söyledi: — Ayıp size genç Argoslu savaşçılar! Size güvenim vardır. Savaşırsanız gemilerimizi kurtarırsınız. Fakat acılar kaynağı kavgayı bırakırsanız, çok geçmeden, bizim için Troyalıların altında mahvolmak günü gelecektir. Vah, vah! Gözlerimle ne şaşılacak şeyler, eskiden olabileceğini asla hatırıma getirmediğim şeyler görüyorum: Troyalılar gemilerimizin yanında, ha! Eskiden, ormanda, çakalların, panterlerin, kurtların yemi olmağa mahkûm, şaşkına dönmüş, kaçmaktan başka bir şey yapamaz, savunmağa cesaretsiz, isteksiz dişi geyiklere benziyen Troyalılar, eskiden, bir ân bile Ahaylıların ateşli yiğitliğine, kuvvetli kollarına karşı savaşmak hadleri olmıyan Troyalılar, şimdi şehirlerinden uzak, koca karınlı gemilerimizin yanında dövüşebiliyorlar! Bir Hanın hatâsı, ve bir karşılık olarak, savaşçıların onu terketmesi yüzünden, bugün, Argoslular tez yüruyüşlü gemilerimiz için dövüşmekten kaçıyorlar ve gemiler arasında yığınla ölüyorlar. Fakat kabul edelim ki, Atreoğlu, güçlü kuvvetli Agamemnon Han, ayağına 282/555 çabuk Peleoğluna hakaret ettiği için, tamamiyle suçludur, bunun için bizim bugün kavgadan kaçmağa hakkımız olabilir mi? Hayır, çabuk fenalığa çare aramalıyız: Yiğitlerin aklı çare ve tedbir kabul eder. Siz, ordunun en iyi savaşçıları, burada, ateşli yiğitliğinizi unutup kavgadan uzaklaşmayı bir şeref sayamazsınız. Bir korkak, dövüşmekten kaçınsa ben gidip ona çıkışacak değilim. Fakat sizleri bütün gönlümle ayı- plarım. Delikanlılar, böyle, gevşeyip kavgadan uzak durmakla fenalığın daha kötü olmasına sebep oluyorsunuz. Her biriniz, ayrı ayrı, yüreğinize utanç, kınama hislerini yerleştiriniz. Şu saatte kavganın en büyüğü başlamıştır: Narası gür Hektor alp, gemilerimizin yanıbaşında dövüşmektedir; kapıyı ve büyük kol demirini söküp kırmış bulunmaktadır. Yerin sahibinden gelen böyle cesaretlendirici sözle Ahaylıları dimdik ayağa kaldırdı. Çok geçmeden, iki Ayas'ın etrafında kuvvetli birlikler toplanmıştı. Şimdi Ayas ve savaşçılar kılavuzu Athene gelip kusur arasalar kınayacak hiçbir şey bulamazlar: Savaşçıların en iyileri artık Troyalıları ve tanrısal Hektor'u beklemeğe hazırdılar: Mızrak mızrağa, kalkan kalkana, zırh zırha, tulga tulgaya, er ere karşı duracaktır. AHAYLILARIN SAVUNMASI Troyalılar yığınlarla hücum ediyorlar başlarında ateşli azgınlığı ile Hektor vardır. Fırtına sağanaklarıyle kabaran ırmak, önüne çıkan engelleri yıkar, yüksek bir kayanın tacı gibi duran yuvarlak taşı koparıp aşağı alır, yıkarlardan coşkun bir akışla yayılırken orman çağıl 283/555 çağıl çağlar; taş da durmadan yuvarlana yuvarlana ovaya gelip ötesi kalmayınca bütün hızına rağmen artık yuvarlanmaz olur; bunun gibi Hektar da haykırarak tehditte bulunuyor, kolaylıkla Ahaylıların barakaları ve gemileri arasından, ölüm saçarak denize kadar sürebileceğini söylüyordu; fakat karşısına sık toplanmış kuvvetli birlikler çıkınca sarsılmış bir halde durakladı. Ahaylıların oğulları kılıçlarıyla, iki temrenli mızraklarıyla önünü kesiyorlar, hattâ püskürtüyorlar. Sarsılarak geriledi ve bütün Troyalıların işitebileceği yüksek bir sesle haykırdı: — Troyalılar, Lykialılar, yakından dövüşmede usta Dardanlılar! iyi tutunun! Ahaylılar beni çok durduramazlar. İstedikleri gibi, karşıma bir hisar çekmek üzere toplanıp gelsinler: Çok geçmeden, mızrağımın altında, bozulup çekileceklerine inanıyorum: Eğer, beni harekete getiren tanrıların en büyüğü, Here'nin Gürler sesli kocası ise. Böyle deyip herkesin yüreğinde iç ateşini alevlendirdi. Aralarında Priamoğlu Deifobos, yüksekten düşünerek, ileri atıldı, önünde tuttuğu yusyuvarlak kalkaniyle yürüyüşünü gizliyerek hafif adımlarla ilerledi. Merion nişan alarak parlak mızrağını Deifobos'un öküz köselesinden yuvarlak kalkanına değdirdi. Fakat uzun mızrak deşip geçmedi, ondan önce sapa takıldığı yerden kırıldı. Kahraman Merion zafere erişemediğinden ve silâhı kırıldığından, büyük bir can sıkıntısı içinde, barakada bırakmış olduğu uzun mızrağı aramak üzere, gemiler ve barakalar arasında yürüdü 284/555 Bu sırada, öbürleri hücum ediyor, sonu gelmiyen bir uğultu yükseliyordu, ilkin Teukros Telamanoğlu bir adam: Atı kısrağı bol Mentor'un kavgaya düşkün oğlu İmrios'u öldürdü. Priam'ın halayıktan kızı Medesikaste'den doğmuş olan İmbrios, Danaosluların iki yandan karınlı gemileri geleliberi, İlion'a gelmişti; kendisine oğulları gibi saygı gösteren Priam'ın yanında oturuyordu. Telamonoğlu, uzun mızrağıyla onu kulağından sançıp silâhı geri çekti; adam boylu boyunca yere düştü. Bir dağın tepesinde, en uzaktan görülen meşe ağacı, oduncunun tunç baltasıyla kesilerek yeşil yapraklarını toprak üzerine sererek nasıl düşerse, onun gibi İmbrios da düştü, üstünde kıvılcımlı silâhları çınladı. Teukros silâhlarını soymak arzusunun ateşiyle yanarak sıçradı, ama atıldığı anda, Hektor, parlak kargısını üstüne fırlattı. Öbürü gelen silâhı görerek vuruştan tam vaktinde korundu; mızrak Kteatos'un oğlu ve Aktor'un torunu Amfimahos'u göğsünün ortasından vurdu. Adam takırdı ile düştü, üstünde silâhları çınladı. Hektor, ulugönüllü Amfimahos'un başındaki tulgayı soyup almak için tam atılırken, Ayas, parlak mızrağı avucunda, fırladı, bunun üzerine Hektor iki ölünün arkasına çekildi; Ahaylılar ölüleri kendi taraflarına çekebildiler. İki Ayas, coşkun bir iç ateşi içinde, İmbrios'u yakaladılar. İki aslan, avladıkları bir keçiyi, beyaz dişli köpeklerin sıkıştırması üzerine, toprağın üstüne çeneleriyle kaldırarak sık ormanlık arasına götürürler, bunun gibi, iki Ayas, başındaki tulgayı soyup almak üzere cesedi kaldırıp götürdüler. Oileoğlu, Amfimahos'un ölümünden coşmuş, başı nazik boynundan ayırarak yığın arasından bir top gibi fırlattı; baş, Hektor'un ayaklarına kadar giderek tozun içinde düştü. İDOMENE'NİN KAHRAMANLIKLARI 285/555 Poseidon, canlara kıyan kavgada torununun düştüğünü görünce yüreği öfke ile doldu. Ahaylıların barakaları ve gemileri boyunca gidip gelerek Danaosluları cesaretlendirmeğe, Troyalılara kaygılar hazırlamağa koyuldu. Ün salmış savaşçı İdomene'ye rastgeldi. Yeri sarsan, Etolialıların Hanı Andremon'un oğlu Thoas'ın sesiyle hitap ederek şöyle dedi: — İdomene, Giritlilerin saylavı, söyle bana, Ahaylıların Troyalılara savurup durdukları tehditler ne oldu? Giritlilerin başı İdomene buna karşı şöyle dedi. — Thoas, benim bildiğime göre, bunda kimse suçlu değildir. Hepimiz kavga etmesini biliyoruz. İçimizden herhangi biri merhametsiz kavgadan sıvışırken yüreği gevşemiş, korkuya kapılmış değildir. Herhalde güçlü kudretli Kronosoğlu Zeus'un gönlü öyle istiyor ki, Ahaylılar burada, Argos'tan uzak, şerefsizlik içinde mahvolsunlar. Thoas, sen daima kavgada sebat göstermiş bir savaşçısın, gevşediğini gördüklerini de cesaretlendirmesini bilirsin. Haydi! Bugün, kendin, olduğun gibi kal, herkesin de yüreğine cesaret vermeğe çalış. Yeri sarsan cevap vererek şöyle dedi: 286/555 — İdomene, bugün yüreği gevşeyip kavgadan sıvışmak istiyecek her kim varsa, Troya'dan vatanına dönmesin, burada kalsın, köpeklere yem olsun! Git, silâhlarını takınıp yine buraya gel. İkimiz, işbirliği etmeğe çalışmalıyız, yalnız ikimiz kalsak bile, bakalım, bir şeye yarıyabilecek miyiz? Korkaklar bile, başkalarına dayandıkları zaman, yüreklerine cesaret gelir. Böyle deyip, insanların kavga işlerine katıldı. İdomene güzel yapılı barakasına gitti, vücudunu güzel silâhlarıyla örttü, eline iki mızrak alarak oradan ayrıldı. Tunç silâhlar içinde, İdomene, Kronosoğlu'nun, kolu ile tutup Olympos'un yukarısından ölümlülere bir alâmet göstermek için fırlattığı kamaştırıcı şimşeğe benziyordu. Barakaya yakın bir yerde şanlı seyisi Merion'a rastlıyarak şöyle dedi: — Molosoğlu, ayağına çabuk Merion, yarenlerimin en sevgilisi! Canlara kıyan kavgayı bırakıp buraya ne yapmağa geldin? Yaralı mısın? Bir okun verdiği acılar içinde misin? Yoksa, bana bir haber mi getiriyorsun? Akıllı tedbirli Merion cevap verdi: — İdomene, tunç cebeli Giritlilerin saylavı, barakadan bir mızrak arayıp almak için geliyorum: Yanımdakini küstah Deifobos'un kalkanına değdirerek kırdım. 287/555 Giritlilerin başı İdomene ona karşı şöyle dedi: — Barakada mızraklar, istediğin kadar, bir tane de, yirmi tane de bulursun. Öldürdüğün Troyalılardan soyup aldığım mızraklardır. Düşmanlardan uzak kalmağı düşünmediğim için, barakamda kargılar, kabarık kalkanlar, tulgalar, parlaklığı neşe veren zırhlar da var. Akıllı tedbirli Merion cevap vererek şöyle dedi: — Benim de barakamda ve kara gemimde bir miktar Troya soykası vardır, fakat gidip alması uzak geliyor. Ben de hiç bir zaman cesaretten uzaklaşmamış olduğumu söyliyebilirim. Benim, nasıl dövüştüğümü başka Ahaylılar görmemiş olabilir, fakat sen beni iyi tanıyorsun, sanırım. Buna, Giritlilerin başı şöyle cevap verdi: — Senin yiğitliğini ben bilirim, böyle konuşmana ne hacet? Diyelim ki şimdi, hepimizin, savaşçıların cesareti, kimin yiğit, kimin korkak olduğu orada belli olur: Korkağın yüzü renkten renge girer; bir yerde durup sebat etmez; göğsünde yüreği ölüm tanrıçalarını hatırladıkça güm güm çarpınır, dişleri zangır zangır takırdar. Cesur ise, hiç renk vermez, pusuda yerini aldıktan sonra hiç telâş; göstermez. İşte 288/555 böyle bir fırsatta iç ateşine, kollarının gücüne diyecek söz yoktur. Fakat böyle durup ahmak ahmak konulmakla vakit geçirmiyelim; bizi açık açık kınayabilirler. Haydi git, barakadan istediğin gibi sağlam bir mızrak al. Böyle dedi, ve azgın Ares'in benzeri Merion çabuk gidip barakadan bir tunç mızrak aldı; sonra İdomene'nin izinden yürüyerek artık kavgaya girmekten başka bir şey düşünmedi, insanlar musibeti azgın Ares'in kendisi, yanında, en dayanıklı savaşçıyı bile kaçışa veren sevgili ve yiğit oğlu Korkut: ikisi de silâhlanmış, kavgaya doğru yürürler; Thrakialı Efyrlere, oradan da, ulu gönüllü Flegioslara uğrarlar, ve iki tarafın dileklerine kulak asmazlar, kendi dilettikleri gibi, ikisinden birine zafer şanını verirler. Tıpkı bunlar gibi, savaşçı başları Merion ile İdomene alev saçan tunç silâhlar içinde kavgaya katılmak üzere yanyana yürüyorlardı. Merion, ilkin, arkadaşına şöyle dedi: — Deukalion oğlu, hangi yönden kavgaya sokulmak niyetindesin? Ordunun sağ kanadından mı, ortadan mı, sol kanadından mı? Başları saçlı Ahaylıların başka noktalarda kavgaya hâkim kalabileceklerini sanıyorum. Buna cevap olarak İdomene, Giritlilerin başı şöyle dedi: — Ortadaki gemileri koruyacak başkaları vardır: İki Ayas ile Teukros: Bütün Ahaylıların en iyi yay çekicisi yakından dövüşmede de 289/555 birincidir Priamoğlu Hektor'a karşı, alplığı ve yiğitliği ne derece ateşli olursa olsun, bu kahramanlar kavgaya girişmesini çok iyi bileceklerdir; Kronosoğlu, kendi gelip güzel gemilerimize alevli bir kundak atmazsa... Haydi, biz ikimiz, sol kanada yürüyelim, bakalım, zafer şanını biz bir başkasına mı vereceğiz, bir başkası mı bize verecek, görelim. Böyle dedi; Ares'in benzeri Merion başa geçerek yürüdü; İdomene'nin söylediği noktaya geldiler. Troyalılar, yiğitliği aleve benziyen İdomene ile seyisini, sanatla işlenmiş tunç silâhlar içinde görünce, birlikler arasında birbirlerine cesaret vererek ona karşı yürüdüler. Çarpışma, gemilerin pupaları yakınında oldu. Çağlayışlı rüzgârlar esip fırtına nasıl koparsa, yollardaki bol tozlar toplanıp nasıl bir bulut haline gelirse, bunun gibi, iki tarafın savaşçıları katışıp bir kavga yığını haline geldiler. O yığın ortasında, hepsi, birbirlerini sivri tunç temrenlerle kırıp geçirmek ateşiyle yanıyorlardı. Kronos'un iki güçlü kudretli oğlu, ayrı niyetlerle, kahraman savaşçılara can yakıcı kavgalar hazırlıyorlardı. Zeus, ayağına çabuk Ahilleus'un şanını yükseltmek için, Troyalıların ve Hektor'un üstün gelmesini istiyor, ama Ahaylılar ordusunun İlion hisarı önünde mahvolmasına da razı değildir; yalnız Thetis'e ve çok değerli oğluna şanlı bir saygısı olduğunu göstermek dileğindedir. Poseidon ise, Argosluları cesaretlendirmek için, kimse farkına varmadan, beyaz denizin içinden çıkıp gelmişti. Troyalıların altında yenildiklerini düşünmek ona çok acı geliyor; Zeus'a müthiş kızıyor, ikisinin doğuştan ve babadan yana 290/555 kaynakları birdir, fakat Zeus ağabeydir ve Poseidon'dan fazla bilgisi vardır. Bunun için Poseidon, Ahaylılara açık açık yardımdan çekiniyor; yalnız bir ölümlünün çehresiyle orduya karışarak herkesin yüreğinde kavga iç ateşini alevlendirmeğe çalışıyordu. İki tanrı, her iki orduyu sarmakta olan güçlü savaşın ve kimseyi esirgemiyen kavganın koparılmaz, çözülmez düğümünü sıkmakta idiler: Bu düğüm yüzlerce savaşçının dizlerini çöktürür. O sırada, kırlaşmış İdomene, Danaoslulara öğütler vermekle kalmıyor, kendi de Troyalılara saldırıyor, aralarında bozgun havası yaratıyordu. Kolere'den gelip Troya'ya kapanmış olan Othryone'yi öldürdü. Kavganın ortaya yaydığı gürültü üzerine gelip Priam'dan en güzel kızını, Kasandra'yı istemişti. Hediyeler getirmiyordu, ama Ahaylıların oğullarını Troya'dan uzaklaştırmak gibi bir kahramanlık göstereceğini vâ'dediyordu; Priam da kızı vereceğine söz vermişti. O da söze güvenerek kavgaya girişmişti. İdomene nişan alarak, gurur içinde ilerlemekte olan adamı mızrağı ile vurdu. Tunç temren, zırhı deşerek adamın karnına saplandı. Takırdı ile yere düştü, İdomene de zafer nârasıyla haykırdı: — Hey, Othryone! Bütün insanlar arasında seni kutlanmağa yakışır görürüm, eğer gerçekten, kızım almak için Dardanoğlu Priam ile anlaştığın gibi, verdiğin sözü tutmak niyetinde isen! Fakat güzel İlion şehrini yıkmak için bizimle birleşmeğe söz verseydin, biz de bu gibi vaitleri dinlerdik: Sana Atreoğlu'nun en güzel kızını verirdik, karın olmak üzere Argos'tan kaldırır, memleketine getirirdik! Hem biz düğün hediyelerine bakar insanlar da değiliz. 291/555 Böyle deyip, kahraman İdomene, Othryone'yi ayaklarından çekiyordu; bu ara, cesedi kurtarmak için yayan çıkagelen Asios, İdomene'yi öldürmek arzusuyla yanıyordu. Fakat İdomene, önce davranarak, mızrağı ile, boğazından, çenesinin altından vurdu ve tunç temreni diline kadar bastırdı. Adam yere yuvarlandı, atlarının ve arabasının önünde kanlı tozu avuçluyordu. Arabacısı ise, öyle bir şaşkına dönmüştü ki, düşmanların elinden atları ve arabayı Troyalıların saflarından güzel dolaklı Ahaylıların saflarına doğru sürüyordu. DEİFOBOS İLE ENE'NİN ARAYA GİRMESİ Bu sırada Deifobos, Asios'un yası içinde, İdomene'ye yaklaşarak üstüne parlak mızrağını fırlattı. Fakat, farkına varan İdomene tunç silâhı kendinden uzaklaştırdı. Öküz köselesinden ve kamaştırıcı tunçtan yapılmış, yusyuvarlak kalkanının arkasına saklanmış, altına büzülmüş ve tunç mızrak üstten kalkana hafifçe dokunarak geçmişti; bundan kuru bir çınlayış çıktı. Bununla beraber Deifobos'un ağır eliyle attığı mızrak boşuna gitmedi, kayarak savaşçılar çobanı Hippase'nin oğlu Hypsenor'a değdi, diaframın altından karaciğerini deşmesiyle adamın dizleri çöktü. Deifobos küstah bir zafer nârasıyla haykırdı: 292/555 — Artık Asios, yattığı yerde, öcü alınmamış yatmıyor. Diyebilirim ki, Hades'in sert zindancısı, şimdi benim gönderdiğim arkadaşı içeri alırken yürekten sevinecektir. Böyle dedi, ve bu zafer narası üzerine Ahaylıları derin bir keder aldı. Herkesten çok akıllı tedbirli Antilohos'un yüreği heyecanlandı. Fakat büyük kederi içinde dahi arkadaşını ihmal etmedi, onu korumağa, kalkanıyla örtmeğe koştu. İki arkadaş daha, Eklios oğlu Mekiste ile tanrısal Alastor yanına sokularak ölüyü ağır hıçkırıklar altında, koca karınlı gemilere götürdüler. İdomene büyük iç ateşini durdurmadı, arzusu, daima Troyalıların birini gece karanlıklarıyla örtmekti. İşte, bu ara karşısına tanrı dölü Eisieteoğlu kahraman Alkathos çıktı: Anklise'nin damadı, büyük kızı Hippodamia'nın kocasıdır. Poseidon o gün bu kahramanı İdomene'nin hükmü altına koydu: Parlak gözlerine bir efsun ekti: Kolunu ayağını güçsüz bıraktı: Adam dönemez, kaçamaz, vuruşlardan da korunmaz oldu. Orada dimdik, bir direk gibi, üstü yapraklı bir ağaç gibi kaldı. Kahraman İdomene kargısıyla göğsünün ortasından vurdu. O zamana kadar onu ölümden korumuş olan tunç cebesini yırttı. Adam takırdı ile yere düştü; mızrak yüreğinde saplanmış kaldı. Yürek çarpındıkça mızrağın gönderi sallanıyordu. O zaman İdomene küstah bir zafer narası atarak haykırdı: — Hey Deifobos, önemli bir hesap karşısındayız: Bir ölüye karşı üç ölü! istediğin kadar yüksekten övün artık, zavallıcık! Fakat karşıma kendin gel, dur da, buraya benim şahsımla nasıl bir Zeus dölü 293/555 gelmiş olduğunu gör! Zeus önce Minos'un babası ve Girit'in koruyucusu olmuştur. Minos'un kusursuz oğlu Deukalion ise benim babamdır: Geniş Girit ortasında büyük bir budun üzerine hüküm sürmek için dünyaya geldim. Gemilerim beni senin başına, babanın başına ve bütün Troyalılara belâ olmak için buraya getirmiştir. Böyle dedi, ve Deifobos iki niyet arasında bocaladı. Ulu gönüllü Troyalılar arasından bir arkadaş bulmak için geri çekilmeli mi, yoksa yalnız başına talihini denemeli mi? Düşünerek, en iyisi, gidip Ene'yi aramağa karar verdi. Onu yığın gerisinde, hareketsiz durmakta buldu. Ene daima tanrısal Priam'a küskündü, çünkü savaşçılar arasında büyük cesaret ve yiğitlik sahibi iken şanına saygı göstermiyordu. Deifobos yanına gelerek kanatlı sözler söyledi: — Ene, Troyalıların saylavı, içinde bir kaygı varsa, herhalde eniştenin yardımına koşmalısın. Benimle gel, İkaos'u kurtarmağa gidelim: Enişten olarak seni sarayında, büyüten odur: Ün salmış savaşçı İdomene öldürdü. Böyle diyerek göğsünde yüreğini heyecana getirdi. İdomene ile dövüşmek azmiyle yola çıktı. Tanrının şımarttığı İdomene korkuya kapılmadan ikisini de bekledi. Dağlarda bir yaban domuzu, gücüne güvenerek nasıl bir insan kalabalığının patırdılı saldırışını, sırtının kıllarını dikerek, beklerse; 294/555 gözleri alev saçarak dişlerini biler, insanları ve köpeklerini püskürtmeğe içi nasıl ateşlenirse, bunun gibi, ün salmış savaşçı İdomene de bir adım bile çekilmeden, ölüyü kurtarmağa gelen Ene'yi bekledi. Aynı zamanda, yarenlerinden, kavga ustaları, Askalafı, Afare'yi, Deipyr'i, Merion'u Antilohos'u görerek onlara da kanatlı sözlerle haykırdı: — Buraya koşun, koşun, dostlar, yalnızım, yardıma gelin! Üstüme yürümekte olan ayağına çabuk Ene'nin saldırışından çok korkuyorum: Savaşçılar arasında, dövüşerek insanları yıkmada çok kuvvetlidir. Gençlik çiçeği çağındadır, yiğitliğin en üstünlüğü de budur Böyle dedi, ve hepsi, göğüslerinde aynı yürekle, kalkan omuzda, yanına gelip yer aldılar. Ene de, kendi gibi Troyalı başlardan, gördüklerini: Deifobos'u, Paris'i, tanrısal Aganor'u yanına çağırdı; onlar da beraber yürüdüler: Koyunlar otlaktan su başına giderken kösemen koçun arkasından giderler, çobanın gönlü sevinir; bunun gibi Ene de yarenlerinin toplulukla izinde geldiklerini görerek göğsüi'de gönlü şad oldu. İki taraf, mızraklar avuçlarda, ölü yatan Alkathos'un iki yanından, birbiriyle yakından dövüşmeğe atıldılar; zırhlara çarpan tunç silâhlardan çınlayışlar yükseliyordu. Savaşçılar arasında iki cesur, Ene ile İdomene, karşılıklı, merhametsiz tunç temrenlerle, birbirinin tenini deşip geçirmek arzusu ile yanıyorlardı. İlkin Ene, İdomene'nin üstüne silâh attı, fakat farkına varan İdomene, silâhı kendinden uzaklaştırdı; Ene'nin mızrağı gidip yere saplandı: Ağır kolundan boşuna fırlamıştı. İdomene ise kargısıyla Oenomaos'u karnından vurdu: Tunç 295/555 temren, zırhın plâstronunu deşerek barsaklardan geçti. Adam toprağı avuçlıyarak toz içine düştü. Üstüne kargılar yağmakta olan İdomene, mızrağını, kadavradan çekip almaktan başka bir şey yapamadı. Bacaklarına güvenemiyor, ne silâhının arkasından sıçrıyabiliyor, ne de kaçıp vuruşlardan korunabiliyor. Adım adım çekilirken, Deifobos parlak mızrağını üstüne fırlattı: Ona karşı eski ve inatçı bir hıncı vardı. Fakat bu sefer de silâh kayarak Eniyole oğlu Askalafın omuzunu deşip geçti. Adam, elleriyle toprağı avuçlıyarak tozun içine düştü. Fakat güçlü Ares henüz oğlunun can yakan dövüş içinde düşmüş olduğunu bilmiyordu. Olympos'un tepesinde, Zeus'un dileğiyle, bütün tanrıların kavgadan uzak tutuldukları yerde, Ares de, altın bulutlar altında oturuyordu. O sırada, ölü yatan Askalafın iki yanında, birbirleriyle dövüşmeğe atıldılar. Deifobos, Askalafın kıvılcım saçan tulgasını başından kaptı. Fakat Ares benzeri Merion sıçrayıp onu kargısıyla kolundan yaraladı, uzun tepelikli tulga da yaralı koldan düştü ve toprağa çarparken gümbürtü ile çınladı. Merion yine bir akbaba gibi üstüne atılarak kolun üst tarafından kargısını çekip aldı; sonra, kendi yarenlerine doğru geri çekildi. Polites, kardeşi Deifobos'u, belinden kolu ile alarak uğursuz dövüşten uzaklaştırdı, arkada durup beklemekte olan atların, kıvılcım saçan arabanın ve seyisinin bulundukları yere kadar getirdi. Yaralıyı bitkin bir halde, yeni yaradan kanlar akarak götürürlerken ağır hıçkırıklarla ağlıyorlardı. ANTİLOHOS'UN KAHRAMANLIKLARI 296/555 Bu sırada öbürleri düvüşüyorlardı, sonu gelmiyen bir uğultu yükseliyordu. Ene, kendisine doğru dönmüş bulunan Koletoroğlu Afore'nin üstüne atılarak, sivri temrenli mızrağiyle, boğazından vurdu. Adamın başı eğildi, kalkanı ve tulgası üstüne düştü; insanların hayatına son veren ölüm, onun da üstüne yayıldı. Antilohos ise, bir yarım dönüş yapan Thoon'u gözetliyordu; üstüne sıçradı, sırt boyunca gidip'boyuna uzanan damarı kesti; adam arkaüstü tozun içine düştü; iki kolunu ona doğru uzatıyordu. Antilohos, etrafına akıllı tedbirli bir göz attıktan sonra, ölünün üstüne atılarak omuzundan silâhlarını aldı. O zaman Troyalılar, kimi bu yanından, kimi öbür yanından, onu sardılar; pırıltılar saçan geniş kalkanına silâhlarını attılar, fakat merhametsiz kalkanı deşemez, Antilohos'un yumuşak etine dokunamaz: Yeri sarsan Poseidon, kargı yağmuru altında bile, Nestor'un oğlunu koruyabilmişti. Antilohos yine düşmanlardan hiç uzaklaşmış değildir: Durmadan ortalarında hareket ediyor, kargısı da düşmana atılmağa fırsat arar gibi o yana bu yana çevriliyordu. Yüreği daima coşkun bir iç ateşi içinde bir düşmanla yakından dövüşme istiyordu. Yığından uzaklaşmak isterken, İsios'un oğlu Adamas'ın gözünden kaçmadı, bir sıçrayışla yanına gelerek sivri tunç temrenle kalkanının ortasından vurdu. Fakat lâcivert sorguçlu Poseidon bu mızrak vuruşunu boşa çıkardı. Kahramanın canını korudu. Silâhın yarısı ateşte sertleştirilmiş bir kazık gibi Antilohos'un kalkanında saplanmış kaldı, öbür yarısı yere düştü; Adamas ölümden kaçınabilmek için yarenlerinin ortasına doğru çekildi. Fakat uzaklaşırken, arkasından gelen Merion, mızrağı ile, göbeğinden vurdu. Ares'in en acıklı olduğu yere silâhını sapladı. Adam, vücudunu deşip geçiren kargı ile beraber, bir çırpınış içinde idi, tıpkı sığır çobanlarının kayışlarla bağladıkları ve zorla, istemediği yere sürüp götürmeğe çalıştıkları öküzün çırpındığı gibi. Adamas'ın çırpınışı uzun sürmedi, kahraman 297/555 Merion yaklaşarak silâhı yaralı vücudundan çeker çekmez ölüm gölgesi gözlerini bürüdü. Helenos da, Thrakia'dan gelen büyük kılıcıyla, Deipyr'i şakağından vurdu, üç çatallı tulgasını başından fırlattı. Yuvarlanan tulgayı, dövüşmekte olan Ahaylılardan biri, ayakları arasında yakaladı; bu ara ölüm gölgesi Deipyr'in gözlerini örtmüştü. MENELAS'IN KAHRAMANLARI Narası gür Atreoğlu Menelas büyük kaygıya kapıldı; ileriye atılarak kahraman Helenos Han yayının kabzasını çekerken, üstüne sivri temrenli mızrağını sallıyarak tehditte bulundu. Böylece her ikisi, aynı zamanda, silâhlarını kullanmak, biri mızrağını fırlatmak, öbürü yayının kirişinden okunu atmak arzusu ile yanıyorlardı. Priamoğlunun attığı ok, hasmının göğsünün ortasına, tam zırhının plâsironuna değdi, ve değmesiyle beraber geri tepmesi bir oldu. Geniş bir harman üzerinde büyük savurma küreğinden, fısıltılı rüzgâra ve savurucunun kolu kuvvetine uyarak nasıl acı baklalar, nohutlar fışkırırsa, onun gibi, şanlı Menelas'ın zırhı üstünden kaygılar kaynağı ok geri fırladı uzaklara düşüp kayboldu. Narası gür Atreoğlu Menelas ise, Helenos'un elini, cilâlı yayı tutan eli yaraladı. Mızrağın tunç temreni yayı parçalıyarak eli deşti geçirdi; Helenos, ölümden kaçınmak için yarenlerine doğru çekildi. Eli cansız sarkıyor, gönderi kayından mızrağı da beraber götürüyordu. Ulu gönüllü Agenor, silâhı elinden çıkardı, yaralı eli de bir yün örgüsü ile sardı; sapanla yakalanmış bir koyunun yününden olan bu örgüyü savaşçılar çobanı için seyisi getirmişti. 298/555 Pisandros, doğru, şanlı Menelas'a yürüdü; kötü bir talih onu herşeyi yok eden ölüme götürüyordu. Menelas, can yakan dövüşte sana kurban olacaktır! Karşılıklı yürüyerek birbirine yaklaştılar. Atreoğlu'nun silâhı yolundan ayrılarak hedefine ulaşmadı. Pisandros'un silâhı ise şanlı Menelas'ın kalkanına vurdu, fakat tuncu bastırıp temreni batıramadı; mızrağı göndere takıldığı bilezikten, kalkanın içinde kırıldı; o ise o anda neşeli bir gönüllü zaferi umuyordu! Bunun üzerine Atreoğlu gümüş kakmalı kılıcını çekerek Pisandros'un üstüne sıçradı. Pisandros da, o ara, kalkanının altında uzun sapı cilâlı zeytin ağacından güzel bir tunç balta tutuyordu. Aynı zamanda birbirinin üstüne yürüyorlardı. Biri, at kılından sorgucun, tulganın tepeliğine vurdu: fakat öbürü mızrağını hasmının alnına, burun kökünün üstüne ulaştırmıştı. Adamın kemikleri fıkırdadı, kan içinde gözleri ayaklarına, tozun içine düştü. Kendi de bükülerek yuvarlandı. O zaman hasmı, ayağını göğsüne basarak silâhlarını soydu ve bir zafer nidasıyla haykırdı: — Danaosluların tez yürüyüşlü gemilerini işte böyle bırakıp gideceksiniz, küstah Troyalılar! Hiçbir zaman kavga naralarından usanmazsınız, şerefsizliklerden, haksızlıklardan bıkmazsınız, hakaretlerde ustasınız: Şahit olarak işte bana karşı, gürler sesli Zeus'un ağır öfkesi önünde titremeden ettiğimiz hakaret! Konukları koruyan Zeus'un dileğiyle bir gün yüksek siteniz yok olacaktır! Zavallıcıklar! Evimde konuklarım iken nikâhlı karımı ve birçok hazinelerimi alıp denize açılmıştınız! Bugün de arzunuz, deniz teknelerimizi ateşe vermek, Ahaylı kahramanları kırıp geçirmek değil midir? Fakat yiğitlikte Ares'ten üstün de olsanız, saati gelince, durdurulacaksınız! Zeus ata! Akılda, tedbirde bütün tanrılardan ve insanlardan, hepsinden, üstün olduğuna inanılıyor, burada olup bitenler ise, yalnız sendendir (senin parmağınladır). Senin şu ölçüsüz, canlar yakan kavgadan bıkmaz, 299/555 bütün istedikleri çılgınlık, bütün işledikleri haksızlık olan şu Troyalılara böyle bir üstünlük bağışlaman ne anlaşılmaz bilmecedir! Böyle dedi, ve kusursuz Menelas, ölüden soyduğu silâhları yarenlerine verdi; sonra yine safların dışında kalan kahramanlar arasına giderek yer aldı. O ara, üstüne, Pylemen Hanın oğlu Harpalion atıldı. Kavgaya karışmak için sevgili babasıyla beraber Troya'ya gelmişti: Buradan ise bir daha vatanının toprağına dönmi yecektir. Çok yakından mızrağıyla Atreoğlu'nun kalkanını sançtı, fakat tunç temreni bastırıp batıramadı; yüz geri ederek, ölümden kaçınabilmek için yarenlerine doğru yürüdü; aynı zamanda her yana huzursuz bir gözle baktı: Bir başkası çıkar da tunç silâhıyla tenini yaralar diye korkuyordu. Fakat çekilirken, Merion, ona bir mızrak fırlatarak sağ budunun gerisinden yaraladı. Tunç temren, doğru, kemiğin altından giderek kovuğu deşti geçirdi; adam son nefesini vererek yarenlerinin kolları arasına düştü. Orada, bir yer kurdu gibi yatıyor, siyah kanı akarak toprağı ıslatıyordu. Her yandan ona doğru ulu gönüllü Paflagonialılar yetiştiler; arabasının üstüne koyan kutsal İlion'a doğru götürdüler. Paris, Harpalion'u öldürülmüş görünce, yürekten öfkelendi, birçok Paflagonialılar gibi, o da konukları arasında idi. Ölümüne üzülerek tunç silâhını fırlattı. Kâhin Polyidos'un oğlu Euklenor, Paris'in vuruşu ile vuruldu, ihtiyar babası ona çok defa bu kaderini kendisine bildirmişti: Ya evde kalacaktı, orada ağrılarına katlanılmaz bir hastalıkla ölecekti; veya sefere karışacak, Ahaylıların gemileri 300/555 arasında, Troyalılardan birinin silâhıyla can verecekti, işte şimdi Paris'in tunç temreniyle, çenenin ve kulağın altından vurulmuştu. Az sonra vücudundan can ayrıldı, çok sevimsiz ölümün gölgesi onu kapladı. AYAŞ'LARIN GÖSTERDİĞİ MUKAVEMET Yanan alevli ateş gibi kavgaya devam ediyorlardı. Fakat Zeus'un sevgilisi Hektor, iyi bilgi almıyor, gemilerin sol kanadında Argosluların, savaşçılarını kırıp geçirdiklerini bilmiyordu. Hattâ, az sonra, zafer şanı Argosluları o derece cesaretlendiriyor, savunmalarına kendi kuvvetiyle o kadar yardım ediyordu. Hektor, başta kapıya ve hisara hücuma girişmiş olduğu yerde kavgası, silâhlı Danaosluların sık saflarını bozmakta devam ediyordu. Orada, Ayas'ın ve Protesilas'ın gemileri beyaz denizin kenarına çekilmiş, duruyorlardı. Gemilerin önünde duvar daha alçak yapılmıştı ve burada adamlara ve atlara, arabalara karşı savaş çok zor oluyordu. Orada Beotialılar, kaftanları yerlere sürünür İonialılar, Lorialılar, Ftlialılar, ün salmış Epealılar güçlükle tutunabiliyorlar, hele aleve benziyen tanrısal Hektor'un saldırışlarına daha büyük güçlüklerle dayanıyorlar. Seçkin bir Atinalılar birliğinin başında Peteosoğlu Menosthe, ve onun arkasından Fidias, Stikios ve şanlı Bias vardır. Epealıların başında Fyle oğlu Meges, Amfion, Drakios, Ftialıların başında da Medon ile yiğit Podarkes bulunuyor. Bunlardan Medon, tanrısal Oile'nin halayıktan oğlu ve Ayas'ın kardeşidir. Oile'nin oğlu Ayas, hiçbir zaman Telamonoğlu Ayas'tan ayrılmamaktadır. Donları 301/555 şarap renginde iki öküz, aynı gönülle ağır sabanı çeke çeke, açtıkları çığır, tarlanın ucuna geldiği zaman boynuzlarının kökü bol ter döker; bunların arasını cilâlı boyunduruktan başka bir şey ayırmaz, iki Ayas da, bunun gibi, yanyana, yüzleri düşmana dönmüş, dayanıp durmaktadır. Fakat Telamanoğiu Ayas'ın arkasında adamları, çok sayıda cesur adamları vardır; yorgunluktan, terlemekten dizleri dermansız kaldıkça, kalkanını alıp taşırlar; Oile oğlu Ayas'ın arkasından ise Lokrialılar gitmiyorlar, onların ne at kılından sorguçlu tulgaları, ne yuvarlak kalkanları, ne de gönderi kayından mızrakları vardır, Ayas'a uyarak İlion'a gelirken yalnız yaylarına ve koyun yününden örülmüş sapanlarına güveniyorlar, bunları çok çok atarak, Troyalıların taburlarını bozabileceklerini umuyorlardı. Başkaları önde, sanatla işlenmiş zırhlar içinde, tulgası tunçtan Hektor'a ve Troyalılara karşı dövüşürken, bunlar (Lokrialılar) arkaya çekilmiş, görülmeden, yayları ve sapanları ile, durmadan atıyorlardı. O arada Troyalılar, savaşçılık ateşlerini unutacak hale geliyorlar; üslerine atılan oklar ve taşlar gözlerini o derece yıldırmaktadır. HEKTOR YENİ BİR SALDIRIŞ HAZIRLIYOR Troyalılar. bitkin, acınacak bir halde gemilerden ve barakalardan çekilerek rüzgârların dövdüğü İlion'un yolunu tutmak üzere iken, Polydamas, yaklaşarak yiğit Hektor'a şöyle dedi: — Hektor, sana bir öğüt (bir fikir) dinletmeğe hiç bir yol bulunmuyor. Tanrı kavga işlerini senin eline vermiş, olduğu için, Mecliste de kendini herkesten üstün görmek istiyorsun. Fakat bütün işleri 302/555 üstüne alabilmen mümkün değildir. Tanrı, kimine kavga işlerini, kimine ise dansı, bir başkasına kitarayı veya türküyü verir; nihayet gürler sesli Zeus, birinin de göğsüne yüksek bir ruh kor ki, ondan insanlar çok yararlık görür, belâlardan kurtulur; bu yüksek ruhun kıymetini de herkesten önce sahibi bilir. Böyle olduğu için ben şimdi en iyi gördüğüm neler ise, onları söyliyeceğim. Her yerde sen alevli bir kavga kafesi içindesin. Az önce hisara atılmış olan ulu gönüllü Troyalılardan silâhlarını alıp uzaklaşanlar var; gemiler arasında dağınık bir halde dövüşmekte çok kişiye karşı az olmak üzere devam edenler de var. Geri çekilip bütün kahraman savaşçıları toplantıya çağırmalısın. Ondan sonra, düşünüp konuşur, karar veririz: Tanrının bize zafer şanını bağışlıyacağını umarak sağlam kürekli gemiler üzerine atılmalı mıyız? Yoksa, kendimizi zarardan koruyarak buradan çekilmeli miyiz? Ben, Ahaylıların bize dünkü borcumuzu ödetmek istiyeceğinden korkuyorum. Çünkü gemilerinin yanında kavgaya doymaz bir savaşçı daha vardır ki, dövüşmekten vazgeçeceğini sanmıyorum. Böyle konuştu Polydamas, Hektor da söylediklerini uygun buldu. Hemen arabasından, silâhlarıyla, yere atladı ve söz alarak kanatlı sözler söyledi: — Polydamas, kahraman savaşçıları toplamak işini sen üstüne al; ben de oraya gidip kavgaya karşı ne yapılacağına bakayım; gereken emirleri verdikten sonra hemen buraya dönerim. Böyle dedi, ve karlı bir dağ heybeliyle atıldı, nâra atarak Troyalılar ve yardımcıları arasına karıştı. Onlar da, hepsi, Hektor'un sesini 303/555 işittikten sonra, Panthoos'un yiğit oğlu Polydamas'a doğru koştular. Hektor, Deifobos'u, güçlü Helenos Ham, Asios oğlu Adamas'ı, Hyrtahos oğlu Asios'u... saflar dışında dövüşen kahraman savaşçıları aramak üzere her yana gidip geliyordu. Onları buldu, ama ne halde? Felâketten, ölümden kurtulmamışlardı: Kimileri Ahay gemilerinin pupaları önünde, Argosluların vuruşları altında can vermiş, yerlerde yatıyorlardı; kimileri de yakından veya uzaktan vurulup yaralanmış, şehrin duvarları arkasına çekilmişlerdi. Çok acıklı kavganın sol kanadında, Aleksandros'a, saçları güzel Helene'nin kocasına da rastlıyan Hektor, ona çok aşağılayıcı sözlerle şöyle söyledi: — Hey musibet yaratıcısı Paris! Hey yalabık delikanlı! Kadın avcısı ve baştan çıkarıcısı! Haydi, söyle bana, Deifobos ve Helenos Han nerdedir? Asios oğlu Adamas ve Hyrtohosoğlu Asios nerdedir? Othryone hani? Şu saatte yüksek İlion temellerine kadar yıkılmıştır. Şu saatte senin için de ölüm uçurumuna yuvarlanmak zamanı gelmiştir. Tanrılar benzeri Aleksandros cevap verdi: — Hektor, gönlün öyle bir halde ki, bir suçsuzu suçlu görüyorsun. Kavgadan kaçındığım başka vakitler olmuştur, fakat bugün değil. Anam beni büsbütün korkak doğurmuş ve büyütmüş değildir. Bizi, gemilerin yanında kavgaya çağırdığın saattenberi, yarenlerle birlikte bir an bile buradan ayrılmadık, Danaoslularla boğuşmada inatla devam etmekteyiz. Bizimkilerden, sordukların, öldürülmüşlerdir. Yalnız Deifobos ile Helenos Han daha hayatta ise de, uzun mızraklarla 304/555 kollarından yaralanarak uzaklaşmışlardır: Kronosoğlu onları ölümden korumuştur. Şimdi yüreğinden kopan emirleri ver bana. Kavga arzusunun ateşiyle senin arkandan geleceğiz, ve vücudumuzun gücü devam ettikçe cesaretimiz, iç ateşimiz sönmiyecektir. Vücudumun gücü ötesinde, yiğitliği ne kadar üstün olursa olsun, dövüşebilecek kimse yoktur. Kahraman böyle diyerek kardeşinin yüreğine güven getirdi. Kavganın ve dövüşün en çok geçmekte olduğu yere gittiler: Kebrion'un, kusursuz Polydamas'ın; ve gedikleri doldurmak için, tanrı dileğiyle bir gün önce bereketli Akania'dan gelen: Falkas'ın, Orthe'nin tanrısal Polfetes'in, Polmys'in, Askagnes'in, Hippotion oğlu Morys'in yanına doğru yürüdüler. Zeus, onları yine kavgaya sürmektedir. Zeus Ata'nın yıldırım gürlemeleriyle, şaşkına dönmüş rüzgârların zincirlerini kopardıkları kasırgalı fırtına önce karaya saldırışla yıkılır; sonra, çok büyük patırdılarla, kabaran denizin, kimileri önden, kimileri arkadan yayılıp giden sırtlan beyaz köpüklü dalgalarına ulaşır. Bunun gibi, Troyalılar sık saflarla, biri önden, öbürü arkasından, kıvılcımlı tunç silâhlar içinde başlarına ayak uydurarak yürüyorlardı. Fakat Ahaylıların yüreğine telâş girmemiştir; ilkin Ayas büyük adımlarla öne atılarak Hektor'a meydan okudu: — Hey cin çarpmış akılsız! Az daha beri gel! Niçin boşuna Argosluları korkutmağa çalışıyorsun? Biz kavganın acemisi değiliz. Zeus'un yaman kamçısı, yalnız o, biz Ahaylılara baş eğdirmiştir. Yüreğinle gemilerimizi yok etmeği düşünüyorsun. Fakat onları korumağa kollarımız hazırdır; ve ondan önce sizin şehriniz ellerimizle alınıp talan edilebilir! Senin haberini ben vereyim: Ovanın tozlarını kaldırarak seni şehire kaçırırlarken, yeleleri güzel atlarının ayaklarını 305/555 milan kuşunun kanadından daha tez kılmak için Zeus Ata'dan yalvaracağın saat çok yakındır. Bunları henüz söylemişti ki, sağdan bir kuş uçtu: Yüksekten havalanan bir kartaldı. Alâmetten cesaretleri artan Ahaylılar selâm naraları attılar. Fakat ün salmış Hektor cevap verdi: — Hey, saçmasapan konuşan, tafralar savuran Ayas! Söylediklerin nasıl sözlerdir? Egid kalkanını tutan Zeus'un ve Here Sultan'ın oğlu olaydım, Athene ve Apollon gibi saygı göreydim! Argoslulara istisnasız hepsine felâket geçirecek gün yakındır, ve onlar arasında en önce yok olacak sensin! Cesaretin varsa, uzun mızrağımla nazik teninin yerlere serilmesini bekle! Ondan sonra, Ahay gemilerinin yanında, yağlarınla, etlerinle Troya'nın köpeklerini, kuşlarını doyuracaksın. Böyle diyerek yolun kılavuzu olarak yürüdü, arkasından da öbürleri, yüksek naralar ortasında yürüyorlardı. Argoslular, başka naralarla cevap verdiler; yiğitliklerini unutmıyarak Troyalı kahramanların saldırışını beklediler. İki ordunun haykırışları Ether'e kadar, Zeus'un ışıklarına kadar yükseliyordu. 306/555 ŞAN : XIV AHAYLI BAŞLAR BOZGUN ÖNÜNDE Nestor içkisini içiyor, bir yandan da uzaktan gelen naraları işitmekten boş kalmıyordu. Bunun üzerine, Asklepoğlu'na kanatlı sözler söyledi: — Tanrısal Makaon, işlerin nasıl gittiğine iyi dikkat et. Gemilerin yanında bizim yiğit delikanlıların kavga naraları büyüyor, şimdilik sen ateş rengi şarabını içedur; örgüleri güzel Hekamede'yi bekle; banyonun suyunu ısıtsın, sonra yaralarının kanını yıkasın. Ben de daha çabuk öğrenmek için bir yoklamaya çıkayım. Böyle dedi; ve oğlu at terbiyecisi Thrasymedes'in barakada bırakmış olduğu kıvılcımlı tunç kalkanı aldı. Çünkü Thrasymedes'te babasının kendi kalkanı vardı. Sonra, sivri temrenli yaman bir tunç mızrak da eline aldı. Fakat barakadan çıkar çıkmaz durdu. Çünkü gözlerinin önünden yakışık almaz (yüz kızartacak) işler geçiyordu: Hırpalanmış birlikler, arkadan onları kakıştıran başkaları: Ulu gönüllü Troyalılar; Ahaylıların hisarı yıkılmış! Kimi vakit geniş denizin sessiz kabardığı görülüyor: Çağlayışlı rüzgârların yakından hücuma kalkacağını hissetmiştir, fakat henüz hiç bir dalgalanış gösteremez, sakin sakin, gökten bir serinlik inmesini bekler. Bunun gibi, ihtiyar, gönlü üzgün, iki düşünce arasında bocalıyordu: Atları tez yürüyüşlü Danaosluların yığınına mı gitmeli, yoksa savaşçılar çobanı Atreoğlu Agamemnon'a doğru mu yürümeli? Düşünce sonunda, Atreoğlu'na gitmenin en kazançlı olacağı üzerinde karar verdi. Bu sırada boğuşma devam ediyor, kılıçların ve iki temrenli mızrakların vücutlara çarpmasıyla bükülmez tuncun çınlayışları duyuluyordu. Nestor, gemilere binmiş yaralı Hanları: Tydeoğlunun, Odysseus'un, Atreoğlu Agamemnon'un yanlarına gitti. Gemileri kavgadan çok uzaktı: Onları beyaz köpüklü denizin kenarına çekmişlerdi. Öbür uçtan, ilk gemiler ise ovaya çekilmiş, hisar da pupalarına karşı yapılmıştı. Kumsal çok geniş olmakla beraber, bütün gemilere yetecek yer bulunamamış, darlık çekilmişti. Bunun için, gemileri sıra sıra çekerek iki burun arasında kalan sahili doldurmuşlardı. Hanlar kavgayı ve nâralan merak ederek, içleri kedeıli, mızraklarına dayana dayana, birlikte yola çıkmışlardı Nestor'un gelmesi üzerine Ahaylıların göğüslerinde yürekleri kabarmıştı. Atreoğlu Agamemnon Han söz aldı: — Nestor, Neleoğlu, Ahaylıların büyük şanı! Niçin can yakan kavgayı bırakıp buraya geldin? Güçlü kudretli Hektor'un vaktiyle Troyalılar içinde söylediği tehditleri yerine getirebileceğinden çok korkarım: Gemilerimizi yakıp İlion'dan uzaklaşmalarına fırsat vermiyecek, Argosluları kırıp geçirecekti. Bugün bütün bu söyledikleri ger- çekleşmek üzere Eyvah: Meğer bütün güzel dolaklı Ahaylılar, Ahilleus g;bi yüreklerini bana karşı hınçla doldurmuşlar, gemilerin pupaları önünde dövüşmekten kaçmıyorlar! İhtiyar araba sürücüsü Nestor ona cevap verdi: 308/555 — İşler gözlerimizin önünde geçiyor, yukarılarda gürleyen Zeus bile, istese de hiçbir şey değiştiremezdi. Kendimiz ve gemilerimiz için güvenilir bir sığınak diye diktiğimiz hisarı yıktırdı. Bizimkiler, güzel gemilerimizin etrafında en inatçı kavgaya durmadan devam ediyorlar. Gözlerimizle ne kadar derinden bakıp araştırsak, Ahaylıların iki yönden ne derece hırpalanmış olduğunu kestiremeyiz. Bizim için ancak düşünüp işlerin nasıl bir gidiş tutacağına bakmak kalıyor. Akılla yapılacak bir şeyler bulunabilir, ama kimseyi kavgaya karışmağa çağıramam: Yaralı insan dövüşemez. Buna karşı savaşçılar Hanı Agamemnon cevap verdi: — Nestor, gemilerin pupaları etrafında dövüşülüyorsa, diktiğimiz hisar ve kazdığımız hendek hiç bir işe yaramamışsa onlar için bunca emeklere katlanan ve bunca ümitlere düşen Danaosluların kendileri ve gemileri için güvendikleri sığınaklar yok edilmişse, güçlü kudretli Zeus'un istediği bu olsa gerek. Ahaylılar, Argos'tan uzak, şerefsizlik içinde yok olacaklar! Danaoslulara bütün yardımını esirgemediği zaman, aldanmıyordum, şimdi de aldanmıyorum Başkalarını mutlu tanrılar payesine yükseltmek isterken, bizim iç ateşimizi söndürüyor, kollarımıza zincir vuruyor. Haydin, hepimiz benim diyeceğim gibi yapmağa karar verelim. Ondan, deniz kenarına çekilmiş olan gemileri tanrısal denize indirelim; hafif çapalar üzerinde, derin suda ıslanmak üzere bırakıp tanrısal geceyi bekleyelim. Kimbilir, belki o vakte kadar Troyalılar dövüşmekten vazgeçerler, biz de bütün gemilerimizi denize indirmeğe fırsat buluruz. Felâketten kaçınmak için bir yol aramağa kimse bir şey diyemez. Ölümden sıvışmak, ölümün avı olmaktan iyi değil midir? 309/555 Çok hünerli Odysseus ona yan bakarak şöyle dedi: — Hey Atreoğlu, dişlerinin arasından böyle kaçan söz nedir? Meymenetsiz adam, sen başka bir ordunun, şerefsiz insanların başında bulunmalıydın; sen bizim başımız olamazsın: Bize Zeus, gençliğimizden ihtiyarlık çağına kadar can yakan kavgaların içinden geçmek emrini vermiştir, bu işler herbirimiz yok oluncaya kadar devam edecektir. Demek, uğrunda bunca acılara katlanmış olduğumuz geniş Troya şehrini bırakıp gitmemizi istiyorsun! Sus, ağzına bu sözü alma, başka herhangi bir Ahaylı işitmesin. Bu söz asa sahibi bir adamın, burada Argoslu olarak sayabildiğin insanların itimat ettiği Hanın ağzından çıkmamalıydı, istiyorsun ki, zaten üstün gelmekte olan Troyalılar muratlarına daha kesin olarak ersinler, bizim de kaderimiz çaresiz olarak ölüm uçurumuna yuvarlanmak olsun? Ahaylılar gemilerin suya indirildiğini gördükten sonra kavgada sebat etmiyeceklerdir: Bu gayet açık bir şeydir. Senin öğüdünle hepsi yok olacaktır, hey ordular kumandanı! Buna savaşçılar Hanı Agamemnon cevap verdi: — Odysseus, senin sert azarlayışın, açıkça söylemeliyim, beni yürekten vurdu. Ahaylıların çocukları için zararlı olduktan sonra, ben de gemilerin suya indirilmesini ileri sürmem. Fakat, o halde, genç veya ihtiyar, başka biri çıksın da, daha münasip bir yol göstersin. Onu dinlemeğe hazırım. 310/555 Bunun üzerine, narası gür Diomodes söz aldı: — Söylediğiniz adam karşınızdadır, uzun boylu aramağa hacet yoktur; yeter ki, yaşça hepinizden genç olduğum için bana karşı bir küçümseme veya çekememezlik uyanmasın. Ben de cesur bir adamım, Thebes'in toprağı ile mezarı örtülmüş Thyde'nin oğlu olmakla övünürüm. Doğuştan yana bir diyeceğiniz olamaz. Bence en uygun teklif şudur: Yaralıysak da, kalkalım, kavgaya katılalım: Buna kesin bir gereklik vardır. Fakat, oraya gidince, yakın dövüşten uzak duralım, düşmanın silâhlarından korunarak yaralarımızın üstüne yeni yaralar almıyalım. Başkalarını, bir öfke, bir kırgınlık yüzünden kendilerini uzak tutanları cesaretlendirmekle ve kavgaya sürmekle yetinelim. Böyle dedi, ve hepsi candan dinleyerek kabul ettiler. Yola çıktılar, başlarında savaşçılar Hanı Agamemnon bulunuyordu.